Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Bi̇lekli̇k

@seydnrgrsu

12-BİLEKLİK


SASA-Yürüyorum Dikenlerin Üstünde


Merhaba hoşgeldiniz


Nasılsınız?


Bölüm uzayan aramızı telafi etmek için uzun. Bol bol yorum yapıp yıldızı aydınlatmayı unutmayın olur mu?


sizi çok seviyorum


🔥


"Karanlık bir gece yol görünmüyor

Yürüyorum dikenlerin üstünde

Kara çalı bana aman vermiyor

Yürüyorum dikenlerin üstünde yaralıyam

 Üstünde yaralıyam

 Üstünde"


Gözümden usulca bir yaş süzülürken elimi Bircan ablanın ipekten farksız, kömür karası uzun saçlarının üzerinde dolaştırıyordum.


"Yürüyorum dikenlerin üstünde yaralıyam


Üstünde yaralıyam


Üstünde..."


Yarası çok ve derindi. İnsanlar kanayan yarasını görüp, ona yardım etmek yerine tuz basmayı tercih ediyorlardı.


Belki de kolayı buydu. Yarasına bastırıp ellerinin onun kanına boyanmasındansa tuz ekip dindirmeyi yeğliyorlardı. Ama öyle miydi aslolan? Kanayan yaraya hiç basılır mıydı tuz? Ama basıyorlardı. Bir de karşına geçip tuz basılan yaranın seni nasıl kavurup acı çektirdiğine keyifle bakıyorlardı.


Bir insanı kırmak kolaydı. Hele de hassas kalpli birini kırmak daha kolaydı. Ama ya o kırılan kalbi onarmak?


"Niye sustun Elif?" dedi dizlerimden başını kaldırıp. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Halbuki bakılmaya doyulamayacak güzellikteydi koyu kahve hareleri. Onun bu gözlerine yapılan haksızlık değil de neydi?


Hafifçe omuz silktim gülümsemeye çalışıp.


"Çok güzel söylüyordun. İçli içli. Susmasaydın keşke." Dakikalardır dizimde hıçkırıklarını bastırmaya çalışıp içini çeke çeke ağlamıştı.


"Bircan abla..." dedim elimle gözünden kayan yaşları yavaşça silmeye çalışıp. Ben silsem bile yenileri akıyordu hemen. "Harap ettin kendini."


"Katlanamıyorum Elif. Yapamıyorum." Gözünden yaşlar tekrar fütursuzca süzülmeye başladığında dişleriyle dudaklarına bastırdı ve boğazından kaçacak hıçkırıklara mani olmaya çalıştı.


"Yapma artık lütfen." dedim titreyen ellerini kavrayıp.


"Elimde değil. Ağlamamaya çalışıyorum ama içim çok yanıyor. Engel olamıyorum." Ellerini kendi ellerimin içinde sıkmaya çalıştım. "Yoksa sende mi ayıplıyorsun beni?" Küçük bir çocuğun sorduğu gibi sormuştu.


"Ne diye ayıplayayım seni ben abla? Hem ayıplanacak ne var ortada?"


"Gördün işte kendi gözünle." Hafifçe omuz silkip burnunu çekmişti. Yaptığını suç sanan küçük bir çocuk gibiydi karşımda. "Duydun sende. Aslında haklı biliyor musun Gülümser hanım."


"Nasıl haklı? Nasıl dersin bunu abla?"


"Haklı işte." Tekrar omuz silkerken ellerini ellerimden çekmişti. "Olmuyor işte benim çocuğum. Yıllardır olmuyor."


"O kadına hak veremezsin abla. Onun ölçüsüz şekilde kurduğu cümlelerde haklılık payı arayamazsın." Sinirli ses tonumun farkına vardığımda kendimi toparlama ihtiyacı hissetmiştim ama çoktan Bircan abla bu ani tepkime bakakalmıştı bile.


"Ama yalan da değil Elif. Ben evleneli kaç sene oluyor neredeyse. Ama bak. Çok istiyorum, Allah'a çok yalvarıyorum ama yok. Olmuyor işte." Gözünden tekrar yaşlar süzülmeye başladığında bu sefer boğazındaki hıçkırıklara oralı bile olmamıştı. Başını yavaşça omzuma koyup tekrar içini çekmeye başladı. "Sanırım hiç anne olamayacağım."


"Hişşş..." dedim onu sıkıca sarmaya çalışıp. "Allah bilir bunu abla."


"Öyle... Öyle ama... Hangi yolu denesem de olmuyor baksana Elif. Gitmediğim doktor, uğraşmadığım şey kalmadı biliyor musun? Ne oluyor bak. hepsinden 'hamile kalmak için bir engeliniz yok' diye geri çıkıyorum bunca yıldır. Ama olmuyor." Kendini geri çekip ellerinin tersiyle yüzünden inen yaşları sildi hızlıca. "İnanır mısın geçen sene Rojbin halamla bir hocaya bile gittim." Dudaklarında belli belirsiz kırık bir gülümseme varolmuştu.


"Şaka yapıyorsun?" dedim gözlerim iri iri açılırken. "Bunlar hacı hocayla olacak iş mi abla? Yapma Allah aşkına. Hamilelik için bir engel yok diyorlar ama belki de tamamen psikolojik yaşadığın durum. Bana kalırsa kendini bu durum için çok zorluyormuşsun gibi geliyor."


"Ama gelmesin mi Elif? Bilmez misin bizim buraları? Bak kendin şahit oldun olanlara. İnsanlar kim bilir arkamdan daha başka neler diyorlar? Töre diyecekler, adet diyecekler... Diyorlar da zaten. Ne biçim dedikodular çıkarmışlar baksana? Güya kocam beni baba evine geri yollamış. Oysa adam gece gündüz çalışıyor. Urfa, Kars, Muş, Azerbaycan... Şirket nereye yollarsa gidiyor."


"Seni bu denli üzen, seni bu denli zorlayan töre de adet de yerin dibine batsın tamam mı? Hiçbir şey senden kıymetli değil. Hiç kimsenin dediğine göre yaşamak zorunda değilsin. Abim böyle derdi bana." Aklıma abim gelince hafifçe titreyivermişti sesim. " 'Sen bu dünyanın en kıymetli insanısın, o yüzden kimsenin seni üzmesine, kırmasına izin vermeyeceksin' derdi. Gerçi ben pek uyamadım abimin bana dediklerine, tutamadım ona verdiğim sözleri." Bu sefer Bircan abla uzandı ellerime. Bu sefer o yakaladı yanağımdan düşen yaşı. Boğazımda yine o bilindik yumru nefesimi zorlamaya başlamıştı.


"Özlüyorsun değil mi onu?"


"Çok... Anlatamayacağım kadar çok. Ömrümün yedi sekiz yılı beraberdik. Benim bu sürenin iki üç senesinde aklım ermiyordu ama kalan tüm zamanımızda hep birlikteydik. Elleri kanatları hep üzerimdeydi. Onu özlememem mümkün değil. Ona yaşatılan bu kadere kızmamam mümkün değil. Ondan geriye kalan davaya beni sürmelerine nefret etmemem mümkün değil..."


"Çok mu değer veriyordu sana?"


