Yeni Üyelik
55.
Bölüm

Ay ve Yıldız

@seydnrgrsu

Gazapizm- Unutulacak Dünler

Anıl Berke- Zor

Model- Mey

 

 

 

'Bugün burada cumartesi. Ben senin saçlarını, suçlar bakışlarını, geveze susuşlarını bile özledim. Bugün orada da cumartesi mi? Sen de beni benim kadar özledin mi?

 

 

 

🔥

 

 

 

 

Sular...

 

Buz gibi sular...

 

Teninden kayan, her bir zerresi yere düşmeden buharlaşan sular... İçindeki alevden mi yoksa öfkeden mi olan biten her şey. Peki ya zihnindeki ateş? Kendini kül eden, acı vere vere yanan ateş?

 

Sular niye söndürmüyor bu ateşi? Neden deva olmuyor bu yangına? Çaresi yok mu? Daha da mı harlanacak her damlada

 

Ellerini paslı fayanslara yaslarken her hücresinden kayıp giden su damlaları çare olmuyordu Baran'ın hem içinde hem de teninde yanan ateşe. Su buz gibiydi. Hem de kutup buzları gibi. Ama teninde öyle bir yangın vardı ki asla hissetmiyordu demirden soğuk suların ayazını. Bu suyun altına atarken de yangınına çare olur diye girmişti ama nafile.

 

Söneceği yoktu. Aksine daha da harlanmıştı hem teninde hem de ruhunda yanan ateş. Elleriyle karmaşık saçlarının üstünden kayan suları iteledikten sonra zorlayarak açtığı musluğu kapattı büyük bir gıcırtıyla. Soğuk sular yer yer morarmış teninde kızarıklıklar da oluşturmuştu.

 

Fark etmedi. Fark etse de umursamazdı zaten.

 

Normal bir insan bu soğukta şok geçirir hiçbir yerini hissetmezdi. Ama zaten o aylardır hiçbir şey hissedemediği için soğuğu da algılamıyordu.

 

Beline yere koyduğu havluyu dolarken kafasındaki suları savurdu. Çıplak ve ıslak ayaklarıyla paslı fayanslı yerden çıkıp lavabonun önüne geçti. Boydan boya çatlak, kenarları kararmış ve sırrının çoğu soyulmuş aynadaki yorgun, bitkin, göz altlarında koyu halkalar olan ama daha fazlasına sahip o kendinden çok yabancı akse çevirdi bakışlarını.

 

Kendi aksine.

 

Hayatının ekseni tam dibinden kaymış ve tam olarak nereye oturtacağını bilmiyordu ama o gün kafasındaki karmaşıklık bir nebze olsun durulmuş gibiydi. Bakışları siyaha yakın koyu kahvelerinde dolaşırken 'Baran'dan bir iz aradı. Ama bulamadı. Bulması çok zordu. 'Baran' hiç olmuştu. Aynadaki yansıma bir 'hiçliğe' aitti sadece.

 

Sonra yorgun bakışları kaşının üzerindeki yaraya takıldı. Su değdikçe açılan yara belki sızlıyordu ama hissetmiyordu. Aynı dudağındaki şişliği hissetmediği gibi.

 

Titreyen parmakları boynundaki boşluğa dokundu. 'Alyansların' bıraktığı boşluğa. Almak için geri soyunma odasına doğru dönerken yorgun aksinden çekti yorgun bakışlarını.

 

Zonklayan dudağına parmakları giderken aylar sonra ilk defa dudaklarında bir gülüşün varlığını hissetti. Bir 'zafer' gülümsemesi. Dün gecenin zaferinin gülümsemesi. Aylar süren bir uğraşta galip gelmenin verdiği hissin gülüşü.

 

Demir paslı dolaba ulaştığında çantasının gözüne özenle koyduğu zinciri geçirdi boynuna. Dün gece bunu çıkarmak zorunda kalmıştı aylar sonra. Belindeki havluyu dolaba tıkıştırdıktan sonra boxerını ve siyah eşofmanlarını geçirdi bacaklarına. Sonra da tişörtünü giydi hızlıca. Vakit kaybedemezdi artık. Dün gecenin devamını büyük bir adımda tamamlamak zorundaydı.

 

Gerekli gereksiz iki üç parça şeyini çantasına doldurduktan sonra dolabı kapatacaktı ki arkasındaki demir paslı kapı pek de sessiz olmayan bir biçimde açıldı. Bakışları omzunun üzerinden geri dönerken bakışlarının kesiştiği gözler hiç de beklediği birine ait değildi.

 

"Salim?" diye mırıldandı şaşkınca.

 

"Nihayet amına koyayım." Üç büyük adımda tam dibinde bitti Salim. Uzun bacakları anında kapatmıştı aralarındaki mesafeyi.

 

"Beni nereden buldun?"

 

"Dünden sonra pek zor olmadı." diye mırıldanırken yıkık dökük etrafta gezdirdi Salim hoşnutsuz bakışlarını. Üzerinde her zamanki gibi siyah bir gömlek, siyah bir ceket ve siyah pantolon vardı. Kara bakışlar ise aynıydı. Aylar ondan hiçbir şey değiştirmemişti demek. "Şehrin her yerinde aranıyorsun."

 

Cevap vermek yerine dolaptaki çantayı alıp omzuna attı Baran. Sonra da gürültülü bir biçimde dolabın kapağını kapattı. Onun yanından geçip gitmek için bir hamle yapmıştı ki Salim epey sert bir şekilde kavradı kolunu.

