@seydnrgrsu
|
Mert Demir-Ateşe Düştüm
Mabel Matiz-Karakol
Hadise-Hayat Oyunu
🔥
'Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tat ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Hiçbir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte
Her şey onunla ilgili ...'
2 hafta sonra
Demir kazıklarla çakılıydı Ayaklarım yere. Ruhum dört duvara hapisti. Ama üfleseler düşüverecek gibiydim. İçi çürümüş bir ağaçtan halliceydim.
Acı vardı dört yanımda, aklımda, ruhumda, benliğimde ve bağrımın tam ortasında. Adını bildiğim, ne olduğunu bildiğim, neden olduğunu bildiğim bir acı. Yarım kalmışlığın acısı.
Bu halimi biliyor gibi gökyüzü de bir alemdi o gün. Matemin en koyu bulutları sarmıştı her tarafımızı. Sanki birazdan yarılıp üzerimize boşalacak gibi de bir hali vardı.
"Siz Hasan kızı Elif Kamer Bozan?" dendiğini duyduğumda hem içimdeki o garip hisle hem de tüm bedenimi sarmış beyaz gelinlikle boğuşuyordum.
Beyaz...
Hayatımda en nefret ettiğim renk. Beyaz, hayatımın en ağır ve en karanlık rengi...
"...eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"
Tek bir kelimeye mahkum dilimle bakışlarım önce annem ve kardeşimde sonra da beni buna bir kez daha mecbur bırakan amcamda dolaştı.
"Evet..."
🔥
'Her şeyle savaşamazsın.
Her konuda en iyisini yapamazsın.
Her zaman mantıklı davranmak mümkün değildir.
Bazen akışına bırakmak gerekir.
Bazen savaşmak yerine
Yenilmek gerekir, huzurlu olabilmek için.'
2 hafta önce
"Bilemiyorum..." diye fısıldadım. "Neden böyle biri olduğumu, neden bu denli öfkeli olduğumu, neden bunları yaptığımı?" Hafifçe omuz silktim. Yutkundum bir de zorla. "Her şeyi koyuyorum bir kefeye. Yığıyorum üst üste. Hatta taşıyor biliyorum. Öfkelerim, kırgınlıklarım, kinlerim... Hepsini koyuyorum. Ama diğer taraf... O daha ağır basıyor. Karşısına ne kadar ağırlık çıkarsa çıksın hep o en ağır, hep o yeniyor. Tüm dengeyi, tüm dengemi alt üst ediyor. İşte o zaman ne yapacağımı bilmiyorum." Bir daha yutkundum zorla. "Bilemiyorum. Doluya koyuyorum almıyor. Boşa koyuyorum zaten dolmuyor. Ama bir şeyden eminim. Bu yaşıma kadar hiç böyle emin olmamıştım da."
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Çenem titrerken tutmaya zorladım kendimi. Ağlamayacaktım.
"Hiç böyle hissedebileceğimi bilmiyordum. Kızıyor musun bana baba? Kamer sen ne yaptın diyor musun? Ya da 'Benim kızım bunu asla yapmazdı, bu sen değilsin' diyor musun bana?" Bakışlarımı buz gibi hissettiren, iliğimi kemiğimi sızlatan ama en çok da kalbimi ağrıtan beyaz mermere çevirdim. Babamın adının en yakışmadığı yer, babamın olmasını en istemediğim yerdi burası. Ne ona yakışmıştı burası ne de bize.
Bir rüzgar esti sakince. Ilık ama bir o kadar da yumuşaktı. Okşadı tenimi usul usul. Kurumuş yapraklardan birazını uçurdu ayaklarımın dibine. Sessizlik rüzgarın fısıltısında söndü gitti. Bir sincap tırmandı karşıdaki çam ağacına. Bir saksağan indi yere hemen ardından. Eşeledi hafifçe toprağı. Sonra da hızla geri uçtu.
"Baba..." dedim iyice titryen sesimle. Mermere dokundum usulca. "Bir suçu yok. Kendime bile o kadar zor kabul ettirdim ki..." Derin bir nefes alıp beni üç ay on yedi gün süründüren acıyı yutmaya çalıştım. "Kapkalın bir duvar ördüm içime. İçinde açımlarımla, yalanlarla, ihanetlerle kaldım. O duvarları örerken bu acının beni bitireceğinden, geriye 'Elif'in bile kalmayacağından adım gibi emindim. Ama her defasında kendimi onun suçsuzluğuna inanmak isterken buldum."Bir yaş hızla yuvarlandı sol gözümden. Yanağımdan aşağı, oradan da boynuma süzüldü var gücüyle.
"...Biliyor musun? Sen gittikten sonra içimde bir çöl var sanıyordum. Kuru, çorak, asla bir hayatın yetişmeyeceği uçsuz bucaksız bir çöl. Küstüm dünyaya. Abim gittiğindeki gibi küstüm. O zaman aylarca konuşmamıştım hatırlıyor musun? Dünyaya dönmüştüm o yaşımda sırtımı. Ama o zaman küçücük bir umutla yaşadığımı hissediyordum. Sen vardın çünkü. Ellerimi hiç bırakmayan, her adımıma eşlik edip bana her koşulda destek olan sen vardın. Defalarca kaldırdın beni. Defalarca tuttun. Ben sen gidince daha sert çakıldım ama. Öncekinde sen vardın ama sen gidince dımdızlak kaldım. Bu sefer de o tuttu ellerimi. Ayağa kalkamam dediğim yerde hatta vazgeçtiğim noktada o çekip çıkardı. Hem de defalarca. Herkes bedeli Elif'e ödetirken o içimde ölmek üzere olan Kamer'i yaşatmayı seçti" Yutkundum zorla. "Sevdi baba beni. Her şeyimle, tüm kara bulutlarımla, tüm acılarımla, tüm hırçınlıklarımla sevdi" Mermere baktım bir umut, bir cevap bekler gibi. "Sevdim baba. Her şeyiyle sevdim, seviyorum..." Sesim sona doğru kısılırken bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan.
"...Suçu yok. O gerçek için uğraştı. Sana, bize bunları yapanları bulmak için uğraştı. O da ödedi bedelini baba. Herkes gibi o da ödedi." Beni sanki görebilcekmiş gibi elimin tersiyle gözümden kayan yaşı sildikten sonra çenemi yukarı kaldırdım. "Asıl bedel ödemesi gerekenlerden soracağım şimdi hesabı. Seni benden, ailenden koparmalarının cezasını çekecekler. Peşini asla bırakmayacağım. En ağır cezayı almaları için elimden ne geliyorsa yapacağım. Bu işte parmağı olan herkesin o bedeli ödemesi için ne gerekiyorsa yapacağım. Söz veriyorum baba. Rahat uyuyacaksın. Kamer'in bunu da başaracak." Doğruldum oturduğum yerden. Elimle soğuk mermeri sıvazladım. "Kızma bana baba. Ben senin dediğini yapıyorum. Kalbimin sesini dinliyorum. O beni bu kadar severken, ben onu bu kadar severken vazgeçmeyeceğim. Tuttuğum eli bırakmayacağım." Gözyaşlarımın ısladığı dudaklarımı bastırdım adının kazılı olduğu o soğuk mermere.
