Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Görünmez

@seydnrgrsu

🔥


"Unuttuğun bir şey var!" dedim sertçe. Elimdeki silahı tekrar ona doğrulttum. "Eğer düşmanının elinde bir silah varsa ona sırtını dönmemen gerekir!" Hiç tereddüt etmeden soğuk metalin tetiğine dokundum.


Titreyen ellerimdeki silahtan bir kurşun çıktı. Silahın sesi gök gürültüsünün sesini bastırdı.


Elimdeki silahtan bir kurşun çıkmıştı.


Onu vurmuştum.


Vurulmuştu.


Gök yarılırcasına bir daha çatladı.


Zaman durmuş gibiydi. Eğer yağmurun insanın derisini döven damlaları üzerime düşmeseydi ben zamanın durduğunu sanacaktım.


Zihnim kara bir dehlizin içinde, bir kurşunun aleviyle yanmaya başlamıştı. Kulaklarımda demin kulakları sağır eden kurşunun uğultusu vardı.


Vurulmuştu.


Onu vurmuştum.


Gözüm dönmüş ve ben irademi kaybetmiştim duyduklarım karşısında. Zihnimdeki yangın düşünmemi engelliyordu.


Düşünemiyordum.


Parmaklarımın arasındaki soğuk metal tonlarca ağırlığa ulaştığında artık onu daha fazla taşıyamadım. Ayaklarımın önüne düşerken sadece karşıma bakıyordum.


Ben bir insanı vurmuştum...


"Baran oğlum?" dedi çitlerin ilerisinden bir ses.


Nefes almaya çalıştım ama zerre oksijen çekemiyordum ciğerlerime. Boğazımdan küçük bir hırıltı çıkarken elimi boğazıma attım nefes alabilmek için. Hayatımı karartan karabasanımın eli yine ve öncekilerden daha güçlü bir şekilde dolanmıştı boğazıma.


"Silah sesi geldi koşun!" dedi ben kafamdaki uğultu ve boğazımdaki görünmez elle savaşırken.


Nefes alamıyordum.


Olduğum yere mıhlanmış ve ne yapacağımı bilemiyordum.


Nefes alamıyordum.


Nefes almak için çabalıyordum ama çabalarım boşunaydı. Doğduğumdan beri benimle büyüyen astımım hayatımın en zor zamanlarından birinde yakalamıştı yine beni.


Ben birini vurmuştum.


Nefes alamıyordum. 


Ellerimle boğazımı çekiştirip nefes almaya çabaladım ama olmadı. Yumruk yaptığım elimi göğsüme vurdum oradaki engel kalksın diye ama o da olmadı.


İnsanlar geliyordu. Benim onu vurduğumu görecekler ve beni polise ihbar edeceklerdi. Ama muhtemelen ben polis gelmeden ölmüş olacaktım.


'Bitsin' diye beni kurban ettikleri bu davayı yine harlamış olacaktım hem de bu davayı bitiren adamın torununu öldürerek.


"Geç içeri!" dedi kolumdan sertçe çekip beni kendime getirirken. Kara dehlizin içinde sıktığım kurşunun aleviyle yanarken kolumdan sertçe çekip çıkarmıştı daldığım yerden.


Ama adım atacak halde değildim. Bırak adım atmayı bedenimi taşıyamıyordum bile.


Zihnimde onun sesi yankı bulduğunda nefes alabilmek için tekrar çabaladım ama fayda etmedi. Gözlerim kararmış ve ben ciğerlerime çekemediğim hava yüzünden kendimden geçecekken birden ayaklarım yerden kesildi.


Onu vurmuştum. Ama ölmemişti.


Nefes alamadığım her saniye azabım büyürken sarsıldığımı hissediyordum. Kafam onun kucağından geri düşerken bakışlarım babasının kolları arasında nefes alabilmek için çırpınan altı yaşındaki Kamer'e kaydı.


'Hadi kızım nefes al!' diyordu babası kızını kolları arasında sarsarken.


Nefeslerim burada tükenmişti. Kamer'in nefes alamadığı yerde Elif'in de nefesleri tükenmişti.


