Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Kör Kurşun

@seydnrgrsu

Şarkılar;

 

Simge-Prens ve Prenses

 

Kayahan-Odalarda Işıksızım

 

Cem Adrian- Kül

 

Cem Adrian-Derinlerde

 

"Yardım edin diyordu beni kolları arasında tutan ses. Kulağımdaki uğultuların arasında ulaşıyordu zihnime. Maran'ın sesi...

 

"Canım..." diyebildim kupkuru olan dudaklarımın arasından kelimeler çıksın diye uğraşırken. "Canım çok yanıyor..."

 

"Korkma Elif! Ben buradayım sakın korkma!" Canım yanıyor, her zerrem üşüyor, bedenim Maran'ın kolları arasında sarsılıyordu. Zihnim gerçeği ve hayali ayırt etmekte zorlandığı noktada bedenimden tüm güç çekilmiş, başım onun kollarında geri düşmüştü.

 

"Yardım edin kurşun yarası!" Canım yanıyordu. Vücudumda her bir zerremi titreten bir üşüme, her bir hücreme batan iğneler vardı.

 

Bileklerimden sızamayan hayatım bir kurşun yarasıyla son buluyordu.

 

🔥

 

B A R A N D. İ Z O L

 

"Elif İzol... Merhaba demek istemez misin karına?" Bakışlarım saniyenin onda biri kadar bir sürede karşıya çevrildi ve gördüklerimle dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

 

"Şimdi söyle Baran ağa. Hâlâ mı korkmuyorsun?" Pis bir gülüşün sesi giderken kulaklarıma bakışlarım onda ve onun tam boynuna yaslı silahta takılı kaldı. Korku dolu bakışları telaşla bana çevrilirken nefes bile alamıyor gibi bir hali vardı.

 

Peki onun burada ne işi vardı? Buraya nasıl gelmişti? Konaktan çıkma derken neyi anlamamıştı? Peki ben konaktan kimse çıkmasın diye talimat verdiğimde o nasıl olmuştu da çıkmıştı?

 

"Evet Baran ağa!" dedi tam karşımdaki adam. Mavi gözleri seçiliyordu kar maskesinden.

 

"SENİN ECDADINI SİKERİM LAN!" dedim ona doğru atılıp. Ama kollarımı tutan iki adam yüzünden gerisin geri düşmüştüm dizlerimin üzerine. "SENİ GEBERTİRİM OROSPU ÇOCUĞU!"

 

"Epey de sinirlisin ama olmaz böyle." Dalga geçiyordu. Dalga geçe geçe kollarını iki yana açtı ve pis kahkahası duyuldu tekrar.

 

"SENİ GEBERTİRİM PİÇ!" Tekrar atıldım ileri doğru. Var gücümle kollarımı asıldım onlardan ama yapamadım. Hatta kollarımı tutan eller omuzlarımdan bastırmıştı beni aşağı. "Bırakın lan!"

 

"Şimdi söyle Baran ağa." Dedi gerisin geri yürüyüp onların yanına ulaşırken. Elindeki silahın namlusunu onun sağ yanağına koydu. "Seninle anlaşabilecek miyiz yoksa..." Silahın ucunu usulca onun yanağından aşağı doğru indirmeye başladı "Yoksa başka yöntemler mi deneyelim?"

 

"SENİ DE EMİR ALDIĞIN O KÖPEKLERİ DE GEBERTECEĞİM BEKLE SEN! KOLAY ÖLMEYECEKSİNİZ AMA! ANDIM OLSUN HİÇBİRİNİZ KOLAY ÖLMEYECEKSİNİZ! SİZİ SİKE SİKE GEBERTECEĞİM! ÖLMEK İÇİN YALVARACAKSINIZ BANA!"

 

"Buraya senin bağırmalarını dinlemeye gelmedik ki biz. İşimiz gücümüz var. Söyle şimdi sen bu ihaleden vazgeçiyor musun geçmiyor musun? Ona göre bir yol izleyeceğim." Boştaki eliyle onun çenesini kavradı. Gözünden yaşlar daha da fazla boşalıverdi.

 

"Onu bırak!" dedim bedenimi tutan kolların altında.

 

"İhaleden vazgeçiyor musun geçmiyor musun?"

 

"SANA ONU BIRAK DEDİM!"

 

"Duyamadım Baran! İhaleden vazgeçecek misin yoksa burada hiç görmek istemediğin şeyler görmek ister misin!"