Ilık rüzgar yeniden eserken göz pınarlarıma dokundu yumuşak bir şekilde. Üstümüzdeki büyük çınar ağacından bir yaprak düştü tam önüme.
"Baba..." diye mırıldandım. "Teşekkür ederim..." Son kez dudaklarımı değdirip çekildim geri. Özenle mermeri sildim, üzerinde çıkan tek tük otları temizledim. Doldurduğum şişeden yavaş yavaş su döktüm. Sonra aynı şeyleri abime de yaptım.
Yavaş adımlarla çıkışa giderken sersemlemiş gibiydim ama göğsümdeki o ağırlık da gitmişti. Belki de rahatlamanın verdiği bir sersemlikti bu.
"Peri kızı..." tam çıkışa geldiğimde kalın gövdeli selvi ağacının arkasından belli etti varlığını. Siyah güneş gözlüğünü burnunun üzerine indirirken bakışlarını bana çevirmişti.
"Baran..." dedim etrafıma bakınıp. Burada olması doğru değildi. Biri bizi görebilirdi ve bu durum bizim konağa haber olarak uçabilirdi. "Ne yapıyorsun burada?" dedim fısıltıyla. Hızlı ama küçük adımlarla yanına vardım. Gözlüğünü çıkardı ama yüzünü geren siyah kasketli şapkayı çıkarmadı. Baştan ayağa siyah giyinmişti.
"Seni bekliyordum." Uzanıp elimi kavradı sıkıca. "Özledim..." dedi fısıltıyla.
"Sabah beraberdik." Dedim etrafı kolaçan ederken bir yandan. İleride mezarlık ziyareti yapan bir kadın ve bir adamdaydı bakışlarım.
"Ben saniye sayıyorum senin haberin var mı?" dedi masum masum.
"Ay Baran," diye sahte bir şekilde mırıldandım. "Mezarlıktayız. Biri görebilir."
"Hepsi toprağın altında. Görmek için pek şansları yok." Ciddi kalamıyordu asla. Oysa dıştan bakan biri onun ciddi olmadığı bir durum olmayacağını garanti bile edebilirdi.
"Çok komik. Mezarlıktayız diyorum adam hâlâ dalga peşinde. Çarpılacaksın o olacak."
"Peri kızım..." derken beni kendine doğru çekti. Nemli yanaklarımda dolaştırdı parmaklarını usul usul. "Hep böyle mi olacak? Ben senden uzak durmak istemiyorum. Birilerinden saklanmak istemiyorum."
"Ben istiyor muyum sanıyorsun? Ama biliyorsun."
"Bugün hakim karşısına çıkacaklar. Bitecek peri kızı. Ne var ne yoksa bugün bitecek."
"Bitecek..." diye mırıldanırken elini sıktım. Sarılmak, beni kolları arasına almak istiyordu biliyordum ama yapamıyordu. Çünkü ben de aynı haldeydim. "Ben şimdi adliyeye gideceğim." Dedim geri çekilirken. "Kendi gözlerimle görmek istiyorum her şeyi."
"Ben de orada olacağım. Ben de bize bunu yaşatanların tek tek ceza aldığını görmek istiyorum."
"O zaman orada görüşürüz." Diye fısıldarken geri çekildim. O da elimi bırakmadan üzerine küçük bir öpücük bıraktı ve gözlüğünü geri taktı. Ben çıkıştaki arabaya doğru yürürken o da yolun ilerisine bıraktığı motoruna doğru yürüdü.
🔥
"Sen izin mi aldın?" diye fısıldadım yanı başımda duran Leyla'ya. Şüpheli bakışlarla etrafı inceliyordu.
"Evet." Dedi tüm ciddiyetiyle. O kadar ciddiydi ki gören onu elli yıllık ağır ceza hakimi sanabilirdi. Koyu lacivert bir takım giymişti. Ayağında lacivert takımına zıt renkte ama onu bir o kadar da bütünleyen, Leyla'nın cıvıl cıvıl ruhunu yansıtan pembe sitilettoları vardı. sarı saçlarını da ensesinde sıkı bir topuz yapmıştı. "Canan cadısına kalsa ben yine şantiyedeydim bugün. Ama allem ettim kallem ettim izin alıp geldim. Büyük ihtimalle önümüzdeki haftanın bütün saha işleri ben de olacak." Sağ bacağını solun üzerine atıp hırsla salladı.
"Kendi gitsin," diye mırıldandım. O sırada cübbesi kolunun üzerine atılı olan bir avukat hızlı adımlarla girmişti içeri.
"Kuzucuğum!" dedi hızla bana dönerken. "Hazır adliyedeyiz. Ben içeri gidip şikayet falan mı etsem bu cadıyı? Yapsam ya öyle bir şey."
"Saçmalama." Dedi hafifçe dizine dokunurken.
"Ne var canım. Yoksa onu yolduktan sonra o gelip beni şikayet etmek zorunda kalacak. Ondan önce davranmam lazım. Biliyorsun geride kalmayı asla sevmem. Hele o Canan cadısının gerisinde kalamam."
"Tamam. Bugün bitsin söz gidip ben şikayet edeceğim onu. Diyeceğim 'bu cadı benim arkadaşımı üzüyor. Sürekli saha görevine gönderiyor'. Aynı bunu diyeceğim."
"Der misin?" dedi inanmış bakışlarını bana çevirip.
"Derim. Sırf sen onu yolarken tırnakların kırılmasın diye derim. Hiç merak etme."
"Kimi yoluyoruz?" diğer tarafıma da Şilan çöküvermişti hızla. Ruhundaki yorgunluk resmen dilinde can buluyordu. Ama ona rağmen o kadar iyi kamufle ediyordu ki bu halini. Dimdikti. Onun bu güçlülüğü beni bir yandan tedirgin ederken bir yandan da içten içe hayran bırakıyordu.
"Ay bizim ekipteki Canan'ı. Kendini resmen patron belledi kadın başımıza."
"Patronlar başta olmayınca," diye mırıldandı Şilan. Ama duymadı Leyla dediğini. Canan hanıma saydırmakla meşguldü.
"Görseniz bir havalar bir havalr. Ay iş yapmadığını bıraktım resmen suç işliyor şirkette."
"Hazır adliyedeyken gel şikayet edelim suçunu. Ne suçu var?" dedi Şilan önüne düşen saçlarını hızla iteleyip ona doğru eğilirken.
