Yeni Üyelik
21.
Bölüm

Ateşten Düğüm

@seydnrgrsu

NOT: Bu bölüm geçmişten bir bölüm. Ama benim naçizane tavsiyem bu bölümü daha net anlayabilmek için lütfen önce 'Her Şeyini Yitiren Kız' ve 'Zifiri Karanlık' adlı bölümleri okumanız.


O bölümleri okuduktan sonra bu bölüme dönmeniz ve yorumlarınızı benimle paylaşmanız çok önemli. Hikayemizin güzel yerlere gelebilmesi için yıldıza dokunmayı ve her satıra mutlaka yorum yapmayı unutmayın. Her yorumun da benim için bir ilham kaynağı olduğunu bilmenizi isterim.


Ve ayrıca sizinle bölüm sonu sorularında sohbet edelim mutlaka


🔥


'ATEŞTEN DÜĞÜM'


B A R A N D . İ Z O L


26 Eylül 2016

İstanbul

 


Bedenim epey derin bir uykunun koynundaydı. Günlerdir uyumamamın bir nevi ödülüydü bu. Çünkü yaklaşık bir yıldır bitirme projem için günde neredeyse üç dört saatlik uykuyla yaşıyordum. Şikayetçi miydim? Asla. Kariyerimin zirvesine giden bu yolda elbette böyle küçük şeyler yaşayacaktım ama ben zaten bunu yola çıkmadan göze almıştım.


"Kalk hadi." dedi uykumun en derin yerinde zihin tırmalayıcı bir ses. Hemen ardından odayı karartan perdelerin açılma sesi doldu kulağıma. O perdeyi açınca gözüme giren ışıklardan korunmak için bir elimi yüzüme attım.


"Napıyorsun ya!" dedim uykulu bir mırıldanmayla.


"Kalk hadi kalk!"


"Salim siktir git! Seni hiç göresim yok gözümü açınca." Pencereyi de açınca içeri serin bir rüzgar dolmuştu. Çıplak bedenim rüzgarla titreyip giderken kafamı daha da gömmeye çalıştım yastığa. Kargalar daha kahvaltısını etmeden tepemde karga misali tünemesinden nefret etmiştim.


"Beni değil ama Mehmet ağamı göreceksin az sonra. Kalk o yüzden."


"Siktir git Salim." dedim daha huysuz bir şekilde. Günler sonra ilk defa kafamı yastığa koymuşken ve bu denli sorunlu bir uykum varken bu yaptığı sinirimi daha çok bozuyordu.


Ben öyle derin uyku insanı değildim. Kafamı yastığa koyar koymaz gözlerim kapanmaz ya da ya da öyle derin uyku beni bulmazdı. Yatabildiğim sürede defalarca uykum bölünürdü. Yani sağlıklı bir uyku hayatım yoktu. Hele de yüksek lisans dönemim olmayan uykumu temelli hiç etmişti. Şu son zamanlardaki mezun olma telaşım ve yetiştirmem gereken bitirme projem ise beni günlerdir uykudan mahrum bırakıyordu.


"Sen beni duymuyor musun?" dedi karga sesiyle. "Baban geliyor diyorum neyini anlamıyorsun?" Üzerimdeki yorganı bir hışım çekip almıştı.


"Salim!" dedim kafamı kaldırıp. Bu sefer de kolumu sarmaya çalıştığım yastığı çekip attı.


"Kalk lan!"


"Babam mı geliyor?" dedim sersem ve sonradan dediğini idrak ederken. Yatakta doğrulup onun yerden topladığı eşyalara bakıyordum. Gelişigüzel atılmış ceketimi koltuğun üzerine fırlatmış, ayakkabılarımı da hemen kenara bırakmıştı. "Sen ne diyorsun? Ne zaman?"


"Uçaktan on dakika önce indi. Birazdan burada olur. O yüzden kalk. Toparla kendini!" Eline aldığı siyah tişörtü kafama atmıştı kapıya doğru gitmeden. "Hemen giyin. Melahat hanım etrafı toparlayacak."


Şaşkınca onun kapıdan çıkışına bir müddet sersem sersem bakmıştım. Babam ara ara gelirdi İstanbul'a. Hatta gelir bazen benim yaşadığım bu evde kalırdı. Çeşitli ortaklıkları, burada da idare ettiği şirketleri vardı. O yüzden onun gelip gitmelerine pek şaşırmazdım. Ama sabahın bu saatinde Salim'in bu denli aceleci ve telaşlı olması pek hayra alamet değildi. Hem hiçbir haber vermeden gelmeyen babam da garipti. Çünkü her gelişinden önce mutlaka geleceğini haber verirdi. Yoğun bir dönemde olduğumu bildiğinden kendince rahatsız etmek istemiyordu. Hatta bazen diğer evde bile kaldığı olurdu.


Hızlıca alınan bir duş, üzerime geçirilen bir tişört ve pantolonla hazırdım. Melahat hanım ben hazırlanana kadar evin diğer odalarını toplamış, salondaki büyük masaya muazzam bir kahvaltı hazırlamıştı. Evi kendi tabiriyle 'çiçek gibi' yapmıştı.


Salim babamı karşılamaya inerken ben de günlerdir doğru düzgün bakamadığım telefonumu aldım elime. Bir yandan vücudumu esnetmeye çalışıyordum. Ensemden tüm sırtıma, oradan da tüm vücuduma yayılan bir ağrı vardı. İşaret parmağımla acıyan göz kapaklarımı kaşırken elimdeki telefonun açılmasını bekliyordum.


Bildirimler ardı arkasınca ekrana düşerken babamın sayısız cevapsız aramalarını, kardeşlerimin mesajlarını silip attım. Ama parmağım dün gece atılmış mesajların üzerine gelince duraksamıştım.


'Baran neden açmıyorsun telefonlarımı?'


(21.17)


'Niye böyle yapıyorsun? Günlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum.'


(22.00)


'Baran hiç mi hatırım yok? Bu kadar mı değersizim senin için? Ne kadar oldu seninle konuşmayalı? Neden bu kadar uzaksın?'


(22.10)


'Lütfen konuşalım.'


(22.30)


Mizgin Artuk


Önce silmek için niyetlendim ama sonra kısa bir 'Tamam. Bu akşam görüşelim' yazıp kapattım telefonu. Bu konunun bir an önce netliğe kavuşması gerekiyordu.


"Baran!" dedi arkadan gür bir ses. Babam içeri adımını atarken kollarını iki yana açmıştı. "Oğlum!" Elimdeki telefonu rastgele koltuğun üzerine atıp hızlı adımlarla vardım ve sıkı sıkı kucakladım onu.


"Hoş geldin." Elini öpmek için niyetlendim ama o engel olup tekrardan sarılmıştı sıkı sıkı.


"Çok özlemişim seni." dedi kollarımı bırakmadan. Ne yalan söyleyeyim ben de öyle özlemiştim ki onu. Daha geçen ay görüşmüştük ama benim yoğun programım yüzünden kendisine özlem giderecek kadar vakit ayıramamıştım da.


"Kahvaltıya geçelim. Haberimiz yoktu geleceğinizden. Melahat hanım hemen bir şeyler yaptı ama." dedim mahcup bir şekilde. "Ben de sabahladım da çalışırken."


"Rahatını bozacağız senin de." dedi eli sıkıca omzumu tutuyordu.


"Ne bozması baba. Olur mu?"


"O zaman burada değil boğazda yapalım kahvaltımızı."


"Ne gerek var baba? O kadar yol geldiniz. Hem Melahat hanım hazırladı." dedim biraz şaşkın bir şekilde.


"İçimden geldi. Araç dışarıda bekliyor bizi. Tekne de hazır." Bakışlarım önce arkada duran Rüstem abiye sonra da Salim'e çevrilmişti. Salim hafifçe omuz silkerken Rüstem abi dümdüz bakıyordu.


Babamın isteği üzerine tabiri caizse apar topar evden çıkmış kendimizi onun gelmeden ayarladığı teknenin üst katında kahvaltı sofrasında bulmuştuk.


"Proje ne alemde?" dedi çayını yudumlarken. Uzun zamandır teknede, boğazın enfes sularında kahvaltı etmediğimden içimdeki eksikliği doldurmaya çalışıyordum bir yandan. İştahla tabağımdakileri yerken gülümseyerek arkama yaslandım. Sanırım iki gündür boğazımdan doğru düzgün bir şey geçmemişti. Uyku düzenim gibi yeme düzenim de aksamıştı.


"Dün teslim ettim." dedim az biraz gururla.


