Yeni Üyelik
63.
Bölüm

Bitti Rüya

@seydnrgrsu

 

 


Yıldızlarım aydınlık satır aralarımız dolu olsun inşalllaaahh

 

Emre Fel- Veda Türküsü

 

Emre Fel- Öleceksek Ölürüz

 

Cem Adrian-Kül

 

Cem Adrian-Viran

 

Bulutlar vardı o gün etrafımda. Her zamankinden daha beyaz bulutlar. Mavi bir gök vardı. İçimi saran, göğsümü hafifleten. Ilık bir rüzgar vardı. Her hücreme mutluluğu yayan. Tutunduğum umutlarım vardı. Hep içimde parlayan.

 

İçimde delicesine çarpan bir organ vardı sonra. Yıllar sonra bana yaşadığımı haykıran. Ve o organı tümüyle dolduran o vardı. Beni tümüyle kendi yapan.

 

Mutluydum. Hiç olmadığım kadar.

 

Ama hayat hiç adil olmamıştı. Yani benim için.

 

Benim mutluluklarım hep kısa, hep yarımdı.

 

Kara bulutların bir anda dünyama çökmesi ise fazla sürmemişti.

 

"ELİF!" dedi geriden güçlü, sinirli ve kin dolu bir ses. Amcamın sesi. Sığındığım kolların arasından sıyrılırken bakışlarım öfkeyle bize bakan amcamı ve hemen ardındaki adamlarını buldu.

 

Sanki karşısındaki ben değilmişim gibi bakıyordu. Sanki bunca yıllık yeğeni, kardeşinin emaneti değilmişim gibi.

 

SAÇMALAMA! diye haykırdı içimdeki ses. Bir gün bile bu kafamda ani kurduğum senaryodaki gibi bakmamıştı bana. Ben onun için daima bir tehdittim. Ben onun için daima bir tehlikeydim. Ben onun daima bir huzursuzluktum.

 

Ben olduğum müddetçe hep diken üstündeydi. Çünkü biliyordu ki ben babamın yansımaydım onun için. Sevip sevmediğini bilemezdim ama benim varlığım ona hep bir huzursuzluktu. Bundan adım kadar emindim. Annemin, kardeşimin varlığı hep rahatsız ediciydi. Benden çekip aldıklarına karşılık elbet bir gün hesap soracağımı da biliyordu. Çünkü babam böyle yapardı.

 

Çünkü ben babamın kızıydım...

 

Kardeştiler, aynı ana babanın evladıydılar, aynı kanı taşıyordular ve yıllarca aynı çatı altında yaşamışlardı. Babam ölene kadar... Aynı sofrada yemiştik biz her zaman yemeklerimizi. Ama o masada otururken bile aralarındaki buzdan duvarı fark edebiliyordum. Katı, soğuk ve kalın duvarın ardından birbirlerine zor ulaşan kelimeleri eşliğinde büyümüştük biz. Onların soğukluğuna rağmen de kardeş çocukları sıcacık bir ilişki kurmuştuk.

 

Amcamın başımı bir an olsun bile okşadığını hatırlamam. Başımı yakma konusunda ise derin hatıralarım var. Tek isteğinin bizi konaktan uzak tutup sanki her işi tek başına yapıyormuş, her şeyi tek başına hak ediyormuş gibi davrandığı mal mülk olduğunu da biliyoruz.

 

Ama bizim aramızdaki bu tek taraflı rekabet amcam tarafından durmadan harlanıp duruyordu babam öldüğünden beri. İlk işi hayallerime ket vurmak olmuştu. Sonra da beni kendi planladığı bir hayata mecbur bırakmak. Prangalar bileğimde, zincirler ise kendi elinde olsun istiyordu daima.

 

Bu yüzden en ufak bir umudum, en ufak bir mutluluğum sayesinde darmadağın ediliyordu.

 

Hep hesaplamam gereken bir olasılıktı ama nedense hiçbir hesabım tutmuyordu.

 

İçime birkaç saniye önce heyecanlı bir biçimde çektiğim temiz hava belki de artık yaşadığım hayatımın en ve son temiz havasıydı. Bundan sonrakilere amcamın dahil olduğu ve beni dahil ettiği o kirli havayla devam edecektim.

 

"BU NE REZALETTİR!" sesi her kelimesinde daha da yükselirken etrafımızı saran büyülü hava da dağılıp gidivermişti. Her renk teker teker solup kararırken tek yapabildiğim anın verdiği şaşkınlıkla hafifçe yutkunmak oldu. "SİZE DİYORUM!"

 

Anında kurumuş, çöl olmuş dudaklarımı aralayıp bir kelam etmek için zorladım kendimi. Ama öylesine şaşkındım ki o yüzden bünyeme ters bir şekilde tepki veremiyordum.

 

"Rezillik falan yok." dedi benim yerime Baran. Sıcacık eli sımsıkı bir biçimde elimi kavrarken beni hafifçe de kendi yanına doğru çekmişti. Beni kendi güvenli alanında, yanı başında tutmak istiyordu.

 

"Sana sormadım!" diye yükseldi tekrardan amcamın sesi. Ona sormadığı gibi ona bakmıyordu da. Muhatap olarak sadece ve sadece beni alıyordu. "Bu ne kepazelik Elif! Sen ne yaptığını sanıyorsun!"

 

"Bağırma!" Kısık ama bir hayli katı bir şekilde yükseltti Baran da sesini. "Seni ilgilendiren bir durum yok!"

 

"Öyle mi köpek soyu! Öyle mi katilin yeğeni! Öyle mi şer-"

 

"HAŞİM BOZAN! Seni ilgilendiren bir şey yok!" Yer ve gök arasındaki çetin bir savaşta sıkışıp kalmıştım. Ama sıkışmanın ne sırası ne de zamanıydı.

 

"Asıl beni ilgilendiriyor beni! Sen ki katil evladı hâlâ nasıl benim yeğenimin yanına yaklaşabiliyorsun ha!"

 

"Amca!" dedim nihayet. "Karışma!"

 

"Karışma öyle mi!" alev saçan gözleri beni buldu. "Elini tutan adamın kim olduğunu biliyor musun sen!"

 

"Biliyorum! Çok iyi biliyorum!" Ama cevabım onu asla ve asla tatmin etmedi.

 

"Biliyorsan o zaman yanında işin ne!"

 

"Amca karışma..." dedim daha sakin ama daha ciddi bir şekilde. Doğrudan bana bakan öfkeli bakışlarına dikmiştim bakışlarımı.

 

Derin ve sesli bir nefes aldı. Alev püsküren bakışlarını hızla açıp kapadı. "Elif! Geç şuraya!" İşaret parmağıyla hemen kendi yanını işaret etmişti.