"Moda suçu!" diye yükseldi sesi. O böyle yapınca Şilan'la boş boş bakışmak zorunda kaldık. "Rezalet kombinleri var. Alakasız parçalar giyiyor. İğrenç." Suratını buruşturdukça buruşturdu Leyla. "Kombininin iğrenç olduğu yetmiyor gibi bir de çıkıp tonla alakasız şey anlatıyor. Sonra en kolay işi kendisine alıp bütün zor işleri bize paylaştırıyor. Hepimizin burnundan getiriyor. İş buyuruyor, yapıyoruz, beğenmiyor. Yahu ben o kadar okulunu okudum bu işin ama gel gör ki bilmemekle yargılıyor. Neler neler. Allah'tan şef atandı da kendi başına göre artık karar alamıyor."
"Hadi ya," diye mırıldandı Şilan. "Allah o şefe kolaylık versin o zaman. Biraz da o uğraşsın."
"Hah..." diye mırıldandı Leyla. "Adını andık şefim de geliyor zaten." Kısık sesle söylemişti ama bakışlarımızı çevirmemize yetmişti. Üçümüz de bahçe kapısındaki ardı arkasınca duran siyah araçlardan inenlere çevirdik başımızı. En önde inen Cihan gözlüğünü düzelttikten sonra ceketinin önünü düzeltmişti iki eliyle. Ama emin olamamıştım onun Cihan mı yoksa başka biri mi olduğuna. Fazlasıyla farklıydı.
"Şef Cihan mı?" diye fısıldadı ben,im yerime Şilan. "Dönmüş mü geri?"
"Bir süreliğine. Şirket toparlanana kadar. Şu an batma noktasındalar. Bir sürü proje durduruldu. Hele de başında Baran'ın oldukları. En önemlileri onlardı." Onlar ikisi kısık sesli dedikodularına devam ederken ben öylece tek tek arabadan inenlere bakıyordum. Ta ki Azad önümüze gerilene kadar.
"İçeri geçelim." Dedi en ters tavrıyla. Kendince benim onları görmememi sağlamaya çalışıyordu. Yengemler geçtiler bile.
"İyi burası Azad. Daha avukat bile gelmedi." Ondan daha ters bir halde mırıldandı Şilan.
"İçeri geçelim abla. Olmuyor burada. Hadi," derken bana çevirdi bakışlarını. Daha çok da bana demişti zaten.
"Hadi," dedim onun gibi. Ayaklanırken siyah elbisemin eteklerini çekiştirdim. Üzerimdeki ceketi de düzeltip gözlüğümü taktım gözüme. Kızlar da arkamdan ayaklanmışlardı. Azad'ın koruma, beni onlara göstermeme çabası eşliğinde 'İzollar' gelmeden binanın girişine ulaştık.
"Kimliğinizi alabilir miyim?" dedi girişteki güvenlik. Şilan ve Leyla kimliklerini uzatırken ben kenara çekilip cüzdanımı çıkarmaya giriştim. Cüzdanımı alt üst ettim ama yoktu. Elimi küçük çantamın dibine daldırdım ama yine de bulamadım.
"Kuzucuğum? Kimliğin yok mu?"
"Bulamıyorum. Cüzdanımdan hiç çıkarmazdım aslında." Hırslı bir nefes alıp bir daha karıştırdım. "Yok!" dedim sinirle.
"Elif Hanım? Geldiniz mi? Duruşma başlamak üzere. Ben de sizi bekliyordum." Avukat Buket hanım hızlı adımlarla gelmişti ama ben kimliğimi aramakla meşguldüm.
"Kimliğim yok." Dedim ona doğru ağlamaklı bir mırıldanmayla.
"Tamam içeride tekrar bakarız. Lütfen geçelim. Başlamak üzere." Buket Hanım beni yanına alıp hızlı adımlarla arşınladı uzun koridoru. "Hakim bey görüp görebileceğiniz en zor hakimlerden biri." Annemlerin yanına ulaştığımızda bir yandan cübbesini giymeye başladı. "Ama elimiz çok güçlü. Bütün deliller ispatlarıyla dosyamızda. Ayrıca Baran Bey'in şahitliği, sağladığı diğer tüm deliller mevcut. Yani bu dava sonrası hapis cezası almamaları için hiçbir şey kalmayacak."
"Biz sana güveniyoruz." Diye mırıldandı annem. "Eminiz kızım. Bu davayı kazanacaksın."
"O Baran denen şerefsizin delilleri olmadan kazanılamıyor mu bu dava?" Huysuz bir biçimde mırıldanan amcama anlamsız bir bakış attı Buket Hanım.
"Baran Bey'in anlattıkları, buldukları bizim için çok önemli. Davanın seyrini değiştiren şeyler. elbette onun bulduklarından önce ihtimalimiz vardı ama sayesinde kesinleşti." Hoşnutsuz bir şekilde homurdandı amcam aldığı cevapla. Hiç hoşuna gitmemişti bu durum.
İçeriden seslenilince ise Buket Hanım üzerini düzeltip hepimizden önce girdi içeri. Bizimkiler sırayla girerken benim bakışlarım bizim girmemizi bekleyen 'İzol' ailesindeydi. Bize bakmadan, tek tek girdiler içeri.
"Kuzucuğum hadi." Dedi Leyla hafifçe koluma dokunup.
"Siz geçin geliyorum." Dedim çantamdan su şişemi çıkarırken. Nefeslenmem gerekmişti. Su şişemden birkaç yudum alıp rahatlamaya çalıştım. Bir yandan da 'son olsun' diye dua ediyordum. Üzerimdeki bu kara bulutların gitmesini, yalanların, bize yaşatılanların bitmesini istiyordum.
Kara bulutlarla boğuşmam ise koridorun başından gelen Baran'ı görmemle son buldu. Bütün daralmalarım, beni rahatsız eden şeyler onu görmemle bir buhar olup gidiverdi. Sanırım onun da gitmişti çünkü dudaklarındaki belli belirsiz gülümseme ve gözlerindeki parıldamaları gördüm.
Büyük adımlarla yürüdü bana doğru. Baktım öylece gelişine. Giydiği siyah takımına, içine giydiği siyah gömleğin onu sarışına baktım. 'Biz' olduğumuz zamanlardaki gibi duruşuna baktım. Ama en çok da artık kesmediği sakallarına baktım.
"Abla!" etrafımızdaki büyü Azad'ın ters uyarısıyla son bulurken sanki oralı değilmişim gibi su şişemi çantama atıp bakışlarımı Baran'a değdirmemeye çalışarak girdim içeri. En arkaya, Leyla ve Şilan'ın tam ortasına oturdum.
Uzun sürmüştü duruşma. Ya da bana öyle gelmişti. Geçen her saniye, her dakika bir asır gibi sürmüştü. Yaşlı, ters bakışlı hakim en sonunda 'Karar' deyince hepimiz heyecanla kalkmıştık ayağa.
