Yeni Üyelik
45.
Bölüm

Kor Alev

@seydnrgrsu

Merhaba guzularım nasılsınız?

 

Ben iyiyim

 

Bu bölüm şu ana kadar yazdığım en ama en uzun bölüm. bundan daha uzununu da okuyacaksınız ama o gelene kadar bu muhteşem uzun bölüme en az yirmi(20) yorum istiyorum ona göre. Yoksa küser giderim

 

yıldıza dokunmayı sakın unutmayın

 

Raphael Lake-Prisoner

Buray-Olmuşum Leyla

Mavi Gri- İlaç Ol Yaralarıma

Aleyna Tilki(Yıldız Tilbe)- Yalnız Çiçek

 

🔥

 

Çok garipti hayat. Çok çok garip.

 

Yıllar sonrası için plan yaptığın ama bir saniye sonrasını hesaplayamadığın...

 

Bilinmezliklerle, hesaplanmazlıklarla doluydu işte. Bir de hiçbir şeyi biz seçemiyorduk. Doğmayı, yaşamayı, ailemizi... seçemediklerimizle ve hesaplayamadıklarımız arasında geçen bir curcunaydı belki de.

 

Soğuk rüzgarlar esiyordu o gün. Hem de buz gibi soğuk rüzgarlar. Tenimi ara ara ürperten beni rahatsız hissettiren soğuk rüzgarlar.

 

Dışarıda esen o soğuk rüzgarlar şimdi tam salonun ortasındaydı.

 

"Bu ne demek!" diye yükseldi Rojbin hanımın sesi. Deminden beri ara ara yükselip alçalıyordu. "Ay vallahi çıldıracağım!" derken ellerini başından kayan şalının açık bıraktığı siyah saçlarına attı. "Vallahi de billahi de çıldıracağım!"

 

"Sakin ol hala." Derken Bircan abla onu oturtmak istemişti ama pek mümkün değildi.

 

"Vallahi aklımı şuracıkta yitirivereceğim." Diye mırıldanırken Bircan ablanın zorlamasıyla arkasındaki koltuğa oturuverdi. Ellerini dizlerine vurdu sertçe.

 

"Anne sakin olur musun?" Ve Berfin sanki bombanın fitilini ateşlemişti o an. Çünkü Rojbin hanım hızla tekrar ayağa fırladı.

 

"Yav kızım sen beni kalpten götüreceksin öyle? Yav elin adamını peşine takıp gelmek nedir!"

 

"Peşime takmadım," diye itiraz etti Berfin. "Elinden tuttum getirdim."

 

"Hele dediğine bak!" dedi kahkahayla Rojbin hanım. Sinir gülmesiydi bu. "Karpuz getiriyor sanki! Elinden tutmuşmuş! Kız sen bizi rezil mi edecesin ha! Elin adamıyla konağa gelmek nedir!"

 

"Kötü bir şey mi yaptım ben!" diye itiraz dolu bir şekilde yükseldi Berfin.

 

"Dediğine bakın!" diye çırpındı Rojbin hanım Gülsüm hanım ve Bircan ablanın kolları arasında. Dilan omzundan sarkan okul çantasıyla girerken içeri şaşkınlıkla kalmıştı eşikte. "Yav bir şey desenize!" dedi etrafına bakıp.

 

"Sen hele bir sakin ol." Diye Gülsüm hanım geri oturttu onu. Dilan da yanıma gelip hafifçe koluma dokunmuştu.

 

"Yenge ne oluyor?" fısıldadı kulağıma.

 

"Sorma. Pek iyi şeyler değil." Diye yavaşça mırıldandım.

 

"Ben gelirken Kemal bey arabayla gidiyordu. Baran abim ve Cihan abim dışarıda. Ne oluyor ya?"

 

"Hişşşş." Diye susmasını işaret ederken tekrar yükseldi Rojbin hanımın sesi.

 

"Vallahi çıldıracağım! Kız ben babama ne derim ha! Deden duysa ne yapar! Kıs baban duysa sana ne yapar! Abin de yok ki burada ayar versin sana!"

 

"Ben kötü bir şey yapmadım anne." Diye sakince söze girdi Berfin. "Ayıp bir şey de yapmadım. Ne yapsaydım? Sizin bana bulacağınız bir adamla hiçbir şey demeden evlense miydim? Bu kadar mı değersizim ben anne? Siz hiç benim kararlarımı, duygularımı sordunuz mu?" İçimde bir şeyler çatırdarken yutkunmaya çalıştım. Derin bir nefes aldım. Aklıma bu uğurda kendine yaptıkları doldu. O ahırda yerdeki hali geldi gözümün önüne.

 

"Vallahi çarpacağım şunun ağzına ha!" dedi Rojbin hanım. "Kız senin derdin bu ananı öldürmek değilse ben de bir şey bilmiyorum! Çıldıracağım ha!"

 

"Götürün Berfin'i içeri. Halanız da sakinleşsin biraz." İşaret etti Gülsüm hanım. Tansiyon gittikçe yükseklere en yükseklere tırmanıyordu.

 

Bircan abla Berfin'i kolundan tutup çekiştirirken Gülsüm hanım da Fatma ablanın yardımıyla geri koltuğa oturttu Rojbin hanımı.

 

"Aklını mı kaçırdın sen Berfin?" derken mutfaktaki koltuğa oturmuştu Bircan abla. Solgun yüzüne bir de endişeli çizgiler eklenmişti bu yüzden. "Ne yapıyorsun sen?"

 

"Vallahi Berfin ben bile pes dedim sana." Diye mırıldandı yanı başımda duran Dilan. Berfin'in bakışları bana anlık değmiş ama sonra Bircan ablaya dönmüştü.

 

"Ne yapıyormuşum?"

 

"Sen halamın halini görmüyor musun? Kadın perişan oldu. Ki bence dediklerinde de haksız sayılmaz. Adamın elinden tutup konağa getirmek nedir ya?" Berfin sinirli bir soluk alarak gözlerini ağır ağır açıp kapattı.

 

"Sen gelirken oluyordu Bircan abla. Olmuyor muydu? Hatırlatırım sen de Murat abinin elinden tutarak girmiştin içeri. Aynı benim gibi."

 

"Aynı şey değil!" diye sinirle çıktı Bircan ablanın sesi. "Bir mi tutuyorsun sen bu durumu!"

 

"Ne farkı var peki?" diye itiraz etti Berfin.

 

"Benim ilişkimden herkesin haberi vardı. Ben de tanıştırmak için getirdim. Ama sen bu ikisini birbiriyle kıyaslayıp haklı çıkmaya çalışıyorsun. Yapma. Biz seni düşünüyoruz."

 

"Beni düşünüyorsunuz öyle mi?" diye mırıldanırken sahte bir gülümseme yerleşti Berfin'in dudaklarına.

 

"Hata yapma istiyoruz, kötü sonuçlarla karşılaşma. Sen bugün bu konağa o adamın elinden tutup girdin ya meydan okuyorsun herkese ve her şeye. Yapma."

 

"Ne yapayım?" diye sorarken oturduğu sandalyeden kalktı Berfin. "Ailelerin istediği, benim yerime büyüklerin karar verdiği, tanımadığım etmediğim, ömrüm boyunca sevmeyeceğim biriyle mi evleneyim? Kusura bakmayın ama ben bunu kabul edemem. Madem beni düşünüyor herkes o zaman nasıl sen istediğin biriyle evlendin nasıl Cihan istediğiyle evlendi ben de istediğim kişiyle evleneceğim. Kusura bakmayın ama ben dedemin ikinci bir evlilik kararı olmak istemiyorum." Son cümlesinde de bana dönmüştü. "İstenmediğim ve istemediğim bir hayatı sürmek istemiyorum."

 

"Sen bunu yengeme bakarak niye söylüyorsun?" Dilan yanı başımdan ona doğru bir adım attı.

 

"Sana öyle gelmiştir." Diye mırıldandı Berfin.

 

"Yok yok gelmedi," diye sürdürdü Dilan. Kolundan tutup engel olmaya çalıştım. "Bırak bir yenge ya. Birincisi yengemi bu evde istemeyen varsa o sensin. Sen de bu evde yaşamıyorsun. İkincisi abim ve yengem birbirini seviyor. O yüzden kimseyi karıştırma."

 

"Dilan," dedim tekrar.

 

"Öyle mi?" dedi tek kaşını kaldıran Berfin. "Ne güzel o zaman. Ama şuraya yazıyorum." Parmağıyla masanın üzerine görünmez bir çizgi çekti. "Dedemin kararıyla yapılan bu evliliğin ömrü çok uzun değil. Berfin sen haklıymışsın dersiniz."

 

Dilan uzanıp onun masanın üzerine parmağıyla çektiği görünmez çizgiyi sildi hızlıca. "Kendi mutsuzluğunu başkalarına paylaştırma. Herkes seni düşünüyor. Sen ise hâlâ ne peşindesin. Kemal'le sana gani gani mutluluklar." Hırsla yerdeki çantasını aldı ve çıktı dışarı.

 

"Üzüleceksin." Dedim ben de geri geri adım atarken. Omuzlarını silkti hafifçe. Evet Berfin'den zerre haz etmeyen, her fırsatta saçlarını yolmak isteyen bendim. Yalan değil. Ama göremediği gerçekler vardı. Belli ki Kemal'in gerçek yüzüyle de tanışmamıştı.

 

Ne olursa olsun ben bir insanın canının yanmasını istemiyordum.

 

🔥

 

"Peri kızım..." bakışlarım bahçedeki loş ışıklardayken duyduğum sesle daldığım yerden çekilip başımı omuzlarımın üzerinden geri çevirdim. Sonra başımı onun sıcak ve güven kokan göğsüne yasladım. O da elini yavaşça belime sardı. "İyi misin?"

 

"Hı hı..." dedim mayışık bir sesle. Gözlerimi kapatmıştım.

 

"Bu pek ben iyiyim 'hı hısı' değil ama. Berfin'le o ite sıkıldı değil mi canın?"

 

"Yani..." diye mırıldanırken karnıma sardığı kolunun üzerine koydum elimi. Aslında bu durum beni zerre ilgilendiren, beni üzmesi gerek bir şey değildi. 'Bana ne' deyip geçmem gereken bir durumdu hatta. Kim ne bok yiyorsa yiyebilirdi. Hele de konu Berfin ve Kemal'se canıma minnet bile olabilirdi. Tencere kapaktı çünkü ikisi de. Ben bir miktar Berfin'in dediklerine kızmıştım. Hatta epey çok.

 

"Yanlış yolda," diye sürdürdüm sözlerimi. "Gerçi bizi ilgilendirmez ama. Ne bileyim. Öyle karşımızda görünce de şaşırmadım değil."

 

"Öyle." Diye beni onaylarken saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı.

 

"Sen?" derken kafamı ona çevirmeye çalıştım. "Sen ne düşünüyorsun?" kaşları hafifçe kalkarken karmakarışık olduğunu anlayabilmiştim.

 

"Yani dediğin gibi bizi ilgilendirmez ama Kemal denen o it güvenilecek bir adam değil. Bunlar ne ara birbirini buldu da tanıdı, el ele buraya gelmeye cesaret ettiler bilemedim. Ama burnuma hiç hoş kokular gelmiyor."

 

"Nasıl kokular geliyor?"

 

"Dedim ya emin değilim ama o adam pek tekin biri değil. Günlerini harcadığı, özel olarak bizim için geldiği projeye kabul edilmedi. Acaba mı diyorum hani farklı bir amacı mı var? Öyle olsa da Berfin'i niye seçsin?"

 

"Umarım..." derken kafamı onun göğsüne yasladım ve kollarımı beline doladım. Teninden yayılan o ferah kokusunu soludum. Eskiden bu ferah kokusunun arasına çok az miktarda sigara kokusu karışırdı ama artık zerre gelmiyordu o sigaranın kokusu. "Berfin yanlış bir şey yapmaz."

 

"Umarım." Saçlarımın arasına güçlü bir öpücük bıraktı. Gözlerimi kapatmıştım ki kapı çalındı.

 

"Yengem ve abiiim!" diye hızlı bir giriş yapmıştı ki Dilan eliyle alelacele gözlerini kapattı. "Vallahi billahi bir şey görmedim! Yemin ederim! Eşekler tepsin ki gör-"

 

"Ne var Dilan?" dedi Baran sahte olduğu belli olan bir sinirle.

 

"Gel gel." Dedim gülerek Baran'ın göğsünden çekilirken.

 

"Ay vallahi kusura bakmayın." Parmaklarının arasından bakmaya çalıştı. "Suç bende. Evli çiftin odasına böyle girilmez. Bilemedim."

 

"Hızlı Dilan hızlı. Niye geldin?"

 

"Ee. Şey... dedem aşağıda. Bekliyor. Kahve içelim dedi."

 

"Geliyoruz." Diye terslerken benim saçlarımı okşadı. 'Sen iflah olmazsın' bakışımı atarken Dilan'ın arkasından adımladım. Baran da ceketini giyip takıldı peşimize.

 

"Seyhan'ı gördün mü yenge?" diye fısıldadı Dilan. Koluma girmişti bu sırada. "Akşamdan beri ortalarda yok."

 

"Buralardadır nerede olacak." Kesin sarı civcivle buluşma peşindeydi. Ah Seyhan ah. Korkmuyordu da.

