Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Emanet

@seydnrgrsu

'EMANET'


Odanın açık penceresinden içeri serin bir rüzgar doluyordu. Yatağın kenarından iki adım geri çekilirken serdiğim nevresimde bir bozukluk var mı diye kontrol ediyordum. Yatağın yanına geri varıp kılıfını yeni taktığım yastığı pat patladım bir iki kez.


Açık pencereden içeri ağustos böceklerinin sesi duyuluyordu. Böceklerin sesine ise giyinme odasından gelen pata küte sesler karışıyordu. Fazla gürültücü bir insandı. Az önce odadaki komodinlerin içinde ne var ne yoksa karıştırmış şimdi de giyinme odasındaki çekmecelere sarmıştı. Günlerdir odanın içinde her ne arıyorsa bulamıyordu ve hırsını eşyalardan çıkarmaya başlamıştı. Bir şey yoksa yoktu. Günlerdir bulamıyorsan yanlış yerde arıyorsun demekti bu. Ama o ısrarla tüm odayı baştan başa defalarca karıştırmıştı. Olan pata küte çarpılan çekmecelere oluyordu.


Hırsla giyinme odasından çıkarken omzumun üzerinden bakışlarımı ona doğru çevirmiştim. "Şey..." dedim alelacele. Banyoya girmeden sesimi duymasıyla durdu. "Şu köye illa gidilmek zorunda mı?" O da bakışlarını omzunun üzerinden çevirmişti bana doğru. Ama bana değil yatağa bakıyordu.


"Evet." dedi net bir şekilde. Tekrar banyoya girmek için yeltendi ama sesin tekrar mani oldu durmasına.


"Şart yani?" Derin bir nefes aldığını duydum. Geri bana doğru dönerken eliyle yüzünü sıvazladı.


"Evet. Bir sakıncası mı var?"


"Olur mu?" dedim yanlış bir şey demişim gibi. Kollarımı göğsümün altında bağladım. "Bana sorulmasına gerek yok. Mecburum çünkü."


"Ne yaparsın ben de mecburum." Hafifçe omuz silkerken geri döndürdü adımlarını.


"Gitmesek olmaz mı? Ben istemiyorum." İçeri attığı adımlarını geri çevirdi ve bana doğru iki adım attı.


"Keyfi olarak gitmiyoruz oraya. Gitmeme gibi bir seçeneğimiz de yok." Hüseyin İzol ve emirleri diye geçiyordu içimden. Verdiği kararlara kimsenin hayır diyemeyeceği aşikardı.


"En azından aşağıda insanlara 'üç gün içinde gidiyoruz' demeden önce bana diyebilirdin."


"Daha önce desem evet mi diyecektin?" Kafamı iki yana sallarken vereceğim cevabı biliyormuş gibi bakıyordu bana. "Birkaç saatlik olan bir şey. Birkaç saatte bitecek. Gidip döneceğiz hepsi bu."


"Birkaç saat?" dedim emin olamayarak.


"Hatta daha erken bitsin diye uğraşacağım. İnsanlar bunu görmek istiyorlar. Bırak görsünler. Zaten sonrasında bizi zorlayacakları bir şey olmayacak." Başka bir şey demeden geri girdi banyoya.Paldır küldür sesler oradan da yükselirken yatağın ucuna oturup avcumun içindeki kabuklanmış yaralara çevirdim bakışlarımı. Avuçlarım, bileklerim, karnım ve en çok da ruhum yaralıydı. Attığım her adım, aldığım her nefes ve yaşadığım her an birilerinin gölgesinde geçiyordu.


"Sen toplantının dosyalarını gönder bana. Sabaha kadar şirkette olacağım." Kulağındaki telefonla konuşurken yatağın diğer tarafına dolaştı. Komodinin üzerine bıraktığı siyah deri kayışlı saatini aldı ve bileğine takmaya çalıştı. "Evet şimdi çıkıyorum. Yok sabaha kadar şirketteyim. Tamam. On dakikaya orada olurum." dedi telefondaki sese. O anda kapıda belli belirtisiz tıkırdama olmuştu. Ardından kısık bir ses duyuldu.


"Elif?" diyordu kapının önündeki meraklı ve kısık ses. Aker'in sesi. Yatağımdan kalkıp kapıya ilerlerken tekrar vurmuştu belli belirsiz.


"Aker?" dedim gülümseyip. Elindeki bir bardak sütle dikiliyordu kapıda. Ben kapıyı açınca bakışları parlamış, yüzündeki gülümsemesi genişleyivermişti.


"Eve gitmeden önce sana süt getirdim." dedi elindeki büyük bardağı bana doğru uzatıp. "Ben getirdim. Kendim. Tek başıma." diye ekledi. Elindeki bardağı alırken bakışlarım süt kaymış tişörtüne çevrildi.


"Teşekkür ederim." Dedim gülümseyerek. "E ben tek başıma mı içeceğim bunu? Sen içmeyecek misin?"


"Ben ballı süt sevmem ki." dedi yüzü eş zamanlı olarak ekşirken. "Annem senin hasta olduğunu söyleyince ondan sana ballı süt yapmasını istedim. İyi geliyormuş biliyor musun? Nazlı söylemişti." Bal rengi gözleri iri iri açılıvermişti.


"Öyle mi?" dedim gülerek. Sütten bir yudum alırken bakışlarımı ona çevirdim. Merakla bakıyordu bana. "Gerçekten dediğin kadar varmış. İyileştim bile."


"Sahiden mi?" dedi heyecanla. Kafamı sallarken kollarını açıp bana sarılacak oldu ama arkada duran onu görünce vazgeçip bir adım geri çekildi. "Seninle aşağıda birazcık oynayalım mı gitmeden?" dedi bana doğru.


"Olur." Dedim havada kalan elini tutup. Çekiniyordu bana dokunurken ama benden cesaret de alıyordu.


"Biliyor musun Elif bu sene anaokuluna başlıyorum." Merdivenleri iniyorduk beraber. "Annem orada benim gibi bir sürü çocuğun olacağını söyledi. Hepsiyle arkadaş olabilirmişim." Gözlerinin önüne düşen kıvır kıvır saçlarını heyecanla itelerken okulundan bahsetmeye başladı. İki gün önce gidip kaydı yapılmıştı okula. okulun duvarlarındaki resimleri kimin çizdiğini çok merak ediyordu. Ama en beğendiği okulun içindeki rengarenk süslemelerdi. Annesiyle birlikte hepsini incelemişti ama ona göre daha görmesi gereken bir sürü yeri vardı okulunun.


