Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14.Bölüm: Çiçek Buketi

@sevvnuraydn

En son nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum. Bıçağın parlak yüzeyinin gözlerimi alışını hatırlıyorum. O bıçağın birini hedef aldığını hatırlıyorum. Peki ama kimi? Kim dizlerininin üzerine çöktü? Kim yenildi yalanlara? Kim kaybetti oyunu?

 

Derin bir nefes aldığımda gördüm. Yere düşeni, kendini aşkı uğruna öne atan kişiyi gördüm. Bu kişi ne Tolga'ydı ne de Buğra. Adahan da değildi. Devrim hiç değildi. Bu kişi Yağmur'du. Karışıklığı ayırmak için öne atılmış Korkut'un kelebeğinin hedefi olmuştu. Onun karın boşluğuna saplanmış bir bıçakla dizlerinin üzerine düşüşünü izledim.

 

Herkes kenara çekildi. Artık kimse kimseye vurmuyordu. Kimse kimseye sataşmıyordu veya kimse kavgayı ayırma derdinde değildi artık. Kavga bitti. Herkes ona bakmaya başladı. Herkes onun bel boşluğundan yayılan koyu kırmızı sıvıya baktı. Resitali başlatan şeye. Kana!

 

"Yağmur!" diye bağırdı Tolga dehşetle.

 

"Biri ambulans çağırsın!" dedi Buğra.

 

Öğretmenlerden biri ambulansı ararken Korkut yaptığı bir yanlışın neye mal olduğuna baktı. Gözlerinde korku vardı. Bu sefer yolun sonunda olduğunu biliyordu. Siciline kazınmış kara lekeye bir yenisi eklenmişti. Yere çöktü Korkut. Az evvelki cesareti, o meydan okuyan bakışları gitmiş yerine pişman biri gelmişti.

 

"Sen iyi misin?" dedi Devrim aniden. Gözlerimi Korkut'tan alıp ona baktığımda benim için ne kadar endişelendiğini gördüm. İlk kez birinin benim için endişe etmesi bir yana bu kişinin Devrim olması farklı hissetmeme neden olmuştu.

 

"Ben iyiyim. Asıl sen iyi misin?"

 

Devrim hafifçe başını salladı ve Yağmur'a baktı. Gözlerini açık tutmakta zorlanan o kıza baktık birlikte. Öğretmenler öğrencileri uzak tutmak için çabalarken az evvel olaya bizzat şahit olan diğer iki öğretmen ise Yağmur için gelen ambulansın acil tıp teknisyenlerine olayı anlatmakla meşguldü.

 

Yağmur ambulansa alındı. Ambulans giderken Tolga onunla gitmek istedi ama buna izin vermediler. Polis olay yerine gelene kadar kimsenin kılını kıpırdatmasına bile izin vermediler. Tolga bir köşede Buğra bir başka köşede aynı kız için üzülürken Korkut hala olayın etkisindeydi. Adahan bambaşka bir kafada Devrim ile bense öğretmenlerin gözetiminde yan yana durmuş polisin gelmesini bekliyorduk.

 

Kısa bir süre sonra polis ve beraberinde yalanlar resitali olayının savcısı olay yerine intikal etti. Savcı bizi görünce gizlemeye gerek duymadan göz bebeklerini üç yüz altmış derece döndürdü. "Neden şaşırmadım acaba?" dedi savcı özellikle benle Devrim'e bakarken.

 

"Siz ikinizi her olayın içinde görmeden işime odaklanamıyorum. Anlaşılan bu olayda da parmağınız var Devrim Bey ve Sanat Hanım."

 

Savcı bize karşı beslediği olağanüstü sevgiyle lafını soktuktan sonra olaya bizzat şahit olmuş iki nöbetçi öğretmene çevirdi bakışlarını. "Evet. Olay tam olarak nasıl oldu?" diye sordu savcı bıkkın bir nefes vererek.

