Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm: Sırlar ve Duvarlar

@sevvnuraydn

Yalanlar resitali kanla başladı. Piyanonun tuşlarından akan kanın sadece Işık'ın kanı olmadığını herkesin söylediği bir yalanın tüm bunlara sebep olduğunu anladığım anda her şeyin kördüğüm olacağını nereden bilebilirdim ki? Hepimiz ipin ucundaydık. Her birimiz farklı yönlere çekiştiriyorduk düğümü daha da çözülmez hale getirdiğimizin bilinçsizliğiyle. Şimdi ise o kördüğümün tam ortasında durmuş sırları ortaya çıkacak olan yeni isimlere bakıyordum. Ela ile Açelya'ya.

 

"Sizin burada ne işiniz var?" diye sordu Buğra bir Açelya'ya bir Ela'ya bakarken. İkizler tek kelime etmedi. Daha doğrusu edemedi. Bunun sebebini az çok tahmin edebiliyordum. Onların da en büyük sırlarıyla tehdit edildiğini biliyordum ve sırlarının bir şekilde gün yüzüne çıkacağını da.

 

Gözlerim şüpheyle ikisinin arasında gidip gelirken Devrim uyandı. Başını dizlerimden kaldırdı ve ayılmaya çalıştı. Tüm dikkatim dağıldı. Fakat bu durum çok da uzun sürmedi.

 

Açelya, "Savcı burada beklememizi söyledi," dedi. İkizi Ela da, "Birazdan da yanımıza gelecekmiş," diye ekledi.

 

İkizlerin Devrim ile bana yakın bir sıraya oturuşunu izledim. Devrim uykusundan ayılabilmek için sırtını esnetti ve bana baktı. Daha bir dakika öncesine kadar dizlerimde uyuduğunu farz edersek bakışlarını kaçıran ilk kişi bendim. Soğuk ve duygudan yoksun bakışlarım odadaki suretlerde gezindi.

 

Berna ile Buğra'nın arasında esen kutup rüzgarına Heves'in ateş saçan bakışları eşlik ediyordu ve tüm bunların içinde Tolga ise Buğra'dan olabildiğince uzak bir köşede oturmuş yüzündeki yara izlerinin derdine düşmüştü. Tolga böyle biriydi işte. Berna'yı oyunlarına alet etmesi bir yana onu sevmediğine adımın Sanat olduğu kadar emindim. Onun niyeti başkaydı ve bu en kısa zamanda ortaya çıkacaktı.

 

"Sizin burada ne işiniz var?" diye sordu Devrim Ela ile Açelya'ya manidar bir bakış atarken. İkisinin de yüzü kireç gibi bembeyazdı. Beni asıl işkillendiren şey ise Açelya'nın sol avucunu sıkıyor oluşuydu. Sanki avucunda bir şey varmış da bunun ortaya çıkmasını istemiyormuş gibi bir hali vardı.

 

"Avucunda ne var Açelya?"

 

Aniden sorduğum soruyla panikledi. Elindekini gizlice ikizinin eline verdi ve "Hiçbir şey," dedi yapmacık bir gülümseyle. Ona inanmak şöyle dursun öğretmenleri o halde bulmamızda ikisinin parmağı olduğunu biliyordum. Öğretmenler o hale nasıl geldi bilmiyordum ama onlara bunu yapanlar şu an aramızdaydı ve hatta gözlerimizin içine bakıyordu.

 

Ürkütücü bakışlarımla onları göz hapsine almıştım ki kapı yeniden açıldı. İçeri hışımla savcı girmişti. Delici bakışları her birimizin yüzünde tek tek gezinirken en son bende durdu. Devrim ile bana nefretle bakması bir yana ben bu tip şeylere alışkın olduğumdan onun bu halini umursamadım.