"Çok da bir şey mi? Bence her abi kardeşlerine değer veriyordur. Her abla da öyle. Ama abim başkaydı. Bambaşka... Küçükken saçlarımı örerdi. Her bir saç telime ayrı öpücükler bırakırdı. İnsanın hiç saç tellerinde boşluk kalır mı? Kalıyormuş... Abim gidince anladım. Onun öptüğü, ördüğü her saç telim bomboş kaldı. Neyse..." dedim gülmeye çalışıp. Ellerimle gözlerimden süzülen yaşları sildim. "Bu kadar göz yaşı yetmez mi?"


"Bilmem... Yeter mi?"


"Dışarıda ağzı olan herkes konuşuyor. Önemli olan neyi konuştuğun. Konuşacaklar. Engel olamayacağız asla. Ama unutma, hiçbir şey senden kıymetli değil, hiç kimsenin dediğine göre yaşamak zorunda değilsin. Hem Allah'tan ümit kesilmez. Bakarsın en ummadığın zamanda kabul olur duan."


"İnşallah..." Ellerini tekrar uzatmıştı ellerime. "İnşallah Elif. İnsanlara kendimi anlatmaktan, sanki ortada ayıp bir şey varmış da ben bunu saklamak zorundaymışım gibi olmasından bıktım, yoruldum."


"Asla abla. Kendini başkaları için üzme asla." Kollarını sıkıca boynuma dolayıvermişti. Ben de kollarımı ona sararken bir abla şefkatinin sıcaklığını çekiyordum ruhuma.


"İyi ki varsın Elif. İyi ki..."


Darmadağın olan saçlarını ellerimle güzelce toplamış, kendine çeki düzen vermesine yardımcı olmuştum. Aynanın karşısında kendini toparlarken aslında ne kadar zorlandığını bir kere daha hissetmiştim derin derin.


Çok güzel bir kadındı. Çok naifti. Bir kutuya koyup saklanması gereken bir güzelliği vardı. Ama ruhunda kırıkları öyle çoktu ki. Belki de ruhu yaralı olanlar birbirini çok iyi anlayıp hemen de tanıyıveriyorlardı. Bilemiyorum.


"Çok teşekkür ederim Elif. Uzun zamandır birinin yanında böyle ağlayamamıştım." dedi odanın kapısının önünde durduğumuzda. "Derdini, üzüntülerini hatta ağlamalarını bile saklamak zorunda kalıyorsun bu topraklarda. Seninle dertleşmek iyi geldi."


"Ben de teşekkür ederim." dedim elimle onun kolunu sıvazlayıp. Kapıyı açıp dışarı çıkmıştık bir yandan.


"Bu aramızda kalsın olur mu Elif?" dedi merdivenlere doğru yöneldiğimiz sırada. Belli belirsiz dokunmuştu koluma. "Evdekilerin bu duruma canımı sıktığımı bilmelerini pek istemiyorum. Sonra başımın etini yerler."


"Olur mu abla? Aramızda küçük bir iç dökmeydi bu. İçin rahat olsun." İçten bir şekilde gülümsedim.


"Hah Bircan!" dedi tam o sırada üst kattaki merdivenlerden hızla gelen Gülsüm hanım. "İyi misin kızım?"


"Evet anne." Bircan abla dediği gibi demin içeride canı yanan bir şekilde değil de doğal bir şekilde cevaplamıştı annesini. Dediği gibi içinde kopan fırtınaları kimseye hissettirmek istemiyordu.


"Dün akşamdan beri odandan çıkmadın, ikizleri de almamışsın yanına." Bakışları bir saniyeliğine bana değip geri kızına çevrilmişti. Hep böyle yapıyordu. Oradaysam orada yokmuşum gibi davranıyordu. Peki bu durumdan rahatsız mıydım? Asla...


"Biraz yalnız kalmak istedim."


"Yalnız değilmişsin ama." Bu sefer bakışları tümden bana çevrilmişti. "Kardeşlerini bile almamıştın oysa yanına." Ses tonundaki sitem miydi yoksa bana üstü kapalı bir kızış mıydı kestiremedim o an.


"Elif'le lafladım biraz anne." Uzanıp elimi kavradı Bircan abla. "Uğra böyle hep. Nasılsa yakında dönüyorum. Özleyeceğim senin sohbetlerini Elif." Gülsüm hanımın bakışları bir kızında bir de ben de gidip gelmişti. Ve sanırım kızıyla kurduğum yakınlık onu pek memnun etmemişti.


"Kendi çantanı kendin taşısan ölür müsün Berfin!" Hepimizin bakışları aynı anda üst kattan inen Dilan'a ve hemen arkasındaki Berfin'e çevrilmişti.


"Bir çantayla ölmezsin Dilan. Hem bak elimde kutu var. Nasıl alayım! Hem bana abla de. Kaç yaş büyüğüm senden."


"Ayrıca senin bizim evimizde niye bu kadar eşyan var anlamıyorum!"


"Günaydın yenge, günaydın Bircan abla." Berfin de beni es geçip gülerek gelmişti yanımıza. Bu evde belli bir kesim tarafından görmezden geliniyordum. Sanırım benim şu hayalet olma işi kendiliğinden devreye girmişti. Sanırım gerçekten görünmüyordum.


"Günaydın da ne oluyor?" dedi Bircan abla arkadan kan ter içinde gelen Dilan'a dönüp. "Ne bu çanta? Bir yere mi gidiyorsun?"


"Çiftliğe gidiyoruz kızım. Hem iki gün kafa dinleyelim hem de kışlıklarımızı hazırlayalım diye."


"Öyle bir anda? Hani haftaya gidilecekti?"


"Fena mı ettik kız?" diye atıldı aşağı kattan basamakları tırmanan ve nefes nefese yanımıza ulaşan Rojbin hanım. Sanırım Bircan ablanın odasının önü toplanma alanıydı. "Ha bugün ha haftaya?"


"Yani bunun dün Gülümser hanımla olanlarla bir ilgisi yok? Değil mi anne?" Bircan ablanın iması Gülsüm hanımın yüzünü düşürmüştü bir anda.


"Olur mu kızım sen de? Ne alakası olacakmış?"


"Ne bileyim, sanki beni laftan sözden kaçırıyormuşsunuz gibi geldi de."


"Sen yanlış anlamışsın. Çiftliğe gidip şöyle kafa dinler, kurutmalıkları yaparız dediydik." Ama Gülsüm hanımın sözleri Bircan ablayı pek ikna etmiş gibi değildi. Bana kalırsa bu Bircan ablanın üzüntüsünü dağıtmak için aniden akla gelen bir karardı ve Bircan abla bunun gayet de farkındaydı.


"Ee yenge sen de hazırlan da yerleştirelim çantanı arabaya." Dilan demin elinde taşıdığı büyük çantayı merdivenin basamaklarına öylece bırakıvermiş yanımıza gelmişti. Hatta elini omzuma koymuştu.


"Elif'e niye Elif demiyorsun da bana adımla sesleniyorsun Dilan?" Berfin'in çıkışması Dilan'ın suratını ekşitivermişti. Öyle istemsizce de değildi bu surat ekşitme, bile bile yapılmış gibiydi.


"Çünkü yengem. Abimin karısı. Baran abimin karısı. Ama sen sadece Berfin'sin." Berfin Dilan'a doğru adım atmıştı fakat annesinin kolunu çekmesiyle geriledi. "Sen çantanı hazırla yenge. Ben yerleştiririm." Elini omzumdan çekip annesi ve diğerlerinin peşinden merdivenlere doğru adımladı.