 

"Bak!" diye atıldım var gücümle. Dizlerimin üzerinde doğrulmayı becerebilmiştim ama bedenimi tutan kollar tekrar bastırmıştı beni. "Derdin benimle! Bırak kızı gitsin!"

 

"Anlaşmamız bu değil." dedi elinin tersiyle onun yüzünü okşayıp. O dokununca küçük ve acı bir çığlık koptu boğazından.

 

"Tamam!" dedim aceleyle tekrar ileri doğru atılıp. "Tamam! İhaleden vazgeçiyorum tamam!"

 

"Ciddi misin?" dedi başını omzunun üzerinden çevirip. Küçük de bir kahkaha attı hemen peşinden. "Ben bu kadar kolay ikna olacağını bilmiyordum." Kahkahası şiddetlendi. "Görüyor musun?" dedi geri ona doğru dönüp. "Kocan senin için milyonluk projeden vazgeçiyor."

 

"Tamam dedim ya! Bırak onu!"

 

"Düşündüm de..." dedi lafı uzatıp. Elini ondan çekmemişti. Diğer elindeki silahı hemen yanı başındaki adama uzattı. "Bu günü biraz uzatacağım. Buraya gelmeden önce aldığım emir seni gebertmekti ama biraz daha bekleyebiliriz öyle değil mi? Hepimizin biraz eğlenceye ihtiyacı var en nihayetinde. Ayrıca..." bir adım geri çekilip onu baştan aşağı süzdü.

 

"LAN!" Öfke tüm benliğimi ele geçirmiş hatta dışarı taşmaya başlamıştı. Taşan öfkemde boğuluyordu nefeslerim. Kolumun birini beni tutan adamdan kurtarırken var gücümle beni tutan bedenin birini kavrayıp omzumun üzerinden yere doğru savurdum. Seri bir şekilde ayağa kalkarken ileri doğru atıldım ama bedenime çarpan eller beni geri savurmuştu. Ardından peş peşe yüzüme yumrukları indi. "BIRAK LAN BIRAK!"

 

Kulaklarımı acı bir çığlık doldurdu o anda. "Bırak beni bırak!" diye çırpınmaya başlamıştı kolları arasında. "BIRAK!" Haykırışları ağlamalarına karışıyordu. Geldiğimizden beri tehditler savuran adam kollarını onun bedenine sarmıştı. "BIRAK!"

 

"SİKERİM LAN SENİ! ÇEK LAN ELİNİ ÇEK!"

 

"Bugün burada İzol soyundan bir parçayı kurutacağız! Sen!" dedi bir eliyle onu zapt etmeye çalışırken diğer eline aldığı silahı bana doğrultup. "Sen bugün burada geberip gideceksin! Sonra sıra tüm ailene gelecek! Bugünden sonra hiçbiriniz rahat yüzü görmeyeceksiniz!"

 

Bakışlarım ne silahta ne de o silahı bana tutan yüzü görünmeyen adamdaydı. Bakışlarım onun kolları arasında çırpınan kızdaydı.

 

"Onu bırak..." dedim inen sesimle. "Tamam ne istiyorsan yap bana ama onu bırak..." Öfkemi kontrol etmeye çabalıyordum bir yandan.

 

"Öyle mi?" dedi ama bu sefer sesindeki laubalilik yerini büyük bir ciddiyete bırakmıştı.

 

"Bırak." Ellerimi havaya kaldırmaya çalıştım. "Derdin benim. Bırak gitsin." O sırada etraftan bir el silah sesi duyulurken herkesin dikkati sesin geldiği yönü aramaya çevrildi. Silahın sesi gök gürültüsünün sesini bastırmıştı.

 

"BARAN GELDİM!" dedi uzun zamandır duymadığım gür ses. İlkkan'ın sesi. İlkkan'ın sesi ve havaya ateş açmasıyla kendini tutan adamın dikkati dağılmıştı. Beni tutan kolların da. Maskeli adamın kollarından hızla sıyrılıp benden tarafa attı kendini. Var gücüyle benden tarafa koştu.

 

Ama tam o sırada başka bir kurşun sesi daha duyuldu. Bir kurşun sesi galip geldi tüm seslerden. Kulakları sağır eden, zamanı durduran bir uğultu peydah oldu.