🔥


"Elif neden bir şey yemiyorsun kızım?" Annemin sıcak elleri yüzümü şefkatle kavrayıp kendine döndürdüğünde dudaklarıma sırf o rahat olsun diye zorla kondurduğum bir tebessüm vardı.


"Tokum." dedim dudaklarımı uzatıp elinin kenarına bir öpücük kondururken. İnanmamıştı. İnanmıyordu geldiğimden beri dediklerime.


"Yalan söylüyorsun abla." dedi Emir sol tarafımdan. "Annem sana patatesli börek yapacak ve sen 'tokum' diyeceksin ha? Kıyamet koptu desen inanırım ama buna inanmam." Kıyamet zihnimde, içimde ve kalbimde kopmuştu. Sayılır mıydı? Kıyamet dün çiftlik evinin bahçesinde kopmuştu. Sayılır mıydı?


Ya da kıyamet, amcam beni sırf kendi çıkarları için 'düşmanlığı bitirmek' adı altında o eve gelin olarak verdiğinde kopmuştu. Bence bu sayılırdı.


"Gerçekten." dedim içleri rahat olsun diye coşkulu tutmaya çalıştığım ses tonumla. "Gelmeden konakta kızlarla bir şeyler atıştırdım. Fazla kaçırmışım."


"Kızlarla?" dedi annem. Yüzünde bana inanmadığına dair bir ifade oluşmuştu. "Ne yedin?" Didikleyecekti. İçine asla sinmiyordu.


"İşte kızlar bir şeyler hazırlamış çayın yanına. Atıştırdım anne." Elimi at kuyruğu yaptığın saçıma attım ve tokayı sıkıştırdım hızla.


"Karnını doyuracak kadar ne atıştırdığını merak ettim kızım." Yalan söylediğimi nefes alışlarımdan anlardı annem. Şimdi de anlamıştı ama üstelememeye karar vermişti anlaşılan. Kırık çıkan sesiyle önüne döndü. "Emir sen bir yengenler gelmiş mi baksana." dedi sonra Emir'e dönüp. Emir bakışlarını annemden çekip bana çevirdi ve hafifçe omzunu silkti. Bu annemin dilinde 'bizi yalnız bırak' demekti ve Emir bunu çok iyi biliyordu.


"İçim hiç rahat değil." dedi bana dönerken. "Benim kızım gülümsüyor ama yalandan gülümsediğini biliyorum ben." Sesindeki kırıklığın tonu artmıştı. Sıcak ve şefkatli elini getirip saçlarıma doğru uzattı. "Huzurunun olmadığını biliyorum kızım."


"Anne..." dedim normal tutmaya çalıştığım sesimle. "Nereden çıkarıyorsun bunu? İyiyim dedim ya sana. Kaç kere daha diyeceğim?"


"Yalan söylüyorsun. Anlamıyor muyum sanıyorsun? Annenim ben senin. Tanımıyor muyum seni?"


"Ama yapma böyle. İyiyim. Hem senden niye saklayayım ki?" Uzandım ve her daim sıcak olan ellerini kendi ellerim arasına aldım.


"Amcan çok yanlış yaptı. Yıllar önce karşı gelemedim ona. Şimdi gelmeliydim. O konağa seni hiç göndermemeliydim. Bile bile kurban etti seni. Şu hale bak." Sağ gözünden inen yaşı alelacele çektiği eliyle sildi.


"Ama böyle yaparsan ben üzülürüm."


"Yok." dedi itiraz edercesine. "Sen üzülmeyesin. Ben kıyamam sana. Ama beni de anla be kızım. Beni de anla. Nasıl diken üstündeyim bir bilsen. Ne yiyorsun, ne içiyorsun, sana nasıl davranılır..." Göğsümün tam ortasına batan diken nefesimi tıkarken tekrar gülümsemeye çabaladım.


"Rahatım iyi." dedim her şeyi zorlukla yutkunup. "Kızlarla iyi anlaşıyorum mesela. Bircan abla var hele. Öyle iyi ki." Azıcık yalandan kimseye zarar gelmezdi ya öyle değil mi? Hem gerçekten de Dilan'la iyi anlaşmamış mıydım? Ama sadece Dilan'la...