"Nihayet tüm yıl çalıştığın projen bitti öyle mi?" Bakışlarının içi parlarken benim de gülümseme daha da büyümüştü.


"Nihayet." dedim rahatlık ve gurur dolu sesimle. Bu bitirme projesi için ne kadar emek verdiğimi en çok kendisi biliyordu.


"Artık diplomalı yüksek bir mühendis duruyor karşımda öyle mi?" dedi benim gibi gururlu bir ifadeyle. Bu başarı sadece, tek başıma ait değildi. Onun da payı epey fazlaydı ve gururun hepsini o hak ediyordu.


"Öyle diyebiliriz." dedim gülüp. Yaşadığım tüm uykusuz gecelere, tüm yorgunluğuma bedeldi bu gülümseme. Omuzlarımdaki tüm yük gitmişti.


"Peki şimdi?" dedi ellerini masanın üzerinde birleştirip. Bundan sonra çizeceğim yolu az buçuk biliyordu. Kafamdaki yol haritasından haberdardı.


"Yurt dışında staj yaptığım şirket..." diye girdim söze. "Geçen gün benimle iletişime geçtiler. Yüksek ortalama, okul ikinciliği, bir de staj dönemimdeki performansımdan memnun olduklarını dile getirdiler. Hatta iş teklifleri bile var bana. Kanada'daki proje kurumunun başına geçmemi istiyorlar. Tüm her şey hazırmış. Sadece beni bekliyorlar." Sesimdeki heyecan bir titreme olarak dışarı duyulurken günler sonra ilk defa bu kadar heyecanlı olduğumu idrak ediyordum ben de.


"Kanada?" dedi babam. Kaşları hafifçe havalanmıştı.


"Evet." dedim aynı heyecanla. "Tüm her şey hazır. Tek yapmam gereken valizimi alıp gitmek. Onlar da proje teslimim için bekliyorlardı zaten." Her şeyin hazır olduğu ve sadece dahil olmam gereken bir hayatım vardı artık. Tüm imkanlar hazırlanmış, kalacağım ev bile dekore edilmişti. İş sadece uçağa atlayıp gitmekte kalmıştı.


"Peki ya seni diğer bekleyenler?" dedi babam. Dediğini idrak edememiştim ama yüzündeki değişen ifade çok hoşuma gitmemişti. Diğer şirketlerin tekliflerinden de haberdardı. Hatta teklif aldığım şirketler arasında kendi iş yaptığı şirketler de vardı. Ama hiçbiri bana Kanada'da verilecek olan imkanı veremeyecekti. Hatta belki işimin başına geçtikten sonra eğitimime de devam edebilirdim orada.


"Anlamadım?" dedim yüzümdeki gülüşü soldurmadan.


"Seni başka bekleyenler de var oğlum." Masanın üzerinde biraz daha eğilmişti bana doğru.


"Diğer şirketlerin hiçbiri bana bu şartları sağlayamayacak. Kariyerimin gelebileceği en iyi noktası Kanada. Düşünsene baba her şey hazır ve sadece beni bek-"


"Seni biz de bekliyoruz Baran." dedi sakince. Sözümü en basit şekilde kesmişti.


"Anlamadım. Ne?" Eliyle hemen arkasında hazır bekleyen Rüstem abiye işaret etti. O da sanki onu bekliyormuş gibi nereden aldığını bilmediğim siyah kapaklı dosyayı babama doğru uzattı. Bakışlarım anlamaz bir biçimde babamın masanın üzerine koyduğu ve yavaşça bana ittirdiği siyah kapaklı dosyadaydı. Dosyanın ön yüzünde yaldızlı harflerle 'İZOL HOLDİNG' yazıyordu. "Bu ne?" dedim dosyayı kendime çekip.


"Aç bak."


Kapağı açarken yazıları okuyabilmek için kafamı eğdim üzerine.


"Bu ne demek baba?" dedim şaşkınca okuduğum satırlardan sonra. Kelimeleri bir hizaya sokarken kaşlarım çatılmıştı gördüklerim karşısında.


"Biz de seni bekliyoruz Baran." dedi aynı sakinliğinle.


"Baba ben ne anlatıyorum sen benim önüme ne veriyorsun?" dedim şaşkınlığım en zirve noktasına ulaşırken.


"İşin hazır. Halihazırda hemen başına geçebileceğin projeler var. Hepsi hayata geçmek için seni bekliyor."


"Olmaz." dedim dosyanın kapağını sertçe kapatırken. "Katiyen olmaz. Böyle bir şeyi kabul etmem." Hiçbir şey demeden öylece bakıyordu bana. "Bakma öyle yani. Kabul etmeyeceğimi biliyorsun."


"Kestirip atma hemen. En az Kanada'daki kadar iyi bir iş teklifi bu. Hem de kendi memleketinde, ailenin yanında, kendi şirketinde."


"Ben bunu kabul edemem baba. Sen benden Mardin'e dönmemi istiyorsun. Verilen tüm imkanları elimin tersiyle itip kalkıp seninle Mardin'e dönmemi istiyorsun." Sandalyemi geri iterken hızlıca kalktım ayağa. Midemde tuhaf bir bulantı baş göstermişti. Belki teknenin sallantısından ama kesin olarak yaşadığım şoktandı hepsi.


"Fevri karar veriyorsun. Hazır bir koltuktan ve başına geçeceğin bir sürü projeden bahsediyorum. Kendi ekibini kendin kuracaksın. Tüm şartlar senin istediğine göre ayarlanacak. Her şey senin istediğin doğrultuda olacak."


"Yapma baba. Benim bu noktaya gelene kadar ne kadar emek verdiğimi sen de biliyorsun." Bir umut bakıyordum yüzüne. 'Tamam öyle olsun' sözlerinin dökülmesini istiyordum dudaklarından. En nihayetinde ben onun kaç yıllık oğluydum ve beni en iyi onun tanıması gerekiyordu. Buna 'hayır' diyeceğimi en iyi onun bilmesi gerekiyordu.


"Oradaki imkanların az olduğunu mu sanıyorsun?"


"Elbette az değil. Az değil ama ben her şeyi hazırladım. Kanada için o kadar hazırlandım ki."


"Mardin'de daha iyi imkanların olacak." Sandalyesini geri itip o da kalktı ayağa. Sallanan teknede bir o yana bir bu yana adımlamaya başlamıştım. Eğer beni birazcık tanıyorsa buna hayır diyeceğimi en baştan beri bilmesi gerekiyordu. Çünkü ben bu iş için yıllarımı vermiştim. Baştan beri çizdiğim yoldan öylesine haberdarken bu ısrar niyeydi?


"Olmaz." dedim kesin bir dille. Sesim sertçe tenimizi döven rüzgarın ve hırçınlaşan dalgaların sesine karışıp gitmişti.


"Hem bununla da sınırlı değil." dedi yanıma dolaşıp.


"Ne olursa olsun hayır." Vazgeçmeyecektim. Çizdiğim bu yoldan asla geri dönmeyecektim.


"Hem dedenin de sana bir teklifi var." Bakışlarım hızla onu bulurken kaşlarım şaşkınlıkla çatılmıştı. "Biliyorsun ki aşiretin en büyük torunu sensin."


"Ee?" dedim gelecek sözlerine istinaden.


"Töre gereği ağalık senin hakkın. Soy yürütme senin üzerinde."


"Bu sözlerinin devamında gelecek şeyler ne peki?" dedim bedenimi iyice ona döndürüp. Elimle sertçe sakallarımı sıvazlıyordum sakinleşebilmek adına.


"Şöyle ki, deden Mardin'e dönüp her şeyin başına da geçmeni istiyor."


"Sen dururken bu bana düşmez." dedim biraz şaşkın biraz da kızgın bir tonda.


"Asıl sana düşer. Baran bak bu senin hakkın."


"Dedemin tek torunu ben değilim. Maran var. Diğer oğlun Cihan var."


"Maran'ın hakkı değil. En nihayetinde ne kadar o da İzol torunu olsa bile soyadı İzol değil. Ki olsa bile sen en büyüksün. Yine de senin hakkın."


"Ne yani?" dedim sinirle demirlere tutunup. "Sırf bu yüzden her şeyden vazgeçip döneyim mi?"


"Bir şeyden vazgeçtiğin yok. Diploman elinde. Ayriyeten sana daha da iyi imkanlar sunuyoruz Baran. Orada başka birinin şirketinde bir çalışan olacaksın ama Mardin'de aile şirketinde kendine ait bir koltuğun, kendine ait projelerin olacak. Bakarsın holding içinde kendi projelerin için başka bir şirket bile kurarsın."


