Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.Bölüm: Hoşça Kal

@sevvnuraydn

Yalanlar lekeye benzer. Bir kez söylendi mi izi kalır. Ne yaparsanız yapın hayatınız boyunca bu lekeyle yaşamak zorunda kalırsınız. Leke bedeninizi sarıp sarmalar. Kimse görmez sanırsınız. Herkes görmeye başlar. Kimse anlamaz sanırsınız. Herkes anlamaya başlar ve anladıklarında sizin sınavınız başlar.

 

"Kimse kıpırdamasın!"

 

Devrim ile beraber alınlarımıza doğru tutulan namlulara bakıyorduk ki içeri polisin ardından giren kişiyle başımıza büyük bir bela aldığımıza emin oldum. "Devrim Dinçer Demiralp ve Sanat Karay," dedi savcı bıkkın bir nefes eşliğinde.

 

"Sizi Işık Günay'ı öldürme şüphesiyle gözaltına alıyorum."

 

Bu Devrim'in ilk gözaltına alınışı değildi belki de ama benim için öyleydi ve asıl mesele şimdi ikimizinde içeriden çıkamayacak oluşuydu. Polisler silahlarını indirdi. Yanımıza gelip bizi kelepçelediler. Eldivenlerimin üzerine geçirdikleri kelepçelere baktım. İçinde bir ruh olmayan bedenimi esir aldıkları sırada Devrim, "Onun bir suçu yok. Tüm suç benim," dedi.

 

Ses etmedim. Ne Devrim'i tasdikledim ne de suçumu kabul ettim. Çünkü biliyordum. Ne söylersem söyleyeyim onlar tek bir şeye inanacaklardı. Suçlu olduğuma...

 

"Kriminalden gelip duvardaki lekeyi incelesinler. Bu ikisini de emniyete götürün," dedi savcı tekdüze ve açık kapıdan dışarı çıktı. Onun kapıyı çarpışını izledim ve bir şeyi anımsadım. Doğru söyleyenler her zaman yanmaya mahkumdur. Yalan söyleyenler ise doğruluğun yanışını izler. Bu her zaman böyledir. Değişmez. Biz de yanacaktık. Biz de kül olacaktık. Biz, Devrim ile ben.

 

Polis kolumdan tuttu. Beni dışarı çıkarırken Devrim de hemen yanımda diğer polis memurunun ellerindeydi. Bana baktı ve "Neden inkar etmedin? Bunların hiçbirinin suçlusu sen değilsin," dedi sinirle.

 

"İnkar edilecek bir durum yok. Buraya gelmeyi ben istedim Devrim."

 

"Hayır! Bu olayla uzaktan yakından bir alakan yok! Savcının yanına gidince inkar edeceksin Sanat!"

 

"Etmezsem ne olur? Beni korkutamazsın Devrim Dinçer Demiralp."

 

"Eğer hüküm giyersen içeriden ömür boyu çıkamazsın. Hala neden inat ediyorsun?"

 

"Hüküm giymem seni neden bu kadar ilgilendiriyor? Benim içeriye girecek olmam seni ilgilendirmez Devrim."

 

Devrim sabrının taştığını belli edercesine sıkıntılı bir nefes çekti ciğerlerine ve, "İlgilendirir," dedi.

 

"Seni önemsiyorum ve göz göre göre kendini yakmana izin vermeyeceğim Sanat."

 

Devrim'e baktım. Bunu öylesine söylemediğini gördüm. Taş kalpli Devrim Dinçer Demiralp gerçekten de beni önemsiyor olabilir miydi? Bu mümkün olabilir miydi? Yüzündeki çaresiz ifadeye takılı kaldı gözlerim ve o an içimde, atmayan kalbimin derinlerinde ince bir sızı hissettim.

 

Polisler bizi ekip otosuna bindirene kadar ona bakmaya devam ettim. Devrim bana yalvarırcasına baktı ve "Bunu yapma lütfen," diye fısıldadı. Ondan sonrası kendini derin bir sessizliğe bıraktı. Polisler ikimizi de ayrı araçlarla emniyete götürdü.