"Ya diğerleri? Ya kocan?" Gözlerindeki hüzün yabana atılacak cinsten değildi. Yalan yere gülümsemek hiç bu kadar canımı acıtmamıştı.


"Alışmaya çalışıyorum." dedim zorlukla yutkunup. "Ee nerede kaldı bu Şilan?" dikkatimi üzerime çöken hüzünden çekip gergin havayı yumuşatmaya çalışarak.


"Gelirler birazdan." Annem ellerini ellerimden çekip önüne döndü. Sesindeki kırgınlık bana değil bana dayatılanlara ve benim buna ses çıkarmayışımaydı. Biliyordum. Ondan ben de ses etmedim açıkçası. Elimi artık sargısı açılmış bileğimde dolaştırdım. İzler belli olmasın diye de bolca fondöten sürmüştüm evden çıkmadan.


"Senin bilekliğin nerede?" Annemin sesiyle telaşla ceketimin kollarını çekiştirip bileklerimi sakladım.


"Sabah giyinirken unuttuysam..." dedim ezile büzüle. Her şeyi unuturdum ama abimden yadigar bilekliğimi asla unutmazdım. Peki nasıl diyecektim bilekliğimi kaybettim diye? Kim bilir nasıl üzülürdü annem.


"Aa Elif!" Ya Şilan iyi insandı lafının üzerine geliyordu ya da başkaydı ama adı anılınca gelmesi hele de bu gergin havanın üzerine gelmesi iyi de olmuştu. "Ne zaman geldin sen!" Elindeki poşetleri kenara rastgele atıp coşkuyla sarmaladı beni.


"Oldu biraz. Asıl sen nerede kaldın?" Oturduğum sedirde yana kayarken ona da yer verdim. Yanakları kıpkırmızı olmuş alnında terler birikmişti sıcaktan. Gür siyah saçlarını bileğindeki tokayla topladı ve masada benim geldiğimden beri yudumladığım suyumu alıp kafasına dikti. İçi yanmış gibiydi.


"Ezo'nun annesine gittik." Yüzündeki ifadeye bakılırsa çok memnun kalmamıştı oraya gittiğinden. Uzandı ve benim yemediğim böreği aldı. Ezo'ya ya daha alışamamıştı ya da alışmak istemiyordu.


"Annenler nerede kaldı kızım?"


"Annemi beklemedim ben. Önden geldim. Ayrılamadı dünüründen." Ağzındaki böreği daha bir hırsla çiğnedi. Onun bu hali beni gülümsetirken annemi gülümsetmemiş aksine bendeki bakışlarını daha da sertleştirmişti. Bakışları durup durup örttüğüm bileklerime kayıyordu.


"Ben çaya bakayım." dedi bardakları tepsiye koyup.


"Nesi var yengemin?" Şilan bile anlamıştı annemin halini.


"Bilekliğimi kaybettim." dedim sesime çöken üzüntümle.


"Ne! Kızım sen ona gözün gibi bakarsın nasıl kaybettin?" Ellerimle ağzını kapatmaya çalıştım. Sesi haddinden fazla yüksek çıkmıştı ve ben annemin duymasını istemiyordum.


"Sus ya annem duyacak!" dedim kısık bir uyarıyla.


"Nasıl kaybettin?" İri gözleri şaşkınlıkla açılırken sesini kontrol altına alabilmişti. Elimi tutup bileğime bakmak istedi ama ben geri çekince şaşkın bakışlarını gözlerime çevirdi. Sanki 'kaybettim' demem onun için yeterli değil gibi davranıyordu. Gerçi o da haklıydı. Gözüm gibi sakındığım bilekliğimi kaybedeceğime kimse ihtimal veremezdi ya.


"Bilmiyorum. Ama sanırım nişandan kaçtığım gün düşürdüm. O günden beri yok." Gözlerim dolu dolu olmuştu. İçin için kendime kızıyordum.


"Baktın mı iyice her yere? Belki burada bir yerde unuttun?"


"Yok baktım. O gece geri döndüğümde bileğimde değildi zaten."


"Nasıl düşürmüş olabilirsin ki? Yıllardır bileğin çıkarmadığın şey. Emin misin o gece düşürdüğüne?" Umutsuzca kafa salladım. Abisine verdiği sözü tutamayan, emanetine bile sahip çıkamayan aciz biriydim."