"Bahçesi kocaman!" dedi biz bahçeye çıktığımızda. Kollarını iki yana açıp ne kadar büyük olduğunu göstermeye çalışıyordu bir yandan. "Dedemin bu bahçesi kadar vardır!" yanakları heyecanından şişip iniyordu. "Bir sürü oyuncak var! Kaydırak, ipli parkur, kum havuzu!" beni çardaktaki mindere oturmuştu. Karşımda heycanla bir o yana bir bu yana zıplayıp anlatmaya devam etti. yüzümdeki gülümsemeyle dinliyordum onun bu saf heyecanlı hallerini. "Geçen seneki kreşim gibi değil daha büyük Elif! Kocaman! Hem biliyor musun Nazlı da benim okulumda olacak!" Ellerini birbirine çarparak gülmüştü. Nazlı her kimse onu çok seviyor olmalıydı.


"Nazlı senin en iyi arkadaşın mı yoksa?" dedim ona doğru. Onu dinlerken bir yandan da elimdeki sütü bitirmiştim.


"Evet. Bizim evin karşısında oturuyor. Sürekli oyun oynuyoruz. Biliyor musun sen de onun bebeğine benziyorsun."


"Hadi ya?" dedim gülerek. Bunu bana her fırsatta diyordu.


"Evet. Onun bebeğinin gözleri de seninkiler gibi. Saçları da upuzun. Ama sen..." dedi bana doğru yaklaşıp. Zıplamayı bırakmıştı. "Sen çok güzel kokuyorsun Elif." Uzanıp yanağına koydum elimi. Hatta tombul yanağını iki parmağım arasına alıp sıkıştırdım.


"Akeeer!" dedi mutfak kapısından Ümmü hala. "Neredesin gidiyoruz hadi!" Annesinin sesini duyunca yüzü düşüvermişti. "Burada ne yapıyorsunuz siz? Elif kusura bakma. Aker ne dedim ben sana? İnsanlar rahatsız edilmez demedim mi?"


"Ama anne."


"Aker bana yeni okulunu anlattı. Okulun renginden, oyuncaklarından, bahçesinden bahsetti. Ayrıca bana ballı süt getirdi."


"Yaa..." dedi Bakışları oğluna kayarken Ümmü hala. "Bende benim oğlan benden hayatta ballı süt istemez diye şaşırdıydım. Sana getireceğinden istemiş baksana. E hadi geç oldu. İnsanlar uyuyacak. Gidiyoruz biz de. Size köy için bir şeyler hazırlayacağım yarın."


"Beni de götürür müsün anne köye?" dedi heyecanla annesine dönen Aker. "Elif'in yanında olmak istiyorum."


"Öldürecek bu oğlanın Elif sevdası beni." dedi bıkkınca Ümmü hala. "Vallahi adını anmadığımız bir an olmuyor evde Elif. Varsa yoksa sen." Aker'in tatlı tombul yanaklarını öpüp ona veda ederken dönüp dönüp sarılmıştı bana.


Aker'in ve Ümmü halanın gidişinden sonra bir müddet daha oturmuştum çardakta. Cebimde hiç durmadan titreyen telefonu aldım elime. Leyla ardı arkasınca mesajlar atmıştı. Hepsine birer ses kaydıyla cevap verirken adımlarımı konağın içine doğru atmaya başladım.


Neredeyse tüm ışıklar sönmüştü. Konaktaki o gürültü yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Bugün o kadar çok gürültü ve Şirin'e maruz kalmıştım ki bir an önce gidip uyumak istiyordum. Ona olan sinirim bir türlü geçmemişti de. Aklıma geldikçe yüzü gözümün önünde beliriyor ve bende saçlarına yapışma isteği uyanıyordu.


'Senin öfken çok tehlikeli' derdi Şilan hep. Sabredip sabredip patladığımdan korkardı hep.


Saçımdaki tokayı çekiştirerek çıkarmış, saçlarımın özgürce belime kadar dökülmesini sağlamıştım. Saç diplerim acımıştı hem sinirden hem de sıkı bağlamamdan. Ellerimle diplerini havalandırırken banyoya ilerledim. İşlerimi halledip derin bir uyku çekmek istiyordum sadece.


Ama neredeydi ben de o şans? Kapıyı açmamla korkudan çığlığı basmam bir olmuştu.


"Ne arıyorsun sen burada ya!" dedim çokça şaşkın biraz da sinirli. Elinde tuttuğu tıraş makinesiyle bakakalmıştı bana. Bir yandan da ellerimi gözlerime kapatmaya çalışıyordum.


"Ne arıyorum mu? Banyoda ne arayabilirim? Ne kadar saçma bir soru bu! Ayrıca niye kapıyı çalmıyorsun sen?"


"Be- ben..." kekelemeye başlamıştım. Ellerimi var gücümle gözlerimin üzerine bastırırken ne yapacağımı şaşırmıştım. Resmen elim ayağım birbirine dolaşmıştı. "Nereden bileceğim senin burada olduğunu!"


"Kendi banyom olduğu için olabilir mi? Çat diye mi açılır bu kapı!"


"Sen de ne kilitlemiyorsun!" dedim arkamı dönüp. Ellerimi gözlerimden çekemiyordum. Her ne kadar sırtım ona dönük olsa da korkmuştum bir kere onu öyle görünce.


"Kaba birinin gelip açacağını düşünemedim!" dedi sesini inceltip. Taklidimi yapıyordu.


"Sen beni mi taklit ediyorsun!" dedim hışımla arkamı dönüp. Parmağımı ona doğru işaret etmiştim ama üstünde bir şey olmadığını idrak etmem bir saniye falan anca sürünce tekrar ellerimi gözüme kapattım. Hızlı adımlarla geri geri gittim. Ayaklarım şaşkınlığımdan birbirine dolanıyordu.


"Kendin diyordun bir de bak! Ben senin nasıl banyoda olduğunu bilemediğim gibi sen de bilemedin!"


"Öf tamam ya! Ne uzattın!" Peşimden çıkmıştı banyodan. Parmaklarımın arasından iki adım ötemde durduğunu görebiliyordum. "Odada değilsin sandım!"


"Öyle mi!" dedi kaba bir tonda.


"Öyle!" dedim çemkirircesine odanın kapısına hızlı adımlarla gidip. Sertçe açtığım kapıyı daha sert çarpıp çıktım.


🔥


"Yenge sen geç şöyle." Dilan heyecanlı adımlarını önüme doğru atıp siyah arabanın kapısını açmıştı. "Buyrun." dedi gülerek abartılı bir şekilde. Ona kısa bir bakış atarken kafamı geri Bircan ablaya doğru çevirdim.


"Hadi Elif hadi." dedi o da en az Dilan kadar heyecanlı bir şekilde. Dilan da kapının kolunu tutup benim binmemi bekliyordu. Yavaşça koltuğa yerleşirken Dilan kapıyı gülerek kapattı ve arka koltuğa yerleşti.


