@seydnrgrsu
|
Bileklerinden Hayat Sızan Kız'
Melek Mosso~Keklik Gibi
Alnıma yazılmış bu kara yazı...
🔥
Kapkaranlık bir gün...
Ömrümün yeni bir başlangıcı değil toprak altında olmasa da son bulduğu gün.
Acılarla ilmek ilmek örülmüş yirmi dört yıllık ömrümde zifiri karanlığın başladığı gün 13 Temmuz.
Üzerimde 'gelinlik' adını verdikleri beyaz bir kefen, ayaklarımın önüne savrulmuş kırmızı bir duvak ve bedenime bir iğne olup saplanan altınlarla kalakalmıştım öylece avlunun ortasında. Etrafımda dönüp duran fısıltılar, şaşkın bakışları üzerimde olan sayısız insan vardı çevremde.
'Evlilik' kararı işte tam da o an bir katran karası olup dolandı ayaklarıma. Kaçamadım, beceremedim ve kendimi çekip kurtaramadım. Ama bu sayede annemi, kardeşimi ve ailemdeki diğer herkesi kurtarmış olmuştum.
Bir sürü cana karşı bir baş ne sayılırdı değil mi?
Çenemi sıkıyordum. İçimde yanan kor alevler göz yaşımla sönmek istiyordu ama ben çenemi sıkarak engel oluyordum her birine.
Avuçlarımın içinde müthiş bir sızı vardı. İyileşmemiş yaralarım tırnaklarımın zorlamasıyla bir kez daha kanamaya başlamıştı.
'Senin bu ellerin kalem tutacak, silgi tutacak sonra stetoskop tutacak. Dahası iyileşmeyi uman hastaların ellerini tutacak.'
Kulağımda babamın sözleri yankılanıyordu. Bir kez daha batırdım kanayan avuçlarıma tırnaklarımı. Açık pencereden esen rüzgar sert sert çarpıyordu yüzüme. Ama tenimdeki ateşin, aklımdaki korların sönmesine yardımcı olmuyordu asla.
Derin bir nefes aldım ve bileklerimde sakladığım jiletlerin varlığını bir kez daha hissettim.
'Sonsuzluğa ve sona beş kala' dedim içimden. Hayatımı tümden bitiren imza belki damarlarımdan oluk oluk kanlar akıtamamıştı ama ben o imzanın akıtamadığı kanı kendim akıtmaya karar vermiştim.
Kaderime atılan o keskin çiziği az sonra bileklerime atacaktım ve bundan zerre de pişman olmayacaktım.
Çiftlik evindeydik. Dört duvar daha önce hiç bu kadar üzerime gelmemişti ve ben hiç bu kadar boğuluyor gibi olmamıştım. Gözlerim karanlık odaya cılız ışıkların girdiği penceredeydi. Yatağın hemen önünü seçmiştim durmak için.
Bakışlarım sol tarafımda kalan saate çevrildi. 03.50...
"Atardamar..." dedim kendi kendime. "Kalpten gelen yol. Küçük bir kesik, en fazla kırk dakika." Yutkundum yavaşça. "Muhtemelen 04.30'da biter her şey." Derin bir nefes aldım. Halihazırda kefenim üzerimdeydi zaten. Fazla bir şeye gerek yoktu.
Derin bir nefes daha alıp odanın sağında kalan kapıya yürüdüm kefenim ayaklarıma dolana dolana. Bircan abla eve girmeden anlatmıştı ne nerede diye. Odadaki bütün eşyalar yeniydi, kullanabileceğim her şey temin edilmişti. Bir iki günlük dinlenme için ihtiyacım olan her şey buradaydı. Ama bilmiyordu ki ben buraya girerken ebedi istirahat edeceğimi.
Yavaşça gümüş renkteki kulpu indirip banyoya girdim. Çıplak ayaklarımla soğuk fayansta tam beş adım atıp büyük beyaz küvete ilerledim. Suyu sonuna kadar açtıktan sonra derin bir nefes daha aldım.