"Yani o gece kaçarken oldu. Hep o atlı adamın yüzünden." Ellerimi kucağıma çekip umutsuzca soludum. O geceden sonra amcam beni eve kapattığından gidip bakamamıştım da bir daha.


"Hangi atlı adam?"


"Şey... Ben o gece evden kaçtığımda hep gittiğim yere gittim."


"Kuru zeytinin oraya?" Şilan ve Azad'tan başka bilen yoktu hep oraya gittiğimi. Zaten insanların uğramadığı o yere benden başka kimse de gitmiyordu. Orası benim nefes alabildiğim, kendimle yalnız kalabildiğim tek yerdi.


"İşte oradayken bir atlı çıkageldi." Derin bir nefes almak zorunda kaldım. Zihnimde o korku dolu gece tekrar canlanmıştı.


"Bir atlı? Kim?"


"Bilmiyorum Şilan. Karanlıkta kimdi göremedim." dedim onun heyecanlı tepkisine zıt bir sakinlikle. Hatta o korku dolu geceyi hatırladığımda içim ürpermişti tekrardan. Kulaklarımda tekrar can bulmuştu atın acı kişnemesi. "Etraf çok karanlıktı. Attan korktum. Oradan kaçarken de düşürdüm herhalde. Bilmiyorum. Ama sakın anneme düşürdüğümü söyleme. Çok üzülür biliyorsun. Unuttum dedim ona."


"İnanmaz ki yengem. Senin unutmayacağını bilir çünkü." Omuzlarım düşerken bakışlarımı boş bileğime çevirdim. Bilekliğimi unutmayacağımı herkes gibi elbette annem de bilirdi.


"Ooo Elif!" bileğimdeki bakışlarımı kapıdan giren yengeme ve hemen arkasındaki Ezo'ya çevirdim. "Bu ne güzel sürpriz. Daha önceden bilseydik geleceğinizi gitmezdik misafirliğe. Hani kocan nerededir? Kimle geldin? Kayınvaliden de buradadır?"


Benim gelmiş olmam onun çok da umurunda değildi. Hatta bakışları merakla oturduğumuz terasta dolaştı başka biri var mı yok mu diye.


"Yok yenge ben tek geldim." dedim yerimden kalkmaya tenezzül bile etmeyerek.


"Nasıl yani? Tek başına geldin? Öyle dal oğlu dingil ha? Kız siz hiç akraba gezmesi, el öpmesi bilmez misiniz? Böyle mi gelinir?" Memnun olmamıştı gelişimden. Gerçi o benim gelip gelmememle ilgilenmiyordu ki. Onun ilgilendiği 'İzol' ailesinden birinin gelip gelmeyeceğiydi. Gelmediklerini görmek de onu pek memnun etmemişti açıkçası.


"İlahi abla. Ne güzel kız özlemiş gelmiş. Gelmesin mi?" Annem elindeki tepsiyi masaya bırakırken sitemle söylendi yengeme. Ama yengem oralı değildi. Umurunda olmayarak geçti ve oturdu karşımdaki sandalyeye.


"Olur mu Zehra? Sen de bir alemsin. Bir hafta olacak evleneli. El öpmeye de mi gelmesinler. Büyük nedir saymayacak mı canım bunlar? Kızı gelin diye vermedik mi biz onlara?"


"Yenge hiç karıştırma istersen ha? Sen de biliyorsun." dedim yerimden sinirle doğrulurken. Sanki beni kendi elleriyle ateşe atan onlar değilmiş gibi bir gelip o elleri mi öpecektim ben Allah aşkına.


"Aa ne dedim kız ben? Dellendi hemen bu da."


"Neyse ben gideyim." dedim yengeme bakmadan. Eğer ona laf yetiştirmeye devam edersem sinirim katlanarak artacaktı. Annem ve Şilan'ın hiç işine gelmemişti erkenden gidecek olmam. Anneme kalsa hiç gönderesi yoktu beni.


"Yürüyerek mi gideceksin kız?" dedi yengem ben annemle vedalaşırken.


"Evet yenge. Yürüyerek geldim yürüyerek gideceğim." dedim sert bir dille.


