Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Aci Gözyaşi

@seydnrgrsu

Beni buradan, instagramdan ve TikTok'tan takip etmeyi unutmayın. Her satıra uğrayın konuşalım. Sizi seviyorum


🔥


'ACI GÖZYAŞI'


🔥


"Zehra sen delirdin mi? Düğüne katılmayacağım ne demek!" Taş avluda kalabalık sesini bastıran bir ses vardı. Yengemin avaz avaz sesi. Sesi korkunçtu. Sesi gibi görüntüsü de korkunçtu. Biz de bu korkunç manzaraya korku dolu gözlerle bakıyorduk kapının dışından.


"Duydun Rojda abla! Ne ben ne de çocuklarım o düğüne gelmeyeceğiz!"


"Aklını mı kaçırdın sen!" Annem odanın bir o tarafına bir bu tarafına adımlarken yengem de onun peşinden atıyordu adımlarını. "Elalem ne der sonra arkamızdan! Saçmalama!"


"Asıl sen saçmalama abla! Nasıl katılayım ben düğüne ha! Ciğerim yanarken nasıl katılayım!" Gözünden süzülen bir damla yaşı hırsla sildi koluna. Onun karşısında ağlamak istemiyordu.


"Zehra delirtme beni! Duymasın Haşim abin! Düğüne katılmamak nedir! Aklın başında değildir senin!"


"Aklım da acım da yerinde!" Yumruk yaptığı elini sertçe göğsüne vurduğunda zar zor yutkunmuştum. Onun her haykırışı ciğerimden bir parçanın dağlanıp kopmasına neden oluyordu. "Asıl sizin mi aklınız yok! Hadi onu geçtim acıma hiç mi saygınız yok!"


"ZEHRA!"


"Bağırma anneme!" dedim artık taşan sabrımla beraber. Odaya hızlıca girip tam annemin önünde durdum. Sesim onun sesinden de yüksekti.


"Sen çekil kız! Karışma!" Eliyle beni kenara çekmek istedi ama kararlı adımlarım kendine mani oldu. "Elif!"


"Annem dediği her kelimede haklı! İnsanın acısına şu kadarcık saygınız olsun be!" Parmak ucumla gösterdiğim küçücük 'saygıyı' biz yıllardır görmüyorduk ki.


"Aklının ermediği şeylere karışma Elif! Çekil!" Tekrar eliyle beni kenara çekmek istedi ama bileklerini kavradım aniden.


"Ne bu düşmanlığın bitmesi ne de yaptığınız barış umurumuzda bile değil tamam mı?" Beni bile cayır cayır yakan bir öfke vardı gözlerimde. İri iri açılmıştı yeşil gözleri. "Ama hem annemin hem de bizim acımıza saygınız olsun biraz. Kolay mı sanıyorsun sen yenge o adamlarla aynı ortamda bulunmayı!"


"Aileler bitirmiş düşmanlığı sana mı kaldı söz söylemek! Çekil şuradan! Asabımı bozma benim!" Bileğini elimden çekmek istedi ama başaramadı.


"Hayır yenge! Düşmanlık değil konu! Konu sizin bizim acımıza saygınızın olmayışı! Kolay mı sence o insanlarla aynı ortamda bulunmak! Benim bu davada abim öldü! Babam öldü!"


"Daha fazla insan ölmesin diye zaten bitti bu düşmanlık! Yeter ha!" Bileğini sertçe kurtardı elimden.


"Gelmeyeceğiz biz abla." dedi annem deminkinden daha sakin bir tonda. Ama sesindeki kararlılık bir adım dahi öteye gitmemişti.


"Koca iki aşiret barıştığını resmen duyurdu iki gün önce koca meydanda! Siz şimdi böyle karşı çıktığınızı mı sanarsınız?"


"Karşı çıkmak değil abla! Aksine zaten yıllardır boşuna süren bu davanın bittiğine sevindim bile. Ama benim acım bana yetiyor tamam mı? Daha da onların ayak bastığı yere basıp, nefes aldıkları yerde nefes alıp acımı katlayamam!"