 

"Hayır." dedim hiç düşünmeden. Kafamı hızla iki yana salladım.

 

"ELİF DEDİM! GEÇ ŞURAYA!" Bir gök gürültüsü gibi çıktı sesi. Fazlasıyla ve gereksiz bir şekilde öfke doluydu. Ve bakışlarında her zamankinden fazla 'nefret' vardı.

 

"AMCA BEN DE HAYIR DEDİM! KARIŞMA!"

 

Kafasını ağır ağır salladı aşağı yukarı. "Öyle mi?" dedi sesi daha normal bir tona bürünürken. "Üç ay önce kimseye sormadan gidip boşadığın bu it için mi kafa tutuyorsun bana! Babanın katilinin yeğe-"

 

"Amca yeter! Ne yaptığıma da ne yapacağıma da karışma! Kimin yanında duracağımı sana sormayacağım! Bu seni ilgilendirmez! Tamam mı!" Daha da sıktım elimi kavrayan eli. "Baran'ın bir suçu yok! Aksine babamın katillerini bulmak için canı pahasına uğraştı!"

 

"Sen de buna inandın? İzollar bal gibi de katil!"

 

"Öyle mi!" dedim onun dilinden dökülenlere hayretle. Unutuyordu. Kendi yaptıklarını bal gibi de unutuyordu. "Beni sen evlendirdin unuttun mu! Ben unutmadım!"

 

"Lafı çarpıtma! Aynı şey değil!"

 

"Bal gibi de aynı! Altı yıl önce tüm hayallerimi elimden sen aldın! Yetmedi beni zorla sen evlendirdin! Ama daha fazlasına izin vermeyeceğim amca! Daha fazla bana karışmana izin vermeyeceğim!" Sıkıca tuttuğum elin sahibine çevirdim bakışlarımı. Sonra da geri doğru adımladım.

 

"Elif!" Vazgeçmeyecekti amcam biliyordum. Dönmedim ama. Bakışlarımı hemen yanı başımda benimle birlikte adımlayan Baran'dan çekip de bakmadım amcama. "Düşmanlığın ateşini harlarsın!"

 

"Bu düşmanlığı siz yarattınız Haşim Bozan!" dedi Baran da ben gibi ona dönmeden. "Biz bedelini ödemeyeceğiz!"

 

"Elif!" dedi tekrar amcam. Hayatıma kara leke misali damlamıştı işte. Ve yayılmak için yer arıyordu.

 

"NE!" diye hızla döndüm arkamı ama devamında diyeceğim kelimeler dilimin ucundan geri yuvarlandı. Bakışlarım Baran'a doğrultulmuş silahla kesişirken olan biten her şeyi unutuverdim. "Amca hayır..." diyebildim sadece. Bir mırıltı halinde.

 

"Buraya gel Elif!" dedi baskılı baskılı.

 

"Amca hayır."

 

"Yaparım Elif. Zaten kardeşimin kanı yerde. Acımam. O yüzden buraya gel!" Bakışlarımı Baran'a doğrultulmuş silahtan çekip diğerlerinin üzerinde gezdirdim hızlı hızlı. Ve evet. Hepsi elini beline davranmış bir şekilde amcamdan gelecek komutu bekliyorlardı.

 

Bir yıldırma çabasıydı bu. Biliyordum. Amacı sadece ve sadece göz korkutmaktı. Beni caydırmaktı. Ama beni tırnağının ucu kadar tanıyorsa vazgeçmeyeceğimi, korkmayacağımı da bilmesi gerekirdi.

 

"Baran..." diye fısıldadım bakışlarımı Baran'a çevirip. Elimi tutan elini daha da sıkı tutuyordum.

 

"Korkma..." diye fısıldadı o da. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. Yatışmamı ister gibi. "Korkma sakın..."

 

"Baran..." dedim tekrar. Göğsümün tam ortasına güçlü bir sızı saplanmıştı o an. Diğer elimle de sıkıca koluna tutundum.

 

"Bir şey olmayacak sakın korkma. Tamam mı?" Onun bu güven dolu fısıltısına öylesine güvenmek istiyordum ki ama içimde de güçlü bir korku cereyan etmişti.

 

"EEH! YETER! BU KEPAZELİK YETTİ ARTTI!" diye yükseldi daha sonra amcamın sesi. Hemen ardından da kolumdan güçlü bir çekiştirilme hissettim. Bize doğru hızlıca gelmişti. Onunla birlikte adamları da yaklaşmıştı. Bedenim amcama doğru savrulurken diğer eller de Baran'ın bedenini kavramıştı.

 

"BIRAK!" dedim beni tutan amcamın ellerinde debelenirken. Sımsıkı tuttuğum eli ise zerre bırakmıyordum. Baran da aynı şekilde tutuyordu ellerimi ne kadar çekiştirilse de.

 

"DOKUNMA ONA BIRAK!"

 

"Ben burada daha fazla aileme de şerefime de leke gelmesine izin vermeyeceğim tamam mı! YÜRÜ GİDİYORUZ ELİF!"

 

"AMCA BIRAK!"

 

"DOKUNMA ELİF'E! BIRAK ONU!" Tüm gücüyle atıldı. Kendini tutan kolların arasında çırpındı.

 

"Baran!" diyebildim güç bela. Çünkü amca kuvvetlice beni çekerken önce ellerimiz kaydı birbirinden. Sonra son bir umut birbirine tutunan parmaklarımız. En son bir boşluk girdi aramıza. Doldurulamayacak kadar fazla, acı ve karanlık bir boşluk.

 

"Baran!" Acı bir feryat olup döküldü adı dilimden.

 

"Elif!" Acı bir feryat olup döküldü adım dilimden.

 

Bir rüzgar savrulup gitti parmaklarımızın arasındaki boşluktan. Rüzgarla birlikte çığlıklarım yankı buldu etrafta. Yerde debelenen ayaklarımdan son kez bir toz bulutu kalktı.

 

Hiçlik doldu sonra o boşluğa. Kocaman bir hiçlik. Gözyaşlarımla sulanmış, çığlıklarımla kuşatılmış karanlık bir hiçlik.

 

Bu gölet belki de son kez şahit olmuştu bize.

 

Bizi birbirimize bağlayan bu gölet, bizi birbirimize bulduran bu gölet, bizi 'biz' yapan bu gölet şimdi de ayrılığımıza, bir daha kavuşamayacağımıza şahitlik ediyordu.

 

Bedenlerimiz arasındaki boşluk büyürken çığlıklarımız, haykırışlarımız yükseliyordu gökyüzüne. Dallardaki kargalar çığırarak kaçışıyordu tepemizde.

 

Son kez değdi bakışlarımız.

 

Veda bile edemeden bir koparılmaydı bu.