"Sen dur." dedi en geride kalan Gülsüm hanım. Sadece ben değil herkes durmuştu onun sesiyle. Lacivert takımına eş olan işlemeli şalını düzeltti yavaş bir biçimde. Bakışları benim bakışlarıma değmiyordu ama. "Sen Baran'la gelirsin. Ne vakti münasip görürse o zaman çıkarsınız yola."


"Ne olacak Gülsüm? Gelsin işte bizimle. Bir işin ucundan tutar." Rojbin hanımın çıkışına oralı olmadan bana arkasını döndü Gülsüm hanım.


"Uygunu budur."


"Allah aşkına çocuk konağa uğramıyor. Temelli biz gidince."


"Bırak da yalnız kalsınlar hala." Bircan ablaya en rahatsız olmuş bakışlarını çevirmişti aniden Rojbin hanım.


"Çocuk konağa gelmiyor. İyice uğramaz artık. En azından bizimle gelse bir işin ucundan tutar. Fena mı olur? Gerçi bakalım iş yapmayı biliyor mu? Hiç sanmıyorum ama."


"Rojbin! Haydi eşyalarını al da kızınla git sen!" Gülsüm hanım benim hakkımda teoriler sıralayan Rojbin hanımın sözlerine noktayı koymuştu. Durmayacağını sanırım herkes gibi o da biliyordu.


🔥


Koca konak içindeki herkes gittikten sonra derin bir sessizliğe bürünmüştü. Evdeki herkes gideli yaklaşık üç saat olmuş ve ben üç saat de kendi kendime dolanmıştım öylece.


Evde sadece kapıda bekleyen korumalar ve Ruken kalmıştı. Yapacak bir şey bulamayınca mutfağa inmiştim fakat elimi neye değdirsem 'Aman gelin hanım sen bırak ben yaparım' diyen Ruken yüzünden kendimi oradan da dışarı atıp şimdi bahçedeki çardakta öylece oturuyordum.


Sıkılmıştım. Yapacak bir şey bulamıyordum. Bir yandan da rahatlamıştım. Bunu itiraf etmekten geri de kalamıyordum. Sürekli peşimde bir şeylere laf sokan Rojbin hanım yoktu mesela ya da 'o öyle olmaz' diye karışan Berfin de. Ya da kendimi her daim diken üstünde hissetmeme neden olan Gülsüm hanım da.


Derin bir nefes alıp temiz havayı çektim içime. Bakışlarım avlunun yüksek duvarlarının dibinde uzun sıra halinde duran güllerdeydi. Doğru düzgün budanmadıklarından pek verimli değillerdi. Eğer işinin ehli biri onlara el atmış olsaydı muhtemelen çok güzel açarlardı.


Oturduğum yerden kalkıp tenimi yakan güneşle birlikte avlunun dibine ilerledim. Koyu kırmızı güllerin önünde durup hastalıklı ve kurumaya başlamış yaprakları koparmaya başladım bir yandan. İşte bunlar tüm verimi düşürüyordu. En nihayetinde onlar da canlıydı ve bizler gibi iyi bir bakıma ihtiyaçları vardı.


Ben çiçeklerle, toprakla uğraşmayı, onlara bakmayı severdim küçüklükten beri. Belki bunda babamın payı yüksekti. Çünkü o kendi konağımızın bahçesindeki her şeyle kendi ilgilenirdi. 'Toprak ona ne kadar şefkat gösterirsen sana bakar' derdi. 'Ona dokunacaksın, ona emek verip terinle sulayacaksın, seveceksin. En nihayetinde hepimiz ondan yaratıldık. Mayamız aynı.'


O böyle usul usul toprakla, ağaçlarla, güllerle ilgilenirken en sevdiğim şey ona yardım etmek ve onun anlattıklarını dinlemek olurdu. 'Sen de seviyorsun bu işi' derdi çamurlu ellerimle ona yardım etmeye çalıştığımı gördükçe. 'Dokunduğun her şeyi iyileştirip güzelleştiriyorsun' diye de eklerdi. Belki de doktor olmak istememdeki en büyük etkendi bu. Babamın dediğine göre doğuştan gelen bir iyileştirme isteğim vardı.


Ama ne doğuştan gelen bu isteğimi gerçekleştirebilmiştim ne de babam ve abime verdiğim sözümü tutabilmiştim. Şimdi olduğum nokta olmak istediğim noktadan bir hayli uzaktı.


Ben böyle kafamda babamın sesiyle güllerin kuru yapraklarını toplarken önüme önce bir gölge düşmüş sonra arkamdan hafif bir öksürme sesi gelmişti.


"Gelin hanım?" Kafamı çevirdiğimde kapıda bekleyen korumalardan biri vardı. "Kapıda misafiriniz var."


"Misafirim mi?" dedim elimdeki kuru yaprakları nereye koyacağımı bilemeden öylece bakarken. "Kim gelmiş?"


"Şilan hanım." Duyduğum isim yüzümde gülümsemeye yol açarken elimdeki kuru yaprakları korumanın eline tutuşturup avlu kapısına doğru hızlıca adımlamıştım. Kapıdaki tanıdık suret gülümsememi büyütürken hiç düşünmeden kollarımı ona dolayıvermiştim.


"Dur kızım ya! Bir gireydim içeri!" Bu bildiğim ve aşina olduğum Şilan'dı. "Saçlarımı bozdun." Bu sıcakta iri dalgalar yaptığı gür siyah saçlarını geri savurup kendine çeki düzen vermişti. "Bu sıcakta beni burada bekletmeyi düşünmüyorsun inşallah! Zaten üstüm başım gelirken mahvoldu." Memnuniyetsizce üzerini silkelerken onu kolundan tutup konağın içine götürmeye başlamıştım.


"Hangi rüzgar attı seni?" Mutfak masasında onun tam karşısına geçerken o halen pantolonundaki tozları silkelemeye çalışıyordu.


"Hastaneye uğradım annemin ilaçları için. Sonra aklıma sen geldin. Haber vermeden geldim ama. Konakta kimse yok mu?"


"Yok. Herkes çiftliğe gitti."


"Seni burada mı bıraktılar yani? Tek başına?"


"İyi ki." Memnun bir ifadeyle geri arkama yaslandım. "Bakma öyle." Dedim onun tuhaf bakışlarına. "Çok rahatladım valla. Bunaldım o kalabalıktan." Geri yaslanıp eliyle kendine rüzgar yapmasını izledim bir süre. "Ben asıl sana ne soracağım. Arayacaktım ama geldiğin daha iyi oldu." dedim yaslandığım yerden kendimi çekip. Fırsat bu fırsattı benim için. Masanın üzerinde hafifçe ona doğru yaklaşmıştım. Masaya çay servisi yapan Ruken'le birlikte susmak zorunda kaldım ama.


"Başka bir isteğin var mı gelin hanım?" Tüm sevecenliğiyle önce beni sonra da Şilan'ı süzmüştü.


"Yok. Sağol." 


"Gelin hanım..." Şilan çay bardağını kendi önüne çekerken Ruken'in kendine verdiği dalga geçme malzemesini memnuniyetle kabul etmişti.