"Olmayacak baba." dedim ellerimi demirlerden çekip. Hızlı adımlarla onun yanından geçip merdivenlere yöneldim. "Asla kabul etmeyeceğim."


🔥


"Ben de geliyorum." Salim açtığım kapıyı sertçe geri kapatırken yakasına yapışmamak için zor tutuyordum kendimi. Neyini anlamıyordu 'yalnız gideceğim' dememin?


"Çekil." dedim dişlerimin arasından. Kapının koluna tekrar uzandım. Ama çekmedi elini.


"Bak halin iyi değil. Bu şekilde yalnız bir yere gönderemem seni." E her insanın sabrı vardı. Benimki de buraya kadardı. Sertçe ceketinin yakasını kavrarken sarsmıştım da onu.


"Sana dediğim şeyi idrak edemiyor musun sen lan! O siktiğim kafan almıyor mu dediklerimi! Tek başıma gideceğim! Sen de kuyruk gibi dolanmayacaksın peşimde! Bu da sana benim emrim!" dedim yüksekçe. Asla ona karşı böyle biri olmamıştım. Çocukluğumdan beri benimle, aynı avlunun içinde büyümüştü Salim. Sadece bir koruma, bir sağ kol değildi benim için. Bir yol arkadaşı, çoğu zaman bir rehberdi bana. Cihan neyse, Ahmet neyse, İlkkan neyse o da aynıydı. Ama beni en iyi tanıyan insanlardan biri olarak şu sinirimle bana yaklaşmamak gerektiğini en iyi onun bilmesi gerekmez miydi!


"Başlarım sana da öfkene de!" dedi benden daha sert ensemi kavrayıp beni geri çevirirken. "Öfkeden önünü görecek halde değilsin ve yalnız başına gideceksin öyle mi! Bin şu arabaya!" Ensemi sertçe kavradığı elini çekmeden daha da sıkarak beni açtığı kapıdan içeri zorla oturtmuştu. "Normal düşünemiyorsun!" dedi şoför koltuğuna geçip. "Mehmet ağanın dediklerinden sonra delirdin! Bu halde mi kullanacaksın bu arabayı! O kızın yanına da hiç gitmemen gereken bir zaman bu!"


"Sür şunu." dedim ona bakmadan. Ensemden sırtıma yayılan keskin ağrı ve damarlarımda dolaşan öfkeyle yerimde duramıyordum. Tahammülüm sıfır noktasındaydı.


"Mantıklı düşünemiyorsun bile! Ne olacak gidince!"


"Görürsün ne olacağını! Sür hadi şunu!"


"Öyle mi!" Direksiyona vurmuştu sertçe.


"Öfkem bu konudaki düşüncemi değiştirmeyecek anlıyor musun! Hayatımda bir konuda hiç bu kadar net olmamıştım! Gideceğiz, konuşacağız ve bu saçmalık bitecek! O yüzden sür şu siktiğimin arabasını!" Öfkeyle ona dönerken bir müddet yüzüme bakmış sonra da hiçbir şey demeden çalıştırmıştı arabayı. Araba büyük bahçeden çıkarken de, ana yolda hızla yol alırken de tek düşünebildiğim babamın kulaklarımda yankılanan sözleriydi.


'Biz de seni bekliyoruz Baran...'


'Dedenin de sana bir teklifi var...'


'Aşiretin başına geçeceksin...'


Küçüklüğüm dedemin katı kuralları çerçevesinde, onun aşamadığım sınırlarının tam ortasında, kulağıma söylediği aşiret, töre masallarıyla geçmişti. Birbirine sadık, geniş ve köklü bir aile, her gücü elinde tutan bir aile, ebedi düşmanlarının gölgesinde yükselen bir aileydik biz ona göre. Soyadımızın gücü, ailemizin sınırları genişti. Uçsuz bucaksızdı. Herkes bu gölgenin, bu sınırların altında rahatça yaşamalıydı.


Ben kendi yolumu kendim çizerken şimdi bana vadedilen bu şeyler ne kadar umurumda olmalıydı peki? Ne olacaktı? Ailemizin saadeti, soyunun devamı için bu şart mıydı? Benim o topraklara dönmem, her şeyin başına geçmem ve bana denilenlere boyun eğmem şart mıydı?


"Geldik." dedi Salim daha sakin ama bir o kadar mesafeli bir tonda. İstanbul'un işlek caddelerinden birinde 'sakin' bir kafenin konumuydu telefonuma gönderilen. 'Her zaman buluştuğumuz yer' diye yazmıştı mesajında. Toplasan iki üç kere anca buluşmuştuk burada.


"Senin gelmene gerek yok." dedim Salim'e arabadan inerken. Ama beni dinleyecekmiş gibi bakmıyordu.


"Kapıda olacağım." dedi mesafesini sürdürüp. Çiseleyen yağmura aldırmadan bana göre yavaş sayılabilecek adımlarla ilerledim kaldırım boyunca. Sokak lambası yanmayan karanlık köşeyi dönerken Salim'in adımları eşlik ediyordu bana.


Cam kapıyı elimle iteleyip içeri girerken bakışlarım iki üç kişinin anca olduğu içeriyi taradı. İçerisi yoğun şeker kokuyordu. Parlak ışıklar beyaz tonlardaki içeriyle birlikte insanın gözünü yoruyordu.


"Baran!" dedi en sağ köşeden elini kaldırırken. Hatta hızlıca ayaklanmıştı da. "Buradayım gel." dedi masanın yanına hızlıca dolaşıp. Ona doğru hızlı adımlar atarken yanına vardığımda sarılmak için hamle yapmıştı fakat kendimi bir adım çekmemle ne yapacağını bilemeden ellerini yavaşça indirdi. Yüzündeki büyük gülümsemenin solduğu gözümden kaçmamıştı ama belli etmemeye çalıştı.


"Merhaba." dedim mesafeli bir şekilde.


"Merhaba. Beni kırmayıp geldiğin için teşekkür ederim." Ona bakmadan kendi tarafımdaki sandalyeyi çekip oturmuştum. Ben oturduktan sonra o da saçlarını düzeltip tam karşıma oturdu. Buraya gelişim onu kırmamak için değildi. Bunca zamandır devam eden bu saçma konunun bir daha açılmamak üzere kapanmasıydı sadece. "Nasılsın?"


"İyi sen?"


"Ben de iyiyim. Sen gelince daha iyi oldum. Bir şeyler içmek ister misin? Buranın çok meşhur bir kahvesi var. Hani geçen buluştuğumuzda anlattım sana. Yanında da o cevizli keklerinden isteyebiliriz. Bence çok iyi bir ikili. Hatta onları sevmezsen fındıklı ku-"


"Mizgin dur lütfen." Elimi havaya kaldırırken sakin olması için yapmıştım bunu. Nefes almadan hızlı hızlı konuşuyordu. "Buraya kahve içmeye gelmedim. Konuşmak için geldim."


"Biliyorum. Ama bunu kahvelerimizi içerken de yapabiliriz." İri gözlerini tedirgince açıp kapatmıştı.


"Uzun uzun oturma niyetinde değilim." Yüzündeki gülümseme solarken bakışlarını kaçırmaya çalıştı. "Mizgin bak ben daha fazla bu konunun uzamasını istemiyorum. Şu son birkaç aydır hayatımızda olanlar çok da mantıklı değildi."


"Baran biz senin işlerin, okulun yüzünden görüşemiyoruz bile. Aramalarıma, mesajlarıma dönmüyorsun. Ne zaman oldu seni görmeyeli."


"Konu benim işim okulum değil."


"Vakit geçiremiyoruz seninle. İstanbul'a ilk geldiğim yılı unuttun mu? Gezmedik yer bırakmadık. Ne güzel vakit geçiriyorduk. Ama sonra sen bana bir türlü vakit ayıramaz oldun. Aramıza görünmez bir duvar çektin. Ben o duvarı aşamıyorum Baran. Şu son birkaç ayda asla sana ulaşamıyorum." Masanın üzerinde duran ellerimin üzerine bıraktı ellerini. Ellerimi yavaşça geri çekerken arkama yaslandım. Şaşırmıştı.


"Mizgin sen benim çocukluğumdan beri en iyi arkadaşlarımdan birisin."


"Ne değişti Baran? Neden bu mesafe?"


"Çünkü ailelerimizin hakkımızda verdiği o gizli kararı öğrenmem değiştirdi her şeyi oldu mu? Sen benim arkadaşımsın ama ailelerimiz evlenelim istiyorlar." Bir çırpıda aklımdan geçenleri dile getirirken sertçe yutkundu.