"...tanıklar dinlendi." Diye başladı sözüne. Sonra usule uygun dediği şeyler kalbimin kulaklarımda atmasından pek anlayamadım ama. "... sanık Maran Ahter hakkında yüce yargı divanını yanıltması, adli kurumları oyaladığı..." Kulaklarım daha çok uğuldarken Leyla ve Şilan'ın elini kavramıştım sıkı sıkı. "...Hasan Bozan'ın ölümünün gerçek sebebinin..." Soluklanmam gerekmişti her kelimede. Ama en son durdu hepsi.
"...on iki yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezasının yarı oranında artırılmasına karar verilmiştir."
Annemin derin soluğu duyulurken gözümden bir damla yaş kayıp gidivermişti.
Bitmişti.
Bize bunu yaşatanlar, yıllardır bir yalanın ortasında debelenmemize neden olanlar hak ettikleri cezayı almışlardı.
"Bitti..." diye fısıldarken kollarımı sıkıca annemin boynuna doladım.
"Bitti..." dedi ağlamaklı sesiyle. "Bitti kızım. Bitti..."
Bitmişti hepsi. Yalanlar, ömrümüzden gidenler. Ve geriye tek bir şey kalmıştı: suçluların cezasını çekmesi.
Mervan Bey, Rojbin hanım ve Maran ellerindeki kelepçelerle bir bir salondan çıkarılırken hiçbirinden çekmemiştim bakışlarımı. Ailecek işledikleri suçta yine ailecek kaybetmişlerdi. Bir tek Brfin kalmıştı geriye. Karar açıklandığında hıçkırıkları doldurmuştu salonu. Bir an bile elini bırakmayan Kemal'in kolları arasında çıkarılmıştı dışarı. Sakinleşecek gibi değildi. kolay da değildi.
"Elif!" diye kafasını geri çevirdi tam kapıdan çıkarılacakken Maran. "Dediklerimi unutma!"
"Ne diyorsun sen ha!" diye benden önce Azad yükseldi. "Ne diyorsun!"
"Elif? Kuzucuğum?" diye asıldı koluma Leyla. Meraklı bakışların odağı oluvermiştim bir anda.
"Elif ne diyor o?"
"Saçmalıyor," diye mırıldandım kaskatı kesilen halimle. "Ne diyecek o bana." Oysa dediği her şey yankı bulup gitmişti zihnimde.
'Baran'ın hayatı tehlikede...'
Bakışlarım salonda bizden en uzak noktada duran onu buldu. Öylece bekliyordu. Sanki bu tarafa gelmeye cesaret edemiyor gibiydi. Ama hareketlenmesiyle beni yanılttı. Bize bakışlarını zerre değdirmeden önünde durduğumuz kapıdan hızla çıktı. Azad'ın ters bakışları onun üzerindeyken ben kafamı yere çevirdim.
"Kuzucuğum?" Leyla tekrar asıldı koluma. "Gidelim hadi. Kafamı salladım hızla. Bundan aylar önce ağlayarak gelip şikayette bulunduğum bu yerden şimdi kazandığım, kazandığımız zaferle dönüyordum.
Biz yıllardır bize söylenen, yaşatılan acılara, yalanlara galip gelmiştik bugün. Biz babamın bizden koparılmasının acılarına galip gelmiştik.
Bitmişti.
Kazanmıştık.
Annemle yan yana dışarı çıkarken ilerideki kameralar çarptı gözüme. Hepsini amcamın korumaları engellemeye çalışırken odağımı onlardan bahçede bizi bekleyen Emir'e çevirdim.
"Abla..." diye titreyen sesiyle mırıldanırken büyük adımlarla gelmişti bana doğru. Ben de hiç düşünmeden basamakları inip sardım onu kollarımın arasına. "Bitti mi?"
"Bitti..." dedim engel olmak istemediğim gözyaşlarımla. "Bitti ablacım."
En çok da onun için bitmişti. o bugün, hiç görmediği abisinin, çocukluğunu hiç yaşayamadığı babasının davasını kazanmıştı.
🔥
"Valla gücenirim Leyla. Bir tabak daha yiyeceksin." Leyla elindeki tabağa yapışmıştı anneme vermemek için ama bir tarafta annem varsa mutlaka kazanan annem olurdu. Konu yemek ve yemek yedirmekse annemle kapışmanız imkansızdı.
"Valla gücenme Zehra teyzem. Ama bedenim de bana gücenecek artık. Kilo alıyorum hep."
"Anneme hayır deme şansın yok." Derken elimdeki dolma tepsisini masanın boş kısmına bıraktım.
"Valla diyorum dinlemiyor beni. Küseceğim ama."
"O kadar şey hazırladım. Bitecek bunlar!" emir büyük yerden gelmişti. Ama uygulamada biraz zor olabilirdi çünkü 'bitecek' diye emir verdiği masa ile tam bir ordu doyardı. Üstünde yok yoktu. Dolmasından güvecine, baklavasından kıymalı böreğine kadar. Ve çoğu da babamın sevdiği şeylerdi. Annem bugüne özel bizzat kurmuştu bu sofrayı.
Sanki babam yanımızdaymış gibi. Sanki masanın baş ucunda oturup bize gülümsüyormuş gibi.
"Aman Leyla. Zaten zapzayıfsın. İki lokma yesen zayıflamazsın korkma." Yengem çatalına taktığı sarmayı ağzına atarken baştan aşağı süzdü Leyla'yı.
"Ama olmaz. Zayıfım diye sürekli yersem eninde sonunda kilo alırım. Bence siz de dikkat etmelisiniz." Son dediği hiç hoşuna gitmedi yengemin. Yüzü memnuniyetsiz bir ifadeyle kasıldı.
"Kuru götlüleri beğenmiyorlar..." diye homurdandı. Leyla karşı atağa geçecekti ki benim kısık sesli uyarımla vazgeçti.
"Ay ama küseceğim..." diye mırıldandı bana doğru.
"Leyla kızım alıştın mı Mardin'e?" Amcam o akşam ilk defa laf sokmadan, kimseyi kızdırmadan oturuyordu sofrada. Halbuki ne zaman sofraya otursak bizi kızdırmak için mükemmel şeyler dökerdi ortaya.
"Alıştım. Yani İstanbul'dan sonra burası bana ilaç gibi geldi. Ayrıca sevdiklerim de burada. Alışmamak için bir nedenim yok."
"Alışmana sevindim. Ama güceniğim sana haberin olsun." O ana kadar susmasında vardı zaten bir şey. Benim amcamdan normal davranmasını beklemem normal değildi. hata bendeydi bir kere.
"Ya?" diye mırıldandı Leyla. Sanki amcam ömrünce gücense Leyla'nın umurunda olacaktı da. "Ne konuda?"
"İş." Derken bakışlarını hızla kaldırdı Leyla'ya doğru. "Daha da o İzolların şirketinde çalışıyorsun ya. Ne diyeyim sana."
"Anlamadım Haşim Bey. Ne demek istiyorsunuz?"
