Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Misafir

@seydnrgrsu

MERHABA HOŞGELDİNİZ?


NASILSINIZ?


BENİ BURADAN(seydnrgrsu), İNSTAGRAMDAN VE TİKTOK'TAN TAKİP EDİP EDİTLERE, DUYURULARA VE BÖLÜM ALINTILARINA ULAŞABİLİRSİN.


BEĞENMEYİ VE YORUM YAPMAYI, HER SATIRA UĞRAMAYI UNUTMAYIN.





🔥



'MİSAFİR'




🔥










"Yavaş ol!"


Şu an bu yaptığım doğru muydu, karışmalı mıydım bilmiyorum ama dayanamamıştım. Yanlış olan bir şeyde görmemiştim kendimce. Masum, kimseye zararı olmayan ve o yaştaki heyecanla normal sayılması gereken bir buluşmaydı hepsi bu.


"Sen karışma." dedi dişlerinin arasından. Bakışları göğsüne koyduğum elime kaymıştı. Sonra bakışlarını hızla çekip kardeşine çevirdi. "Seyhan ne işin vardı?" Fazla uzatmıyor muydu? En nihayetinde kendi evlerinin bahçesiydi. Ne olabilirdi?


"Bir şey yapmıyordu." dedim Seyhan'dan önce. Bakışları tekrar bana çevrilirken "Sana sormadım" dedi. "Seyhan gir içeri." dedim onun gibi dişlerimin arasından. Hatta boştaki elimle Seyhan'ı açık kapıdan içeri iteledim. Seyhan içeri doğru adımlayınca o da içeri girmeye yeltendi ama diğer elimi de göğsüne koyup girmesine mani oldum. Boyuna yetişebilmek içinse bir adım yukarı çıkmam gerekmişti.


"Çekil."


"Hayır."


"Sen karışma. Bahçede ne işi varmış öğreneceğim."


"Bir işi yoktu. Ben vardım yanında. Sohbet ediyorduk." Bakışları benim değil kardeşinin üzerindeydi. Bu benim dahil olmam gereken bir mesele değildi fakat çoktan dahil olmuş hatta üzerime almıştım bile sorumluluğun çoğunu.


"Seyhan ne işin vardı?" diye yineledi sorusunu benim verdiğim cevabı duymazdan gelip. Acaba sesim mi ona ulaşmamıştı yoksa kulağında bir sorun mu vardı?


"A-a-bi..."


"Dedim ya. Beraber sohbet ediyorduk." Israrımı ısrarla sürdürürken bakışları ağır ağır bana çevrildi. Kaşları biraz daha çatılmıştı.


"Sohbet?" dedi tekrar Seyhan'a doğru. Fazla irdeliyordu. En nihayetinde insanlar konuşa konuşa anlaşan varlıklar değiller miydi?


"Evet sohbet."


"Gecenin bu saatinde?"


"Niye saati mi var sohbet etmenin?" Onun yaptığı gibi çatmıştım ben de kaşlarımı.


"Bahçenin en kuytu yerinde?"


"Evet. Başka sorun yoksa." dedim ellerimi göğsünden çekip geri dönerken. Ama bileğimi aniden yakalaması ve kendine çekmesiyle atmaya çalıştığım adımım yarım kalmıştı.


"Sana sormadım."


"Öyle mi?" dedim diklenerek.


"Öyle. Sen üstüne düşmeyen şeylere karışma."


"Ben yeterince bir şeylere karıştım ama yine de sen bilirsin." Kaşları daha ne kadar çatılacaktı acaba? Bir şey demeye yeltendi ama çenesini sinirle sıkmayı tercih etti onun yerine.


"Seyhan!" dedi bana cevap vermek yerine.


"Seyhan gir içeri!" dedim acele bir şekilde. Hızlı hareket etmemden ötürü de dikişlerim inceden bir sızlamıştı ama belli etmemeye çalıştım. Seyhan geri geri adım atıp hızlıca döndü arkasını. Koşarak da mutfaktan salona doğru koştu. Koşarken de mutfak kapısından içeri giren Rojbin hanıma çarpmıştı. Ama oralı olmadı.