"Bitecek..." dedim kendi kendime. "Herkes için her şey bitecek." Bakışlarım suyun doldurduğu küvetteydi. Az sonra kırmızıya boyanacak küvette. Bileklerimi bir kez daha yokladım ve jiletleri oradan çıkardım. İki elimde iki keskin alet vardı. Bu ellerimin kalem tutmasını, stetoskop tutmasını hayal ederken kendi sonumu tutacağımı nereden bilecektim ki?
Derin bir nefes alıp elbisemin kollarını geri sıvadım. Gözlerimi kapattım parmaklarımın arasında duran jileti sol bileğime yaklaştırdım.
'Mecbursun Elif! Ailemizin kurtulması için bu evliliğe mecbursun!' Zihnimde önce amcamın zehir zemberek lafları yankılandı.
'Okumayacaksın! Gitmeyeceksin okula! Bunca yıldır ben bakıyorum size! Sen de bundan fedakarlık yapacaksın!' Hiç insan ömrüyle fedakarlık yapılır mıydı?
'Benim kalbime de bakacaksın değil mi Elif? İyi bir kalp doktoru olacaksın'
"Özür dilerim abi..." dedim gözümden yaşlar süzülürken. "Özür dilerim... Olamadım... Ben doktor olamadım..."
'Söz ver bana Elif. Okulunu bitirip vatana millete hayırlı biri olacaksın. Sen bize iyi, hayırlı bir evlat oldun. Şimdi sıra vatanında'
"Özür dilerim baba..." dedim boğazımdan acı bir hıçkırık kaçarken. "Size verdiğim sözleri tutamadım." Jiletin keskin tarafı bileğimde baskı yaparken açtığı kesikten hiçbir acı duymuyordum ama ruhumda abime, babama verdiğim sözleri tutamadığım için müthiş bir acı vardı.
Ruhumdaki acıyla kendimi su dolu küvete bıraktım. Ruhumdaki acıların bileklerimden akıp gitmesini diliyordum bir yandan.
"Özür dilerim anne..." dedim sular tüm bedenimi ele geçirdiğinde. "Özür dilerim..."
Buz gibi su nihayet içimin ve tenimin yangınını bastırmaya başlamıştı. Bileklerimde ince bir sızı, vücudumda ise gittikçe artan bir uyuşukluk vardı. Suya gömülen ruhum kırmızıya boyanmaya başlamıştı. Kıpkırmızı...
Ölüyordum.
Bitiyordu.
Bitirmiştim.
Belki de sadece 'bitirdim' sandım.
"Ne yapıyorsun sen!" Bedenim bir anda gömüldüğüm sudan çekilirken burnuma ve ağzıma dolan sular yüzünden boğulacak gibi oldum. Belki de bileklerimden akan kanla değil de içine gömüldüğüm suyla ölüp giderdim.
Öksürmemeye, içime kaçan sulardan ötürü boğulmaya çalıştım ama sırtıma vurulan güçlü darbeler buna engel oldu.
"Delirdin mi sen!" dedi yine aynı ses.
'Evet' diyemedim ama onun yerine cılız bir şekilde "Bırak..." dedim sadece. Üzerime gelinlik niyetine geçirilen kefenimden büyük bir yırtılma sesi gelirken ciğerlerim sökülürcesine öksürüyordum.
Bileklerim çekiştirildiğinde bulanık bakışlarımı ne yaptığına bakmak için ona çevirdim.
"Bırak..." dedim elleri arasındaki bileğimi çekmeye çalışıp. "İstemiyorum..."
"Bırakayım da öl öyle mi!" Bırakmak yerine elindeki kumaş parçasını sıkıca bileğime dolamaya devam etti.
"Bırak... Ölmek istiyorum..."
"Saçmalama!" Diğer bileğimi de elleri arasına alıp yırttığı diğer kumaş parçasıyla sarmaya başladı.
