Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Gizli Saklı

@seydnrgrsu

'GİZLİ SAKLI'



🔥





"Hepimizin biraz eğlenceye ihtiyacı var en nihayetinde..." Bedenimi saran ellerin arasından kurtulmak için büyük bir çaba içindeydim. Nefeslerim tükenmiş, bedenimden dermanım çekilmişti. Kendi çığlıklarım yankılandı sonra kafamın içinde. Kendi çığlıklarıma bir hayli uzak ama bedenimdeki o baskıyı hissedecek kadar yakındım kendime. Boğazıma sarılan elleri çekiştirdim var gücümle. Beni nefessiz bırakan ellerden uzaklaşmak için çabaladım çabaladım ve çabaladım. Ama kurtulamadım.


"İyi misin?" dedi kafamın içinde yankılanan çığlıkların arasında bir ses simsiyah görüntümde bir tek ışık belirtisi bile yokken ağzımdan çıkamayan sesim bedenimde sonsuz bir acı bahşediyordu. "Kendine gel iyi misin?"


Ağzımdan güçlü bir çığlık nihayet çıkarken kirpiklerimi zorladım ve gözlerimi açmaya çalıştım.


"Kendine gel. Bir şey yok." Dedi bulanık görüntümün arasından karşımda duran beden. Eli hafifçe omzumu tutuyordu ama bu korkumu daha da harlamıştı. Yatakta apar topar geri çekilirken elini iteledim var gücümle. "Güvendesin tamam."


"Bırak bırak..." diyebildim nefes nefese. Dizlerimi karnıma çekmeye çalıştım ama karnımın altına giren sızıyla derin derin solumam gerekti.


"Su iç." Elindeki yarısı dolu bardağı bana doğru uzattı ama alabilecek halde değildim. Kafamı korkuyla iki yana salladım. "Kabus mu gördün?"


Titreyen ellerimi saçlarımın arasına atarken hiç terlemediğim kadar terlediğimi fark ettim. Sanki üzerime kova kova su boşaltılmış gibiydi. Sorduğu soruyu hafifçe başımı sallayarak onayladım. Yüzümden akan terlere karışan göz yaşlarımı sildim güç bela.


"Ben çıkayım sen üstünü değiştir. Ahmet kontrol etsin sonra." Elindeki su bardağını yatağın yanındaki komodine bırakıp kapıya doğru yürüdü. Kapının kolunu indirdi ve arkasına bakmadan çıkıyordu ki seslenme durmak zorunda kaldı.


"Babam... Sanırım kaza yapmamış. Bana bir zarf geldi o gün. Kaza olmadığı yazıyordu. Cevabı öğrenmek istiyorsan halı deposuna gel diyordu. O gün o yüzden çıktım evden. Küçük bir çocuk getirdi zarfı." O gün zihnimde tekrar tekrar yaşanırken gözlerimi sımsıkı kapattım.


"Biliyorum. O çocuğu arıyorum şimdi." Bedenini biraz döndürmüştü bana doğru. "Babanın bu durumla ne ilgisi var bilmiyorum ama bunun arkasında her kim varsa hem babanla hem de benimle ortak bir meselesi var." Daha başka bir şey demedi ve kapıyı kapatıp gitti.


Bedenim gerçekliğini koruyan kabusların korkusuyla titrerken bir müddet daha oturdum yatakta. Bitmiş ve kapatılan serumu çıkarıp yavaşça kalktım ve ilerideki tekli koltuğun üzerie bırakılan gri pijama takımını aldım elime. Terden mahvolmuş bir haldeydim. Bedenimde tarifsiz bir uyuşukluk ve katılık vardı.


Üzerimdeki terden ıslanmış pembe pijamayı yavaşça çıkarırken bakışlarım yaramın üzerine gelen kısmındaki kan lekelerine takıldı. Kurumuştu. Gri uzun kollu pijamayı da yavaşça giyip ıslak denecek vaziyette olan saçlarımı gevşek bir şekilde ördüm. Bunları yaparken epey bir vakit geçmişti. Olabildiğince yavaş ve dikkatli olmaya çalışıyordum.


Aslında düne kadar iyiydim ama dün dikişlerim zorlanınca tekrar en başa dönmüştü ağrılarım. Ben elimdeki ıslak pijamaları katlarken kapı belli belirsiz çalındı. "Elif gelebilir miyim?" dedi açmadan. Ahmet'in sesiydi.