"Baran... Ne var bunda? Hem-"


"Hem senin de bana duyguların var." Hızla kestim sözlerini. Gözleri iri iri açılırken bir şey diyecek oldu ama vazgeçti. "Ama benim sana yok. Sırf ailelerimizin çıkarları doğrultusunda yapılacak bu evliliğe de gönlüm yok."


"Baran..." Çenesi titremeye başlamıştı. Derin bir nefes alıp elleriyle önüne düşen uzun saçlarını geri iteledi. "Ben..."


"Özür dilemem gerekiyorsa özür dilerim ama daha fazla kendi kafanda kurup böyle bir hayale kapılmanı istemiyorum. Sen benim sadece arkadaşımsın dahası değil. Ve bunu bir netliğe kavuşturmalıyız artık."


"Ama Baran." Gözünden kaymak üzere olan yaşı elinin tersiyle sildi hızlıca. "Biz seninle o kadar vakit geçirdik. Ben sırf İstanbul'a senin için geldim. Biz seninle..." ağlamamak için ellerini dudaklarına bastırdı. "Biz seninle o kadar vakit geçirdik."


"Arkadaş olarak Mizgin. Sen benim çocukluk arkadaşımsın. Beraber büyüdük. Ben sana hiç farklı şekilde ümit vermedim ki. Sana hiç diğerlerinden farklı davrandığımdan farklı davranmadım ki. Diğer arkadaşlarım neyse senin de yerin öyleydi bende. Ama sen aile büyüklerinin yakıştırmalarına aldandın Mizgin. Eğer beni birazcık tanıyor olsaydın bunu ilk duyduğun anda böyle bir karar evet demeyeceğimi de bilmen lazımdı."


Her şeyin ilmek ilmek işlendiğinin farkındaydım aslında. Bugün babamın gelip geri dönmemi istemesi bunun en zirvesiydi. Planların uzun zamandır kurulduğunun farkındaydım. Sadece eksik parçayı arıyordum hepsi bu. Eksik parça da dedemin verdiği o karardı.


Aile dostumuz olan ve 'Artuk' ailesinin biricik kızıyla izdivacım gerçekleştikten sonra beni dışarıda tutacak hiçbir şey olmayacaktı. İstedikleri gibi hem şirketlerin hem de aşiretin başına geçecek ve kendi istedikleri doğrultuda yaşayacaktım. Hayatımı kendi çizdikleri sınırların içinde devam ettirmemi istiyorlardı.


Mizgin, onlar için ideal eş adaylarından biriydi. Benim için değildi ama. Kardeşlerimden ayırmadığım en yakın arkadaşıma hiç o düşüncelerle yaklaşmamıştım ve yaklaşamayacaktım da. Ama Mizgin, içten içe yapılan bu planı öğrendiğinden beri değiştirmişti bana olan duygularını. Ablamın dediğine göre yavaş yavaş işliyorlardı Mizgin'i.


"Bir şans veremez misin Baran? Bunca yılın hatırına, beni sevmeyi deneyemez misin?"


"Asıl bunca yılın hatırına bunu denersem daha kötü olmaz mı?" dedim. Artık gözünden yaşlar süzülmeye başlamıştı bile.


"Ne yani beni hiç mi sevmiyorsun? Deneyemez miyiz Baran? En yakın iki arkadaş olarak deneyemez miyiz? Birbirimizi bizden daha iyi tanıyan yok. Bu sayede bir ilişki başlatamaz mıyız?" Her kelimesi şaşkınlığıma şaşkınlık katıyordu. Çocukken farkında değildik ama büyüdükçe hem çevrenin hem de ailelerimizin yaptığı yakıştırmaların elbette ben de farkına varıyordum. Başlarda kulak asmıyordum ama şu son bir yılda bu ciddi bir boyuta ulaşmıştı.


"Seviyorum Mizgin. Ablamı, kardeşlerimi, diğer arkadaşlarımı nasıl seviyorsam seni de öyle seviyorum. İnsan beraber büyüdüğü insanı sevmez mi hiç? Ama başka türlü sevmiyorum."


"Neden Baran?" ağlamaları her kelimem karşısında biraz daha şiddetleniyordu. "Bizden niye olmaz? Yapamaz mıyız? Hem ben seni bu kadar severken?"


"Mizgin lütfen. Ben bu konuya hiç böyle yaklaşmadım. Bu konuda asla senin gibi düşünmedim. Sen sana bu konular söylendiğinde gelip konuşmalıydın benimle."


"Öyle mi?" dedi hızlıca ayağa kalkıp. "Bu kadar değersizim yani senin için? Bunca yıllık arkadaşlığımızın hatırı bile yok öyle mi?"


"Mizgin lütfen yapma böyle."


"Hiç hatırım yokmuş senin için!" Sesinin yükselmesiyle etrafta oturanlar bize bakmaya başlamıştı. Masanın üzerinde duran çantasını kapıp hızlıca kapıya doğru yöneldi. Derin bir nefes verirken cebimden çıkardığım paraları masanın üzerine bıraktım ve ben de çıktım dışarı. Doğru düşünemiyordu. Kapıldığı bir hayal vardı ama ben o hayalin içindeki kişi değildim. Bir yandan da cebimdeki çalan telefona attım elimi. Ablam arıyordu.


"Abla." dedim kaldırım boyunca hızlı hızlı yürürken. Bir yandan da Salim'e işaret etmiştim peşimden gelmesi için.


"Konuşabildin mi? Hallettiniz mi Mizgin'le aranızdaki şeyi?" Ablamın her şeyden haberi vardı. Eskiden beri beni 'sizi yakıştırıyorlar' diye uyarıp dururdu da. Başlarda onun bu uyarılarına kulak asmamıştım ama son zamanlarda olanları haber verdikten sonra ona hak verir olmuştum. Mizgin'e karşı arkadaşlıktan öte bir duygu beslemediğimi çok iyi biliyordu. Bu durumun beni rahatsız edeceğinden haberdardı. Bense kulak tıkmayı seçmiş, görmezden gelmeyi daha cazip bulmuştum. Ama birkaç ay önce telefonda 'evlilik gibi bir düşünceleri var' deyince ilk defa görmezden gelememiştim.


"Konuştuk. Konuştuk ama pek iyi olmadı." Koşarak gitmişti resmen. Ona yetişmek için benim de adımlarımı daha da hızlandırmam gerekmişti. "Dediğin gibiymiş. Haklıymışsın." Sokak lambası yanmayan köşeyi hızla dönecektim ki karanlıkta ne olduğunu anlayamadan biri bana hızlıca çarpmış, çarpmanın etkisiyle de kulağımda tuttuğum telefon fırlayıp gitmişti. Bana tutunmaya çalışırken 'Pardon' dedi. Refleks olarak kollarını tutarken düşmesine son anda mani olmuştum.


"Özür dilerim ben... İstemeden oldu..." dedi ağlamaklı bir tonda. Karanlıktan yüzünü göremiyordum. Tek fark ettiğim aldığım kokusu o olmuştu kısacık zamanda.


"Sorun değil. Siz iyi misiniz?" Kollarını benden çekerken afallayarak atmıştım bir adım geri. Ama o cevap vermeden hızlıca geçti gitti.


"Kamer dur!" diye seslendi onun arkasından başka biri. Ben şaşkınca yaşadığım bu iki üç saniyeye anlam vermeye çalışırken Salim koşarak geldi bu sefer.


"Mizgin hanıma ulaşamıyorum. Taksiye atlayıp çekip gitti. Telefonunu açmıyor." Bakışlarım az önce bana çarpan kızın koştuğu boş kaldırımda kalmıştı. "Sen beni duyuyor musun?" dedi omzumdan sarsıp Salim.


"Gitsin bırak." dedim. Bakışlarım tekrar tekrar boş kaldırımda dolaşırken. Kolumdan çekmesiyle kendimi toparlayıp yürümeye başladım. Mizgin'le uğraşacak halim de isteğim de yoktu. Yorgundum ama bir hayli de sinirliydim olanlara. Önce babam sonra bu çıkmıştı başıma.


O gün hayatımın dönüm noktası olduğunun daha bilincinde değildim. Kaderin atacağı düğümlerden bihaberdim.


🔥


Haziran 2022


Mardin


6 ay önce


"Abi?" dedi dışarıdan bir ses. "Abiii!" cevap vermeyince melodileştirerek bağırdı tekrar. "ABİİİİİİİ!"


"Sesine de sana da..." derken zar zor taktığım vidayı sıkmaya çalışıyordum.