"Her şey tamam değil mi?" dedi Bircan abla. Elindeki büyük çantada her ne arıyorsa kendisini epey uğraştırıyordu. Seyhan ve Dilan'ın tam ortasına oturmuştu.


"Tamam tamam merak etme." dedi Dilan. Omzumun üzerinden onlara bakıyordum. Seyhan'ın bakışları bendeydi. Onlara doğru dönünce çekingen bir şekilde gülümsedi bana.


"Hadi abi hadi!" dedi Dilan kendi taraftaki camı açıp kafasını dışarı uzatırken. Fazla sabırsızdı.


"Ne bu heyecan?" diye sordu Bircan abla çantasını karıştırmaya devam ederken.


"Asıl siz niye heyecanlı değilsiniz!" dedi Dilan abartılı bir şekilde. "Hele yenge sen hiç heyecanlı değil misin?"


"Hayır." dedim sakince. Sakinliğim onda şaşkın bir şekilde karşılandı. Heyecanlı olmak için geçerli bir sebebim yoktu.


"Nasıl ya? Niye heyecanlı değilsiniz ki siz?" diye hayıflanmasını sürdürdü. "Koca İzol aşiretinin gelini el öpmeye gidiyor el! Az heyecan mı yapsanız?" Kafamı önüme çevirirken onun bu 'gereksiz' heyecanını yok saymaya karar verdim. "Bu adrenalinsizliktir yahu!" Elini omzuma atarken hafifçe silkelemişti beni.


Bakışlarım konağın kapısında dikilen Gülsüm hanım ve hemen arkasında duran Rojbin hanımdaydı. 'Boşuna yorgunluk olacak' demişti Rojbin hanım erkenden konağa geldiğinde. Mutfaktakiler kutulara bir şeyler koyarken hepsine söylenmişti.


"Annemler diğer arabayla mı gelecek?" dedi ikizine nazaran daha sakin olan Seyhan. Dış görünüşleri aynı ama huyları bir o kadar farklıydı. Dilan'ın abartılı neşesinin yarısı bile yoktu Seyhan'da. Dilan'da da onun sakinliğinin yarısı.


"Gelmeyecekler." dedi sesini alçaltan Bircan abla. Sanırım benim bu konuda rahatsız olup eksik hissedeceğimi düşündüğünden sesinin tonunu alçaltmıştı. Duymayayım diye. Ama rahatsız olduğum ve olacağım konu onların gelmemesi değil kendimin oraya gidişiydi.


"E hadi ama abi ya!" dedi arabanın kapısı açıldığında eş zamanlı olarak kafasını öne doğru iyice uzatıp. "Amma beklettin bizi!"


"Ne acelen var Dilan?"


"Maşallah sizin de heyecanınıza doyum olmuyor." Kafasını geri çekmemişti. Bir bana bir de yan tarafıma oturmuş ona bakıyordu.


"Leyla ve Şilan geliyor mu?" dedi arkadan Bircan abla.


"Evet." dedim elimdeki telefona bakarak. Leyla uzunca bir mesaj atmıştı. Mesajın özeti ise bunun nasıl saçma bir adet olduğu, sırf oraya benim için geldiği ve istifa konusunu konuşacağıydı. Ç,nkü günlerdir asla fırsat bulamamıştı.


"İlkkan abi alacaktı onları." diye araya girdi Seyhan. Araba ana yola doğrulmuştu. Hem önde hem de arkada birer tane koruma aracı dikkatimden kaçmamıştı. Konağın bahçesinde aynı renk giyimli, güneş gözlüklerini bir an olsun çıkarmayan adamları saymıyordum bile. Sanki her an bir şey yaşanacakmış gibi dibimizden ayrılmıyorlardı.


"Eh abi ya inanmıyorum sana? Bugün bile takım elbiseyle mi gelir insan? Pes valla." dedi Dilan kafasını daha da öne uzatmış, radyoyla oynamaya başlamıştı.


"Ne var Dilan?"dedi kardeşine doğru.


"Köye gidiyoruz toplantıya değil. Vallahi kravatını bile takmışsın ya ne diyeyim sana." Hızını alamayıp abisinin omzuna vurunca onun ters bakışlarından da kaçamamıştı. Ama bu durum Dilan'ın pek umurunda değil gibiydi.


"Ne yapıyorsun?"


"Güzel bir şarkı bulacağım." Radyoda hızlı hızlı listeyi taramaya başladı.


"Dilan otursan mı artık?" dedi arkadan Bircan abla. Ama oralı olmamıştı Dilan. Hızlı hızlı listeyi taramaya devam ediyordu. Eğer araç ani bir fren yapsa muhtemelen top gibi yuvarlanacaktı arkadan. Dilan'dan bakışlarımı çekip pencereyi açmıştım. O gün sabahtan beri ciğerlerim ara ara sıkışıyordu. Sonra çantamı kucağıma iyice çekip içindeki astım spreyimi kontrol ettim. Doğduğumdan beri bu spreyle Edi ve Büdü gibiydik. Ben nereye o oraya. Ben neredeysem o da orada.


"Ay!" dedi arkadan Bircan abla. "Elleme elleme bu kalsın!" Elleme kalsın dediği şarkının melodisi arabanın içini yavaş yavaş doldururken Dilan sesini yükseltmişti en sona kadar.


"Kıs şunu..." diye uzandı abisi ama Dilan ona oralı olmadan kıstığı sesi açtı ve şarkıya eşlik etmeye başladı. Hatta sesi sona dayadı. 'Uzun uğraşlar sonunda buldum bu şarkıyı' diye sitem de etmişti.


'İçimden geçeni sana anlatabilsem


Kalbimin sesini bir dinletebilsem


Kalbimin sesini bir dinletebilsem.'


Yetmişlerin sevdiğim bir parçası olan Nil Burak'ın sesine huzurla gülümserken bir elimi camdan çıkardım. Araba normal seyrinde ilerlerken yazın son günlerinde tatlı bir rüzgar okşuyordu tenimi. Yüzüme yolun kenarından yayılan kokular değiyordu.


'Olmaz olmaz deme hiç


Olmaz olmaz sevgilim


Zaman neler gösterir


Belli olmaz sevgilim...'


Bircan abla da dahil olmuştu Dilan'ın neşeli sesine. O arkada hem Dilan'a eşlik ediyor hem de alkışla ritim tutuyordu. Yüzümde hafif bir gülümseme, bir elim dışarıda rüzgar ruhumda giderken ara ara gözlerimi tenimi halen yakmaya devam eden güneşe kapatıp şarkıyı içimde hissediyordum.