"Yav olanı biteni bilmiyormuş gibi yapma hele. Sanki sana başka şirket yok hâlâ daha o şerf yoksunlarının şirketinde çalışıyorsun."
"Amca!" dedim sesimi hafifçe yükselterek. "Kimse kimsenin kini güdemez. Ayrıca bu durum seni ilgilendirmez."
"Bal gibi de ilgilendirir."
"Amca yeter! Bizim hayatlarımız bitti şimdi sıra Leyla'nın hayatına mı geldi?"
"Kuzucuğum-" diye araya girmek istedi Leyla ama mani oldum ona.
"Herkese karışamazsın. Zaten bunca zamandır bize karışıp durdun. Yeter. Tamam mı? Daha fazla karışma kimseye."
"Baba tamam!" diye girdi araya Diyar abim. "Elif haklı. Leyla da istediği yerde çalışır. Kendi emeği kendi alın teri."
"İzollar diyorum İzollar! Düşmanımız olan, kan davalımız olan İzollar!" diye yükseltti sesini.
"Sofranızda onların şirketinde çalışan birini istemiyorsunuz sanırım." Sandalyesini geri itip ayaklandı Leyla. "Size afiyet olsun."
"Hayır!" diye sertçe asıldım kolundan. "Sen bir yere gitmiyorsun. Ama eğer İzolların şirketinde çalışan Leyla'dan rahatsız olan biri varsa gidebilir. Çünkü bu sofra bizim."
Bu dava kapanmadı Elif hanım!" elindeki çatalı sertçe masaya çarparken ayaklandı amcam. "Onların bu topraklardan tüm izlerinin silindiğini görmeden de kapanmayacak." Bana doğru salladığı parmağını geri çekip hızla çıktı salondan. Tabi yengem de çıktı hemen peşinden.
"Kusura bakmayın," diye mırıldandım Diyar abimlere doğru.
"Babam haksız Elif. Asıl sen kusura bakma. Özellikle de sen Leyla." Mahcup bir şekilde bakıyordu Diyar abim Leyla'nın yüzüne. Başka zaman olsa çirkefleşeceğinden adım gibi emin olduğum Leyla bu sefer kendine zıt bir sakinlikle oturdu geri.
"Dolmalardan alın." Elindeki tabağı bize doğru uzatırken annem bozdu amcamın hasar gibi bıraktığı sessizliği. İtiraz kabul etmeden de ikişer dolmayı sırayla tabaklarımıza bıraktı. Leyla bir şey diyememişti ama sinirini hırsla yediği dolmalarla belli ediyordu. "Elif? Yesene kızım."
Çatalıma biraz kıymalı içten aldım ve dudaklarıma doğru götürdüm ama sonra geri bıraktım tabağıma. Sağolsun amcam tüm iştahımı kaçırıvermişti. Onun yüzünden sevdiğim dolmalar bile kokuyor gibi geldi.
Böyleydi işte bizim ev. En ufak mutluluk bile batabiliyordu amcama. Heves, neşe kaçıracak ufacık bir şey bulabiliyordu. Sadece bizim de değil çevremizde olan herkesin.
"Sen babama bakma Leyla," diye mırıldandı Şilan. Sofradan kalkmış makineden çıkan bulaşıkları yerleştiriyorduk mutfakta. "Her zamanki hali."
"Şilanım..." Leyla Şilan'ın elindeki tabakları alıp bıraktı tezgahın üzerine. "Sakın kendini bu konuda sorumlu hissetme. Sakın. Ayrıca kaç yıl oldu. Haşim Bozan'ı tanıyorum artık. Hem bugün çok güzel bir gün. Dava kazandık. Moral bozmak yok."
"Ben en çok Emir için mutluyum..." diye mırıldandım bakışlarım dışarıdaki çardakta Azad'la birlikte oturan Emir'in üzerindeyken. "En çok o hak ediyordu çünkü bunu. Abisini hiç tanımadı. Babasıyla ise bu dünyada geçirdiği vakit o kadar azdı ki. Ondan da hiçbir şey anlamadı. Çocuk kendini bir anda bir kaosun ortasında buldu."
"Gittikçe Ezman abime benziyor..." diye mırıldandı Şilan.
"Evet," dedim hafif bir gülmeyle. Bazen onun gibi konuşuyor. Yürüyüşü, duruşu zaten o."
"Kaderi benzemesin..." diye mırıldandı Leyla. Derin bir nefes alırken geri döndüm ben de.
"Leyla..." diye mırıldandım. Elindeki kurulama bezinin kenarını çekiştiriyordu. "Sen iyi misin?"
"Bak babama canın sıkkınsa?"
"Hayır hayır!" diye hızla mani oldu Şilan'a. "Ona kızmadım bile. ama benim size bir şey demem lazım."
"Ne oldu?" derken Şilan onu kolundan tutup sandalyeye oturtmuştu bile.
"Bana bir paket geldi. Bir kargo paketi. İçinden pembe fular çıktı."
"Ne yani sorun renginde mi?" dedi anlamadığını belli eden Şilan.
"Hayır. Çünkü içinden çıkan fular benimdi. Benim pembe fularım."
"Nasıl yani?" diye mırıldandı Şilan.
"Ferit'in bana üniversitedeyken hediye ettiği fular. Ayrılırken yüzüne çarptığım."
"Bir dakika bir dakika." Diye durdurdum. "Ben doğru mu anladım? Ferit'e geri verdiğin fular o paketten mi çıktı? Yani o zaman Ferit gönderdi bunu sana?"
"Evet..." dedi gözleri dolu dolu.
"Adresini nereden bulmuş?" Hızla onun yanına varıp yere çökerken ellerimi dizlerine koydum.
"Bilmiyorum. İşten eve döndüğümde kapıda bir kargo paketi vardı. Bir açtım fular. Üzerinde de en kısa zamanda görüşürüz yazıyordu."
"İnanamıyorum. O ruh hastası manyak seni nereden buldu ki? Polise gidelim." Dedim hızla.
"Allah aşkına Elif. Ne yapacaklar sanki. Umursamayacaklar bile. Eğer ben gidip şikayet edersem daha da hırslanacak."
"Elif haklı bence." Şilan'a hızla onaylarcasına kafamı salladım. "O ruh hastasının sağı solu belli olmaz."
"Hiçbir şey yapamaz. O kadar cesaretli biri değil maalesef. Sadece huzurum kaçsın istiyor."
"Ama Leylacığım bence ne olur ne olmaz. Ben bunu sen kadar sakin karşılamayacağım. Ayrıca yıllar sonra sessiz sedasız senin evine paket bırakması da hiç doğru değil."
"Ben yapacağımı biliyorum. O korkaktan da hiç korkmuyorum ayrıca. Benim laz damarımı az çok tanıyorsa ona ne yapacağımı o daha iyi bilir." Kararlılıkla salladı kafasını. Gözleri ise sinirden dolu dolu olmuştu.