 

Bir çiçeğin dalından, bir kalbin bedenden ve bir aşığın sevdasından koparılması...

 

 

 

 

 

 

🔥

 

Kara bir deliğin içinde yönünü arayan kör, sağır ve bir topaldan daha beter haldeydim. Yönsüzdüm, nefessizdim, evsizdim...

 

Tüm dünya değil tüm dünyam yıkılmıştı başıma. Bir kere daha...

 

Kaç kere daha enkaz altında kalacaktım ben? Kaç kere daha kendi ellerimle inşa ettiğim umutlarım zehir zıkkım olacaktı ömrüme? Ve ben kaç kere daha yıkılan hayallerimi izleyecektim yaralı yaralı?

 

Her çabam karşılıksız, her hevesim kursağımda, her mutluluğum yarım kalmaya mahkumdu. Ben hep mutluluğun kıyısından dönüyordum en acı şekilde. En çok da bu koyuyordu zaten. Olacak gibi olması.

 

Her seferinde ceplerime doldurulan kırıklarla dönüyordum kaçamadığım yere. Amcamın dolandığı kaderime...

 

"İn!" diye yükseldi katı ve öfkeli sesi. Daha da kin dolmuştu göletten konağa gelene kadar. Kendisi arabadan hızla inerken kapıyı da sinirle kavrayıp yarım bir biçimde açmıştı. Geri doğru tamamen açmaktan çekiniyordu sanırım. Belki de bu kadar insanın arasından kaçıp gideceğimi düşünüyordu. Ee haksız da sayılmazdı. Zaten bu korkusu yüzünden de yolda yanıma oturmayı tercih etmişti.

 

Başım önümde biraz eğik, derilerini çekiştirdiğim parmaklarıma bakıyordum. Bir de derin derin soluyordum.

 

"Sana in dedim!" Pek hızlı olmayacak hatta onu daha da delirtecek biçimde bakışlarımı kaldırırken karşılaştığım manzara daha da delirmiş bir amcamdı. Burun delikleri derin derin solumaktan bir hayli genişlemiş, alnının tam ortasında her sinirlendiğinde belirginleşen damar belirginleşmiş ve diken diken olmuş saçlarıyla duruyordu.

 

"Haşim bey?" dedi geriden şaşkın bir melodiye bürünük yengemin sesi. Hızlı adımlarının sesi ulaşmıştı hemen ardından kulağıma. Ve işte beklenen an... Kıyamet kopmadan birkaç dakikacık öncesi...

 

"Haşim bey ne oluyor Allah aşkına? Sesin konağın içine kadar geliyor."

 

"Seni mi bekleyeceğiz!" derken eli sertçe kolumu kavramıştı. "İn şuradan!"

 

"Bırak." dedim yükseltmediğim ama bir haykırıştan daha kuvvetli olan sesimle.

 

"İn!" diye kükrerken daha hızlı çekiştirmesi yüzünden sendeleyerek indi bedenim arabadan. "Bundan sonra ben ne diyorsam o! İn dediysem inilecek! Sözümün üzerine söz söylemeyeceksin duydun mu!"

 

"Duymadım!" Kolumu kavrayan elini çekiştirdim kurtulmak için ama hayatımı zehirli zihniyetiyle kavradığı gibi kolumu da aynı şekilde kavramıştı. Bırakmıyordu, bırakmayacaktı.

 

"Ne oluyor Haşim bey? Bu ne haldir?" dedi yengemin şaşkın ve telaşlı sesi. O bile bu kadarını beklemiyordu sanırım. Çünkü bu aramızdaki çetin savaşın zirvesiydi. Şimdilik...

 

"Amca bırak şu kolumu!" Ne yengeme ne de avludaki diğer garipseyen bakışlara aldırdım. Tek isteğim amcamın kolumu kavrayan elinden kurtulup gitmekti. Nereye gidecektim peki?

 

"Elif? Abi? Ne oluyor burada?" Ve işte bu durumda en son karşılaşma istediğim insan çıktı geldi içeriden. Annem...

 

"Kızına sor ne olduğunu!" Sesi avluyu inletecek kadar yükselirken beni anneme doğru savurmuştu. Yalpalayan adımlarım anneme az bir mesafe kala durduğunda ise ne yapacağımı bilemez halde kaldırdım bakışlarımı.

 

"Elif?" Omuzlarımı kavradı ama son anda annem. Zümrüt yeşili bakışlarına çöken korkuyla bakıyordu bana. Sıkı sıkı tuttu beni.

 

"Senin bu kızın başımıza türlü felaketler açtı, bizi yaşadığımız topraklarda yeniden nefessiz bıraktı ama kendisi daha demin o katillerin oğlunun kolları arasındaydı!"

 

Önce anlamsız bir ifade çöktü korku dolu bakışlarına annemin. Sonra omuzlarımdaki elleri hafifçe gevşedi. Anlamak ister gibi baktı yüzüme. Bir de amcamı haksız çıkarayım ister gibi.

 

"Elif..." diye mırıldandı sadece. "Amcan ne diyor?"

 

"Duydun! Hepiniz duydunuz! Daha demin o Baran denen itle yakaladım bunu! Gölün oradaydı! Hem de sarmaş dolaş!"

 

"Elif amcan ne diyor?" Annem ısrarla bakıyordu yüzüme.

 

"Ben ne oluyor deyince de tuttu sıkı sıkı elini! Neymiş onlara karışmayacakmışım! Neymiş seviyormuş! Suçu yokmuş o itin! Bak hele!"

 

"Elif amcan ne diyor!" Yükseldi annemin sesi. Belki de uzun zaman sonra ilk defa!

 

"SUÇU YOK! GERÇEKTEN SUÇU YOK! TAMAM MI! YOK!"

 

"BOK YOK!" derken benim sesimi bastırdı amcamın sesi. "Benim kardeşimin kanı hepsinin ellerinde! Benim yeğenimin kanı hepsinin ellerinde! Nasıl suçu yok!"

 

"YOK İŞTE YOK!" dedim avazım çıktığınca. "O sadece babamın katilini aradı! Buldu da! Gördünüz! Suçlular tutuklandı!" Bir umut bakışlarımı anneme çevirdim. Yaş oturmuştu şaşkın ve biraz da korku dolu bakışlarına. "Suçu yok..." diye mırıldandım beni anlasın diye.

 

"Ondan mı aşiretin verdiği kararı çiğneyip kimseye sormadan boşadın üç ay önce onu! Ha! Hepimizin başını sen yakmadın mı! Tüm İzolları karşımıza sen almadın mı! Bugün bu hale geldiysek sebebi sen değil misin!"