Yol Dilan'ın anlattığına göre uzun değildi. Yaklaşık kırk dakikamız vardı. Yanımızda kendi gibi biri olduğu için şanslıydık çünkü onunlayken hiçbir yolculuk sıkıcı geçmezdi. Böyle söylemişti sabah hazırlanırken. Kendisinin çok iyi bir yol arkadaşı olduğunu iddia ediyordu.


Dün geceye kadar bu ziyaret için konakta hummalı bir hazırlık yapılmıştı. Ama Bircan ablanın da dediğine göre asıl hazırlık köydeydi. Uzun zamandır 'İzol gelinini' bekleyen büyükler vardı. Tablo dışarıdan bakılınca nasıldı bilmiyorum ama içinde olmak bence en berbat şeylerden biriydi. Var olmamam gereken yerde var olmamam gereken bir biçimde duruyordum.


Yolun kenarlarında ara ara kurulan tezgahları görüyordum. Kimilerinde renk renk üzümler çarpıyordu gözüme. Üzüm hasadı zamanı yaklaşırken yol üstü tezgahları biraz aceleci davranmış gibiydi. Hatta bazılarının başı kalabalık bile sayılırdı.


'Çok kalabalık bir köy değil' demişti Bircan abla dün hazırlıklar yapılırken. Ama zaten biz köyün merkezine değil de daha çok yayla gibi kullanılan bir alanına gidiyorduk. Şimdi üzüm hasadı başlamak üzere olduğundan tüm köy halkı o yaylada kurdukları çadırlarda kalıyordu. İşte bunun hepsinden daha güzel olduğunu söylemişti Dilan.


'Olmaz olmaz deme hiç


Olmaz olmaz sevgilim


Zaman neler gösterir


Belli olmaz sevgilim...'


Dilan saçımı sabah tepeden bağladığım fularımı bir hamlede çekip alırken camdan giren rüzgarla saçlarım savrulup gidivermişti bir anda. "Dilan ne yapıyorsun?" dedim şaşkınca.


"Rüzgarı hisset yenge rüzgarı!" dedi coşkuyla. Hepimiz rüzgarı hissediyorduk belki ama o içinde yaşıyordu belli ki. Bence dediği kadar da vardı. Eğlenceli ve herkesin arayacağı türden bir yol arkadaşıydı. Ama ben onun kadar coşkulu değildim işte. Ellerimi açtığım camın kenarına yaslayıp yolda akıp giden ağaçları, yol üstü tezgahlarını ve ara ara kenarda koşturan çocukları izliyordum.


"Ay geldik!" dedi Dilan bu sefer heyecanla öne doğru eğilip. "Bak yenge bak! görüyor musun kalabalığı! Bas abi kornaya bas! İzolların gelini el öpmeye geliyor!" uzandı ve abisinin araba sürmesine aldırmadan kornaya basmaya başladı.


"Çek elini Dilan." Ama Dilan uyarılara aldırış bile etmiyordu.


"Ay iyi be... Sizin de bu içi geçmişliğiniz öldürecek beni..." Kendi kendine mırıldanırken coşkusundan bir gram bir şey eksiltmedi ama.


Araba girdiği toprak yolda biraz daha ilerlerken hızını azaltmıştı. Etrafta toplanan insanlar, meraklı bakışlar, arabanın yanında koşan çocuklar vardı. "Geldiler geldiler!" diyordu bazıları.


"Vallahi geldiler!"


"Kalabalığa bak..." Bircan abla da Dilan gibi kafasını öne doğru uzatmıştı. Koruma aracının durmasıyla içinde olduğumuz araba da durmuş ve biz etrafımızı saran kalabalık yüzünden inemez olmuştuk.


"Vallahi de buradalar!" demişti kapının önündeki on yaşlarındaki oğlan çocuğu.


"Gerçekten gördüm!" diye onun arkasında zıplıyordu sarı saçlı bir kız.


"Buradalar buradalar!"


Etrafımızı çoğunluğunu çocukların oluşturduğu kalabalıktan fırsat bulup inerken biraz şaşkın biraz da tedirgin bir şekilde bakıyordum. Ama onların bakışlarında benimkinden daha farklı olarak büyük bir merak vardı. Yere ayak basmamla demin bir uğultu oluşturan kalabalık susmuş sanki hayatlarında farklı bir varlık görüyormuş gibi bakıyorlardı bana. Kalabalık bir çemberin ortasında kalmıştım. Tedirgince gülümserken bakışlardaki merak yerini heyecana bırakıverdi.


"Gelin hanım hoş gelmişsin." Aralarından sıyrılan kırklı yaşlardaki bir kadın tutmak istedi elimi. Heyecanla elini sıkarken ardı arkasınca yaklaştı kalabalık bana. 'Hoş geldin' sözleri sardı bir anda etrafımı, sarılmak isteyen çocuklar sardı.


🔥


"Gel Baran geç sen." Bircan abla yanımdan kalkıp tokalaşmayı yeni bitiren ona yer vermişti. Oturduğum sedirde yana doğru biraz kayarken bakışlarımı odağı halinde olduğum bakışlardan kaçırmaya çalışıyordum. Onun etrafını benden daha büyük bir kalabalık sararken o kimseyi atlamadan hepsiyle tek tek tokalaşmış hatta bazılarıyla kucaklaşmıştı da.


"Ruşa bibi namaz kılacak." demişti yan tarafta ayakta dikilen bir kadın. "Kıldıktan sonra geçersiniz içeri." En büyük çadırın önünde kurulmuş çardakta oturuyorduk. Çardak büyük bir çınar ağacının gölgesine kurulmuştu.


"Bu Ruşa bibinin en küçük kızı Ayşe Hanım abla." Bircan abla usulca fısıldıyordu kulağıma. Bana ilk 'hoş geldin' diyen kadındı. Başındaki mor örtüyü düzeltirken gülümseyerek bakıyordu etrafa. "Şu Ruşa bibinin büyük oğlu Rahmet abi. Aynı zamanda köyün muhtarı." Parmağıyla uzun boylu iri adamı işaret etti. "Hemen yanında oturan da kardeşi Rahman abi. Şuradaki ortanca kızı Selvi abla. Ona benzeyen daha zayıf olansa Selver abla." Sırayla hepsini göstermişti. Hatta başka kim var kim yok onları da fısıldamıştı. Ama benim bakışlarım merakla geriye dizilmiş çocuklara kayıyordu. Merak ve heyecanla bizim oturduğumuz yere bakmaya çalışıyorlardı. Hatta bana el sallayanlar bile vardı.


"Geçebilirsiniz ağam, kılmış namazını." dedi adı Ayşe Hanım olan abla. Çadırın kapısı olarak kullanılan işlemeli örtüyü kaldırdı yavaşça. Ayaklanırken kalabalığın arasında yürüyüp kadının gösterdiği çadıra geldik. Bakışlarım bir ev gibi döşenmiş kocaman çadırda dolaştı. Hatta ağzım açık bile kalmıştı. "Geçin geçin çekinmeyin." dedi kadın. Ayakkabılarımızı çıkarıp içeri adım atarken hem içerinin o mistik havası hem de şifayı çağrıştıran kokularla mest olup gitmiştim.