 

Savcı, "Biri öğretmenlerin yemeklerine uyku ilacı enjekte etmiş," dedi sinirle ve her birimize tepkimizi ölçmek için tek tek baktı. Kılımı kıpırdatmadım. Öğretmenlerin bu tarz bir şeyden dolayı uyutulmuş olabileceğini az çok tahmin etsem de buna uyku ilacının sebep olmuş olabileceğini düşünmemiştim.

 

"Ve bilin bakalım şüphelilerimiz kim?" diye de ekledi savcı. Bakışları benle Devrim'den Açelya ile Ela'ya kaydı. Tehdit edilmiş oldukları ihtimalini düşünememiş olacak ki, "Hepinizin bu olayla Işık Günay dosyasını sabote ettiğinizi düşünüyorum. Dikkatleri üzerinize çekerek dosyadaki delilleri karartabileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz," dedi savcı ve bana baktı.

 

Bana bakmasının sebebini biliyordum. Kayıp eşya odasında olanlardan sonra Devrim ile baş şüpheliler olmamız bir yana bu olayda da adımızın geçiyor olması onun bizim hakkındaki olumsuz düşüncelerine bir yenisini daha eklemişti. Sabır çekercesine soluklandı savcı ve hemen ardından bir sandalye çekip oturdu.

 

Her zamanki bilgiç ifadesiyle kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. "Gerçekleri anlatana kadar hiç kimse bu odadan çıkmayacak ona göre," dedi savcı korkutucu bir sakinlikle.

 

Devrim ile birbirimize baktık. İkimizde bataklığın dibine doğru çekiliyor bu işin içinden nasıl çıkacağımızı düşünüyorduk. Ne kadar çırpınırsak çırpınalım çıkamıyorduk. Aksine çırpındıkça daha da dibe çekiliyorduk. Yalanların ağırlığı ayak bileklerimize bağlanmış bizi karanlığıyla boğmaya çalışıyordu ve biz her ne kadar bu olaylardan uzak durmaya çalışsak da bundan artık kurtulma şansımız yoktu. Dibe bir kez battık. Yukarı da birlikte çıkacaktık.

 

"Başlayın," dedi savcı her birimizin yüzünü tek tek incelemeye başlamadan hemen önce.

 

"Size olan biteni anlatmıştım. Öğretmenlerin yemeklerine uyku ilacı enjekte edildiğini de sizden öğreniyoruz."

 

"Her zamanki gibi biraz fazla ukalayız sanki Sanat Karay."

 

"Ukala değilim. Gerçekler bunlar."

 

Savcı bacak bacak üstüne attı. Kibirli bir edayla, "Hepinizi içeriye almaya yetecek kadar olay oldu. Yerinizde olsam hemen şimdi gerçekleri anlatmaya başlarım," dedi. Biz ne söylersek söyleyelim o yine kendi bildiği doğrulara inanacaktı.

 

Bıkkın bir nefes verdim. Buradan çıkmamızın olanağı yokmuş gibi hissettim. Sanki savcı bizi elindeki tüm yetkileri kullanmak pahasına burada tutacakmış gibi hissettim. Önce Işık yalanlara kurban edildi. Şimdi ise sıra bize geliyordu. Devrim ile bana.

 

Devrim'e baktım. Onun sert yüz hatlarını incelerken bakışları beni buldu. "Merak etme. Buradan çıkacağız," dedi Devrim fısıltıyla. Buradan çıkıp çıkmamak umurumda bile değildi. Ben artık netlik istiyordum. Taşların yerli yerine oturmasını, Işık'ın bulunmasını ve üzerimize yapışıp kalmış tüm yalanlardan kurtulmak istiyordum. Daha fazlasını değil.

 

Savcı, "Açelya ile Ela kardeşler şimdi hepimize bu olaylarla ne ilgileri olduğunu açıklayacak," dedi küçümseyici bir bakış eşliğinde. Hepimizin gözleri ikizlere kaydı. Açelya'nın stresten boncuk boncuk terlemesi bir yana Ela'nın sakladığı notu avucunda tutuyor oluşu onlar hakkındaki tüm düşüncelerimde haklı olduğumu anlamamı sağladı. Yemeklere uyku ilacı enjekte eden onlardı. Bunu yapmalarının sebebi ise o nottu.

