@seydnrgrsu
|
'Ölümden ne korkarsın
Korkma ebedi varsın'
Yunus Emre
Eylül-2016
İstanbul
'Aşka düşen divane gezer deli olur yar yar...'
"Hey maşallah be sese. Rabbim ne cevherler veriyor verdi mi?" Bakışlarımı ağır bir şekilde sol omzumun üzerinden alkış yaparak gelen Leyla'ya çevirdim.
Üzerine koyu mor çiçekli bir elbise geçirmişti. Uzun sarı saçlarını özenle maşalamış, yüzüne de hafif bir makyaj yapmıştı. Tam bir göçmen güzeliydi. Geldiği Makedonya topraklarının güzelliğini bir hayli getirmişti yanında. Annesinden aldığı genlerin hakkını vermişti.
"Ooo Leyla hanım." dedim elimdeki su kabını kenara bırakıp onu beğeniyle süzerken. Beğeni dolu bakışlarıma cilveli bir şekilde kırıtmıştı. "Ne bu güzellik?"
Çuval giyse bile güzel olacak kızlardandı Leyla. Doğuştan sarı saçlarının altında bir okyanusu andıran mavi irisleri ve yuvarlak pembe suratıyla bakanın içinin eriyeceği bir kızdı.
"Yaa şımarıyorum. Utandırma." dedi elleriyle özenle buklelediği saçlarını geri savurup. Yanaklarına daha da tatlı bir pembelik çökmüştü. "Ayrıca bugün doğum günü olan sensin. Ben şıkır şıkır hazırlandım da sen böyle mi geleceksin? Aşkolsun Elif. Gitmeyeceğim dersen vallahi küserim sana."
Dolgun pembe dudaklarını bir çocuk edasıyla büzdü. Mavi irislerine anlık bir hüzün çöküvermişti. Uçarı hallerinin yanı sıra içinde dört yaşında pembe yanaklı bir kız çocuğu vardı.
"Ya aslında..." dedim tepkisini ölçebilmek ve biraz eğlenmek adına.
"Elif ya. Vallahi küseceğim sana. Kırk yılın başı dışarı çıkmayı kabul etmiştin ekiyor musun şimdi beni? Aşkolsun." Kollarını hiddetle göğsünde bağlayıp alev kırmızısına dönen mavi irislerini kilitledi üzerime.
"Şaka yapıyorum be sende hemen küsme. Ama sakin bir yere gideceğiz. Öyle bol sesli bir yer olursa kendi doğum günüm falan dinlemem seni orada bırakır kaçarım."
"Ay!" Dedi sevinle ellerim birbirine çarpıp. Uçarak yanıma gelip kollarını boynuma doladı. "Ben canım oda arkadaşım. Biriciğim, bu günün en güzel kızı!"
"Tamam tamam cıvıma!" Nefes almama pay dahi bırakmadan ahtapot misali sıktıkça sıkıyordu beni. "Nefes almaya da ihtiyacım var!" Boğuk çıkmıştı sesim.
"Bir tanecik arkadaşım. Canım canım canım. Hayatımın biriciği."
"Eğer biraz daha sarılma işini abartırsan vazgeçeceğim seninle gelmekten." Nasıl anlayamadığım bir hızda sarıldıysa bana aynı hızda çekti kollarını üzerimden.
"Tamam tamam!" dedi nefes nefese. Ağzı kulaklarına varırken saçlarını savurdu geri. "Sen yeter ki gel. Ben ne dersen yapmaya hazırım senin için. Sonuçta bugün senin günün." İflah olmayacak çocukluğuna gülerek kafamı iki yana salladım.
"Yani beni bahane ettiğinden falan değil kesinlikle." Tek kaşımı hafifçe kaldırdım yukarı. Bolca parlatıcı sürdüğü dolgun dudaklarını büzdü.
"Aşk olsun Elif. Ben öyle biri miyim? Bencil miyim ben?" Alıngandı. Alıngan bir kutu bebekti. Bencil asla değildi. Hayatta birçok bencil insan tanıdığımdan hatta bencillerle akraba olduğumdan bencilliğin ne demek olduğunu çok iyi bilirdim fakat Leyla asla bencil biri değildi.