 

"Sen neye bulaştın amına koyayım?" Keskin kara bakışları Baran'a çevrildiğinde karşısındaki bu hissiz bakışlar hiç hayra alamet gelmemişti kendine. Boştan daha çok boş vermişlik vardı. Her şeyi ve herkesi. Çocukluğundan beri her anına şahitti bu bakışların ve sahibinin ama böylesiyle hiç karşılaşmamıştı.

 

Bu çok yabancıydı.

 

"Çekil." dedi Baran aynı boş vermişlik ses tonunda da hayat bulurken.

 

"Ulan amına koyayım. Neyin içine düştüğünden haberin var mı senin?" Kavradığı kolu daha sert ve öfkeyle sıktı Salim. Ama içinde bambaşka hisler vardı Baran'ın gözlerine bakarken. Bu yaşına kadar yedikleri içtikleri bir an olsun ayrı gitmemişti. Ta ki üç ay öncesine kadar. Yeri geldiğinde kendi canından önceye koyuyordu Salim onu ve bunun karşılığında zerre bir şey beklemiyordu. Aralarında gözle görülmeyen ama her şeyden kalın bir bağ vardı. Ve işte Salim şimdi üç aydır nerede ne yaptığını bilmediği, gece gündüz aradığı bu surete karşı katıksız bir öfke içindeydi.

 

Suratına yumruklar atmak geldi o içinden. Onu tutup evire çevire dövmek ve 'Sen nasıl ortadan kaybolursun' diye haykırmak. Bunlar içini yerken bir yandan da onu tutup sıkı sıkı bağrına basmak istiyordu.

 

Bunların hiçbirini yapamadı. Onun yerine kolunu koparacakmış gibi sıkmaya devam etti ama Baran'dan tek bir tepki bile gelmedi. Bu kadar mı hissiz olurdu bir insan. Bu kadar mı hissizleşmişti?

 

"Sana çekil dedim," diye yineledi Baran ona bakmadan. Kolunu çekiştirdi ama bırakmadı Salim. Bırakamadı. İşte o an tepesinin tası attı Salim'in. Zaten onu aylar sonra bulmak sinirlerini zıplatmışken şimdi bir de hiç itirazlarını çekemeyecekti.

 

"Yürü!" derken dişlerinin arasından bağırmıştı resmen Salim. Kolundan kapıya doğru çekiştirmişti bir yandan Baran'ı. Ama bir sürüklemeden daha kolay olmuştu. Baran resmen itiraz etmeden ayak uydurmuştu onun çekiştirmelerine. Bir nevi boyun eğiş gibiydi bu. Boyun eğmese de onu götürecekti ya. Çünkü bugün buraya bunun için gelmişti.

 

Baran'ı almadan dönmeyecekti.

 

"Buldum," dedi Baran Salim'in çekiştirmesiyle mekandaki insanların arasından çıkarken. Salim anlık anlamsız bir bakış gönderdi ona. "Sahte rapor hazırlayan doktoru buldum. Hasan Bozan'ın ölümünde belgeleri değiştirip sahte rapor hazırlayan o şerefsiz doktoru buldum."

 

İşte bu Salim'in beklediği bir şey değildi. Pat diye çıkışa varmadan dururken çattığı kaşlarının altındaki sorgular bakışlarını çevirdi Baran'a. Ve o an karşısındaki bitik bedende parlayan bir çift göz gördü.

 

Anladı o an. Baran buraya boşuna girmemişti. Boşu boşuna başını belaya sokmamıştı.

 

"O zaman senin dirin lazım bize. Çabuk." Kolunu daha sıkı tutarken çıkışa doğru daha büyük adımlar attı Salim ama çekiştirerek durdurdu Baran onu. Etraftaki birkaç meraklı bakış da dönmüştü onlara doğru. Barın arkasında bardakları kurulayan Derin'in de dahil.

 

"Ruhi!" dedi Baran epey yüksek sesle geri doğru. Hemen barın ön tarafında sigara içen Ruhi küfür saçılan bakışlarını çevirdi ona. "Eyvallah!"

 

Ruhi'nin tek yaptığı ise "Siktir git," diye mırıldanmak oldu. Oysa Baran'ı pataklamamak için zor tutuyordu kendini.

 

"Öylece gitmesine izin mi vereceksin?" dedi şaşkınca Derin. Elindeki bardağı düşürmekten son anda kurtarmıştı kendini. Bakışları ise bir rüzgar gibi hızlıca paslı kapıdan çekip giden iki adamın arkasında kalakalmıştı.

 

"Siktirsin gitsin amına koyduğumun herifi," derken elindeki bitmemiş sigarayı önündeki küllüğe sertçe bastırıp söndürdü Ruhi. "Bir gecede milyon tane bela açtı başıma it oğlu it."

 

"İzin verme gitmesine!" Derin barın üzerinden Ruhi'ye doğru eğildi hızla. "Durdursana."

 

"Durdurayım da patron bir tur da beni siksin öyle mi! Hiçbirimiz görmedik siktir oldu gitti duydun mu!" Kendisine ateş püskürten yeşil gözlere dikti öfkeli bakışlarını Ruhi. Ama güvenmiyordu Derin'e. Hem de hiç. Nasıl bir manyak olduğunun farkındaydı da. Damarlarında kan yerine kin aktığını da biliyordu ve dün geceden sonra hiç olmadığı kadar kinlenmişti Baran'a Derin.

 

Önlüğünü hızlıca çözdükten sonra başından geçirip savurup attı Derin. Barın kapısını kaldırıp hızlı adımlarla gidecek oldu ama Ruhi son anda kolundan tutup durdurdu onu.

 

"Bırak!" dedi Derin öfkeyle.

 

"Bırakayım da ispiyonla değil mi?" Ne yaşanacağını çok iyi biliyordu Ruhi.