 

İfade vermek için bekliyorduk. Beni bir sandalyeye oturttular. Devrim'i de hemen karşımdakine. "İçeriye girdiğinde savcıya Işık ile hiçbir alakan olmadığını söyleyeceksin. Bu olayla alakan olmadığını ve oraya da beni suçüstü yakalamak için girdiğini söyleyeceksin Sanat," dedi Devrim fısıltıyla.

 

Doğrudan gözlerime bakıyordu ve tehditkar bakışları beni korkutmaktan oldukça uzaktı. Benim korkum yoktu. Devrim henüz bunun farkında değildi ve olmayacaktı. Ona doğru yaklaştım ve "Elimde plastik eldivenlerle duvardaki kan lekesini temizlemek için oradaydım ben Devrim. Sence savcı bunun aksine inanır mı?" dedim elimdeki eldiveni gözlerimle işaret ederken.

 

Devrim bir bana bir de elimdeki eldivenlere baktı. O an ne yapacağını kestirmeseydim her şeyin sonu olabilirdi. Devrim eldiveni çıkarıp aramızda olan her şeyi bitirebilirdi ki ona engel oldum. Polis memuruna, "Ben ifade için hazırım," dedim ve Devrim'in arkamdan seslenmesine aldırmadan polis memuruyla ifade vermek üzere bir odaya geçtim.

 

Savcı oradaydı. Odada volta atıyordu ve gece gece okulda yapmaya kalktığımız şeyden dolayı sinirleri epey bi gerilmişti ki aniden ellerini sertçe masaya indirdi. "Siz ikiniz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" diye bağırdı savcı.

 

İfadesiz bakışlarım onu daha da sinirlendirdi. Benden nefret ettiğine emindim. Onun gözünde potansiyel bir katildim ve ne yazık ki bu bedenime bulaşan ilk leke değildi. Savcı sakinleşmeye çalışırken, "Gecenin bu saati okulda ne yaptığınızı sormayacağım sana. Çünkü zaten biliyorum ve bu sefer ne sana ne de Devrim'e gün yüzü göstermeyeceğim Sanat Karay!" diye bağırdı.

 

Bir süre savcının sakinleşmesini beklemek durumunda kaldım. Ağzımı açtığım an beni kodese göndereceği aşikar olduğundan sesimi çıkarmadım. Onun yerine karşımdaki duvara baktım boş boş. Bu bile kanın üzerindeki yazıyı anımsamama yetmişti. Katil aramızda!

 

İçim ürperdi. O kanın kime ait olduğunu bilmek bir yana o yazıyı yazan kişinin kim olduğunu düşünmeden edemiyordum ki savcı, "Başından beri senden şüpheleniyordum Sanat Karay," diyerek başladı sözlerine.

 

"Geçmişin beni yeterince şüphelendirirken geçmişini gözardı ettim. Şimdi ise seni Işık'ın kanını duvardan temizlemeye çalışırken suçüstü yakalıyorum. Cinayetin üzerine bir de suç delillerini karartmayı da eklersek kaç yıl yatacağından haberin bile yok senin!"

 

"Işık'ı öldürmedim. Devrim de öyle. Işık'ın başına her ne geldiyse sorumlusu biz değiliz."

 

Alaycı bir kahkaha patlattı. Daha sonra, "O yüzden mi duvardaki kanı temizlemek istedin. Devrim'in suçunu neden örtmeye çalışıyorsun? Ya da şöyle sorayım. İkiniz birlik olup Işık'a ne yaptınız?"

 

"Dediğim gibi biz Işık'a hiçbir şey yapmadık. Bunu yapan biz değildik. Birileri suçu bizim üzerimize yıkmaya çalışıyor."

 

"Yeter! Daha fazla bu saçmalıklara tahammül etmeyeceğim! Işık nerede? Hemen şimdi söyle!"