 

Bakışlarım karşımda bana doğru koşan bedendeydi. Bir adım daha atsa arkama geçecek, kendini o adamlardan koruyacaktı. İşte tam o sırada duyuldu o sesleri bastıran kurşun sesi. Karşımdaki bedenin adımları durdu bir anda. Halbuki bir adım atsa geçecekti arkama. Dudakları aralandı ve küçük bir 'ah' sesi çıkardı. Korku dolu bakışları bakışlarımdaydı. Sonra o korku dolu bakışları kendi bedeninde aşağı doğru kaydı.

 

Aramızda bir adımlık mesafe vardı. Parmakları kendinden habersiz tam karnının altını bulurken parmaklarının arasından kırmızı kanlar sızmaya başladı.

 

Vurulmuştu.

 

Zaman durmuş, etrafımızdaki sesler birer uğultu olup gitmişti. Bakışları tekrar bana çevrilirken dizleri artık onu daha fazla taşıyamadı ve kollarımın arasına yığılıverdi. Derin derin nefesler almaya çalıştı.

 

"Vuruldum..." dedi titreyen sesiyle. "Kanıyor..."

 

"Tamam... Bir şey olmayacak" diyebildim onu kollarımın arasında sıkıca tutmaya çalışıp. Benim de parmaklarıma bulaşmıştı kanı. Gözlerinden birer damla yaş süzüldü.

 

"Öleceğim..." dedi sıklaşan nefesleriyle.

 

"Ne dedim en başta sana! Ölmek yok!"

 

"Bu sefer kurtaramayacaksın..." Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Korkmuyordu, yüzünde korkuya dair tek bir iz bile yoktu. Peki bir insan ölümün bu denli kıyısına gelmişken bir an olsun korkmaz mıydı? Bir insan ölümü bu denli isteyebilir miydi?

 

"Bu sefer de kurtaracağım." dedim kararlılıkla. Bedenini kollarımın arasında sabitlerken dizlerimin üzerinde doğrulmaya, ayağa kalkmaya çabaladım. Amacım bedenimi benden biraz olsun uzaklaşmış olan o maskeli adamlardan geri atabilmekti. Ama dizlerimdeki güç kesilmiş gibiydi.

 

"Bırak..." dedi acı dolu bir inlemeyle. "Bırak..." Bakışları bayıklaşmıştı.

 

"Dayan. Çıkacağız buradan tamam mı?"

 

"Çıkamayacağız." Sesi bir fısıltı gibi çıkarken etraftan duyulan bağırış ve silah sesleri artmaya başladı. Gökyüzünden süzülen hırslı damlalar açık renk gömleğindeki kanı daha da yayarken etrafı kontrol etmeye çalıştım. Hızlı ve dikkatli olmak zorundaydım. Silah sesleri bağıran insan seslerini bastırırken ben buradan çıkmak, onu buradan çıkarmak zorundaydım.

 

"Kapatma gözlerini!" dedim onu kucağımda sarsıp. Nefesleri yavaşlamıştı. Yarasından yayılan kan tüm gömleğini boyamıştı. Kolları yere düşmüş başı öylece göğsüme yaslıydı.

 

"Uykum var..."

 

"Uyuma sakın!" Gök bir kere daha gürledi. Hırslı damlalar daha çok dövdü tenimi. Yağmur onun kanını daha çok yaydı bedenine ve kanın kokusu tüm hücrelerime yayıldı öylece.

 

Hayatımın en çaresiz anında, ikinci kez kollarımın arasında onu ölümün ellerinden çekmek için uğraşıyordum. İlkinde işim kolaydı ama bu sefer etrafımdaki silahlı adamların insafına kalmıştım.

 

"Baran!" dedi zihnimi uğuldatan gürültünün arasından bir ses. "Bana bak Baran!" Omzum sertçe sarsılmıştı hemen ardından.

 

"Vuruldu..." diyebildim bakışlarımı kollarımın arasında gittikçe ağırlaşan ve nefesleri yavaşlayan bedenden çekip beni sarsan sesin sahibine kaldırarak. Maran'dı.

 

"Elif! Elif ! Bana bak! Baran kendine gel!" Kollarımdaki ağırlık bir anda giderken ellerime bulaşan kana bakakaldım. "Elif dayan!" demişti Maran. Onu kollarımın arasından çekip kendi kolları arasına almış ve hızla koşmaya başlamıştı.