 

Aşağı indiğimizde Hüseyin İzol'un kahvesini benden istemesiyle mutfakta bulmuştum kendimi. Bir yandan cezvedeki kahvenin pişmesini beklerken pencereden dışarıyı kontrol ediyordum.

 

"Yenge!" diye cıvıltılı bir ses duymamla da sıçrayıp gittim yerimden. Seyhan otuz iki diş mutfak kapısındaydı. "Kolay gelsin."

 

Parmağımı damağıma bastırırken ofladım. "Neredesin sen? Akşamdan beri yoksun."

 

"Arka bahçede Gürsel'le lafa dalmışız."

 

"Bak bu aralar bu çok sık olmaya başladı. Yakalanacaksınız. Dikkat et."

 

"Bir şey olmaz ya." Derken saçlarını düzeltti.

 

"Olunca görürsün." Dedim pişen kahveyi fincana döküp.

 

"Yarından sonra sana bir sürprizim var dedi. Acaba ne yapacak?" Gözlerinden kalpler çıkarken ona akıl sağlığı dileyip tepsiyle içeri yürüdüm. Yemin ederim bir acayipti. Konağın sınırları içindeydik ya hu! Korkmalıydı.

 

Kahve faslı sessiz sakin geçerken Gülsüm hanımın gerginliği yüzünden okunuyordu. Rojbin hanımın gerginliğini atamamıştı anlaşılan. Biri anlayacak diye de korkuyor gibi bir hali vardı.

 

Ben de durup durup telefonumdan saate bakıyordum. Leyla gece beş buçukta binecekti uçağa. Havaalanına gideceklerdi. İçini tümden bir huzursuzluk kaplarken koluna dokunan parmaklarla gülümsedi. Baran hangi ruh hali içinde olduğunu biliyordu.

 

"Yenge?" diye fısıldadı diğer tarafından Cihan. "Sana bir şey sorabilir miyim?" o akşam ne hikmetse evdeydi Cihan. Genelde akşamları Şirin'in yanına gittiğinden bu durum bir garip gelmişti açıkçası.

 

"Sor." Dedim fısıltıyla

 

"Bu yükselen ne demek?"

 

"Anlamadım."

 

"Ya burç murç. Yükseleni alçalanı falan oluyormuş ya. O ne demek o?"

 

"Ay o doğum saatine göre hesaplanıyor abi." Diye kafasını uzattı Dilan. O da fısıldamıştı. Benim bakışlarım ise izin isteyip çıkan Gülsüm hanıma kaydı. "Yani şöyle doğum tarihinin yanı sıra doğum saatini bilmen lazım. Öyle bulunuyor."

 

"Haa..." derken küçük bir aydınlanma yaşadı Cihan. Oturduğu yerde geri yaslandı.

 

"Biz kaça doğru çıkalım?" diye sordu kolumu okşayan Baran.

 

"Uçak beş buçukta. Biraz erken gidelim ama. Yetişelim mutlaka."

 

"İstersen sen Leyla hanımı ara. Biz bırakalım onu."

 

"Çok iyi olur." Derken gülümsedim. Cihan ayaklanmıştı yanı başımda.

 

"Nereye abi?" dedi Dilan.

 

"Anneme ya. Doğum saatimi soracağım."

 

"Kafayı bozdu bu da." Derken gözlerini devirdi Dilan. "Şirin abimi ne hallere soktun."

 

🔥

 

Etrafta derin bir sessizlik vardı ve bu sessizliği aynı ritimlerde bozan tek bir ses vardı. O da duvardaki saatin sesi. Leyla saatin sesini bastıran fermuarı çekerken yüzünü buruşturabildiği kadar buruşturmuştu. Ama Allah'tan bu sese Şilan uyanmamıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra valizini yavaşça halının üzerine indirdi. O kadar yavaş ve dikkatli davranıyordu ki nefes bile almayı unutmuştu adeta. Ciğerleri sıkışıp kendine nefes alması gerektiğini hatırlatınca derin bir nefes aldı. Bunu yaparken bile son derece açtığı mavi irisleri Şilan'ın üzerindeydi.

 

Üzerinde toplanan mavi kabanını düzeltti ve saçlarını kabanının içinden dikkatle çıkarıp valizini eline aldı. Aralık bıraktığı kapıya doğru geri geri giderken bile bakışlarını Şilan'ın üzerinden çekmiyordu.

 

Kapıyı dikkatle açtı ve valizini de aynı dikkatle dışarı çıkardı. Tam kapıyı kapatacaktı ki cebine koyduğu not aklına geldi son dakikada. Parmak uçlarında Şilan'ın yanına ilerleyip cebindeki notu çıkardı ve dikkatle komodinin üzerine bıraktı.

 

Muhtemelen Şilan biraz sonra alarm sesine uyandığında bu notu görecek ve çok kızacaktı kendine. Hatta sayıp sövecek belki de küsecekti bile.

 

Olsundu ama. Şilan'ı çok iyi tanıyordu. Kıyamazdı o kendine.

 

"Belli de olmaz..." diye kararsız bir şekilde mırıldandı. Şilan'dı bu. Kıyabilirdi. Kendinden kıyma yapabilirdi. Elif gibi pek sakin biri değildi.

 

Dikkatle geri dönüp yine parmak uçlarında çıktı dışarı. Kapıyı gıcırdamasın diye yavaşça çekti ve kapatmadı. Son kez aralıktan mışıl mışıl uyuyan Şilan'a baktı. Şilan belki kendine kıyabilirdi ama Leyla kıyamıyordu ona. Hem ona hem de Elif'e.

 

Sabaha karşı olan uçak için biraz kestireyim deyip yatınca yorgun olduğundan derince bir uykuya dalıvermişti. O yüzden de onu uyandırmadan kendi başına gidecekti Leyla. Telefonundan saate baktı. Gece on iki buçuğu yeni geçiyordu. Uçağı ise sabaha karşı beş buçuktaydı.

 

Derin bir nefes aldıktan sonra valizini eline alıp sessiz olmaya epey özen göstere göstere indi taş basamakları. Her katı inerken gözleri etrafı tarıyordu. Biri görürde nereye gittiğini sorar sonra da Şilan'ı uyandırır diye ödü kopuyordu.

 

Uyandırsa ne olacaktı ki? Ama yapamıyordu işte Leyla. Sonlardan, vedalardan, ayrılıklardan hep nefret eden yapısı buna izin vermiyordu.

 

Mesela otogarlarda ağlayarak vedalaşan insanların olduğu o tabloyu, havaalanlarında kapılar kapanınca gözyaşlarıyla geri dönen insanların olduğu resimleri sevmiyordu. Ayrılıklar dünyanın en yaralayıcı eylemiydi ve o eylemin olduğu bir sayfada asla yer almak istemiyordu. Bu yüzden de bir şeyden, bir yerden ayrılacaksa bunu tek başına yapmalıydı.

 

Konağın sessizliğinden yararlanıp dikkatlice elindeki ağır valiziyle avluya inmiş ve yine aynı sessizlikte kapının önünde bekleyen taksiye binmişti. Buğulanan camdan dışarıyı görmek için eliyle camı silmişti ama buğu geçmemişti. Çünkü buğu gözlerindeydi. Kirpiklerinin ucunda biriken yaşlar görmesini engelliyordu.

 

İşte bu yüzden sevmiyordu hiçbir vedayı. Bu yüzden nefret ediyordu ayrılıklardan. Gözyaşları bok varmış gibi kirpiklerin ucunda bekliyor oluyordu hemencecik. Biri dokunsa da aksam diye bekliyorlardı. O yüzden ayrılıkların sessiz sedasız, kimseye görünmeden yapılması gerektiğine inanıyordu Leyla.

 

"Nereye gidiyoruz abla?"

 

Hafifçe burnunu çekerken "Havaalanı," diye yanıtladı taksiciyi. İçindense 'sevdiklerimden çok uzağa' diye geçirdi. Araç yolda ilerledikçe sevdiği insanlardan biraz daha uzaklaştığı içi burkuldukça burkuluyordu.

 

Vedalar hep can yakıyordu.

 

Sanırım bu sefer fazla alışmıştı bu duruma. Yoksa kaç kere daha gelip gitmişti buradan. Kaç kere daha veda etmişti sevdiği insanlara. Kaç kere Zehra teyzesi su dökmüştü arkasından. Kaç kere Elif ağlaya ağlaya sarılmış, kaç kere Şilan göz yaşlarını saklamıştı. Yani bu durumu defalarca yaşamıştı ama bu sefer daha zor gelmişti.

 

Belki de bu sefer ne zaman döneceği belirsiz oluşundandı bu hüznü. Çünkü İstanbul'da olmuş olsaydı hafta sonu demez hafta ortası demez fırsatını bulduğu ilk anda canı isterse atlar uçağa gelirdi. Ama şimdi tüm şartları değişmişti.

 

Derin derin soluklanırken yol aktı da aktı. Sanki her şey olağan düzeninden daha hızlıydı o gece. Yollar bomboştu, hiç trafik yoktu, kırmızı ışıklarda durmamışlar sürekli yeşil yanmıştı.

 

Bu koca şehir bile hızlıca gitmesine yardım ediyordu sanki.

 

Öyle de oldu. Normalde olsa ağır aksak gidecekleri yol o gece göz açıp kapayıncaya kadar geçivermişti. Konaktan burası sanki bir iki saniye anca sürmüştü.

 

Şimdi elinde valizi kendini bırakıp giden taksiden sonra öylece dikiliyordu havaalanının girişinde.

 

"Evet..." diye mırıldanırken rüzgarın yüzüne savurduğu saçlarını çekti. "Bir serüvenin daha sonu. Hadi bakalım kızım Leyla. İstikamet baba ocağı. Bekle beni yeşil cennetim Garadenizum. Hoşça kal Mardin." Valizin sapını kaldırıp yavaşça içeri attı adımını. Uçağın kapıları açılana kadar içeride belki kestirirdi. Ağır adımlarla içeri ilerlerken geri bakmak istemedi. Eğer kafasını geri çevirirse içinde bir yerde bu ayrılıktan ötürü bir çocuk ağlayacaktı. Kendini sıktı ve içeri doğru hızlı adımlarını attı.

 

Etraf çok kalabalık değildi. Kendi gibi valiziyle girişe ilerleyenler, koltuklarda uyuklayanlar vardı. önce gidip bir şişe su aldı kendine. Dili damağı kurumuştu gelirken. Parasını ödedikten sonra oturmadan bile bir dikişte suyun yarıdan fazlasını içti. Sonra şişeyi avuç içinde sıka sıka boş koltuklardan birine yürüdü.

 

"Oturabilir miyim?" dedi altmışlı yaşlarda elindeki kitabı dikkatle okuyan kadının yanına yaklaştığında.

 

"Tabi," diye içten sıcak bir gülümsemeyle onayladı kadın onu. Mavi bakışlarını kırmızı turuncu boncuklarla süslü gözlüğünün üzerinden çevirmişti ona. Leyla hayranlıkla süzdü kadını. Açık kahve süet bir kaban, içinde krem yakalarının oyaları belli olan bir bluz. Açık sarı omuzlarında biten saçları özenle fönlenmiş, kulaklarında da inci küpeler. Yaşıyla bütünleşmiş insanı büyüleyen bir zarafet...

 

O an yaşlanmaktan ara ara korktuğunu ama ileride böyle görünecekse yaşlanmanın da fena fikir olmadığını düşünürken parmakları kendi uzun saçlarının uçlarıyla oynuyordu. Yaşlanmış Leyla'yı hayal etti sonra. Geniş pencereli ışık alan evinin odasında çiçeklerini şarkı mırıldanarak suladığı en az on tane kedisine 'sizin canınızı yerim kuzularım' diye mırıldandığı bir yaşlılık. Üzerinde yine şıkır şıkır ruhunu yansıtan elbiseler olurdu büyük ihtimalle. Belki bastonunu bile süsler öyle dolaşırdı.

 

Ama büyük ihtimalle yalnız olurdu. On kedisi, sayısız çiçeği ve tek başına kendisi...

 

Kendi kendine gülümserken telefonunu çıkarıp valizinin fotoğrafını çekti, Elif ve Şilan'a küçük bir veda mesajı yazmaya başladı. Parmakları yavaş yavaş ekranda dolaşırken her yazdığı kelimeyi siliyordu. Çünkü cümleye nasıl gireceğini kendini nasıl tam olarak ifade edeceğini bilemiyordu. Ne yazarsa daha az tepki verirlerdi kestiremiyordu. Endişeyle dudaklarını dişlemeye başladı.

 

"Eh..." diye mırıldandı kendi kendine. "Bu geçici bir ayrılık canım. Tamam küsecekler ama yapacak bir şey yok." Kafasını sağına doğru yatırırken parmakları ekranda gezindi. Dudaklarındaki acı tebessümle giderken kimseyi rahatsız etmek istemediğini, üzmek istemediğini zaten bunun kısacık bir ayrılık olduğunu, sürekli geleceğini yazdı. Ama gönderemedi. Çünkü duyduğu sesle kafasını telefondan kaldırmak zorunda kaldı.

 

"Leyla! Leyla!" Bakışları önünden yürüyen insanlarda gezindi Leyla'nın. Birkaç saniye sonra da insanların arasından sıyrılan bedenle kesişti bakışları.

 

"Cihan bey?" diye şaşkınca mırıldanırken ayaklandı.