Ben pek bilmiyordum Ferit'i. Yani benim okuldan ayrıldığım dönemden kısa bir süre önce tanışmışlardı. O yüzden de pek hakim değildim ilişkilerine. Ama tek bildiğim Ferit'in farklı bir karakter olduğuydu. Leyla'nın anlattığına göre ilişkileri peri masalı gibi başlamış ama sonra Ferit'in garip tavırları yüzünden yürütememişlerdi. Leyla'nın dediğine göre fazla kıskanç ve kısıtlayıcı bir yapıdaydı Ferit. Leyla'ya en zıt şeyler...
"Aaaaa!" Mutfaktaki kısık sesli sohbetimiz yukarıdan gelen bağırmayla yarıda kalırken hepimiz fırlamıştık mutfaktan dışarı. "Senin ne işin var burada!" Annemin sesiydi bu ve bilin bakalım ses nereden geliyordu?
BENİM ODAM!!!
Kızlardan daha hızlı adımlarla yukarı adeta uçarken annemin sesi gelmeye devam ediyordu.
"Anne!" dedim hızla odaya dalarken. "Anne!"
"Ay! İnanamıyorum sana Elif!" dedi ben nefes nefese odaya girdiğimde. Leyla ve Şilan da paldır küldür dalmıştı peşimden. "Nasıl yaparsın bunu!"
"N-neyi?" dedim korkuyla. Dehşetle odanın içinde dolaştırdım bakışlarımı.
"Camı açık bırakmışsın. Kediler bütün saksıları düşürmüş. Şu hale bak! Yerler hep toprak olmuş." Korku dolu bakışlarım toprağa bulanmış zemini bulurken derin bir nefes verdim.
"Ay anne..." dedim elimi korkuyla göğsüme atarken. Dizlerimin bağı çözülüvermişti bir şey gördü diye. "Yemin ederim aklım çıktı."
"Ne var canım. Niye korktun ki?" Tabi demesi kolaydı. Göreceğini sandığım şey o denli korkutucuydu çünkü. Annemin Baran'ı tam burada görmesi ihtimalini düşünemiyordum bile.
Felaketim olurdu.
Sonum olurdu.
"Yani yenge. Evi inletince sana bir şey oldu sandık."
"Çamaşır atacaktım. Kirli var mı diye geldim. Manzaraya bak. Ayrıca odan da çok dağınıktı Elif haberin olsun."
"Dağınık değil..." diye mırıldanırken bozuk olan yatağımda göz gezdirdim. Sabah toplamaya fırsatım olmamıştı.
"Sen ne zamandan beri iki yastıkla yatıyorsun hem?" yatağımın diğer tarafına dolaşıp yastıklardan birini aldı eline. "Sen yüksek yastıkta yatamazsın ki."
"Boynum..." Elimle boynumu tuttum. "Ağrıyor bazen." Eh diyemedik 'Gece Baran burada yanımda kalıyor' diye. Yalanını boynumuz ağrıyor diye attık ortaya.
"Temizle buraları. Bir daha da açık bırakma bu pencereyi."
"Tamam!" dedim hızla.
"Ayrıca..." derken beni omzumdan itip yatağımın diğer tarafına adımladı. "Bu ne!" Eline aldığı siyah tişörtü havaya kaldırdı. "Sen ne zamandan beridir üstünden çıkanları etrafa atar oldun?" Bakışlarım elinde salladığı tişörte çevrildi. Baran'ın tişörtüne...
"Hem bu senin değil sanki?"
"Emir! Emir'in tişörtü. Çok beğenince ben giydim. Böyle geniş geniş." Hızla kaptım elinden tişörtü.
"Kirliyse ver yıkayayım."
"Değil!" diye abartılı bir tepki verirken kafamı hızla salladım sağa sola. "Sana zahmet olmasın. Ben yıkarım."
"İyi..." diye şüpheli bakışlar atarak çıktı odadan.
"Ne oldu demin öyle ya?" diye söylendi Şilan. "Yengem bir tuhaf. Sen ondan da tuhafsın." Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım.
"Geçen ki mesele mi? O yüzden mi böyle davranıyor sana?"
"Sanırım..." diye mırıldanırken süpürge ve etrafı temizleyecek bir şeyler bulmak için çıktım odadan. Kızlar da takılmıştı peşime.
"Ben Zehra teyzeme hak veremiyorum," diye omuz silkti Leyla. "Bence çok katı davranıyor."
"O bir anne Leyla. Haliyle kızı için korkuyor," Bir temizlik kovasına su doldururken onlar kapının pervazına yaslanmışlardı.
"Olabilir. Ama Elif için 'evleneceksin' demesi de yanlış. Bu kız böyle bir şey istemiyor. Ne yaşadığını sanki bilmiyormuş gibi. Ayrıca Elif'in ne istediği ne hissettiği önemli."
Onları geride bırakıp odama doğru yürüdüm elimdeki kovayla. Ama kovanın odama adım atar atmaz yeri boylaması da bir olmuştu. Bakışlarım dehşetle açıldı onu pencerenin pervazına yaslanmış bir halde görünce. Bir de sanki hiçbir şey yokmuş gibi el sallaması yok muydu? Kalpten gidiverecektim. Hızla geri kapattım kapıyı.
"Ay kuzucuğum!" diye önde Leyla arkada Şilan koşarak geldiler. "İyi misin? "Aa kovayı mı düşürdün?"
"Elif sen iyi misin?" Şilan elini yanağıma koyarken kafamı salladım hızla.
"Ay bir alemsiniz bugün ben anlamıyorum. Ne oluyor?"
"Size ne olduğunu göstereceğim ama yüksek sesle tepki vermek yok. Tamam mı?" İkisi de anlamsızca birbirlerine bakarken uzanıp kapının kolunu indirdim ve açtım. Baran tam az önce gördüğüm yerde, pencerenin pervazına yaslı halde duruyordu.
"OHA!" dediler aynı anda.
🔥
4 gün önce
"Kokun cennetim..." Ilık bir nefes dokundu boynuma. Sonra kulağımın hemen arkasında sıcak dudaklarını hissettim. "Tenin cennetim..." Bir kolu usulca karnıma doğru sarılırken uykunun verdiği mahmurlukla gülümsemeye çalıştım. "Sen benim cennetim..."
"Ya..." diye mırıldanırken uyanmamak için direniyordum ama bir yandan da gözlerimi açıp ona karşılık vermek istiyordum. Uyku sersemi bir halde, gözlerim kapalı bir şekilde elimi geri doğru atıp ona sarılmayı denedim. "Baran..."
"Peri kızım... Güzel kokulum... Doyamıyorum bu kokuya" Tekrar ve daha uzun bir öpücük bıraktı dudaklarıma. "Nasıl doyulur bilmiyorum..."