 

"Abi! Bana bak!" dedi odağıma giren Cihan. Olduğum yerde ellerimdeki kana öylece bakarken beni sarsmaya başlamıştı. "Abi bana bak! kendine gel abi bana bak!" Onun ne ara haberi olmuştu, ne ara gelmişti buraya?

 

"Bir şeyim yok." Derken güç bela yerden doğruldum ve hızlı adımlarla Maran'ın arkasından koştum.

 

"Hastaneye gitmemiz lazım Baran! Çok kan kaybetmiş!" Arabanın yanına gelmiştik. Arabanın arka kapısını açtım. Maran onu koltuğa bırakırken diğer tarafa dolaştı ve arabaya bindi. "Hadi Baran hadi!" kendinden geçmek üzere olan bedeni kucağına çekti. Arabanın önüne dolaşırken derin bir nefes aldım. Buraya nasıl hızlı geldiysem ondan daha hızlı olmak zorundaydım.

 

"İstemiyorum..." dedi cılız sesi. Altımdaki araç çoktan toprak yolu bitirip asfalta çıkmıştı bile.

 

"Elif dayan!" dedi Maran. "Yetiştireceğiz seni hastaneye dayan! Ben buradayım tamam mı! Sık dişini biraz! Baran hızlı ol!" dedi sonra bana doğru. "Daha hızlı sür şunu!"

 

"Tamam." Diyebildim sadece. Yapabildiğim bu ve sonuna kadar gaza basmak olmuştu.

 

Araç acı bir fren sıkıp hastanenin önünde durduğunda ben inene kadar Maran kapıyı açmıştı, yere indikten sonra onu tekrar kucağına aldı ve etrafına hiç bakmadan içeri fırladı.

 

"Yardım edin kurşun yarası! Yaralandı!" Feryadı tüm hastane salonunu doldururken bir kere daha bağırdı. "Doktor yok mu! Yardım edin!"

 

Ben öylece girişte kalırken Maran onu getirilen sedyeye yatırmıştı. Bir hemşire benim omzuma çarparak geçmiş, onların yanına ulaşmıştı. Bedenim sendeleyip gidivermişti. Hemen az ilerideki acil girişine alınmıştı başındaki kalabalıkla. Maran da girmişti içeri. Ben kapının eşiğinde öylece bakıyordum yapılanlara.

 

"Beyefendi kalabalık yapamazsınız burada." Diye uyardı o sırada bana çarpan hemşire. O öyle deyince bir adım geri atmak zorunda kaldım. Kapı yüzüme kapanmadan hemen önce de doktorun sesi ulaştı kulağıma.

 

"Merak etmeyin eşinizi kurtaracağız." Maran'a bakarak söylemişti.

 

Maran içeride ben ise dışarıda kalmıştım.

 

🔥

 

Zaman göreceli bir kavramdı. Yerine göre hızlı yerine göre yavaştı. Herkes için bir saat bir saat değildi. Ve herkes için beklemek aynı karşılığa gelemiyordu.

 

"Baran?" dedi koluma asılan sesin sahibi. İlkkan... Kardeşim bildiğim, küçük yaşta kurulan bağımızla aramıza dahil olan yegane dostum. "Geç otur şöyle." Kafamı hayır der gibi iki yana sallarken bakışlarımı ileri doğru çevirdim. Koridorun sonunda, insanlardan en uzak noktadaydım.

 

"Niye kimse bir şey demiyor! Neden herkes içeri koşuyor!" dedi İlkkan'ın gerisinde oturduğu yerde ayağa fırlayan kız. Leyla... "Ne oluyor niye kimse bir şey demiyor ya!" Yoğun bakımın kapısına doğru koşması Şilan'ın kendisini tutması yüzünden engellenmişti. "Elif'e bir şey mi oluyor! Kaç saattir niye kimse bir şey demiyor!"

 

Tam tamına on dört saat geçmişti. Üç saatten fazla ameliyat ve kalanı bekleyiş. 'Yirmi dört' saat demişti Ahmet. 'Önümüzdeki yirmi dört saat kritik' demişti. Ailemize ait olan hastanede tek kişilik bir yoğun bakıma alınmış koridorda yabancı kimse yoktu.

 

"Senin yüzünden oldu!" dedi olduğu yerden hışımla doğrulup bana doğru gelirken. "Senin yüzünden oldu!" ellerini sertçe göğsüme çaptı. "Elif senin yüzünden bu halde!"

 

"Yapma Leyla!" diye onu çekmeye çalıştı Şilan.