 

"Leyla!" dedi nefes nefese önünde duran Cihan. "Leyla... Leyla hanım."

 

"Cihan bey..." diye tekrar şaşkınca mırıldandı Leyla. "Siz?"

 

"Bir an yetişemedim sandım." Derin bir nefes aldı Cihan ama bu rahatlama nefesiydi bi yerde. "Ne yapıyorsunuz burada?"

 

"Ben şey..." Tereddütle sağına soluna bakındı Leyla. Sonra arkasındaki uçak girişine baktı. Sonra tekrar şaşkın bakışlarıyla Cihan'a döndü. "Gidiyordum da. Asıl siz ne yapıyorsunuz burada?"

 

"Eee..." diye yutkundu Cihan. Aslında yolda gelirken ne için geldiğini bilmediğinden kelimeleri de toplamamıştı aklında. "Şey..." Sonra sol elinde duran atkının varlığını hatırladı. "Bu." Diye Leyla'ya doğru uzattı.

 

"Atkım..." diye mırıldandı Leyla kendine doğru uzatılan atkıya bakarak. Kaybetti sanmıştı. Günlerce bakınmıştı, aramıştı ama bulamamıştı.

 

"Evet. Ben..." diye mırıldanıp tekrar yutkundu Cihan. Solukları yeni yeni düzene giriyordu. "Bunu getirdim de size." Leyla yavaşça elini uzatıp Cihan'ın parmakları arasında duran atkıyı aldı. "Şey," diye kendini toparlamaya çalıştı Cihan. "Asansörde. O gün düşürmüştün de sen yani siz."

 

"Aaa!," diye hatırladı Leyla. O gün asansörde mahsur kalınca nefes alamadığından çıkarıp atmıştı. Sonra da o hengamede unutuvermişti. O günden sonra da hiç aklına gelmemişti. Günlerce başka bir yerde düşürdüğünü düşünüp saçma yerleri aramıştı.

 

"Aslında ben verecektim de size. Fırsat olmadı bir türlü."

 

"Teşekkür ederim," diye mırıldandı Leyla parmakları arasındaki atkıya bakarak. Cihan ise ne diyeceğini bilemiyordu. Atkı vermek için gelmişti. Tüm niyeti buydu. Atkıyı da vermişti işte. Daha ne bekliyordu ki? Bir adım geri atmaya yeltendi.

 

"Siz," diye devam etti Leyla. "Bunun için mi geldiniz?"

 

"E-evet." Dedi küçük bir tutulmayla Cihan. Eliyle ensesini kaşırken bakışlarını atkıdan Leyla'ya kaldırdı.

 

"Zahmet etmişsiniz. Yani evet her yerde bunu aramıştım ama sırf bunu vermek için de o kadar yolu gelmenize gerek yoktu." Sonra Cihan'ın yüzüne kaldırdığı bakışlarını kıstı aklına gelenle. "Siz benim burada olduğumu nereden biliyorsunuz ki?"

 

"Şey..." diye mırıldandı Cihan. O gün durup durup 'şey' demeyi de adet edinmişti. "Yengem." Dedi hızlıca. Evet akşam yemeğinde Elif söylemişti Leyla'nın gideceğini. "Ben yengemden öğrendim de. Sonra atkıyı vermek için Bozan konağına geldim. Kapıdaki Emin abi sizin taksiyle gittiğinizi söyleyince de buraya geldim."

 

Kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı Leyla'nın. Ne diyeceğini bilememişti. Ne tepki verilir kestiremiyordu. Mavi irisleri tekrar parmakları arasında duran atkıya çevrildi.

 

"Leyla hanım?" dedi Cihan. "Siz şimdi Trabzon'a mı dönüyorsunuz gerçekten?"

 

Dudaklarındaki acı gülümsemeyle kaldırdı bakışlarını. Başını ağır ağır salladı.

 

"Orada ne yapacaksınız peki? Siz mühendissiniz ya?"

 

"Kendi şirketimizde çalışacağım. Benim babam da inşaatçıdır. Kendi şirketimizde de mühendis olarak devam edeceğim." 'Bu kadar basit' der gibi omuzlarını silkmişti Leyla. Bütün her şey hazırdı sonuçta. Daha bundan dört beş saat önce babası odasının bile fotoğrafını çekip atmıştı. Yani tek eksik Leyla'ydı. Tek yapacağı kendi için, kendinin müdahale etmediği düzenin ortasına gidip yaşamaktı.

 

"Tekrardan teşekkür ederim," diye sürdürdü sözlerini Leyla. Yüzünde mahcup bir gülümseme vardı. "Gece gece zahmet etmişsiniz. Hiç gerek yoktu. Elif'e bıraksaydınız o bana sonra gönderirdi. Hiç gerek yoktu."

 

"Kendim vermek istedim." Dedi Cihan tüm şeffaflığıyla. "Elif yengem verebilirdi ama ben kendim vermek istedim. O gün için hâlâ daha mahcup hissediyorum size karşı."

 

Kaşları hafifçe havalandı Leyla'nın. Yine karşısında görmeye pek alışık olmadığı bir Cihan vardı. Fazlasıyla olgun...

 

"Ben," dedi Leyla tekrar elindeki atkıya bakıp. "Dedim size unuttum bile o günü." Hafifçe bir daha omuz silkti. "Siz de çok şey yapmayın. Hem dedim ya ne Şirin'e ne de size bir kırgınlığım yok."

 

"Öyle ama," derken bakışlarını yere indirmişti Cihan. Kelimeleri toparlayamıyor, ne diyeceğini kestiremiyordu yine. Tek amacı atkıyı verip gitmekken boşuna bekliyormuş gibi de hissediyordu.

 

"Neyse," dedi Leyla. Parmakları usulca yerde duran valizinin sapını kavradı. "Tekrar teşekkürler. Ben ileride bekleyeyim artık." Valizini bir iki adım götürmüştü ki koluna dolanan parmaklarla durmak zorunda kaldı Leyla.

 

"Leyla hanım." Diye durdurmuşu Cihan onu. "Gitmeyin."

 

Kolunu tutan parmaklara baktı anlamsızca Leyla. Sonra da bakışlarını Cihan'a kaldırdı yavaşça. Normalde olsa cırlayıp püskürtürdü Cihan'ı geri ama onun ses tonuyla afallamıştı. Kafasını hafifçe sağa yatırışına afallamıştı.

 

"Ne? Neden?" dedi 'Bırak, ne yapıyorsun sen be' kelimeleri yerine. Kolundaki parmaklarını gevşetirken bir adım geri çekildi Cihan. Siyah kabanının iç cebine attı elini hızla. Sonra da mavi kapaklı bir dosya çıkardı cebinde. Kıvırılan dosyayı eliyle düzeltip Leyla'ya doğru uzattı. "Bu nedir?" diye baktı Leyla kendine uzatılan dosyaya.

 

"İş teklifi."

 

"İş teklifi mi?" diye mırıldandı yüzündeki soru işaretleriyle Leyla.

 

"Evet. Bizim şirketin Dubai'de yapılacak otel inşaatı için deneyimli, alanında uzman bir inşaat mühendisine ihtiyacı var."

 

"Deneyimli, alanında uzman?" diye gözlerini iri iri açarken sahte bir gülüş belirdi Leyla'nın dudaklarında. "Ben miyim bu? İyi de ben bu 'devasa' proje için yeterli biri değilim. Şimdi doğruya doğru." O projeyi duymuştu Leyla. Tanıtımlarını bile incelerken nasıl heyecanlanmıştı. Tabi ki bu projenin sahibi Baran'dı ve bunu ondan daha iyi üstlenebilecek kimse yoktu ülkede. Basit bir otel inşaatından bahsedilmiyordu. Basit bir inşaat değildi. Dubai gibi turizm gözdesi bir yere yapılacak yıldızları bile sayılmayacak kadar çok bir oteldi söz konusu olan.

 

Yani kendini küçümsemiyordu elbette ama bu proje için basit insanlar seçilmezdi. Bunu da inkar etmemek lazımdı.

 

"Hayır hayır," diye itiraz etti Cihan. "Ekibimizin eksiği var. Siz de daha önce İstanbullu şirketle bizim ortak projemizde yer almıştınız."

 

"Ben projenin ortasında çekildim hatırlatırım."

 

"Hem," diye söze girdi Cihan. Leyla'nın dediğini es geçti. Bakışlarını dosyaya çevirdi. "Bu sadece Dubai'deki inşaat için bir teklif değil. Bizim şirketimizde çalışırsanız çok sevinirim."

 

"Sevinirsin?" dedi Leyla daha da şaşırarak. Kafası iyice allak bullak olmuştu.

 

"Yani şey." Diye toparlamaya çalıştı Cihan. "Güvenebileceğimiz bir mühendise ihtiyacımız var da bizim. Bilirsiniz hemen herkese güvenilmiyor." Hafifçe boğazını temizleyip duruşunu dikleştirdi Cihan. "İzol Holding olarak size kaçırmak istemeyeceğiniz bir iş teklifinde bulunuyorum. Eğer kabul ederseniz hemen yarın sabah şirkette mühendisimiz olarak çalışmaya başlayacaksınız."

 

Kaşları hayretle kalkarken dosyayı parmaklarının arasına aldı. Cihan'ın ağzından dökülen her kelime burada da yazıyordu. Önüne şirketteki pozisyonuna kadar her şey sıralanmıştı. Normal bir durumda olsa hiç kimsenin kaçırmak istemeyeceği bir teklifti bu. Hem de hayatının teklifi. İstanbul'da staj yaptığı, çalıştığı şirketleri bile sollayacak bir teklif. Günde sayısız insanın iş başvurusunda bulunduğu şirketten kendisine altın tepside sunulan bir teklif vardı.

 

"Ben..." diye mırıldandı Leyla. "Kabul edemem." Cihan'ın omuzları hafifçe düşerken yutkundu. "Dediğim gibi ben memlekete kesin dönüş yapıyorum. Babam oradaki her şeyi ayarladı. Bir düzen oluşturdu benim için."

 

"Başkasının sizin için kurduğu düzeni öylece gidip kabulleneceksiniz doğru mu anladım?"

 

"Başkası dediğiniz babam." Sesine hafif sinirli tınılar eklenmişti Leyla'nın.

 

"Bence bu durum sizi pek mutlu etmeyecek Leyla hanım. Tabi siz daha iyi bilirsiniz ama siz başkasının yani babanızın sizin için kurduğu düzene dahil olarak mutlu olamayacaksınız." Leyla bakışlarını hiç kesmeden kendine çevirmiş Cihan'a bakakalmıştı. Kesinlikle ondan duyacağı, duymayı bekleyeceği sözler değildi. Ve evet tanıştıklarından beri ilk defa istemeden de olsa hak verirken buldu kendini.

 

Hiçbir şey diyemeden mavi irislerini tekrar parmakları arasındaki dosyaya çevirdi.

 

"Gerçekten kabul edemem." Diye mırıldandı.

 

"Hemen kabul edin demiyorum ki. Düşünmek için istediğiniz kadar vakti verebiliriz size. Size kalmış. İstediğiniz zaman gelip başlarsınız. Kendi düzeninizi, kendi çalışma şartlarınızı kendiniz oluşturursunuz."

 

Dudakları şaşkınlıkla aralanırken ne diyeceğini bilemeden elindeki dosyaya baktı da baktı Leyla. Sonra hafifçe güldü. Gülmesi de gitgide büyüdü. Kahkahalara dönüşürken bir eliyle karnını tuttu.

 

"Çok mu komik geldi bu teklif size?" dedi Cihan afallamayla.

 

"Çok." Dedi gülmelerinin arasından Leyla.

 

"Anlamadım komik olan ne?" Eliyle ensesini kaşırken karşısında kahkahalarla gülen kadını izledi.

 

"Ay pardon," dedi soluklanır gibi Leyla. "Ne bileyim tam havaalanındayız, gidiyorum falan. Şu işe bak. Aslında kaçırmak istemediğim bir teklif ama." Derin derin soluklanıp gülmesini durdurmaya çalıştı. "Bilemedim ki şimdi."

 

"Kabul etmeyecek misiniz yani?" dedi tek kaşını hafifçe kaldıran Cihan. Leyla'nın haline bakılırsa kabul etmeyecek gibiydi. Hatta Cihan emin oldu kabul etmeyeceğine.

 

"Sanırım," diye soluklarının arasından girdi söze Leyla. "Düşüneceğim bu teklifi."

 

"Nasıl yani!" diye sesi yükselmişti Cihan'ın ama toparladı kendini hemen. "Nasıl?"

 

"Çok basit. Dediğiniz gibi babam da olsa benim dışımda benim yerime kurulan bir düzen beni asla memnun etmeyecek. Sanırım bu teklifi değerlendireceğim. Hem kim ülkenin sayılı holdinglerinden birind en her Allah'ın günü böyle bir teklif alıyor ki?" Dosyayı geri Cihan'a uzattı.

 

"O zaman şartları konuşmak için sabah şirkete uğrarsınız?"