 

"DEĞİLİM! DEĞİLİM TAMAM MI DEĞİLİM!" Derin derin soludum. Parmağımı amcama doğru işaret ettim hızla. "Ben değilim..." Gözümden bir damla yaş ha düştü ha düşecekti. Ama sıkabildiğim kadar sıkıyordum kendimi.

 

"Sen aşiret ağalarının verdiği kararı çiğnedin! Sen yıllardır bize nefes aldırmadıkları düşmanlığı yeniden ateşledin! Sen bizim sonumuzu getirdin sonumuzu! Her şeyin sebebi sensin!"

 

"Elif..." diye mırıldandı zorla annem. Ağlamaklı bir ifade oturdu yüzüne. Her bir çizgisi acıyla kasıldı.

 

"Anne suçu yok..." Bir umut fısıldadım.

 

"Şimdi de gittin sanki hepimizi bir ateşe atmamış gibi üç ay önce boşadığın o itle sarmaş dolaş geziyorsun! Hepimizin başını sen yaktın sen!" Daha da alevlendi amcamın sesi. Tüm avluyu, tüm sokağı geç sanki olan biteni herkese duyurmak ister gibi bağırıyordu. Onun sesini bastırmak isteyen sesler duyuyordum. Diyar abimin, Şilan'ın sesi ulaşıyordu kulağıma. Ama hiçbiri amcamın sesini bastırmaya asla yetmiyordu. Arîn'in ağlamaları bile engel olamıyordu bu hengameye.

 

"Ben bir şey yapmadım! Ben hiçbir şeyin suçlusu da sorumlusu da değilim! Bir suçlu varsa o da SENSİN!" Hızla geri dönerken parmağımla onu işaret ettim. "HER ŞEYİ SEN BAŞLATTIN! BEN SADECE YAŞAMAYA ÇALIŞTIM! BEN SADECE NEFES ALMAYA ÇALIŞTIM! SEN BANA ONU BİLE ÇOK GÖRDÜN! KARABASAN GİBİ ÇÖKTÜN ÖMRÜME! BEN YÜRÜDÜKÇE DİKENLER KOYDUN YOLUMA! BEN KOŞTUKÇA DÜŞÜRDÜN BENİ SEN! BEN KALKTIM SEN ÇELME TAKTIN YENİDEN YENİDEN! DURMADIN SEN AMCA! DURMADIN AMA BENİM DURMAM İÇİN ELİNDEN NE GELİYORSA YAPTIN! SEN BENİM HAYALLERİMİ ÇALDIN! SEN BENİM ABİMLE BABAMA VERDİĞİM SÖZÜ TUTAMAMAMA SEBEP OLDUN! SEN BENİ SIRF KENDİ ÇIKARLARIN İÇİN O AİLEYE VERDİN!"

 

"KES SESİNİ!" diye kükredi benim dilimden gerçekler döküldükçe.

 

"HAYIR! BUNCA YILDIR ZATEN SUSUYORUM BEN! BU DÜŞMANLIĞI BİTİRECEĞİM DİYE BENİ O ATEŞE İLK SEN ATTIN AMCA! AMA BİLİYORDUN BENİM SENİ DE YAKACAĞIMI!"

 

"EEH YETER!" derken bize doğru attı sinirli sert adımlarını.

 

"HAYIR!" diye gerildi annem aramıza. Amcamın sert çıkışını hızla engellemişti.

 

"Kızının yaptığı terbiyesizliktir! Ailemizin şerefini, namusunu yerler altına aldı! İki paralık etti! Çekil önümden!"

 

"SAKIN ABİ! SAKIN DOKUNMA ONA!"

 

"Zehra! Bak seni sayarım! Kardeşimin yegane emanetisin, bacımsın ama çekil!"

 

"Kızıma el uzatamazsın sen!" Bir kolu beni kendi arkasında tutarken diğer elini amcama doğru sallıyordu annem.

 

"Elif bizim alnımıza bir kara leke daha çaldı! Senin bu kızını ben ıssız yerlerde o şerefsiz itle yakaladım! Or-"

 

"Abi! Kelimelerine dikkat et!"

 

"Senin bu kızın bundan sonra tek bir terbiyesizlik daha yapamayacak! Bu işin sonunda kan davası var Zehra! Duydun mu! Bu dava bu kız yüzünden yeniden harlandı! O yüzden-" derken hızla yakaladı kolumu. Sertçe çekti kendi tarafına. "KİMSE KARIŞMAYACAK!" Sanki beni bir çuvalmışım gibi çekiştirdi konağın içine doğru. Annemin, Şilan'ın, Diyar abimin engellemeleri ise boşunaydı.

 

"BIRAK!" diye çırpınmak istedim ama amcam küçük bir baş hareketiyle kendine engel olmak isteyenlerle arasına çekti adamlarını birden.

 

"BU KIZIN YANINA KİMSE GİRMEYECEK! OLDUĞU ODANIN YAKININDAN BİLE GEÇEN OLURSA ONUN DA GÖZÜNÜN YAŞINA BAKMAM, BETER EDERİM! DUYDUNUZ MU! BUNDAN SONRA BU KONAKTA BEN NE DİYORSAM KİMSE DEDİĞİMİN DIŞINA ÇIKMAYACAK! YOKSA BEDELİNİ ÖDETİRİM!"

 

Sıkı sıkı kavradığı kolumu hızla bir daha çekti. Beni de içeri sert bir hamleyle çekiştirip merdivenlerden aşağı yöneltti. Alt kata.

 

"Bundan sonra sen de dediğimden çıkmayacaksın! Bundan sonra ben ne dersem o!"

 

🔥

 

2 gün sonra

 

Işık soğuk, tenim karanlıkta...

 

Ama olduğum yerde, içimde bir yangın var. Öfkemi ne bu içine hapsolduğum dört duvar ne de üzerime ha çöktü ha çökecek gibi olan taş konak zapt edebiliyor.

 

Zihnimde öfkenin, korkunun ve nefretin telaşı var.

 

İki gündür tek görebildiğim küçük pencereden sızan ışık. O da bir tek gece ve gündüzü ayırt etmeme yardım ediyor.

 

Esirim...

 

Amcamın yeniden ket vurduğu kaderime, onun sınırlarına esirim.

 

Ama hiçbiri umurumda değil. Tek düşündüğüm 'Baran nerede'. Amcam onu nereye götürdü, ona ne yaptı? İki gündür tek düşünebildiğim bu.

 

Ne halde...

 

Derin bir nefes alıp gökyüzünü görmeye çalıştığım pencerenin dibinden çekilirken parmaklarımı çekiştirdiğim saçlarımın arasından çektim hızla. Ayağımın önündeki kırık vazo parçasını sertçe itelerken ayağım yatağa çarptığı için daha da sinirlendim.