"Şaka yapıyorum." dedim yerden kalkıp kollarımı ona dolarken. "Bu hayatta bencil olamayacak en son insan sensin." Yanağına sulu bir öpücük kondurduktan sonra pişman olup geri çekildim. Çünkü yüzüne boca ettiği allık dudaklarıma bulaşmıştı. Geri çekilip kendimi pencere kenarında kalan yatağıma attım.
Aslında yurda ilk yerleştiğimizde pencere kenarında kalan yatak Leyla'ya aitti fakat pencereden sızan ışıklar gece onu rahatsız ettiği için yer değiştirmiştik.
"Ay Elif!" dedi yüksek bir sesle. Henüz yeni kapattığım gözlerim korkuyla ve hızla geri açılmıştı. "Pijamalarla gelmeyeceksin herhalde! Küseceğim ama!"
"Sen bana küsemezsin." dedim kafamı tekrar geri yastığa bırakırken. Tam tepeme gelip saçları yüzüme değecek şekilde dikilmişti başımda.
"Elif! Bugün senin en güzel, en mutlu günün! Ama maşallah öyle heyecanlısın ki!"
"Ee sen benim yerime de heyecan yapıyorsun ya." dedim gülümseyip. Sinirli homurtular çıkarırken beni de sarsmaya başladı.
"Hadi kalk ama ya! Bak aklımda o kadar tatlı bir kombin var ki senin için." Göründüğünden daha kuvvetli olan kollarıyla beni çekiştirmeleri nihayet başarı elde etti ve ben yatağımla vedalaşmak zorunda kaldım. Beni zorla odanın ortasına koyduğu sandalyeye oturttu. Gideceğimiz yerin çok sakin olduğundan ve kalabalık olmadığı için fotoğraf çekmenin çok kolay olduğundan bahsetmeye başladı.
Pastayı meyveli seçmişti ama nasıl olduğunu orada görecektim. Sürprizdi. Anlattıkça anlatıyordu. Hatta arada başka konulara bile atladığı oluyordu.
"Sen benim dolabımı mı karıştırdın?" dedim kaşlarımı çatıp. Asla böyle şeylere takılmazdım. Hatta takılmadığımı bildiğinden elinde tuttuğu elbiseye bakakalmıştı. "Bu elbisemi ben kullanmadıklarımın arasına kaldırmıştım."
"Keşke kaldırmasaydın kuzucuğum. Baksana ne kadar hoş bir elbise. Hiç göremedim üstünde. Varsa yoksa siyah kotun ve üstüne en az beş beden bol gelen sıkıcı tişörtlerin."
"Benim mi tişörtlerim sıkıcı? Küseceğim ama." dedim onu taklit ederek.
"Vallahi Elifcim ne dersen de. Bugün senin doğum günün. Şöyle şıkır şıkır ol demiyorum sana. Ama azıcık doğum gününe göre giyin. Yeni yaşını güzel karşılamalıyız. Hem doğum gününde nasıl olursan tüm yaşın öyle geçer derler."
"O yılbaşı değil miydi ya?" Elimle dağınık saçlarımın arasını kaşıdım.
"Aa doktor hanım. Olmaz ama böyle. Kalk kalk kalk! Vallahi bu yavaşlıkla geç kalacağız. Hem Buse ve Melike'ye çok ayıp olur geç kalırsak. Biliyorsun onların yurdu epey uzak gideceğimiz yere." Mavi üzerinde küçük çiçekler olan elbisemi dikkatle yatağıma bıraktıktan sonra kendi çekmecesinden makyaj malzemelerini pür dikkat masasına dizmeye başladı.
"Aslında haftayaki komiteye çalışmam lazımdı benim." dedim tekrar saçlarımın arasını kaşıyıp. Sabahtan beri taramadığım için çözülemez bir haldeydiler. "Biliyorsun geldi mi hepsi üst üste geliyor. Daha okumadığım tonla slaytım var."
"Ama Elifcim. Bir güncük. Hem senin doğum günün. Valla söz yarın odada çıtımı duymayacaksın. Çalışmana asla engel olmayacağım." Olmazdı da. Öylesine anlayışlı bir oda arkadaşıydı ki. Bana Allah'ın bir lütfuydu Leyla. "Hadi sana makyaj yapacağım. Ama önce git yüzünü güzelce benim öğrettiğim gibi yıka."