"Gel..." dedim elimdeki pijamaları koltuğa bırakıp.


"Nasılsın?" Elindeki büyük çantasını benim pijamayı koyduğum koltuğa bıraktı.


"Aynı..." diyebildim. Olabildiğince yorgun ve hâlâ gördüğüm kabusun etkisindeydim. Burnumda o gün beni zorla tutan adamdan yayılan iğrenç koku vardı hatta. Ayakta duracak halim olmadığından yatağa ilişiverdim.


"Baran sabah haber verdi. Dikişlerin zorlanmış. Kanama yapmış sanırım." Kafamı sallayıp onayladım onu. "Pansuman yapmış ama biz yine de bir kontrol edelim." Geri döndü ve koltuğa bıraktığı çantasını açtı. Ellerine önce eldivenlerini geçirdi. "Ağrın var mı?"


"Genel olarak var. Ama daha çok sersem gibiyim."


"O normal. İlaçların etkisinden. Geri yaslanır mısın?" O öyle deyince bacaklarımı yatakta yukarı çektim ve yatağın başlığına geri yaslandım. Pijamanın üstünü kaldırıp sabah onun sardığı sargıyı açtı yavaşça. Bant çekilince yüzüm acıyla kasılmıştı.


"Demek tıp öğrencisisin." Dedi bana bakmadan yarayı temizlemeye başladığında. "Cihan söyledi." Diye ekledi.


"Tıp öğrencisiydim." Diye düzelttim onu. "Bırakmak zorunda kaldım."


"Niye bıraktın?"


"Neden evlendiysem o yüzden. Amcam yüzünden." Acı bir gülümseme yerleşti dudaklarıma. Yitip giden hayallerimin arkasından artık sadece böyle acı bir şekilde gülümsüyordum.


"Kusura bakma ben canını sıkmak istemedim." Dikişlerin etrafını iyice temizledi.


"İstesem de sıkılamıyorum artık. Benim için çok geride kaldı."


"Tekrar imkanın olsa istemez miydin?" Elindeki sargı bezini dikkatle yerleştirdi temizlediği yaranın üzerine.


"Doktorluk benim çocukluk hayalimdi. Ama olmadı. Bu saatten sonra da imkanım da yok. Her şey benim iradem dışında gelişiyor çünkü."


"İmkanım yok diye bir şey yok bana kalırsa." Dikkatle elindeki bantları yapıştırdı. "İstedikten sonra imkansız diye bir şey tanımıyorum ben. Mesela ben okulun en tembel, en işe yaramaz adamıydım küçükken. Öğretmenlerim bir halta yaramazsın derlerdi. Zaten sığıntı olan bir çocuğun bir işe yarayacağını da kimse düşünmezdi."


"Sığıntı mı?" dedim hayretle.


"Bu hikayeyi herkes bilir aslında. Sen nasıl bilmiyorsun?" Pijamamı indirdi ve elindeki eldivenleri çıkardı. Gülmüştü bir yandan. "Anemle babamı o yangında kaybettikten sonra kimsesiz kaldım. Ta ki Baran gelip elimden tutana kadar. Daha beş yaşındaydı. Ben de altı. Bir yangında ailemi kaybettim. Küllerindense Baran sayesinde çıktım. O gün bugündür de aileden biri saydılar beni. Onlar bana ailemin yokluğunu hissetirmediler sağolsunlar ama çevrenin ağzını tutamıyorsun işte. Sığıntı dediler, evlatlık dediler, işe yaramaz dediler hatta aileyi yer bitirir bir baltaya sap olmaz dediler. İmkansızdı yani. Benim de dersler kötü olunca iyice emin oldular bu halime. Sonra azmettim. Benim için olmaz denileni kendim için başardım." Yüzünde gururlu ama bir o kadar da buruk bir ifade vardı.


"Ben... Ben bilmiyordum."


"O yüzden imkansız deme. Eğer istiyorsan başaramayacağın şey yok. Destek istersen ben hep yardım ederim sana. Bu kadar duygusallık yeter." Dedi gülerek oturduğu yerden kalkarken. Çıkardığı eşyaları dikkatle çantasına yerleştirdi. "Bünyen çok güçlü. Çok dirayetlisin."