"Deme şunu. Ona da diyorum ama dinlemiyor. Sen onu bırak da gittin mi bilekliğe bakmaya?" Geçen eve gittiğimde kulağına benim için yapması gereken görevi fısıldamıştım ve o da kabul etmişti.


"Gittik." dedi çayından bir yudum alıp. "Azad'la birlikte gittik. Dediğin zeytin ağacının yanını, göletin etrafını, her yeri karış karış aradık. Ama yok Elif. Maalesef düşürdüğün bilekliğin orada yok."


Üzerime hüzün bulutları çöküverirken yanaklarımı ellerime yasladım. "Azad'a bir şey demedin değil mi?"


"Yok demedim. Benim domuz kardeşim elbette sordu ne arıyoruz diye ama sen merak etme. Çirkefliğimle bastırdım onu."


"Her yere baktınız mı?"


"Baktık. Hatta iki üç kere aynı yerleri karış karış aradık. Onun senin için ne kadar değerli olduğunu biliyorum." Uzandı ve elini elime dokundurdu.


"Abimden kalan en değerli şeydi o. Yıllarca bileğimden çıkarmadım ama o gece çıkıp gideceği tuttu ya. Nasıl sahip çıkamam aklım almıyor."


"Kendini suçlama. Bilerek olan bir şey değil ki? O gece nişandan kaçarken bir atlının kucağına düşeceğini nereden bilecektin."


"Hâlâ onun kim olduğunu bilmiyorum biliyor musun? O gece orada ne işi vardı, nasıl orada üzerime düştü, kimdi?" Nişan gecesi evden kaçtığım aklıma geldiğinde yine o bilindik ürperti sarmıştı bedenimi.


"Belki de o almıştır. Sonuçta o gece orada düşürdüm diyorsun. O karışıklıkta fark edemedin belki ama ondadır bilekliğin."


"Olabilir mi dersin?" Merakla yerimden doğrulurken Şilan'ın ürettiği teoriye 'acaba mı' demekten kendimi geri alamıyordum.


"Belli mi olur? Belki de hırsızdı ve senin o gümüş, özel yapım bilekliğini çaldı? Nereden bileceksin?"


"Dalga geçiyorsun ya!" dedim sitemle uzanıp koluna vururken. "Komik mi? Abimden kalan en değerli şeydi o. Benden başka kimsede de yoktu. Bana özel yapılmıştı. Sırf maviyi çok seviyorum diye üzerinde üç küçük mavi taşı vardı. İçinde de adımın baş harfleri yazıyordu."


"İşte bu da değerini arttırıyor ya zaten. Umalım da ne o gece karşına çıkan bilinmeyen atlı adam almış olsun ne de bilekliğin düşündüğümüz gibi bir başkasında olsun."


"Ama yok diyorsun."


"Biliyor musun yolda bir hayvanla çarpıştım." Suratını ekşitirken beni ve bilekliğimi es geçmişti. Ama benim aklım fikrim bileklikteydi.


"Ben ne diyorum sen ne diyorsun ya..." diye mırıldanırken çayıma uzandım ve belli belirsiz bir yudum alıp dudaklarımı ıslattım. "Ne hayvanı? Senin de mi karşına bilinmeyen bir at çıktı?"


"Ne atı ya! Bildiğin öküzdü benim karşıma çıkan. Böyle uzun boylu ayakları üzerinde dikilebilen bir öküz! Çarptı, beni yere düşürdü ve gelip yardım edeceğine 'önüne baksana' diye çıkıştı bir de biliyor musun?"


"Öküzmüş gerçekten..." Hararetle saçlarını geri savururken gözlerini daha da iri açmıştı.


"Evet! Hem de nasıl! Görsen nasıl kaba, nasıl kendini beğenmiş!" Kollarını hiddetle göğsünün altında bağlayıp geri yaslandı. Saman alevi gibiydi onun duyguları. Aniden parlar hatta çoğu zaman neye parladığını bilmezdi. Bazen parladığından daha hızlı söner bazen de sönmezdi. Duygularını asla içinde yaşamazdı, kin tutmayı ve küs kalmayı da beceremezdi. Ben bu konuda onunla pek aynı değildim. Gerçi çoğu noktada birbirimizin zıttıydık ama ben affedicilik ve umursamazlık konusunda onun eline su dökemezdim.


"Eminim seninle çarpıştığına bin pişman olmuştur."


"Oldu tabi! Olmaz mı! Ağzıma geleni söyledim! Yetmedi çantamla da hakladım onu bir güzel! Elime sağlık!" Parmağımı önümdeki çay bardağında dolaştırırken hafifçe gülümsemekle kalmıştım ona karşı. Aklım abim ve kaybettiğim bilekliğimde kalmıştı.


"İyi günler." Bakışlarımı dakikalardır parmağımı dolaştırdığım çay bardağımdan çekerken kapının girişinde duran Maran'la göz göze geldik. "Rahatsız ediyorum kusura bakmayın."


"Yok ne kusuru." Olduğum yerde toparlanırken bakışlarım Şilan ve onun arasında gidip gelmişti.


"Dosya bırakmaya geldim de. Çalışma odasına bırakıp çıkacağım. Kimse yok mu konakta?" Etrafına bakındı. Konaktaki sessizlik yok sayılacak gibi değildi çünkü.


"Çiftlik evine gittiler."


"Peki size iyi günler." Elindeki mavi kapaklı dosyayı hafifçe havaya kaldırıp merdivenlerin olduğu tarafa doğru yürüyüp gitmişti Maran.


"Maran mıydı o?" Şilan iri iri açtığı bakışlarıyla bir süre onun gittiği tarafa bakıp o gözden kaybolunca bana çevirmişti iri bakışlarını.


"Evet? Sen tanıyor musun?"


"Sen tanımıyor musun? Onu bilmeyen yok burada. Koskoca Hüseyin İzol'un ikinci favori torunu. İlki malum Baran İzol."


"Rojbin hanımın oğlu işte. Annesiyle alakası yok bana kalırsa." Hafifçe omzumu silkip çayımı dudaklarıma götürdüm. Kimin kim olduğuyla pek de alakadar değildim. Yani bu konaktakilerle pek ilgilenmeyi düşünmüyordum.


"Annesiyle alakası yok tabi. Rojbin hanım gibi olduğunu ben de sanmıyorum. Onun namı büyüktür buralarda. Hangi genç kıza sorsan onu anlatırlar sana."


"Senin de radarına girmiş galiba? Baksana."


"Yok. Benim tipim değil. Fazla ciddi, fazla işkolik bir hali var. Etrafımda bir robot olmasına tahammül edemem sanırım." Kendi kendine hafifçe silkelenmişti. "Bana kalırsa ilk favori torun olmak için çabalıyor. Demişti dersin."


"İnsanlar hakkında hemen yargıya varabiliyorsun. İnsan sarrafı mısın yoksa?"


"Yoo. Bence apaçık bir rekabet var Baran'la aralarında. Baran buraya dönene kadar tahtın sahibiydi o. Hüseyin İzol'un başarılı torunu, en yakışıklı torunu diye parmakla gösteriyorlardı onu. Ta ki Baran Midyat'a geri dönene kadar. Hiç mi dönen dedikodulara kulak vermedin bunca yıldır sen?"


"Bilmiyormuş gibi yapma Şilan."