"Burada kimler varmış?" dedi sahte bir şaşkınlıkla. Gülerek yanı başıma gelip eğilmişti. "Naber tamirciler kralı?" yanağımdan makas almak için hamle yaptı ama eline bulaşan motor yağıyla parmaklarını hızla geri çekti. "Iyyy..." diye mırıldanmaktan kendini alamamıştı da.


"Ne var?" dedim ona bakmadan. Parmaklarıma bulaşan yağı tekrar önümdeki eski bez parçasına sildim. Diğer vidayı da yuvasına oturtup sıkmaya başladım. Dudaklarımın arasındaki sigaradan bir nefes alırken külü dizime düşmüştü.


"Oh oh kolay gelsin. Vallahi epey toparladın gibi ha?" Doğrulup arkamdan diğer tarafa dolaştı. "E pek bir eksiği kalmamış. Motor yok, gövde desen varla yok arası. Teker desen hiç yok."


"Yardım etmeyeceksen siktirip gidebilirsin güzel kardeşim." Bitmeye yakın olan sigaramdan derin bir nefes daha içime çektikten sonra izmariti ona doğru fırlattım. Asla bana bu konuda yardımı dokunmazdı.


"Abiiii." dedi laubali haliyle tekrar. Ellerini özenle fönlediği saçlarının önünde dolaştırmasını anlam veremeden izliyordum. Üzerine savrulan azıcık külü silkelemeye başladı.


"Sen benim motoruma laf edeceğine işine bak." Cebimden yeni bir sigara daha çıkarıp dudaklarımın arasına yerleştirdim.


"Vallahi beni bugün yine şaşırtmıyorsun sayın Baran."


"Neden?" dedim üstünkörü. Sıktığım vidaları yağlamaya başladım dikkatle.


"Seni bu konağın sınırları içinde görmeyeli o kadar zaman oldu da ondan. Şirketten dışarı adım atmıyorsun. Atarsan da orası ya şantiye oluyor ya da burası. Motorların da olmasa sanırım hiç gelmeyeceksin konağa." Yerimden doğrulurken elime bulaşan yağları beze sildim.


"Doğru." Dedim yanından geçip masaya doğru yürürken. Alnımdan akan terleri sildim elimin tersiyle. Takımları dikkatle yerine yerleştirirken eline aldığı vidaları havaya doğru tutup kıstığı bakışlarıyla incelemeye başlamıştı Cihan.


"Ne yapıyorsun?" dedim ona doğru.


"İkisi de aynı ama neden renkleri farklı bunların?" en sorulmayacak soruları her zaman nereden buluyordu hiç bilmiyordum.


"Sen niye geldin?" dedim masanın üzerindeki vidaları kutusuna koyarken. Bugün gövdenin parça birleşimini bitirdikten sonra motora geçmeliydim.


"Berfin sana börek yapmış." Dedi elindeki vidaları havaya tutmayı sürdürüp. Bakışlarım omzumun üzerinden ona çevrildi. "Halam gönderdi beni. 'Baran oğlumu çağır da sıcak sıcak yesin' dedi." Gülmemek için de yanaklarını ısırdığını görebiliyordum.


"Ee?" Sinirlenmeye başlamıştım onun bu haline.


"Vallahi sende de ne şeytan tüyü var artık bilmiyorum ama bu börekler de hep sana açılıyor."


"Cihan!" Dalgasının geçilmesini en sevmediğim konulardan biriydi bu. Halamın ne yapmaya çalıştığı aşikardı ama bun eğlencesini yapmak da kimseye düşmüyordu.


"Bak demedi deme." Dedi elindeki vidaları motorun yanına bırakıp. "Halam börek, pasta, kek derken verecek kızını sana." Elime geçen kirli bezleri sinirle ona doğru fırlattım.


"Kes lan!"


"Ne kızıyorsun ya? Yalan mı? Hangimize yapılıyor bunca börek pasta? Şahsen bana bir bardak su vermişliği yok Berfin'in. Varsa yoksa sen."


"Bak sinirleniyorum Cihan haberin olsun." Geri önüme dönüp sigaramdan hırslı bir nefes daha çektim.


"Ne var canım?" dedi laubaliliğiyle yanıma yanaşıp. "Tüm gün pasta börek yersin artık. Aç kalmazsın." Elimin tersindeydi ve sinirimi iyice zirveye tırmandırmıştı. Daha fazla dayanamayıp sertçe kavradım ensesinden. "ABİ YA! ELLERİN MOTOR YAĞINDAN SİMSİYAH! MAHVETTİN YA!"


"Sinirimi bozma sen de! Bu konudan ne kadar haz etmediğimi çok iyi biliyorsun!" Önümdeki masaya yasladım sertçe onu. Yüzü masaya yaslı olduğundan sesi boğuk çıkıyordu.


"Sana da şaka yapılmıyor ha! Çekilir misin üzerimden ya!"


"Yapma şaka! İstemiyorum!"


"Abi ya vallahi mahvoldum! Çekilir misin! Çekilsene ya!"


"Bir daha bu konuda şaka yapacak mısın!" dedim ensesine daha çok baskı uygulayıp.


"Vallahi yapmayacağım. Söz! Kurbanın olayım! Canım abim! Vallahi de billahi de söz!"


"Zaten yaparsan belanı sikeceğimi de biliyorsun!" Ensesinden tutup geri savurdum.


"Üstüm başım hep motor yağı oldu ya! Şu halime bak! Yeni yapmıştım saçlarımı!"


"Aman saçın mı bozuldu erkek güzeli?"


"Sana bir daha şaka yapan ne olsun! Hem ne diye kızıyorsun ki! Bilmiyorum sanki ben seni!"


"Biliyorsan madem şaka yapma!"


"Sen de halama bir şey diyemiyorsun bana oluyor olan." Kendi kendine huysuzca mırıldanırken baktığımı fark edip eliyle ağzına görünmez bir fermuar çekti. "Sanki hiç evlenmeyeceksin." dedi omuz silkip.


"Evlenmeyeceğim oldu mu?" dedim ondan bakışlarımı çekip tekrar masayı düzenlemeye döndüğümde.


"Görürüm ben seni. Seni de elbet kendine kör kütük aşık edecek biri çıkar merak etme."


"Cihan boş boş konuşma. Siktirip git. Kafamı yeterince şişirdin."


"Ben aslında sana bugün şantiyeye gitmeyecek misin diyecektim."


"Bugün mümkünse motorumun işini bitirmek istiyorum Cihan. Eğer defolup gidersen işime geri döneceğim." Bıktırmıştı iki dakikada.


"Tersindesin yine aman. Sanki bugün temeli atılacak projenin başında da ben varım?" Bakışlarımı ağır ağır önümden çekerken dudaklarımın arasındaki sigarayı da masaya bırakmıştım. "Bakma öyle abi. Bu senin başında olduğun iş. Temel atma töreni var. Sen burada motor mu tamir edeceksin?"


"Evet?" Kafasını iki yana sallarken elini çalan telefonuna attı.


"Anladım." dedi bakışlarını benden çekmeden. Telefonu kapatıp cebine attı sonra. "Babam eğer gelmeyecekse onsuz başlarız dedi. Senin yerine Maran olacakmış."


"Olsun." dedim yerimden kalkıp tekrar motorun yanına doğru yürürken. Umurumda olan bir durum değildi. Hangi projenin başında kim varmış ve yerine kim geçmiş artık ilgi alanımda değildi.


"Bu mu yani abi? Geceni gündüzüne kattığın projeyi senin yerine Maran mı anlatsın? İnanamıyorum sana ya?"


"Eee?" dedim umursamazlığımı sürdürüp.


"Ee mi? Nasıl ya! Abi sen deli misin? Tek başına o kadar şeyi sırtlandın şimdi senin yerine bir başkası mı geçsin ben yaptım diye! Saçmalama!" hızlı adımlarla yanıma geldi ve kolumdan çekti. "Kalk hadi gidiyoruz."


"Cihan bırak." dedim kolumu kurtarıp ama benim kardeşim kelimenin tam anlamıyla bir sülük olduğundan hızlıca tekrar yapışmıştı koluma.


"Ne yani tüm emeklerini bir başkasının mı sahiplenmesine izin vereceksin? Katiyen kabul etmiyorum!"


🔥


Dediğini de yapmıştı o katır inadıyla sağ olsun. Kendimi Cihan'ın ısrarlarıyla temel atma töreninde bulmuştum son dakika. Herkesin tebrik faslına geçmeden ve projeden gururla bahsetmeden hemen öncesinde varmıştık inşaat alanına.