"Aa ne oluyor böyle! Bu ne hal!" dedi çarpmanın etkisiyle afallayan kadın. "Baran oğlum ne oluyor?" Bileğimi hızlıca bırakıp içeri adımladı. "Kız ne dedin de kızdırdın oğlanı!" Bu sefer de Rojbin hanım yakaladı kolumu. Onun ezelden beri kolumla alıp veremediği bir şey vardı bence. Çözecektim ben bunu. Bir şekilde çözecektim ama ne zaman!


"Bırakır mısınız?" dedim sakin kalmaya, sesimin sakin çıkmasına özen gösterip. Dikişlerimdeki sızı onun ani çekmesiyle daha da artarken midemde bulanma hissiyatı da oluşmuştu.


"Burnundan soluyor çocuk! Yine ne dedin kızdırdın! Ne yaptın! Gerçi bir şey yapmana gerek de yok senin!" Boştaki elim ağzıma giderken dikişlerimden yayılan sızının neden olduğu bulantıyı bastırmaya çalışıyordum. "Varlığın onun kızmasına yetip artıyor tabi!"


"Kolumla zorunuz ne sizin Allah aşkına?" dedim kolumdaki eline bakarak.


"Oğlanı kızdırmışsın. Burnundan soluyor! Ne yaptın çocuğa!"


"Rojbin hanım yeter!" dedim kolumu ondan kurtarıp. Eğer biraz daha dikişlerim zorlanırsa muhtemelen ya kusacaktım ya da yaram tekrar kanayacaktı. Bir yandan burnumdan derin nefesler alıp bir yandan da Seyhan'ın gittiği yere, merdivenlere doğru yürüyordum.


"Bana baksana sen!" diye kalmıştı arkamda Rojbin hanım. "Kime diyorum! Yine ne terbiyesizlik yaptın!" Sesi arkamda uzaklaşırken ona aldırmadan basamakları hızla tırmandım. Kusmak üzereydim. Odanın kapısına da ulaşırken bakışlarım koridorun sonundaki açık kapıya takıldı. Konağın terasına açılıyordu bu kapı. İlerisinde de endişeli adımlarını bir o yana bir bu yana atan Seyhan çarptı gözüme. Yanına gitmeden önce şu mide bulantımı halletmem lazımdı.


Yüzüme ardı ardına soğuk suları çarpıp yatağın yanındaki komodinin üzerinde duran ağrı kesiciden birini almıştım. Üzerimdeki siyah bluzu düzeltip saçlarımı daha düzgün topladım ve odadan dışarı çıktım. Seyhan az önce gördüğüm gibi yine bir o yana bir bu yana atıyordu endişeli adımlarını.


"Seyhan." dedim terasa adım atarken. Endişeli bakışları hızla bana çevrilirken olduğu yerde durdu.


"Bak..." dedi telaşla. Hızlıca bana doğru geldi. "Ben bir şey yapmıyordum orada. Ben-ben sadece bunu arıyordum." Bakışlarım elindeki bana doğru çevirdiği kutuya kaydı. Bunu az önce ona gizlice buluştuğu ve bu konakta koruma olarak çalışan genç çocuk vermişti. "Gerçekten bir şey yapmıyordum." Sesinde müthiş bir titreme vardı.


"Sakin ol tamam." dedim elimi onun koluna koyup.


"Abim gereksiz tepki verdi. Gerçekten bir şey yapmıyordum. Sadece bunu düşürmüştüm ve arıyordum hepsi bu!" Telaştan kelimeler ağzından öylesine hızlı çıkıyordu ki.


"Tamam Seyhan sakin ol."


"Çok yanlış anladı abim. Çok yanlış anladı!"


"Bunu aramadığını biliyorum. Gördüm çünkü." Tüm dürüstlüğümle yüzüne bakarken bakışları dolu dolu oluverdi.


"Gördün mü?" Sesindeki tınıda müthiş bir korku da vardı. "Ne gördün?"


"Bu kutuyu düşürmediğini. Ama-" Hızlıca kesti sözümü. Ha ağladı ha ağlayacaktı.