 

"Tabi. Olur." Dedi Leyla gülümseyerek. Sonra sağına soluna bakındı. "Sanırım biletimi iptal etmem gerekiyor." Cebinden telefonunu çıkardı ve babasının kendisi adına aldığı Trabzon uçuşlu bileti iptal etti. Parmakları 'iptal et' butonuna basarken omuzlarından da büyük bir yük kalkıvermişti. Bileti iptal ettikten sonra telefonunu cebine attı. Uzanıp demin ileriye sürmek için çektiği valizinin sapını kavradı. "Taksi vardır inşallah..." diye mırıldandı ama Cihan uzanıp hızlıca kavradı onun tuttuğu valizin sapını.

 

Birbirlerinin elinin sıcaklığını da hissedince bakışları kesişti.

 

"Ben götürürüm sizi." Derken valizi kendi tarafına çekince Leyla elini çekmek zorunda kalmıştı. Önüne düşen saçlarını hızlıca kulaklarının ardına sıkıştırdı.

 

"Zahmet olmasın." Diye mırıldandı. "Ya da Şirin kızmasın."

 

"Lütfen Leyla hanım." Eliyle yolu gösterdi ona gülümseyerek.

 

"Teşekkürler." Dedi ellerini mavi kabanının cebine sokan Leyla.

 

"Ne demek." Derin bir nefes aldı Cihan. Sonra aklına gelenle yanı başında yürüyen Leyla'ya döndü. "Yükselenim balıkmış." Diye mırıldandı.

 

"Anlamadım?" diye kaşlarını çattı Leyla.

 

"Hani siz demiştiniz ya. 'Yükselen burç daha etkili' diye. Öğrendim. Benim yükselenim balıkmış."

 

Anlamsızca baktı Leyla Cihan'ın yüzüne. Gülümsedi sonra. Hem de dolu dolu gülümsedi. Gülümserken kafasını hafifçe sağa sola sallayıp yürüdü.

 

🔥

 

"Eee," derken kulağım ve omzum arasındaki telefonu yakaladım. "Şimdi yarın sabah başlıyorsun işe öyle mi?"

 

"Evet dedim ya kuzucuğum. Bugün gidip tüm sözleşmeleri imzaladım."

 

"Ay Leyla!" derken önümdeki kitabı kapattım. "Kızım Mardin'de kaldın şaka gibi."

 

"Ay kuzucuğum çok güzel bir şaka değil mi ama. E ne yapayım valla kocanın şirketinden böyle ballı bir teklif alınca kaçıramazdım. Ay ben şimdi kapatıyorum," derken hışırtılar duyuldu arkadan. "Bir tane ev sahibi vardı. onunla konuşmam lazım."

 

"Sen ciddisin başka eve çıkmaya."

 

"Ben diyorum ama dinlemiyor!" diye bağırdı Şilan arkadan.

 

"Kimseye yük olamam valla. Burada yaşayacaksam kendi düzenim olmalı öyle değil mi? Ama kuzularım canınızı sıkmayın size yakın bir ev bulmaya çalışıyorum. Ay hadi kapatıyorum. Öptüm kuzucuğum. Senin yanına yarın iş çıkışı uğrarım. Öptüüüüm!" benim diyeceklerimi de beklemeden kapattı telefonu.

 

"Deli ya..." diye mırıldanırken ben de oturduğum sandalyeden kalktım ve pencerenin önünde durdum. Telefonumda Baran'dan bir mesaj vardı. 'Şirketten geç geleceğim. Sen uyu' yazmıştı. Birkaç cevapsız çağrısı da vardı ama kızlarla konuşurken görmemiştim.

 

'Çok geç kalma' diye yazıp gönderdikten sonra pencereden dışarı çevirdim bakışlarımı. Öylece dışarı bakarken garajdan sızan ışık çarptı gözüme. "Baran," diye mırıldandım. Gelmiş miydi? Garajın ışıkları yanıyorsa muhtemelen gelmişti. Sandalyede duran hırkamı kapıp yanına gitmek için adımladım. Muhtemelen geldikten sonra motoruna dalmıştı. Halbuki önce yukarı gelir beni görürdü.

 

Sessiz bahçeden geçip garaja vardığımda kapıyı çalmadan pat diye açtım büyük kapıyı. Ama donup kaldım olduğum yerde. Gözlerim fal taşı gibi açılırken "Oha!" demiş bulundum. "Bu ne hal!" Şaşkın bakışlarım dudak dudağa yakaladığım Seyhan ve Gürsel arasında gidip gelirken Gürsel panikle oturduğu sandalyeden yere devrilmiş, Seyhan da üzerine düşüvermişti.

 

Hemen toparlanıp karşımda dikilirlerken Seyhan girdi söze. "Açıklayabilirim yenge."

 

"Siz gerçekten aklınızı kaçırmışsınız..." diye mırıldandım. Bir elim belimde bir elim saç diplerimi çekiştirirken göz ucuyla karşımda süt dökmüş kedi gibi duran Seyhan ve Gürsel'e bakıyordum.

 

"Yenge bak..." dedi Seyhan ağladı ha ağlayacak bir halde. Bana doğru bir adım atacak olmuştu fakat hemen vazgeçti. Yüzü kıpkırmızı, gözleri dolu doluydu. Yanı başında kendi gibi dikilen Gürsel'in de ondan pek bir farkı yoktu.

 

"Yürek mi yediniz siz ha?" dedim sesimi fazla yükseltmemeye çalışıp. "Siz bu deli cesaretini nereden buluyorsunuz Allah aşkına? Hiç mi korkmuyorsunuz?"

 

"Yenge gerçekten bak biz..." Dolu dolu olan bakışlarını yan tarafındaki Gürsel'e kaldırdı. "Vallahi bak..." ama kurduğu cümleler hep yarım yamalaktı. Asla içinde oldukları durumu açıklayamıyordu.

 

"Siz nerede olduğunuzun bilincinde misiniz? Konağın sınırları içindesiniz!" elimle içinde olduğumuz garajı gösterdim. Evet konağın arkasında kalan, avluya göre daha sessiz sakin ve kimsenin doğru dürüst uğramadığı bir yerdi ama yine de 'İzol Konağı' sınırları içindeydik.

 

"Evet yenge ama kimse yoktu."

 

"Kimse yoktu? Yine de bu ne cesaret ya? Ya biri gelse? Ya biri aniden açsa şu kapıyı? Ki bakın gelebiliyormuş değil mi? Ben geldim bakın!" Kurduğum cümleler sinirden çok korku doluydu.

 

Ben Baran'ın 'Şirketten geç geleceğim, sen uyu' mesajından sonra bir türlü uyuyamayınca kendimi ders çalışmak için pencerenin önündeki masada bulmuş sonra da gözüme garajın penceresinden sızan ışık çarpınca Baran geldi sanıp inmiştim aşağı. Ama kapıyı açmamla karşılaştığım manzara beni şoka uğratıvermişti. Onları o halde, sarmaş dolaş yakalayınca ben bile panik oluvermiştim.

 

"Valla yenge ne desen haklısın..." diye mırıldandı deminden beri ilk defa Gürsel.

 

"Haklıyım tabi!" diye yükseldim. "Gerçekten var ya sizdeki iyi cesaret! Takdire şayan! Dua edin ben geldim! Başkası gelse ne olurdu biliyorsunuz değil mi?" İkisi de birbirine kaçamak bakışlar atarken Seyhan gözünden süzülen damlayı sildi alelacele. "Neyse..." dedim derin ve sinirli bir soluk alıp. "Ben gidiyorum. Siz de etrafı toparlayıp dönün bence. Kimse görmesin. Dikkat çekmeyin."

 

"Yenge!" dedi ben kapıya adımlarken Seyhan hızlıca. "Teşekkür ederiz. Başkası olsa mahvolmuştuk."

 

"Bak Seyhan bu kaçıncı oldu ben saymayı bıraktım. Ama bundan sonra-" Parmağımı ona doğru kaldırdım. "Bundan sonra ben yardım etmeyeceğim."

 

"Yenge..." Çenesi titrerken gözünden bir damla daha yaş kaydı.

 

"Abin." Derin bir nefes aldım ve kolunu sıvazladım. Bakışlarım arkasından gelen ve Seyhan'ın elini kendi eli içine alan Gürsel'e kaydı.

 

"Dikkat edeceğiz yenge söz." Dedi güven verici bir gülümsemeyle. Ama ben gülümseyemiyordum. Aksine içimdeki korku pek tarif edilecek cinsten değildi.

 

"Neyse. Abiniz gelmeden ben gidiyorum." Elimle kapıyı itip dışarı adım atmıştım ki çarptığım bedenle bir adım gerilemek zorunda kaldım. İçimdeki korku tüm bedenimde baş gösterirken dudaklarımdan güç bela adı döküldü.

 

"Baran..."

 

"Ne oluyor burada?" Anlamsız bakışlarını benden kaldırıp geri doğru çevirdiğinde kaşları çatıldı yavaşça. El ele oluşlarını görmüştü. Onların öylece el ele tutuşuyor olduklarını görmüştü.

 

"Abi açıklayabiliriz." Diye ilk atılan Seyhan oldu ama elini hızlıca kaldırıp durdurdu onu. Çatık kaşlarının altındaki o öfkeli bakışları bana çevrildi.

 

"Gerçekten mi Elif?"

 

Sorduğu bir soru değildi. Öfke dolu bir söz de değildi. Resmen hayal kırıklıklarıyla doluydu. Adım ağzından hayal kırıklarının arasından dökülmüştü.

 

"Baran..." dedim. Aslında demeye çalıştım desek daha doğru bir tabir olurdu zira sesim öyle bir kaçmıştı ki içime ben kendim bile işitemiyordum. "Baran-"

 

Beni görmezden gelmiş gibi içeri doğru bir adım attı.

 

"Abi açıklayabiliriz bak-" Elini kaldırıp hızlıca durdurdu Seyhan'ı. Suratı bembeyaz olmuş, dudakları titreyen kız bir umut bana çevirdi bakışlarını ama benim de ondan bir farkım yoktu.

 

"Demin gördüklerim neydi benim?" Sesindeki o ürkütücü sakinlik nefesimi kesmişti bile. "Neydi?" Buram buram öfke, tehlike kokuyordu sakinliği. "Kapı açıldığında el eleydiniz ya. Onu diyorum. Açıklaması ne?"

 

"Abi şimdi bak..." sesindeki olağanüstü titremeyle konuşmaya çalıştı Seyhan. "Bak biz... Ben... Şey..."

 

"Birlikte misiniz siz? İkiniz yani?" eliyle hızlı hızlı ikisini işaret etti. "Birliktesiniz tabi." Sonra kendi kendine itiraz etti. Kafasını iki yana sallarken gözünün altını kaşıdı ve derin bir nefes aldı.

 

"Abi valla açıklayabilirim. Yemin ederim açıklayabilirim."

 

"Biz birlikteyiz ağam." Ben garaja girdiğimden beri ilk defa yerde olan bakışlarını kaldırmıştı Gürsel. Sesinde titremeye dair tek bir iz yokken çenesini havaya kaldırıp hiç çekinmeden Baran'ın gözlerinin içine bakıyordu. Hem de hiç korkusuz bir şekilde.

 

Onun kurduğu cümleyle birlikte etrafımızdaki tüm sesler bir anda kesilmiş hiçbir şey duyulmaz olmuştu. Şaşkınlıktan ağzım aralanırken korkak bakışlarımı ağır ağır Baran'a çevirdim. Bu tehlikeli sessizlik içimdeki korkuyu daha da büyütürken vereceği tepkiyi de merakla bekliyordum.

 

Hafifçe yutkundum.

 

Ama Baran ne benim beklediğim gibi sinirle yükseldi ne de gidip Gürsel 'e bir şey yaptı. Kaşları şaşkınlıkla havalanırken hafifçe dudak büktü. "Birliktesiniz?" diye mırıldandı.

 

Seyhan ha bayıldı ha bayılacak gibi bir halde şaşkınlıkla iri iri açmıştı gözlerini. Şaşkın bakışları Gürsel'in dik duruşundaydı.

 

"Evet." Dedi Gürsel deminkinden biraz daha kısık bir sesle ama çenesini indirmemişti aşağı. Bu dik duruşu inşallah kırmazdı Baran.

 

"Sevgilisiniz yani?"

 

"Evet." Dedi yine Gürsel. Yapma Gürsel yapma. Yakma gençliğini.

 

"Ne zamandır?" Baran'ın ölüm sakinliğindeki sorusu tüylerimi daha da ürpertirken korku dolu bakışlarımı Gürsel'in üzerinde sabitledim. "Söyle ne zamandır?"

 

"Bir yıldan fazla oldu." Hafifçe yutkundu Gürsel. İnşallah son yutkunuşları değildi. Daha çok gençti.

 

"Bir yıldan fazla oldu." Diye kendi kendine mırıldandı Baran. Böyle onun dediğini kendine onaylatır gibi bir hali vardı. Ve yine sakindi. Korkulacak kadar sakin. "Saklıyordunuz bir yıldır. Gizli gizli."

 

"Abi bak-" diye atıldı Seyhan ama Baran durdurdu onu.

 

"Sana konuş dedim mi?" Kafasını iki yana sallarken bir adım geri atmak zorunda kaldı. Geldiğinden beri sesinde ilk defa sinirli tınılar vardı. Ama öyle buram buram değil hafif hafif. "Bir yıldır iyi saklayabilmişsiniz. Sorması ayıp nasıl becerdiniz?"