 

Açelya birden elleriyle yüzünü kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sınıfta onun hıçkırıkları dışında çıt sesi bile yoktu ki, "Böyle olacağını tahmin etmemiştim," dedi Açelya hıçkırıklarının arasından.

 

Savcı sırtını dikleştirdi. Hepimiz onun iki dudağının arasından çıkacak sözcüklere dikkat kesilmiştik ki, "Notta yazanı yapmamızı istedi," dedi Ela avucunda buruşturduğu kağıdı açarken.

 

Notta yazanı bize göstermeyeceğini biliyordum. İkiziyle olan o büyük sırrını ifşa etmemek için kağıdı doğrudan savcının ellerine teslim etti Ela. Notu alan savcı ise bizi kendi halimize bırakıp sınıftan çıktı. Savcının gidişiyle Ela ikizini sakinleştirme çabası içine girmişti ve tam o sırada Devrim, "Herkesi çok iyi gözlemlemişsin. Bunu onların yaptığına ihtimal bile vermek istemiyordum ama gerçekler ortada," dedi.

 

"Bazen gerçekler yalanların arkasına sığınır Devrim. Onlarda bir yalana sığınmıştı ama yalanlar onları yüzüstü bıraktı."

 

"Tek yüzüstü bırakanlar yalanlar değil Sanat. Bende seni yüzüstü bıraktım."

 

Gözlerime baktı. Ateş gibi yanıyordu gözleri. Dudaklarından kelimeler bir türlü dökülmek bilmiyordu ki, "Bende sana yalan söyledim," diye fısıldadı. Sesini sadece ben duyuyordum. Etrafımızda kimse yokmuş gibi sınıfta sadece biz varmışız gibi hissettim.

 

"Ben seni söylediğim yalanla bir başına bıraktım."

 

"Ben yalnız olmaya alışkınım Devrim. Yalnızlık benim benliğim fakat yalanlar değil."

 

"Bu yüzden bir şeyi bilmen gerek Sanat. Emniyetin önünde sana yalan söyledim. Ben aslında pes etmeyi hiçbir zaman istemedim ama sen pes edince bende yalanlara yenildim."

 

Devrim kuruyan dudaklarını ıslattı ve "Hala anlamıyor musun?" diye sordu sakin bir ses tonuyla.

 

"Neyi?"

 

Devrim tam bir şey söylemek üzere ağzını açmaya yeltenmişti ki kapı yeniden açıldı. Herkesin dikkati otomatikman kapıda beliren polis memuruna kaydı. "Savcı Açelya ile Ela dışında herkesin şimdilik evlerine gidebileceğini söyledi," dedi polis ve bunun üzerine herkes tek tek sınıftan çıkmaya başladı.

 

Geriye Ela, Açelya, Devrim ve ben kalmıştım. Dışarı çıkmak üzere ayağa kalktım. Kapıdan çıktığım sırada Devrim'in de hemen arkamda olduğunu hissettim. Bana, "Bir gün ne demek istediğimi anlayacaksın," dedi aniden. Olduğum yerde kalakaldım. Dönüp ona baktığımda bakışlarındaki sıcaklığı hissettim.

 

"Bir gün hayatımızda yalanlar olmayacak ve ben sana o zaman çok fazla şey söyleyeceğim Sanat Karay."

 

İlk başta dümdüz sadece suratına baktım. Arkamı dönüp onu arkamda bıraktığımda ise attığım her bir adımla içimde bir yerlerde ölmeye yüz tutmuş kalbimi hissettim. Var olduğunu hissetmeyeli uzun zaman olmuştu ve şimdi kendini belli etmeyi tercih etmişti. Bu nasıl mümkün olabilir?