"Gerçi sen ev kuşusun. Bilmemen normal. Bence hâlâ parmakla gösteriliyor ama eski popülaritesini yitirdi. En favorisi de sen de." Uzandı ve sinir bozucu laflarına ek sinir bozucu bir şekilde omzuma vurdu gülerek.


"Yaa... Ne demezsin. Zaten normal bir şekilde evlendim ya ben. Ne diyorsun Allah aşkına?" Sinirle çıkıştığımı görünce kendi kendine hafifçe suçlanmıştı.


"Şaka yapıyorum..." Sesi tizleşivermişti bir anda.


"O konuda yapma şaka. Görmüyor musun halimi? Sence memnun muyum ben? Nasıl evlendiğimi unutuyorsun herhalde." Tırnaklarımı avuç içlerime bastırıp içimde yanan kor ateşlerin dışarı vurmasına engel olmaya çalışıyordum bir yandan.


"Özür dilerim. Ben şey için..."


"O konuda hiç şaka kaldıramıyorum. Töre dediler adet dediler ve beni bu yolda zorla evlendirdiler. Bitti. Şakası falan da yok." Soğuyan çayımı elime alıp ayaklandım masadan. İçinde kalan çayı sertçe lavaboya boşatıp yıkamaya başladım bardağı.


"Biliyorum Elif. Bu konuda ne kadar zorlandığını da biliyorum." Şilan da peşimden ayaklanıp gelmişti yanıma. Hep böyle yapardı. Önce beni sinirlendirir sonra peşimde kediler gibi dolanırdı.


"İnan bilemezsin. Ne hissettiğimi de, içimde kopan fırtınaları da, koskoca şu konağın bana nasıl dar geldiğini inan bilemezsin."


"Evet haklısın. Bilemem. Hatta ben de çok kızgınım o konuda babama. Böyle olmamalıydı."


"Sadece bu mu?" Sinirle döndüm ona doğru. Sinirim asla ona değildi. Konu amcamdan açılınca sinirlerime asla hakim olamıyordum. Beni hayallerimden koparan, özgürlüğümden koparan adama amca demek bile midemi bulandırıyordu ya...


"Değil..." Suçlu bir şekilde başını öne eğdi. "Babam en büyük haksızlığı sana yaptı. Çok kızıyorum ona. Hep kızdım hâlâ da kızıyorum."


"Sen kendini suçlama. Senlik bir şey yok. Babanın sana da nasıl haksızlıklar yaptığını biliyorum." Elimi omzuna atıp yavaşça sıkarken dolu dolu olan bakışlarını kaldırmıştı yukarı.


"Öyle..." dedi dudaklarında kırık bir tebessüm oluşurken. Yıllar önce kendini üniversiteye göndermeyişine hâlâ daha kızıyordu.


Amcam sadece benim geleceğime değil kendi kızının geleceğine de ket vurmuştu. Benim hayallerimi söküp atarken kendi kızının hayallerini de söküp atmıştı.


"Seni çok özlüyorum biliyor musun Elif..." Sesi titremeye başlamıştı. Öyle kolay kolay ağlayan kızlardan değildi o. Çok nadir gözyaşı döker, bunu da hep saklamaya çalışırdı. "Evde öyle büyük bir boşluk var ki..."


"Ne o? Kavga edecek insan bulamıyor musun kendine?"


"Bulamıyorum valla. Diğer herkesi çok kolay alt ediyorum. Seninle ettiğimiz kavgaların tadını vermiyor hiçbiri. Dişime göre biri yok evde."


"Allah Allah!" omzundaki elimi saçlarına götürüp hafifçe çekerken küçük bir kahkaha atmıştı. Ve itiraf etmeliydim ben de çok özlemiştim onu.


"Ezo'yla didişiyorum. Ama abime şikayet ediyor. Abim de eskisi gibi değil. Varsa yoksa karısı. Azad desen iş ve ev arasında mekik dokuyor. Anlayacağın didişecek kimse yok. Arada bir Emir'e salça olayım diyorum ama senin kardeşin de bir olgun! Ürküyorum bazen ondan."


"Ürksen iyi edersin. Bulaşma kardeşime."


"Ben gideyim artık..." kollarını açıp genişçe gülümsedi bana doğru. Ben de kollarımı ona sıkı sıkı sardım. "Bir şey olursa hemen ara. Ben hepsini haklarım tamam mı?" Sol gözünden kayan bir damla yaşı alelacele sildi geri çekilirken.


"Anneme çok selam söyle." dedim ağlamamak için dişlerimi dudaklarıma bastırıp.


🔥


Akşam ezanının okunmasına az bir vakit vardı. Yaz ayının tam ortasını geçmiş hazan mevsimine doğru yürürken hava daha hemencecik kararmıyordu. Konaktaki yalnız geçirdiğim yirmi dört saatten fazla zamanda vaktimin çoğunu bahçedeki çardakta tek başıma oturarak geçiriyordum. Sağolsun Ruken vardı ama. Devamlı bir şey isteyip istemediğimi sormaya geliyordu. Sanırım tek başınalığım onu üzüyormuş gibi uzun uzun bakıp gidiyordu yanımdan.


Yalnızlıktan şikayetçi değildim. Aksine dün gece ilk defa bir iki saatlik derin bir uyku çekmiştim.


Elimdeki astım spreyimi önümdeki masaya bırakıp parmağımla hafifçe fiskeler vurdum. Hayatımın her anında ona bağlıydım ve şimdi boş olması beni tedirgin etmiyor değildi. Her an bir yerlerde astım krizi geçirebilirdim. Her an bir yerlerde nefesim tükenebilir ve ben buna ihtiyaç duyabilirdim.


Hep en hazırlıksız anımda yakalardı beni krizlerim. İlkokulda bu yüzden hiçbir spor faaliyetlerine katılamamıştım. Şiir okumaya çıktığımda bile yığılıp kaldığım olmuş ve bu yüzden öğretmenlerim tarafından 'sen katılmasan daha iyi' cevabını almıştım.


Babama göre bu benim için 'sihirli nefesti'. Nefesim kesildiğinde paniklemeden hemen bunu dudaklarıma götürecek ve birkaç nefes içime çektikten sonra normal halime dönecektim. O yüzden mutlaka yanımda taşımam gerekiyordu.


İşte şimdi boş olması benim canımı sıkarken telefonumu çıkarım Azad'a yazmaya başladım ki bana yenisini alması için arkamdaki öksürük sesiyle telefonu kapatmak zorunda kaldım.


"İyi akşamlar Elif. Ne yapıyorsun burada?" Maran'dı. Yine elinde bir sürü dosya vardı. Sanırım Şilan'ın onun hakkında 'işkolik' demesi haklı bir sıfattı.


"Hiç." Dedim hafifçe omuz silkip. "Sen?"


"Yine dosya getirdim. Sen çiftliğe gitmedin mi?"


"Hayır." derken karşıma geçip oturmuştu.


"Baran'ın işleri bitmemişti gerçi şirkette. Dün sabahladı. Sen onu bekliyorsun herhalde." İşleri bitmiş miydi bitecek miydi yoksa çok mu fazlaydı bilmiyorum ama Rojbin hanımın dediği gibi konağa adım atmak istemediğini biliyordum.


Başımı sallayıp hafifçe onayladım onu. 'Yok, kocam benim yüzümden eve gelmek istemiyor' da diyebilirdim. Ama demedim.