"Gerçekten kötü bir niyeti yoktu. Lütfen abime söyleme. Lütfen. Çok kızar bana."


"Seyhan tamam sakin ol."


"Biz sadece... biz... Abime lütfen söyleme." İki kolumu birden tutmuştu.


"Tamam sakin ol. Kimseye bir şey söylemeyeceğim. Merak etme. Hem ne var ki bunda? Kötü bir şey yapmıyordunuz." Endişeyle kapıyı kontrol ediyordu bir yandan. Sesinin tonunu düşürdü.


"Kimse duymamalı. Duyarlarsa mahvederler bizi. Yalvarırım kimseye bir şey deme. Hele abim... Çok kızar."


"Asla bir şey demem. Hiçbir şey görmedim ben. Ama sen de bir dahakine daha dikkatli ol. Eğer bugün benim yerime bir başkası olsaydı..."


"Bizi görürdü. Düşünmek bile istemiyorum olacakları. Ama abim sana da çok kızacak."


"Yok bir şey olmaz." dedim rahatlasın diye hafifçe gülümsemeye çalışıp. Onun kızacağını kim umursuyordu Allah aşkına?


"Teşekkür ederim yenge." dedi. Bu eve geldiğimden beri ilk defa bana böyle hitap etmişti. Hatta bu eve geldiğimden beri ilk defa benimle bu kadar uzun konuşmuştu. Ama bundan daha şaşırtıcı bir şey yaptı. Kollarını sıkıca boynuma dolayıverdi. "Çok teşekkür ederim."


"Merak etme. Kimseye söylemeyeceğim. İkimizin arasında kalacak. Hem kim olsa aynı şeyi yapardı."


"Yapmazdı yenge. Kimse yapmazdı." Boynuma doladığı kolları daha da sıkılaştı. "Benim için sen abime yalan söyledin. Beni korudun."


"Bir dahaki sefere daha dikkatli olun ama. Tamam mı? Canını da sıkma. Ben orada hiçbir şey görmedim. Hiçbir şey olmadı." Dolu dolu gözleriyle bana bakarken hızla kafasını salladı.


"Teşekkür ederim." dedi tekrar minnet dolu sesiyle. Ellerini ellerimden çekip kapıya doğru giderken de dönüp dönüp bakıyordu bana. Kapıdan hızlıca çıkıp gitti. O gidince ben de terasta ileri doğru yürüyüp taş basamaklara oturdum. Bakışlarımı gökyüzüne çevirirken serin ve temiz havayı çektim içime. Kafamın içinde büyük bir kargaşa, içimde büyük bir sıkılmışlıkla oturuvermiştim oraya. Ama dudaklarımda gayriihtiyari bir gülümseme vardı. Seyhan'ın heyecanına gülümsüyordum. O ağacın altında heyecanla bakan gözlerine, heyecanla titreyen ellerine gülümsüyordum.


Gençliğinin en güzel zamanlarında kalbi biri için atarken karnındaki o kelebek hissini hissedişine gülümsüyordum. Korkuyla harmanlanmış tatlı ve en güzel heyecanlar... Böyle bir hisse uzak kalalı epey olmuştu. Göğsümde çarpan organı hatırlamayalı, karnımda kelebeklerin kanatlarını hissetmeyeli epey olmuştu. Sanırım bu gidişle hiç hissetmeyecektim de...


Elim gayriihtiyari göğsümü bulurken 'Kendine gel Kamer' dedim silkelenip. Kafamı iki yana sallayıp boş düşünceleri savmaya çalıştım.


Tenimde dolaşan soğuk rüzgar bedenimde küçük titremelere neden olurken elimi karnımdaki yaradan çekip bakışlarımı tekrar gökyüzüne kaldırdım. İstesem de istemesem de elim kendimden habersiz yaranın üzerini buluyor ve beni her an tetikte tutuyordu.


Konağın en üst katında, tüm şehrin o büyüleyici manzarasına sahiplik yapan terasta otururken arkamdan duyduğum adım sesleriyle bakışlarım omzumun üzerinden geri çevrildi.