 

Öğretmenlerden biri olayı anlattı. Diğeri ise eksik kalan kısımları tamamlamaya çalıştı. Savcının hafifçe baş sallayışını izledim. Bir süre sonra bakışları bizi buldu. Her birimizi tek tek incelerken, "Korkut Bolat hanginiz?" diye sordu. Bir yandan da sağ ayağıyla sabırsız bir ritim tutturmuştu. Bunun anlamını biliyordum. Ya şimdi olayın faili ortaya çıkacaktı ya da savcı faili kendi elleriyle ortaya çıkarmakla kalmayıp yaka paça ekip otosuna götürecekti.

 

"Korkut Bolat!" diye bağırdı savcı sinirle. Cevap alamayınca da duvar dibine sinen Korkut'un okul kıyafetinin ense kısmından tutup yerden kalkmasını sağladı.

 

"Şimdi seninle korku tüneline doğru küçük bir yolculuğa çıkacağız Korkut Bolat."

 

Savcı, Korkut'u tuttuğu gibi ekip otosuna doğru ilerledi. Polislerden biri Korkut'u tutuklayıp araca alırken savcı, "Emniyete götürün şunu," dedi ve yeniden bize yöneldi. Bize doğru attığı her adımda yeri dövüyordu. Bu seferki sorgunun sandığımdan daha çetrefilli geçeceğini anladım.

 

"Buğra Taşkın ve Tolga Arslan ikilisini de korku tümelimize alalım."

 

Savcının sözleriyle Buğra ile Tolga da başka ekip otosuna alındı. Geriye Adahan, Devrim ve ben kalmıştım. Savcı onların gidişiyle önce Adahan'ın önünde durdu. Bodyguard gibi olan Adahan'ın savcının karşısında titrediğini gördüm. Onun bu hali savcının egosunu tatmin etmişe benziyordu ki savcı, "Adahan Bakırcı," dedi ve gülümsedi.

 

"Kankanı koruyacağım diye yaşadığın şeye bak. Seni korku tünelimize davet etmek isterdim ama bu seferlik disiplinle yetinmek durumundasın."

 

Adahan bu işten de bir şekilde yırtmıştı. Peki ya Devrim ile ben. Savcı sanki düşüncelerimi okumuş gibi benim önümde durdu bu sefer. "Sanat Karay," dedi bilgiç bir edayla.

 

"Seni yeniden bir olayın içinde görmek inanır mısın koltuklarımı kabarttı."

 

Donuk bakışlarıma karşılık, "Siz ikinizi her olayın içinde görmekten bıktığım için ne yazık ki korku tünelime katılmak durumundasınız," dedi.

 

"Sizi de şöyle önden önden ekip otomuza alalım," diye de ekledi. Gözleri Devrim ile benim aramda gezinirken eli mahkum son ekip otosuna doğru ilerledim. Devrim ile beni aynı ekip otosuna koydular.

 

Olay yeri inceleme ekipleri alanı kapatıp işe koyulurken savcı da olay yerindekilere birkaç talimat verip aracına geçti. Kendimizi yeniden emniyette bulduğumuzdaysa içim en azından olayla doğrudan bir alakamız olmadığından rahattı. Buğra ile Tolga'nın sorgusunun ardından savcı benimle özel bir korku tüneli seansı yapmak istediğini söyledi. Şaşırmadım. Beni ilk gördüğü andan beri resital olayının şüphelisi olarak benimsemişti. Gerçek katil ortaya çıkana kadar da öyle düşünmeye devam edecekti.

 

"Sanat Karay," dedi savcı sorgu odasına girdiğim sırada.

 

"Dürüst olmak gerekirse seni buralarda görmeyi özlemişim. İnsanda bağımlılık yapan bir enerjin var. Böyle seni sorgulamayınca diğer dosyalarıma odaklanamıyorum inanabiliyor musun?"

 

Savcının alaycı kıkırtısı ve boş sözlerini ifadesiz bir yüz ifadesiyle dinlemiştim. Bu sefer beni bekleyen şeyin ne olduğunu bildiğimden içim rahattı. Savcı parmak uçlarını birbirine yapıştırıp, "Bir de senden dinleyelim bakalım şu olayı," dedi. Bana öyle bir bakışı vardı ki sanki ona ne anlatırsam anlatayım kodesi boylayacakmışım gibi hissettiriyordu.