 

"Bilmiyorum," dedim tekdüze. Savcı o kadar sinirliydi ki her an kontrolünü kaybedip önünde bulunduğum masayı yok edebilirdi. Derin bir nefes aldım ve, "Dün Devrim'in dolabında bir fotoğraf bulduk," diyerek başladık sözlerime.

 

Duraksadı. Karşımdaki sandalyeye kuruldu ve, "Ne fotoğrafı?" diye sordu. Sıkıntılı bir nefes verdim. Normalde bundan savcıya bahsetmeyecektim ama durumumuz o kadar sıkıntılıydı ki bunu ona anlatmadıkça olayların daha da çözülmesi imkansız bir hal alacağını biliyordum.

 

"Biri Devrim'in dolabına bir fotoğraf koymuş. Işık ile Devrim'in olduğu bir fotoğraf."

 

"Fotoğrafın şu an konumuzla ne ilgisi var?"

 

"Fotoğraf Işık'ın kanının duvara bulaştığı o günün sabahında çekildi. Biri bizi o kayıp eşya odasına çekti."

 

"Öyle bile olsa bu delilleri karartmaya kalktığınız gerçeğini değiştirmiyor Sanat Karay!"

 

Gözlerimi kısa bir anlığına yumdum. Ona o odada olan biteni anlatmam gerekiyordu. Işık'ın kanının duvarda belirmesine neden olan kişinin Devrim değil Buğra ile Adahan olduğunu savcıya söylemem gerekiyordu. Fakat bir şey vardı ki aklımı fena halde bulandırıyordu.

 

"O odaya Devrim'i götüren Işık'tı. Ayrıca yalnız da değillerdi."

 

"O odada başka kim vardı?"

 

"Adahan ve Buğra. İkisi o odada kimsenin görmesini istemediği bir şey saklıyorlardı. Devrim ile Işık da buna bizzat şahit olunca arbede yaşandı. Çıkan arbedede Işık dengesini kaybedip kafasını duvara çarptı. Hatta Devrim Işık'ı yaşanan olaydan sonra odadan çıkardı. Eğer ona bunu yapan kişi Devrim olsaydı Işık'ı orada bir başına bırakırdı."

 

Savcıyı derin bir düşünce aldı. Söylediklerimi zihninde tarttığını biliyordum. İsimler, olaylar, deliller, hepsi birbirine girmişti. Tutarsız ve hatta eksik parçalar olduğunun o da farkındaydı.

 

"Farz edelim ki Işık'ın kanının duvarda olmasının sebebi Adahan ve Buğra. O halde bunu kanıtlayacak herhangi bir delilin olmalı."

 

"Onlar odanın arka kapısından çıktı. Fakat içeriden çıkan bir kişi daha vardı."

 

"Bana Devrim ile Işık dışında odada toplam üç kişi olduğunu mu söylüyorsun? Peki üçüncü kişi kim?"

 

"Onu bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki Adahan ile Buğra çocuğu sandalyeye bağlayıp dövmüş. Devrim çocuğu serbest bırakınca çocuk da kaçmış. Eğer arka kapıdan çıkmadıysa bu kameralardan belli olur."

 

Savcı düşündü. Söylediğim isimleri not aldı ve, "Kameralar yeniden incelenecek. Kayıtlara ulaşmaya çalışacağız. Hatta bu olayla uzaktan yakından alakası olan herkesin cep telefonları da inecelenecek," dedi. Başımı hafifçe salladım. Polis kolumdan tutup beni sandalyeden kaldırmıştı ki, "Geceyi nezarethanede geçireceksiniz," dedi savcı.

 

Ona baktım. Ellerini kavuşturmuş sırtını dikleştirmişti. "Yerinde olsam eldivenleri çıkarırken dikkatli olurdum," dedi savcı. Bir şey demedim. Çünkü ne demek istediğini biliyordum.