"Başta senin kocan isterdi bu düşmanlık bitsin diye Zehra! Adam zaten bu yüzden kaza yapmadı-" Dayanamıyordum her kelimesine. Sertçe kestim sözünü.


"Yenge yeter! Gelmiyoruz biz! Bitti!"


"Bitmedi Elif hanım. Bitmedi." Basa basa söylüyordu her kelimenin her bir harfini. "Daha başlamadı bile!" Alev alev yanan bakışlarıma aynı şekilde karşılık veriyordu.


"Ne bağırışırsınız siz burada!" Bizim hiddet dolu sesimizi baskıladı amcamın gür sesi. Kapının dışında korku dolu gözlerle bizi izleyen Şilan ve Azad'ı hızla çekip attı adımını içeri. "Millet aşağıda gelmeye başladı, düğün kuruldu siz neyi bölüşemiyorsunuz burada!"


Ne fiziksel olarak ne de başka yönleriyle benziyordu amcam babama. Her daim mantıklı ve sakin kararlar alan babamın aksine epeye hiddetli ve aksi bir adamdı. Birden parlardı. Gür bıyıklarının altındaki dudaklarından nefretle çıkardı her kelimesi.


"Gelmeyeceğim diyor Zehra hanım ve kızı!" Yengem bize her zıt düştüğünde 'hanım' diye hitap ederdi anneme.


"Ne demek gelmeyeceğim diyor!" Bakışları sinirle önce bana sonra da anneme çevrildi. "Ne demek gelmeyeceğim Zehra!"


"Abi biz katılmak istemiyoruz!" Bakışları önündeydi annemin. Yumruk yaptığı ellerini sinirle sıkıyordu.


"Ne demek katılmak istemiyoruz! Sen ne dersin!"


"İzol aşiretinin ayak bastığı yere ayak basamazlarmış." Kollarını göğsünde birleştiren yengem hararetlenmeye müsait olan bu ortama bir de gaz veriyordu. İğne dolu sözleri zaten karışık olan ortamı daha da karıştırıyordu.


"O ne demek Zehra! Nereden çıktı bu!" Amcam kıstığı bakışlarını sabitlemişti annemin üzerine.


"Abi duydun. Biz katılmayacağız. Kusura bakmayın." Asla onların kusura bakacağı bir durum yoktu ortada. Aksine eğer biri bu durumda kusura bakacaksa bunlar bizdik. Annemdi, Emir'di, bendim...


"Düşmanlık bitti. Bu dava sonlandı. Sen daha neyi güdersin!"


"Abi bir şey gütmek değil bu. Aksine düşmanlığın bitmesini herkesten çok isteyen benim. Ama yapamam. Onlarla aynı yerde bulunamam. Hem oğlumun hem kocamın acısı taze dururken bunu yapamam. Kusura bakmayın." Dolu dolu olan bakışlarını kaldırdı havaya. Elleri halen yumruktu. Sıkıyordu kendini.


"O benim de kardeşimdi, benim de yeğenimdi. Acını anlamıyorum mu sanıyorsun? Ama bitti bu düşmanlık Zehra. İki aşiret el sıktı. Şimdi gelmeyerek bu durumu bozacaksın. Olmaz öyle şey." Kestirip atma niyetindeydi amcam. Kendimi sıkabildiğim kadar sıkıyordum cevap vermemek için. Ne kardeşinin ne de yeğeninin acısını tam olarak anlayabilmişti o. Tek derdinin kendisi olduğunu sanki bilmiyorduk biz.


"Hayır abi!" Annemin dili kesindi. Kafasını iki yana salladı kesin bir şekilde. "Gelmeyeceğiz! Kocam ve oğlumun hatırası için gelemem."


"Geleceksiniz Zehra! Gelmek zorundasınız! Düşmanlık falan yok! Dava bitti! Sulh yapıldı!"


"Hayır abi!" dedi annem tekrardan. Ama amcam onu duymuyor gibiydi.