 

Dönüp sorumun cevabına baktım. Aramızdaki mesafe bir hayli uzundu ama buna rağmen içimdeki his aramızdaki mesafe artmasına rağmen azalmamıştı. Kısa bir anlığına ona baktım ve sonrasında yola koyuldum. Git gide açtım aramızdaki mesafeyi. Tehlikenin dozu ben ondan uzaklaştıkça küçüldü. Peki ama yalanlar?

 

Yalanlara bir yenisi daha eklenmişti. İkizler sırlarını okuldakilerin öğrenmemesi için kendilerine söyleneni yapmış öğretmenleri derin bir uykuya yatırmışlardı. Şimdi ise kurbanlar bir bir belirleniyor yalanların resitali daha da can yakan bir hal alıyordu. Resital acımıyordu. Kimseye acımayacaktı da.

 

Ertesi sabah da resitalin sıradaki kurbanını seçmiş olduğunun bilinçsizliğiyle çatıdan bahçedeki öğrenci kalabalığını izliyordum. Dün yaşananlardan sonra ne Heves ile Tolga ne de Berna ile Buğra gelmişti okula. Onlara ne olduğunu bilmiyordum ama Berna'nın ortaya çıkan hamilelik haberinden sonra aile içinde de işlerin epey bi karıştığına emindim.

 

Derin bir nefes aldım. Çatıda havanın ne kadar serin olduğunun bir kez daha farkına varmıştım ki okula yeni giren Devrim'i gördüm. Onu izlediğimden habersiz okul binasına doğru ilerliyordu. Her zamanki aksi bakışlarıyla okul kapısından içeriye girişini izledim. Sonrasında kulaklıklarımı taktım ve son ses müziğimle beraber çatıya açılan kapıyı bu sefer kilitlemeyi unutmadan aşağı kata indim.

 

Devrim'i koridorda gördüm. Derse yetişebilmek için adımlarını hızlandırmıştı. Aynı derse girecek olmamız mıydı acele etmemin sebebi yoksa ona dün bana söylediği şeyin anlamını sormak istemem miydi bilmiyorum ama kendimi onu takip ederken bulmam çok da uzun sürmedi. Onun uzun bacaklarıyla attığı adımlara yetişmemin olanağı yoktu. Koşmam gerekiyordu ama bunu yapmadım. Küçük adımlarımın onun geniş adımlarını takip etmesine izin verdim sadece.

 

Bir süre sonra keman sınıfının kapısından içeri girdi. Peşinden gittiğim sırada kulaklıklarımı çıkartmayı da ihmal etmedim. Kulaklıklarımı kemanımın olduğu rafa bıraktım. Kemanımı aldım ve Devrim'e baktım. O da tıpkı benim gibi elinde kemanla dersin başlamasını bekliyordu ki içeri Fulya Hoca girdi.

 

"Vakit kaybetmeden derse geçelim çocuklar," dedi Fulya Hoca nefes nefese. Sınıfa koşturarak geldiği belli oluyordu. Yanakları pembeleşmiş, gözlüklerini hafifçe burnunun ucundan yukarıya itmişti.

 

"Geçen hafta çalıştığımız yerden tekrar alalım," dedi Fulya Hoca. Bahsettiği parçanın notalarını ezberlediğim için defterimi alma gereksinimi duymamıştım.

 

Devrim ile aynı anda kemanlarımızı çenemizin altına aldık ve yaylarımızı senkronize bir şekilde hareket ettirmeye başladık. Müziğin ritmiyle kalbim uyum içindeydi. Devrim'in gözleri benim üzerimdeydi ve ben dikkatimi dağıtmamak adına ona bakmamayı tercih etmiştim. Gözlerim açık camdan gözüken gökyüzünde dans edercesine kanat çırpan kuşlardaydı. Özgürlüğün şarkısı kemanımdaydı. Özgürlüğün kendisi ise kuşlarda...