 

"Bugün okulda Buğra'nın kız kardeşi boş bir sınıfı birbirine katınca olanlar oldu."

 

"Ne oldu?"

 

"Berna'nın kanaması başladı. Devrim ile onu hastaneye götürdük. Hatta yanımızda Buğra da vardı."

 

"Bunun konumuzla ne ilgisi var Sanat Karay?"

 

"Şöyle bir ilgisi var savcım. Buğra ile Tolga'nın birbirine girmesinin sebebi Berna. Onun bu hale gelmesinin sebebini biri kayda alıp Buğra'ya göndermiş. Buğra da olan biteni öğrenince okula gelip Tolga'ya saldırdı. Tolga'nın arkadaşı Korkut olaya müdaheleye kalkışınca da arada kalan Yağmur oldu."

 

Savcı bir süre boş boş yüzüme baktı. Yüzündeki tiksinti ifadesini saklamaya gerek duymadan, "Senle Devrim de kahramanlık yaptınız öyle mi?" diye sordu. Başımı hafifçe sallamakla yetindim. Bunun üzerine savcı, "Buğra'nın da Tolga'nın da ifadesiyle örtüşüyor. Devrim ile seni korku tünelinin ardından okulunuzun hiçbir işe yaramayan disiplin kuruluna sevk edeceğiz. Böylece ikinizde bir daha her işe burnunuzu sokmamanız gerektiğini öğrenirsiniz," dedi ve masadan kalktı.

 

Onun peşinden sorgu odasından çıktım. İfademin alınmasının ardından Devrim ile beraber polisler tarafından okula bırakıldık. Disiplin kurulu bizi tetikte bekliyor olacak ki Adahan'a kesilen cezanın üzerine odadan kınama cezası alıp çıkmamız bir dakikamızı bile almamıştı.

 

Boynumdaki kulaklığı düzelttiğim sırada Devrim'e baktım. "Yağmur'u görmeye gidelim mi?" diye sordu. Tek bir bakışımla söylemek istediğimi hemen anladı Devrim Dinçer Demiralp.

 

Beraber okuldan çıktık. Cuma gününün son dersi de bu olay yüzünden iptal edilmiş, okulda kimse kalmamıştı. Sona biz kalmıştık ve şimdi de Yağmur'un götürüldüğü hastaneye doğru yola çıkmıştık. Devrim, "Yağmur nereden çıktı? O olayın içinde bile değildi," dedi kendi kendine. Bu soruyu bende düşünmüştüm. Hatta ilk başta onun kavgayı ayırma sebebinin Tolga olduğunu düşünmüştüm ama değildi. Buğra her ne kadar bilmese de Yağmur o kavgaya Buğra'yı korumak için atılmıştı.

 

"Yağmur Buğra'yı korumak için bıçağın önüne geçti."

 

Sözlerimle Devrim olan biteni yeniden düşündü.

 

"Bu doğru ama Yağmur bahçede bile değildi ki. Biri Yağmur'a kavgayı haber vermiş olmalı ki okuldan koşarak çıkıp kavgaya dahil oldu."

 

"Yeni bir not ve yeni bir kurban."

 

Sinir bozukluğuyla şakaklarımı ovuşturdum. Katil hızlıydı. Karışıklık çıkartmak bir yana olayın üzerine başka bir olayın çıkmasını istiyordu. Herkesin yalanlara bulaşmasını istiyordu. Resitalin kanla başlayıp yalanla son bulacağını da o söylemişti. Şimdi ise hastanenin önüne park edilmiş bir arabanın camından dışarıyı izliyorum. Olan biteni düşünüyorum ve denklemin eksik bileşenini bulmaya çalışıyorum.

 

Devrim ile arabadan indiğimiz sırada bir günde ikinci kez hastaneye geliyor olmak olayların daha da kötüleşeceği hissiyatını vermişti. Acil yazan yazıya çok fazla bakmamaya özen göstererek içeri girdim. Devrim yeniden danışmadaki kıza baktı. Bu sefer, "Yağmur Akın," diye sordu.