"Hadi ya." Dedim gülmeye çalışıp. "Buna sevinmeli miyim?"


"Yani. Ama ölümün tam kıyısından dönen biri için belki. İnanır mısın o kadar hastam oldu ama yaşamak için en çok sen direndin." Oysa ölmek için en çok çabalayan da bendim. "Tam iki kere kalbin durdu." Kaşlarım hafifçe havalandı. "Aman neyse geçti bitti değil mi? Ne gerek var bunları konuşmaya."


"Teşekkür ederim." Dedim minnetle. Ben her ne kadar ölmek için direnen biri olsam da onlar da beni kurtarmak için uğraşmıştı. Ve bunu hiçbir karşılık vermeden yapmıştı. İşte hayalimdeki mesleğin hayran olduğum yanı buydu. Bir cana can katmak... "Çok uğraştınız benim için."


"Vazifemiz." Kollarını göğsünde bağlarken gururla gülümsedi. "Aslında sen dirayetli olduğundan seni tedavi etmek kolaydı ama dışarıda Leyla hanım ve kuzenini zapt etmek hiç kolay olmadı." Hafifçe güldü. "Neydi kuzeninin adı?"


"Şilan mı?" Adını duyduğunda gözlerinin içinde parlamalar gördüğüme yemin edebilirdim.


"Hah evet. İkisini zapt etmek pek kolay olmadı. Sanırım Şilan hanım fazla asabi."


"Aslında Leyla daha asabidir ama." Dedim gözlerimi hafifçe kısıp. Hangisi daha asabi bu konuda asla yorum yapamazdım çünkü bir teraziye koysak ikisi de birbirine denk gelirdi.


"Geçen yolda çarpıştığımızda da böyle yapmıştı. Elindeki halterden ağır çantayı defalarca kafama indirmişti. Senin kuzenin olduğunu bilmiyordum."


"O öküz sen miydin?" dedim biraz şaşkın biraz da gülerek. Sonra ne dediğimi idrak ederken kendimi toparladım. Çünkü karşımdaki adamın yüzü renkten renge girmişti. "Ay... Şilan bahsetmişti de... Sen olduğunu bilmiyordu o da."


"Demek öküz dedi bana?"


"Ağzımdan çıkmış bulundu. Kusura bakma." Utançtan yerin dibine girebilirdim. Böyle dank diye de denmezdi ama.


"Neyse. Sen dinlen. Ben de başka öküzlük yapmayayım." Bozulmuş gibiydi. Çantasına uzanıp bir şey demeden çıktı odadan.


🔥


"Nihayet geldiniz abi." Konağın büyük kapısından içeri adım atarken Dilan sıkıca kollarını yanımdaki bedene dolamıştı. "Kaç gün oldu ya?" dedi sarılmasını sürdürürken sitemle. Ondan ayrıldıktan sonra kollarını bana doğru açtı. İtiraz edemedim ama bedenimi geri tutmaya çalıştım.


"Karışma Dilan. Ne güzel tatil yaptılar işte." Dedi hemen onun arkasında duran Bircan abla. Ne tatildi ama!


"Vallahi on iki gün oldu ya. Özledim." Kollarını benden çekerken sitemle abisine döndü.


"Elif..." dedi kollarını bana saran Bircan abla. Aklım fikrim karnımın altındaki yaradaydı. Dikkat etmeye çalışıyordum. "Yüzün çok solgun." Geri çekilirken bir elini yanağıma koymuştu. "Tabi yol yorgunusun. Hasta falan mı oldun yoksa oralarda?"


"Biz içeri geçelim abla."


"Tabi Elif dinlenmek ister. Geçin geçin dinlenin siz. Yemek hazır olunca haber ederiz biz size."


"Odaya gönderin." Benden önce iki adım atarken bana döndü. "Hadi." Elimi Bircan ablanın elinden çekip derin bir nefes aldım ve dikkatle yürümeye başladım. Her ne kadar ilk başlardaki gibi acımasa da attığım her adımda karnımın atında ince bir sızı oluyordu.


'En az bir ay çok dikkatli olman lazım. Dikişlerinde en ufak bir zorlama bile olmamalı' diye defalarca tembih etmişti Ahmet.