"Hayır amca gelmeyeceğiz!" dedim ikisinin arasına girip. Azad ve Şilan da odaya girmişlerdi o sırada.


"Geleceksiniz! Ya zorla ya güzellikle geleceksiniz!" İnletti sesi odayı, hatta konağı. Kulaklarım uğuldadı sesinden. "Duydunuz mu! Geleceksiniz! Tüm aile bu düğünde bulunacağız!"


'Hangi aile' dememek için sıkabildiğim kadar sıktım dişlerimi. Aile mi kalmıştı ortada. Abim gittikten hele de babam gittikten sonra aile mi kalmıştı ortada. Hangi aileden bahsediyordu acaba? Babam öldükten sonra bizi nasıl yok saydığını mı unutacaktık? Ya da beni okula göndermeyişini?


Hangisini hangi sırayla unutacaktık ya da unutabilir miydik?


"Amca gelmeyeceğiz! Duydun! Ne annem ne ben ne de kardeşim! Gelmiyoruz! O ailenin bulunduğu yere gelmiyoruz!"


"Öyle mi Elif hanım!" Sertçe kolumu kavrayıp kendine çekmişti beni. Annem amcamı kolundan çekiştirirken Azad karışmıştı araya.


"Baba bırak Elif ablamı!" Ama onu da dinlemedi. Diğer eliyle itti öteye. "Baba bırak bırak!"


"Öyle amca! Gelmiyoruz!" dedim inatla. Onun koyu kahve gözlerinden de aynı benimkiler gibi alevler saçılıyordu.


"Geleceksin!"


"Gelmeyeceğiz!"


"Geleceksiniz Elif! İster zorla ister güzellikle o düğüne katılacaksın! Mecbursun!" Kin vardı her kelimesinde, nefret vardı.


"HAYIR!" dedim daha da bağırarak. Sesim dışarıda duyulan davul sesini epey bir bastırmıştı. "Hiçbir şeye mecbur değilim, değiliz!"


"Bugün o düğüne gelmesen bile illaki o ailenin olduğu yerde bulunmak zorunda kalacaksın!"


"HAYIR!" dedim bir kez daha. Ses tellerim acıyordu.


"Bırak abi kızımı!


"Baba bırak Allah aşkına!" Sıkabildiği kadar sıkıyordu kolumu amcam. Bir mengene misali bırakmıyordu. Çekiştirmelerim sonuçsuz kalıyordu.


"İllaki bulunacaksın Elif! İllaki! Evlendikten sonra illa ki bulunacaksın! Bugün bulunmasan yarın illaki bulunacaksın!"


Ağzından nefret tonunda çıkan son sözde takılı kalmıştım. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş ama ben yanmıyordum. Aksine bedenim kesilebildiği kadar buz kesilmişti saniyeler içinde.


"Ne..." diyebildim cılız bir şekilde. "Ne diyorsun amca sen?" O demin bağıran sesim kaçıvermişti bir anda içime. Kelimeler öyle güçsüz dökülmüştü ki ağzımdan.


"Duydun! Hepiniz duydunuz! Hüseyin ağanın büyük torunuyla evleneceksin!" dedi kolumu hızlıca bırakıp. Adımlarım sendelerken anneme tutundum güç bela. "Düğünden sonra hemen nişan yapılacak! Birkaç güne de düğün!" Daha da bir şey demeden döndü arkasını. Kollarımdan gelip Şilan tutarken dizlerimin bağı çözülüverdi. Annem feryat figan amcamın arkasından koşmuştu Azad'la beraber.


"Elif bana bak! Kendine gel!" dedi Şilan'ın uzaktan duyulan sesi. Görüntüm bulanmıştı. Kafamın içinde amcamın nefret dolu sözleri yankılanırken kaybettim kendimi.


🔥


Cehennem sıcaktı muhtemelen. Ama benim cehennemim pek sıcak değildi. Belki karanlıktı ama benimkini cılız bir şekilde yanan küçük sarı ampul aydınlatıyordu. Zemini alevdendi belki ama benimki insanın etine batan taştandı.