 

"Evet! Gidip patrona siktirip olup gitmeden önce söyleyeceğim ve cezasını kesmesini isteyeceğim!"

 

"Öyle bir mallık yapmayacaksın Derin!" parmaklarının boğumları beyazlayana kadar sıktı Derin'in kolunu Ruhi.

 

"Bırak! Fazla uzaklaşmadan söyleyeceğim!" Ama bırakmadı Ruhi. Onun yerine diğer kolunu da tutup onu barın arkasındaki küçük depoya sürükledi.

 

"Ulan mal! Söylediğinde ne olacak sanıyorsun! Geberesice herifi patron buraya geri getirtip tutacak falan mı sanıyorsun! Gördükleri yerde kafasına sıkılacak bir kurşuna bakıyor iş! Ama sen sanıyorsun ki patron onu buraya getirtecek sonra da senin kollarına düşecek! Bu kadar gerizekalı olma! Hadi diyelim patron onu öldürmedi ama yine de o herif sana dönüp bakmaz! Sen dün boyunun ölçüsünü almadın mı!"

 

"Kes sesini! Çekil!" daha da öfkelenmişti Derin. Kollarını Ruhi'den kurtarmak için çırpınmaya başlamıştı.

 

"Adam boynundaki alyansları senin gözüne sokup 'Ben evliyim' dedi. Lan siktiri yedin sen ondan! Daha ne istiyorsun! Belanı mı!"

 

"Kimse beni bugüne kadar reddetmedi tamam mı! Edemez de! O yüzden ona beni reddetmek neymiş hesabını soracağım tamam mı!"

 

"Bok sorarsın gerizekalı! Aptal orospu!" Ruhi hiddetiyle birlikte onu kollarından savurup çıkıp gitmişti dışarı. Derin ise duvara yaslanarak yere çökmüş ve ağlamamak için sıkıyordu kendini. İçinde dinmeyen bir öfke vardı. Daha önce hiç böyle hissetmemişti. Belki de istediği bir şeye ulaşamamanın verdiği öfkeydi bu. Ve hayatında ilk kez yaşıyordu.

 

Yerden destek alıp kalktı ve siyah dara kotundaki tozları silkeleyip kıvırcık uzun saçlarını havalandırdı. Ne olursa olsun ödün veremezdi. Ve Ruhi onu ne kadar engellerse engellesin Baran'ın kaçtığını patrona anlatacaktı.

 

Sinirle depodan çıkarken bacağı hemen kapının önünde duran kolilere çarptı ve üstteki büyük koli içindekilerle birlikte yere saçıldı. Bir sürü eski gazete ve dergi saçılıp gidince sinirleri daha da harlandı ama sönmesi kısa sürdü. Çünkü ileriye fırlayan bir derginin kapağı çekti dikkatini. Eğilip aldı eline tozlu dergiyi. Kapağına bakarken de dudaklarındaki gülümseme büyüdü.

 

"Vay vay vay," diye mırıldandı. "Demek gerçek adın Baran İzol öyle mi İsimsiz?" Bu dört yıl öncesine ait iş dünyasını ele alan bir dergiydi. Ve kapakta 'Yılın Genç İnşaat Mühendisi' başlığıyla Baran duruyordu. Öyle darmaduman, bitkin bir şekilde de değildi. Pahalı olduğu bir fotoğraftan bile belli olan siyah bir takımın içinde insanın içini gıcıklayan o keskin bakışlarla poz vermiş, son derece yakışıklı bir inşaat mühendisi...

 

Dergiyi parmaklarının arasında sıkarken damarlarında dolaşan kin hinlik olup karışmıştı o an aklına.

 

"Daha işimiz bitmedi İsimsiz. Sen 'İsimsiz' olarak beni reddetmiş olabilirsin ama ben 'Baran'ın karşısına çıkmasını iyi bilirim."

 

O sırada Salim'in son sürat kullandığı araba havaalanına varmıştı bile. Kendilerini hazır bekleyen uçağın rotası ise Mardin'di.

 

Arabadan inip kendilerini bekleyen uçağa doğru yürürlerken Baran durup yüzüne sertçe dokunan rüzgarı hissetmeye çalıştı. Belki bu rüzgar 'Kamer'den bir parça taşıyordu. Bunu bilmiyordu ama hissetmek istiyordu.

 

Sonra bakışlarını yavaşça açtı. Bakışları karanlık gökyüzünde ince hilale ve hemen yanı başında duran parlak yıldıza takıldı. Bir 'kavuşmayı' andıran bu görüntüye dalıp gitmişti ki Salim'in ileriden yükselen sesi döndürdü onu hayata.

 

"Hadi geç kalıyoruz Baran!"

 

Bir dönüm noktasıydı belki de burası. Gerçeklerin, sırların açığa çıkacağı bir dönüm noktası.

 

Tam altı yıl önce Mardin'e bir gece yarısı yola çıkmıştı. Tıpkı şimdi olduğu gibi. O zaman bir şeylerin bittiğine yüzde yüz emindi. Hiçbir şeyin başlamayacağına da. Ama şimdi içinde az da olsa bir umut vardı. Hiç olmuş benliği son kez çırpınacak, Kamer'e tüm gerçekleri anlatmak için uğraşacaktı.

 

Belki de hiçbir son bir son değildi.

 

Her son yeni bir başlangıcın habercisiydi.

 

🔥

 

"Ben dedim!" diye yükseldi yengemin sesi. "Vallahi de billahi de ben dedim!" Şilan'ın kendini tutmaya çalışan kollarını engelleyip aramızdaki mesafeyi iki adımda kapattıktan sonra iri iri açılmış bakışlarını sabitledi üzerimde. Ve dilinden kalbime hançer gibi saplanan kelimeler yüksek sesle döküldü.