"Koca ağa gelinisin daha da mı yürütüyorlar seni kız?"


"Bakma sen ona." Annem kulağıma yavaşça fısıldamıştı sakin olmam için. Şefkatle yüzümü sıvazlarken alnıma küçük bir öpücük bıraktı. Yengem ise gerimizde hâlâ söylenmeye devam ediyordu. Ona göre ateşe atılan ben, yaşadığım ve bana yaşatılan her şeyi sineye çekip, yıllardır bana dayatılanların üzerine bir bardak su içip gelip burada onlara ailemmiş gibi davranmalıydım. Ama öyle değildi. Ben amcam okuma hakkımı elimden aldığında onunla olan bağımı koparmıştım. Beni sırf kendi çıkarları için evlendirdiğinde ise onu tümden silmiştim.


"Hadi yine iyisin kız." dedi ben kollarımı annemden çekip Emir'le vedalaşırken. Meryem gelmişti. Evin işlerine bakan Halime ablanın büyük kızıydı. Oldu olası yıldızımız asla barışmamıştı kendisiyle. Beni de sevmediğini açık açık belli ederdi zaten.


'Ne var' der gibi başımı salladım. Yüzündeki tuhaf gülümsemeyle önce yengeme sonra bana baktı. "Yürüyerek geldin ama kocan seni almaya gelmiş."


"Anlamadım?" 


"Kocan aşağıda arabada. Seni bekliyor. Almaya gelmiş seni." Anlayamadım demem dediğini tekrar söylesin ya da dediklerini gerçekten anlamadım diye değildi. Anlayamadığım onun niye geldiğiydi. Sıkıntıyla tırnaklarımı avuç içime bastırıp aceleyle indim basamakları.


Oradaydı. Gelmişti. Büyük siyah Range Rover'ı kapının önündeydi gerçekten. Peki benim buraya geldiğimi nereden biliyordu? Konakta Bircan abladan başka bilen yoktu evden çıktığımdan. Onun nasıl haberi olmuştu?


İçime dolan korkuyla bir adım attım avlu kapısından dışarı. Dönüp güç almak ister gibi anneme döndüm sonra.


İçime dolan korkuyu belli etmemeye çalışıp annem ve Emir'e hafifçe gülümsedim ve arabaya doğru iki küçük adım attım. Ne kadar yavaş yaklaşırsam o kadar kolay olacak sanıyordum ama o sabırsızdı. Çünkü ben daha arabaya yaklaşmadan benden taraftaki camı açtı.


"Bin!"


Düpedüz bir emir düpedüz bir korku salmıştı tek kelimesi bana. Ondan korkmuyordum ama dünden sonra her şeyden korkmaya başlamıştım. Ellerim benden bağımsız titrerken derin bir nefes aldım ve yavaşça açtım kapıyı. Ben oturur oturmaz da gaza basmış ve araba olabildiğince hızlı yol almaya başlamıştı.


"Kime sordun evden çıkarken?" dedi araba ana yolda ilerlemeye başladığında.


"Anlamadım?" dedim önümde duran başımı kaldırıp şaşkınca ona baktığımda. İzin mi almam gerekiyordu bir yere giderken? Hele de annemin yanına giderken.


"Gayet açık sordum." dedi başını benden tarafa çevirmeden. Sağ eli direksiyonu sıkmaktan beyaz beyaz olmuştu. Sol eli ise dizinin üzerinde öylece duruyordu.


"İzin mi almam gerekiyordu?" dedim biraz şaşkın biraz da sert bir şekilde. Olmadı bir de izin kağıdı falan ayarlayacaktım herhalde evden çıkarken.


"Kafana göre konaktan çıkacağını mı sanıyorsun?" dedi yine aynı düz ses tonuyla asla bana doğru dönmeden.


"Niye?" Araba biraz daha sürat kazanmıştı. Elimle kapıdaki kolu kavradım sıkı bir şekilde. "Çıkamaz mıyım?"


"Çıkamazsın." dedi net bir şekilde. Duyduğum tek kelime kafamda şimşekler çaktırırken derin bir nefes aldım.


"Niye?" İçimde köpüren öfkeye zıt bir sakinlikte sordum.