"Açarım ki..." dedim sarılı olan bileğimdeki düğümü çözmek için ağzıma götürürken.
"Bırak şunu." Bana bakmadan pür dikkat diğer bileğimi sarıyordu. Oralı olmadım. Sıkıca atılmış düğümü çözmek için dişlerimle çekiştirdim ıslak kumaşı. "Bırak!" Bileğimi sertçe çekti.
"Niye kurtarıyorsun beni? İstemiyorum."
"Kesikler çok derin değil. Ama sakın bunları açma." Beni kucağından fayansa bırakıp doğruldu.
"Ölmek istiyorum." Sesim bu odaya adım attığımdan beri ilk defa bu kadar yüksek çıkmıştı. Her hücremi zonklatan 'ölüm isteğini' ilk defa bu kadar korkusuz söyleyebildiğime şaşırmalıydı herkes. Oysa ben 'ölümden' ölesiye korkardım.
"Ölmek yok!" dedi kesin bir dille banyonun kapısından çıkmadan.
🔥
Ellerimle bileklerimdeki sargıları çekiştiriyordum büyük boy aynasının karşısında. Beyaz kumaştan taşan kırmızı lekenin üzerinde gezdirdim bakışlarımı. Sonra duvardaki saate ilişti bakışlarım.
04.45...
Başaramamıştım. Ölmeyi becerememiştim.
Bakışlarımı hem boy aynasındaki yansımamdan hem de duvardaki saatten çekip kapıya çevirdim. Bakışlarıma soğuk zemine değen çıplak adımlarım eşlik etti.
Mermer basamakları çıplak ayaklarımla yavaş yavaş adımlayıp alt kata inerken ışık sızan sol tarafa bakıyordum. Bir adım daha indiğimde alt kat tamamen görüş açımdaydı.
Bu sıcak havaya rağmen mutfakla birleşik büyük salonda şömine yakmıştı. Sırtı bana dönüktü. Adım seslerimi duymuş olacak ki kafasını hafifçe omzunun üzerinden çevirdi ama bakmadı.
Bakışlarım büyük camlardan yansıyan bahçe aydınlatmalarına çevrildi. Az önce görkemli 'İzol Çiftliği' bir ölüme şahit olacaktı ama becerememiştim. Kızıyordum kendime. Bunca şeyden sonra ölemediğim, bunu bile beceremediğim için kızıyordum kendime.
İlerleyip onun oturduğu koltuğun yanında durdum. Onun gibi bakışlarımı çatırdayarak yanan odunlara çevirdim. Bu odunların alevi içimde yananın milyonda biri bile değildi.
"Kahve var mutfakta. İç." Elindeki büyük kupayı kafasına dikerken oralı olmadım. Bakışlarımı yanan odunlardan çevirmedim. Sanki içimdeki yangını aynı böyle izlemek istiyormuş gibi bakışlarımı yanan odunlardan çekemiyordum. Tekrarlamadı ben de oralı olmadım. Ayaklandı yan tarafımda.
"Niye kurtardın beni?" Bakışlarımda yanan alevlerin kızıllığı değil içimin yangını varken ona bakmadım. Ama sesim durdurdu onu. "Eğer biraz daha geç gels-"
"Ölürdün." dedi ve sesindeki soğukluğa açık kapıdan esen soğuk rüzgar eşlik etti. üzerimde ıslak kefenimle titreyip gitmiştim.
"Senden kim beni kurtarmanı istedi ki?" üşümekten titreyen çeneme aldırmadan sertçe sordum.
"Senden kim ölmeni istedi ki?" dedi elindeki kahve dolu kupayı sertçe bana uzattı. "İç."
"Tekrar yaparım." dedim kararlı bir tonda. Bu kendime meydan okumaktan başka bir şey değildi. İlkinde becerememiştim ama ikincisinde ıskalamamak için uğraşırdım.