"İyi akşamlar." Gelen Maran'dı. Eliyle ensesini kaşırken sağına soluna bakındı. Beni burada görmeyi beklemiyor olacak ki bakışlarında dışarıdan belli olan bir şaşkınlık vardı. "Ben... Ben rahatsız etmek istemezdim. Senin burada olduğunu bilmiyordum."


"Estağfurullah." Derken buldum kendimi. Geri doğru adım atacak oldu ama sonra vazgeçti.


"Sen nasılsın? Nasıl oldun? Hastaneden çıktığından beri soramadım." Gülümsemişti. Ben de onun gibi gülümsemeye çalıştım.


"İyiyim. Daha iyiyim."


"O gün Baran seni apar topar götürünce... Nereye götürdüğünü de söylemedi. Gelemedim yanınıza."


"Daha iyiyim teşekkür ederim." Bakışlarımı ondan çekip tekrar gökyüzüne çevirdim. Adım sesleri benden tarafa doğru geldi.


"Ne arıyorsun burada? Tek başına?" Yan tarafıma dolaşmıştı. Sadece nefes alabilmek ve Seyhan için gelmiştim buraya.


"Hiç." dedim hafifçe omuz silkip. Bakışlarımı ona doğru çevirdim. 'Hadi Kamer tam sırası' diyordu içimden bir ses. 'Bilekliğini sormanın tam sırası'. Belki de bilekliğimi sormanın en uygun zamanıydı. Sormadıkça uzayan vakit endişelerimi katlıyordu da. Abimden kalan o kıymetli hediyenin bir başkasında olduğu fikri o kadar rahatsız ediciydi ki. "Peki sen ne arıyorsun?" Bakışları gökyüzündeydi. Hafifçe gülümsedi.


"Şimdilik hiçbir şeyi." Gülümsedi kendi kendine. Ayağıyla yerdeki taşı iteledi hafifçe. "Ama uzun zamandır birini."


"Bulamadın mı daha?" dedim bakışlarımı ondan çekmeden. O da gökyüzünden çekmemişti bakışlarını.


"Bulamadım. Ama içimden bir ses çok yakınlarda olduğunu söylüyor."


"Peki ya bulunca?" Boğazım kurumuştu. Acaba bileklikten bahsedecek miydi?


Bilmem. Bulduktan sonrasını hiç düşünmedim. Ama bende bir emaneti var. Sanırım bulduğumda ilk onu veririm ona." Emanet dediği abimden kalan bilekliğimdi. Emin olmuştum.


'O bileklik benim. Uzun zamandır sana sormak istiyordum' diye atılmamak için zor tutuyordum kendimi.


"O b-"


"Maran!" diyeceklerim onun ani seslenmesi yüzünden yarım kalıvermişti. Soramamıştım. 'Sende gördüğüm bileklik benim. Bana abimden yadigar bileklik' diyememiştim.


"Baran? Hayırdır?"


"Babam seni bekliyor çalışma odasında. Raporlarla ilgili bir şey konuşacakmış."




"Şimdi mi?" dedi yaslandığı yerden çekilmeden.


"Evet. Hemen dedi."


"Tamam." dedi yavaşça yaslandığı yerden doğrulup. "Tekrar iyi akşamlar Elif." Ben de omzumun üzerinden onun gidişine bakarken kalktım dikkatle oturduğum basamaktan. O ise kapının tam eşiğinde öylece Maran'ın arkasından bakıyordu. Tam dışarı çıkacaktım ki kapıyı kapatmasıyla çıkamadım.


"Ne yapıyorsun?" dedim şaşkınca kapattığı kapıya doğru bakıp.


"Ne yapmaya çalışıyorsunuz siz?" Çatık kaşlarının altındaki bakışları beni bulmuştu. Bence kaşlarını bu kadar çatmamalıydı. Alnında derin çizgiler oluşuyordu çünkü.


"Anlamadım?" dedim geri doğru bir adım atıp.


"Seyhan'la ne yapmaya çalışıyorsunuz?" Daha bu konunun peşini bırakmamıştı.


"Ne yapmaya çalışıyormuşuz?"