 

Polis beni odadan çıkardığı sırada başka bir polis memuru Devrim'i içeri aldı. Beni de nezarethaneye aldılar. Devrim'in yokluğunu fırsat bilip eldivenleri çıkardım ve üzerimdeki tişörtü düzelttim. Artık korkmama gerek yoktu. Eldivenleri kenara fırlattım ve Devrim'in yanımdaki parmaklıkların arkasına girdiği o ana kadar boşluğa baktım.

 

Zihnim o kadar doluydu ki onun gelişini bile ancak parmaklıklı kapının gürültülü bir şekilde açılışıyla fark ettim. Devrim'i içeri aldılar. Kapı kapandı ve ben onu aramızdaki ince duvar yüzünden göremedim. Parmaklıkları tuttum. Ellerimin arasında buz gibi parmaklıklar mıydı beni üşüten yoksa içinde bulunduğumuz durum muydu?

 

Devrim, "Sanat," diye seslendi. Onu göremememe rağmen sesini duymak bile sebepsizce rahatlamamama neden olmuştu.

 

"İyi misin?" diye sordum.

 

Sıkıntıyla soluklandı. "Ben iyiyim. Asıl sen iyi misin? Savcı çok zorladı mı?"

 

"Hayır. Ona bildiklerimi anlattım. Artık yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Beklemek zorundayız Devrim."

 

"En zor olanı da beklemek değil midir zaten?"

 

"Beklemek zordur Devrim. En çok da bir şeylerin geçmesini beklemek zordur."

 

Devrim'den ses gelmedi. Artık ayakta duramayacak kadar yorgun hissediyordum ve parmaklarım demirler yüzünden soğuktan uyuşmuştu. Yere çöktüm. Sırtımı duvara yasladım. Belki o da orada sırtını benim gibi duvara yaslamıştı. Bilmiyorum ama hissediyordum. "Devrim," dedim iç çekerek.

 

"Sanat," diyerek karşılık verdi.

 

"İyi geceler."

 

*******

 

Gözlerimi polis memurunun sesiyle açmıştım. "Sanat Karay!" diyerek beni derin uykumdan uyandırmıştı. Yerden zorda olsa kalktım ve polis memuru adamın yüzüne baktım.

 

"Savcım seni görmek istiyor."

 

"Peki ya Devrim?" diye sordum.

 

"O daha sonra gelecek."

 

Polis beni nezarethaneden çıkardı. Geçerken Devrim'i görmüştüm. Sırtını duvara yaslamış uyuyordu. Tıpkı benim gibi...

 

Bütün gece aramızda bir duvar olsa da sırt sırtaydık. Bir duvara değil de ona yaslandığımı hissettim. Ona takılan bakışlarımın yoluna bakmasını sağlayan şey ise kolumdan çekiştirilmemdi. Devrim'i aşağıda bırakmış polis memurunun öncülüğünde yukarı kata çıkmıştım.

 

Savcının beni görmek istemesinin nedenini de işte tam da o anda anladım. Anne ve babam beni içeriden çıkarması için ailemizin avukatını göndermişti. Avukat beni görünce yanıma geldi ve, "Babanız beni gönderdi Sanat Hanım," dedi.

 

Umutsuzca başımı salladım. Ne babamın serveti ne de karşımdaki avukatın gücü yeterdi beni aklamaya. Dün gece suçüstü yakalanmıştım. Üstelik kendi ellerimle suç delillerini karartmak üzereyken ve şimdi de avukatım karşıma geçmiş beni çıkaracağını söylüyordu. Bunun mümkün olamayacağını bilecek kadar mantıklı düşünebildiğim için şükrediyordum.

 

"Avukata ihtiyacım yok," dedim tekdüze. Ardından, "Savcıyla yalnız görüşeceğim," diye de ekledim.

 

Avukatım fena halde dumura uğramıştı. Tam ağzını itiraz etmek için açıyordu ki polis gözetiminde yeniden sorgulanmak üzere odaya alındım. Odada henüz kimse yoktu. Savcının ne zaman geleceği belli değildi ve benim tek düşündüğüm şey bu olaydan nasıl sıyrılacağımızdı. Üzerimize atılan çamurdan nasıl kurtulacaktık? En önemlisi Devrim nasıl kurtulacaktı?