 

Ritim hızlandıkça göğsümün ortasında haykırıyordu kuşlar özgürlüğü. İçimdeki karanlık boşlukta kendilerine bir yuva arıyorlardı. Gözlerimi yavaşça kapattım ve kuşları hissetmeye çalıştım. Kuşlar yavaş yavaş kayboldu. Karanlığım yuttu onları. Ne görebiliyordum onları ne de duyabiliyordum. İçimde kaybolmuşlardı ki ensemde bir nefes hissettim.

 

Gözlerimi açmadım. İçimdeki karanlıkta keşfe çıkmıştım. Dört bir yanda kuşları aradım ama yoklardı. Gitmişlerdi. Belki de bir daha hiç gelmeyeceklerdi. Ama o bana bir kez, "Sanat," dedi diye bir kuş karanlığı yararak yanıma geldi.

 

Kuşu avuçlarıma aldım. Bembeyaz kanatları karanlığımın ortasında minik bir yıldız gibi parlıyordu. Tek bir sözün bana içinde bulunduğum zifiri karanlıkta bu kuşu getireceğini bilemezdim ki sesin sahibi yeniden, "Sanat," dedi neredeyse fısıltıyla.

 

Daha önce kimse adımı böylesine içten söylememişti. İnsanlar adımı söylemek bile istemezdi. Bir günah misali bulanırdı ismim dudaklarına ama o buna rağmen günaha ortak olmayı dudaklarına yalanın dokunmasını tercih etmişti. Avucumdaki kuşu karanlığıma saldığım o anda o çıkageldi. Bana doğru yaklaştı. Karanlığımın en derinlerinden bana geldi. Gözlerimin içine baktı ve gülümsedi. İçimdeki karanlığı aydınlatmaya yetecek kadar güzel gülümsemişti ki gözlerimi açmak zorunda kaldım. Şarkı bitti. Kuşlar gitti. Karanlık yok oldu. Yerini aydınlığa bıraktı. Gördüklerimden geriye sadece o kaldı. Devrim.

 

Ona baktım. Yanımda duruyordu. Benden çekinmiyordu. Herkes benimle mesafesini korurken o sanki birlikte geçirdiğimiz her anı aramızdaki mesafeyi kapatmak için kullanıyormuş gibi hissettim. "Bu geçen hafta çaldığımız parça değildi," dedi Fulya Hoca aniden.

 

"Geçen hafta çaldığımız parçayla başlayıp çok farklı bir parçaya geçtin Sanat."

 

Fulya Hoca buna rağmen daha fazla bir şey söylemedi. Onun yerine her şeyi baştan almayı tercih etti. Ders bitiminde ise kemanımı rafa bıraktığım sırada, "Çaldığın parça olağanüstüydü," dedi Devrim.

 

Çaldığım parçanın ne olduğunu biliyordum. Bu parçayı ben kendim bestelemiştim ve onun bunu beğenebileceğini hiç düşünmemiştim. "Teşekkürler," dedim bakışlarımı kaçırmadan hemen önce. Her zamanki insanları kendimden uzak tutan soğuk tavırlarımla kulaklığımı alıp aceleyle başımın üzerine yerleştirdim.

 

Telefonumdan rastgele bir müzik açtım ve sınıftan çıktım. Adımlarımı hızlandırdım. Kafamdaki o küçük hayali unutmak için ondan uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. Fakat bunu yaparken önüme bakmadan yürüdüğümün farkında bile değildim. Bir şeye çarptım. Daha doğrusu birine. Yere düştüm. Biri kollarımdan tutup yerden kalkmama yardım etti. Başımı kaldırıp baktığımda Vural ile göz göze geldim.

 

"Bu aralar biraz fazla dalgınsın," dedi Vural. Kulaklıklarımı çıkartmadan müziğimin sesini kapattım ve "Gitmem gerek," diye mırıldandım. Onun yanından ayrılıp yoluma baktım. Arkamdan bir süre beni izledi. Bense gözden uzak bir köşeye geçtim. Bu okulda kimsenin bilmediği yerleri bile biliyor olmanın avantajlarından biri de kaçacak çok fazla yerimin olmasıydı.