 

Derin bir sessizlik çöktü. Ne Gürsel ne Seyhan ne de ben nefes bile almıyorduk. Donup kalmış gibiydik. Tabi şimdi diyemezlerdi okul çıkışı olsun kimse yokken olsun görüşüyoruz diye. Baran ne kadar sakin olsa bile denmezdi bu. Denemezdi yani. Tabi bundaki katkı payım da sorgulanamaz derecedeydi. Allah beni ne yapmasındı...

 

"Tahmin ettiğim gibi." Kollarını göğsünde kavuşturup gerideki masaya yaslanırken kaşlarını 'biliyordum' dercesine kaldırdı. Dudaklarında acı apacı bir gülümseme belirdi. Sonra o sakin ama kavurucu bakışları bana döndü. "Tam tahmin ettiğim gibi."

 

"Kızacaksan bana kız ağam. Seyhan'ın bir suçu yoktur."

 

"Öyle mi?" dedi kaşlarını yine kaldırıp. Allah'ım şuracıkta kalp krizi geçirmeme son biiiiirr!

 

"Evet." Kafasını öne eğerken ellerini önünde birleştirdi. Tıpkı kurbanlık koyunlar gibi. "Ne dersen boynum kıldan incedir."

 

"İncedir diyorsun. Ne dersem incedir. İyi." Yaslandığı masadan çekilirken bir elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Bir şeyler yaptıktan sonra kulağına götürdü ve beklemeden konuşmaya başladı. "Garaja gel Salim." Sanırım kapının önünde bekliyordu. Bu kadar hızlı olmak imkansızdı çünkü. Hiç beklemeden de kapı açıldı ve Salim bu ürkütücü ortama daha da korku salarak girdi içeri. Ya bugün 'Dünya Elif'i korkutma günü' falan mıydı acaba!

 

Kafasıyla işaret verince de Salim Gürsel'in kolundan tutup çıkarmıştı dışarı. İnsan bir itiraz ederdi. Ama Gürsel itiraz etmek şuraya dursun kuzu kuzu yürüdü Salim'in önünden. Salim de zaten dünden razı gibi ne yapacağım diye sormadan tutup kolundan götürdü çocuğu.

 

"Abi." Dedi titreyen sesiyle Seyhan. Yaş dolu bakışları Salim'in kapattığı kapıdaydı. "Ne yapacaksın ona?"

 

"Çok mu merak ediyorsun? Yoksa korkuyor musun?" Ama Şimdi Baran'ın da bu sakinliği korkulmayacak gibi değildi ki.

 

"Abi..." Sesi yalvarır gibi çıkarken kafasını hafifçe de yana eğmişti Seyhan.

 

"Ben kimim Seyhan?" Kaşları hafifçe çatılırken tekrar gerideki masaya yaslandı. Bu sefer bakışlarından öfkesi belli oluyordu. hem de geldiğinden beri ilk defa. Ama o, sinirli bakışlarını ne bana ne de Seyhan'a kaldırıyordu. Yerde tutmayı tercih etmişti.

 

"Abim," diye mırıldandı Seyhan sesindeki titremeyle.

 

"Abinim evet. Peki bu güne kadar hiç gideceğin yere karıştım mı?" Bir cevap ister gibi sordu soruyu. Kafasını hızlıca iki yana salladı Seyhan. "Peki giydiğine, yaptığına karıştım mı?" Yine kafasını hızlıca iki yana salladı Seyhan. "Peki hiç kısıtladım mı sizi? Ne seni ne de ikizini?" Yine kafasını hızlıca salladı Seyhan. "Hiç ulu orta bağırıp rezil ettim mi seni?" Kafasını sallarken gözünden bir damla yaş süzüldü Seyhan'ın. "Şimdi sen diyeceksin ki 'abi bu başka, söylesem kızardınız, anam babam duysa kızardınız, o bu evin çalışanı ben bu evin kızıyım.' Benim bir güne bir gün bu konağın sınırları içindeki insanı ayırdığımı da gördün mü? Ki asla bunu yapmam. Sen ağa kızısın o kapıdaki eleman demem." Derin bir nefes alırken gözünün altını kaşıdı ve dudaklarını ıslattı. Her kelimesinde harareti artıyordu ama kendini dizginlediğini görebiliyordum.

 

"Abi valla söyleyemezdim. Kızardınız." Küçük bir hıçkırık kaçtı dudaklarından.

 

"Biz kızarız diye sen de gizli saklı orada burada mı buluşuyordun yani onunla? Biz bu kadar mı güvenemeyeceğiz sana Seyhan? Hı?"

 

"Abi nasıl gelip diyebilirdim ki?" Elinin tersiyle gözünden akan yaşları silmeye çalıştı.

 

"Ağlama." Diye sertçe uyardı Seyhan'ı.

 

"Abi yanlış bir şey yapmıyorduk. Seviyor beni." Gözünden süzülen yaşları silmeye çalışırken çenesi de titremeye başladı. "Ben de onu."

 

"Ağlama dedim!" Yaslandığı masadan çekildi. O sertçe uyarınca irkilip gitti Seyhan. Tabi ben de.

 

"Baran sakin-" ona doğru bir adım atayım dedim ama kaldırdığı eliyle durdurdu beni. Bakmıyordu bile.

 

"Sen karışma. Seninle bunu ayrı konuşacağız." Sesi yumuşaktı ama uyarı doluydu. Normalde olsa 'ne diyorsun sen' deyip bağırıp çağırma moduna geçer onu bastırırdım ama nutkum tutulmuştu sanki. "Sen de ağlama artık. Ben sana sevme demiyorum. Aşık olma demiyorum. Ama daha yaşın küçük. Bitirmen gereken bir okulun var. Gözündeki o pembe gözlükle etrafa bakarken 'seviyoruz' demesi kolay. Eğer şimdi gerçeklerin farkına varmazsan ileride yüzüne çarptıklarında çok pişman olursun. O zaman ne soyadının ne de ailenin sana bir yardımı olur anlıyor musun? Bak kardeşim ben yalandan nefret ediyorum. Gizli kapaklı işlerden de." Bakışları anlık olarak bana değmişti. Bu sözleri biraz da banaydı. Hızlıca kafasını sallayarak onayladı Seyhan onu.

 

Ona sırtını dönerken kapıya doğru bir adım atmıştı ki Seyhan durdurdu onu. "Ona ne yapacaksın abi?"

 

"Ben kimseye bir şey yapmayacağım Seyhan. Ama bunu beraberce daha detaylı konuşacağız. Yalansız dolansız." Seyhan'a bakmadan garajın büyük kapısını itip açtı. "Hadi." Dedi çıkarken. Sanırım bana diyordu şu 'hadi'yi.

 

"Yenge..." dedi cılız bir biçimde koşarak yanıma gelen Seyhan. Buz gibi olan elleriyle ellerimi kavradı.

 

"Sakin ol bir şey yok. Bir şey yapmayacakmış zaten bak. Sen sakin ol. Eve gir şimdi. Kimseye bir şey belli etme." Hızlıca beni onaylarken ben de gözünden süzülen yaşları sildim.

 

"Sana da çok kızacak."

 

"Bir şey olmaz." Dedim hızlıca geri çekilip. Derin bir nefes aldıktan sonra ben de büyük kapıdan çıktım dışarı. Küçük ama hızlı adımlarla konağa doğru yönelmiştim ki onun sesiyle durmak zorunda kaldım.

 

"Arabaya."

 

Sanırım itiraz etme hakkım yoktu. Hem neye itiraz edecektim zaten. Biz bu konuda eninde sonunda tartışacaktık. Kaçınılmaz sondu bu.

 

Battı balık yan gider hesabı itiraz edemeden pıtı pıtı yürüdüm ilerideki siyah Range Rover'a doğru. Kendi beni beklemeden binmiş, arabayı çalıştırmıştı bile. Oysa hep benim binmemi bekler takamadığım emniyet kemerini takardı. Bana sinirli olduğunu buradan çok iyi anlayabilirdiniz yani.

 

Hiçbir şey demeden arabaya binerken ciğerlerime buram buram bir koku doluyordu. Kan, vahşeeeet! Endişe! Tehlike!

 

Derin bir nefes alırken yutkunmaya da çalıştım. Zira aşırı gergin bir ortamdı. Aşırı aşırı hem de.

 

"Kemerini tak." Dedi arabayı hareket ettirmeden. Bana bakmıyordu. Normalde olsa 'milyonluk arabanın dandik kemeri' diye söze girip söylenebildiğim kadar söylenirdim ama bu sefer dediğini ikiletmeden kemeri çekmeye çalıştım. Çektim, zorladım, uğraştım. Takamadım. O sabırsız bir soluk alınca da panikle uğraştım da uğraştım.

 

Ağlayasım geliyordu. Böyle hüngür şakır ağlayasım geliyordu.

 

"Yapamıyorum..." diye cılızca mırıldandım. Beş yaşındaki bir çocuğun çaresizliği vardı üzerimde. Daha sesli bir soluk alırken bana doğru üzerimden uzandı ve kemeri böyle sertçe çekti. Sonra da tokasını 'tak' diye taktı. Her hareketinde ben korkuyla irkilirken put kesilmiştim.

 

Tek bir kelime etmeden konağın avlusundan çıktı ve yokuşu hızla indi. Yine tek kelime etmeden yola doğruldu. Arabanın içindeki tek ses benim kalbimin gümbürtüsü ve onun derin soluklarıydı. Ve bu durum fazla rahatsız ediciydi.

 

Yaşadığım gerginlik damarlarımda oluk oluk akarken bakışlarımı ona asla kaldıramıyordum da. Aslında ben ki bu durumda asla bu çekinceyi yaşamazdım ama nedense o gün kendimi olabildiğince suçlu hissediyordum.

 

Yol aktı, sessizlik çığ olup büyüdü. Konuşup bir şey dese, mesela o yüzünü çenesini sıkmasa, kaşlarını çatmasa, direksiyonu tutan parmakları boğum boğum beyazlamasa daha iyi olacaktı. Ama o susup, bana söylenmeden, dır dır etmeden gergin olan beni daha da germeyi seçiyordu.

 

Öyle olsundu.

 

"Baran..." diye mırıldandım artık daha fazla dayanamadığımda. Çünkü bu içinde olduğumuz karanlık sessizlikten daha sinir bozucu bir şey yoktu.

 

Ama cevap vermedi. Cevap vermeyi geç tepki dahi vermedi.

 

"Baran..." dedim tekrar şansımı denemek için. Eğer 'Ne' diye çemkirse ona da razı olacak hale gelmiştim çünkü. Ama o yine cevap vermedi. Susuyordu. Hem de fazla rahatsız edecek bir biçimde.

 

"Baran ya..." diye mırıldandım artık daha fazla dayanamayınca. "Valla bir şey de. Susma böyle. Kız, bağır, çağır ama susma. Bir tepki bile vermiyorsun." Benim bu volümü düşük sitemime de tepki vermedi.

 

Sustu.

 

"Baran..." dedim ona doğru dönüp. Ama ifadesiz suratında tek bir mimik dahi oynamadı. Tamam kendince haklı olabilirdi ama küsmek neydi ya? Kaç yaşındaydı ki de küsüyordu bana?

 

"...Küsüyorsun yani?" dedim dudaklarımı beş yaşındaki bir çocuğun sarkıttığı gibi. "Ciddi ciddi küsüyorsun? Bir şey de, kız, söylen ama küsmek ne ya? Tamam bana kızmakta haklısın bir şey diyor muyum ben? Demiyorum. Diyemem de zaten ama sen niye küsüyorsun ki? Ben küssem hoş olur mu?" uzanıp kolunu dürttüm ama yine tepki vermedi. "Hişşş." Dedim bir tepki versin diye. "Baran ya." Önüme dönüp kollarımı göğsümde bağladım. "Tamam küs. Ben de küsüyorum. Küselim böyle. Nereye kadar küseceğiz bakalım?" Ben de onun gibi gözümü yoldan çekmiyordum. O küsüyorsa ben de küsüyordum hadi bakalım.

 

Ama içim içimi yiyordu tabi. Orası ayrı. "Küs kalmak çok günahmış..." diye mırıldandım bir dakika sonra. "Ya çok günahmış. Kabe'yi yıkmaya eşmiş biliyor musun? Gerçi bilsen de sen umursamazsın ama." Çaktırmadan bir tepki veriyor mu diye baktım ama tık yoktu. "Bir de karına küsüyorsun. İyi. Öyle olsun." Kafamı daha da sağa çevirip bakmamaya çalıştım ona. Çiftlik yolundaydık. Hiçbir şey demeden gidiyorduk.

 

"Hem ayrıca Seyhan ve Gür-" diye söze girmiştim ki araba durdu. Çiftlik evinin biraz gerisinde, taşlı yolun oradaydık. Beni beklemeden de kendi tarafını açtı ve indi. "İniyor muyuz? Beklesene." Elimi emniyet kemerinin tokasına atıp zorlana zorlana açmaya çalıştım. "Ya açamıyorum!" diye bağırdım beni duyması için ama o yavaş yavaş eve doğru yürümeye başlamıştı bile. "Hay senin gibi kemeri alsınlar dağa kaldırsınlar inşallah..." diye homurdanırken zorla açtım ve indim arabadan. "Milyonluk araba olacak bir de. Pabucumun milyonluğu..." Hızlı adımlarla ona yetişmeye çalıştım bir yandan.