"Ruşa bibim." dedi bizden önce ileri gidip köşede oturan, ufak tefek kalmış kadının elini öpen Bircan abla. "Nasılsın iyi misin?" Kadın el yordamıyla Bircan ablanın yanaklarını sıvazlamıştı.


"Bircanım..." dedi aksanlı sesiyle. "Nasıl özledim seni." Ellerini onun saçlarına çıkardı, sıvazladı. "Güzel kızım."


"Ben de özledim seni Ruşa bibim. Bak sana bugün kimleri getirdim? Baran'la gelinini."


"Gel hele." dedi Ellerini Bircan ablanın üzerinden çeken kadın. Bakışlarım alnında, çenesinde ve yanağının üst kısmında yapılmış olan 'deqlerde' dolaştı.


"Öpeyim bibi." dedi benden önce varıp yaşlı kadının elini kavrayarak. Kadın onun elini bırakmadan oturması için çekmişti de. Gözleri yumuktu, görmüyordu. En az doksan yaşında vardı ama o haline göre diri görünüyordu.


"Nihayet..." dedi derin bir soluk alıp. "Getirdin mi gelinini yanıma?" Kimseden ses çıkmadı. Hatta çadırın içindeki iki üç kadının bakışları üzerime çevrilmişti. "Gel kızım." dedi kadın bir elini havaya kaldırıp yanına gelmemi işaret edip. Üzerimdeki bakışların ağırlığıyla yanına varıp uzattığı elini öptüm yavaşça. Elimi bırakmamıştı ama. "Otur." dedi. Öyle tuhaf bir havası vardı ki kendimi bir ayinin ortasında gibi hissediyordum. Ve ne dese yapacak gibiydim.


Elimi iki elinin arasına aldı. Ne yaptığına bakıyordum şaşkınca. Yüzünden ise hiçbir şey anlaşılmıyordu. Herkes sus pus onun ne yaptığını izliyordu. Elimi sıktı, parmaklarımı çekiştirdi, kollarıma dokundu. Sonra elini yüzüme çıkardı. Parmakları çenemde, burnumda, elmacık kemiklerimin üzerinde dolaştı. Kirpiklerime, kaşlarıma dokundu. Sanki beni keşfetmek ister gibi bir hali vardı.


"Maşallah." dedi yüzüne gülümsemesi yayılırken. "Ay gibisin maşallah." Ellerini yanağımdan çekmemişti. "Maşallah." dedi tekrar.


"Annemin gözleri görmüyor yıllardır ama kalp gözü açıktır." diye açıkladı yan tarafımızda dikilen kızı. Ruşa bibi ise ellerini üzerimden çekip avuç içlerini havaya kaldırdı. Bir dua mırıldanmaya başladı. Mırıldandı mırıldandı ve mırıldandı. Sonra nefesini ikimizin üzerine üflerken elini önce onun başına sonra benim başıma sürdü.


"Allah..." dedi derin bir nefes alıp. "Allah kalpleri bağlayandır. Onun attığı ilmeği kimsenin çözmeye gücü yetmez. Hayattaki bazı ilişkileri biz yaparız. Biz seçeriz. Ama bazılarını da Rabbim. Sizin aranızdaki bağı da Rabbim yapmış." Hafifçe yutkunurken bakışlarım sol tarafımda oturan ona çevrildi.


Ellerini onun göğsüne koyup dinledi bir süre. "İçin..." dedi yavaşça. "Buz gibi. Soğuk ve üşüyorsun hâlâ." Herkes pür dikkat onun ağzından dökülen kelimeleri dinliyordu. "Yorgunsun..." dedi elini onun yüzüne çıkarıp. "Çok yorgunsun. Dinlenmek istiyorsun. Omuzlarındaki yüklerden kurtulmak istiyorsun. Kurtulacaksın. Rabbim seni kurtaracak."


Sonra elini ondan çekip benim göğsüme koydu. Bakmıyordu ama sanki elini koymasıyla içimi gördüğünü hissediyordum. "Bu kız..." dedi elini bastırıp. "Ateş... Ateşin ta kendisi. Çok kayıp vermiş, çok yanmış..." Göğsüm sıkışırken kendimi dışarı atmak istiyordum ama kıpırdayamıyordum da. "Ama geçecek..." Diğer eli bileğimin tam üstündeydi. Kendimi öldürmeye çalıştığım kesiğin üzerinde duruyordu. "Gözün kara... Hem de öyle kara ki inandığı uğurda kendinden vazgeçecek kadar..." Sanki o kesiği attığımı biliyormuş gibiydi dudaklarından dökülenler. Ya da ben öyle yorumluyordum. "Getir." dedi sonra elini bileğimden çekip kızına doğru. Kızı da hazırda bekliyormuş gibi elindeki kutuyu uzatmıştı ona.


Eline aldığı eski sedef işlemeli kutuyu el yordamıyla açtı. "Bu..." dedi yine el yordamıyla eline aldığı mavi taşlı yüzüğü. "Bu ailemizin yadigarı bir yüzüktür. Çok çok eski, atalardan kalma." Bakışlarım onun titreyen parmakları arasında tuttuğu yüzükteydi. "Bana ta büyük büyük annemden kaldı. Yılların tüm yaşanmışlıkları var bunda. Nesilden nesile de ailemizde aktarıldı. Şimdi de sırası Baran'ın gelininde.


"Ben..." dedim kupkuru olan ağzımla. Bakışlarımı yüzükten çekemiyordum bakışlarımı. "Bunu kabul edemem." Yardım ister gibi bakışlarımı Bircan ablaya çevirmiştim.


"Bu sana emanettir bundan sonra. Sen de sizden doğacak çocuklara emanet edeceksin bunu." El yordamıyla elimi kavrayıp yüzük parmağıma geçirivermişti o epey değerli halkayı. Ama elini çekmedi üzerimden. Uzatıp tam yaramın üzerine bastırdı. Artık dikişlerim alındığından ve hayli zaman geçtiğinden yaram acımıyordu. Hatta kırmızı bir iz olarak kalmıştı derimde. Zamanla da o kırmızılık da kaybolacaktı. Ama o dokununca içime bir sızı yayılıp gidivermişti. Acıyla yüzüm kasılırken çekmedi elini. "Allah size hayırlı evlatlar versin." dedi elini daha da bastırıp. Eğer yapabilseydim elini oradan çekmek geliyordu içimden ama yapamıyordum. Nedensizce bedenime yayılan acıyı belli etmemeye çalışıyordum.