"Son dakika yetiştik." diye fırlamıştı sevinçle Cihan önümden. Maran konuşma yapılacak kürsüde projeden bahsetmeye başlamıştı bile. Ve sanırım Cihan'ın dediği gibi, benim hazırladığım projede Maran'ın adı yer alacaktı.


"Projenin gerçek sahibi." demişti beni gören babam. Sesinden taşan bir gurur bakışlarında geldiğim için olan büyük bir minnet vardı. Alkışlar arasında kürsüye ilerlerken Mervan eniştenin sözleri ilişmişti kulağıma. 'Sadece Baran'ın başarısı değil. Maran'ın da emeği çok'.


O gün o temel atma töreninde yaşananlar aslında yıllardır Maran'la aramızdaki süren rekabetin küçücük bir habercisiydi. Bana göre ortada bir rekabet var mıydı? Asla. Cihan, Ahmet neyse Maran da öyle bir konumdaydı hayatımda. Ve bu konumda olan birini asla 'rakip' olarak göremezdim kendime. Maran cephesinden de böyle bir hareket yoktu. Ama ara ara şirkette, toplantılarda Mervan eniştenin üstü kapalı imalarına maruz kalıyordum. Bence bu ikimizi de değil de aile büyüklerini kapsayan bir rekabetti. Dışarısı böyle istiyordu. Umursadığım da söylenemezdi. Tıpkı diğer her şeyi umursamadığım gibi.


Ben aile şirketine kendi isteğimle dönmemiştim. Kendi kurmaya çalıştığım hayatımdan büyük ısrarlar sonucu vazgeçip bana biçilen bu kaftanı giymeye başlamıştım. Ama bu giyeceğim ilk kaftan değildi. Niceleri vardı beni bekleyen.


Daha bunlardan bihaberken ben yine en bildiğim şeyi yapıyordum. Kendimi ölesiye zorlayıp şirketin sınırlarından dışarı mümkün olmadıkça çıkmıyordum.


"Baran bu ne demek!" Temel atma töreninin ertesi günü şirkette sabahladığım ve vücudum uykusuzluktan sızlarken odamın kapısı sertçe açılmıştı. Bakışlarım önümdeki ekrandan kapıyı sertçe açıp giren Maran'a kaydı.


"Ne ne?" dedim kılımı kıpırdatmadan. Benim sakinliğime ters bir şekilde epey hararetliydi Maran. Deyim yerindeyse burnundan soluyordu.


"Bu ne demek! Yaptığın bu şey ne demek!" Oturduğum masaya büyük hızlı adımlar atarken elindeki dosyayı da masanın üzerine savurmuştu. Bakışlarım buruş buruş olmuş mavi dosyayı buldu. "Beni projeden almışsın!"


Masaya fırlattığı dosyayı elime alıp daha sabah imzaladığım kağıtları açtım yavaşça.


"Evet?" dedim ona bakmadan. Kaç saat önce imzalanmış ve kendisine gönderilen dosyadan yeni haberi oluyordu demek ki.


"Ne demek evet Baran! Ne demek evet ya! Nasıl böyle bir şeyi yaparsın sen!"


"Yapabiliyorum çünkü." dedim sözlerime hafif bir omuz silkmesiyle eşlik edip.


"Bu mu yani gerekçen! Yapabiliyorum mu diyorsun!" Sesinin tonu o kadar fazlaydı ki koridordaki kalabalık kapının önünde ne olduğunu rahatça dinlemeye başlamışlardı.


"Evet Maran." dedim yerimden kalkıp. Normal adımlarla kapıya ulaştım ve onun çarparak açtığının aksine yavaşça kapattım.


"Günlerimi verdim ben o projeye! Senin bir lafınla mı alınacaktım ben ha! Emeklerim var!"


"Hangi emek?" dedim bir elimi cebime atıp. Emek diye bahsettiği esnek çalışma saatleri, çoğu zaman yerine getirilmeyen sorumluluklar ve sayamadığım nice şey miydi? "Pardon ama tam olarak ne emeği bu Maran!"


"Bilerek yapıyorsun değil mi? Sırf tek başına adın anılsın diye bilerek yapıyorsun değil mi?"


"Böyle düşünmediğimi sen de biliyorsun. Ama sen kendi sorumluluklarını asla yerine getirmiyorsun! Senin yapman gereken şeyleri de ben yapıyorum! Senden zemin raporunu isteyeli tam bir hafta oldu ama yok! Mali durumları kontrol ettiğini söyledin ama etmemişsin! Toplantılara gelmiyorsun! Seni şirketin içinde ne zaman arasam yoksun! Bu mu emeğin! Hangi emek Maran!"


"Ne kadar çalıştığımı sen de biliyorsun!" Elini sertçe önündeki koltuğa vurmuştu.


"Biliyorum!" dedim aynı onun gibi sesimi yükseltip. "Bildiğim için de seni bu projeden alıyorum!"


"İnadına yapıyorsun bilmiyor muyum ben! Dün temel atma töreninde bana kızdığından yapıyorsun! Ama nedense biz hep senin keyfini bekliyoruz!"


"Bekleme o zaman Maran! Sen de bir şeyler yap! Yap ki bunlar yaşanmasın!" Hızlı adımlarla gelip tam önümde durdu.


"Bu burada bitmedi Baran! Önümde olmana, sürekli parlatılmana izin vermeyeceğim! Senin gölgende kalmayacağım! Sen yokken ben vardım! Sen İstanbul'da Kanada'da gününü gün ederken burada ben vardım!" İşaret parmağıyla sertçe vurdu omzuma. Dudaklarımda sinir gülümsemesi yerini alırken omzuma çevirdim bakışlarımı.


"Hiç geri durma o zaman! Meydan senin!"


"Bu burada kalmayacak Baran! İnan ki bu burada kalmayacak!" Gözlerindeki hırs sesinden dışarı taşarken sinirli adımlarını geri döndürdü ve hızla çıkıp gitti. Giderken de kapının eşiğindeki Cihan'a çarpmıştı sert bir şekilde.


"Ne oluyor?" dedi kapıdaki afallayan kardeşim.


"Bir şey yok." Gömleğimin yakasını düzeltirken sandalyeme doğru yürüdüm.


"Siz demin kavga mı ettiniz?"


"Ne istiyorsun Cihan? Niye geldin?"


"Dedem seni evde bekliyormuş. Seni aramış ama ulaşamamış. Benden istedi." Yüzünde geçmeyen bir şaşkınlık vardı.


"Gitmeyeceğim." dedim yerime oturduktan sonra Maran yüzünden yarım kalan işime dönerken. Dünden beri iki olmuştu beni eve çağırdığı. Ama gitmeyecektim.


"Ama abi-"


"Cihan gitmeyeceğim." Tekrar ağzını açıp bir şey diyecek oldu ama ters bakışlarıma toslayınca susup gitmekten başka çaresi kalmamıştı. Eve mümkün olduğunca uğramadığımı herkes gibi dedem de biliyordu. Hem de herkesten daha iyi biliyordu. Ve bana ısrar edildikçe benim ters tepeceğimden de sonuna kadar haberdardı.


Altı yıl önce buraya 'zorla' gelmeme vesile olduğundan aramıza görünmez, soğuk bir duvar çekilmişti. Ben çekmiştim bunu. Hayatıma, seçimlerime duyulmayan saygıdan sonra da her gün o duvar biraz daha yükselir olmuştu.


Ona karşı gelmek herkes için zordu. Ben istisna olduğumu sanırken bununla acı bir şekilde yüzleşmiştim.


O gün telefonuma ara ara mesajlar atmıştı Cihan. Hatta yetmemiş Dilan da aramıştı bir iki kere. Büyük ihtimalle evde 'gelmem' için kesin bir emir verilmişti ve herkes fellik fellik ne yapacağını birbirine danışır olmuştu. Dedemin gazabından korktukları için de çareyi beni aramakta buluyorlardı.


Gece saat üçe yaklaşırken pencerenin önünde artık kaçıncısını içtiğimi bilmediğim sigaram ve acı kahvemle dışarıyı izliyordum. Odada sigara içilmesinden nefret ederdim ama o gece bunu umursayacak halde değildim. Bedenim uyumam için yalvarıyordu. Bense uyumamak için direnebildiğim kadar direniyordum. Akşamdan beri ağzıma tek bir lokma koymamıştım. En son ne zaman yemek yemiştim gerçi onu da bilmiyordum.