"Ooo nihayet döndünüz." dedi içeri girdiğimizde ilk karşımıza çıkan Rojbin hanım. Memnuniyetsiz bakışları önce beni baştan aşağı süzerken oralı olmadan kollarını ona doğru açmıştı. "Gözümüz yollarda kaldı vallahi. Özledik seni Baran." Geri çekilirken başından kaymak üzere olan koyu yeşil işlemeli şalını düzeltti.


Konak olabildiğince aynı Rojbin hanım yine olabildiğince memnuniyetsizdi bana karşı. Yani benimki de öylesine bir şeydi. Bir insan on iki günde mi değişecekti Allah aşkına? Hem onun hem de Berfin'in memnuniyetsiz bakışlarına aldırmadan merdivenlere doğru yürüdüm. Gülsüm hanımın kayıtsız bakışları ve halleri de dahildi buna.


"Eliiiif!" dedi ben daha ne oluyor diyemeden sevinçli bir çığlık. Küçük kolları bedenime sıkıca dolanırken nefesim tıkanıverdi bir anda. Dudaklarımdan kaçacak çığlığa engel olmak için dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Aker tabiri caizse kucağıma atlayıvermişti.


"Aker çekil!" Bedenimin tümüne bir sızı peydah olurken hiçbir şey yapamamıştım. Minik bedeni tam sargının üzerine çarpmıştı. Gözlerimin önü yaşlarla perdelenirken o hızla çekti Aker'i.


"Oğlum ne yapıyorsun?" dedi Ümmü hala şaşkınca. "Elif'i çok özlediydi." Kadın bakakalmıştı Aker'in hızla ileri savrulmasına. Ne yapacağını bilememişti. Sadece o değil herkes bakakalmıştı.


"Evet..." dedi çenesi titreyen Aker. Korkmuştu. Ha ağladı ha ağlayacaktı. Burnunun ucu kızarıvermişti saniyeler içinde. "Elif'i çok özledim..."


"Sonra sarılırsın." Umursamaz bir halde bana döndü ve elini belime koyup merdivenlere ilerletti beni. Bacaklarım titriyordu ama dik durmaya çalışıyordum. Merdivenin tırabzanına zorla zorla tutunurken adım atmaya çalıştım. Bakışlarım karnıma doğru kaymıştı. Diğer elim gayriihtiyari karnıma doğru gitti. Bilerek siyah giymiştim o gün. Eğer birinin yanında dikişlerimde bir zorlama olursa kan lekesini en iyi gizleyecek olan renk oydu.


"Ahmet'i çağıracağım." dedi odaya girdiğimizde ben güç bela yatağa doğru adımlarken. Telefonuna sarılmıştı.


"Gerek yok iyiyim." Ayakta duracak dermanım kalmamıştı ama. İlerleyip dikkatle yatağa oturdum. Elim siyah bluzumun üzerinde herhangi bir ıslaklık var mı diye kontrol ediyordu. "Niye bağırdın çocuğa?"


"Dikkat etsin o da."


"Nereden bilecekti ki? Çok üzüldü." Oralı olmadı. Elindeki telefonu indirip cebine attı. Boynundaki kravatı sıktı ve bir şey demeden kapıya yürüdü.


"Odadan çıkma."


🔥


"Tamam Leyla..." dedim bıkkınca. Sesim acaba ona ulaşmıyor olabilir miydi çünkü telefonu kulağıma aldığımdan beri bu ona yedinci 'tamam' deyişimdi.


"Nasıl tamam kuzucuğum!" dedi bağırarak. "Biliyorsun o insanlardan zerre birini göresim yok! Ama senin için geleceğim akşam. Bak en ufak bir şeyde yıkarım etrafı haberin olsun!"


"Tamam Leyla..." dedim tekrar. Masasın üzerinde duran ve soğuyan yemeklere kısa bir bakış attım.


"Hele de o Baran beyin suratını hiç görmek istemiyorum! Adam benim yüzümden oldu deyip gelmedi bile günlerce yanına. Buz dağı herif!"


"Leyla. Tamam. Sen gel sadece. Kimseyi görmezsin."


"Şilan'ı da getirecektim ama akşam çıkamam dedi." Arkadan paldır küldür sesler geliyordu.


"Konuştum. Hem annemle hem onunla konuştum." Tepsinin üzerinde duran bir bardak suyu aldım ve yavaşça içtim.