"Bilmem farkında mısın? Ama başımızda büyük bir dert var. Sence gizli saklı bir şeye tahammülüm olmalı mı benim?"


"Bilmem sence farkında değil miyim o derdin ben! Maalesef görünmez olmayı pek beceremiyorum. Bu yüzden de insanlarla konuşmak zorunda kalıyorum. Hatta şaşırırsın sohbet bile edebiliyorum."


"Lafı çarpıtma."


"Sohbet ediyorduk sadece." Bakışlarımı ondan çekip kapının koluna uzandım.


"Öyle mi?" Kapıyı sertçe açtım bakışlarımı ona kaldırıp.


"Öyle!" dedim diklenip.


"Öyle olsun."


🔥


"Ay ay Elif abla dikkat et!" Ruken elindeki tepsiyle hızlıca mutfağa doğru koşarken bakakalmıştım arkasından. Az daha elimdeki telefon kayıp gidiyordu. Şaşkınca Mutfağa giren Ruken'in arkasından bakarken bu sefer de Fatma ablanın çarpmasından son anda kurtardım kendimi.


"Geldim geldim." demişti soluk soluğa Fatma abla. Elindeki tepsiden dumanlar çıkıyordu. Eli yanmış olacak ki masaya hızlıca bırakıp parmaklarını üfledi.


"Hiçbir eksik olmasın Fatma." demişti kolları sıvalı halde derin önündeki derin kapta bir şeyler yoğuran Gülsüm hanım. Koyu lacivert şalını itinayla geri atmış, lacivert takımının da üzerine mutfak önlüğü geçirmişti. Her zaman konağın içinde asil bir şekilde dolaşan Gülsüm hanımdan çok farklı bir profildeydi. Zihnim ne kadar güzel bir kadın olduğunu vurgularken hafifçe silkindim kendime gelmek için. Bakışlarımı mutfaktaki hengameden çekip dışarı doğru adımımı atmıştım ki karşıma dikilen Rojbin hanımla durmak zorunda kaldım.


"Nereye gelin hanım?" Tek kaşı havalanırken memnuniyetsizce süzmüştü beni. Tek derdim dışarı çıkıp Leyla ile konuşmaktı hepsi bu. Tabi izin verirse.


"Hiç." dedim ona bakmadan yanından geçebilmek için hamle yaparken. Ama benden hızlı davranıp tekrar geçmişti önüme. Acaba bu kadının kendi evi yok muydu? Çünkü sabah akşam buradaydı. En önemlisi de sürekli dibimde bitiyordu.


"Hiç? Nasıl hiç? Görmüyor musun bir ton iş var. Bir ucundan tutmayacak mısın?" Kurduğu soru cümlesi sözde bir soru cümlesiydi sadece. Yoksa o asla karşısındakine soru sormuyordu.


"Elleme kızı abla." Elindeki tepsiyle yanımıza gelen Ümmü hala ablasına çevirdi bakışlarını. "Bir sürü insanız şunun şurasında. Hem rahatsız kız."


"Rahatsız mı? Hiç de rahatsız gibi değildi dün Baran'ı delirtirken."


"Abla." Ümmü hala susturmak istemişti Rojbin hanımı ama omuz silkip geçmişti Rojbin hanım mutfağa. "Sen bakma ona. Ters gününde yine."


'Ne zaman düz gününde oluyor ki' dememek için zor tutuyordum kendimi. Gerçi onun benden daha iyi bilmesi lazımdı. Kaç yıllık ablasıydı sonuçta.


"Sen daha iyi misin?" Elini usulca yanağıma koydu. "Yüzünün solgunluğu geçmiş sanki ama daha toparlayamamış gibisin."


"İyiyim. Daha iyiyim." dedim gülümsemeye çalışıp. "Aker nerede? Gelmedi mi bugün?"


"Gelmek istemedi. Dün Baran kızınca küstü kendince."


"Ya aslında..." dedim mahcup bir şekilde. Çocuktu bu. Hem nereden bilecekti ki benim yaralı olduğumu. Kimse bilmiyordu gerçi. O, beni özlediğinden öyle davranmıştı. "Valla o konuda ne diyeceğimi bilemiyorum."