Bakışlarım sigara dumanının çizdiği yolda sabitken telefonuma ardı arkasınca düşen mesajlar dikkatimi çekmiş ve en sonunda her kim münasebetsizse saate aldırmadan arama gereği duymuştu. Arayanın kimliğini az çok tahmin ederken ekranda gördüğüm isim beni şaşırtmamıştı. Kardeşim Cihan saate aldırmadan arama gereği duymuştu her ne hikmetse.


Telefondaki sesi tedirgin bir tondayken 'dedemin sabah beni sofrada görmek istediğini' söylemişti. Sanırım evde büyük bir krizin eşiğindeydiler. Peki beni bu denli evde görmek istemesinin sebebi neydi?


Günler sonra ilk defa inadımı kırıp öylesine üstümü değiştirmek ve gerekli şeyleri almak için uğradığım 'İzol Konağına' dedemin derdi neymiş bakalım düşüncesiyle vardığımda terasa büyük bir masa kurulmuş ve tüm evlatları o masanın etrafına dizilmişti Hüseyin İzol'un. Tek boş yer benim için ayrılan sandalyeydi ve ben de oturunca her şey tam olmuştu. Garipsenmiştim masada. Ama en önemlisi de garipsemiştim bu kalabalığı. Yaklaşık altı yıldır bu kalabalığın arasına hiçbir şekilde dahil olmamıştım çünkü.


O yüzden de meraklı gözler üzerimde, ilgili sözlerin tam odağındaydım. Masada annemin minnet dolu bakışları, Ümmü halamın sevinçli gülümsemeleri, Aker'in benimle konuşma çabası, Rojbin halamın beyhude çabası ve en önemlisi dedemin keskin ifadesi varken kendimi epey tuhaf hissediyordum.


Ama tuhaf olan o sabah o masada herkesle birlikte başladığımız kahvaltı değildi. Tuhaf olan ve her şeyi daha da tuhaflaştıran dedemin ağzından dökülen sözler olmuştu. Normalmiş gibi başlayan sabah, herkesin bir arada olma isteği falan değildi. Asıl koku dedemin elini masaya vurmasından sonra çıkmıştı.


"Bozanlarla olan düşmanlığı bitirdim!" demişti sertçe. Herkesin şaşkın bakışları kendisini bulurken de sözlerini sürdürmüştü.


Bozanlar... Kendimi bildim bileli kulağıma fısıldanan bir töre hikayesi... Ta eski yıllarda başlayan ve gittikçe daha da azılı bir duruma dönüşen kanlı bir düşmanlık...


Yıllarca iki aile asla birbirinin ayak bastığı yere ayak basmamış, birbirleriyle asla iş yapmamış ve asla birbiriyle aile olmamışlardı. İki aileden giden canlar vardı en nihayetinde. Biri de benim öz be öz dayımdı.


Ben yıllarca dedemin o aileye duyduğu öfke, nefret ve intikam ateşiyle büyümüştüm. Attığım her adımda onların ayak bastığı yere basmamam söylenmiş, onların nefes aldığı yerde nefes almamam tembih edilmişti. Peki şimdi dedikleri neydi? Bu hikayeyi anlatan kendisi değil miydi? Hepimizi böyle büyüten kendisi değil miydi?


Ama hepimizi şaşkınlığın zirvesine sürükleyen sonraki dediği oldu.


"Onlardan bir kız gelin olarak gelecek bu eve. Bozanların büyük kızı Baran ile evlenecek!" Bir yabancıdan bahseder gibi söylediklerinin tam ortasında bulunan kişi bendim. Öz be öz torunu. Ama o varlığımı bir hiç sayıp bir yabancı gibi söylemişti adımı.


Altı yıl önce buraya beni zorla getirirken üzerime geçirilen o kaftan sadece buraya gelmemle kalmayacaktı elbette. Dahası olduğundan o zamanlar bihaberdim ama ayağıma geçirdiği prangalar yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu. İstediğini elde etmişti Hüseyin İzol. İplerim onun elindeydi. Önce beni buraya getirtmiş şimdi de istediği kişiyle evlendiriyordu.


O kadar kulağımıza fısıldadığı hikayeler yalandı. O kadar kustuğu nefret yalandı yani. Yıllarca beni böyle büyüten adam bu uğurda da ilk beni feda etmişti. Kızgınlığım gözden ilk çıkarılışımaydı. Sorgusuz sualsiz ortaya atılışıma.


İtirazlar, kavgalar, esip gürlemeler artık o dakikadan sonra hiçbir işe yaramamıştı da. Hemen ertesi günü nişan, on gün içinde de düğün demişti Hüseyin İzol. Sanki yangından mal kaçırıyordu.


Dudaklarımın arasında artık kaçıncısını yaktığımı bilmediğim sigaramla karşımdaki kum torbasına bakarken derin derin soluyordum. Dedemin 'nişan günü' diye tabir ettiği o karanlık günün ilkinde kendimi çiftlik evine atmıştım. İçimde beni kor kor yakan bir ateş vardı ve ben öfkemi nereye kusacağımı şaşırmış bir haldeydim. Kahvaltı sofrasından kendimi atarken konakta taş üstünde taş kalmamıştı. Ama hiçbiri benim öfkemi dindirebilecek durumda değildi. Dedemin dediklerinin üzerinden bir günden fazla geçmiş ama ben duyduğum ilk andaki kadar sinirliydim.


"Nişan..." demişti kapıya gelen Cihan. "Seni bekliyorlar abi..." diye eklemişti. Dedem bu halimi, nasıl istemediğimi görmesine rağmen kararından vazgeçmeyecekti anlaşılan. Benden vazgeçmişti ama verdiği karardan vazgeçmemişti.


Cihan'ın 'Yapma abi, kendine hakim ol' sözlerine bile oralı olmadan kendimi depodan dışarı atarken çitlerin oraya doğru yürüyordum. Derin derin solumalarım yetmiyordu asla bana. Ciğerlerim sanki bomboştu.


"Baran ağam..." demişti şaşkınca Çavuş abi elinden Esmer'in yularını çekip alırken. Ne yaptığımı ben de bilmiyordum ama tek istediğim içimde yanan bu ateşi söndürmenin bir yolunu bulmaktı.


Esmer dünden hazırdı koşmaya. Ona tek hareketim yeterdi. Beni nefes alışımdan anlardı.


Gecenin karanlığı üzerimize çökerken rüzgara karşı koşabildiği kadar hızlı koşuyordu. Esen rüzgar düğmeleri kopmuş gömleğimden bağrıma ok gibi saplanıyordu. Öfkem tüm damarlarımda bir zehir gibi dolaşırken hem içim hem de aklım tutuşmuş yanıyordu.


Esmer'e komut verirken daha da hızlı olmasını istiyordum. Daha da hızlı koşsun ki bu ateşimi söndürebilsin. Ama fayda etmiyordu. Tepeyi aşmış, karanlık sapa yolda bile hızla koşmaya devam etmişti. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Bir yere de sürmüyordum onu. Öfkemi hiçbir şeyin dindiremeyeceğinden de sonuna kadar emindim. Bir yandan da yeminler ediyordum kendi kendime. Bana dayatılan bu kadere kızıyordum ha bire.


'Akşam olur karanlığa kalırsın...'


Zihnimde öfkeli uğultular ardı arkasına dönüp dururken bu uğultulara ince, tiz bir ses karışıvermişti. Belki de gerçeklik ve hayali ayırt edemediğim şu noktada sesleri de ayırt edemiyordum.


'Derin derin sevdalara dalarsın...'


Altımdaki at kendiliğinden yavaşlarken kapkaranlık gecede ne duyduğuma emin olabilmek için düzensiz nefeslerimi tutmuştum.


'Oy gelin gelin sevdalı gelin... Öldürdün beni...'


Daha önce böyle bir ses hiçbir yerde duymamıştım. Damarlarımda akan zehir bir anlığına da olsa akmayı kesmiş, tüm benliğim sesin etkisiyle donup kalıvermişti.


'Beni koyup yad ellere varırsın


Beni koyup yad ellere varırsın'


Altımdaki at yavaşlattığı adımlarını sese doğru atarken emin olmaya çalışıyordum ne duyuyorum diye. Her kelimede kızgın bir alev vardı, içime akan alevler...


'Sana zulüm bana ölüm değil mi?'


Tek istediğim sesin sahibini görmekti. Görüp ne yapacaktım bilmiyorum ama bir anlığına da olsa içimdeki o öfke ateşini söndüren sesin sahibini görmek istiyordum. Sanki Esmer de bunu istiyormuş gibi dikkatle atıyordu adımlarını.