"Elif aç yavrum kapıyı!" Cehennemin kapısı yumruklanır mıydı? Benim cehennemimin kapısı yumruklanıyordu. Hem de saatlerdir. "Elif korkuyorum aç şunu kızım!"


Donuk bakışlarım yavaşça yumruklanan kapıya çevrildi. Annemin saatlerdir yumrukladığı kapıya.


Sıkıca örgü yaptığım saçlarım bozulmuş, darmaduman olmuş hayatımı resmeder gibi dağılmıştı. Bir an olsun dinmeyen göz yaşlarım yapıştırmıştı dağılan saçlarımı. Göz yaşlarım kendi yollarını kurmuştu.


Dizlerim karnımdaydı. Ellerim dizlerimi sıkıca sarmıştı. Parmaklarımın arasında babamın beyaz 'inci' tesbihi vardı. Bu tesbih onun uğuruydu. Şimdi benim parmaklarımın arasında bana bir mucize versin diye bekliyordum.


Mucize yoktu benim hayatımda. Karanlık hayatımı aydınlatacak bir mucize yoktu. Parmaklarımın arasındaki inci boncukları sıkabildiğim kadar sıkıyordum. Cılız da olsa bir ışık arıyordum.


Mucize yoktu. Mucizem hiç olmamıştı.


"Elif ne olursun aç!"


'Evleneceksin Elif! Hüseyin ağanın büyük torunuyla evleneceksin!'


Dünden beri kulağımı kanatırcasına çınlıyordu amcamın sesi kafamın içinde. Ruhum kanıyordu, kalbim sökülüyordu, canım çekilmek için uğraşıyordu içimde.


"Açmıyor kapıyı! Bir şey yaptı kendine!"


"Elif abla kurban olayım aç!" Azad'ın sesi de karışıyordu annemin feryatlarına. Kapı daha da güçlü vurulmaya başladı.


'Hüseyin ağayla bu konuyu uzun uzun konuştuk.'


Konuşmamıştı. Adım nasıl 'Elif' ise amcamın o adamla konuşmadığına emindim. Ona yalvarmış olması lazımdı. Böyle de bir adamdı.


'Ve sonunda bu davanın bitmesi için iki aile arasında bir evliliğin yapılmasına karar verdik. Hüseyin ağanın kararı bu yönde."


"Elif ne olursun aç!" Şilan'ın sesi de gitti kulağıma. Kapının ardında o da vardı.


'Eğer Elif ve Hüseyin ağanın torunu evlenirse bu dava kapanacak. Hazırlığınızı yapın. İki güne nişan olacak!'


Çıldıracaktım. Kafamda sesi yankılandıkça içimde daha da azan bir öfke vardı. Kabardıkça kabarıyordu ama ben kılımı dahi kıpırdatamıyordum. Vücudumda derman yoktu. Kalmamıştı.


'Evleneceksin Elif!' 


Adı ağzımdan bir küfür gibi çıkmıştı bunları derken. Yüzüme dahi bakmamış ona bağırışlarımı duymamıştı.


'Bedel' dedikleri şey benim hayatımdı. Basit bir evlilik değildi.


'Bedel' dedikleri şey evlenmeme karşılık babamdı, abimdi...


"Yapamam..." dedim fısıltıyla. Kafamda bağıran amcamın sesini geçememişti sesim.


'Bedel' dedikleri şey zaten vazgeçmek zorunda kaldığım hayallerimdi. Giyemediğim beyaz önlüğümdü...


"Elif kızım aç ne olursun!"


"Abla ne olursun aç şu kapıyı!"


"Kır kapıyı Azad!" Büyük bir gürültü koptu onların bağırışları arasında. Eski işlemeli ahşap kapı büyük bir gürültüyle açılırken hızla çarptı taş duvara.


"Annem!" Yalpalayan adımları beni buldu annemin. Kolları sıkıca dolandı buz kesmiş bedenime. Elleri telaşla sardı ıslak yüzümü. "Elifim! Kızım!"


"Elif!"


"Elif abla!"