"Senin aklın kalmasın. Zehra teyze iyi olduğuna tümden ikna oldu." Tekrar paldır küldür sesler kendi sesinin önüne gerilmişti.


"Sen ne yapıyorsun?" dedim seslere ithafen.


"Valizimi topluyorum."


"Neden?"


"İstifa ediyorum çünkü. Dedim ya. Çalışmayacağım o adamın yanında. Çok sinirliyim ona."


"Leyla saçmalama. Ben bile bir yere gidemezken sen işinden mi ayrılacaksın Allah aşkına?" Konu bendim ama benden daha çok çabalayan oydu.


"Olabilir. Zaten o gün adama dediğim laflardan sonra kalmamın bir anlamı yok. İstifa etmem her iki taraf için de en mantıklısı."


"Bir daha düşün derim. Bu aldığın basit bir karar değil."


"Ay yeter Elif! Ben kararımı verdim. Akşam yüz yüze konuşuruz. Hem gelmişken istifa dilekçemi de veririm." Laftan anlamayacağını bildiğimden başka bir şey diyemedim. Kafasına koymuştu bir kere. Eğer bir şeyi yapacağım derse kimse Leyla'nın önüne geçemezdi. İşte tam burada Laz damarı devreye giriyordu.


Saatlerdir odada dinlenmiş, Bircan ablanın bizzat getirdiği yemeği hastayım bahanesiyle yememiştim. Yiyecek iştahım da yoktu gerçi. İlaçlardan kaynaklı mıydı bilmiyorum ama ağzıma tek lokma koyasım gelmiyordu.


Yatağa sırtımı yaslayıp tekrar gözlerimi kapattım. Halim yoktu. Ama gözlerimi kapatmam beş altı saniye anca sürmüştü. Çalan kapıya çevrildi bakışlarım. Bircan abladan kimsenin beni rahatsız etmemesini rica etmiştim. Ama bu gelen sanırım o ricaya pek uyacak biri değildi.


"Berfin?" dedim onu karşımda görmeyi hiç beklemezken.


"Dedem gönderdi. Gelin hanım yemeğe gelmeyecek mi diyor." Sıkı sıkı topladığı saçlarının ucunu tutuyordu parmakları arasında. Baştan aşağı beni süzdü. "Uyuyordun sanırım."


"Yemeğe inmeyeceğimi söylemiştim. Rahatsız edilmek istemiyorum."


"Zaten yemeği yemiştik ama dedem işte. Gönderdi."


"İzninle." Dedim kapıyı kapatmaya yeltenip ama elini koyup mani olmuştu.


"Dedem bekliyor Elif."


"Peki..." dedim gitmeyeceğinden emin olunca. Elimle dağılan saçlarımı geri sıvazladım ve bileğimdeki tokayla sıkıca yukarıdan topladım onun peşinden merdivenleri inerken.


"Keşke üstüne başına çeki düzen verseydin. Yataktan kalktığın gibi..." Hemen yanı başımda benimle birlikte merdivenleri inen Berfin bakışlarını benden çekmiyordu. O böyle deyince bakışlarım siyah bluzum ve siyah pantolonumun üzerinde dolaştı. Bir şey demeden ve dikkatle inmeye devam ettim.


Büyük salona indiğimde bakışlarım salondaki koltuklara yerleşmiş insanları buldu tek tek. En son da en başta tekli koltukta oturan ve elindeki bastonuna dayalı Hüseyin İzol'u. Bütün evlatları ve torunlarını sıralamıştı etrafına. Buradaki herkes onun ailesine aitti. Kendimi bu salona adım atar atmaz bir fazlalık gibi hissederken nereye doğru adımlayacağımı bilememiştim. İmdadıma ise Bircan abla yetişmişti. Oturduğu koltukta yana kayarken bana yer gösterdi eliyle.


"Rahatsızlanmışsın diye duydum gelin kızım." Dedi Hüseyin İzol mavi puslu bakışlarını benim üzerimde sabitleyip. Ellerimin içinde iyileşmeye yüz tutmuş yaraları tekrar soymaya başlamış bulundum sesini duyar duymaz.


"Evet." diyebildim bakışlarımı ona kaldırmadan.


"Geçmiş olsun. Daha iyisindir inşallah?"