"Soruyor musun?" O da aynı düz tonda soruma soruyla karşılık verdi.


"Evet? Niye konaktan çıkamayayım? Niye izin almak zorunda kalayım? Kimseye hesap vermek zorunda değilim." Parmaklarımın kenarında kabuk tutan yaraları yoluyordum bir yandan.


"Sen beni vurdun farkında mısın!" dedi bir anda tükürür gibi. Araba şimdi daha hızlıydı. "Sen beni vurdun!" Her kelimeyi bastıra bastıra söyledi. Direksiyonu tutan sağ eli boğum boğum olmuştu. Her boğum deminkinden daha beyazdı.


"Ama bir şey olmadı." dedim hafifçe omuz silkip. Ödüm kopuyordu ama umursamaz görünmeye çalışıyordum da.


"Ben... Ben... Ben seni vurdum..." demiştim gözümü açar açmaz şaşkınlıkla ona bakarken. Üzerini değiştirmiş tam karşımda dikiliyordu.


"Evet." demişti buz gibi sesiyle. Sesinden yayılan buzlar bedenimi titretip giderken şaşkınca bakıyordum ona.


"Be-ben..."


"Kendi öfkende boğuluyorsun ama benim öfkemle göz göze gelmek dahi istemezsin. Beni vurdun evet ama öldüremedin. Ne yazık ki sıyırdı geçti. Bir daha denersen tam kafamı isabet al. Öldüğümden emin ol. Bu seferlik böyle olsun ama bir dahakine öldüremezsen bunu burnundan fitil fitil getiririm."


Sözleri sıktığım kurşundan daha kızgındı.


"Ha bu arada. Bu sadece burada kalacak. Kimse ne o silahı senin sıktığını bilecek ne de bunu." Kolundaki sargıyı göstermişti bana doğru.


"Sen beni vurdun ve daha da kafana göre davranabileceğini mi sanıyorsun. Yok öyle bir dünya."


"Oldu olacak kapatın beni konağa." dedim kafamı diğer tarafa çevirip pencereden akıp giden görüntüye bakarken.


"Gerekirse onu da yaparım! Kafana göre konaktan dışarı adım atmayacaksın. Hatta konak dışında kimseyle muhatap olmayacaksın. Gerekirse konaktakilerle bile muhatap olmayacaksın."


"Ee hayalet olayım ben o zaman." dedim sinirle ona doğru dönüp. "Bunları yapmam için görünmez olmam lazım. O da hayaletlere mahsus."


"Tam da istediğim o zaten. Görünmez ol. Bana da görünme." Araba konağa çıkan yokuşu tırmanmış büyük avludan geçiş yapmıştı. Sinirle burnumdan solurken içimden türlü şey geçiyordu yüzüne köpürmek için ama onun yerine kapıyı korumalara bırakmadan sertçe açıp aynı sertlikte kapattım.


"Nefret ediyorum senden..." dedim dişlerimin arasından söylenip konağa doğru ilerlerken.


🔥


"Turnam gidersen Mardin'e


Turnam yâre selam söyle"


Her daim soğuk olan parmaklarım bileğimdeki belirgin izde dolaşıyordu. Üzerinden tam tamına beş gün geçmişti. Hâlâ kabuk kabuk yaraydı.


"Turnam gidersen Mardin'e


Turnam yâre selâm söyle"


Bileğimdeki kesik acımıyordu. Bileğimi kesmeme rağmen yaşamak canımı acıtıyordu ve ben aldığım her nefeste daha da zorlanıyordum.


"Karlı dağların ardına


Turnam yâre selam söyle"


Babam çok severdi bu türküyü. Boş kaldığı her anda dedemden yadigar sazıyla evin en üst katındaki küçük boş alandaki minderine oturur bununla başlardı çalmaya. Ellerimi dizime dayayıp saatlerce dinlerdim onun dilinden dökülen her kelimeyi. Sesi öylesine içli öylesine yanıktı ki.


"Turnam gidersen Aktaş'a


Karlı dağlar aşa aşa"


Şu ana kadar öğrendiğim her türküyü ondan dinlemiştim defalarca. Aklıma, kalbime, hatıralarıma o kazımıştı hepsini.