 

Bodrum kattaki, önceden çalışanların kaldığı ama şimdi kullanılmayan bir odayı reva görmüştü amcam bana. Az ve öz eşyalıydı. Eski ahşap bir yatak, bir bacağı sallanan bir komodin, boyaları atmış eski elde yapma bir masa ve bir bacağı olmadığı için kenarda atıl durumda duran bir sandalye. Allah'tan yatağa serilen nevresimler yeni ve temizdi. Sanırım bunun için amcama teşekkür etmeliydim. Ha bir de her öğün yemek veriyordu sağolsun. Sanırım ne olursa olsun açlıktan ölmeme razı gelmeyecek kadar iyiydi.

 

Sinirleri daha da bozulurken dokunmadığım tepsiyi sertçe çarptım yere. Diğer bütün tepsileri çarptığım gibi. Hatta bu sefer yetmedi yerdeki tepsiyi alıp duvara fırlattım sertçe. Birkaç parçaya bölünmesini ise içimdeki yangınla beraber izledim.

 

İki gündür yaşadığım bir kısır döngüydü. Sanki bacaklarımdan bir kazığa bağlanmış ve o kazıktan uzatılan iple kendi çevremde dönüp duruyordum. Her seferinde başladığım noktaya geliyordum ısrarla.

 

Her seferinde tutunduğum şeyler zorla alınıyordu elimden...

 

Ben sinirle odada dönüp dururken kapı tıkırdadı yavaşça. Biri dokundu parmaklarıyla belli belirsiz. "Elif?" dedi birkaç saniye sonra. Annemin sesi... "Elif iyi misin?" İki gün sonra ilk defa farklı bir insan sesi duyuyordum. O da kilitli kapılar ardındandı ama.

 

"Git buradan anne," dedim kapıya sırtımı dönerken.

 

"Elif iyi olduğunu duymama ihtiyacım var. Nefes alabiliyor musun? Kriz... Bir şey olmadı değil mi?"

 

"Git anne! Amcam gelir..." Öfkeyle başladığım sözümü kısık bir şekilde tamamladım.

 

"Elif... Annem..."

 

"Git anne git!" dedim sesimi olabildiğince ve takatim el verdiğince. "Git!"

 

"Elif her yerde adamlar var. Amcan nefes aldırmıyor. Seni çekip alamadım. Ne kadar dil dökt-"

 

"Sakın!" dedim bir hışım kapıya varıp. Hatta elimi de vurdum. "Sakın ona yalvarmayacaksın! Sakın ona 'lütfen' demeyeceksin! Duydun mu beni!"

 

"Ama Elif-"

 

"Anne! Ben boyun eğmeyeceğim ona! Sen de öyle! Gerekirse ben burada çürüyüp öleceğim yine de ona beni buradan çıkarması için yalvarmayacağım!"

 

"Ne ölümü! Ne diyorsun sen!" bu kez o vurdu kapıya. "Yok öyle bir şey. Çıkaracak seni!"

 

"Ben zaten bir ölüden farksızım. Beni buraya ister kapatsın ister kapatmasın ben bir ölüden farksızım! O yüzden git sen de! Sakın bir daha da ondan beni çıkarmasını isteme!" Ağlamamak için dişledim dudaklarımı sertçe. Yere çökerken bakışlarımı artık gece çöktüğünden bir şey belli olmayan küçük pencereye çevirdim. Kollarımı sardım dizime.

 

"Çok mu seviyorsun onu?" Çöken sessizlikten gitti sanmıştım annemi. Ama hâlâ kapının ardındaydı.

 

"Çok..." dedim gözlerimi kapatıp. Kim bilir ne haldeydi?

 

"Boşandın ama? Kendin boşadın sen onu?" Yutkundum zorla. Kafamı geri kapıya yaslarken artık iki gündür zerre akıtmadığım göz yaşımın usulca yanağımdan süzülmesine de engel olmadım.

 

"Evet... Bu kararı kimseye sormadan, söylemeden ben aldım. Ama ben bunu Baran'ın yüzüne her baktığımda 'acaba' mı dememek için yaptım. Belgeleri ilk bulduğumda bile inanmadım onun babamın ölümünde parmağı olduğuna. Ama ben gerçeklerle yüzleşene, gerçek suçlular ortaya çıkana kadar nasıl bakacaktım onun yüzüne? Ya kendimi 'olabilir mi' diye bulsaydım ne olacaktı?" Güç bela nefes almaya çalışırken sızlayan göğsüme bastırdım bir elimi.

 

"...Ben ona inanmak için ondan vazgeçmeyi seçtim. Ben içimdeki aşkı korumak için o evliliği bitirmeyi seçtim." Yutkundum zorla. "Yüzüne bir kez bile şüpheyle bakmak istemedim. Tek bir şüphe kırıntısı bitirirdi beni çünkü. Yapamazdım anne... Sen biliyorsun beni. Yapamazdım. Ama suçu yok..." Hafifçe burnumu çekmeye çalıştım. "Sen de gördün. Yok. Parmağı olan kim varsa bulmak için canını ortaya koymuş anne. Kendi canını ortaya koymuş. Gerçekleri bulmak için..." Bir hıçkırık koptu dudaklarımdan.

 

"Ağlama tamam." Dedi benden daha ağlamaklı bir sesle.

 

"Amcam onu nereye götürdü?" kapıya doğru dönüp ellerimi yasladım kapıya.

 

"Bilmiyorum..."

 

"Anne bak ne olur biliyorsan söyle? Amcam bir şey yaptı mı ona? Doğruyu söyle ne olur?"

 

"Yemin ederim görmedim kızım."

 

"Anne bak söylemiyorsan... Bilip de söylemiyorsan! Anne lütfen." Ellerimi hafif hafif ve aynı ritimlerle vurdum kapıya. "Lütfen!"

 

"Gerçekten bilmiyorum. Amcan nefes aldırmıyor kimseye. Konak içinde bile birbirimizi görmüyoruz. Ben gizlice indim buraya. Ama bir şey duyarsam mutlaka söylerim."

 

"Anne!"

 

"Biri geliyor!" derken sesi müthiş bir telaşa bürünmüştü. Arkasından da amcamın gür ve katı sesi duyuldu.

 

"Zehra! Senin ne işin var burada! Ben buraya kimse inmeyecek demedim mi!"

 

"Sen benim kızımı tutamazsın burada! Sen bu gaddarlığı yapamazsın! Sen amca değilsin!"

 

"Yeter! Asıl senin kızın açtı ne var ne yoksa başımıza! Bugün bu haldeysek tek sorumlusu da o başına buyruk kızın!" Ben kapının iç tarafında diken üstündeyken onlar dış tarafında amansız bir kavgaya tutuşmuşlardı. "Bu kata indiğini bir daha görmeyeceğim Zehra! Yoksa senin de gözünün yaşına bakmam!"