 

"Sanat Karay," diyerek içeriye girdi savcı aniden. Karşımdaki sandalyeye kuruluşunu izledim. Dün gece olanlardan sonra bugün düne göre daha sakindi. Elindeki dosyayı masaya koydu ve ellerini birleştirdi.

 

"Geceyi nezarethanede geçirmek nasıldı?" diye sordu alayla. Cevap vermedim. Dümdüz baktım ve bu hallerime artık alışan savcı sadece önündeki dosyanın kapağını aralamakla yetindi. Dosyanın içindeki kağıda baktı ve "Sabah Buğra ile Adahan'ın ifadesini aldım. Bana böyle bir şeyin yaşanmadığını söylediler," diyerek başladı sözlerine.

 

"Sizde buna inanmayıp kamera kayıtlarına ve telefonlarına baktırdınız," dedim donuk ifademle. Savcı beni başıyla tasdikledi.

 

"Baktırdım ama henüz bir şey bulamadık. Ne Devrim'in kucağında Işık ile odadan çıktığına dair bir sonuç var ne de Buğra ile Adahan'ın telefonlarında kayda değer bir mesaj veya arama. Hiçbir iz yok Sanat ama araştırmaya devam ediyoruz. Bir de şöyle bir durum var ki en geç sabaha kadar bir şey çıkmazsa ne yazık ki bu durumda Devrim ile seni suç cezaya sevk etmek zorundayım."

 

Gözlerimi yumdum. Savcının söylediklerini sindirmem epey bir vaktimi almıştı ki Devrim'in ortaya atılan suçların üzerine bir de delil karartma suçu da eklenince içeriden çıkamayacağı bir gerçekti. Kendimi düşünmedim. Tek düşündüğüm Devrim'di. Devrim içeride kalacaktı. Tabii bende. Ama ben bundan endişe etmiyordum.

 

Her zamanki donuk ifademle, "Avukatımla görüşmek istiyorum," dedim. Savcı bunun üzerine kapıda beni bekleyen avukatı içeri çağırdı. Avukatım ile özel görüşmek istememin sonucunda savcı dışarı çıktı. Her ne kadar avukat istemesemde buna mecbur kaldığımı hatırlattım kendime.

 

Avukat, "Şimdi bana dün gece olanları anlatın Sanat Hanım," dedi çantasını masanın üzerine bırakırken.

 

"Anlatacağım ama bir şartım var. Eğer şartımı kabul etmezseniz hemen şu kapıdan çıkın."

 

"Şartınız nedir efendim?"

 

"Benden önce Devrim Dinçer Demiralp'i kurtaracaksın. Onun serbest kalmasını sağlayacaksın. Tek şartım bu."

 

Avukat bir süre boş boş yüzüme baktı. Olayı az çok bildiğini bakışlarından anlamıştım. Ortada ciddi bir suç vardı ve bu olaydan kolay kolay yırtamayacağımızın onun gibi bende farkındaydım. Sıkıntıyla, "Olayı en ufak ayrıntısına kadar anlatacağım. Not al ve bizi çıkar," dedim.

 

Avukat çantasından siyah bir ajanda çıkarıp anlattığım olaydaki kişileri ve detayları not almaya başladı. Not almayı bitirdiğinde ise, "Ne yapabilirsin?" diye sordum.

 

Bir süre aldığı notlara baktı. Sonrasında, "Olaydaki şiddet gören çocuğun kim olduğunu öğrenip ifade vermesini sağlarsam bu işten kısmende olsa sıyrılabilirsiniz Sanat Hanım. Üstelik olayla alakanızın olmadığı da aşikar. Fakat Devrim Bey'i kurtarmam sizin kadar kolay olmayacak," dedi sıkıntıyla.

 

"Elinden geleni yap avukat. Eğer Devrim'i kurtaramazsan beni kurtarmaya tenezzül dahi etme," dedim ve oturduğum yerden kalktım. Polis kolumdan tutup beni yeniden aşağı kata nezarethaneye indirdi. Devrim ile beni suç cezaya sevk etmeleri sağlanana kadar burada kalacaktık.