"Çok korktum kızım ben! İnan çok korktum!" Annemin kolları tekrar sararken beni bakışlarım Şilan'a, Azad'a ve ağlayarak bana ulaşmaya çalışan kardeşim Emir'e kaydı. "Ne olursun bir daha bunu yapma! Ben bir acıyı daha kaldıramam tamam mı?"


"Anne..." diyebildim güçsüzce ona sarılıp. Hıçkırıkları tüm odayı doldururken 'Ölmek istiyorum' diyemedim. Ömrüne zaten fazlaca ölüm acısı sığdıran kadına bunu yapamazdım. Bir acıyı da ben ilmek atamazdım ömrüne.


"Ben evlenmek istemiyorum anne." dedim çatallaşmış sesimle. Demek istediklerim halbuki daha fazlaydı fakat dört kelimeye sığıyordu işte.


"Olmayacak. İzin vermeyeceğim." Elleri sıkı bir biçimde kavradı yüzümü.


"Yapamam anne."


"Biliyorum. Yok öyle bir şey. Evlenmeyeceksin." Yeşil gözleri kırmızı bir kan çanağının içindeydi. Tuzlu yaşlar onun da yanaklarında yol edinmişti.


"Anne olmaz..." dedim kafamı iki yana sallarken.


"Olmaz kızım. Olmaz."


"İstemiyorum anne. Bu bedeli bana ödetsinler istemiyorum." Göz yaşlarım da feryatlarım da daha şiddetlenmişti. Omuzlarım sarsılırken ciğerimden yanık haykırışlar kopuyordu. "İstemiyorum!"


"Ne olursun bak yüzüme Elif! Kızım!"


"İstemiyorum anne! Ben böyle bir şeyi istemiyorum! Kaçıp gitmek istiyorum buradan!" ellerimi taş zemine vuruyordum. Ellerim her darbemde biraz daha parçalanırken belki vücudumun acısı dindirir sanıyordum ruhumdaki kanamayı. Ama olmuyordu.


Acı her zerremdeydi.


"Kaçıp gitmek istiyorum..."


"Ne diyorsun sen!" feryatlarımı bastıran gür bir ses yankılandı odada. Sesimden daha yüksek çıkmıştı. Sonrasında da kolumda bir sızı baş gösterirken apar topar kaldırıldım oturduğum taş zeminden. "Ne diyorsun sen kız!"


Amcamın elleri öyle bir sıkıyordu ki kolumu koparacak sanmıştım. Kopsa bile bedenimde onun acısını hissedemeyecek bir hissizlik vardı. Gözlerinde büyük alevler vardı. Alevleri öfkesi harlıyordu. Alevleri öfkemi harlıyordu.


"Ne dedin demin sen!"


"Bırak abi kızımı! Bırak!" Annem amcamın kolunu çekiştirmişti fakat o bir mengene misali sıkıyordu kolumu. Bırakmadı.


"Demin ne dedin sen!" dedi aynı nefret dolu tonlamayla.


"İstemiyorum bu evliliği!" Benim sesim de en az onunki kadar öfke ve nefret dolu çıkmıştı. Bunca yıldır zaten insan yerine koymadığı yetmiyormuş gibi şimdi 'hiç' yerine bile koymuyordu. Gözlerindeki o harlı alevlere bakınca bunu daha net görebiliyordum.


"Baba ne olur bırak Elif ablamı!" Savurdu attı Azad'ı tek eliyle öteye. Duvara çarpan bedeninden tok bir ses duyuldu.


"İstemiyorsun öyle mi? Bir de kaçacaksın! Kaçamazsın! Bu evden o gelinliği giymeden bir yere gitmeyeceksin!"


"İSTEMİYORUM ANLAMIYOR MUSUN!" Anlamıyordu. Bunca yıl anlamamıştı bundan sonra ise hiç anlamayacaktı. Ben kimden neyi anlamasını istiyordum ki?


"Bu evlilik ya öyle ya böyle olacak Elif! Beni delirtme! Bu davanın bitmesi buna bağlı!"


"Umurumda bile değil!"