Hem kavime hem kardaşa


 Turnam yare selam söyle


Her sözü aklımdaydı ama ona verdiğim hiçbir sözümde ben başarılı olamamıştım. Onunla birlikte hem hayallerimi hem de geleceğimi kaybetmiştim.


Bakışlarım kararmış gökyüzündeki yarısı aydınlık aydaydı. Ilık bir rüzgar esiyor ve tenim rüzgar ılık olsa bile ürperiyordu. Nefes alıyordum ama yaşamıyordum. Kalbimde bir sızı vardı gün geçtikçe büyüyen.


"Elif?" dedi ben öylece ayı izlerken dalıp gittiğim yerden beni çeken ses. Boş bulunduğumdan irkilip giderken eğer kolumdan tutmasa düşerdim de muhtemelen. "İyi misin?" dedi sıkıca kolumdan tutan sesin sahibi. Tanımıyordum.


"Evet..." dedim duruşumu düzeltip bir adım geri çekilirken. Üzerimdeki ince siyah hırkanın kollarını çekiştirip bileklerimi örttüm.


"Korkuttum seni kusura bakma. Korkutmak istememiştim." Endişeyle bakıyordu bana. 'Hayır' anlamında kafamı iki yana salladım. "Maran." dedi elini bana doğru uzatırken. "Adım Maran. Tanışmamıştık seninle."


"Siz adımı biliyorsunuz." dedim bana doğru uzattığı elini kısa ve hafif bir şekilde sıkıp geri çekerken.


"Öyle. Bilmemek mümkün mü? Ben düğüne yetişememiştim. Kısmet bugüneymiş tanışmamızın. Mehmet ağa dayım olur. Berfin'in abisiyim ben." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken gülümsemeye de çalıştım bir yandan. O diyene kadar da Rojbin hanımla olan benzerliğine hiç dikkat etmemiştim. "Tek başına ne yapıyorsun burada?"


"Hiç..." dedim kollarımı göğsümde birleştirip arkamdaki çitlere yaslanırken. "Hava almaya çıktım." Ama aldığım her temiz hava bile diken olup nasıl batıyordu ciğerime onu bilmiyordum işte. "Neyse ben yemeklere bakayım." dedim hafifçe gülümseyip. "Size iyi akşamlar."


Yaslandığım çitlerden kendimi çekip içeri doğru adımladım. Omuzlarımın üzerinden geri başımı çevirme ihtiyacı duymuştum içeri girmeden hemen önce.


Mutfağa girmeden hemen önce Berfin'in sesi durdurdu bu kez beni. Eliyle saçlarını geri savurup tam önüme doğru geldi. "Dedem seni odasında bekliyor."


Kafamı hafifçe sallayıp mutfak yerine adımlarımı merdivenlere çevirdim.


"Dün olanları soracak demek ki." dedi yüzündeki pek de hoş olmayan gülümsemesiyle.


"Hangi olanlar?" dedim attığım adımı geri alıp. "Rojbin hanımın bana dedikleri mi yoksa yaptıkları mı?"


"Bence senin anneme yaptıkların ve Baran'ı kızdırışını konuşacak." Kimin nasıl ve ne kadar kızdığı umurumda değildi artık. Daha dün bir bugün iki fazla olmuştu.


Derin bir nefes aldım oralı olmadan geri merdivenlere yürüdüm.


"Düğünden sonra torununun eve uğramayışını soracaktır belki." Tırnaklarım avcumun içindeki yaraları bir kez daha kanatırken derin bir nefes daha aldım.


"Avukat olduğunu bilmiyordum." dedim geri dönüp. "Savunman bittiyse izninle." Kızgın bakışlarımı ondan çektim basamakları sertçe çıkmaya başladım.


🔥


B Ö L Ü M    S O N U 


Nasıl buldunuz bölümü?


Sizce ne olacak bundan sonra?


Sizce Elif ne yapacak?


Berfin???


Maran???


Baran???


Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın canlarım


Beni buradan @seydnrgrsu instagramda ve TikTok'tan takip edip editlere, duyurulara ve bölüm tarihlerine ulaşabilirsin.


seydanurgursu@gmail.com

Loading...
0%