"Kim var orada?" demişti söylediği yanık türküyü yarıda keserken. Sesindeki korkuyu da duymuştum. 'Ben varım' diyememiştim. Hem desem 'sen kimsin' demeyecek miydi? "Kim var orada?" demişti tekrar.


Karanlıktan yönümü göremezken Esmer'in adımlarına bırakmıştım kendimi. O da ben gibi sesin sahibini merak etmişti. Kuru otların sesi, rüzgarın uğultusu bir de şiddetle çakan şimşeğin gürültüsüydü o gecede duyulan. Altımdaki at yüksek gök gürültüsünden korkarken birden ön ayaklarını havaya kaldırmıştı. Boş bulunuvermiştim o an.


"Hoo!" dedim durması için. Ama durmadı. Acı bir şekilde kişnedi arka ayaklarının üzerinde daha da yükselirken. Yular ellerimin arasından kayıp giderken dengemi sağlayamamış ve yere düşmüştüm. Ama düşerken kollarım karanlıkta o bedeni sarmalamıştı istemeden. Üstüne düşmüştüm. Çığlık sesleri gök gürültüsüne karışmıştı.


Kulaklarımda çığlıkları yankılanırken benim için tüm sesler kesilmiş gibiydi. Çünkü ciğerlerime tanıdık bir koku doldu o an. Buram buram, sakin bir koku. Eşine benzerine yıllardır rastlamadığım bir koku. Bana İstanbul'un o çiseleyen yağmurlu gecesini hatırlatan bir koku.


"İyi misin?" dedim biraz tedirgin epey de şaşkın bir halde. Kapkaranlık yerde yüzünü göremiyordum ama saçlarından yayılan buram buram kokusunu alabiliyordum sadece. Ufacık bir ışık olsa yüzünü görecek, kim olduğunu bilecektim ama... "Kimsin sen?" dedim tüm şaşkınlığımla. Kim olduğunu öğrenmem lazımdı. Sadece adını dese yeterdi. Ama o konuşmak yerine var gücüyle beni itip kurtuldu kollarımın arasından.


"Kimsin sen! Bekle!" dedim yerden doğrulmaya çalışıp. Sesimi gök gürültüsü bastırmıştı. Esmer'in kişneme sesi duyuldu tekrar. "Payin! Tu kê yî!" dedim bu sefer de Kürtçe.


Kuru otların hunharca ezilme sesleri ulaştı kulağıma. Bir şey demeden, kim olduğunu söylemeden çekip gitmişti.


Kalakalmıştım zifiri karanlıkta kuru otların üzerinde. Dakikalar içinde olan biten şeylere bir anlam vermeye çalışıyordum tuttuğum nefeslerimle. Bir anlığına, sadece bir anlığına içimdeki ateşin azaldığını hissetmiştim. Yalpalayarak yerimden doğrulurken el yordamıyla hemen dibimde duran atın yularını tutmuş ve kendimi güç bela atmıştım üzerine. Deminki öfkem yerini halsizliğe bırakmıştı.


Epey gittikten sonra kendimi buraya yakın Süryani köyünün girişindeki küçük ahşap meyhaneye atmıştım. Esmer'in üzerinde yine yalpalayarak inmiş onu bahçedeki büyük incir ağacına bağlamaya çalışıyordum.


"Baran midir o?" demişti arkamda Nikos'un sesi. Beni burada gördüğüne inanamamış olacak ki yanıma dolaşmıştı. Kendince ve anlamadığım bir şekilde bir şeyler mırıldanırken beni kavradı ani bir hamleyle. "Ayakta duramıyorsun. Ne oldu böyle sana?" Ona tutunup içeri geçerken bile vücudumda derman kalmamıştı.


"Duymadın mı olanları?" demiştim yaktığı şöminenin önündeki ahşap taburede otururken. Bakışlarım içimdekinin binde biri olan alevlerde dolaşıyordu.


"Duydum..." Elindeki üzüm şarabını önüme koyarken itiraz etmemiştim ona. Fazla içen biri değildim ama o gece aklımın dağılması, içimdeki alevlerin sönmesi lazımdı. "Deden nasıl böyle bir karar vardı inanmıyorum." Dedi dobra bir şekilde. Asla içindekileri tutan biri değildi Nikos. Çok eskiden beri tanıdığım ve bu Süryani köyündeki meyhaneyi işleten buranın yerlisiydi. Buranın halkı gibi o da Süryaniydi.


"Dedem benden vazgeçti..." dedim mırıldanır gibi. Acı ama son derece gerçekti.


"Düşmanlığın bittiğine üzüldüm diyemeyeceğim. Bence çok doğru bir karar. Ama deden-"


"Ama dedem benden vazgeçti Nikos!" dedim içimdeki yangınla haykırıp. "Dedem beni bu uğurda kurban etmeyi seçti! Beni öne sürdü! Evleneceksin dedi! Kabul etmeyeceğimi, böyle bir şeye 'evet' demeyeceğimi bile bile bu kararı verdi!" Yeşil gözleri bir müddet üzerimde oyalanırken şarapları boşalttı kadehlere.


"Nişan vardı bugün..." dedim dudaklarımda peydah olan acı gülümsemeyle. "Benim nişanım... On güne de düğün...Nasıl kabul edebilirim Nikos sen söyle? Yıllarca o aileye karşı düşmanlık masallarıyla büyüdüm ben. O aileden biri benim öz amcamı öldürdü. Ben nasıl evet derim buna! Bırak düşmanlığı tanımadığım birine nasıl evet diyebilirim!"


"Ya Mehmet baba? Onlar bir şey demedi mi?"


"Hüzeyin İzol'a kim hayır demeye cesaret edebilir ki Nikos? Kim buna cesaret eder? Ama asla kabul etmeyeceğim." Dedim kararlılıkla. "Asla bu evliliğe boyun eğmeyeceğim. O imzayı atsam bile ortada bir evlilik olmayacak Nikos!" Kararlı sözlerim karşısında bir şey diyememişti Nikos. Hem dese bile öfkemden duyacak halde bile değildim.


"O nedir?" dedi meyhanenin içine çöken sessizliği bölerken. Bakışlarıyla parmaklarımın arasında tuttuğum şeyi işaret etmişti.


"Bilmiyorum..." diye mırıldanmıştım.


"Bir bileklik..." dedi kafasını bana doğru uzatıp. "Kimin?"


"Bilmiyorum. Az önce buldum."


"Tanımıyor musun sahibini?"


"Karanlıkta göremedim yüzünü... Sadece..."


"Sadece?" Sustuğum yerde devam etmemi ister gibi bakıyordu yüzüme.


"Sesini duydum. Hiç duymadığım kadar güzel bir sesti. İçimdeki yangını hiçbir şey dindiremez diyordum ama o sesi duyar duymaz bir anlığına söndüğünü hissettim." Derin bir nefes aldım. "Yüzünü göremedim ama kollarımın arasına düştü nereden geldiğini bilmediğim bir şekilde. Kokusu... Sanki daha önceden biliyorum gibi..." Parmaklarımın arasında duran bilekliğe çevirdim bakışlarımı. Üç küçük mavi taş... Yan yana dizilmiş üç küçük mavi taş...


"Bakayım." Diye eline almak istedi Nikos. Bilekliği ona uzattım. "İçinde..." dedi bilekliği biraz havaya kaldırıp. "E, K ve B harfi var. Acaba adına istinaden mi var bu harfler? Bir de hilal var kenarında." Bilekliği ondan alıp ben de baktım içine. E... K... B...


Peki neyi temsil ediyordu bu harfler? İsmi miydi yoksa başka bir şey mi? Ne anlamı vardı? Üzerimden kalkarken gömleğimin açık yerinden içeri düşen metali hissetmiştim sadece. Karanlıkta var gücümle kavrarken ne olduğunu anlayamamıştım da...


Kucağıma düşen peri kızından kalan bir emanetti bana...


Bakışlarım alevlerin üzerindeydi, aklım ise kollarımın arasına düşen peri kızında...


B Ö L Ü M S O N U


Nasıl buldunuz bölümü?


Dırırırırırırım!! Bileklik kimdeymiiiiiş.


Peki sizce bilekliğin sırrı nasıl çözülecek?


Gelecek bölümde geçmişten değil normal zamandan devam edeceğiz. Peki sizce ne olacak yeni bölümde?


Elif??


Baran??


Maran??


Mizgin kiiiim??


Ve yeni bölümlerde yeni bir misafirimiz daha olacak. Sizce o kiiim??


Beni buradan( seydnrgrsu) instagramdan ve Tiktoktan takip edip editlere duyurulara ulaşabilirsin.


sizi seviiyorum Allah'a emanet olun

Loading...
0%