 

Danışmadaki kızın kafasından geçenleri biliyordum. Daha birkaç saat önce Berna Taşkın için gelmişken şimdi ise başka bir kız için gelen bu iki kişiye güvenmemişti. Ama yine de, "Yağmur Akın ameliyatta," dedi.

 

"Ameliyathane -1 de," diye de ekledi.

 

Devrim ile beraber vakit kaybetmeden -1e indik. Ameliyathanenin önündeki sandalyelere oturup Yağmur'un ameliyattan çıkmasını beklemeye başlamıştık ki Yağmur'un ailesi olduğunu tahmin ettiğim bir kadın bir adam ve bir de küçük bir kız bu tarafa doğru gelmeye başladı. Kadın da adam da perişan görünüyordu.

 

"Yağmur!"

 

Kadının çığlığını duyunca bundan emin oldum. Adam kadını sakinleştirmeye çalışıyordu. Tüm bunlardan habersiz küçük kız ise endişeyle annesine bakıyordu. O an bir cesaret ayağa kalktım. Onlara doğru adımladım. Kadınla adamın bakışları beni buldu. Üzerimdeki okul forması kızıyla tanışık olduğumu anlamasına yetmişti.

 

"Yağmur'u tanıyor musun?" diye sordu kadın titreyen sesiyle. Başımı hafifçe salladım.

 

"Tanıyorum. O güçlü bir kız. İyi olacak."

 

Yağmur'un annesi hıçkıra hıçkıra ağlarken küçük kızın korkudan titrediğini gördüm. Ablasına bir şey olmasından korkuyordu. Durumun ciddiyetini annesinin hıçkırıklarından anlamıştı. Babasının da annesinden farkı yoktu. Adamın ayakta durmakta zorlandığını gördüm. Devrim yanıma gelip adama yardımcı oldu.

 

Yağmur'un annesini sandalyeye oturttukları sırada bende küçük kıza baktım. Onun boy hizasına eğildim ve "Adın ne?" diye sordum. İlk başta söylemek istemedi ama sonra, "Yaz," dedi.

 

"Benim adım da Sanat. Ben ablanın arkadaşıyım."

 

"Ablam iyi olacak mı Sanat abla?"

 

"Olacak. Senin ablan çok güçlü. Bunun da üstesinden gelecek."

 

Yaz bunun üzerine gidip anne ve babasının yanındaki sandalyeye oturdu. Onun yanında da Devrim vardı. Devrim ile Yaz'ı ortamıza alacak şekilde yan yana oturduk. Anne ve babasının Yaz ile ilgilenebilecek bir durumda olmadığını biliyordum bu yüzden Yaz'a, "Bu abi de ablanın arkadaşı," dedim onun biraz dikkatini dağıtabilmek için.

 

"Benim adım da Devrim," dedi Devrim ve elini uzattı. Yaz Devrim'in elini tutup tokalaştı. Minik eli Devrim'in avucunda kaybolmuştu. O bile Devrim'in elini tutmuştu. Bir tek ben tutamamıştım. Bir tek ben...

 

"Memnun oldum prenses. Peki sizin adınız nedir?"

 

"Yaz."

 

"Yaz çok güzel bir isim. Ablanın ismiyle de uyumlu. Yaz yağmuru."

 

Yaz ile Devrim arasında tatlı bir sohbet başlattı bu küçük diyalog. Yaz sakinleşmişti. Anne ve babası Yağmur için hemşireye kan vermeye giderken de Yaz bizim yanımızda kalmıştı.

 

"Bana bir masal anlatır mısın Sanat abla? Ablam olsaydı anlatırdı," dedi Yaz aniden. Beklenti dolu bakışlarına karşılık ne diyeceğimi bilemedim. Ona karşı dürüst olmaktan başka elimden bir şey gelmiyordu.

 

"Ben hiç masal bilmiyorum Yaz."

 

"Hiç mi?"