 

Sonra ilk annemin sesi uzaklaştı. Ne olduğunu anlamak için kulağımı dayamıştım kapıya. Tüm patırtı kesildi. Gitmişti muhtemelen annem. sonra kapının kilidi takırdadı. Üst üste vurduğu kilitleri açmaya başladı amcam birer birer. Ben de hızla geri çekilip onun açtığı kapıya çevirdim bakışlarımı.

 

Kapıyı açtı ağır ağır. Sonra da hızla geri kapattı içeri girince. Sanki o kapı açık kalırsa kaçacağımı düşünüyordu. yapardım da. Hazırlıklı olmalıydı.

 

Bakışlarını ağır ağır odada dolaştırdı. Yerlerde saçılan kırık dökük eşyalara, yemek artıklarına baktı.

 

"Yemeğini yememişsin," dedi alay eder gibi. Bakışlarını bana kaldırmamıştı henüz.

 

"Lütfedip iki lokma verdiğin zıkkımı yiyeceğimi mi sandın?" dedim bakışlarımı ondan çekmeden.

 

"Yeme de geber git öyle mi?"

 

"İstediğin bu değil mi?" dedim gülerek. İşte o zaman çevirdi ters bakışlarını bana.

 

"Bak çok tersime gidiyorsun. Böyle, bu haldeysen sebebi sensin. Hiç boşuna inatlaşma."

 

"Sen beni buraya kapattın. Bu dört duvarın arasına, ışığı bile olmayan dört duvarın arasına. Ne yapayım? Başım gözüm üzerine mi diyeyim?"

 

"İnat etme. Çıkarayım seni buradan." Her daim beni rahatsız eden bakışlarından daha da rahatsız oldum o an. Bambaşka bir istek vardı o bakışlarda çünkü.

 

"Ne o?" dedim çenemi havaya kaldırıp. "Şimdi de canımı falan mı isteyeceksin? Bir o kaldı çünkü." Deli gibi bir korku sardı ama bedenimi. Dimdik duruşuma karşı içimde amansız bir fırtına vardı. yanımdan ağır ağır yürüyüp yatağın o tarafa doğru adımladı.

 

"Deli gibi merak ettiğini biliyorum o iti." Bana dönmeden ellerini cebine soktu. "Ona ne yaptığımı merak ediyorsun."

 

"Bir şey yapamadığını biliyorum. Yapamazsın çünkü."

 

"Öyle san." Yüzündeki o rahatsız gülüş dizlerimdeki dermanı çekse de dik durmaya çabaladım. Yapamazdı. Biliyordum. O kadar da korkak bir adamdı.

 

"Sen de o cesaret yok. Hiçbir şey yapamazsın."

 

"Sen korkak görmemişsin asıl. Valla bir korkak varsa korkak olan oymuş."

 

"Baran senden hayatta korkmaz! Senden kim korkar be!" Parmağımı ona doğru sallarken hızla vardım önüne.

 

"Valla öyle böyle korkmadı. Korktuğu için de arkasına bakmadan gitti."

 

"Hiç iyi yalan söyleyemiyorsun!" Tam dibinde durdum. Kibirli bakışlarına çevirdim öfkeli bakışlarımı. "Hem de hiç!"

 

"Valla sen aileni istediğin kadar karşına al. Kafasına bir silah dayayınca defoldu gitti!"

 

"Yalan söyleme!" Elimi yakasına attım sıkıca. "O senin kardeşinin katilini buldu katilini! Sen ne yaptın!"

 

"Ben de bu davayı bitirdim! Senin başımıza ördüğün çorapları temizlemek için canımı dişime taktım üç aydır! Senin yüzünden bozulan işimin haddi hesabı yok benim! Kaç insanla papaz oldum, selamımı kesmek zorunda kaldım ben! Hani soruyorsun ya şirketteki hesaplar, şirketteki paylar diye! Sen işimizi bozmasaydın ben şirketin işlerini tıkır tıkır yürütüyordum! Şimdi beş kuruş nereden kazanılır diye hesap yapıyorum ben!"

 

"Benim babam öldürüldü babam! Senin kardeşin! Ben babasız kaldım! Sen ne diyorsun hâlâ! Satmışım şirketini de parasını da pulunu da! Ben çocuk yaşımda sizin güttüğünüz dava yüzünden abisiz sonra da babasız kaldım!" Elimi sertçe göğsüne vururken nefes almaya çalıştım zar zor. "Senin yüzünden de hayatsız kaldım şimdi! Ama senden zerre korkmuyorum amca! Çünkü bir korkak varsa o da sensin! Sen bize daha fazla hiçbir şey yapamazsın!"

 

Göğsüne tekrar vurmak için yeltendiğimde sıkıca kavradı bileğimi. Sonra da geri doğru savurdu beni. Elini ceketinin iç cebine attı hızla. Sonra da parmaklarının arasında tuttuğu kimliği çıkardı hızla. Kimlik...Benim kimliğim...

 

"Dediklerimden çıkarsan bundan sonraki hayatını da zehir zemberek bir hâle çeviririm!"

 

"Ver şunu!" diye atıldım ona doğru ama elini arkaya doğru çekince ulaşamadım. Dava gününden beri aramadığım yer kalmamıştı kimliğimi. Ne ara almıştı? Nasıl yapmıştı bunu?

 

"O işler öyle kolay değil!" dedi kafasını iki yana sallayıp. "Sen benim işlerimi mahvettin şimdi hepsini tek tek sen düzelteceksin."

 

"Ver dedim sana şunu!"

 

"Bana kaybettirdiğin milyonluk anlaşmaları da iş yaptığım tüm şirketleri de sen toparlamak zorundasın!"

 

"Ver şunu ver!" kolunu asıldım sertçe ama o benden daha sert davranıp sıkı sıkı kavradı kolumu.

 

"Nikah işlemlerini başlattım Elif! Tüm her şeyi geri almak için Karahan Beyle evleneceksin!"

 

"NE!" dedim dilinden dökülenlere. "Sen ne diyorsun!"

 

"Duydun! Adam tüm borçlarıma karşılık benden bunu istedi. Sen de hepsinin sorumlusu olarak paşa paşa gidip o imzayı atacaksın!"

 

"Hayır!" dedim kolumdaki elini çekiştirip. "HAYIR! Ölürüm de bunu kabul etmem!"

 

Senin ölmene asla izin vermem! Duydun mu! Ama bir işim daha bozulursa adam öldürmekten de çekinmem! Yaparım Elif! Hem de en sevdiğinden başlarım!"

 

"HAYIR!" derken kolumu kurtarıp geri çekildim hızla. "ASLA!"