 

"GEBESİN SEN!"

 

"NE!" Leyla benim cılız tepkimin aksine epey yüksek bir sesle ona karşılık verirken elim istemsizce kalbimin üzerine, tam acıyan o noktaya gitti.

 

"Vay bizim başımıza gelenler! Allah'ım nedir bizim bu başımıza gelenler!" yumruk yaptığı iki elini şakaklarına vururken sanırsınız cenaze evindeki ağıtçı kadınlardan biriydi. Sağa sola veryansınlarıyla sallanması da cabasıydı.

 

"Ne diyorsun sen Rojda yenge ya?" dedi Leyla hızla ona dönüp.

 

"Vallahi tahmin ediyordum! Yeminler olsun tahmin ediyordum! Yandık biz yandık!"

 

"Anne dur ya dur!" diye kollarını tutacak oldu Şilan ama ağlama hallerine bürünüvermişti bile çoktan yengem.

 

"Yenge ne diyorsun sen?" dedim idrak kabiliyetimi zar zor toparladığımda cılız bir sesle.

 

"Vallahi gözümden kaçmıyordu bu hallerin! Bugün iyicene emin oldum! Ocağımıza incir ağacı dikilecek bakın görün!"

 

"Anne ne inciri ne ağacı! Senin kafan yerinde mi ya!" İsyan bayrağını epey kuvvetli salladı Şilan. Ama püskürtülmesi çok kısa sürdü.

 

"Sus kız! Yandık diyorum!" derken koluna çimdik atmıştı.

 

"Bir sakin ol anne!" kolunu acıyla ovalarken bana doğru geldi Şilan. Yanı başımda durdu.

 

"Siz sakin olun. Bakalım İzollar kapımıza dayandığında nasıl sakin olabileceksiniz!"

 

"Anne!" diye tekrar yükseltti sesini Şilan. Amacı burada bilumum isim ve lakapların kullanılmamasıydı çünkü.

 

"Ne var kız! Ne olacaktı! Gebe bu kız gebe! Yüklü gelmiş oradan! Karnındaki de ister kabul edin ister etmeyin İzolların bebeği! Koca aşiret bebeğini bırakır mı sanıyorsunuz siz ha! Vallahi mahvolduk! Yedi sülalemizi silerler bu diyardan! Sen bir de o gebe halinle geldin ya buraya! Bak başımıza ne türlü işler açacaklar! Bak o be-"

 

"YETER!" dedim büyük bir haykırmayla. Sesim konağın taş duvarlarını titretip giderken tüm sesler kesilivermişti. "Yeter yenge yeter! Yeter tamam mı! Hamile falan değilim ben! Duydun mu! Yok öyle bir şey!" dışarıdan bir kuş öttü acı acı. Yengemin bakışları yavaşça karnıma doğru indi.

 

"Umarım Elif hanım. Yoksa başımıza gelecek her şey senin yüzünden olacak bu saatten sonra." Demin veryansın ederken dağılan şalını hırsla savurup geri merdivenlere doğru yöneldi. Onun inişiyle birlikte de deminden beri kastığım dizlerim zangır zangır titreyip koyuverirken kendini Leyla tuttu hızlıca. Şilan da destek olurken benim odama doğru yürüdük.

 

"Şöyle otur kuzucuğum. Geç." Dikkatle yatağın üzerine beni oturttuktan sonra ikisi de yanı başıma oturdu. "Daha iyi misin?" Tereddütle bakıyordu Leyla yüzüme. 'İyiyim' desem de inanacak gibi değildi.

 

"Sen bakma anneme. Biliyorsun huyunu. Saçmalamayı seviyor."

 

"Biliyorum." diye mırıldandım hiç de kibar olmayan bir şekilde. Midem tekrar bulanır gibi olunca da yüzüm ekşimişti. Elimle dudaklarıma bastırırken ayaklanan ikisi için diğer elimi 'iyiyim' der gibi salladım havada.

 

"Yani Rojda yenge abarttı kuzucuğum. Olacak şey mi canım? Dediğinde mantık yok bir kere. Nereden çıkardı Allah aşkına böyle bir şeyi? Olacak şey var olmayacak şey var." Gülmeye zorladı kendini Leyla. Sırf ben kendimi toparlayayım diye gülmeye zorladı. "Yani mantıklı mı sizce? Bence değil. İhtimali bile yokken." Bana çevirdi gülen yüzünü.

 

İhtimal dedim içimden. Zamanında hayalini kurduğum şeyin bu denli acı verecek bir şekilde yüzüme çarpılması...

 

"Olamaz yani. Sen nasıl hamile olasın ki? Değil mi? Sonuçta siz..." yüzümdeki o acı çeken ifadeyi görmüş olacak ki sustu. Kendini susturdu dudaklarındaki gülümseme acı bir hal aldı.

 

Göğsümdeki acı katlanılmaz bir boyuta ulaşınca elimle baskı uyguladım ben de.

 

"Elif kuzucuğum?" dedi Leyla ellerimi kavramaya çalışıp. "Elif? Olabilir mi?"

 

"Hayır." dedim kesin bir şekilde. "Olamaz." Şilan'a çevirdim bakışlarımı ama sorgulayarak bakıyordu bana. "Olamaz yani. Olmamalı." Omuzlarımı silktim.