 

İnce bir duvar kirişinin arkasına saklandım. Başımı duvara dayadım ve gözlerimi kapattım. Kafamdaki görüntüleri silmek için yalnız kaldığım tek bir anın yeteceğini düşünmüştüm ama yetmedi. Bir şeyleri bastırmak veya görmezden gelmenin bu kadar zor olabileceğini tahmin etmemiştim. Sıkıntılı bir nefes verdim ve tam kirişin arkasından çıkmak üzereyken Fulya Hoca'yı gördüm. Peşinden de Ilgaz Günay'ı.

 

Ilgaz Günay, "Fulya," diye seslendi arkasından. Normal şartlarda ismiyle hitap etmemesi gerekirdi. Tabii aralarında bir şey yoksa. Onların koridordan geçişlerini gizlice izlerken Devrim gördü beni.

 

"Demek buradaydın Sanat Karay," dedi Devrim iflah olmayacağımı anladığını belli edercesine başını sallarken. Yakalanmak üzere olduğumuzu anladım. Tam Fulya Hoca ile Ilgaz Günay'ın bakışları benim olduğum tarafa dönüyordu ki Devrim'i kolundan tuttuğum gibi benimle birlikte kirişin arkasına sakladım. Şükürler olsun ki yakalanmadık.

 

Fulya hoca, "Beni rahat bırak Ilgaz," dedi ve iki adım atmıştı ki Ilgaz Günay bileğinden yakalayıp gitmesine engel oldu. Pür dikkat onları izliyordum. Onlar bizi görmüyordu ama biz onları görmekle kalmayıp konuşmalarına da bizzat şahit oluyorduk.

 

"Yapamayacağımı biliyorsun Fulya."

 

Ilgaz Günay kimsenin olmamasını fırsat bilerek Fulya Hoca'ya yaklaştı. Aralarında bir şey olduğunu anlamamak için kör falan olmak gerekirdi. Fulya Hoca sıkıntılı bir nefes verdi. Siyah dikdörtgen gözlüklerinin ardındaki gözleri ne kadar yorgun olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.

 

Tükenmişti. Bir şeyler onu yorgun düşürmüştü. Şu ana kadar onu yoran tek şeyin küçük oğlu olduğunu sanırdım. Meğer onu yoran bir diğer şey de herkesten sakladığı aşkıymış. Fulya Hoca'nın Işık'ın babası Ilgaz Günay ile bir ilişkisi olabileceğini hiç düşünmemiştim.

 

"Seni özledim Fulya. Tüm bu olanlar beni yeterince tüketti. Kızımın başına ne geldiği belli değil ve ben şimdi bir de seni kaybetmek istemiyorum."

 

"Sorun da bu Ilgaz. Kızının başına ne geldiği belli değil. Işık senin kızın olduğu kadar benimde öğrencimdi. Her gün gözlerimin önünde olan biri şimdi yok ve ben vicdan azabı çekiyorum. Gözlerinin içine baka baka ona yalan söyledik. Birlikte olduğumuzu saklamak bir yana Işık şimdi aramızda değil ve ben buna daha fazla dayanamıyorum. O bulunana kadar da seninle görüşmek istemiyorum Ilgaz."

 

Fulya Hocanın sarf ettiği onca cümle içinde tek dikkatimi çeken şey Işık'a söyledikleri yalandı. Ortada onu böylesine perişan eden ne tür bir yalan döndüğünü merak ediyordum ki Ilgaz Günay, "Kızım bulunacak. Kızım bulunacak ve işte o zaman seninle birlikte ona gerçeği anlatacağız Fulya," dedi.

 

Gerçek ne kadar da ağır bir kelime öyle değil mi? Ortada bir yalan var ve gerçekler o yalanın altında ezilmiş bir halde öylece duruyor. Yüzeye çıkmaya bile gücü yok. Şimdi ise Işık'ın babası kızının kayıp oluşunu bir kenara bırakmış aşkına onu bırakmaması için yalvarıyor onu ikna etmeye çalışıyordu. Peki ama neden? Neden gerçek dediği şeyi Işık'a daha öncesinde söylemediler?