"Tam damara bir kesik atsan tek bileğin yeterdi. İkisinin acısıyla uğraşmazdın." Önümden yürüyüp tam şöminenin önünde durdu.
"Madem biliyorsun ne diye kurtardın ki beni?"
"Derdin ne?" Sorumu es geçip soruyla yanıtladı beni. Belki de duymuyordu.
"Sence?" dedim alaycı bir tonda. "Ölmek olmasın."
"Ne için?" Her cümlemizin sonuna soru işaretleri eklerken çatık kaşlarının altındaki bakışlarını ilk kez bana çevirdi. Yüzünün sol tarafı şöminenin kızgın turuncu aleviyle aydınlanıyordu.
"Nasıl bir şeyin içine düştüm görmüyor musun? Zorla evlendim."
"Ve ölebilecek kadar değer veriyorsun bu evliliğe öyle mi?" Vermiyordum elbette. Vermediğim için kendi hayatımdan vazgeçmeyi göze almıştım. Görmüyor muydu acaba?
Kafasını iki yana sallayıp geri demin kalktığı kahverengi deri koltuğa oturdu.
"Eğer bu kadar değer veriyorsan bu duruma tekrar denersin ve ben bir dahakine engel olmam. Ama kesiği bu sefer tam damarına atıp kısa sürede bitirirsin bu işi." Uzanıp sehpaya bıraktığı bardağını tekrar eline aldı ve dudaklarına götürdü. Çattığım kaşlarımla izliyordum her hareketini. Rahattı. Fazlasıyla rahattı. Sanki kısa süre önce zorla evlenen o değilmiş gibi rahattı. Sanki az önce banyoda intihar eden birini bulmuş o değilmiş gibi rahattı.
Bense hiç rahat değildim. Diken oluyordu üzerinde bastığım zemin.
"Dalga mı geçiyorsun?" dedim sinirle. "Ne kadar gözümü karartabileceğimi gördün! Dalga mı geçiyorsun benimle!" Sızlayan bileklerim yüzünden yüzüm acıyla kasıldı ama tuttumkendimi. Yerinden hışımla doğruluşunda kılımı bile kıpırdatmadım.
"Sence dalga mı geçiyorum!" dedi tam önümde durup. Santimler vardı aramızda.
"O zaman niye kurtardın!" dişlerimin arasından konuştum.
"O zaman niye ölmek istedin!" O da benim gibi dişlerinin arasından konuşuyordu.
"Sence de açık değil mi! İstemediğim bir hayata mahkum olmak istemiyorum da ondan!"
"Sence de açık değil mi! İstemediğin bir ölüme mahkum ediyordun az önce kendini!" Sertçe kolumu kavradı. Bileğimdeki sızı tam ciğerimin ortasında peyda olurken dişlerimi sıkıca bastırdım birbirine. "Ölmek en kolay yol, akılsızların yolu. Eğer aklın varsa mahkum edildiğin bu kaderden kaçmak için akıllı olup yaşamayı seçersin!"
Kolumu sertçe geri savurup itti ve gitti. Açık kapıdan öylece gidişine baktım.
'Kader' dedim kendi kendime. Mahkum edildiğim kapkara kader. Belki de yaşamak zorundaydım bana kurduğu bu çetrefilli ağdan kurtulmak için.
Acıyan ve kanayan bileklerime baktım. Yanan odunlardaki öfkeme baktım. Derin bir nefes aldım ve ciğerlerime dolan havayı hissettim.
Belki de yaşamak buydu. Ölümün tam kıyısından çekilip alınmadan anlayamayacaktım.
🔥
B Ö L Ü M S O N U
Nasıl buldunuz bölümü?
Sizce ne olacak bundan sonra?
Yeni versiyondan beklentileriniz neler ve bizi ne bekliyor dersiniz?
Beni buradan, instagramda ve TikTok'tan takip etmeyi unutma
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın
Sizi seviyorum Allah'a emanet olun ❤️
|
0% |