"Baran yapma..." dedim mahmur bir halde. Gözlerimi açmıştım ama anın büyüsüyle tekrar kapamak zorunda kaldım. Dudaklarımdaki izlerini, tenime sinen kokusunu çektim içime tek tek. Çıplak tenimde dolaşan parmaklarını kavradım, nemli saçlarını çekiştirdim.
"Sen böyle yaparsan gidemiyorum." Göğsümün üzerindeki dudaklarını çekti istemeye istemeye.
"Gitme..." dedim omzunda parmaklarımı dolandırıp.
"Gitmem lazım. Ama şu yataktan zerre çıkmak istemiyorum haberin olsun."
"Çıkma..." dedim üzerimdeki çarşafı kenara doğru iteleyip.
"Yapma..." diye fısıldarken yutkundu zorla. "Çelme aklımı daha fazla."
"Sen bilirsin..." dedim arsız bakışlarla onu süzerken.
"Ben gideceğim ama sen geleceksin. Bir saat sonra gölde." Hızla kalktı yataktan. Yerdeki tişörtünü hızlıca geçirdi başından.
"Gölde mi?" dedim yatakta doğrulup. "Neden?" siyah kotunu da giydikten sonra ayakkabılarını ayağına geçirip hızla pencereye doğru yürüdü. Yerdeki şapkasını kapıp başına geçirdi.
"Bir saat sonra. Bekliyor olacağım." Pencereyi gıcırtıyla açıp ayağını dışarı sarkıttı. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemeden öylece bakakalmıştım onun arkasından. İnerken pencereyi çekmişti ama aralıktan giren serin hava çıplak bedenimi titretmeye yetmişti.
Halının üzerinde öylece duran tişörtü üzerime geçirip etrafa saçılan eşyaları toparladım hızla. Bir yandan da beni neden oraya çağırdığını anlamaya çalışıyordum.
On beş dakika gibi bir süre içinde giyinip hazırlandım ve çantamı omzuma atıp koşar adımlarla indim aşağı. Daha sabahın yedisi olduğundan etrafta kimse yoktu. Uyanmamışlardı muhtemelen. Haftasonun verdiği rahatlıktı biraz da bu. Yoksa son zamanlarda amcamla hangimiz daha önce uyandık yarışına girmiştik çünkü.
Mutfağın tenhalığını fırsat bilip taze ekmeklerden bir parça kopardım ve attım ağzıma.
"Elif?" dedi ben hızlı hızlı ekmeği çiğnerken Şilan. O da ben gibi erkenciydi.
"Şilan..." dedim ağzım dolu dolu.
"Nereye? Baran'ın yanına mı?" O öyle deyince korkak bir şekilde bakındım etrafıma. "Korkma herkes uyuyor. Duyan olmaz."
"Beni bekliyor."
"Gece burada değil miydi yoksa?" Sesinden ima akarken dolaptan bir bardak çıkarıp su doldurdu kendine.
"Biraz önce gitti." Dedim tüm dürüstlüğümle. Bana tavırlıydılar hem de her ikisi de ama beni anladıklarını da biliyordum. O yüzden saklamayacaktım daha fazla.
"Hâlâ aklım almıyor. Bu cesaretine hayran kaldım. Korkusuzluğun göz yaşartıyor."
"Korkacak bir şeyim kalmamıştır belki de. Belki de elimdeki tek tutunduğum dalı bırakmak istemiyorumdur." Baktı hiçbir şey demeden yüzüme.
"Bırakma zaten. Tut sıkı sıkı." Kolumu sıvazladı usulca. Güldüm öyle deyince. "Ama barıştığınızı bizden sakladığın için sana öfkelenmeye devam edeceğim. Haberin olsun."
"İstedeğin kadar öfkelen," dedim uzanıp kollarımı ona dolarken.
"Git hadi. Böyle nemli gözlerle gitme yanına. Evdekileri ben idare ederim."
"Teşekkür ederim," yanağına güçlü bir öpücük bırakıp çıktım mutfaktan. Etrafın sakinliğiyle arabaya doğru yönelttim hızlı adımlarımı. Kimsenin olmadığını fırsat bilip hızla şoför koltuğuna oturdum. Çantamı yan koltuğa bırakacak oldum ama bakışlarım oraya bırakılmış 'yasemin çiçeklerini' buldu. En son kriz geçirdiğimden beri görmemiştim onları. Biri yine bırakmıştı.
Çiçekleri hırsla alıp açık camdan dışarı fırlattım. En sevdiğim çiçeklerin kim olduğunu bilmediğim biri tarafından etrafıma konulmasından nefret ediyordum.
Ne çiçeklere ne de onu koyan bilinmez kişiye oralı olmadan bastım gaza.
Araç toprak yolda ilerlerken göz ucuyla da ekrandaki saate baktım. Bana dediği 'bir saatin' yalnızca beş dakikası kalmıştı. İçimdeki garip heyecan çiçekleri görmenin verdiği huzursuzlukla harmanlanırken arabayla gidebileceğim en son noktaya gelip durdum. Bundan sonrasını yürümem gerekecekti.
İndim ve arabayı kilitledim. Üzerimdeki elbiseyi düzelttikten sonra yürümeye başladım toprak yolda. Beyaz spor ayakkabılarım daha ilk adımlarımda bile toza bürünürken oralı olmadım. İnce patikayı ne kadar hızlı çıkabilirsem o kadar hızlı çıktım.
Göletin yanına ulaştığımda etrafıma bakındım. Ama yoktu. Sonra bakışlarımı bileğimdeki saate çevirdim. Bana verdiği bir saati ben beş dakika geçmiştim bile.
"Baran!" diye seslendim göletin etrafında sağıma soluma bakına bakına yürürken. "Baran!" Ama yoktu. Tekrar baktım saate erken mi geldim diye. Hayır. Tam yedi dakika geçmişti dediği saatten. "Baran!"
Göletin diğer tarafına adımladım, seslendim ama yoktu. Tam telefonumu almaya geri gideyim diye niyetlenmiştim ki kulaklarıma nal sesi doldu.
"Baran?" dedim ileriden bana doğru gelişine. Esmer'in üzerindeydi. Hafif bir tempoyla geliyordu bana doğru.
"Peri kızı!" dedi heyecanlı bir sesle. Yanıma gelip hızlı bir hamleyle indi Esmer'in üzerinden.
"Esmer..." dedim dolu dolu. Öyle özlemiştim ki tarif edemezdim size. "Esmer çok özledim seni." Kesik kesik kişnedikten sonra izin verdi kendisine dokunmama. Hatta başını bana doğru eğip omuzlarımı kokladı, burnunu yüzüme sonra da karnıma doğru sürttü.
"O da seni çok özledi."
"Baran iyi ki getirdin." Yüzüne öpücükler bırakırken hiç çekilmedi geri.
"O kadar sabırsızdı ki senin için. Hep seni aradı. Sana geldiğimizi anlayınca da ben tutamadım bu sefer."