"Yandık." dedim yerimden kalkarken. Oturduğum sandalyeden kalkarken gözüm duvardaki resme ilişti. Annem ve babam yan yana birbirlerine gülerken abim ve ben yerdeki mindere yatırdığımız henüz iki aylık olan kardeşim Emir'e bakıyorduk. Bir kişi eksik olmadığımız zamanlardan bir fotoğraftı bu. Özlediğim zamanlardan bir fotoğraf.
Yüzümü yıkadıktan sonra kendimi tamamen Leyla'nın ellerine bırakmıştım.
"Bence inşaat mühendisi olmasaydın kesin makyöz olurdun. Valla bak." Pür dikkat yüzüme fondöten sürerken beni onayladı. "Sahi sen niye inşaat mühendisliği okuyorsun ki?" Her gün durmadan dalga geçtiğim bir konuydu bu.
"Elif!" dedi dirseğiyle omzuma vururken. "Dalga geçme."
"He doğru Trabzonluydun sen. Ondan." Kahkaham şiddetlenirken ellerini beline koyup bir adım geri çekildi. "Yani baba tarafı Trabzon."
Annesi dünyalar güzeli bir Makedon göçmeni, babası ise köklü Trabzonluydu. Ailede kuşaklardır inşaat işiyle uğraştığından onun da payına inşaat mühendisliği düşmüştü. Ama asla şikayetçi değildi. Aksine bu bölüme isteyerek gelmişti.
"Hadi hadi sür." dedim gülerek. Tatlı bir şekilde gülümseyip işine geri döndü.
Uzun çabalardan sonra dünyanın en harika işini yapmış gibi gururla izliyordu beni boy aynasından. Onu kırmayıp belime uzanan saçlarıma maşa yapmasına da izin vermiştim.
"Ay Elif çok güzel oldun. Keşke okula giderken de yapsan böyle. Valla ben yaparım sabahları sana." Saçlarımın dalgalarını elleriyle dağıtıp daha doğal görünmesini sağladı.
"Keşke ama uzun saatler okulda kaldığımdan bozulur. Ama yaparsın arada." Gönlü kırılsın istemiyordum. Her ne kadar o elbisenin altına o ayakkabı olmaz dese de onu dinlemeyip beyaz spor ayakkabılarımı giymiştim. Zaten yürüyerek gidecektik ve ben doğum günüm olsa bile topuklu giymeyi sevmeyen bir insandım.
Hava gündüzleri halen çok sıcak da olsa akşamları serin olmaya başlamıştı ve ben şimdi bir kolumda Leyla'yı bir kolumda da ince hırkamı taşıyordum. Göz ucuyla da bileğimdeki bilekliğime baktım.
Abimin yıllar önce yine böyle bir doğum günümde hediye ettiği ve o günden beri asla kolumdan çıkarmadığım bilekliğim. Dar geldikçe gidip bir kuyumcuda genişlettiriyordum. Çünkü bu bana abimden kalan şeyler arasındaydı ve en kıymetlilerinin başında gelirdi.
Leyla'nın kolunu indirip çantamdan telefonumu çıkardım. Caddedeki korna sesleri Leyla'nın sesini bastırsa da Leyla heyecanla sol tarafımda okulda hoşlandığı çocuktan bahsediyordu. Çocuk bir üst dönemdendi ve bir dersi onlarla birlikte alıyordu haftada bir kere.
Bir yandan onu dinleyip bir yandan da babamın numarasını tuşladım. Çaldı, çaldı, çaldı. Hatta arama tekrar etti ama babam telefonunu açmadı. Daha vakit öğlene gelirken konuşmuştuk ama tekrar aramıştım. İşi olduğunu ve araba kullandığını söyleyip acele bir şekilde kapatmıştı o zaman.
Bu kez de annemin numarasını tuşladım ama o da açmadı. Muhtemelen ikisi de Emir'in ödevlerine dalmış olmalıydılar. Çünkü bu saatlerde bir yandan yemek yerken bir yandan da Emir'e ödev yaptırmak için uğraşırlardı. Kardeşim birinci sınıfa daha yeni başlamıştı ve tam bir sabır testiydi onlar için.