 

Yere çöktüm. Ne nezarethanenin soğuk zemini ne de yargılanacak olmak umurumdaydı. Başımı duvara yasladım. O an, "Sanat," diye seslendi Devrim. Ona gerçekleri savcının söylediğini biliyordum. Bizi götüreceklerini hapse girme ihtimalimizin yüksek olduğunu da biliyordum. Bu yüzden ilk başta sessiz kalmayı tercih etmiştim.

 

Fakat Devrim yeniden, "Sanat," diye seslendi. Sesi insanı sakinleştiriyordu. Onunla konuşma dürtüsüne daha fazla karşı koyamadım.

 

"Buradan çıkacağız Devrim. Savcı eminimki masum olduğuna dair bir delil bulacak. Işık'a bunu senin yapmadığını herkes görecek."

 

"Bu kadar kolay olacağını sanmıyorum Sanat."

 

Derin bir iç çektiğini duydum. Acaba o da benim gibi sırtını duvara yaslamış mıydı? Devrim'in hemen arkamda olduğunu hissettim. Sırtımı duvara değilde ona yasladığımı hissettim sebepsizce. Halbuki ona dokunmak daha önce aklımın ucundan dahi geçmemişti. Şimdi ise duvarın soğukluğunu bu düşünceyle unuttum.

 

Duygudan yoksun bakışlarımla boşluğa baktım bir süre. Tam o sırada, "Bunu bana neden yapıyorsun?" dedi Devrim. Sesi tonundaki sitemi duyabiliyordum ama ne demek istediğini anlayamamıştım.

 

"Ben sana ne yaptım Devrim?"

 

"Canımı yakıyorsun Sanat. Burada olman canımı yakıyor. Neden hala fırsatın varken gitmiyorsun? Neden avukatının seni kurtarmasına izin vermiyorsun?"

 

"Çünkü gitmek istemiyorum Devrim. Bu yola beraber çıktık. Seni o odaya götüren bendim. Bunu sen de biliyorsun. Şimdi benden seni burada bir başına bırakmamı bekleme."

 

"O zaman tut elimi," dedi Devrim ve elini parmaklığın dışına uzattı. O eli hiçbir zaman tutmayacaktım. Bunu biliyordu. Sebebini bilmiyordu belki ama bunu yapmayacağımı biliyordu içten içe. Şimdi ona ne söyleyeceğim. Tabii ki de yapmayacağımı.

 

"Hiçbir zaman elini tutmayacağımı biliyorsun Devrim. Ben sadece senin tıpkı şu an aramızda olan duvar gibi arkanda durabilirim. Daha ötesi olmaz," dedim dümdüz.

 

Devrim elini geri çekmedi. Parmaklıklara yaklaşıp onun parmaklıkların arasından uzattığı eline baktım. Sert ve güçlü parmaklarını bir objeyi tutarcasına sıktı ve kendine geri çekti.

 

"Sen benim elimi tutmadın ama ben seninkini tuttum Sanat ve o eli bırakmayacağım. Ben senin aksine bu duvar olmayacağım. Arkanda değil yanında olacağım. Çünkü bu hikayenin suçlusu sen değilsin."

 

Boş boş duvara baktım. Karşımdaki duvarın üzerindeki çatlaklara baktım ve sıkıntılı bir soluğun ardından, "Fazla hayalperestsin Devrim Dinçer Demiralp," dedim.

 

"Senle ben Işık'ın başına gelenleri öğrendikten sonra birlikte aynı resimde bile bulunmayacağız Devrim. Aynı koridorlardan bile geçmeyeceğiz ve hatta sanki birbirimizi hiç tanımamışız gibi iki yabancı olacağız seninle. Tıpkı resitalden önce de olduğu gibi..."