"Baran'ın emanetini de verin." dedi elini nihayet çektiğinde. Eğer biraz daha çekmese sanırım dolan gözlerimden yaşlar iniverecekti aşağı.


"Buyur Baran ağam." dedi Ayşe Hanım abla. Elindeki bohçayı onun dizlerinin dibine bıraktı.


"Bunun içinde seccade var." dedi Ruşa bibi. "Odanı namazsız bırakma. Dualarını sana emanet ettiğim bu seccadede yap. Yap ki beni hep hatırla." Bakışlarım beyaz ipek bohçaya çevrilmişti. "Hele gelinimizin örtüsünü de verin." O öyle der demez başıma kırmızı boncuk işlemeli bir örtü örtülüvermişti. Ne olduğunu anlayamamıştım. Ayşe Hanım abla örtüyü düzeltirken çıkan saçlarımı örtünün içine iteledi. Bir ucunu boynumdan geri attı.


"Bekle hele gelin hanım." dedi hızlıca ayağa kalkıp. Saniyeler içinde elindeki gümüş renkteki kutuyla geldi. "Kaldır bakışlarını yukarı." 'Neden' dememe kalmadan gümüş kutudaki sürmeyi çıkardı ve dikkatle gözlerime çekti. "İşte İzolların gelini." dedi gururlu bir gülümsemeyle geri çekilip. "Maşallah. Zaten ay gibiydi daha da parladı." Biraz şaşkın biraz da tedirgin bir biçimde kırpıştırdım gözlerimi. Hemen yanı başına bıraktığı kaseden aldığı buğday tanelerini başımızdan aşağı serpiştirdi. "Bereketli bir yuvanız olsun diye." Sonra diğer kaseye uzandı ve küçük kaşığa aldığı balı ağzıma uzattı. Tereddütle Bircan ablaya bakmıştım. Ama kadın çekmeyince dudaklarıma değdirdim kaşıktaki balı. "Tatlı dilli olasın diye." En son da elindeki gümüş renkteki kolyeyi boynuma geçirdi. "Hayat ağacı. Soyunuz soylansın, güçlü kökler salasınız diye."


"Baran..." dedi Ruşa bibi. Sesi deminkine göre alçalmıştı. "Geçmiş geçmişte kaldı. Kirli günlerin üstü kapandı. Hesaplar ödendi. Bedel kalmadı. Bu kız..." elini kendi eline aldı ve benim dizlerimin üzerinde üzerinde tuttuğum elimin üzerine bıraktı. "Bu kız sana Rabbinin bir emanetidir. Emanetler üzülmez. Aksine hoş tutulur." Ellerimizin üzerine koyduğu ellerini bastırdı. "Bu kızın senin üzerinde hakkı vardır bundan sonra. Senin bu hayatta hakkını gözeteceğin ilk kişi odur. Emanetine gözün gibi bak Baran. Emanetini hoş tut ki Rabbim de senden hoşnut olsun." Kafasını benden yana çevirdi Ruşa bibi. "Gönül bir serçe gibidir. Korkak, ürkek, sevecen. Rabbim yüzüne kalbinin güzelliğini yansıtmış belli. Göremiyorum ama hissediyorum. Benden size nasihat..." dedi hafifçe boğazını temizleyip. "Ne olursa olsun aranızda ne yaşanırsa yaşansın mahreminize girdiğinizde kırgınlıkları bırakın. Gönlünüzü birbirinize küstürmeyin. Yatağa asla ama asla küs girmeyin. Bir gün kızarsın o alttan alır bir gün o kızar sen alttan alırsın. Ama sakın kırgınlık ve kızgınlıklarınızı sineye çekmeyin. Konuşun. Birbirinizin gözlerinin içine bakın." Elini ellerimizin üzerinden çekerken o ayaklanmıştı.


"Siz..." diye devam etti Ruşa bibi sözlerine. Ben de ayağa kalkmıştım. "Siz bundan sonra birbirinize Rabbinizin emanetisiniz."


🔥


"Çok tuhaf görünüyorsun kuzucuğum." Dedi Leyla. Tereddütle bakıyordu yüzüme.


"Nasıl görünüyorum?" dedim şaşkınca. Şilan'la birlikte gelmişlerdi.


"Ne bileyim? Başına örttükleri şu örtü, gözüne sürdüğün kalem... Elif gibi değil de..."


"Kalem değil." Diye araya girdi Bircan abla. "Sürme. Şifadır gözlere. Hatta peygamber sünnetidir. Başındaki örtü de yeni gelin oluşunu simgeliyor." Uzanıp kayan örtüyü düzeltmişti.


"Çıkarsam olur mu?" dedim Bircan ablaya doğru. "Biraz ağır da..." diye ekledim. Aslında işlemelerinin ağırlığından çok ruhuma verdiği ağırlığı kaldıramamıştım.


"Ee ne zaman gidiyoruz?" dedi Leyla memnuniyetsiz bir şekilde. Sevmemişti yüzüne bakılırsa. Bakışları etrafta öylece dolanıyordu.


"Aaa daha dur." Diye itiraz etti Bircan abla. "Daha her şey yeni başlıyor. Koçlar kesilecek, atlar gelecek."


"Koçlar mı?" dedim ona dönüp. Elim boynumdaki kolyeyi buluyordu istemeden.


"Evet koçlar. Senin şerefine koçlar kesilecek."


"Aman ne güzel..." diye mırıldanıyordu yan tarafımda Leyla. "Zorla evlendirdikleri yetmedi koç mu kesiyorlar yani." Haklıydı da. Hem de sonuna kadar haklıydı.


"Hadi önce arabadakileri dağıtın." dedi Bircan abla yanımdan ayaklanırken. Kalkarken kolumdan tutup çekiştirmişti. "Baaraan!" dedi ilerideki kalabalığa doğru. Ayağa kalkarken başımdaki örtüyü çıkarıp Şilan'a uzattım. Bircan abla sabırsızca beni çekiştirmeye başlamıştı. Onun çekiştirmesiyle ileride duran arabanın yanına varmıştık.


"İşte!" dedi heyecanla. Bagajı açık arabadan aldığı bir koliyi kucağıma bırakırken gülümsemeye devam ediyordu. "Şimdi başlıyoruz gelin hanım." Şaşkınca kollarımın arasına bırakılan ve ağır olduğunu hesaplayamadığım kutuya bakıyordum. Ama kutuyla bakışmamız iki üç saniye anca sürmüştü çünkü kutu kollarımın arasından alınıverdi. Şaşkın bakışlarım kutuyu elleri arasına alan ona çevrildi.