"Aaa kızlar gelmiş bile bak!" Leyla iki elini birden kaldırıp onlara doğru sallamıştı. Bizi gören Buse ve Melike de ellerini sallayıp ayaklandılar.
"Hoşgeldin doğum günü kızı." Buse bana nazaran uzun olan boyu yüzünden eğilip kuvvetlice sarmıştı kollarını. Melike de kuvvetle beni sarıp başındaki şalını düzelterek oturdu geri.
Melike ve Buse kuzendiler ve Melike benim sınıf arkadaşım, Buse ise Leyla'nın sınıf arkadaşıydı. Hepimiz için güzel bir denk geliş olmuştu bu arkadaşlık.
Buse aslında sırf kuzeni Melike burada olduğu için gelmişti İstanbul'a. Melike her seferinde onun için 'Tam bir ev kuzusu' derdi. Kuzu olmak için boyu biraz uzun kalıyordu. O da bir seksene yakın olan boyunu hafta sonları okulun voleybol takımında değerlendiriyordu.
"Elif hanıma kalsa doğum gününü kutlamayacaktı bile biliyor musunuz?" Leyla'nın beni kınayan bakışları üzerimdeydi.
"Ama ne yapayım." dedim oturduğum sandalyeye iyice yerleşip. "Sen de biliyorsun Melike haftaya komiteler başlıyor. Tonla slayt var okumamız gereken."
"Haklısın ama bu doğum günü Elif. Yılda bir kere geliyor bu güzel gün." Melike de bugün Leyla'nın tarafındaydı. Ders dendiğinde kendisi için akan suların durduğu kız bugün Leyla'yla bir olmuştu.
"Ben de onu diyorum ya. Hayatının en güzel yaşı olan on dokuzu kesinlikle karşılamamız lazımdı. Yalan mı ama on dokuz yaşın hep daha farklı olduğunu söylerler." Cıvıl cıvıl bir halde bakışlarını bir Buse'ye bir de Melike'ye çeviriyordu. Buse limonatasından bir yudum alırken 'ben bilmem' dercesine omuzlarını silkti.
"Öyle mi derler?" Melike iri gözlerini Leyla'dan ayırmıyordu.
"Tabi. Her şeyin daha farklı olduğu bir yaş olduğunu söylerler on dokuz için. Arkadaşlığın, güvenin, hayatın ve aşkın." Gözünden kalpler çıka çıka bana döndü. Böyle şeylere çok inanıyordu. Daha doğum gününe günler vardı ama o şimdiden on dokuz yaşı için aşk planları hazırlamıştı bile.
Leyla'nın bıcır bıcır konuşmaları, Melike'nin Leyla'yı destekleyen kahkahaları ve Buse'nin olgun sözleriyle saat ona gelirken ara ara gözüm masanın üzerindeki telefona kayıyordu.
"Dur üflemeden bir poz daha ver!" Leyla elindeki fotoğrafa makinasını biraz daha bana doğru yaklaştırırken daha çok gülümsememi istediği için elleriyle bana işaret ediyordu bir yandan. "Sakın bozma Elif. Bir poz daha."
"Ama çenem ağrıdı gülmeye çalışmaktan." Dedim gülüşümü bozmadan. Dakikalardır Leyla'nın objektifine poz vermekten canım çıkmıştı. Melike ve Buse ise ellerindeki balonlarla bizi bekliyorlardı. "Üflüyorum ama artık yeter!" dedim sabırsızca.
"Ay dur dur üfleme!"
"Valla poz vermekle uğraşamayacağım Leyla! Yemek istiyorum artık pastamı!" Gerçi yemeye nasıl kıyacaktık bu pastayı onu da bilmiyordum. Üzerinde beyaz önlüğünle oturan, şeker hamurundan yapılmış bebeğe bakıp gülümsedim ve yanan mumları üflemek için derin bir nefes çektim içime.
"Dilek tut!"
"Dileğim belli." İki elimi birbirine bastırıp gözlerimi kapattım ve sesli bir şekilde dile getirdim dileğimi. "Ailemle birlikte sağlıklı, huzurlu ve güzel bir ömür diliyorum. Ha bir de okulumu bitirip çok iyi bir kalp cerrahı olmayı."