 

Devrim bir süre sessiz kaldı. Bu süre o kadar uzundu ki ne düşündüğünü merak etmiştim. Devrim, "Bunun için Işık'ın başına gelenleri öğrenmemize gerek yok," dedi aniden.

 

"Buradan çıkar çıkmaz yabancılaşırız seninle."

 

Tek kelime etmedim. Gözlerim kapıyı açmaya gelen polis memuruna takılmıştı ki düz bir çizgi halini alan dudaklarımdan, "O zaman hoşça kal Devrim Dinçer Demiralp," sözcükleri döküldü. Ayağa kalktım ve açılan kapının dışına çıktım. Son bir kez baktım Devrim'e. Onun aksi bakışlarında sakladıklarına son kez baktım ve polis memuruyla yeniden yukarı kata çıktım.

 

Avukatım beni görünce samimiyetsiz bir gülümsemeyle, "Sizin işinizi hallettim Sanat Hanım. Size verdiğim söz üzerine okuldan birinin ifadesi ile Devrim Dinçer Demiralp de serbest kalabilecek," diyerek sıraladı sözcüklerini.

 

O an için dikkatimi çeken tek şey Devrim'in serbest kalacak olması değildi. Okuldan birinin ifadesiyle serbest kalıyor oluşuydu ve "İfadeyi veren kim?" diye sormadan edemedim. Avukatım birini ararcasına etrafına bakındı. Bende onun gibi etrafa bakındım ve bununla birlikte Buğra ile Adahan'ı gördüm.

 

Ailelerinin uzun elleri onları bu pislikten de kurtarmış gibi gözüküyordu ki Buğra ile Adahan'ı iki polis memuru aşağı kata nezarethaneye indirdi. Onların yanmasına sebep olan kişiyle bizi aklayan kişinin aynı kişi olduğunu biliyordum. Peki ama bu kişi kim? Gözlerim tanıdık bir sima bulma umuduyla etrafta gezinirken tam karşımdaki odanın kapısı aralandı ve içeriden o çıktı. Berna!

 

Avukatım, "Berna Hanımın ifadesi sayesinde Devrim Bey ile serbest kalacaksınız Sanat Hanım," dediğinde ben gerçeği ancak idrak edebilmiştim.

 

Berna ağlamaktan şişmiş gözleriyle bana baktı. Kendi öz abisini polise vermiş olmasının şokunu üzerimden bir türlü atamıyordum ki aklıma bunu neden yaptığı sorusu takıldı. Bizi kurtarması için hiçbir nedeni yoktu. Abisinin yaptığı pisliği açığa çıkarıp bizim masumiyetimizi ispat etmesi için hiçbir nedeni yokken onu bunu yapmaya iten sebep neydi?

 

Berna yanıma geldi. Avucunda tuttuğu bir şeyi sertçe avucuma sıkıştırdı ve "Benden istediğini yaptım. Şimdi beni rahat bırak," dedi. Ne demek istediğini anlamamıştım. Ondan hiçbir şey istememiş olmam bir yana neden gözlerime nefretle baktığını merak ettim.

 

Berna, "Abimi aklayacağım. Göreceksin. Onu kendi ellerimle yaktım ama ailemle onu içeride bırakmayacağız Sanat Karay," dedi iğneleyici bir tonda ve arkasına bile bakmadan çekip gitti. Onun öfkeli hali biz içerideyken bir şeyler olduğunu gösterir nitelikteydi. Peki ama ne?

 

Elimdeki şeyin buna cevap olabileceğinin bilinçsizliğiyle avucumu açtım ve buruşturulmuş bir kağıt parçasıyla karşılaştım. Avukatıma, "Siz gidebilirsiniz," dedim ve içinde yazanı rahatça görebileceğim bir köşeye geçtim. Kimsenin bana bakmadığından emin olduğumda kağıdı açıp içinde yazanları okumaya başladım.