 

"Hiç. Ben masalın ne olduğunu bile bilmiyorum."

 

"O zaman Sanat ablan yerine ben anlatayım," dedi Devrim. Gözleri beni buldu. Sıcak bir şey beliriverdi içimde. Soğuk bedenimin içinde bir sıcaklık...

 

"Bir zamanlar bir kız varmış. Saçları geceden siyah gözleri gökyüzünden bile daha mavi bir kız," diyerek başladı Devrim sözlerine.

 

"Kızın adı karanlıkmış."

 

"Karanlık mı?" diye sordu Yaz.

 

"Karanlık," dedi Devrim gözlerime bakarak.

 

"İsmi böyleymiş belki ama görmesini bilene güzel gelirmiş karanlık. İçinde ayı, yıldızları saklarmış. Yıldızlarını takip edenlerse sihirli göle ulaşırmış."

 

Masal daha şimdiden Yaz'ın ilgisini çekmişti. Devrim'in koluna sarılmış masalı dinliyordu. Şu an onun yerinde olmak isterdim. Devrim'in elini tutabilmeyi isterdim ama bunu yapamazdım. Sadece gözlerine bakabilirdim. Dokunamazdım ona. Sadece uzaktan bakabilirdim. O kadar...

 

Devrim derin bir iç çekti ve, "Günün birinde Demir bir alp takılmış karanlığın peşine," dedi.

 

"Demir alp karanlığın içinde binlerce yıldız olduğunu görmüş. Parlak binlerce yıldız onu çağırıyormuş sanki. Karanlık her ne kadar demir alpten kaçsa da demir alpin onu bırakmaya hiç niyeti yokmuş. Kapılmış bir kere karanlığın büyüsüne. İçinde sakladığı sihirli göle dokunmadan durmayacakmış."

 

Arabasında uyuduğum, beni götürdüğü o gölü böylesine masalsı bir edayla anlatmıştı Devrim. Masalın her bir kelimesini bana bakarak anlatmıştı. O masaldaki karanlık bendim. Demir alp de oydu. Yaz bunu bilmiyordu belki ama ben biliyordum.

 

"Demir alp karanlığa dalmış. Karanlıkta sihirli gölün yansıması varmış. Su berrak ama bir o kadar da siyahmış. Siyahlığın sebebi ise karanlığın saçlarıymış. Karanlık demir alpe bakmış. İstememiş göle dokunmasını ama demir alp onu dinlememiş. Bir şart koşmuş. 'Madem benim sihirli göle dokunmamı istemiyorsun o zaman gözlerini kapat. Adın gibi karanlık ol bu gece. Bende ilk ve son kez karanlığı uykusunda izleyebileyim.' demiş demir alp."

 

Devrim'in dudaklarında sıcak bir tebessüm belirdi. Karanlığın içini ısıttığından, karanlığın derinlerindeki o buzdan yaratılma kalbe dokunduğundan bir haber, "Karanlık kapatmış gözlerini. Uykuya dalmış. Demir alp sihirli göle dokunmak yerine bütün bir gece karanlığın uykusunu izlemiş. Hem de gözünü bile kırpmadan," diyerek masalı tamamladı Devrim Dinçer Demiralp.

 

Gözleri gözlerimde geziniyordu. Karanlığa yeni bir his kazandırdığını bilse acaba ne düşünürdü? Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Koluna sarılmış küçük kıza baktı ve, "Son," diye fısıldadı.

 

"Bu masalın adı ne? Daha önce hiç duymamıştım," dedi Yaz.

 

"Masalın adı 'Karanlığın Uykusu.' Masalı duymamış olman çok normal. Çünkü ilk kez sana anlattım."

 

Yaz kıkırdadı. Benim bile dudaklarımda tebessüm belirmişti ki Yağmur'un anne ve babası döndü. Annesi daha iyi görünüyordu. Yanımıza gelip Yaz'ı kucağına aldı. "Ablan ameliyattan çıkmış. Durumu da iyiymiş," dedi ve küçük kızına sarıldı.