 

"Öldürürüm Elif! Baran'ı gözüm kırpmadan öldürürüm! Ya senden uzakta nefes almasına razı olursun ya da bir ömür ölümünün acısını atamazsın üzerinden! Sen seç!"

 

Bir kabusun içinde olmayı diledim o an. Uyanınca derin bir 'oh' çekeceğim bir kabus. Ama kabustan daha kötü olan bir şey varsa bu yaşadığım her şeyden gerçekti. Acımasız bir şekilde hem de.

 

Seçim dediği bir fermandı. 'Ölüm fermanı'. Ve her ihtimalde ölen ben oluyordum.

 

🔥

 

2 gün sonra

 

(Cem Adrian-Viran dinleyerek okuyabilirsin bundan sonrasını)

 

'Vurulup ölüyor kalbimden

 

kalbimin en derini...'

 

Sesler karanlık...

 

Işıkların dili lâl...

 

Gökteki güneş bile bir farklı o gün. Sanki içimdeki yangın dışarı vurmuş gibi bir ateş var etrafta. Ama kara bulutlar kaplıydı dört bir yanda. Her yer yangın yeri. Hayır! İçim yangın yeri...

 

Bakışlarım bulutsuz gökyüzünde. Artık görüyorum gökyüzünü. Bulutları, güneşi... Hepsini görüyorum. Ama yıldızlar yok! Hiçbiri yerli yerinde değil. Gitmişler. Ay'dan çok uzağa gitmişler belli. İki gündür görebildiğim gökyüzünde değil hiçbiri.

 

İçimdeki yangından gitti belki hepsi.

 

GİTMEZ diye haykırdı o an içimdeki ses. Gitmez! Bırakmaz! Terk etmez! Korkmaz!

 

Ama sen bırakıyorsun diye haykırdı bu kez de. Kendi ellerinle, mecbur kaldığın için, onu kurtarmak için bırakıyorsun.

 

Onun için ondan vazgeçiyorsun...

 

Zoraki bir nefes alırken aldığım nefesin dünyanın en meşakkatli şeyiymiş gibi ciğerlerime ulaşmasını dinledim gözüm kapalı. Oturduğum taş zeminde içimdeki yangınla boğuşurken bir parçacık bile nefes alamıyordum. İçimde oluk oluk kanayan bir yara vardı.

 

Öylece çöktüğüm taş zemin etime batarken yavaşça araladım kirpiklerimi. O an asıl cehennemle kesişti bakışlarım. O an anladım cehennemin rengini. O an bildim:Beyaz!

 

Cehennemin bir rengi varsa eğer şu üzerime geçirdiğim beyaz elbisenin renginde olmalıydı muhakkak. Ben başkasını bilmezdim. Başka rengin de bu denli acı vereceğini düşünmezdim.

 

Hayatı tümden kaymış ve artık tutunacak tek dalı kalmamış Elif'e baktım hemen önünde oturduğum boy aynasından uzun uzun. Üzerine geçirilen beyaz elbise bir kefendi. Başka bir şey olamazdı. Kırmızı gözleri, rengi atmış teni ve çökmüş omuzlarıyla da o kefene yakışır bir cesetti artık. Toprağa girmeden defalarca gömülmüş bir ceset...

 

Kapı tıkırdadı ben boy aynasındaki rahatsız edici görüntüye uzun uzun bakarken.

 

"Elif?" dedi ince bir ses. Ezo'nun sesi. Kucağında Arîn'le birlikte bir adım atmıştı içeri. Bakışları boy aynasından ona yönelttiğim bakışlarımı buldu. "Nikah memuru gelmiş. Karahan Bey de gelmek üzereymiş. İstersen-"

 

"Bir dakika ver sadece." Dedim çatallaşmış ve hafiften kısılmış sesimle. Yerden doğruldum yavaşça. Ona bakmadan yanından geçip çıktım koridora. Ayağımdaki topukluların sesi yankı buldu koridorda.

 

"Elif?" dedi yine Ezo. Sanırım bir delilik yapacağımdan falan korkuyordu. İyi ederdi ama yapacak bir deliliğim kalmamıştı artık.

 

"Sadece bir dakika!" dedim sinirli bir tonda. Banyoya girip hızla kapattım kapıyı. Soğuk suyu açıp hırsla çarptım suratıma. Sonra da ölü aksime çevirdim bakışlarımı. "Senin için Baran..." diye fısıldarken çıktım dışarı.

 

Demir kazıklarla çakılıydı ayaklarım yere. Ruhum dört duvara hapisti. Ama üfleseler düşüverecek gibiydim. İçi çürümüş bir ağaçtan halliceydim.

 

Acı vardı dört yanımda, aklımda, ruhumda, benliğimde ve bağrımın tam ortasında. Adını bildiğim, ne olduğunu bildiğim, neden olduğunu bildiğim bir acı. Yarım kalmışlığın acısı.

 

Bu halimi biliyor gibi gökyüzü de bir alemdi o gün. Matemin en koyu bulutları sarmıştı her tarafımızı. Sanki birazdan yarılıp üzerimize boşalacak gibi de bir hali vardı.

 

Kafamın içinde bir ses yankılandı tam o anda. Az sonra olacakların sesi.

 

"Siz Hasan kızı Elif Kamer Bozan?" dendiğini duyduğumda hem içimdeki o garip hisle hem de tüm bedenimi sarmış beyaz gelinlikle boğuşuyordum.

 

Beyaz...

 

Hayatımda en nefret ettiğim renk. Beyaz, hayatımın en ağır ve en karanlık rengi...

 

"...eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

 

Sonra bir kez daha yankılandı aynı ses. Beni tamamen öldürecek ses.

 

Tek bir kelimeye mahkum dilimle bakışlarım önce annem ve kardeşimde sonra da beni buna bir kez daha mecbur bırakan amcamda dolaştı.

 

"Evet..."

 

Bir şimşek çaktı beynimde. Yıldırımlar düştü zihnime birer birer.

 

"Elif? Elif iyi misin?" Ezo'nun sesi çekti çıkardı beni içine düştüğüm kabustan. Ezo oradaydı. Gitmemişti. Beyaz tüllü bir elbise giydirdiği Arîn ise beni görünce heyecanlanmış ayaklarını ve kollarını sallamaya başlamıştı.

 

"Elif," dedi ben yanına gelince kolumu tutup.

 

"İniyorum Ezo tamam. İki dakika da beni beklesinler." Dedim kontrol edemediğim sesimle. Demek ki amcam bir an önce bitsin gitsin istiyordu her şeyin. Onun tek düşündüğü o imzalar atıldıktan sonra kazanacağı paralardı.

 

"Elif bak-"

 

"Tamam Ezo tamam! İniyorum işte! İki dakika beklediler sadece!" Sesim yükseldiği için kucağındaki Arîn sıçradı gitti.