 

Sırrını biliyorum. İki ay önce piyano sınıfında olanları biliyorum. Eğer abinin ve Adahan'ın madde kullandığını, o odada bunu öğrenen bir çocuğu susması için tehdit ettiklerini ve Devrim ile Sanat'ın bu olayla bir alakaları olmadıklarını ispat edemezsen içinde sakladığını herkes öğrenir. Süren başladı. Elini çabuk tut.

 

Okuduklarımın ne anlama geldiğini biliyordum. İki ay önce piyano sınıfında ne olduğunu ve Berna'nın sırrını da biliyordum. Onu köşeye sıkıştıran notu yazan biz değildik ama o bizden şüpheleniyordu. Devrim ile benden.

 

O an gözlerim nezarethaneden çıkan Devrim'e kaydı. Durumun sandığımızdan daha ciddi olduğunu o an anladım. Okuldan biri bizimle ve dolayısıyla bizimle alakası olabilecek herkesle oynuyordu. Peki ama neden? Bu notları yazan, insanları en büyük sırlarını ifşa etmekle tehdit eden kişi kim?

 

Devrim uzaktan bana baktı. Çelik kadar sert bakışlarına bu sefer benim dehşet dolu bakışlarım eşlik ediyordu. İlk önce resitalde olanlar, şimdi de kayıp eşya odasında olanların üzerine bu notta yazanların suçunu üzerimize atmışlardı. Tüm bunlardan habersiz olan Devrim ise uzaktan bana soğuk bakışlar atmış daha sonra da özgürlüğe doğru bir adım atmıştı.

 

Devrim gitti. Geriye bir tek ben kaldım. Benimle beraber avucumda tehlikeli bir not vardı orada. Bomba benim kucağıma bırakıldı ve bundan sonra ne olacağını ben bile kestiremiyorum. Bir elimdeki nota bakıyor bir Berna'yı düşünüyordum. Onun sırrı patlarsa okulda yer yerinden oynardı. Tüm okulu karıştıracak bu sırrı saklamaktan başka çaremiz yoktu. Fakat şöyle bir gerçek var ki bu sırrı bilen sadece ben değildim.

 

Notu yazan kişi bizimle oynuyordu. Bu sırrı ifşa etmesi an meselesiydi ve bizim bunun önüne geçmemiz gerekiyordu. Notu yazan kişiyi bulmak zorundaydık. Avucumdaki notu sıktım ve karakolun kapısından çıktım. Tek umudum Devrim'di. Ona yetişmek zorundaydım. Onu durdurmak ve yaklaşan tehlikeden onu haberdar etmek zorundaydım.

 

Var gücümle ona doğru koştum. "Devrim!" diye seslendim. Birkaç adım ötemde durdu. Bana baktı ve "Bu kapıdan çıkınca birbirimize yabancı olacağımızı sanıyordum," dedi tekdüze.

 

Ne diyeceğimi bilemediğimden elimdeki notu ona uzattım. Devrim kağıdı açtı ve sessizce okudu. Okumayı bitirdiğinde ise "Bu ne demek oluyor?" diye sordu dehşetle.

 

"Eğer bu sır ortaya çıkarsa okulda hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmaz Devrim. Bunun önüne geçmek zorundayız."

 

Devrim bir süre boş boş yüzüme baktı. Kağıdı avucuma sıkıştırdı ve "Daha fazla bu işe bulaşmayacağım Sanat. Aynısını sana da öneririm," dedi sakince.

 

"Ne demek istiyorsun?"

 

"Ne demek istediğim yeterince açık değil mi? Bu olaya dahil oldukça daha çok dibe batıyoruz. Bataklık bizi içine çekiyor Sanat ve daha beş dakika öncesine kadar ömrümüzü hapishanede geçirebilirdik ve ben bu olaydan artık uzak durmak istiyorum."

 

"Pes mi ediyorsun?"

 

"Pes ediyorum. Söylediklerinle pes etmem gerektiğini anlamamı sağladın. Bundan sonra tek başınasın Sanat Karay. Hoşça kal. Bir daha görüşmemek üzere," dedi Devrim ve dudaklarındaki acı tebessümü de alıp gitti.

Loading...
0%