 

Yağmur'un iyi olması hepimizi rahatlatmıştı. Ayağa kalktım. Yağmur'un iyi olduğunu öğrendiğimize göre gitsek iyi olacaktı. Yaz, "Gidiyor musunuz?" diye sordu bir bana bir Devrim'e bakarak.

 

"Gidiyoruz ama sonra seni görmeye yine geleceğiz."

 

Yaz annesinin kucağından inip bize sarıldı. Yağmur'un annesine Yağmur'a geçmiş olsun dileklerimizi iletmesini rica etmemizin ardından Devrim ile beraber asansöre yöneldik. Tam asansöre bineceğimiz sırada köşeden birinin bizi izlediğini gördüm. Yüzünü göremesemde orada olduğunu biliyordum. Biri bizim peşimizdeydi!

 

Asansöre binmeden önce Devrim'i kenara çekip, "Biri bizi izliyor," diye fısıldadım.

 

"Yağmur tehlikede olabilir," dedi Devrim dişlerinin arasından. Bu olabilir miydi? Biri Yağmur'un sonunu getirmek istiyor olabilir miydi? Yağmur'u bıçaklayan kişinin Korkut olduğunu varsayarsak Yağmur'un ölümüyle suçun doğal olarak Korkut'a kalacağı aşikardı.

 

"Yağmur'un yanında olmamız gerek Devrim. Biri onu öldürmek isteyebilir."

 

Devrim ile asansöre geçtik. Daha sonra Yağmur'un kaldığı odaya çıktık. Yağmur daha yeni ameliyattan çıktığı için derin uykudaydı. Anne ve babası ellerini tutmuş onun uyanmasını beklerken Yaz ise bir köşede oturuyordu. Ablasının iyi olması bir yana geri döndüğümüz için ayrı bir sevinçliydi.

 

Devrim, "Çok geçmiş olsun tekrardan," dedi Yağmur'un anne ve babasına. Annesi hafifçe başını sallamakla yetindi. Babası ise olayın şokundan tek kelime etmedi.

 

Bende öylece boşluğa bakıyordum. Bizi duvarın arkasından gözetleyen kişinin kim olduğunu düşünüyordum ki odanın kapısı açıldı. Gelen kişiye baktığımda bunun hemşire olduğunu gördüm. Ağzındaki maskeden dolayı sadece gözleri gözüküyordu bir de alnının sol tarafındaki beni!

 

İlk başta emin olamadım ama sonra elindeki bir buket çiçeği komodinin üzerine bıraktığı sırada onun kim olduğunu anladım. "Bunu Yağmur Akın için göndermişler," dedi ve yalandan Yağmur'un serumuna bakıp odadan çıkmak üzereyken peşine takıldım. O her şeyden habersizdi. Benim peşinden gelmiş olabilme ihtimalini bile düşünmemişti. O koridorda ilerlerken kolundan tutup onu durdurmayı başardım. Tam da tahmin ettiğim kişiydi. Miray Melekoğlu!

 

"Hanımefendi ne yapıyorsunuz?" dedi Miray panikle. Onu kıskıvrak yakaladığım için korkuya kapılmıştı.

 

Kolunu daha da sert kavradım. Diğer elimle de maskesini indirdim ve "Miray Melekoğlu," dedim sert bir bakış eşliğinde.

 

"Ne zamandan beri hemşireler gelen çiçekleri odaya getirir oldu? Hemen şimdi neyin peşinde olduğunu söyle yoksa seni savcının önüne atarım."

 

Net oluşum üstüne bir de iğneleyici bir tonda kelimeleri vurgulayışım onu iyice paniklendirmişti. Hastane kıyafetinin cebinden bir not çıkarıp bana verdi ve "Yemin ederim benim bir suçum yok. Ben sadece bana söyleneni yaptım. Yapmasaydım Buğra'yı yakacaklardı," dedi ağlamaklı bir sesle.