 

"Bırak!" kendini tutan Şilan'dan hışımla çekti kolunu ve tekrar vurdu göğsüme. "İçeride yatan kim biliyor musun! Benim kardeşim! Kim yüzünden orada!" Diyecek kelime bulamıyordum ona karşı. Hatta karşı da koyamıyordum. "Senin yüzünden! Ne için vuruldu Elif! Ne için! Ne yaptın ona!"

 

"Ben bir şey yapmadım..." diyebildim öylece.

 

"Öyle mi!" dedi ellerini bir kez daha göğsüme vurup. "Gömleğindeki bu kan neden oldu o zaman!" O deyince bakışlarım kırmızıya boyanan gömleğime çevrildi. Onun kanı...

 

"Leyla hanım-" diye İlkkan araya girecek oldu ama ona da engel oldu.

 

"Elif'in ne işi olur silahla, silahlı adamlarla ya! Neden vurulsun! Aklınız alıyor mu ya!" Gözünden kayan yaşlarla bana döndü. "Kim yüzünden orada benim kardeşim ya!"

 

"Leyla sakin ol lütfen!"

 

"Nasıl sakin olayım ben Şilan! Elif'ten bahsediyoruz Elif'ten! İkimizin kardeşi olan Elif'ten! Ne işi olur onun silahla! Kim ne ister ondan ya! Kim ne ister! Senin yüzünden olmadıysa kimin yüzünden oldu!" Salim araya girip onu engellemeye çalıştı ama elimle mani oldum ona.

 

"Bırak Salim."

 

"Benim kardeşim hak ediyor mu orada yatmayı! Allah aşkına mantığın alıyor mu Şilan! Elif'in kime ne zararı olur ya!"

 

"Kim yaptıysa bulacağız." dedi kararlılıkla Maran. "Elif iyi olacak. Ona bir şey olmayacak."

 

"Nasıl ya nasıl!"

 

"Leyla hanım sakin olun. Bir şey olmayacak Elif'e." Maran onu kollarından tutup oturtmak istedi ama mani oldu. Yaşlar kayan kızgın bakışları beni buldu.

 

"Zorla evlendirmişler seninle!" dedi nefretle bana doğru. Kelimeler ağzından kusar gibi çıkıyordu. "Amcası zorla evlendirmiş! Zorla! İstememiş! Hiç istememiş! Kendi çıkarları uğruna zorla evlendirmiş seninle!" Elini tekrar çarptı göğsüme.

 

"Yapma..." diyebildim sadece. "Ben bir şey yapmadım."

 

"Yapmadın öyle mi? Sen Elif'in neler yaşadığını biliyor musun?" Kafamı iki yana sallarken geri doğru bir adım attım. Salim hemen yanı başımda her şeye hazır bir şekilde bekliyordu. "Nefret ediyor senden! Haklıymış! Senden nefret etmekte haklıymış! Şimdi senin o projelerin yüzünden canıyla savaşıyor içeride! Senin kendi hesapların yüzünden benim kardeşim canıyla uğraşıyor! Bunun tek sorumlusu sensin!" Bana olan bakışlarında iğrenmiş bir ifade vardı.

 

"Abim bir şey yapmadı." diye araya girmek istedi Cihan. "Yanlış kişiyi suçluyorsun."

 

"Öyle mi!" dedi Cihan'a doğru sertçe. "Kim yüzünden vuruldu peki? Elif'e bir şey olursa bunun hesabını kim verecek peki!"

 

"Kim olduğu bulunacak." dedi Cihan.

 

"Bir şey olduktan sonra bulunsa ne olacak peki! Elif'e bir şey olursa ne olacak!"

 

"Yengeme bir şey olmayacak."

 

"Başlarım senin yengene! Elif sizin hiçbir şeyiniz değil! Zorla evlendirildiği, zorla verildiği ailenin hiçbir şeyi değil!"

 

"Abime haksızlık ediyorsun ama." Cihan onun tam önüne geçmeye çalıştı.