Nefesimi yavaş ve uzun bir şekilde dudaklarımdan üfleyip yanan iki büyük, mavi ve siyah mumu üfledim. Mavi en sevdiğim renkti. Siyah ise Leyla'nın dediğine göre bana çok yakışıyordu ve pastamda bile bu ayrıntıyı düşünmüştü.
Melike'nin patlattığı konfeti sevinçli kahkahalarımıza karışırken hepsiyle kucaklaşmaya çalışıyordum bir yandan.
Çok şanslıydım böyle güzel üç arkadaşa sahip olduğum için.
"Elif Kamer Bozan ." Dedi Leyla hafifçe boğazını temizleyip. Pembe yanakları gülmekten daha da kızarmıştı. Elindeki siyah kutuyu bana doğru uzattı.
"Ne gerek vardı. Sana hediye istemediğimi söylemiştim." Günler öncesinden konuştuğumuz bu konuda tavrım netti. Zaten öğrenciydi ve böyle şeylere harcama yapmasını istemiyordum.
"Kabul etmezsen küseceğim. Hem bu benim en yakın arkadaşıma içimden gelen bir hediye. Geleceğin kalp cerrahı. Daha iyi kalp dinleyebilmen dileğiyle." Dolu dolu olmuştu bir anda gözleri.
Kutunun kapağını açtığımda beni bir adet 'Littman Classic' mavi renkli stetoskop karşılamıştı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken benim de gözlerim dolmuştu bir anda.
"Leyla..." diyebildim. Bakışlarımı kutuda duran stetoskoptan çekemiyordum
"Bak adın da yazıyor şurasında. Beğendin mi?" sevinçle ellerini birbirine çarptı.
"Beğenmek ne kelime. Bayıldım. Ama ne gerek vardı? Hem bu çok paha-"
"Duymayayım sayın doktor Elif Kamer hanım. Bu stetoskopla kalbimi dinleyip bana çok yol göstereceksin." Sıcacık ellerini yanaklarıma koyup gözünden süzülen bir damla yaşla gülümsedi bana. İşte bu kadar da çok duygusaldı. Kutuyu dikkatle masaya bırakıp sıkıca sardım kollarımı ona.
"Aa bu kadar duygusallık yeter." Dedi Melike. Daha bizim hediyelerimizi açacaksın. Hem Buse seni yedi bile baksanıza."
"Ne yapayım çok acıktım." Buse eline şeker hamurundan yapılmış benim yarımı yemiş, yanakları dolu doluydu. Kahkahalarımız küçük kafeden dışarı taşıyordu.
Melike'nin benim için aldığı ameliyathane terliklerine son dakika Leyla'nın müdahalesiyle küçük kalpler yapıştırmışlardı.
"Ama ne yapayım dümdüz çok sıkıcıydı." Diye bahsediyordu Leyla. Buse'nin aldığı mavi 'scrubs'a da el atmış, ona da kendince dokunuşlar yapmıştı.
"Ben bir telefonla konuşup geleceğim." Dedim yerimden kalkıp. Akşamdan beri hem annemin hem de babamın geri aramayışları canımı sıkmaya da başlamıştı.
"Bir şey mi oldu kuzucuğum?" Leyla'nın endişeli bakışları beni bulmuştu anında.
"Yok annemlere ulaşamadım ya. Tekrar arayıp geleceğim. İki dakika."
"Ee kuzenini falan arasana. Belki annenler görmemiştir aradığını." Önemli bir şey olmasa mutlaka görürlerdi. Hele ki doğum günümde illa ki görürlerdi. Kafamı sallayıp adımları dışarı attım.
Hava geldiğimizden daha da soğuktu. Gelirken kalabalık olan caddede şimdi tek tük birkaç insan hızlı adımlarla ilerliyordu. Tekrar annemin numarasını tuşlayıp kulağıma götürdüğümde ceketimi almadan çıktığım için de pişman olmuştum. Burnumun tam ucuna bir yağmur damlası düştü o anda. Kafamı kaldırıp bakışlarımı gökyüzüne çevirdim.
Sonbahar artık resmen 'geldim' diye bağırıyordu. Takvim yaprakları Eylül'ün 26'sını gösterirken geçen sene ailemle kutladığım doğum günümü şimdi onlardan kilometrelerce uzakta ailemi aratmayan kızlarla kutluyordum.