Etrafımızı çocuklar sararken o önde ben arkada ileri çardağa doğru yürümüştük. Kutuyu açtı ve içinden çıkan poşetleri sıralanmış çocuklara vermeye başladı. Her verdiğinin ya başını okşuyor ya da yanağını sıvazlıyordu.


"Hadi Elif. Geri durma." dedi Bircan abla. O öyle deyince elimi kutuya daldırıp poşetleri tek tek etrafımızdaki çocuklara vermeye başladım. "Bu bir gelenektir Elif." Diyordu bir yandan Bircan abla. Her sene bunu buraya gelip yaparız. Burası bizim köyümüz. Buradaki insanlar hep akrabamız, eşimiz dostumuz. Bu sene sana da nasip oldu."


Poşetleri tek tek verdiğim her çocuktan sevinçli nidalar, 'Teşekkür ederiz gelin hanım' sözlerini duyuyordum. Tam iki büyük koliyi hepsiyle konuşa konuşa dağıtmıştık.


"Ben dilek ağacına gideceğim." Dedi koluma giren Bircan abla.


"Dilek ağacı mı?" dedim şaşkınca.


"Evet. bak ileride." Onun işaret ettiği yere doğru çevirince bakışlarımı koskocaman, dalları rengarenk çaputlarla iplerle bağlanmış ağaçla karşılaştım. "Hadi gel dilek dileyelim."


"Şey..." dedim tereddüt edip. Omzumun üzerinden çevirdiğim bakışlarım Leyla'nın üzerindeydi ve tahmin ettiğim gibi onunla konuşuyordu. Vaziyete bakılırsa hiç hoş bir durum gibi de görünmüyordu. "Ben birazdan geleceğim." Kolumu onun elinden çekip Leyla'ya doğru attım adımlarımı.


"Dilekçem hazır Baran bey. İstifamı veriyorum."


"Tamam." Demişti o da. Başka bir şey demeden de kravatını çekiştirip yürüyüp gitti.


"Görüyor musun!" dedi sinirli bir tonlamayla Leyla. "Adam niye istifa ediyorsun bile demedi! Gerçekten katı! Hem de kaskatı biri! Ama ne diyorum biliyor musun iyi ki istifa ettim. Yoksa ben hayatta katlanamazdım buna!"


"Tamam Leyla sakin ol." Dedim koluna ilişip.


"Nasıl sakin olayım ya! Gördüğüm her an cinlerim tepeme hücum ediyor. Sen o hastanedeyken bir gün bile gelmedi biliyor musun! İşte sırf bu yüzden bile istifa edilir." Ellerimle ağzını kapatmaya çalıştım.


"Hişşşş! Biri duyacak!"


"Aman duyarsa duysun. Yalan mı? Geldi mi? Hem de kim yüzünden orada yatarken!"


"Leyla!" dedim uyarıcı bir tonda.


"Aman Elif bırak. Su içeceğim ben. Hararet yaptım." elleriyle sapsarı olan saçlarını iteledi ve sinirli adımlarla çadıra doğru yöneldi. Olduğum yerde öylece kalırken ben de adımlarımı geri döndürüp Bircan ablanın gösterdiği dilek ağacına doğru yürümeye başladım. Niyetim 'gelin hanım' diyen insanlardan ve meraklı bakışlardan kaçmaktı sadece.


Büyük ağacın dibine vardığımda Bircan abla yoktu etrafta. Çekingen bir iki adımda ağacın dibine varıp sıkı sıkı bağlanmış renkli çaputlara değdirdim ellerimi. Dilek ağaçlarına inanmazdım. Oldum olası batıl inançlara karşıydım ama o gün ilk defa karşı hissetmiyordum kendimi. Hatta umudunu bu şekilde dile getiren her çaputta dolaştı bakışlarım. sessizce edilen duaların, isteklerin somut örnekleriydi bunlar.


Kahverengi elbisemin belindeki kuşağı çekip elime aldım.


"Dilek için bağlanan çaputlara inanmazdım ama bugün inanıyorum." Dedim elimdeki kuşağa bakıp. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. "Ben abim ve babama verdiğim sözü tutamadım..." Göz yaşlarım birden yakmaya başlamıştı göz pınarlarımı. "Bu hayatta en değer verdiğim, çabaladığım o sözü tutamadım. Ama bir mucize... Belki bir mucize olur bilemiyorum..." Gözümden süzülen bir damla yaşı elimin tersiyle silerken varıp boş bulduğum yere bağladım kuşağı. "Lütfen..." dedim fısıltıyla. "Abim ve babama verdiğim sözü tutabileyim..." Bundan daha çok isteyeceğim bir dilek daha olamazdı herhalde.


"Elif?" dedi ben gözlerim sımsıkı kapalı dileğimi içimden defalarca tekrarlarken arkamdan bir ses. Göz pınarlarımdaki yaşı acele bir şekilde silip arkamı döndüm.


"Maran?"


"Dilek dilemeye mi geldin?" Evet diyemedim ama onun yerine kafamı salladım hafifçe. "İnanıyor musun böyle şeylere?"


"Bilmem..." diye omuz silktim. "Batıl bir inanış. Ama nasıl istediğine bağlı bence."


"Bence de." Gülümserken tişörtünün cebinden çıkardığı kırmızı renkteki bez parçasını avcunun içine aldı. "Nasıl istediğin önemli." Varıp boş dallardan birine bağladı dileğini. "Berfin görse dalga geçer benimle." Dedi geri çekilirken.


"Niye?" dedim bağladığı bez parçasından gözlerimi çekmeyip.


"O çok inanır böyle şeylere. Ben de aksine inanmam. Ama bir süredir gelip dileğimi bağlıyorum buraya?"


"Hep aynı dilek mi?" dedim bakışlarımı ona çevirip. Tişörtünün yakasını düzeltirken o da bana döndü.


"Hep aynı dilek. Emanet demiştim ya... sahibini bulayım diyorum her seferinde..."


Bilekliğim.... Emanet dediği abimden bana kalan son şey... Benim... Yıllarca bileğimden çıkarmadığım yadigar...


"O b-"


"Yenge! Yenge!" Söylemeye çalıştığım yarım kalırken Dilan nefes nefese gelmişti yanımıza. "Her yerde seni arıyorum! Hadi gel!"


"Ne oldu gidiyor muyuz?"


"Daha değil. Ama seni bekleyen bir şey var." Var gücüyle elime asılmıştı. Ne oluyor diyemeden de beni çekiştire çekiştire de götürüyordu. "Mutlaka görmen lazım!" diyordu bir yandan. "Gel hele!" dedi beni çekiştire çekiştire büyük alana getirdiğinde.


"Ne oluyor?" dedim şaşkınca bir etrafa dizilmiş kalabalığa bir de Dilan'a bakıp.