"Bir şey olmaz kızım. Çocuk bu. Geçer küslüğü. Hem o, dayanamaz Baran dayısına. Hiç küs kalamaz ona. O seni kaç gün görmeyince çok özlediydi de ondan sarılmak istediydi. Bilemedi Baran'ın kızacağını."


"Gelseydi keşke. Ben de çok özledim onu." dedim utana sıkıla.


"Gelir gelir sen merak etme. E sen gel hadi içeri. Ben sana pekmez falan vereyim de kan gelsin suratına. Bembeyazsın daha. Yol mu başka şeyler mi bilemem ama epey yormuş seni." Dudaklarındaki gülümseme büyürken benim gülümsemem yavaşça solmuştu. Kendince benim bu içinde olduğum durumdan memnun olacağımı düşünüyor olmalıydı. Farklı şeyler ima etmeye çalışıyordu. Ama yanılıyordu.


Ümmü hala elindeki tepsiyi Ruken'e verip doğruca ilerideki dolaptan pekmez şişesini çıkarıp gelmişti. Raftan aldığı bardağa boşaltıp içine biraz da su ekledi. İyice karıştırırken Gülsüm hanım ve Rojbin hanımın bakışları onun ne yaptığına çevrilmişti.


"Ne yapıyorsun sen?" Daha fazla dayanamadı Rojbin hanım. "O ne o?"


"Elif kızıma pekmez şerbeti. Kan yapsın diye." Hazırladığı şerbeti bana verip başımda bekledi içeyim diye.


"He tüm işini bitirdin tek işimiz bu kaldı Ümmü? Bir alemsin sen."


"Ne var abla?" Ablasına omuz silkip bana çevirdi bakışlarını. "İç sen hadi." Elimdeki pekmez şerbetine bakarken aklıma hasta olduğumda annemin yaptıkları gelivermişti. O da az biraz hasta olayım hemen bir bardağa pekmez şerbeti hazırlar aynı Ümmü halanın yaptığı gibi başımda beklerdi içeyim diye. Bir pekmez şerbetinin gözlerimi dolduracağını bilemezdim. Yavaş yavaş elimdeki şerbeti içerken gözyaşlarım akmasın diye uğraşıyordum. Şerbetin dibini görürken derin bir nefes verdim dışarı. Bir anlığına, küçük bir anlığına küçük yaştaki hasta Kamer gibi hissedivermiştim kendimi.


"Kalanını kızlar halletsin." dedi o sırada Gülsüm hanım. Bana bakmamaya özen gösterirken çıkardığı önlüğünü kapıdan giren Bircan ablanın eline tutuşturuverdi. Asla bana bakmıyordu. Sanki bakışlarını bana değdirmemek için özel bir çaba içindeymiş gibiydi. Ve ne zaman aynı ortama girsek buram buram sümbül kokusu alıyordum kendinden. "Eksik istemiyorum Fatma. Misafirlerimize ayıp olmasın."


"Berfin zaten çoğunu hazırladı. Bize pek bir iş bırakmamış." Gururla göğsünü kabartmıştı Rojbin hanım. "Baran'ın en sevdiği böreklerden de yaptı."


"Sen hiç merak etme hanımım." Onun ağzından çıkan sözleri emir gibi algılayan Fatma abla tekrar dönmüştü önüne.


"Vallahi deli olacağım." Yanımdaki sandalye çekilirken Dilan oflayarak çöktü o sandalyeye. Yanaklarını avuç içlerine bastırırken burnundan soluyordu.


"Ne oldu kız?" dedi şaşkınca Ümmü hala.


"Ay soruyor musun hala? Sence ne oldu?"


"Abartma Dilan." diye çıkıştı Bircan abla. "Bakma sen buna hala. Deliliği üzerinde yine."


"Benim mi deliliğim üzerimde!" Hışımla ellerini yanaklarından çekip masaya vurdu. "Sen söyle hala kızmayayım delirmeyeyim mi?"


"Ne oluyor buna be?" Ümmü halanın şaşkın bakışları Dilan ve Bircan abla arasında gidip geliyordu.