Telefon sonuna kadar çalsa da açılmadı. Annem gibi babam da açmadı. Son çareyi kuzenim Şilan'ı aramakta bulmuştum. Numarasını tuşlayıp kulağıma götürürken içime dolan kötü his yüzünden adımlarımı kaldırımda yavaş yavaş ileri doğru atmaya başladım. Çaldı, çaldı ve arama kendini tekrar etti.
Köşe başındaki küçük bir kedi soğuktan büzülmüş bir şekilde dururken adımlarım tam onun dibinde durdu. Ellerimi üşümüş kedinin başına koydum. Yağmur damlaları hızını biraz daha arttırmaya başlamıştı. Kulağımdaki telefon bir türlü açılmıyordu. Kalbimde tuhaf bir his vardı.
Ayağımla yerdeki taşı ittiğimde üçüncü kere arıyordum Şilan'ı. Bir anda omzuma biri çarptığında sendeleyip bir iki adım ileri atmak zorunda kalmıştım. Az kalsın elimdeki telefon yere düşüyordu.
"Pardon!" dedi bir ses. Bir kadın sesiydi. "Çok özür dilerim. İyi misiniz?" Ben iyiydim ama onun hiç iyi olduğunu sanmıyordum. Ağlıyordu ve berbat bir haldeydi.
"İyiyim." Diyebildim şaşkınca.
"Kusura bakmayın tekrar." Adımları koşarcasına kaldırımı döverken bakakalmıştım arkasından. Yağmur damlaları uzun saçlarını ıslatmıştı aynı benim gibi.
Kulağımdaki telefonu elime tekrar aldım ama açmamıştı Şilan. Hepsi bugün sözleşmiş gibi açmamayı seçmişti. Derin bir iç çektim ve geri dönmek için adımlarımı çevirmiştim ki elimdeki telefon çalmaya başladı. Aceleyle ekranı gözümün önüne kaldırdığımda arayan numara içimdeki kötü hisse endişe de eklemişti.
Yurt yönetiminden Semra hanım arıyordu. Huysuz ve çok hızlı konuştuğundan genelde ne dediğini hemen anlayamazdım. Bir yandan da saate baktım. Yurda giriş saatimi yoktu. Hem olsa bile vakit daha geç bile değildi. Bu saatte araması hiç hoş ve hayra alamet de değildi.
"Alo." Dedim boğazımı temizleyip.
"Elif Kamer." Resmi bir kadındı. Herkes genelde kimlikteki ilk adımla seslenirken o resmiyetini bozmadan kimlikte ne yazıyorsa öyle seslenirdi.
"Şey Semra hanım. Dışarıdayım da ben. Oda arkadaşım Leyla da yanımda. Merak etmeyin gayet iyi durumdayız." Gülmeye çalıştım ama karşıdan bir süre ses gelmeyince durdum.
"Elif Kamer. Acilen geri yurda dönmen gerekiyor." Bugün nedense hızlı ve huysuz konuşmak yerine tane tane konuşuyordu.
"Yurdun bir giriş saati yok Semra hanım. Hem saat çok da geç değil." Dedim yine gülmeye çalışıp.
"Biliyorum Elif Kamer. Ama gelmen gerekiyor. Diyar Bozan, amcanın oğlu burada." Yüzümdeki aptal gülüş şaşkınlıkla solmuştu.
"Anlamadım." Diyebildim. Onun ne işi vardı burada? Ne olmuştu da gelmişti? Benim yurdumda ne işi vardı?
"Bir sıkıntı varmış Elif Kamer. Şu an burada ve seni bekliyor. Konu babanla ilgiliymiş."
"Babam mı?" dudaklarımdan sesim güçlükle çıkmıştı. Kaldırımın kenarında öylece kalakalmıştım. Yoldan geçen bir arabadan üzerime sıçrayan pis suya bile oralı olamamıştım.
"Elif Kamer hemen gelmen lazım." Nefesim sanki göğüs kafesimin ortasında sıkışıvermişti bir anda. Telefonu kulağımdan indirirken ne yöne gideceğimi bilmiyordum. Dizlerimin bağı çözülmüştü sanki.
Sağa gidecek oldum ama olmadı. Sola adımladım ama sanki kaldırıp altımdan kayıyormuş gibi hissettim. Korna sesleri daha baskındı. Araba farları sanki hep birden üzerime tutulmuş da ben ne yapacağını bilemeyen bir tavşandım.