 

Fulya Hoca sıkıntılı bir nefes verdi. Ağlamaklı çıkan sesi durumun düşündüğümden daha vahim olduğunu kanıtlar nitelikteydi. "Biz suçluyuz Ilgaz. Işık bulunduğunda onun yüzüne nasıl bakacağız? Her gün yüzüne baktığım o kıza yaptığım bu şeyi nasıl anlatacağımı bilmiyorum," dedi Fulya Hoca hıçkırıklarının arasından.

 

"Ona Umut'un kendi kardeşi olduğunu söyleyeceğiz Fulya. Işık'ı bulduğumuzda ona gerçeği ben anlatacağım."

 

Ilgaz Günay'ın sözleriyle kalakaldım. Fulya Hocanın küçük oğlu bize anlattığı gibi boşandığını söylediği adamdan değil doğrudan Ilgaz Günay'dandı. Işık'ın başka bir kadından kardeşi vardı ve o tüm bunlardan habersiz kayıp, çaresiz ve korku dolu bir yerdeydi. Başına ne geldiği bile belli değildi. Ölü müydü? Diri miydi belli değildi ve tüm bunların içinde babası tüm imkanlarını onu bulmaya kullanacağı yerde yasak aşkına onu bırakmaması için yalvarıyordu.

 

Kanımın çekildiğini hissettim. Bakışlarımı onlardan aldığımda Devrim ile göz göze geldim. Bulunduğumuz karanlık noktada aramızdaki mesafenin neredeyse sıfırlanmış olduğunu ancak ona baktığımda fark edebilmiştim. Devrim'in eli duvardaydı ve belime değiyordu. Diğer eli hemen omzumun üzerinde duvara dayalı bir haldeydi.

 

Neredeyse burun burunaydık ve o bu durumdan hiç şikayetçi gibi görünmüyordu. Medusa'nın soğuk mavi gözlerinin onu taşa çevirmesinden endişe etmiyordu. Aksine aramızdaki sıcak hava akışına karşılık gözlerime korkusuzca bakabiliyordu. "Sanat," dedi Devrim fısıltıyla. Yutkundum. Karanlığımda kaybettiğim kuşlar bu sefer göğsümün ortasında kanat çırpıyordu.

 

"Bu duyduklarımızı kimseye anlatamayız," dedim aramızdaki mesafeyle bulanıklaşan kelimeleri güçlükle sarf ederken.

 

Devrim öylece gözlerime baktı. Daha demin öğrendiğimiz o korkunç sır umurunda bile değilmiş gibi görünüyordu ama benim umurumdaydı. Başımı çevirip Ilgaz Günay'ın Fulya Hoca'nın peşinden gidişini izledim. İkisi de gözümün önünden kaybolduğunda tehlikenin geçmesiyle yeniden Devrim'e baktım.

 

Devrim ellerini duvardan çekti ama aramızdaki mesafeyi açmak yerine öylece durdu. Her zaman soğuk bakan, insanlara yanına yanaşma şansı bile vermeyen Devrim Dinçer Demiralp benim dibimden ayrılmadı. Burnu benimkine değmek üzereydi. Nefes alamadığımı hissediyordum. Bir an önce bu izbe karanlık duvarın arasından çıkmak istiyordum.

 

Ellerimi onun göğsünün ortasına yerleştirdim ve hafifçe ittim. Devrim ilk başta geri çekildi. Tam gitmek üzere hazırlandığım sırada bu sefer beni belimden yakalayıp bedenimi duvara yasladı. Sırtım duvara dayalıydı. Kolu belimdeydi ve ben onun ne yapmaya çalıştığını anlayamayacak kadar berbat bir haldeydim.