 

"Elif." dedi çekingen bir şekilde Leyla. "Bir şey soracağım. Özel ama biraz." Benden onaylama bekledi bakışlarıyla. Ben tepki vermeyince zorladı kendini. "Şey... Siz... Yani..." elleriyle yüzünü sıvazlarken sıkıntıyla ofladı. "Birlikte oldunuz mu hiç?"

 

Yutkundum.

 

Kafamı hafifçe sallayıp onu onaylarken o da yutkundu.

 

"Peki." Derin bir nefes aldı. "Şimdiki soracağım da özel biraz. En son ne zaman regl oldun peki?"

 

"Ne zaman mı?" dedim afallamayla.

 

"Yani hatırlıyorsundur illa. İnsan hatırlar bunu değil mi?" Şilan'a dönüp dediklerini onaylatmak ister gibi baktı. Şilan da hızlıca kafasını salladı.

 

"Tabi canım hatırlar." diye destek oldu Leyla'ya.

 

"Ben..." dedim kafamın içindeki darmaduman, bir o yana bir bu yana savrulan düşüncelerle. Ne diyeceğimi bilemiyordum ki.

 

"Yani en azından iki regl olman lazım eve döndüğünden beri. En az iki kere. Sonuçta üç ay oldu siz ayrılalı. En son ne zaman oldun?" İkisinin de sorgular bakışları altında ne diyeceğimi bilemiyordum. Evet basit bir soruydu ama ben buna verecek bir cevap bulamıyordum. Hatırlamıyordum çünkü.

 

Başımı ellerimin arasına alırken "Hatırlamıyorum..." diye mırıldandım.

 

"Hatırlamıyorum mu?" dedi Leyla. "Kuzucuğum iyi düşün. Hatırlarsın illa ki. Mesela benim geçen ay çok ağrılı geçti. Hatta Zehra teyzeme canım çekiyor diye sütlaç yaptırdım. Düşün. Hatırlarsın ya."

 

"Gerçekten hatırlamıyorum. Bilmiyorum yani." Israrlı bakışlarına çevirdim bakışlarımı. "Bilmiyorum gerçekten." Hafızamı zorlayabildiğim kadar zorluyordum ama asla bilmiyordum. En son ne zaman regl oldum, olurken ağrı acı çektim mi, canım bir şey istemiş miydi bilmiyordum.

 

"Emin misin?" dedi Şilan korkar bir vaziyette.

 

"İnanın hatırlamıyorum. Gerçekten. En son ne zaman oldu, buraya geldikten sonra hiç oldu mu bilmiyorum. Ama olmadım galiba. Olmadım." İçime acı bir sızı doldu. Kafam acı bir şekilde dank etti. Regl olmamıştım. Hem de geldiğimden beri hiç...

 

"Tamam." dedi ortamı yumuşatmak ister gibi Leyla. "İnsan stres anında hatırlamayabilir ki sen de kolay bir dönemden geçmedin. Hem sinir stres biz kadınların bünyesini kolay etkiler. Belki de bu stresin yüzünden olmamış bile olabilirsin. Oluyor ya öyle. Ay ben mesela üniversiteye başladığım ilk zamanlar bir ay hiç olmamıştım da beraber doktora gitmiştik. Unuttun mu? Doktor stresten demişti."

 

"Öyle midir?" dedim korkarak.

 

"Elif." dedi elimin üzerine sıcak elini bırakan Şilan. "Öyledir yani."

 

"Peki bir şey daha soracağım ben." dedi Leyla sarı uzun saçlarını yavaşça arkasına atarken. Yutkunmak zorunda da kalmıştı. "Korundunuz mu peki? Yani ya sen ya da o. Birinizden biri."

 

"Hayır..." derken sesim olabildiğince kısık çıkmıştı. Kalbimin tam ortasındaki sızı daha da kuvvetlenirken nefes almaya çalıştım.

 

"İyi düşün Elif." Mavi irislerini bana kilitlemişti Leyla. Kafamı hızla iki yana sallarken bir yaş süzüldü yanağımdan aşağı.

 

"Ama bu yüzde yüz çözüm değil ki." diye mırıldandı Şilan. "Hiçbir yöntem yüzde yüz koruma sağlamaz." Kalbimdeki sızı daha da artarken Leyla boğaz temizlemesiyle onu susturmaya çalıştı.

 

"Tamam." derken ayaklanmıştı Leyla. "Tek bir yolumuz kalıyor. Test yapmak."

 

"Ne?" dedim ağlamamak için çenemi kasarken.

 

"En azından için rahat olsun öyle değil mi? Bir hamilelik testiyle bunu anlamamız mümkün." Sonra benim yaş gerilmiş, korku dolu bakışlarıma çevirdi bakışlarını. "Hamilesin demiyorum. Ama kafamızda soru işareti kalmaz en azından."

 

"Leyla haklı." Şilan elimi tuttu hızlıca. "İçin rahat olur en azından. Kafanda soru işaretleriyle dolaşmaktan bin kat daha iyidir. Elif sakin ol tamam mı?"

 

"Tamam," dedi hızlıca Leyla. "Ben şimdi hemen bir eczaneye gidiyorum ve test alıp geliyorum. Ve tüm şüpheleri gideriyoruz tamam mı?" Yatağın üzerinde duran telefonunu hızlıca çantasına atıp koşar adım çıktı odadan.

 

"Korkma. Sakin ol tamam mı?" dedi Şilan da beni kolları arasına çekerken.

 

"Şilan..." dedim artık daha fazla tutamadığım göz yaşlarımı serbest bırakırken. Buna hıçkırıklarım da dahil oluverdi. "Ben ne yaparım?"

 

"Elif Elif Elif...Hayır. Yapma böyle."