"Astım hastası mısın?" dedi masanın üzerinde duran boş sprey kutusuna uzanıp. Eline alıp evirdi çevirdi ve hafifçe salladı.


"Evet."


"Zor bir hastalık. Bir arkadaşımdan biliyorum. Sürekli dikkat etmen gerekiyor kendine. Bir de insanı çok kısıtlıyor. Sanırım bunu sürekli yanında taşıman gerekiyor öyle değil mi?"


"Evet. Bir nevi benim bir parçam."


"Bitmiş ama bu?"


"Atacaktım onu. Elimde kaldı." Dedim hafifçe yine omuz silkip. "Ben içeri Ruken'e bakayım." Dedim hafifçe gülümseyip ayaklanırken. Masanın üzerinde duran telefonumu pantolonumun cebine sıkıştırdım.


Ruken içeride tek başınaydı ve hummalı bir yemek hazırlama telaşına girişmişti. Halbuki konakta ondan ve benden başka kimse yoktu. Bir iki lokma yeterdi. Zaten benim bir iki lokma yiyesim bile yoktu.


"Geç gelin hanım ben hazırlarım her şeyi sen yorulma."


"Ne yorulması Ruken? Tüm gün bir şey yapmadım ki oturmaktan başka. Hem ne diye yemek hazırlıyorsun ki? Senle benden başka kimse yok konakta."


"Ama olur mu gelin hanım? Baran abim gelir birazdan." Gelmeyeceğini o da ben de biliyorduk. Biliyorduk ama Ruken geleceğinden eminmiş gibi davranıyordu.


"Abla." Dedim hazırladığı salataya yağ ve biraz nar ekşisi dökmeye giriştiğimde.


"Anlamadım?" Şaşkınca dönmüştü bana doğru.


"Gelin hanım değil. Abla de bana. Elif abla."


"Ama nasıl diyeyim?" Sanki ondan dünyanın en zor şeyini istiyormuşum gibi gözleri iri iri açılırken bakakalmıştı bana.


"Niye diyemeyesin? Sen 'gelin hanım' dedikçe kendimi hiç rahat hissetmiyorum. Abla de sen. Hem gelin hanımdan daha güzel."


"Peki gelin ha- ayy Elif abla." Şaşkınlığına gülmeleri de eklenmişti. Çok sevimli çok tatlı bir kızdı. Bir de öyle hamarattı ki en az üç kişin yapacağı işi tek başına saniyeler içinde yapıveriyordu.


"Gel beraber yiyelim." dedim mutfak masasına hazırladığı yemekleri ve tabakları taşımaya başladığımda.


"Ama Elif abla..." İtiraz edecek oldu ama benim masaya tabakları taşıdığımı görünce bir şey de diyemedi. Karşıma geçip çekingen bir şekilde benim yemeğe başlamamı bekliyordu. Ben kimdim yahu onu bu kadar tedirgin edecek? Böyle olmamalıydı.


"Ne kadar hamarat bir kızsın Ruken. Ellerine sağlık." İltifatım onu afallatmış hatta yanaklarını aniden al al etmişti. Bir şey diyemedi ama hafifçe gülümsemekle yetindi. "Aşçılık okumayı hiç düşündün mü?" dedim ekmeğimden ufacık bir lokma alıp.


"Yok abla. Liseden sonra bitti benim için okul."


"Keşke bitmeseymiş. Çok yeteneklisin mutfakta. Keşke eğitim alsan. İstemez miydin?" başını masumca yana yatırıvermişti. Hareleri titrerken içinden geçen duyguları okumaya çalışıyordum.


"İsterdim. Çok isterdim ama olmadı." Gözlerindeki ışıltılar onun heveslerinin göstergesiydi. "Ama burada da mutluyum abla. İşimi seviyorum."


"Sevebilirsin ama kendi istediğin işi yapmak gibisi yok ki. Kendi çabaladığın, emek verip basamakları tırmandığın... Ben de üniversiteyi bıraktığımda çok pişman oldum."


"Üniversiteye mi gittin sen abla?" Heyecanla doğruldu yerinden. "Ne okuduydun?"


"Okuyamadım." Dedim burukça. "Do-"


"Aa Baran abi! Maran abi! Hoşgeldiniz! Biz siz gelmeyince-" Ruken mutfak kapısından girenleri görünce ışık hızında fırlamıştı oturduğu sandalyeden. "Hemen size sofra kurayım ben."


"Gerek yok Ruken." Dedi o en düz sesiyle. Kendisini görünce tedirgin olan kızın yüzüne bile bakmadan Maran'a döndü. "Çalışma odasında bakalım şu listeye. Sen yiyeceksen Ruken sana hazırlasın. Ben çıkıyorum." Bir şey demeden de adımlamaya başladı. Ruken eli ayağı birbirine dolanmış nereye adımlayacağını bilememişti de.


"Bu senin." dedi gülümseyerek elindeki küçük beyaz poşeti bana uzatan Maran.


"Bu ne?" dedim şaşkınca bana uzatılan poşete bakıp.


"Astım ilacın. Bitmişti ya. Alayım dedim."


"Gerek yoktu. Vardı bende yedeği." Yoktu. Yalan söylüyordum. Hem ondan böyle bir şey de istememiştim.


"O zaman bu yedeği olur." Poşeti elime tutuşturup o da yürüdü içeri doğru. Bir elimdeki poşete bir de Maran'a baktım boş boş.


"Hadi Maran! İşimiz çok!"


🔥


Aynanın karşısında saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yaparken iyice çökmüş olan göz altlarıma bakıyordum bir yandan. Üniversite sınavına bile hazırlanırken bu kadar çökmemişti göz altlarım. Cildim de bir hayli yorgun görünüyordu. Çeşmeyi açtım ve soğuk suyu çarptım iki kez suratıma. Üzerime geçirdiğim lacivert bluzu düzeltip çıktım banyodan.


Balkon kapısı açıktı ve o balkon kapısın tam önünde telefonla konuşuyordu. Oralı olmadan artık buraya geldiğimden beri yatak olarak kullandığım geniş pencerenin önüne ilerledim ve üzerime örtmek için kullandığım örtüyü güzelce katladım. Pencerenin önündeki yastığı elime alıp bir iki kez pat patladım.


"Bu ne?" dedi arkamdan. Bana demiyor herhalde diyerek oralı olmazken sorusunu yineleyince bakışlarımı yavaşça omuzlarımın üzerinden çevirdim ve parmağıyla işaret ettiği yere baktım. Sehpanın üzerinde duran, iki gün önce Maran'ın aldığı astım spreyinin olduğu poşeti gösteriyordu.


"Neye benziyor?" dedim tekrar önüme dönüp. Umursamazca davranışım canını sıkmış olacak ki derin bir nefes aldığını duydum.


"Niye ortalıkta?"


"Ortalıkta değil." dedim ona dönmeden. "Sehpanın üzerinde."


"Ortalıkta işte. Kaldır."


"Sehpanın üstü ne zamandır ortalık sayılıyor?" Tek kaşımı kaldırıp döndüm ona doğru.


"Benim odamda sayılıyor. Al şunu." Al şunu dediği kendinin yüzde biri kadar alanı belki anca kaplıyordu. Büyütülecek bir şey değildi. İki gün önce Maran verdiğinde oraya koymuştum ve tamamen unutmuştum.