Nefes almaya çalıştım.
Başaramadım.
Adım atmaya çalıştım.
Yapamadım.
İçeriden çantamı bile almayı akıl etmeden kaldırım boyunca hızlandırdım adımlarımı.
"Kamer!" dedi arkamdan bir ses. Leyla'nın sesi. Korna sesleri arasından sıyrılıp ulaşmıştı kulağıma.
Koşum taş kaldırım boyunca.
"Kamer bekle!"
Korktuğunda, endişelendiğinde hep 'Kamer' derdi bana.
Koştum.
Koştum.
Eğer koşarsam yurda çabuk varırdım biliyordum.
Bir şey olmuştu.
Hissediyordum.
"Kamer!"
Kaldırımın sonunda köşeyi döneceğim yerde sokak lambası yanmıyordu. Korkumdan zaten lamba yansa da önümü görebilecek halde değildim.
Var gücümle koştum.
Koşarken duvardan daha yumuşak sayılabilecek bir bedene çarptım. Dudaklarımdan sadece zayıf bir 'ah' dökülmüştü.
"Yavaş!" dedi kızgın sert bir ses.
'Pardon' diyecek oldum ama beceremedim. Düşmemek için son anda tutunabilmiştim çarptığım bedene.
"Kamer dur!" dedi arkamda Leyla.
"Özür dilerim ben...İstemeden oldu..." dedim telaşla çarptığım adama. Çarpmamın etkisiyle kulağında tuttuğu telefonu az öteye fırlamıştı.
"Sorun değil. Siz iyi misiniz?" Ama ben çoktan kendimi bir iki adım ileri atmıştım bile. 'İyiyim' der gibi elimi havada salladım.
"Kamer! Ne oldu!" Leyla telaşla ulaşmıştı yanıma.
"Babama bir şey olmuş." Diyebildim güçsüz bir şekilde. Geri geri köşeyi döndüm. Yurda gitmem lazımdı.
"Mizgin hanıma ulaşamıyorum!" dedi aynı biz gibi köşeyi koşarak dönen bir adam. Son anda ona çarpmaktan kurtarmıştım kendimi. Az önce çarptığım adamın yanına koşmuştu nefes nefese.
"Leyla..." Ağlamaklı çıkmıştı sesim. Yağmur damlaları henüz akamayan göz yaşlarım yerine yol kurmuştu yüzümde. Onu beklemeden koştum gerisin geri.
Nefes nefese yurdun içine girdiğimde Semra hanımın odasına ulaşmak o kadar uzun bir zaman almış gibi gelmişti ki.
"Semra hanım! Diyar abi!" Nefes nefese odanın kapısını açtığımda onu burada gördüğümden ötürü ayrı bir şaşkınlık yaşamıştım.
"Elif abicim..." Semra hanımın hemen önündeki koltukta otururken benim girmemle ikisi bir ayaklanmıştı. Yağmurdan ıslanan saçlarımı geri iteledim sakin olmaya çalışırken. "Gel..." Elini bana doğru uzattı.
"Sen... Sen niye geldin? Semra hanım babamla ilgili dedi? Ulaşamıyorum zaten sabahtan beri? Diyar abi?"
"Elif gel otur önce. Bir su iç, soluklan." Rengi bembeyazdı. Ta Mardin'den buraya apar topar kalkıp gelmesinin çok da iyi bir nedeni olduğunu düşünemiyordum.
"Diyar abi? Sen niye geldin?"
"Elif bak... Sakin ol tamam mı?"
"Ne için sakin olacağım ben abi?" dedim zar zor yutkunup. Sakin olmam için geçerli bir sebep mi vardı?
"Elif kızım..." dedi Semra hanım. "Otur bence."
"Hayır!" Kesin bir dille reddettim. "Abi senin ne işin var burada bu saatte! Biri bana ne olduğunu söyleyecek mi artık!"
"Elif kuzum sakin ol." Leyla da girmişti içeri.
"Sakinim!" dedim hiç de sakin olmayan bir dille.
"Elif amcam kaza yaptı." Bedenim yediğim yağmurdan ötürü ılık olan içeri girince hafif hafif titriyordu ama duyduklarım yüzünden bir anda buz kesti bedenim.