 

"Hayır. Bak Azad-"

 

"Herkesin canı cehenneme!" dedim daha fazla onu dinlemeden. Hızla attım adımlarımı basamaklara ama kolumu sertçe çekince durmak zorunda kaldım.

 

"Azad seni arka tarafta bekliyor. Mutfak kapısından çık."

 

"Ne?" dedim anlamadığım bakışlarımı ona yöneltirken.

 

"Zaman kaybetme, çık işte." Omuzumdan iteledi gitmem için. "Hadi!" dedi acele bir tonda. Anlamsız bakışlarımı ondan çekip aşağıdaki insanlara çevirdim.

 

Bir masa kurulmuştu ortaya. Beyaz bir örtünün serildiği masanın üzerinde kıpkırmızı güllerden yapılmış gösterişli bir buket vardı. Nikah memuru gelmiş elindeki defteri koyuyordu önüne. Amcam ve tanımadığım bir adam şahitler için ayrılmış sandalyedeydi. En arkada annem vardı. Hemen yanı başında Leyla ve Şilan. Herkesten farklı simsiyahlardı. Her anlamda. Buradan bile annemin gözyaşlarını görüyordum. Karşılarına geçip kararlı bir biçimde bu teklifi kabul ettiğimi söylediğimde kıyameti koparmışlardı. Ama katiyen karşı çıkmamaları hususunda tembih etmiştim hepsine.

 

Çünkü bu benim kendi 'hür' irademle verdiğim bir karardı.

 

"Hadi Elif hadi!" dedi tekrar Ezo. Kafamı hafifçe sallayıp onu onaylarken dikkatli adımlarla indim basamakları. Kolonun arkasından kimseye görünmemeye çalışıp geçtim mutfak tarafına. Geçerken bakışlarım konağın kapısından giren kalabalığa takıldı. En önde yüzünü göremediğim damatlık içinde olan adama... Karahan Bey dedikleri adama...

 

Ama durmadım. İçimdeki sesi ve Ezo'yu dinleyip hızla mutfak kapısına vardım. Dışarı adım atar atmaz da bir el çekti hızlıca beni duvarın ardına.

 

"Bır-"

 

"Abla! Abla!" Azad'dı. İşaret parmağını dudaklarına bastırıp susmamı işaret etti. "Sakin ol."

 

"Ne oluyor?" dedim şaşkınca.

 

"Seni götürmeye geldim." Bileğimi kavradı sıkıca. Cevap vermemi de beklemeden çekiştirdi beni arka tarafa doğru.

 

"Azad ne oluyor? Ne yapıyorsun? Amcam? Nikah?"

 

"Soru sorma abla!"

 

"Azad!" dedim bileğimi çekiştirip. "Bırak ne yapıyorsun? Yapma?"

 

"Evleneceksin yani?" dedi zınk diye durup. "O görmediğin, kim olduğunu bile bilmediğin adamla evleneceksin öyle mi!"

 

"Başka çarem mi var? Başka yol mu bıraktı baban bana?" Bileğimi çekmeye çalıştım ama bırakmadı. "Öldürecek..." dedim yalvarır gibi. "Bırak ne olur? Öldürür..."

 

"Sen de öldürmesin diye kendin öleceksin?"

 

"Öldürür... Bırak gideyim..." Ne başka yolum vardı ne de çarem. Umutlarım çoktan tükenmişti. Tututnacağım tek bir şey kalmamıştı. O yüzden gidip o imzayı atmaktan başka çarem yoktu. Baran yaşamak zorundaydı. Hayatı buna bağlıydı.

 

"Peri kızı!" Tam o an göğsüme sayısız kelebek doldu. Günlerdir kulaklarımda var olan uğultu kesilirken tek bir sesi işitir oldum. Yanlış sandım önce. Yanlış duydum. Çünkü son dört gündür kafamda türlü sesler duyar olmuştum. Bunu da onlardan biri sandım.

 

Ta ki bakışlarımla bunun doğru olmadığını, yanlış duymadığımı onaylayana kadar.

 

"Baran?" dedim şaşkınca. Buradaydı. Hemen birkaç adım uzağımda, Esmer'in üzerinde tüm heybetiyle oturuyordu. Hatta heyecanından yerinde duramayan Esmer'i zapt etmeye çalışıyordu.

 

"Bu adama çok gıcığım..." dedi Azad. "Ama bugün bu gıcıklığa ara veriyorum. Bugünlük senin için seveceğim onu."

 

"Baran..." dedim bileğimi Azad'ın elinden çekip. Yalpalayan adımlarla yürüdüm ona doğru. "Baran..." Bir damla yaş kaydı gitti yanağımdan aşağı. Sonra bana uzattığı parmakları temas etti parmaklarıma. Arasına koca bir boşluk dolduğunu sandığım ellerimiz kavuştu önce. Sıcaklığına hasret kaldığım elleri kavradı yüzümü. Bakışlarım hayat bulduğum bakışlarını buldu sonra.

 

"Peri kızı... Peri kızım... Seni almaya geldim." Hızla salladım kafamı. Sıkıca sardım kollarımı bedenine. Ciğerlerime doldu kokusu.

 

"Çabuk gidin!" dedi Azad'ın telaşlı sesi. "Sonra bol bol sarılırsınız. Çabuk!"

 

"Azad..." diyebildim zorla. "Sen..."

 

"Hadi abla. Babam görmeden gidin." Elime kimliğimi tutuşturdu sonra. "Hadi."

 

"Teşekkür ederim..." dedim geri geri. Baran benden önce hızla bindi Esmer'in sırtına. Sonra da hızla beni aldı önüne.

 

"Ablam sana emanet."

 

"Eyvallah..." derken komut verdi Esmer'e. O da bunu bekliyormuş gibi hızla çıktı bahçeden. Yola doğruldu.

 

"Bitti peri kızı..." diye fısıldarken bir eli sıkıca sardı belimi. "Seni benden kimse alamaz dedim. Seni kimseye vermem."

 

"Verme..."

 

 

🔥

 

 

 

 

B Ö L Ü M S O N U

 

Nasıl buldunuz bölümü?

 

O yaşananlar neydi yavvv??

 

Elif'in amcası?

 

Zehra hanım?

 

Peki ya Elifimiz?

 

Baranımız?

 

Ya Azad?

 

Sizce Karahan Bey kim? Nasıl biri? Hikayedeki etkisi ne olacak?

 

Sizce yeni bölümde neler olacak?

 

Tahminleri alayım

 

Yazardan spoi: Daha kaos görmedi bu gözleriniz

 

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın canlarım

 

Sizi seviyorum Allah'a emanet olun

Loading...
0%