 

Tehdit aldığını daha notu okumadan anlamıştım. Sinir bozukluğuyla, "Buğra'yı sevdiğini ve bunu onun için yaptığını biliyorum ama yapma. Bu notta yazan şey olmayacak ama senin başın yanacak. Eğer bir daha seni Yağmur'un etrafında görürsem sana bu notta yazandan daha fenasını yaşatırım Miray," dedim. Miray ağlamaya başladı. Onun gibi hassas birinin Yağmur'u öldürmeyeceğini biliyordum. Başını yakmak istemeyeceğini de.

 

"Yalvarırım yapma Sanat. Bursumu kaybetmek istemiyorum. Bu okul benim tek şansım. Sana söz veriyorum bir daha Yağmur'un yakınına bile yaklaşmayacağım. Yeter ki beni ihbar etme."

 

"Sana nasıl güveneceğim?"

 

"Çiçek," dedi Miray panikle.

 

"Çiçeğin içinde bir not var."

 

Miray yalvarırcasına bana baktı. Okulumuzun üçüncü burslusuna baktım. Sonrasında, "Seni ihbar etmeyeceğim. Şimdi ben fikrimi değiştirmeden önce git," dedim.

 

Miray'ın kolunu bıraktım. Ağlayarak gidişini izledim bir süre. Koridorda o kadar uzun süre durdum ki sırlar zihnime hücum etmişti. Üç burslu. Bu üç burslunun bağlantısını tek bilen bendim. Onlar bile nasıl bir bağlantıları olduğunu bilmiyordu. Bilmeyeceklerdi de.

 

"Sanat," dedi Devrim arkamdan. Dönmeyince beni merak etmiş olmalıydı. Başımı çevirip ona baktım. Aklımdaki düşünceleri def ettim. Onun, "Nereye kayboldun?" sorusuyla sıkıntılı bir nefes verdim.

 

"Bizi izleyen kişinin peşine düştüm."

 

"Tek başına mı?"

 

"O kişi Miray Melekoğlu çıktı. Yağmur'un odasına giren hemşire oydu."

 

Devrim afalladı. "Sen nereden anladın?" diye sordu şaşkınlıkla.

 

"Alnındaki benden tanıdım. Çiçeği görünce de emin oldum. Hiçbir hemşire gelen çiçekleri odaya getirmez Devrim. Çiçekler her zaman hemşire bankosunda tutulur. Çıkış yapıldığında çiçeğin sahibi oradan alır."

 

"Sen bunu nereden biliyorsun?"

 

Cevap vermedim. Bazı sorular cevapsız kalmalıdır. Bu da o sorulardan biriydi. "Nereden bildiğimin bir önemi yok Devrim. Önemli olan Miray'ı yakalamış olmam," dedim ve Miray'ın verdiği notu açıp okumaya başladım.

 

Eğer bu çiçekleri Yağmur Akın'ın kaldığı odaya bırakmazsan zamanında Buğra için yaptığın pislikleri ortaya saçarım. Acele et Miray! Zamanın kısıtlı!

 

Notu okumayı bitirdiğimde Miray'ın yaptığı pisliğin ne olduğunu anımsadım. Birkaç kez Buğra'nın başı yanmasın diye Buğra'nın kullandığı uyuşturucuyu kendi çantasına attığını yakalamıştım. Katil bunu bir şekilde öğrenmiş ve bununla da Miray'ı tehdit etmişti. Devrim elimdeki notu okuduğunda benim kadar sakin kalamamıştı. Okkalı bir küfür savurup sonrasında bana bakmıştı.

 

"Miray çiçeğin içinde bir not daha olduğunu söyledi. Odaya dönmemiz gerek," dedim Devrim'e. Kaybedecek vakit yoktu. Bir an önce çiçeğe ulaşmalı içindeki notta ne yazdığını öğrenmemiz gerekiyordu. Başka şansımız yoktu. Katil gün geçtikçe içimizden birini daha yalanlarına alet ediyordu. Bir kişinin daha yalanların oyuncağı olmasına izin veremezdim. Vermeyecektim!

 

Devrim ile beraber Yağmur'un odasına girdik. Yağmur'un annesi Yaz ile ilgilenirken babası çiçeğe doğru uzandı. Notu okuması an meselesiydi ki, "Durun!" diye bağırmak durumunda kaldım.