 

"Siz Elif'in yaşadığı haksızlıkları biliyor musunuz peki! Nerden bilebilirsiniz! Onun elinden alınan hayallerini, onun elinden alınan hayatını biliyor musunuz siz! Bilmiyorsunuz! Onun bu yaşına kadar yaşadıklarını biliyor musunuz siz! Ömründe kaç tane acı, kaç tane ölüm var biliyor musunuz! Bilmiyorsunuz! Elif'in bunca acıya rağmen hayalleri uğruna ayakta durduğunu biliyor musunuz, bilmiyorsunuz! O yüzden bana haksızlık ediyorsun diyemezsin! Elif'e en büyük haksızlığı asıl siz yapıyorsunuz! O hastaneye doktor olarak girmek istiyordu! Ama bak şimdi! Bakın bir! Hastalarıyla ilgileneceği yerde şimdi kendisi yatıyor! Onun elinden alındı bu hakkı! "

 

"Kendine gel." dedim ona doğru bir adım atıp. Diyecek, demek istediğim bir sürü şey vardı ama sadece sustum. Bir şey demeden attım hızlı adımlarımı yanından dışarı.

 

🔥

 

"Yapamam!" kafasını kazık yutmuş gibi geri dikerken bakışlarını benden kaçırmıştı. Sertçe kolunu kavramamla bakışları bana döndü şaşkınca.

 

"Aç şu kapıyı!"

 

"Açamam Baran! Neyini anlamıyorsun! A-ÇA-MAM!" Bastıra bastıra heceledi on dakikadır papağan gibi söylediği kelimeyi.

 

"Ne demek açamam lan!" Elim sertçe yakasına gitmişti. Kolumdaki dikişi açılan yara sızlamaya başlamıştı. "Doktor değil misin sen! Aç şu siktiğimin kapısını."

 

"Senin anlaman mı kıt kardeşim? Açamam dediysem açamam. Başhekimin kesin talimatı var. Bu odaya özel ekipten başka kimsenin girmesi yasak. Kovduracak mısın lan sen beni hastaneden!"

 

"Hastane benim değil mi lan!" dedim yakasını daha da silkeleyip. "Kimin hastanesinden kimi kovuyorlar! Ama oyalanma artık aç şu siktiğimin kapısını!"

 

"Ben var ya senin inadına sokayım Baran! Ben var ya seni benim başıma davul ettikleri güne sokayım." Yakasını ellerimden kurtarırken geri döndü. Hemşire odasının önünde saat gece üç buçuğa gelirken koridorda sadece ikimiz vardık.

 

"Hadi!" dedim aceleci bir şekilde.

 

"Sana da sokayım!" derken sinirle hemşire odasının kapısını açtı ve etrafını kolaçan edip içeri girdi. Askıdaki önlüklerden birinin cebine elini daldırdı ve aldığı kartla bana doğru geldi. "Al!" dedi sertçe. Elindeki kartı göğsüme çarpmıştı. "Beş dakika ama! Duydun mu! Beş!" Parmaklarıyla 'beş' yaptı gözümün önüne doğru.

 

"Tamam beş." Dedim aldığım kartla koridorun sonundaki odaya doğru ilerlerken. Ama kolumu kavramasıyla durmak zorunda kaldım.

 

"Eğer beş dakikayı bir saniye bile geçerse güvenliği ben ararım."

 

"Sen de evdekileri idare et." Dedim omzuna hafifçe vurup. "Kimse bir şeyden şüphelenmesin."

 

Elimdeki kartla koridorun sonundaki odaya geldim. Ahmet arkamdan tekrar seslenmişti , "Giyinmeyi unutma" diye.

 

Dediğini yaptım. masanın üzerinde duran önlüğü giydim, maskeyi taktım ve boneyi de kafama geçirdim. İçeri açılan odaya girmeden camdaki yansımamla göz göze geldim. 'Niye buradasın' diye sordu o sırada içimden bir ses. Ama cevabım yoktu. Niye burada olduğumu bilmiyordum ama saat gece üç buçuğa gelirken kendimi Ahmet'in yanında yoğun bakım odasının kapısını açmasını isterken bulmuştum.

 

Korkmuyordum, korkuya dair en ufak bir şey hissetmiyordum. Korktuğum için burada değildim ama içime dolan tarifsiz suçluluk duygusunun beni buraya getirdiğini de baskılamaya çalışıyordum.

 

Ve Leyla haklıydı... Bunun tek sorumlusu bendim.

 

O böyle dediğinde on üç saatten fazla üzerimde kalan kurumuş kanlı gömlek o kadar ağır gelmişti ki. Değiştirsem de, kaynar suyla duş alsam da vücuduma sinen kan kokusunu geçirememiştim bir türlü. Ellerimi o kadar çok yıkamıştım ki.