"Senin odan? Bende burada kalıyorum ya." dedim hatırlatmak ister gibi. Görünmez değildim ben!


"Ama benim odam. Alıyor musun almıyor musun?" Kollarını göğsünde kavuşturup çenesini yukarı kaldırmıştı. Fazla abartmıyor muydu? Alt tarafı küçük bir poşetti hepsi bu.


"Kendi halinde bir poşet. Ne zararı var?" Alabilirdim. Elime yapışmazdı ama o diretip abartıyorsa ben de diretebilirdim.


"İyi sen bilirsin." dedi ve poşeti kapıp banyoya ilerledi. Ben ne yaptığını kestirmeye çalışırken hızla geri çıktı. "İstiyorsan çöpten alırsın."


"Şaka mısın sen?" Biraz şaşkın biraz da kızgın bir şekilde adımlarımı atıp banyoya girdim. Gerçekten de hiç düşünmeden çöpe atmıştı. Sanırım aklından zoru vardı. "Allah aşkına basit bir poşet! Ne zararı var sana!"


"Ortalıkta bir şeyin olsun istemiyorum."


"Allah Allah!" dedim çöpten aldığım poşeti avcumun içinde sinirle sıkarken.


"Allah Allah!" dedi aynı benim gibi. Ona doğru bir adım atıp elimdeki poşeti yüzüne çarpacaktım ki açılan kapıyla olduğum yerde durmak zorunda kaldım. Ruken şaşkınca bir bana bir de ona bakmıştı çekingence.


"Şey Hüseyin ağam sizi odasında bekliyor da." dedi hafifçe yutkunup.


"Tamam Ruken sağol." Sinirli bakışlarını benim sinirli bakışlarıma saniyeliğine değdirip geri çekti ve kapıya adımladı.


"Elif ablayı da çağırıyor ama. Beraber gelsinler dedi." Bakışları beni bulduğunda yüzümde 'emin misin' der gibi bir ifade oluştu. Ne olmuş olabilirdi de beni de çağırıyordu? Tereddütlü bakışlarımız bir anlığına kesişti ama ben kendimi toparlayıp Ruken'in açık bıraktığı kapıdan çıktım hızlıca. O da peşimden geliyordu.


Hüseyin ağanın odası bir alt kattaydı. Konağın en üst katı olan ve benim 'eğreti' bir şekilde kullandığım oda diğer katların aksine tek bir taneydi. O katı başka kullanan yoktu.


"Baran?" dedi Maran biz arkalı önlü merdiven basamaklarını inip koridorun sonundaki Hüseyin ağanın odasına doğru yürürken. Çalışma odasından çıkıyordu. "Dosyayı bıraktım. Sen de bir göz at."


"Bakarım. Dedeme uğrayacağım önce. Sen gidiyor musun?" Ben çoktan Hüseyin ağanın kapısının önüne gelmiştim ama onu beklemek zorundaydım. Kollarımı göğsümde birleştirip beklemeye başladım.


"Evet. Atların yanına uğrayacağım. Belki göletin oraya giderim." Duyduğumla bakışlarım onlara çevrildi birden. Çevrede yakın olan bir tane gölet vardı. Benim hep gittiğim gölet. "Epey oldu gitmeyeli."


"Görüşürüz." Ben duyduğumla Maran'ın ardından bakarken o yanıma doğru gelip hiç beklemeden kapıyı çalmış ve girmişti içeri.


🔥


"Eliiifff!" Kulağımı delen ses yüzünden telefonu biraz uzaklaştırmak zorunda kalırken yüzüm kasılmıştı.


"Sakin olur musun Leyla!" dedim onun sesini bastırmaya çalışıp. Susmuştu ama heyecanlı solumaları duyuluyordu bu sefer de.


"Ay nasıl olayım Elif! Birazdan Mardin'deyim! İnanabiliyor musun!"


"Niye inanamayayım Leyla!" dedim aynadaki aksime somurtarak. "Sanki daha önce gelmediğin yer?"


"Öyle deme!" dedi içli içli. "Kaç zaman oldu seni görmeyeli, sana sarılmayalı. Özledim. Sen özlemedin mi yoksa!" Ani çıkışına göz devirmek zorunda kalmıştım. "Biliyorum çok özledin!" dedi cevap vermemi beklemeden. "Kızım son anda gelişti her şey ya! Şansa bak! son anda Nevin hanım yerine beni yolluyorlar. Valla ne yalan söyleyeyim bacağını kırdığına sevinmedim diyemeyeceğim."


"Ne kadar ayıp Leyla!"


"Ama öyle deme kuzucuğum. Küserim yoksa. O bacağını kırmasa ben nasıl gelecektim bunca yoğunluğun arasında?"


Leyla'nın çalıştığı şirket burada 'İzol Holding'le ortaklığa girişmiş ve Leyla da yeni yapılacak otel inşaatının proje sorumlusu mühendis olarak buraya atanmıştı. Gerçi projede sorumlu olan Nevin hanım bacağını kırmasa gelemiyordu orası ayrı ama.


Ben İstanbul'la ilişiğimi kestikten sonra devamlı olarak ziyaretime gelir kalabildiği kadar yanımda kalırdı. Son iki yıldır aksamıştı ama gelişleri. Çünkü çok iyi bir şirkette mühendis olarak çalışmaya başlamış ve bu yüzden çok yoğundu. Şans eseri çalıştığı şirket burada bir otel inşaatına başlamıştı. Ama onun benim o şirketin soyadını taşıdığımdan haberi yoktu. Son birkaç aydır olanların hiçbirinden haberi yoktu.


"Bol bol vaktimiz kalacak Elif! Şirket bana ev ayarlayacak ama ben senin yanında kalacağım! Yine sizin dama döşek serer yatarız olur mu!"


"Olur..." dedim hafifçe yutkunup. Artık o evde kalamıyorum diyemedim. Artık orada yaşamıyorum diyemedim.


"Neyse kuzucuğum. Uçağa yetişeceğim. Haberleşiriz olur mu!" Beni beklemeden telefonu kapatıvermişti. Onun cıvıl cıvıl sesine karşılık büyük bir boşluğa düşüvermiştim birden. O hayallerinin peşinden gidebilmiş, çok istediği mesleği yapabilirken ben bana biçilen kaderin ağlarında çırpınıyordum. Gurur duyuyordum onunla.


Oturduğum yerden kalkıp beni kapının önünde bekleyen Dilan'ın yanına ilerledim.


"Yenge ne güzel oldun sen böyle ya." dedi Dilan geri çekilip. Elbisemin eteğini geri savurup yakasını rahatsızca çekiştirdim.


"Elleme Elif. Bozacaksın saçlarını." Bircan ablanın uyarısıyla ellerimi saçlarımdan çektim ve aynadaki memnuniyetsizce kendini süzen Elif'le göz göze geldim.


"Ne gerek vardı ya..." dedim memnuniyetsizliğimi dile getirip. Geri gri koltuğa doğru yürüdüm ve elbiseye bir şey olur diye düşünmeden oturuverdim. Esefle kınıyordu Bircan abla beni.


"Ne gereği mi var? Gideceksin tabi. Azıcık gülümse Elif."


"Yani ben ne anlarım şirket şeysinden. Gitmesem olmaz mıydı?"