 

Yağmur'un babası dönüp bana baktı. "Az önce hemşire ile konuştum. O çiçeklerin Yağmur Akın için değil Yağmur Yılmaz için geldiğini söyledi. Bir karışıklık olmuş. Sizden çekindiği içinde çiçekleri benim almamı rica etti," dedim ve Yağmur'un babası yeniden çiçek buketine uzanmadan önce buketi kucaklayıp odadan çıktım.

 

Devrim de peşimden geldiği sırada, "İyi bahaneydi," demekten kendini alamadı. Beraber kenara çıkmış çiçek buketinin ortasına iliştirilmiş notu çıkarıp okumaya başlamıştık.

 

Resital herkesi içine çekecek. Notalar bu sefer doğruları değil yalanları seslendirecek. Sıradaki kişi de kayan bir yıldız. Gökten öyle bir kayacak ki Karay Müzik Koleji'nde büyük bir yankı uyandıracak. Gösteriye çok az kaldı. Geri sayım başladı. Perde aralanıyor ve gösteri başlıyor!

 

Okuduklarımdan sonra Devrim ile göz göze geldim. Kayan yıldızın kim olduğunu o da benim gibi anlamıştı. "Merve Balcı," dedi Devrim sıkıntıyla. Korkut'un sevgilisi Merve sosyal medya fenomeniydi. Katilin değişiyle bir yıldızdı ve o da tıpkı diğerleri gibi gökyüzünden kayacaktı.

 

Devrim aniden cebinden telefonunu çıkardı. Sosyal medya hesabından Merve'nin herkese açık olan hesabına girdi. "Merve canlı yayın açmış," dedi Devrim yayına girmeden önce. Beraber telefondaki kişiye makyajın bile saklayamayacağı yalanların sıradaki kurbanına baktık.

 

"Bugün canlı yayında size bir şey itiraf etmek istiyorum," dedi Merve. Burnunu çekti. Ağlamamak için zor duruyordu. Titreyen dudaklarından kim bilir ne dökülecekti? Kim bilir canlı yayında herkese neyi itiraf edecekti?

 

Merve gözyaşlarının yanaklarından süzülmesine daha fazla engel olamadı ve, "Işık Günay benimle tatile hiç çıkmadı," diyerek başladı sözlerine.

 

"O benim tatile çıktığım gün evde kalmayı tercih etmişti. Benden onunla çekildiğimiz fotoğraf ve videoları paylaşmamı istedi. Çünkü iyi değildi. Herkes onu iyi bilsin istedi."

 

Yutkundu. Boğazına oturan kelimeleri, "Işık'ın babası Ilgaz Günay her şeyden habersizdi. Hatta resital sabahı onu okulun yakınlarında bıraktığında Işık ile en son ben görüşmüştüm. Benden bir şey istedi," diyerek dile getirdi Merve.

 

Bir süre ağlayarak ekrana baktı. Daha sonra, "Benden kendisi için uyuşturucu bulmamı istedi," dedi. Donup kaldım. Işık'ın böyle bir şey isteyebileceği aklımın ucundan dahi geçmezken Merve, "Okulda kullanan biri olduğunu biliyordum. Ondan temin edebileceğimi söyledim. Sadece tek seferlik. Başka yok," dedi.

 

"Ama sonra bir şey oldu," diye de ekledi.

 

"İlk ders başlamıştı. Teneffüs vakti girmeden okula doğru yola koyulmuştuk ki siyah bir araç biz daha okulun kapısından giremeden Işık'ı kaçırdı. Hiçbir şey yapamadım. Onu götürdüler ve ben hiçbir şey yapamadım."

 

Yayın kesildi. Merve'nin itirafı kafamda yankılanıyordu. Düşündükçe olanlara hala inanamıyordum. Işık okulun kapısının önünden kaçırılmıştı. Katil onu okulun önünden kaçırmıştı. Siyah bir araç Işık'ı almıştı bizden. Siyah bir araç!

Loading...
0%