"Mecbursun! Koşulu budur! Senin onların en büyük torunuyla evlenmen münasiptir ve evleneceksin! Bitti! Ne dersen de o nikah kıyılacak o evlilik yapılacak!" Kollarımı çekiştirdim var gücümle ama o benden daha kuvvetli sıkıyordu. İttim, çığırdım, bağırdım ama duymadı.


"İstemiyorum amca istemiyorum! Ben bilmediğim biriyle evlenmem! Hele de o aileden olan biriyle asla evlenmem!"


"Delirtme beni Elif!"


"Abi bırak kızımı! Olmaz öyle şey! Ben kızımı sokakta bulmadım tamam mı! Kim evleniyorsa evlensin ama Elif evlenmeyecek! Kızımın hayatını söndürmene izin veremem!"


"Sen karışma Zehra!" Hiddetli bakışları kolunu çekiştiren anneme döndü.


"Nasıl karışmayayım abi! Kızım o benim! Nasıl müsaade ederim ben buna!"


"Edeceksin! Öyle ya da böyle edeceksin! Elif bu evliliği yapacak!"


"İSTEMİYORUM! Git kendi kızını evlendir!" Öfkeli bakışlarım bir anlığına babasını diğer kolundan çeken Şilan'a kaydı. Gözünden akan yaşlarla öylece bakakalmıştı bana. Öfkem dilimden bir zehir olup akmaya başlamıştı artık.


"Sen ondan büyüksün! Senin evlenmen münasip!" Büyüksün dediği sadece üç aydan ibaretti. Demek istediğim elbette bu değildi ama amcamı durdurmak zorundaydım.


"Sen ne biçim amcasın be!" dedim artık daha fazla dayanamayıp. Kolumu tüm kuvvetimle çekip ondan kurtardığımda yalpalayarak iki adım geri attım. "Sen nasıl bir adamsın!"


"Kes sesini Elif!"


"Kesmeyeceğim! Zaten bunca yıldır susuyorum ama bu sefer susmayacağım! Beni böyle bir şeye mecbur bırakamazsın! Bunca yıl yaptıklarına sustum ama buna susmayacağım!"


"Sana sesini kes dedim!" Kükredi.


"Sen beni böyle bir şeye mecbur edemezsin tamam mı! EVLENMEYECEĞİM!"


"Evleneceksin Elif! Delirtme beni!"


"HAYIR! ASLA!" 


"Evleneceksin dediysem evleneceksin! Kes sesini! Ben ne dediysem o!"


"Sen ne dediysen o falan değil tamam mı! Evlenmeyeceğim! Bu zamana kadar dediğinden çıkmadık ama bu asla tamam mı! Buna asla 'evet' demem! Sen ne biçim insansın! Sen nasıl bir ada-" Onun gözlerindeki alevlerin sıcaklığı sağ yanağımda buz gibi bir dalgaya neden olduğunda ellerim ve dizlerim sertçe çarpmıştı taş zemine. Gözlerim kararmıştı fakat sağ yanağımdan saçılan alevler aydınlatmıştı bulunduğumuz odayı.


"Elif! Annem!" Kulaklarımdaki uğultuya annemin telaşlı ve ağlayan sesi karışmıştı.


"Evleneceksin dediysem evleneceksin! Kaçmaya kalkarsan da öldürürüm seni duydun mu!"


Ölmek için bedenden kan çıkmanın gerekli olmadığını ben yıllar önce annemin gözünden süzülen yaşlarda görmüştüm zaten. Tuzlu yaşlar yanaklarından süzülürken yeşil örtünün sarıldığı bir tabut çıkıyordu bu konaktan.


Öldürmenin can acıtmadığını ben yıllar önce annemin akamayan göz yaşlarında görmüştüm. Bembeyaz kesilen yüzünün arkasında ağlayan bir kadın vardı biliyordum. O zaman da yeşil örtüye sarılan bir tabut çıkıyordu bu konaktan.


Ben ölümden korkmuyordum.


Kimse beni 'seni öldürürüm' diyerek korkutamazdı bu yüzden.