"Ne olacak Fidan hanım geliyor diye böyle." Bakışlarını kardeşine karşı devirmişti Bircan abla.


"Eksik söyleme abla! Fidan hanım ve Şirin geliyor diye böyleyim! Böyle olmayayım mı ya! Sen söyle yenge!" hızla bana dönmüştü ama ben asla bir şey anlamamıştım.


"Nasıl yani?" dedim tüm anlamazlığımla.


"Bakma sen buna Elif. Abartıyor işte."


"Ne abartması ya!" Hiddet dolu bakışları benim üzerimdeydi.


"Misafir kızım misafir. Azıcık sabrediversen ölecek misin?"


"Misafirmiş işte..." diye mırıldandım şaşkınca gülümseyip.


"Sen öyle san yenge! Gelince görürsün misafir mi ömür törpüsü mü? Hiç sevmiyorum o Şirin denen kızı." Oflayıp kollarını göğsünde bağladı.


🔥


"Demek gelinin budur ha?" Karşımdaki yeşil bakışlar beni baştan aşağı süzerken ben rahatsız olduğumu belirten bakışlarımı Bircan ablaya çevirmiştim. 'Azıcık görünüp gidersin Elif, ayıp olmasın' diye dakikalarca dil dökünce inmek zorunda kalmıştım odadan.


"Evet. Gelinimiz Elif." Diye Gülsüm hanım yerine cevaplamıştı Ümmü hala. "Gel kızım otur şöyle."


"Düğünde pek göremediydik. Gerçi düğün de erken bitti ya sizin." Gülsüm hanım bir şey demek ister gibi ağzını açtı ama sakince geri kapatıp gülümsedi. "Tabi iki aşiretin barışmasının şerefine de pek kalabalıktı. Yılların husumetiydi tabi. Kolay değil." Fidan hanımın yeşil gözleri tam üzerimdeydi.


"Öyle ne yaparsın." Rojbin hanımın yüzünde memnuniyetsiz bir gülümseme vardı.


"Vallahi Hüseyin ağayı da takdir ettim. Hepimizi verdiği kararla epey şaşırttı. Gerçi Baran'ı nasıl ikna ettiniz bu evliliğe?" Sözlerinin sonunda bana karşı denecek kötü kelimeleri şimdiden hissedebiliyordum. Rahatsızca yerimden kıpırdanırken elimle yaramın üzerini tuttum. Ortamdaki gerginlikten her yerim ağrımaya başlamıştı.


"Elif hadi bize kahve yapın. Fidan hanım bol şekerli sever." Ümmü hala içeri girdiğimden beri tedirgin bakışlarını üzerimden çekmezken bu gergin havadan beni uzaklaştırmak istediğinin de farkındaydım. Hazırda bekliyor gibi yerimden hızla doğrulup mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Bircan abla da benimle birlikte ayaklanmıştı.


"Haklıymışsın." Dedim mutfak tezgahına ilerleyip Dilan'a doğru.


"Yengem be. Gördün değil mi?"


"İki dakikada sormadığı can sıkmadığı şey kalmadı." Dedim cezveye kaşık kaşık kahve atarken.


"Sen canını sıkma Elif. Biraz sözlerinin ayarı yok o kadının."


"Biraz mı abla?" diye çıkıştı Dilan ablasına. "Allah aşkına patavatsızın teki. Hemen gitseler bari." Dedi kollarını göğsünde bağlayıp tezgaha yaslanırken.


"Yemeğe kalacaklar. Boşuna mı hazırlandı bunca şey? Sen de boş durma da çardakta oturan erkeklere götür kahvelerini. Dedem kızmasın sonra. Bu arada Berfin nerede?"


"Ne bileyim? Böreklerini bıraktı gitti. Kim yiyecekse?"


"Merhaba." Dedi o sırada kapıda beliren şen şakrak bir ses.


"Heh ben de ne eksik diyordum." Diye mırıldandı yanımdaki Dilan.


"Aa Şirin." Dedi Bircan abla. Sesindeki şaşırmada az biraz sahte bir ton sezmemiş değildim. "Hoş geldin."