"Ne..." Güç bela elimi yandaki masaya atıp destek aldım.
"Durumu kritik. Seni almaya geldim."
"Anlamadım?"
"Mardin'e gidiyoruz Elif. Uçağımız hazır. Hadi. Toparlan."
"Baba... Babam..." Elimi zorla daralan göğsüme attığımda kollarımda Leyla'nın desteği vardı.
Aylardan Eylül'dü, günlerden 26. On dokuzuncu yaşıma, kızların dediği en güzel yaşıma girememiştim o gün.
Hayatımın en kötü günü olacağını bilseydim eğer uyanır mıydım hiç o sabah.
"Baba..." Babam bırakmazdı beni. Hem söz vermişti. Daha beyaz önlüğümü giyip kalp cerrahı olarak girecektim evimizin kapısından. Bana söz verdiği 'yasemin' çiçekleriyle karşılayacaktı.
Yapacağımız daha bir sürü şey vardı.
Bir sürü hayalimiz.
Önce abimin yarım bıraktığı her şeyi tamamlayacaktık.
"Doğru söyle iyi mi?"
"Bilmiyorum Elif. Gerçekten. Ama kritik dediler. Ben de apar topar seni almaya geldim."
Ne uçak ne araba. Hiçbiri hızlı olmamıştı o gün. Sanki her şey yavaş akmaya, beni babama götürmemeye yemin etmiş gibiydi.
Memleketime ayak bastığımda sabaha yaklaşıyordu saat. Ben üstümdeki ıslak mavi elbiseyi bile değiştirmeye zaman bulamamıştım.
Hastaneye geldiğimizde ise kalabalığı yarıp girmiştim içeri.
"Baba!" dedim beni duyması için yüksek sesle.
Etraftan beni tutmaya çalışan insanlar olmuştu. Hiçbiri durduramamıştı.
Ağlayanlar vardı.
"Baba!" dedim beni engelleyen kollardan sıyrılıp. "BABA!"
"Elif dur kızım." Amcamın kolları mani olmuştu bu kez ileri koşmama.
"Bırak babamı göreceğim!" Çırpındım kolları arasında ama izin vermedi. Beni elleriyle sarıp kendi göğsüne bastırdı. "Bırak!"
"Elif metanetli ol kızım." Dedi arkamdan bir ses. Neye metanetli olacaktım.
"Allah sabrını verir elbet." Dedi bir başka ses. Sabredecek ne vardı?
"Bırakın ben babamı görmek istiyorum!"
"Elif kızım sakin olacağız tamam mı?"
"Babam nerede amca?" dizlerim beni daha fazla taşıyamadığında yere çöküvermiştim.
"Başımız sağolsun kızım."
İnsanın dünyası bir kere yıkılırdı başına. Oysa benim dünyam birden çok kere yıkılmıştı doğduğumdan beri.
Önce abim bırakıp gitmişti bizi şimdi de babam.
Peki benim ömrüme daha kaç acı sığacaktı? Ben kaç kere daha kaybedecektim?
"Baba..." Issız bir soluk olup karıştı babamın adı havaya.
Hani doğum günlerinde mumlara üflenen dilekler kabul olurdu? Hani doğum günlerine nasıl girerse öyle devam ederdi?
Benim dileğim neden kabul olmamıştı?
On dokuz yaş hayatımın en kötü yaşı olmuştu. Herkesin aşkını, işini, güzelliklerini bulduğu yaş benden babamı alıp gitmişti.
O günden sonra nefret ettim hep doğum günlerimden, on dokuz yaşımdan. Hayatımı döndüren o günden nefret ettim. Hayallerimi, babamı benden çalan günden nefret ettim.
🔥
Beeeen geldiiiim
Nasıl buldunuz bölümü??
Hikayemiz biraz daha geriden başlıyor. Ama ruhumuz, özümüz aynı.
Heyecanımız ise hepsinden fazla. Beni bu heyecanda yalnız bırakmayın olur mu?
Satır aralarında buluşalım, kavuşalım
Sizi seviyorum Allah'a emanet olun 🌸
Beni buradan, instagramda ve TikTok'tan takip ederek tüm gelişmelerden haberdar olabilirsin.
Yorumlarını bekliyorum
|
0% |