"İyiyim. Daha iyiyim." İyi miydim bu tartışılırdı ama bu ortamda olmayı ele alırsak işte o zaman iyi değildim. Fazlasıyla gergin hissediyordum kendimi. Bakışlarım tam karşımda annesinin yanında sessizce oturan Aker'e çevrildi. Kırgınlık vardı bakışlarında. Her daim, her sofrada şen şakrak duran çocuk o gün pusmuştu. Bakışları benim ve hemen dedesinin yanında oturan onun arasında gidip geliyordu.


"Madem iyisin elinden bir kahveni içerim." Dedi Hüseyin İzol. Üzerime alınmak istememiştim ama direkt bana bakarak söylediğinden o kahveyi de yapacak kişi ben oluyordum sanırım. Bakışlarım tedirgince yanı başımda oturan Bircan ablaya çevrildi.


"Bırak baba Berfin yapar senin kahveni. Kalk Berfin dedene bol köpüklü sade bir kahve yap."


"Hemen yapıyorum dede." Berfin annesinin talimatıyla ok gibi fırlamıştı yerinden ama dedesinin sözleri durdurdu onu.


"Senden istemedim. Gelin kız yapacak."


"Gel ben sana yardım edeyim." Yan tarafımda benden önce ayaklanan Bircan abla kolumu tutmuştu. Dikkatle oturduğum yerden kalkarken bakışlarım önce bana dümdüz bakan Berfin'e sonra da Hüseyin İzol'a çevrildi.


"Sen gerçekten iyi misin Elif?" dedi Bircan abla ben bakır cezveye kahveyi ölçerken. Dediğine göre dedesi asla bakır cezve dışında yapılan kahveyi içmiyordu. Kahvesi bol, köpüğü bol, acısı bol, kısık ateşte pişmiş olmalıydı kahvesi.


"İyiyim abla." Dedim ona doğru gülümsemeye çalışıp. "Yol yordu beni. Sersem oldum sadece. Hava da çarptı." Yaşadığım yaşam mücadelesini basit bir 'yolculuk hastalanması' olarak anlatmak da bir garipti gerçi. Üç gün yoğun bakım, üç gün normal oda, diğer günler gözetim altında tutulmak... İyiydim işte. Ölümün kıyısındaki sert rüzgarlar çarptığından hasta olmuştum o kadar.


"Yüzün daha solgun. İhmal etme istersen bir doktora görün. Ahmet'e söyleyelim."


"Gerek yok abla inan iyiyim." Kahveyi dikkatle ve yavaş yavaş karıştırırken ocağa koydum. "Sen hani döneceğim demiştin."


"Dönecektim ama Murat'ın işi uzadı. Kars, Urfa derken şimdi de Diyarbakır'da. Şirket nereye gönderirse oraya gidiyor. Bu aralar çok yoğunlar."


"İyi işte fena mı burada ailenin yanındasın." Cezveyi tutarken onun fincanları tepsiye dizmesini izliyordum.


"Öyle ama onu da çok özlüyorum. Şu son bir yıldır ha bire şehir dışına gidiyor. Kah orada kah burada. Evin içinde valiz eksik olmuyor. O bir yere ben de buraya geliyorum işte." Suratı düşüvermişti bir anda. "Neyse boş ver sen beni." Dedi gülerek toparlamaya çalışıp. "Siz nerelere gittiniz?"


"Biz?" dedim şaşkınca. "Hiç..."


"Baran çat diye arayıp 'biz biraz yokuz, şehir dışındayız' deyince şaşırdık yani. Nasıl bir rota çizdiniz kendinize?" Merakla bana doğru dönmüştü.


"Ay kahve taşıyor." Dedim lafın üzerini örtmeye çalışıp.


"Tamam tamam sormadım. Heyecanlanma." Ona bakmamaya çalışıp dikkatle kahveyi beyaz fincana boşalttım. Beklemeden de tepsiyi elime alıp salona doğru yürüdüm.


"Madem ikizin harıl harıl ders çalışıyor sen niye burada oturursun Dilan hanım?" Cihan hemen yanı başında oturduğu Dilan'ın omzuna vururken dikkatle kalabalığın ortasından geçip tepsideki fincanı Hüseyin ağanın önündeki sehpaya bıraktım. Geri çekilirken de bakışlarım belli belirsiz gülümseyen Maran'a kaydı.