 

İçeri o önden ben de hemen peşinden girmiştim ama o bana bakmadan, hiçbir şey de demeden üst kata yöneldi. Kulağında da telefon vardı ve basamakları adımlarken 'Salim' dediğini duydum. Peşinden gidecek oldum ama en son vazgeçip kendimi yanmayan şöminenin karşısındaki kahverengi koltuğa bıraktım.

 

Soluklanmam gerekmişti. Kafamı koltukta geri yaslarken gözlerimi kapattım ve derin bir nefes daha aldım. Olan biten her şeyi sırayla düşünüp tartmam gerekiyordu. Vay anasını biz ne yaşamıştık sayın seyirciler...

 

Bu daha ne ki diye mırıldandı içimdeki ses.

 

Tarafsızca bakarsam Baran da haklıydı kendince. Kardeşinin sevgilisi olduğunu öğrenmesi pek de normal karşılayabileceği bir şey değildi elbette. Hangi abi olsa kızardı ama o kızmaktan daha çok kırılmış gibiydi. Peki bana kızmasında hakkı var mıydı? Sanırım biraz. Çünkü bu sırrın küçük üyesi olmamı pek beklemiyordu. Arkasından iş çevirmeme kızmış hatta gönül koymuş gibiydi.

 

Peki sonrasında ne olacaktı? Küsecek miydik biz uzunca süre?

 

"Offf..." diye ağız dolusu oflarken ellerimle saçlarımın diplerini çekiştirdim. Ayağa kalktım ve salonun bir başından bir başına adımlamaya başladım. Kaç kere gidip geldim bilmiyorum ama dakikalarca ne Baran aşağı indi ne de yukarıdan sesi duyuldu.

 

Mutfağa gittim üç bardak su içtim, mutfakta da en az on tur dolandım ama ne gerginliğimi ne de sıkıntımı atabildim. Zaten o kadar dakikada da Baran yine gelmedi. Belki de yukarıda uyumuştu bile.

 

En son dayanamadığımda derin bir nefes alıp üst katın merdivenlerini tırmanmaya başladım. Eğer kavga edeceksek etmeli, bağıracaksak bağırmalı ne var ne yoksa dökmeliydik karşılıklı. Böyle susmak, küsmek hiç iyi hissettirmiyordu bana.

 

Ağır aksak en üst kata çıktığımda odanın kapısını açmadan soluklandım ve 'ne olacaksa olsun hadi kızım' diye kendimi gazlayıp kapıyı belli belirsiz tıklattım. Ama içeriden ses gelmedi. Sonra deminkinden biraz daha hızlı vurup kulağımı kapıya dayadım. Ama yine tek bir ses duyamadım. En sonunda dayanamayıp çalmadan yavaşça açtım.

 

Büyük cam duvarın önünde dışarıya bakıyordu. Sırtı bana dönüktü ve ben açınca dahi kımıldamadı. Odanın içinde ışık yanmıyordu ama oda dışarıdan gelen ışıklarla loş bir biçimde aydınlanıyordu.

 

"Gelebilir miyim?" diye mırıldanırken sadece kafamı uzatmıştım içeri. Ama cevap vermemesi beni ikilemde bırakmıştı. Gerçi 'gelme' dese de o odaya girecektim ya neyse. "Geliyorum bak." Dedim uyarır gibi. İçeri bir adım atıp kapıyı yavaşça kapattım. "Geldim." Ama kıpırdamadı elleri cebinde dışarı bakmaya devam etti. "Benim küslüğüm bitti de seninki bitti mi diye sormaya geldim." Dedim odanın ortasına doğru yavaş yavaş yürürken. "Anlaşılan bitmemiş seninki. İyi sen bilirsin." Dedim tam odanın ortasında durup. "Sonra neden küstüm dersin. İyi küs. Koca adamsın küs. Küs valla. Bedava zaten küsmek küs."

 

"Sana küs müyüm sanıyorsun Elif?" dedi dakikalar sonra ilk defa. Başını hafifçe omzunun üzerinde bana doğru çevirmişti.

 

"Değil misin?" dedim sesimdeki kontrol edemediğim sevinçle. Ama toparladım hemen. "Konuşmuyorsun ama. Küstün sandım."

 

"Ben sana küsmem. Ben sana nasıl küserim ki zaten?" bedenini iyice benden tarafa döndürürken yumuşak bakışları beni buldu.

 

"Ama dakikalardır konuşmuyorsun. Bir şey diyorum cevap vermiyorsun. Dürtüyorum tepki bile vermiyorsun. Küsmek değil mi bu?" Kafamı hafifçe yana yatırdım.

 

"Değil. Sadece o garajda duyduklarımı, gördüklerimi sindirmeye çalışıyordum hepsi bu." Bana doğru iki adım attığında aramızdaki mesafeyi kapattı.

 

"Tamam anlıyorum ama onlar genç. Korkmuşlar. Seyhan'ı biliyorsun zaten. Keza Gürsel'i de. Yanlış bir şey yapmıyorlardı. Onlara kızmakta haklısın evet ama-"

 

"Ben sana kızgınım." Buz gibi sesi çarptı yüzüme. Bakışlarımı ona kaldırırken hafifçe çattığı kaşlarının altındaki koyu kahvelerini gördüm.

 

"Bana mı?"

 

"Evet sana. Ne kadar zamandır biliyordun sen bu durumu?" Hafifçe yutkunmak zorunda kaldım. Dudağımın iç tarafını kemirirken ne diyeceğimi nasıl söze gireceğimi de bilemedim. "Epeydir biliyorsun bence..." diye mırıldandı. Kısılan bakışları sanki kafamın içini görmek ister gibiydi.

 

"Ben..." dedim cılız bir biçimde. "Şey..." Bir adım geri attım ama o da bir adım atıp aramızdaki mesafeyi korudu. "Yani şimdi. Şöyle. Çok olmadı. Yeni sayılır."

 

"Ne kadar yeni?"

 

"İşte gün...ler...İşte böyle birkaç gün." Kekelemeye de başlamıştım. Hadi hayırlısı.

 

"Elif..." dedi yumuşacık bir biçimde. Ama aldığı soluk pek yumuşak değildi. "Eksiksiz anlat şunu."

 

"Anlatayım mı? İlla yani anlatayım?" Sanki anlatma dese arkama bakmadan kaçacak gibi bir haldeydim. Geri doğru bir adım attım ama o yine mesafeyi korudu. Kafasını 'anlat' der gibi de salladı. "Tamam anlatayım madem ısrar ettin. İşte şey günden beri biliyordum." Hafifçe yutkundum. "Mını mını gün."

 

"Ne?" kaşları biraz daha çatıldı.

 

"Dedim ya mını mını günden beri." Ağzımın içinde geveliyordum kelimeleri.

 

"Elif. Mırıldanma."

 

"Ay iyi be. Sen Seyhan'ı bahçede sıkıştırdığın gün vardı ya." Gözleri biraz daha kısıldı. "Ya işte bahçede görünce 'ne işin var' diye şey etmiştin." Susup yutkundum.

 

"Eee?" dedi sabırsızca devam etmem için.

 

"Eesi o gün öğrendim işte."

 

"Yani o günden beri yardım ediyorsun onlara. Aylardır?" Gözlerim iri iri açılırken kafamı iki yana salladım.

 

"Yardım demeyelim. Biliyorum sadece." Diye düzelttim.

 

"Yalan söyleme Elif. Düzgünce anlat."

 

"Tamam biliyordum. Sakladım. Ama Seyhan kendi söylemezse ben sana nasıl söyleyebilirdim ki. Sırdı yani aramızda." Derin bir nefes aldı ve sol gözünün altını kaşıdı ağır ağır.

 

"Dershaneden beraber dönmediniz." Diye mırıldandı kendi kendine. Gözlerini ağır ağır açıp kapattı. "Buluşmalarına da yardım ediyordun değil mi?" Acı bir tebessüm oturdu dudaklarına. "Sırf ondan 'Gürsel'i kovma' diye kavga etmiştin benimle. Tabi ya." Sanki kafasının içinde yapbozun parçalarını yerine oturtuyor gibiydi ve evet doğru yoldaydı. Hafifçe dudaklarımı dişlerken bir adım daha geri attım.

 

Eliyle sakallarını sıvazladı yavaş yavaş. Derin bir nefes aldı tekrar.

 

"Baran bak-"

 

"Dershane çıkışlarında buluşuyorlardı değil mi? Belki de seninle birlikte dışarı çıktığı her an? Doğru mu? Başka dışarı çıkmıyordu ki zaten."

 

"Hayır hayır." Diye hızlıca itiraz etti. "Her an değil."

 

"Ama seni bırakıp buluşuyorlardı? Değil mi?"

 

"Beş dakika. Beş dakikayı geçmiyordu." Dedim kısılan sesimle. Beş dakikayı geçtiği zamanlar elbette oluyordu ama şimdi bunu açık etmenin sırası değildi. Çünkü Baran kademe kademe sinirleniyordu.

 

"Beş dakika? Ha beş dakika olunca sorun yok öyle mi?" Geri doğru bir adım daha attığımda bacaklarım yatağa çarpmış ve ben dengemi kaybedip oturuvermiştim. "Beş dakikada olsa seni bir başına bırakıyorlar mıydı evet!"

 

"Abartıyorsun. Kötü bir şey yapmıyorlardı. Zaten konakta birbirlerinin suratına bakamıyorlar. Hem ne var onlar genç."

 

"Onlar genç öyle mi? Tüm savunman bu mu?"

 

"Abartıyorsun Baran." Dedim kafamı ona kaldırıp.

 

"Bu adam daha önce bu yüzden kovulmadı mı? Ben kovmadım mı bunu? Neden kovdum ben? Niye kovmuştum? Senin yanından bir saniye bile ayrılamaz çünkü!" Yatakta ellerini iki yanıma koyup eğildi bana doğru. Kahverengi gözleri öfkeyle parıldıyordu. "Biz bunu seninle daha önce konuşmadık mı? Bak seviyorlarmış sevmiyorlarmış zerre umurumda değil! Ben neye kızıyorum biliyor musun!" Kafasını biraz daha bana yaklaştırırken öfke kıvılcımlarını daha net görür oldum. 'Neye' der gibi kafamı salladım. "Seni tek başına bırakmasına!"

 

Öfkeyle solumaya devam etti. "ALLAH AŞKINA!" derken ilk kez yükseldi sesi. "BİZ BUNU DAHA ÖNCE KONUŞMADIK MI SENİNLE! SEN BENİM GÖZÜMÜN ÖNÜNDE NELER YAŞADIN YA! BENİM KOLLARIMIN ARASINA NASIL YIĞILDIN SEN! BEN O YOĞUN BAKIMIN ÖNÜNDE NELER YAŞADIM BİLİYOR MUSUN SEN! KALBİN DURDU SENİN BENİM GÖZÜMÜN ÖNÜNDE! BEN GÜNLERCE O KABUSU TEKRAR TEKRAR YAŞADIM ELİF! ŞİMDİ SEN SÖYLE!" Derin bir nefes aldı. "Sen söyle nasıl kızmayayım ben! Ben Gürsel'e canımı emanet ediyorum ya! Ben seni emanet ediyorum ona! Sırf aşıkmış ne sikimmiş diye..." derin bir nefes aldı.

 

Böyle çat çat çarptı sözleri yüzüme. Hiç acımadı gerçekleri söylerken.

 

"Baran..." diye mırıldandım.

 

"Ya ben saçının teline değen rüzgarın peşine düşüyorum! Tenine dokunan güneşin peşine düşüyorum! Ya ben aldığın nefesin peşine düşüyorum! Gözümden sakınıyorum! Dokunmaya, okşamaya kıyamıyorum seni! İçim gidiyor içim!" Kesik kesik bir nefes aldım.

 

Sinirle devam etti ama o da. "Ya ben senin canınla sınandım sınandım! Göz açıp kapayıncaya kadar oldu hem de bu! Sen benim içimdeki bu korkuyu bilmiyor musun ha! Ya nasıl buna göz yumarsın sen! Tamam sevsinler! Sevmesinler dedim mi! Ama seni koruyacağı zaman korumak zorunda! Senin yanında olacağı zaman olmak zorunda! Sen istemesen de olmak zorunda!" Gözlerim dolmuştu. Onun kızdığı nokta ne Seyhan ve Gürsel'in ilişkisiydi ne de benim bunu ondan saklamam. O tamamen farklı düşünüyordu. O tamamen beni düşünüyordu.

 

"... Ben şirkete gidiyorum saatler geçmiyor. Ne yaptı, nerede sürekli aklımdasın. Şirkete sığamıyorum şantiyeye gidiyorum orada da aynı! Ha diyorum ki Allah'tan Gürsel var da her adımına eşlik ediyor ama olayın aslına bak! Adam seni bırakıp Seyhan hanımla buluşma derdine düşüyor! Ya ben ne-" Dayanamadım da daha fazla. Çünkü yükselebildiği kadar yükselmişti. O kadar öfkeliydi ki boynundaki her damar yeşil yeşil oluvermişti. Uzanıp burnunun tam ucuna küçük belli belirsiz bir öpücük bıraktım ve geri çekildim. Kelimeler ağzında tıkılıp kalıvermişti.

 

Çatık kaşlarının altındaki bakışlarıyla burnunun ucuna bakmaya çalıştı. Sonra da sağına soluna bakındı. Sonra yumuşayan kaşlarının altındaki bakışlarını bana çevirdi. Kesik bir nefes aldı.