 

İçeri adım attığımda kulağıma ilk başta rahatsız eden, kafamı uğuldatan bir ses doldu.

 

Dıt... Dıt... Dıt...

 

Yavaş ve aynı ritimde atan. Her ritimden sonra yaklaşık beş saniye geçiyordu. Açılan kapının eşiğinde dururken bakışlarım bir sürü kablonun takılı olduğu bedene çevrildi. İleri adım atmak istedim ama yapamadım. Geri adım atmak istedim ama onu da yapamadım. Öylece dikildim eşikte. Beş dakika demişti Ahmet ama sanırım ben beş dakikanın hepsini burada böyle dikilerek geçirecektim.

 

Derin bir nefes aldım ileri doğru attım adımlarımı. Bakışlarım beyaz çizgilerin aktığı büyük monitöre çevrildi. Sonra kafamı o monitörden çıkan kabloların altında yatan bedene çevrildi. Ölü gibiydi. Eğer monitörden kalbinin attığını belirten ses duyulmasa öldü sanabilirdim. Ölümü böylesine çok isteyen birinin ölümle savaşması garipti.

 

'Ömrüne kaç tane ölüm sığdırdı o' diye haykırmıştı Leyla. Ömrüne ölüm sığdıran biri ölümle yaşam arasında direniyordu. İlkinde bileklerinden çıkacak kanla kendi vazgeçmişti hayatından. Şimdi ise burada benim yüzümden yatıyordu.

 

"Kurtaramazsın diyordun..." dedim maskenin altından boğuk çıkan sesimle. Ayaklarımın ucuna bakıyordum. Ama karşımdan duyulan tek şey kalbinin ritmiydi. "Bilmiyorum kurtardım mı ama çabaladım..." Bakışlarımı ağır ağır yüzüne kaldırdım. "Bu benim meselem o yüzden sen ölmemelisin. Benden istediğin kadar nefret et ama benim savaşımda kaybeden sen olma. Oradan kalkmalısın ki ikimizde kendi yolarımıza yürüyebilelim."

 

Bakışlarım sol bileğindeki belli belirsiz kesik izine kaydı. Parmağımla hafifçe o ize dokundum. Kendini öldürmeye çalıştığı iz... Sonra bakışlarım monitöre çevrildi. Beş saniyede bir atan ritimlerde bir bozukluk vardı. Monitördeki çizgilerde de garip bir hareketlilik. Sonra elimdeki hafif baskıyı hissettim. Hareket eden parmakları parmaklarıma dokunmuştu.

 

"Baran?" dedi geriden Ahmet'in sesi. Hızla girmişti odaya. Peşinde iki hemşire vardı. Beni omzumdan hızla geri çekerken eliyle monitörü kavradı.

 

"Nabız düşüyor!" demişti diğer tarafa dolanan hemşire. Ahmet onun üzerine doğru eğilip gözlerini açmaya çalışmıştı.

 

"Baran çık dışarı!" dedi Ahmet omzunun üzerinden bana dönüp. Ama kıpırdayamıyordum. "Arif hocaya haber verin çabuk!"

 

"Nabız alamıyorum Ahmet hocam!" demişti kulağındaki stetoskopla öbür hemşire. "Kalbi durdu!"

 

"Hayır Elif! Kendine gel!" derken kalp masajına başlamıştı Ahmet. "Baran çık dışarı!" dedi aynı zamanda bana. Bakışlarım Ahmet her bastırdığında sarsılan bedende takılı kalmıştı. Monitörden tek düze bir ses duyulurken demin aşağı yukarı inip çıkan çizgiler şimdi tek bir şerit halinde akmaya başladı.

 

"Hadi Elif hadi!"

 

"BARAN ÇIK DIŞARI ÇIK! ÇIKARIN ŞUNU!"

 

İçeri bedenime çarparak girenler beni apar topar çıkarırken kapı yüzüme kapandı.

 

O kapının ardında, bedeni sonsuzluğa kavuşmuştu.

 

🔥

 

B Ö L Ü M S O N U

 

Sizce ne olacak bundan sonra?

 

Elif kurtulacak mı?

 

Baran ne yapacak?

 

beni buradan (seydnrgrsu) ,instagramdan ve Tiktoktan takip edip editlerere, duyurulara ulaşabilirsin.

 

beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın

 

sizi seviyorum Allah'a emanet olun

 

Loading...
0%