"İyi ki geldin..." dedim boynuna sarılıp. Baran geri gidip onu sıkıca tuttu ve atladı üzerine.
"Gel hadi." Dedi bana doğru. Bir elini bana uzatmıştı.
"Birlikte mi bineceğiz?" dedim bir Esmer'e bir ona bakıp. "Ağır geliriz."
"Gel gel. Çok durmayız zaten üzerinde."
"Tamam..." diye mırıldanıp ileri doğru gittim. Baran bana doğru eğilip bir hamlede kavradı beni. Hızla da önüne oturttu. "Dur ne yapıyorsun!" Ama o benim ısrarlarıma asla kulak asmadı. Ellerini kolumun altından geçirip benim düzgün oturduğumdan emin oldu. Sırtım göğsüne yaslanırken o da başını omzumun üzerine bıraktı.
"Peri kızım..." diye mırıldandı. Güldüm öyle deyince.
"Şey..." diye mırıldandım. Nedendir bilinmez ama gereğinden fazla heyecanlıydım. Böyle olmamalıydı. Mesela göğsümün ortasında bas sistemi yerine bir kalp olmalıydı. En azından normal insanlarda öyle olurdu. "Taşıyabilecek mi Esmer bizi?"
"Taşır taşır. Korkma." Yavaş yavaş yürümeye başlamıştı Esmer de.
"Yok... Korktuğumdan değil de. Ne bileyim." Dudaklarını boynuma hafifçe değdirince içim şöyle bir ürperdi. "Baran ya..."
"Kalsak ya hep böyle. Kimse olmadan, zaman algısı olmadan. Sadece sen ve ben. İkimiz sadece. Sen hep böyle kollarımın arasında. Ben hep seni sarsam."
"Öyleyiz bak." Karnıma sardığı elini okşadım usul usul. "İkimiz sadece."
"Delirdim senin yokluğunda. Cehennemin ortasına atıldım yokluğunda. Hiçbir şeyi umursamadım. Ne açlık ne hastalık ne bedenimdeki acılar. En zoru sensiz sabahlara uyanmaktı. Gözlerimi açtığımda yanı başımda seni görememekti. Her yeni güne sensiz başlamaktı." Yutkunduğunu hissettim. Bir de sesinin titrediğini.
"Bitti bak," dedim başımı ona çevirmeye çalışıp. "Geçti. Atlattık."
"Geçti..." dedi dudaklarını boynuma bastırıp. "Çok şükür geçti."
"Sen... Babamın artık rahat uyumasını sağladın. Sen gerçek suçluların ortaya çıkmasını sağladın. Teşekkür ederim..."
"Asıl ben teşekkür ederim peri kızı. Eğer senin varlığına, hayaline tutunamasaydım yapamazdım belki."
"Bizim için yaptın." dedim titreyen sesimle.
"Bizim için..." Burnunu daldırdı saçlarımın arasına. "Biz..." diye mırıldandı. Esmer kendi hızında ilerlerken karnıma doladığı elini çekti. "Ben seni başta da çok geç buldum. Halbuki kader öyle bir düğüm atmıştı ki bizim ömrümüze nereye gidersek gidelim hep birbirimize çıktı yollarımız. Yollar beni hep sana getirdi. Seni de bana. Zor başladı, zor devam etti ama her zorluk sende son buldu peri kızı. Sen beni duvarlar içindeki 'Baran'dan çekip 'Baran Dora' olmamı sağladın. Sen benim kendim olmamı sağlarken bana çiçekler sundun." Gözümden bir damla yaş kayıp gitti.
"...Sen bana baharlar getirdin. Sen bana bir hayat verdin. Aşık oldum. Hayatımda ilk kez aşık oldum. Hayatımda ilk kez birini önemsemeyi, biri için endişelenmeyi, biri için korkmayı öğrettin sen bana. Sen bana birini özlemenin ne demek olduğunu öğrettin Elif. Ben şimdi seninle olduğum hiçbir anın bitmemesini istiyorum. Sen bana 'biz' olmayı öğrettin." Hafifçe öksürdü. Böyle boğazını temizler gibi.
"...Sen Elif Kamer Bozan..." dedi şiir gibi sesiyle. Her zerremde buram buram onun heyecanı çarpıyordu. Elini usulca önüme doğru uzatırken parmaklarının arasında duran kutuda kaldı bakışlarım. Ruşa Bibi'nin aylar önce hediye ettiği mavi taşlı o değerli yüzük vardı içinde.
"...Yeniden biz olalım mı?"
Kalakalmıştım öylece. Ben yüzüğe yüzük bana bakıyordu. Zaman durmuştu, her şey durmuştu sanki.
"NE!" dedim heyecanlı bir şekilde. Hızla ona doğru dönmeye çalıştım ama çok yanlış bir zamanda, çok yanlış bir yerde dönmüştüm ona doğru. Bir hareket halindeki bir atın üzerindeydik.
Ben öyle hızla dönünce, bir de benim bu ani heyecanlı halim onun kontrolsüzlüğüyle birleşince boylayıverdik yeri. Onun sırtı yere çarparken ben de üzerine düştüm hızla.
"EVET!" dedim her şeyi unutup. "Evet Baran Evet! Olalım! Yeniden biz olalım!" Umursamadan hızla bastırdım dudaklarımı onun dudaklarının üzerine. Güldü uzun uzun. İçinden gele gele güldü. Sıkıca sardı kolları beni.
Beni bırakmadan yerden kalktıktan sonra bu sefer o bastırdı dudaklarını dudaklarımın üzerine. Sonra da titreyen elleriyle geçirdi yüzüğü parmağıma.
"Peri kızım..." Gözünden bir damla yaş kaydığını gördüm. Sıkıca sardım kollarımı bedenine. Hep olmak istediğim, en güvendiğim yere, kollarının altına sığındım. Yuvam bellediğim, evim bellediğim göğsüne sığındım.
Ama hayat hiç adil olmamıştı. Yani benim için.
Benim mutluluklarım hep kısa, hep yarımdı.
"ELİF!" dedi geriden güçlü, sinirli ve kin dolu bir ses. Amcamın sesi. Sığındığım kolların arasından sıyrılırken bakışlarım öfkeyle bize bakan amcamı ve hemen ardındaki adamlarını buldu.
🔥
B Ö L Ü M S O N U
Nasıl buldunuz bölümü?
Davayı kazandık
Maran ve ailesi artık hapiste. Hak ettikleri cezayı aldılar
Peki Baran'ın evlenme teklifi
Ya Elif'in amcası??
Bölüm sonunda olanlar ve bu başımıza gelenler??
Sizce ne olacak bundan sonra?
Sizce bizi nasıl bir 2 hafta sonrası bekliyor??
Elif ne yapacak?
En önemlisi Elif'in amcası ne yapacak?
Tahminleri alayımmmm |
0% |