Amcamdan da korkmuyordum.


Beni 'ölüme terke edenlerden de' korkmuyordum.


'Korkmuyordum'


🔥


"Elif!"


İnsan hiç kendi hayal kırıklıklarının ruhuna batışı yüzünden can verir miydi? Peki bir insanın hayalleri kaç kere kırılırdı nefes alırken? Her kırık kanatır mıydı ruhu oluk oluk? Ruhundan oluk oluk kan akan biri nasıl yaşardı? Yaşasa bile kime ne hayrı vardı?


Peki o ruh iyileşir miydi tekrardan?


Benimkinin iyileşmeyeceğinden ben adım gibi emindim. Ruhu ölü bir kızın yaşayan bedeninin kime ne faydası olacaksa benim de elbet o faydam olurdu.


Yani hiç...


"Elif! Bana bak! duyuyor musun beni?" deminden beri nereye baktığımı bilmeden sadece bakma eylemini gerçekleştirirken kollarımdan tuttu biri. "Su vereyim mi sana ister misin?"


Kafamı iki yana salladım. Derin bir nefes çekmişti içine Şilan. Bakışlarımı daldığım noktadan çekince fark ettim bunu.


"Bayılacak gibi duruyorsun. Sallanıyorsun deminden beri. Gel otur şöyle." Karşı koyamadım. Beni kendi yatağına oturtup yüzüme düşen saçlarımı iteledi iki eliyle. Gözümden düşen bir damla yaşı sildi yavaşça.


İki gün sonra ilk defa ışık alabilen bir odaya çıkmama izin vermişti amcam. Sabah gelip de üzerime kilitlediği eski kapıyı büyük bir gürültüyle açtığında etime batan taş zeminde yarı baygın bir halde yatıyordum.


Beni zaten yıllardır zar zor taşıyan bedenim kaldıramamıştı daha fazla. Zaten ben de bedenim beni taşısın diye zorlamamıştım asla. Bir nevi ölümüme çanak tutuyordum.


Beni kilitlediği kata evdekilerin gelmesi yasaktı. Sadece evde çalışan Meryem sabah öğle akşam yemeğimi bırakıyordu o kadar. O yemeklere de dokunmamıştım asla. Bedenim iyi dayanmıştı bu gıdasızlığa.


"Bir bardak suç iç bari Elif. Korkuyorum artık." Şilan ellerimle önüme düşen saçlarımı geri itti. "Rengin bile bembeyaz."


"Annem nerede?" Sesim kopmuş ses tellerimden çatallı bir şekilde çıkmıştı.


"Aşağıda." Bakışlarını benden kaçırmıştı. Babasının yanıma çıkmasına müsaade etmediğini dile getiremiyordu. Ben de yorgun bakışlarımı sol tarafımda kalan pencereye çevirdim. Dışarıdan sesler geliyordu kulağıma. Kalabalık sesleri.


'O nişan bugün yapılacak Elif. Ve sen karşı koymayacaksın.'


Amcamın kafamın içinde uğuldayan sesini bastırmak ister gibi kafamı iki yana salladım.


"Şilan! Elif!" Meryem'in kapıya yumruğunu vurmasıyla ikimiz de kafamızı kapıya çevirdik. "Hadi geldiler sizi bekliyorlar aşağıda! Açsanıza kapıyı!"


"Elif..." Şilan'ın korku dolu bakışları bir anda bana çevrilmişti. Kaçış yoktu bu evde, kaderimden, korkularımdan ve kötü olan her şeyden...


"Sakin ol tamam mı Elif." Nasıl olacaktım sakin? Bana biçilen ateşten gömleği giyerken nasıl sakin olacaktım? Yavaşça ayağa kalktım. Üzerime geçirilen koyu yeşil elbiseden çektim yorgun bakışlarımı.


"Elif! Şilan kime diyorum ben! Haşim ağam seslenir! Misafirler gelmiş!"


"Beni yalnız bırakır mısın iki dakika?" Çatallaşmış sesim çatlamış dudaklarımdan zar zor çıktı.