 

"Elif..." dedi bıkkınca. İşte bulmuştuk sakinleşeceği noktayı. Yağmurda ıslanmış yavru köpek misali bakışlarımı kırpıştırırken uzanıp yanağına dokundum.

 

"Baran... Sevgilim..."

 

"Öfkemi atamadım daha." Diye mırıldandı. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. "Öfkemi atamadım ki ben. Biz niye kavga etmiyoruz ki? Sen niye çemkirmiyorsun ki şu an 'ne yapıyorsun sen' diye? Neden? Desene mesela 'niye karışıyorsun' diye. Niye demiyorsun?"

 

"Baran..." dedim böyle yumuşak yumuşak, huyuna gider gibi. Parmaklarımı yanağında dolaştırdım hafifçe. Daha fazla sinirlenmenin hiç alemi yoktu elbette.

 

"Elif Elif Elif..." diye mırıldanırken gözlerini açtı. Burnunun ucunu yanağındaki elime sürttü ama sonra hızla elimi tutup beni yatağa yatırdı. Beklemediğimden ve ani bir şekilde bunu yaptığından gözlerim şaşkınlıkla açılıvermişti. Ama o diğer elimi de kendi elinin altında birleştirip hareketsiz bıraktı beni. Alnını hafifçe alnıma yaslarken üzerime daha çok geldi. "Ah şu hırçın hallerin..." Benim yaptığım gibi burnumun üzerine küçük bir öpücük bıraktı. Ama ben onun kadar sakin kalamadım tabi. Vücuduma bir elektrik dalgası yayıldı ki sormayın gitsin. "Ah şu hallerin..." Burnunu sol yanağıma sürterken gözlerimi kapatıp vücuduma yayılan dalganın geçmesini temenni ettim ama geçmek ne haddine arttı artabildiği kadar.

 

"Baran..." dedim soluklanır gibi.

 

"Ödüm kopuyor konu sen olunca." Fısıltıya dönmüştü sesi. "Korkuyorum..."

 

"Biliyorum..." diye mırıldandım.

 

"Hayır bilmiyorsun." Diye itiraz ederken burnunu dudaklarıma sürttü. "Bir tek saç telin koptuğunda bile canım yanıyor benim. Ömrümden ömür gidiyor. Konu sen olunca hiçbir şeyi görmüyor gözüm. O yüzden kızıyorum sana. Ben bu kadar korkarken senin bunu hiçe sayışına." Dudaklarını belli belirsiz dudaklarıma sürttü. Belimden aşağı soğuk soğuk damlalar kayarken sanki hiç nefes almamışım gibi nefes almaya çalıştım. Ciğerlerim tümden onun kokusunu solumuştu içine.

 

"Tamam hata ettim..." diye mırıldanırken bacaklarımı yukarı çekmeye çalıştım ama o kendi bacaklarıyla buna engel olmuştu. Kıvranmak istemiyordum. "Ama bir şey olmadı bak..." dedim sevimli sevimli gülümsemeye çalışıp.

 

"İhtimallere bağlayamayız içinde olduğumuz durumu. Ve bunu senden saklamayacağım tehlike hâlâ var. Sana, bize bunu yapanlar daha bulunmadı." Dudakları yanağımdan kulağıma doğru belli belirsiz bir yol çizdi.

 

Yutkunmak zorunda kaldım.

 

"Ama senin bu inatçılığın..." diye sürdürdü sözlerini. "Kendi canını hiçe sayışın..." Kulak mememe temas eden dudaklarıyla daha da ürperirken ellerimi bileklerimi çekmeye çalıştım ama sıkı sıkı tutan eli izin vermedi.

 

"Ben..." dedim içimdeki o garip hissi baskılamaya çalışırken. "Seyhan'ı düşündüm sadece."

 

"Konu sensen kimseyi düşünme..." Dudakları kulağımın altına temas edince ürpertiyle mırıldanmaya çalıştım.

 

"Ama kötü bir şey yapmadılar." Dedim fısıltıyla. "Yapmadılar ki..." diye tekrar mırıldandım. Hem aklımı hem de kelimelerimi toparlayamıyordum.

(🔥)

"Yaptılar..." diye fısıldarken dili kulağımın altından boynuma doğru ince bir yol çizmeye başladı. İşte orada aklım, ruhum ne varsa darmaduman oldu. Almaya çalıştığım nefesim bile sıkıştı içimde.

 

Ama adaletli değildi bu. Resmen işkenceydi. Hiç etik değil hojaaaammm!

 

"Baran..." diye kıvrandığımda dudaklarındaki tebessümü hissettim boynumda.

 

"Ben senin üzerine konacak..." Dudaklarının baskısı arttı boynumda. "... Toz zerresini bile hesaplarken..." Kafamı geri atarken dudaklarımı dişlemeye başladım. "Sen kendi canını hiçe sayıp..." Dudaklarının baskısı daha çok arttı. Allah'ım içimden bir şeyler kayıp gidiyordu. "Buna göz yumuyorsun." Dudakları boynumu talan ederken derin derin solumak istedim lakin mümkün değildi.

 

"Baran..." diyebildim sadece. Tek diyebildiğimde buydu. "Onlara ne yapacaksın..." diye zar zor mırıldandım. Eğer biraz daha üzerimdeki baskısı ve dudakları devam ederse her an küçük bir inilti kaçıverecekti ağzımdan. Konuyu dağıtmam lazımdı! Bizim konumuz bu değildi! Biz kavga ediyorduk en son!

 

Biz buraya nasıl geldiiiikkk!

 

"Yapınca görürsün." Diye mırıldanırken boynumdan çektiği dudaklarını çeneme doğru çıkardı. Bileklerimi tutan elleri daha da sıkılaşmıştı.

 

"Çok kızma onlara..." derken gözlerimi kapatıp gerilen bedenimi çekmek istedim ama nafileydi.

 

"Hâlâ daha onları düşünüyorsun ya. Ben sana ne diyeyim." Kendini üzerimde biraz daha yukarı çekerken sıcak nefesini üfledi yüzüme doğru. Kor kor yanan gözleri gözlerime kenetlendiğinde belli belirsiz bir gülümseme oldu dudaklarında.

 

"Bilemediler. İkisi de." Dedim fısıltıyla. "Ama bir daha olmaz."

 

"Bir kere yapan hep yapar. Ve yaptı da zaten." Bacağımın üzerindeki bacağı baskısını arttırdı. "O yüzden güvenemem."

 

"Ama..." diyecek oldum ama onun dudaklarıma dudaklarını sürtmesiyle kelimelerim tıkandı yine. Öpmüyordu ama yaptığı bir çeşit işkenceydi.

 

"Diyelim ki bu hatasını da görmezden geldim ama ya seni ne yapacağız?"

 

"Vallahi bir şey yapmam." Diye mırıldanmaya çalıştım. Boştaki eli boynuma düşen saçları aheste bir biçimde itelerken vücudumda karıncalanmalar baş göstermişti.

 

"Biliyorum ben seni. Kıyamazsın."

 

"Valla billa..." derken saçlarımı iteleyen parmakları boynumdan gerdanıma süzüldü. Yatağa bastırdığım başım kalkarken nefesimi tümden tutmuştum. Göğüslerimin arasına düşen kolyemin ucunu yavaşça çekip çıkarırken dokunduğu her noktamdan ateş püskürdü.

 

"Genç onlar dersin." Kolyemin zincirini çekiştirdi. Sonra da eğilip kolyemin ucunun düştüğü noktaya sıcak hatta kaynar sıcaklıktaki nefesini bıraktı.

 

"Demem..." dedim belim eş zamanlı olarak hafifçe havalanırken. "Valla demem."

 

"Demeyeceksin zaten." Boynumdaki elini çekip kazağımın üzerinden göbeğime doğru usulca yol çizdi. "Çünkü bundan sonra kimseye güvenmeyeceğim bu konuda."

 

"Na- nasıl..." derken karnımın üzerinde dolaşan eli pantolonumun düğmesine uzandı. İşte orada dağılmaktan daha fazla oldu aklım. Aman yarabbi aman! Çok tehlikeli sulardayız hojaaaam! Yapmayalım!

 

"Çünkü..." derken 'ü' harfini melodik bir biçimde uzattı.

 

Ve tok bir sesle pantolonumun düğmesini açtı.

 

"...Bundan sonra ben bizzat olaya el atacağım." Fermuarımı da işkence eder gibi yavaşça indirirken artık diyecek tek kelime bulamıyordum kendimde. Yavaştı. Olabildiğince yavaş. Sesi zihnimi zaten allak bullak etmişti bir de hareketleri... Allah'ım sana geliyorum! Yanıp tutuşmama son biiiir!

 

"Ba... Baran..." derken parmakları usulca pantolonumun içine doğru ilerledi.

 

"Ruşa bibi haklıymış..." diye mırıldandı. Durmuştu. Elinin varlığı tam iç çamaşırımın üzerindeydi ama durmuştu. "Gerçekten ateşin ta kendisisin sen." Bakışları tekrar benim bakışlarıma tırmandı. "Ah peri kızı..." Bileklerime yaslı olan elini çekip yüzünü avcunun içine aldı. "Peri kızım..." Ben de deminden beri elinin altında esir olan elimi onun ensesine doğru çıkardım. Parmaklarımla saçlarının dibini çekiştirdiğimde gözleri yavaşça kapandı. Dudakları seğirdi. "Her baktığımda..." dedi elini pantolonumdan çekerken sıkıca belimden kavradı. Beni yataktan bir hamleyle kaldırdığında artık kucağına oturuyordum. "Erimem boşuna değilmiş..." Dudakları dudaklarımı bulduğunda sert hem de epey sert diyebileceğim bir biçimde öpmeye başladı. Parmaklarım titremekten ensesinde zar zor dururken kendini bastırdı bana doğru. Kasıklarımdaki baskıyla içimdeki volkan patlamaya geçerken dudaklarını çekti dudaklarımdan. Ama daha fazla tutamamıştım deminden beri kendimi. Dudaklarımdan inlemeyle karışık küçük bir 'ah' kaçarken kafam geriye düştü.

 

"Ah peri kızı..." Dudakları boynumu tekrar buldu. "En büyük zaafım... En büyük korkum... En büyük heyecanım ve yaşama sebebim..." Dudaklarımı kendi dudakları arasına alırken öpebildiği kadar öptü. Bense hem bana uyguladığı baskıyla hem de dudaklarının bana yaşattığı felaketle omuzlarına tutunmaya çalışıyordum. Kollarında eriyip yığılıp gitmeme çok ama çok az kalmıştı.

 

Öptü, öptü ve daha çok öptü.

 

Sonra belimden yavaşça tutup geri yatağa bıraktı beni. Alnımdaki terleri silerken dudaklarını çekmedi dudaklarımdan.

 

"Ah peri kızı..." diye mırıldandı dudakları dudaklarımın üzerindeyken. "Sen insana..." eli tekrar ve yavaşça pantolonuma doğru ilerledi. "Aklını kaybettirirsin..." Parmaklarının iç çamaşırımın üzerindeki varlığıyla belim tekrar gerildi. "Sen insanı..." Uyguladığı küçük bakıyla dudaklarımdan yine küçük bir inleme kaçtı. "Yakar kül edersin..."

 

"Baran..." diye kıvranırken omuzlarına güçlü bir şekilde tutunmaya çalıştım. Uyarılabildiğim kadar uyarılmıştım parmaklarının hareketiyle. "Baran..." diyebildim güç bela soluklanır gibi. Zaman şimdi gerçekten hem de gerçekten durmuştu benim için.

 

"Seni bundan sonra bir dakika bile ayırmayacağım yanımdan."

 

"Abartma..." diye mırıldanırken omuzlarını daha çok sıkmaya çalıştım.

 

"Elif..." diye mırıldandı bomba etkisi yaratan bir sesle. "Ipıslaksın." Bakışlarını yarı açık bakışlarıma kaldırdığında dudaklarında bir gülümseme vardı.

 

"Kontrol edemiyorum maalesef..." demeye çalıştım.

 

"Etme zaten." Allah'ım kalbim! Kalbim elden gidiyooor! "Ne için geldik ne yapıyoruz..." diye fısıldadı. Vallahi ben bir şey yapmıyordum. Her şey onun başının altından çıkıyordu.

 

Boynumdan çeneme, çenemden dudaklarıma çıktığında deminkinden daha yumuşak öpmeye başlamıştı ama bu beni daha da delirtiyordu. Eriyip gitmeme son biiiir!

 

"Ah peri kızı..." diye mırıldanırken alev alev olan dudaklarını alnıma bastırdı. Sonra alnını alnıma dayarken derin derin soluklandı. "Sen var ya..." Hızlıca yutkundu. "İnsana aklını kaybettirirsin." Bedenimin her yerinde bir karıncalanma vardı. Karnımın alt kısımlarında kasılmalar. Alnıma tekrar dudaklarını bastırdı. "İşe bak." Dedi gülmeyle karışık bir sesle. "Ben kavga ederiz diye konaktan uzaklaştırdım seni geldiğimiz noktaya bak. Birden yanlış yola girdik."

 

"Ama yol nasıl güzel..." diye mırıldandım ben de.