"Vallahi ben sabahtan beri okulda yeterince çalıştım." Diye hayıflandı Dilan. "Biraz mola vermeyeyim mi?" elimdeki tepsiyle geri Bircan ablanın yanına oturdum.


"Ee köye ne zaman gitmeleri münasiptir baba bu gençlerin?" Ümmü hala elindeki fincanı sehpaya bırakırken odağını babasına çevirmişti.


"Bir de köye mi gidecekler?" diye çıkıştı Rojbin hanım. Babasının vereceği cevabı beklememişti bile.


"Niye gitmesinler abla? Adetlerimizde bu yok mudur?"


"Ne gerek var? Bir de bununla mı uğraşacağız baba?" İkisi her ne hakkında tartışıyorsa bu Hüseyin İzol'u kızdırmış olmalıydı ki derin bir nefes almıştı adam. "Gülsüm bir şey desene." Dedi bu sefer Rojbin hanım diğer tarafına doğru. Ama Gülsüm hanımdan tık çıkmıyordu.


"Hazırlıklarınızı tamamlayın. Haber salarız giderler."


"Gerçekten gidecekler mi baba?"


"Gidecekler Rojbin." Dedi Hüseyin İzol bıkkınca. "Münasip olanı budur. Gidecekler, el öpecekler, adetlerimizi yerine getirecekler. Ruşa Bibinin hayır duasını alacaklar."


"Etme baba. İnsanları boş yere mi meşgul edeceğiz?" Rojbin hanım itiraz edecek oldu ama sesi babasının kendisine bakışıyla kısılıp gitmişti.


"Boş yere mi? Köydekiler soylarının kimle yürüyeceğini bilecekler. Baran'ın geliniyle tanışacaklar." Sesindeki tonda bariz bir azarlama vardı ama ben sesinin tonuna değil beni ilgilendiren kısmına takılı kalmıştım kurduğu cümlenin. Bakışlarım gayriihtiyari Hüseyin İzol'un yanında oturan ona çevrilirken onun çatık kaşları altındaki memnuniyetsiz bakışlarına toslamıştım.


"Geç bile kalındı bu ziyaret için. Hazırlıklarınızı tez elden tamamlayın. İnsanlar İzolların gelinini görmek ister."


🔥


'Ne yani bir de Bozanların kızını gelinimizdir diye köydeki akrabalara mı göstereceğiz daha neler' Kafamın içinde Rojbin hanımın sesleri yankı bulurken kimseye oralı olmadan mutfağa atmıştım kendimi. Sınırını asla bilmeyecekti beni rahatsız etmek konusunda buna artık şüphem yoktu ama bu eve geldiğim günden beri yaptıkları yetip artmıştı.


Derin bir nefes alırken bakışlarımı elimdeki telefondan çektim. Leyla gelemediğini yazmıştı. Bahçeye açılan kapıya uzandım ve dışarı attım kendimi. Rojbin hanıma hırsımdan taş zemine pat pat vurmak istiyordum adımlarımı ama karnımın hemen altındaki yara buna engel oluyordu. İster istemez adım atarken vücudumu yavaşlatıyor ve elimle orayı tutma ihtiyacı hissediyordum.


Şilan Rojbin hanım için 'Kaynanan bu mu' diye sorarken sanırım haklıydı. Gülsüm hanımın beni yok saymasından daha rahatsız ediciydi onun her dakika gelip bana laf sokmaları. Başlarda karşı gelebildiğim kadar gelsem de fayda etmemiş ben de yok saymayı seçmiştim. Yok sayıldıkça bir davranış körelirdi ama Rojbin hanım için bu geçerli değildi.


Sakinleşebilmek adına nefeslerime odaklanmışken bakışlarımı yukarı çevirdim. Yıldızlar gökyüzünde tane tane seçiliyordu. Gündüz güneşin yakıcı sıcaklıkları artık azalmış, akşamları daha serinlemişti hava. Zaman beni sonbahara doğru götürüyordu. Baharı biteli beş yıl olmuş, sonu görmemin altıncı yılıydı. Hayallerimin bittiği, Kamer'in on dokuz yaşında babasını kaybettiği mevsimdi. Hüzün mevsimiydi.