 

"Ya öyleyse?" İşte bu var ya bu adını koyamadığım bir histi. Hani derler ya ağacı kurt insanı şüphe öldürür diye. Hah işte ben şu an tam da bunu yaşıyordum. İçim içimi yiyordu. İhtimal bile vermediğim bir şeyin şüphesi öyle bir kemiriyordu ki içimi anlatamam.

 

Leyla gitti gelmek bilmedi. Sanki asırlar geçti onu beklerken. Odanın içinde sayamadığım kadar attığım adımlara Şilan hiç ses çıkarmadan eşlik etti. Ağlamalarıma kucak açtı. Ve ben geçen her saniyede biraz daha mahvolmaya başladım.

 

Böyle bir şey varsa ki inşallah yoktu o zaman ne yapardım zerre fikrim yoktu. Neye karar verirdim, nasıl davranır, bunu nasıl gizlerdim? Peki ya vazgeçebilir miydim?

 

İçime korlar düşerken nefes nefese girdi içeri Leyla. Büyük çerçeveli güneş gözlüğünü çıkarmadan bir şeylerden kaçar gibi yanımıza gelip çantasından bir poşet çıkardı.

 

"Kuzum hemen yap hadi." Kafamı sallarken titreyen ellerimle alamadım bir türlü elime o kutuyu. Benim yerime Şilan alıp içindeki prospektüsü çıkardı ve ne yapmam gerektiğini tane tane anlattı. Ama zerre anlamıyordum ki. Zerre ne yapacağımı bilmiyordum.

 

"Hadi Elifcim." Dedi Şilan bir cesaret. Başka seçeneğim yoktu. Titreyen parmaklarımın arasında tuttuğum kutuyla birlikte girdim banyoya. Ama bir türlü ne yapacağımı bilemedim. Hatta istemedim de. Kaçmak, uzaklara gitmek istedim bu ihtimalle yüzleşmektense ama başka çarem de yoktu. Bu şüpheye ancak böyle son verebilirdim.

 

"Elif yardım ister misin?" dedi kapattığım kapının ardından Leyla. Kaç dakikadır buradaydım bilmiyorum ama tek yaptığım mermer tezgahın üzerine bıraktığım kutuyla bakışmaktı. "Elif?"

 

"Hadi Elif," diye mırıldandım bir gayret. Kaçamazdım, sonucu ne olursa olsun yüzleşmek zorundaydım. Titreyen parmaklarımla kutuyu zar zor açıp kiti çıkardım. Sonra demin Şilan'ın defalarca okuduğu kullanma talimatını bir de ben okudum.

 

Asıl zor kısım bu testi yapmak değildi. Asıl zor kısım bu sonucu beklemekti benim için.

 

"Minimum on beş dakikada sonuç verir diyor," diyordu ben banyodan güç bela çıkarken Leyla. "Ama ne olur ne olmaz bir biraz daha bekleyelim."

 

"Bence de," diye hızlıca onaylamıştı Şilan onu. "Ama bu testler yüzde yüz güvenli değil ki." Gözlerim kararmaya başlamıştı. Nefeslerim de sıklaşıyordu. Üzerine oturduğum yatak sanki bir girdap olup çekiyordu beni içine. "Yanılma payları var en nihayetinde. Bence hastaneye gitmeliyiz."

 

"Hayır," diye mırıldandım ama o kadar acı çıkmıştı ki dudaklarımdan bu.

 

"Elif? Kuzucuğum? İyi misin?"

 

"Nefes..." dedim zar zor. "Alamıyorum."

 

"Tamam tamam sakin ol." Leyla önüme dökülen saçlarımı geri iterken Şilan da koşup ilacımı getirmişti. Dudaklarıma dayanan ilaçla ciğerlerim bir nebze olsun rahatlamıştı ama aklım ruhum karmakarışıktı.

 

"Ben," dedim hırıltılı çıkan sesimle. "Olur da öyle bir ihtimal varsa..." İkisine baktım korku dolu gözlerimle. Onların da benden pek farkı yoktu gerçi.

 

"Kuzucuğum," diye elimi tuttu hızlıca Leyla. "Sakin ol Elif. Daha sonucu bilmiyoruz."

 

"Anneme bir şey belli etmeyelim olur mu?" dedim hızlıca. "Duymasın sakın."

 

"Tamam tamam merak etme. Kimseye bir şey belli etmeyiz. Ama Rojda yengeyi bilemiyorum." Dedi endişeli bakışlarını Şilan'a doğru kaldırırken Leyla.

 

"Annemi ben hallederim. Sizin aklınız kalmasın." Rahatlatmak istemişti bizi ama yengemden bahsediyorduk. Her an her şeye hazırlıklı olmak zorundaydık.

 

"Hadi bakalım mı artık?" dedi Leyla.

 

"Siz bakın lütfen," ellerimle yüzümü kapattım hızlıca. "Ben görmek istemiyorum."

 

"Tamam. Ben bakarım." Dedi Şilan. Evet aramızdaki en cesaretlimiz oydu. Böylece belli etmişti kendini. Derin bir nefes aldığını duydum banyoya girmeden önce. Ben ise nefesimi tutmuştum. "Ama ne olursa olsun bunun bize güvenli sonuç vermeyeceğini aklınızda bulundurun. Her ihtimale karşı hastaneye gidelim derim ben."

 

"Şilan hadi bak artık," dedi sabırsızca benim yerime Leyla. Bir yandan da var gücüyle ellerimi sıkıyordu.

 

O banyoya girdi ben gözlerimi daha sıkı kapattım. İmkanım olsa toz olup uçup gitmek geliyordu içimden. Yok olup hiçliğe karışmak...