"Bekle bekle! Asıl şov şimdi başlıyor." Şaşkın bakışlarımı ondan çekerken karşıya dizilmiş atlara çevrildi bakışlarım. Tam dokuz tane at yan yana geçmişti.


"Hazır!" dedi onların ilerisinde duran bıyıklı bir adam. Elinde bir kırbaç tutuyordu. Onun komutuyla atın üzerindeki adamlar hazır ola geçmişti. Elindeki kırbacı da şaklatmasıyla atlar yaydan fırlamış ok misali koşmaya başlamıştı.


"Bak yenge bak!" dedi Dilan heyecanla elimi kavrayıp. "Abimle Esmer'e bak!" O deyince bakışlarım sol taraftan çıkan ata ve üzerinde oturan ona çevrildi. Üzerini değiştirmişti. Siyah bir pantolon, siyah bir tişört ve siyah deri çizmeler giymişti. Diğer atlardan daha sonra çıkmıştı Esmer. Hatta yan yana dizilen atların arasında da değildi. Ama hepsinden daha hızlı koşuyordu. Hepsini de geçmişti. Atlar arkasında bir toz bulutu bırakırken şaşkınca bakmıştım olanlara.


"Ne yapıyorlar?" dedi Leyla. Şilan'la birlikte yanımıza gelirken onlar da en az benim kadar şaşkın bakıyorlardı giden atların arkasından.


"Abim şovunu yapıyor!" dedi şakıyarak Dilan. "Heyt be!" diye nara da atmayı ihmal etmemişti. Ok misali giden atlar yine tozu dumana katarak gelirken elimi göğsümün üzerine koymuştum. Biraz tozların etkisi bira da heyecanlanmamın verdiği şeyle nefeslerim sıkışır olmuştu.


İlk gelen Esmer'di. Epey büyük bir fark atmıştı diğer atlara. Hatta onun durdurma komutlarına da bir süre kayıtsız kalırken etrafımızda dolanmaya başlamıştı. Alkış sesleri davul seslerine karışıyordu. İnsanların naraları, sevinçli çığlıkları duyuluyordu.


Tüm atlar arka arkasınca gelip aynı Esmer gibi dolanmaya başlamıştı etrafımızda. Ama o anda donup kalmama neden olan havaya bir el sıkılan kurşun olmuştu.


Etraftaki tüm seslerden daha kuvvetliydi duyduğum kurşun sesi. Etraftaki insanların seslerinden daha güçlü, daha baskın, daha korkunçtu...


Ellerim artık iyileşmiş yaramın üstünü bulurken asıl kurşun yarasının karnımın altında değil de ruhumda açıldığını fark edememiştim henüz. Bedenimde o gün yaşadığım gibi bir acı, o gün hissettiğim gibi bir korku vardı. Dudaklarımdan kaçan çığlıklar hem çevremdeki sesleri hem de kurşun sesini bastırmıştı.


"Sakin ol." diyordu hemen önümdeki ses. "Sakin ol." Kollarımdan tutmak istemişti.


"BIRAK!" dedim olanca gücümle. Boğazımdan kopan haykırışıma gözümden inen yaşlar eşlik etmeye başlamıştı. Kollarıma dokunmaya çalışan ellerini var gücümle iterken hiç kimsenin, hiçbir elin bana temas etmesini istemiyordum. Bana dokunacak bir elin o gün beni zapt etmeye çalışan eller gibi hissettirmesinin önüne geçemiyordum.


"Lütfen sakin ol." Sesindeki endişe korkumun gölgesindeydi. Tekrar tutmak istedi beni ama çığlığım durdurdu onu. Maran ellerini bana doğru uzatmıştı.


"DOKUNMA!" diye çıktı haykırışım bu sefer dudaklarımın arasından. "Sakın dokunma!" Her şey bana o gün olanları hatırlatırken birinin bana dokunacak olması içimde büyüyen korku ateşini daha da harlıyordu. Bedenimi zapt edemiyor, zihnimi kontrol edemiyordum.


"Elif sakin ol." dedi yine ellerini bana doğru uzatırken. Çığlıklarım daha da fazlalaştı. "Lütfen sakin ol. Bir şey yok."


"SAKIN DOKUNMA! KİMSE DOKUNMASIN!"


"Asıl sen bırak!" dedi geriden bir ses. "Yaklaşma ona." Yalpalayan adımlarla geri dönerken göz yaşlarım daha da hızlandı. Attan hızlıca atlarken yanıma doğru koştu. "Tehlike yok. Sakin ol." Olamıyordum, yapamıyordum. Dizlerimden kuvvet çekilmiş ve ben kendimi tutamamıştı artık. Yere çökerken beni hızla yakalamıştı.


"Geçti." dedi fısıltıyla. Kolları bedenimi sararken ona tutunmaya çalışıyordum bir yandan.


"Çok korktum." dedim gözyaşlarımın arasından. Hıçkırıklarım boğazımdan ardı arkasında kopuyor, gözyaşlarım onun tişörtünü ıslatıyordu. Güç bela kollarımı ona dolamaya çalışırken sakinleşmek istiyordum.


"Tamam bir şey yok. Geçti." Tişörtünü ellerimin arasında sıkarken boğazıma dizilen hıçkırıklarım nefes almamı da zorlaştırmıştı. "SİLAH YOK!" dedi olanca gücüyle. "KİMSE ATEŞ ETMEYECEK!"


"Elif..." dedi hıçkırık sesime karışan Maran'ın sesi. Etraftan insanların şaşkın nidalarını da duyuyordum.


"Sakın dokunma Maran!" dedi beni kollarının arasında sarmalarken. "Çekil! HERKES ÇEKİLSİN! DAĞILIN!"


"Çok korktum..." diye fısıldamaya çalıştım ama nefes alamamıştım. Nefeslerim tükeniyordu. "Ne-f-ne-fes.." dedim var gücümle onun kolunu sıkıp. Boğazımdan hırıltılar kaçıyordu.


"Sakin o." Dedi göğsündeki kafamı kaldırıp. "Nefes al. Derin nefes al!"


"Nef-ne-fes...İ-laç..." diyebildim hırıltıyla karışık.


"İlaç..." dedi kendi kedine. "SEYHAN ARABADAN ÇANTAYI GETİR HEMEN!" Bedenim birden havalanırken beni kolları arasına almıştı. Kafam geri düştü. Kamer'in nefesleri yıllar önce bitmişti. Kamer'in nefeslerinin bittiği yerde Elif'in nefesleri de tükenmişti...


🔥


B Ö L Ü M S O N U


nasıl buldunuz bölümü?


sizce ne olacak bundan sonra?


Elif'e ne oldu?


beğenip yorum yapmayı beni buradan (seydnrgrsu) takip etmeyi unutmayın.


sizi seviyorum Allah'a emanet olun

Loading...
0%