Dolunay vardı. Şehrin kirli ışıklarından uzak konağın bahçesini çok güzel aydınlatan bir dolunay vardı. Bizim konağımızdan da çok güzel izlenirdi hep yıldızlar ve ay. Hava ısınmaya başladığı ilk an ben, Şilan, Azad, Diyar abim ve Emir sıralanırdık konağın terasına. Diyar abim hepimizden önce uyur, uyumadan da sakın konuşmayın diye bolca tembih ederdi ama biz dinlemezdik. İlla konuşacak bir konu bulur en sonunda ondan yine azarı yerdik.


Aklıma güldüğüm o güzel anlar gelince burukça gülümsedim. Şimdi gökyüzündeki yıldızları izleyip dilekler tutan kızdan bir hayli uzaktaydım. Bahçenin karanlığına doğru yürürken adımlarım durdu bir anda. Kendimi pek de yüksek sayılmayan duvarın arkasına atmıştım.


Bakışlarım ay ışığının yansıdığı yüzdeydi. Endişeli, tedirgin ve heyecanlıydı. İki üç saniyede bir durup arkasına bakıyor ve derin nefesler alıyordu.


"Rahatsız ettim seni gece gece." Dediğinde tekrar dönüp arkasını kontrol etmişti. Bu sınırların içinde yapılan bu buluşma gizliydi ve birilerinin görmesi hiç hoş olmayacaktı.


"Bu senin. Uzun zamandır bendeydi de." Dedi daha çekingen bir şekilde. Şaşkınlıkla havalanan bakışlarım elindeki kutuya kaydı. Karşısındaki beden titrekçe kutuyu aldı eline.


"Biri geliyor..." fısıltısında korku dolu çığlıklar yankılanırken benim de bakışlarım onun dediği gibi arkama doğru kaydı. "Biri geliyor git."


"Tamam tamam ama yine geleceğim Seyhan." Dedi hızlı adımlarla geri çekilirken. Arkasındaki duvara bir hışımla tırmanıp gözden kayboluvermişti.


"Kim var orada!" dedi bizden tarafa doğru gelirken. Seyhan panikle nereye doğru adımlayacağını bilememişti. "Kim var!" Elindeki sigarasını yere fırlatırken bize doğru attığı adımlarını hızlandırmıştı. Seyhan korkudan daha da ne yapacağını şaşırmıştı.


"Seyhan?" dedi kardeşini karanlıkta ağaçların altında görünce. "Sen ne yapıyorsun burada?"


"Baran abi..."


"Ne yapıyorsun sen burada bu saatte!" Bakışları etrafı taramıştı bir yandan.


"Bi-bir şey yok..." korkudan kekelemeye başlamıştı Seyhan.


"Ne demek bir şey yok? Ne yapıyorsun Seyhan söyle!"


"Abi valla bir şey yok." Kolunu abisinden kurtarırken koşar adım mutfağa doğru ilerlemeye başladı. O da hiç düşünmeden kardeşinin peşinden giderken ben de olduğum yerden çıkıp hızlı adımlarla onlara yetişmeye çalıştım.


"Seyhan!" Mutfağın kapısında tekrar yakalamıştı onu kolundan. "Ne işin vardı kızım gecenin bu saati orada!" Seyhan kolunu kurtarmaya çalışırken gözünden bir damla yaş kayıvermişti. Sesi mutfakta olanlar toplarken onun umurunda bile değildi. "SANA DİYORUM SEYHAN!"


"Abi..."


"Ne yapıyordun orada!"


Daha fazla dayanamayıp aralarına geçtim. Seyhan'ın kolunu ondan kurtarırken bir elini de göğsüne koydum.


"Yavaş ol!"




 🔥




B Ö L Ü M S O N U





Nasıl buldunuz bölümü??





Alıntıdaki tahminlerinizi tek tek okudum ve teoriler mükemmeldi ama beklediğimiz şey çıkmadı sanki :)





Sizce ne olacak bundan sonra?





Şu bahsedilen 'köy ziyareti' olacak mı sizce?





Elif?


Baran?


Berfin?


Rojbin hanım?


veee bizi şaşırtan Seyhan?





Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.





beni buradan (seydnrgrsu), İnstagramdan ve Tiktoktan takip edip editlere, duyurulara ve alıntılara ulaşabilirsiniz. bir sonraki alıntıyı bir iki güne atacağım.





sizi seviyorum Allah'a emanet olun

Loading...
0%