"Elif... Bak korkuyorum bir delilik yapmandan." Ellerimi telaşla kavradı.


"Ne yapabilirim Allah aşkına? Kaçacak mıyım sen de?" Dudaklarımda acı bir tebessüm belirdi. Avuçlarımdan kayıp giden hayatıma gülümsememdi. "Kendimi toparlamak için. İki dakika sadece."


"Tamam. Seni kapının önünde bekleyeceğim." İstemeye istemeye ellerimi bırakıp kapıya yöneldi. Korku dolu bakışlarını üzerimden zar zor çekip çıktı dışarı. Derin bir nefes aldım o çıkınca. Hızlı adımlarla varıp kapıyı arkadan kilitledim.


"Elif! Niye kilitledin!" Şaşırmıştı. Korkuyla kapının koluna asıldı.


"İki dakika sadece Şilan!" dedim geri adımlayıp. Yatağın üzerindeki yorganı bir hışım yere savurdum. Çarşafı sertçe çekip aldım. Ama bu yetmezdi.


"Elif aç ne olursun! Elif babam gelecek!"


Aldırmadım onun seslenmelerine. Dolaptan iki temiz çarşafı daha alıp bağladım birbirine. acele bir şekilde düşünmüştüm tüm bunları. hiçbir hesap yapmamıştım.


"Elif! Misafirler gelmiş zaten! Vallahi babam gelecek şimdi! Ne olursun aç!"


Bu dakikadan sonra dönüş yoktu artık. Derin bir nefes daha çekip titreyen ellerimle uç uca bağladığım çarşafın bir tarafını yatağın ayağına bağladım sıkıca. İkinci kattaydım. Dümdüz atlasam muhtemelen bacağımı ya da başka bir yerimi kırardım ama çarşaflara tutunarak bu tehlikeyi aza indirmiş olurdum.


Amcam delirecekti. Hatta beni gördüğü, bulduğu ilk yerde kim bilir bana neler ederdi. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı da bilmiyordum. Tek bildiğim bu kasvetli ölüm kokan konaktan kaçacak olduğumdu.


Başka çarem yoktu. Kaçmaktan başka çarem yoktu.


"Elif! Ne olur bir delilik yapma!"


Bu delilik değildi. Bu nefes alabilmemin tek yoluydu.


Çarşafı elimle çekiştirip sağlamlığına baktım. Bir yandan da pencereden çevrede biri var mı diye kontrol ediyordum. Hızlı olmalıydım. Hızlı davranmalıydım.


Çarşafı aşağı sarkıtıp derin bir nefes aldım. Etrafı hızlı bir şekilde taradım. Bana yazılan bu kadere boyun eğmeyecektim. Bacaklarımı pencereden sarkıtıp sıkıca kavradım çarşafı.


"İzin vermeyeceğim." dedim dişlerimin arasından. Çarşafa sıkıca tutunup saldım kendimi aşağı. Çarşafın yumuşak dokusu bir diken olup batmıştı avuç içlerime. Ama aldırmadım. Oralı olmadım. Sırtım sertçe taş zemine çarptığında da oralı olmadım. Ağzımdan kaçmayı bekleyen acı çığlıklarımı bastırdım.


Yere sırt üstü serildiğimde zaman kavramı durdu sandım. Ama dudaklarımda acı bir gülümseme vardı. Bana biçtikleri kaderden kaçmayı başarmıştım.


Kendimi toparlayıp var gücümle ama bir o kadar da dikkatli bahçe duvarına tırmandım ve kendimi ölümü çevreleyen taş duvarlardan aşağı attım.


Başarmıştım.


Şimdilik.


Kaderimden kaçtım sanıyordum.


Oysa kaderimin bu çarşaf gibi ayağıma dolanacağından bihaberdim.


🔥


B Ö L Ü M S O N U


Nasıl buldunuz bölümü?


Sizce ne olacak bundan sonra?


Beğenip yorum yapmayı unutmayın


Sizi çok seviyorum Allah'a emanet olun ❤️

Loading...
0%