 

"Bak sen..." dedi yanağımı okşarken. Öfke kıvılcımları da uçup gitmişti böylece. Bacaklarımı hareket ettirip içimdeki o garip hissi bastırmaya çalıştım. "Dur." Diye uyardı yavaşça.

 

"Ne oldu?"

 

"Kıpırdamasan iyi olacak. Bekle." Derin bir nefes daha alıp üzerimden yavaşça doğruldu. "Ben bir elimi yüzümü yıkayayım çıkalım." Kafamı salladım sadece. Yavaşça kalktım yattığım yerden. Dağılan saçlarımı iteledim geri doğru. "Seni konağa bırakayım."

 

Ayaklarımı yataktan sarkıtırken toplanan kazağımı düzelttim. "Sen nereye gideceksin?" ayağa kalkıp demin onun düğmemi ve fermuarımı kapattım titreyen parmaklarımla.

 

"Bir de şu sarı civcivi dinleyelim bakalım." Dedi sinirli bir tınıyla banyonun kapısını açıp. Kapatmadan önce tekrar seslendi. "Boynunu kapat."

 

🔥

 

Askıdan aldığım siyah boğazlı triko elbiseyle birlikte aynanın önüne yürüdüm. Saçımdaki havluyu bir elimle düzeltip üzerimdeki bornozu çıkardım ve dikkatle kenara koydum. Ben ki boyunlu kazaklardan, elbiselerden nefret ederdim. Çünkü boyunlu, boğazlı şeyler nefesimi keser beni daraltırdı.

 

Ama dün geceden sonra el mecbur kalmıştık işte. Çünkü boynumun tam görünen kısmında yok sayılamayacak büyüklükte bir morluk ve yer yer göğüslerime kadar uzanan kızarıklar vardı.

 

Derin bir nefes aldıktan sonra elbiseyi üzerime geçirip saçlarımdaki havluyu bir kenara attım. Yavaş yavaş tarayıp dikkatle kurutmaya başladım. Saçlarımı kuruttuktan sonra da makyaj masasına geçip alelade hafif bir makyaj yapıp saçlarımı da geri iteledim. Ama son dokunuşum olan parfümümü de sıktıktan sonra tam anlamıyla hazırdım.

 

Yerde duran beyaz spor ayakkabılarımı giyerken de göz ucuyla durup durup aynaya bakıyordum. Bugün ne hikmetse sabahtan beri kendime bakasım geliyordu aynalardan. Gözlerimdeki bu garip parıltı bu isteğimi arttırıyordu çünkü.

 

Ayağa kalkıp son kez aynadan kendime baktım ve üzerimi düzeltip odadan dışarı çıktım. Yemek saatiydi. Az önce Baran gelip seslenmişti ama banyoda olduğumdan 'geliyorum git'le onu geçiştirmiştim. Salona ilerlemeden önce mutfağa yürüdüm. Ruken gidecekleri tepsiye yerleştirirken Fatma abla da ekmekleri kesiyordu. Seyhan ise pencerenin önündeki divanda tırnaklarını kemiriyordu. Ben içeri girince gözleri korkuyla dönmüştü bana.

 

"Kolay gelsin." Dedim bakışlarımı Seyhan'dan çekmeden.

 

"Sağolasın Elif kızım."

 

"Var mı gidecek bir şey?"

 

"Yok yok." Dedi yanıma gelen Fatma abla. Anacan bir şekilde kolumu sıvazladı. "Bitti zaten işimiz. Ağam da iner şimdi yemeğe. Haydi geçin siz. Hadi Ruken dikkatli götür kızım tepsiyi." Elindeki ekmek tabağını alıp Ruken'le arkalı önlü çıktı mutfaktan. Ve onların çıkmalarını fırsat bilen Seyhan ok gibi fırladı yanıma.

 

"Yenge." Dedi endişe dolu sesiyle ellerimi kavrayıp. "Yenge."

 

"Seyhan." Dedim fısıltıyla. Etrafıma bakındım biri var mı diye.

 

"Gürsel'den haber alamıyorum."

 

"Nasıl?" dedim afallamayla.

 

"Abim nereye götürdü onu? Arıyorum arıyorum ulaşamıyorum. Bir şey dedi mi sana? Haberin var mı?"

 

"Ben bilmiyorum. Sabahtan beri dershanedeydim. Abin de bir şey demedi."

 

"Of ya." Diye sıkıntıyla mırıldandı. "Zaten çok öfkeliydi. Kesin bir şey yaptı."

 

"Seyhan." Dedim uyarır gibi. "Abin cani mi? Konuşmuştur sadece. Ne yapacak başka."

 

"Değil ama ne bileyim aklıma her şey geliyor. Siz ne yaptınız dün? Kavga ettiniz değil mi? Çok kızdı sana?"

 

"Yani konuştuk biz de." Elimle elbisemin boynunu çekiştirdim yukarı. Dün bana yaptıklarına pek konuşmak denir miydi bilmiyordum gerçi.

 

"Ne dedi sana? Çok öfkelendi değil mi sana da?"

 

"Sakladığım için evet. Ama konuştuk işte." Diye geçiştirmeye çalıştım. Konuşmak değildi. O konuşmuştu ben dinlemiştim. Böyle demek daha doğruydu. "Hadi geçelim içeri dikkat çekeceğiz."

 

"Korkuyorum abimden." Diye mırıldandı. Ama benim bakışlarımı da görünce daha da üsteleyemeyip peşimden geldi çekine çekine.

 

Herkes yemek masasına yerleşmiş ve en son ikimiz kalmıştık Seyhan'la. O hızlı adımlarla kendi yerine ilerlerken ben de Baran'ın oturduğu yerden çektiği sandalyeme, onun sağ tarafına yerleştim. Utangaç bakışlarımı ondan kaçırırken önüme döndüm ama Berfin'in üzerimde hissettiğim bakışlarıyla önümdeki tabaktan ona doğru kaldırdım başımı. Ve aramızdaki bu anlamsız bakışmayı ilk ben sonlandırıp önüme döndüm tekrar. Baran'ın bacağıma elini koymasıyla da gözlerimi yavaşça kapatıp oturduğum yerde dikleşmeye çalıştım. Boğazımı hafifçe temizlerken bu ona gönderdiğim küçük bir uyarıydı.

 

Bir sürü insanın olduğu bu masada yeri ve zamanı mıydı acaba!

 

Ama çekmedi elini. Hatta baş parmağıyla diz kapağımı da okşadı usul usul.

 

"Baran..." diye fısıltıyla uyarmaya çalıştım ama tek yaptığı dudaklarına yerleşen sinir bozucu gülümsemesiyle gülmek oldu. Hoşuna gidiyordu beni böyle zor durumda bırakmak. Yemin ediyorum iflah olmaz bir adamdı. İçinde de gizli bir sapık olduğuna yemin edebilirdim.

 

"Eee..." diye Hüseyin İzol söze girince elini çekti dizimden. Dudaklarımdan belli belirsiz bir 'oh' dökülürken herkes gibi ben de bakışlarımı ona çevirdim. "Maran ilgileniyor muymuş İstanbul'daki işlerle?" Sorusu direkt Baran'aydı.

 

"Evet dede." Dedi hiç tereddüt etmeden. Çok hızlı bir cevap olmuştu.

 

"Valla Baran oğlum şimdi işime karışıyorlar diyeceksin ama apar topar olmadı mı sence de?" Mervan eniştenin bakışları çevrilmişti ona. Sitemkardı biraz.

 

"Bu uzun zamandır konuştuğumuz, planladığımız bir durumdu. Maran kendisi oradaki işlerle ilgilenmek istiyordu. Kendi isteğiyle gitti yani."

 

"Öyle de biz gittikten sonra öğrendik ya." Diye devraldı sözü Rojbin hanım. "Ne bileyim hiç bahsetmedi bize böyle planları olduğundan. Çok ani oldu."

 

"Maran bunu kendi seçti." Dedi katı bir sesle. Ve evet yalan değildi. 'Maran bunu kendi seçmişti.'

 

"Vallahi ben ne olursa olsun sana da gönül koydum." Dedi bakışlarını önüne çeviren Rojbin hanım. "Tamam o biz kızarız diye demedi ama sen gel de bari bize 'hala bak Maran böyle böyle bir şey düşünüyor' diye. Biz de ona göre hazırlardık bu duruma kendimizi. Bir uyandık bizim oğlan yok. Sonra arıyor 'ben artık İstanbul'dayım'."

 

"Haklısın hala. Ama kendi bunu seçti ve bunun sonucu da buydu. Benim yapabileceğim de bir şey yoktu. Kaç yaşında adam sonuçta."

 

"Öyle tabi," diye mırıldanan Rojbin hanım tekrar önüne döndü.

 

"Peki," diye devraldı tekrar sözü Hüseyin İzol. "Şu Kemal Kirman mevzusu nedir?" Ağzımdaki lokma büyürken yutmakta zorlanmış derin bir nefes almak zorunda kalmıştım duyduğum isimle. "Kulağıma bir şeyler geldi. Nedir bu Berfin kızım?"

 

Ortaya kimseyi atmadan, kimseyi karıştırmadan direkt Berfin'e sormayı tercih etmişti Hüseyin İzol. Hem de bu kadar insanın arasında. Sorduğu soruyla ortam bir tık da gerilmişti. Aker bile elindeki kaşığını bırakıp bakışlarını dedesine çevirmişti.

 

"Baba aslında bak bu-" Rojbin hanım Berfin'in elini tutup konuşmasına engel olmak istedi ama Hüseyin İzol durdurdu onu. Babası böyle yapınca susup geri çekilmek zorunda kalmıştı Rojbin hanım.

 

"Dede şöyle ki kulağına ne geldi bilmiyorum ama direkt bana sorduğun için teşekkür ederim. Zaten ben de yemekten sonra seninle bu durumu konuşmayı düşünüyordum. Kemal bey..." Hafifçe boğazını temizlerken bakışları saniyeliğine bana değdi. "Biz bir süredir konuşuyorduk. Bir süredir birbirimizi tanımaya çalışıyoruz." Kafasını utangaçça önüne eğerken masada derin bir sessizlik oluşmuştu.

 

"Bak kızım. Anlıyorum gençsin. Yanlış karar almandan çekiniriz bilesin. Tamam Kemal beyi biliriz, işindeki iyiliğini biliriz ama evlilik başka. Biz Kemal beyi öyle tanımayız."

 

"Dede..." dedi belki de Berfin'de alışık olmadığım o mahsun tınıyla. Hafifçe yutkunurken zorlanır gibi bir hali vardı. "Ben kendi istemediğim bir evlilik yapmak istemiyorum. Rızamın olmadığı, sevemeyeceğim bir evlilik yapmak istemiyorum. Eğer bu akşam bu masada bunları açık açık konuşacaksak ben kararımı söylüyorum sana. Dışarıdan yalan yanlış bilgilerle canın sıkılsın istemiyorum. Direkt benden duy, beni bil istiyorum. Ben yani biz Kemal'le evlenmek istiyoruz. Tabi senin de rızan varsa."

 

Herkesin bakışları Berfin ve Hüseyin İzol arasında gidip gelirken çıt çıkarmamaya yeminleşmiş gibiydik. Benimse kalbim ağzımda atıyordu. Bakışlarım ise kalın kaşlarının altından mavi puslu bakışlarıyla Berfin'i izleyen Hüseyin İzol'daydı.

 

Derin bir nefes aldı yaşlı adam. "Tanıyıp etmeyiz Kemal beyi." İçine sinmiyor gibi bir hali vardı. bakışlarına bakılacak olursa onaylamıyordu.

 

"Dede biz çok ciddiyiz." Dedi çenesini kararlılıkla yukarı kaldıran Berfin. Belki de o an tüm önyargılarım toz olup uçmuştu çünkü içimdeki tüm şüpheler Berfin'in kararlı duruşuyla yıkılmak üzereydi. "O da zaten sizinle bu konuda konuşmak, size kendini tanıtmak istiyor."

 

Kaşları hafifçe kalktı Hüseyin İzol'un.

 

"...Hem..." diye sözlerini sürdüren Berfin'in bakışları bana çevrildi yavaşça. "Elif bize bu konuda kefil de olacaktır zaten. Değil mi Elif?" Masadaki tüm bakışlar bana çevrilirken ben kalakalmıştım öylece. "Kemal önceden komşunuzmuş, gelip gidiyormuşsunuz. Yakın arkadaş sayılırmışsınız. Burada onu en iyi tanıyan sen varsın. Öyle değil mi?" Onaylama bekler gibi de yüzündeki o yumuşak tebessümle bana döndü.

 

İşte o an kaynar sular döküldü başımdan aşağı.

 

 

 

🔥

 

 

 

B Ö L Ü M S O N U

 

Nasıl buldunuz bölümü?

 

Sizce bu kadar uzunluğa değen bir bölüm olmuş mu?

 

'Ay sen ni yaptın Şeydaaa' dediğinizi duyar gibiyim. Ben de sizi seviyor ve öpüyorum canlarım.

 

Sizce Berfin ve Kemal neyin peşinde?

 

Elif ne yapacak?

 

Baran??

 

Cihan ve Leyla cephesi peki?

 

Sizce yeni bölümde ne olacak?

 

Tahminler buraya

 

Ve unutmadan ilk kitap finaline son 'iki'

 

Beğenmeyi ve yorum yapmayın unutmayın canlarım.

 

Sizi seviyorum Allah'a emanet olun

Loading...
0%