"Hep beraber gidiyoruz Elif. Sen gelmesen tabi olmaz. Büyük bir gece bu." Beni elimden tutup tekrar ayağa kaldırmış, kırışan etek uçlarını çekiştirmişti.


"Yengemin ilk resmi daveti olacak değil mi bu?" dedi Dilan. Yüzüne allık sürüyordu bir yandan. Kendisi ve ikizi katılmayacaktı ama makyaj yapmaktan geri durmuyordu.


"Evet!" dedi Bircan abla benim yerime sevinçle. Ellerini birbirine çarpmıştı. Gerçi ben ortada sevinilecek bir durum göremiyordum ama.


"Daha köye gidileceeek, Ruşâ bibi ziyaret edileceeek! Ohooo!" Elini havada çok iş var der gibi salladı.


"Ruşâ bibi kim?" dedim şaşkınca Bircan ablaya dönüp.


"Aile büyüğü. Oraya da gidilecek merak etme." Elleriyle iri dalgalar yapılan saçlarımı geri iteledi. Peki bana niye kimse sormuyordu 'gider misin' diye. Belki ben istemiyordum.


"Ee hadi gidelim." dedi Dilan kafasını dışarıdan duyulan korna sesine doğru çevirip. "Cihan abimin canı çıktı sizi beklemekten." Bircan abla siyah elbisemin yakalarını bir kez daha düzeltip yavaşça koluma girmişti. Kendi üzerinde koyu yeşil bir elbise vardı. Onun kolunda ayağıma dolanan elbisenin eteğine dikkat ede ede indim basamakları.


Dün Hüseyin ağa bizi kendi odasına sırf bu davete katılmamız için tembihlemeye çağırmıştı.


'Siz orada birlikte olacaksınız ki aile olduğumuz bir kere daha vurgulanacak.' demişti işlemeli bastonuna dayanırken. 'Bu şirketimiz için yapılan özel bir gece. Görünürde şirket için ama tüm eş dost, aşiret üyelerimiz orada bulunacak. Katılmanız muhakkak gereklidir. Beraber katılmanız da şarttır.'


Sırf o yüzden üzerime geçirdiğim elbisem, yüzüme sürdüğüm bir iki bir şeyle bu aileden sayılacaksam hiç sayılmasam daha iyiydi.


"Biz Cihan'la gideceğiz. Babamlar önden gitti bile." dedi Bircan abla kolumdan çıkıp. Onun ardından bir adım atmıştım ki durdurdu beni. "Siz Baran'la beraber geleceksiniz."


"Ben de Eliflerle gideyim." Berfin kırmızı elbisesinin eteğini düzeltirken hızlı adımlarla gelmeye çalışıyordu yanımıza. Bir yandan da yukarıdan sıkıca topladığı saçlarını kontrol ediyordu. Yüzünde giydiği kıyafete nazaran bir hayli ağır bir makyaj vardı. Yanıma geldiğinde kulağındaki taşlı büyük küpelerini de düzeltti. Parfümü de öyle ağır vanilya kokuyordu ki beni bir iki kez öksürtmüştü.


"Sen abinle gelirsin Berfin. İstiyorsan bizle de gelebilirsin. Cihan'la ben olacağız sadece arabada."


"Gerek yok. Ben onlarla giderim."


"Berfin." Bircan abla Berfin'i kolundan çekecek oldu ama Cihan'ın kapıdaki homurdanmalarıyla vazgeçip kapıya yöneldi.


"Ne kadar sadesin." dedi Berfin kapıdan herkes çıktıktan sonra bana doğru dönüp. Uzun uzadıya beni süzdüğünü fark edebiliyordum. "Çok düz değil mi elbisen? Hem de siyah. Cenazeye gider gibi."


"Siyah severim. Her şeyin üstünü örter." Asla ondan tarafa dönmüyordum. Ondan yayılan parfüm kokusu bu kadar kısa sürede nefesimi tıkamaya başlamıştı.


"Renklere anlam yüklüyorum deme. Ben bana hangi renk daha çok yakışırsa onu giyerim. Ama kırmızıyı çok severim. Çok asildir."


"Zevk meselesi." Dedim pek samimi olmayan bir gülümsemeyle.


"Doğru. Zevk meselesi. Her şey herkesin zevkine hitap edemiyor ve edemeyecek maalesef." Elbisesinin eteğini geri doğru savurup kapıya yöneldi. Ve sanırım onunla ne zevklerimiz ne de başka bir şeyimiz uyacaktı birbirine.


"Gidelim." dedi gerimden düz ve mekanik tondaki ses. Bana bakmadan yanımdan ileri geçip gitmişti ama kapıya gelince durdu. Ben de ayakkabılarımın ucuna geçen eteğimi çekiştirip onun peşinden adımladım.


"Baran! Nerede kaldın? Gitmiyorsun sandım bir an." Berfin konağın tam kapısının önünde duran arabanın yanında bekliyordu.


"Sen de mi bizimle geliyorsun?"


"Evet. Herkes gitti. Onlar gidince ben de senin arabana kaldım." Gülerek kurduğu cümlelerinin içinden sadece biri doğruydu; 'Herkes gitti'. Evet herkes gitmişti ama o kendisine gidelim diyenlere hayır demişti. Yani ortada geç kalınacak bir durum da yoktu.


Ona oralı olmadan arabanın önünden kendi tarafına dolanıyordu ki bana döndü. "Geç."


Kapıyı açtım ve ayakkabımın ucuna takılan eteğimi geri çekiştirdim. Berfin bizden önce arka koltuğa geçmişti ama 'Ben öne geçsem daha iyi olacaktı' diye söyleniyordu.


"Baran!" dedi konağın kapısından Maran. Nefes nefese arabaya doğru gelirken ben açtığım kapıda öylece dikiliyordum. "Salih beyleri ben alacağım. Ama orada açılıştan önce mutlaka seni görmek istiyormuş."


"Tamam. Orada görüşürüz."


"Berfin sizin yanınızda mı?" Benim olduğum tarafa doğru dolaşıp arka camdan içeride oturan kardeşine bakmaya çalıştı. "İstiyorsan benimle gel."


"Hayır. İyi böyle." Kim gidelim diye ısrar ederse etsin anlaşılan Berfin bizle gidecekti. Zaten diğerleri gibi abisi de çok zorlamadı.


"Ha bu arada..." dedi elini ceketinin cebine atan Maran. Eline katlanmış bir kağıt çıkarırken cebindeki diğer şeyler de düşüvermişti. "Listeyi vereyim diyecektim ama her şeyi düşürdüm." Yere saçılan kalem, anahtar bir iki kartı almaya koyuldu. Ama benim bakışlarım tam ayaklarımın ucuna düşen bileklikte takılı kalmıştı.


Benim bilekliğim...


🔥


B Ö L Ü M    S O N U


Nasıl buldunuz bölümü?


sizce ne olacak bundan sonra?


Peki ya Elif'in bilekliği??


O gece Elif'in üzerine düşen atlı sizce Maran mı??


Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.


Beni buradan (seydnrgrsu), İnstagramdan ve Tiktok'tan takip edip editlere, duyurulara ve alıntılara ulaşabilirsin.


İnstagram ve Tiktok'ta ELİF'in tanıtım videosu var. mutlaka göz atın.

Loading...
0%