 

"Tek çizgi..." diye mırıldandığını duydum dakikalar sonra Şilan'ın. Kulaklarımdaki o rahatsız edici uğultunun arasından güç bela ulaşmıştı sesi bana. Ve dediği ardı ardına yankı buldu zihnimde.

 

'Tek çizgi....'

 

'Tek çizgi...'

 

'Tek çizgi...'

 

Ciğerlerimi patlatma pahasına içimde tuttuğum havayı dışarı üfleyip derin bir nefes almam gerekiyordu. 'Oh be' deyip rahatlamam. Ama ben bunların hiçbirini yapamadım. Onun yerine gözlerimden süzülen yaşlarla kafamı Leyla'nın göğsüne bıraktım.

 

"Kuzucuğum..." Elleri sırtımda yer bulurken ben ciğerlerim sökülürcesine ağlıyordum. Oysa böyle bir tepkinin tam zıddını vermem gerekiyordu. Oysa kuş gibi hafiflemem gerekiyordu ama ben tonlarca enkazın altında kalmışım gibi hissediyordum.

 

İçim çıkarcasına ağladım, kızlar da zerre ses çıkarmadı. Neden sonra ağzıma gelen midemle olduğum yerden yalpalayarak attım kendimi banyoya. Kahvaltıda yediğim iki lokma oluk oluk olup çıktı ağzımdan. Ama içimden çıkanlar bedenimden değil ruhumdan kayıp gidiyordu birer birer.

 

En son kendimi ayağa kaldıracak bir parça güç bulduğumda banyonun kapısını açtım. Leyla'nın korku dolu, Şilan'ın ise şüphe dolu bakışları üzerime çevrilirken Şilan var gücümle koluma asıldı.

 

"Doktora gidiyoruz."

 

🔥

 

Hissizleşmiş gibiydim. Koluma bağlanan aparat damarlarımı belirginleştirirken ben sadece karşıdaki boş beyaz duvarı izliyordum.

 

"Tamamdır. Toparlanabilirsiniz." Güleç yüzlü hemşirenin dediğiyle kendime gelirken koluma bastırdığı pamuğu ben devralıp oturur pozisyona geçtim. Şilan ve Leyla kapının eşiğinde merakla bakıyorlardı bana.

 

"Sonuçlar..." diye mırıldandım.

 

"Öğleden sonra iki buçuk gibi uğrayabilirsiniz. O zamana çıkmış olur. Geçmiş olsun."

 

"Teşekkür ederim," diye mırıldanırken yan taraftaki saate bakmaya çalıştım. Saat on bire geliyordu ve gerçek sonuçları almak için neredeyse üç buçuk saat gibi bir vaktimiz vardı.

 

"Ay kuzucuğum iyi misin? Kendini nasıl hissediyorsun?" Leyla bir kolumdan Şilan bir kolumdan tutmak istemişti hızlıca ben dışarı çıkarken ama engel oldum ikisine de.

 

"Ne zaman çıkarmış? Ne dediler?" Şilan merakla eğilmişti bana doğru.

 

"Ben... Biraz yalnız kalmak istiyorum."

 

"Ama kuzucuğum olmaz ki." Hızlıca itiraz etmişti Leyla. "Ne yapacaksın ki?"

 

"Biraz kendi kendime kalmam lazım." Midem tekrar bulanınca suratımı buruşturdum. "Kendim gelip alırım ben sonuçları öğleden sonra."

 

"Olmaz." Bu sefer hızlı bir şekilde itiraz eden Şilan oldu. "Tek başına olmaz. Biz de geliriz. Olmaz Elif."

 

"Kızlar lütfen. Bakın kaldıramıyorum zaten. Biraz nefes almam lazım."

 

"Ama kuzucuğum ya pozi-"

 

"Kendim öğreneceğim Leyla. Pozitifse de negatifse de kendim öğreneceğim. Sonra da kendim karar vereceğim sürece." Midemde tekrar ve tekrar bir hareketlilik baş göstermişti o anda. İkisi de birbirine bakıp 'ne yapalım' dercesine silkmişti omuzlarını.

 

"Ara bizi mutlaka. Telefonun açık olsun," diye mırıldandı Şilan. Cevap vermeden hızlı hızlı yürümek oldu sadece yaptığım.

 

Yalpalayan adımlarla kendimi dışarı attığımda nefes almaya çalıştım. Belki temiz hava beni kendime getirir, midemdeki bu hareketliliği bir nebze olsun bastırır diye ümit ettim ama nerde! Aksine aldığım hava ızdırap verici bir biçimde yayıldı her yanıma. Ama en çok da ruhuma.

 

Ne bedenimde ne de zihnimdeydi acı. Asıl yeri ruhumun tam ortasıydı ve lime lime etmekle meşguldü beni.

 

Üç ay onsuzluğa dayanmıştım. Gerçi bugüne kadar çektiğim onca ızdıraba dayanmak denir miydi bilmiyorum ama denemiştim işte. En zoru da onsuzluğa dayanırken onu aklımda, kalbimde, ruhumda aklamaya çalışmaktı. Evet, parmağı bile yoktu bu kirli oyunda. Ne onun ne kardeşlerinin ne annesinin ne de babasının. Hepsini halası, eniştesi ve Maran yapmıştı. Ama bu onu affedebilmeme yetmiyordu. Yetemiyordu. Çünkü o bilip susmayı tercih etmişti.

 

Ve ben bu yüzden içimde ona karşı olan bu suçlayıcı tavrı bir türlü atamıyordum.

 

Kaç dakika yürüdüm, hangi sokaklardan geçtim bilmiyorum. Transta gibiydim. Ama bildiğim adımlarım beni gölete çıkan patika yola getirmişti. Havadaki o sıcak bunaltıcı güneş yerini bulutlara bırakırken nefes nefese bir halde tırmanmaya devam ettim tepeye.