 

Zihnim bulanıktı. Aklım karmakarışıktı ve bu da yetmezmiş gibi kuşlar bir türlü uçup gitmiyordu. Karanlığımda binlerce kuş dolanıyordu ki, "Sen bu okuldaki herkesi iyi tanıyorsun. Herkesin en derin sırlarını bile biliyorsun ama beni tanımıyorsun Sanat. Beni görmüyor, duymuyor, anlamıyorsun," dedi Devrim.

 

Ses tonu muydu beni bu hale getiren şey yoksa kullandığı kelimelerin görünmez ağırlığı mıydı? Emin değildim ama bir şey vardı ki ses tonunda iliklerime işleyen gizli bir sitem vardı. Sıkıntıyla verdiği nefes yüzüme vurdu.

 

"Neden kaçıyorsun? Yoksa sende mi nefret ediyorsun benden?"

 

Afalladım. Ondan kaçtığımı düşüneceğini biliyordum ama bunu kafaya takacağına ihtimal bile vermemiştim. "Bunun ne önemi var ki? Nasılsa bu olaylar bittiği gün sende beni görmek istemeyeceksin," dedim ciddi bir ifadeyle.

 

Gözleriyle aklımı yeterince bulanıklaştırmıyormuş gibi, "Hiçbir şey bildiğin yok. Bana beni tanıdığını söylemiştin ama aslında benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun Sanat Karay," dedi meydan okurcasına.

 

"Yanılıyorsun Devrim Dinçer Demiralp," dedim sinir bozukluğuyla.

 

"Yanılmıyorum. Sen beni görmüyorsun Sanat. Bunca yalanın, bunca kötülüğün içinde nasıl bir ruh halinde olduğumu görmüyorsun."

 

"Görmem neyi değiştirecek? Benim elimde seni iyi hissettirecek güç yok Devrim. Ben senin sandığın kişi değilim. Seni anlıyor olmam, senin ne hissettiğini bilmem, senin yanında olmam hiçbir şeyi değiştirmez. Benim adım Sanat ve ben bundan ibaretim. Seni içinde sıkıştığın o dipsiz karanlıktan çıkaramayacaksam tüm bunları bilmemin bir anlamı var mı? Yok! Seni anlamamın bir anlamı yok Devrim! Artık boş laflarınla aklımı karıştırmaktan vazgeç!"

 

Devrim'in kollarından sıyrıldım. Duvarın arkasından çıkıyordum ki donup kalmama yetecek sözlerini sıraladı Devrim.

 

"Sorun da bu Sanat. Beni bir tek sen anladın ama sonra sende görmezden geldin. Madem ben konuşmadıkça görmemeye devam edeceksin o zaman ben sana söyleyeyim," dedi Devrim ve derin bir nefes aldı. Söyleyeceği sözleri o daha söylemeden hissetmiştim. İçimdeki kuşlar hissizlikten kurumuş kalbimi yarıp onun sözleriyle özgürlüğe uçtu.

 

"Bir insan diğerini hiç tanımadan nasıl hissettiğini nereden bilebilir?" diye sordu Devrim ve duraksadı.

 

"Ben biliyordum," dedi sakince.

 

"Seninle küçücük bir diyaloğumuz bile yoktu. Ama ben buna rağmen seni anlayabiliyordum."

 

Gözlerimi kapatıp onun sözlerini dinlemeye başladım. Devrim, "Belki bu düşündüklerim basit bir düşünce veya bir tür kuram olabilir. Ama ben senin dışarıya bakarken insanların sende göremediklerini görebiliyordum Sanat. İçinde herkesten sakladığın acı çeken bir kız vardı. Hani kızlar mutlu olmak ve rahatlamak için üzgünken çikolataya sarılır ya. Bu sende işlemiyordu. Nereden mi biliyorum? Bir gün kemanının yanında bulduğun çikolatayı koyan aslında bendim," dedi. Bir gün kemanının yanında bulduğun çikolatayı koyan aslında bendim.

Loading...
0%