 

Tek istediğim tek başıma kalabilmekti. En azından birkaç saat sonra gerçek sonucu öğrenene kadar içimdeki bu savaşta bir kazanan belirleyecektim.

 

'Bebek...' diye mırıldandım içimden. Olma ihtimali çok yüksek olan bir bebek...

 

Hayatım hep bir şeylerle, hep birileriyle mücadele ederek geçmişti ve ben hep yara alan taraf olmuştum. Ama bu sefer ki biraz farklıydı. Bu seferkinin olma ihtimali bile öyle can yakıcıydı ki.

 

Eğer ki bedenimde bir noktada ikimizden bir parça varsa ben dünyanın en ama en zor kararına mecbur kalacaktım. Yengeme kızıyordum falan ama bir noktada haklıydı. Aşiret bu bebeği bana asla bırakmazdı.

 

Saklarsın diye atıldı içimdeki ses. Olması en ama en zor olan şey de buydu. İmkansızdı hatta. Nasıl saklardım? Nasıl yapardım? Bunu ona yapabilir miydim?

 

Vazgeçeceksin yani diye sordu bu sefer içimdeki ses. Ondan vazgeçeceksin öyle mi diye yineledi sorusunu.

 

Yapabilir miydim? Vazgeçebilir miydim ondan? İkimize ait bir şeye 'son' verebilir miydim? Peki sonra nasıl devam ederdim yaşamaya? Üç ayda bile 'hiç' olmuşken böyle bir karar verirsem ne yapardım? Nasıl devam ederdim?

 

İçimdeki savaş bir hayli kanlı boyuta ulaştığında kendimi uzamış, gölün her yerini kaplamış gür sazların hemen içinde bir elimle sıkı sıkı karnımı tutarken bulmuştum. Elim ateşe değmiş gibi geri çekilirken nefes almaya çalıştım.

 

İhtimali bile bu denli acı vericiyken gerçeğine nasıl katlanırdım hiç bilmiyordum?

 

(Buradan itibaren MODEL-MEY dinleyebilirsin)

 

Bir adım geri atıp bir bataklık misali beni içine çeken düşüncelerden kaçmak istedim. Daha fazla düşünürsem kalan bir iki gram aklımı da kaybediverecektim çünkü.

 

İçine daldığım sazları iki elimle iteleyip çıkmaya çalışırken bir hareketlilik hissettim hemen arkamda. Zaten çorba olan duygularıma bir de korku eklenince daha da panik oldum ve daha hızlı hareket etmeye çalıştım ama beceremedim. Sazların yaprakları gözlerime, ağzıma, burnuma perde olurken savurmaya çalıştığım kolum bir bedene çarptı. Zaten sonrasında da bir ayağım diğerine dolandı ve ben dengemi kaybettim.

 

Geri doğru savrulurken çarptığım bedenin de hareketlendiğini hissettim ve o canhıraş hamleyle kendimi ıslak toprağın üzerinde boylu boyunca uzanırken buldum. Ellerim demin çarptığım bedenin ellerine hapsolurken o da benim üzerime düşmüştü.

 

Sımsıkı gözlerimi kapatırken bir çığlık kaçtı dudaklarımdan.

 

Bir yağmur damlası düştü tam o anda alnıma. Yağmur damlasıyla birlikte ezbere bildiğim, her hücremin hasret kaldığı, sanki çöllerde suya hasret kavrulan birinin suyu bulunca yaşadığı haz gibi bir koku yayıldı ciğerlerime. Sonra kirpiklerim kendiliğinden aralandı. Bakışlarım aylar sonra her bir noktasını ezbere bildiğim, üç aydır rüyalarımdan bir an olsun çıkmayan o koyu kahvelerle buluştu.

 

Zaman durdu.

 

Dünya durdu.

 

Ne var ne yoksa durdu o anda.

 

Bir tek onun nefesi çarptı yüzüme. Hasret kaldığım nefesi.

 

Bir tek onun bakışları vardı şimdi bakışlarıma dokunan. Üç aydır göremediğim.

 

Rüya sandım, sanrı sandım, kafayı yiyorum, aklımı sıyırdım, keçileri kaçırdım sandım. Hatta delirdiğimden de son derece emin oldum. Aylardır gerek rüyalarımda gerekse yaşadığım ızdırap dolu gerçeklikte onun hayalini arıyordum çünkü.

 

Ama ne rüya ne sanrıydı yaşadığım. Buna onun dilinden dökülenler emin olmamı sağlamıştı.

 

"Peri kızı... Peri kızım..."

 

 

 

 

🔥

 

B Ö L Ü M S O N U

 

Ay ay ay bölüm sonunu nasıl buldunuz!!

 

Ben sonlara doğru epey heyecanlandım size diyeyim🥹🥹🥹

 

Biz aylar sonra karşılaştık

 

Sizce yeni bölümde neler olacak?

 

Elif ne yapacak?

 

Baran ne yapacak?

 

Sizce Elif hamile olabilir mi? Eğer öyleyse kararı ne olacak?

 

Sizce Ruhi nasıl biri?

 

Derin??

 

Ve canım Baran'ım yapar mı? ASLAAA🥰

 

Size bayram özel bölümü atma niyetim var. Eğer düzenlemelerim tam zamanında biterse hafta içi Özel Bölüm okuyabiliriz. Ama bitmezse yine haftaya yeni bölümde görüşürüz

 

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın

 

Sizi seviyorum Allah'a emanet olun guzularım

Loading...
0%