"Hoş buldum." Ben kahveyi ocağa koyarken omzumun üzerinden çevirdiğim bakışlarımla izliyordum onu. Gelip abartılı bir şekilde sarılmıştı Bircan ablaya. "Nasılsınız? Geç kaldım biraz. Dışarıda Berfin'le laflıyorduk da."


"Sen bırak Elif. Ben götüreyim kahveleri." Yanıma gelen Berfin beni kolumdan hafifçe itelerken koluma koyduğu eline bakakalmıştım.


"İyi al." dedim yana çekilip. İşime gelirdi.


"Nasılsın Elif? Tanışamadık seninle. Şirin ben." Elini bana doğru uzatmış ben de bir müddet bana uzatılan ele bakakalmıştım. Hafifçe uzatılan eli sıkıp gülümsedim.


"Memnun oldum." Siması bir hayli tanıdık geliyordu. Yanlış hatırlamıyorsam aynı liseye gitmiştik ve benden bir yaş küçüktü. Fakat yan yana dursak benden iki üç hatta beş altı yaş büyük duruyor bile denebilirdi. Herkes minyon olduğumu söylerdi ama aramızdaki farkın minyonlukla alakası yoktu. Yüzündeki ağır makyaj onu olduğundan epey büyük gösteriyordu.


"Seni hatırlıyorum Elif. Aynı lisedeydik." Benim düşüncelerimi sesli bir şekilde dile getirdi. "Sen okul birincisiydin değil mi? Ne oldu ne okudun?"


"Evlilik okulu canım." dedi benim yerime Berfin gülerek. İçimde tuhaf bir sinir dalgası yayılmaya başlamıştı. Tırnaklarımı avuç içlerime bastırdım sakin kalabilmek adına.


"Gitmedim." dedim sesimi epey serin tutup. Vereceğim aşırı tepkiden kendim bile rahatsız olacaktım. Sesindeki alaylı ton artık öyle belliydi ki.


"E oluyor öyle bazen ya." dedi Şirin. Eliyle gür kıvırcık saçlarını geri doğru savurdu. Göz ucuyla Berfin'e bakması da benim gözümden kaçmamıştı. "Kader. Ama sendeki şans da kimsede yok."


"Şans?" dedim ona doğru.


"E şans işte Elif. Koskoca ağa oğlu ile evlendin. Kolay mı?" Bakışlarını benden çekip tekrar Berfin'e çevirmişti. "Kim olsa senin yerinde olmak isterdi."


"Öyle mi?" dedim kollarımı göğsümde bağlarken. "Yerimde mi olmak isterdin?" Yüzüne karşı haykırasım, 'Ben nelerden mahrum bırakıldım senin haberin var mı' diyesim vardı. Neydi yani olan? Mahrum bırakıldığım hayallerim, mahkum olduğum hayatım için şükür mü etmeliydim?


"Yerinde değil ama belki birkaç adım önünde olurum." Gülerek göz kırpmasına dik dik bakarken ona doğru bir adım atacak oldum ama Bircan ablanın kolumu tutmasıyla durmak zorunda kaldım.


"Sen mi yengemin önünde olacaksın? Nasıl olacak o!" Dilan artık kendine hakim olamıyordu.


"Olunca görürsün." Ona da göz kırparken bakışları kapıdan giren Cihan'a çevrildi ve gülümsemesi daha da büyüdü yüzünde. "Mesela ben bu konağın gelini olsam nasıl olurdu hiç düşündün mü Dilan?"


"Ay boş şeyler düşünmeye inan hiç vaktim yok."


"Merhaba hanımlar. Ben su istemeye gelmiştim de." Cihan'ın bakışları sırayla üzerimizde dolaşmış en son Şirin'in üzerinde durmuştu.


"Ben vereyim sana Cihan." Şirin raftan bir bardak alıp sürahideki suyu koydu yavaşça. Hepimiz Şirin'i izliyorduk.


"Zahmet oldu sana da." Cihan utangaçça gülümseyip bardağı onun elinden aldı.


"Ne zahmeti bir bardak su alt tarafı. Elime yapışmadı ya." Cihan'ın hayran bakışları gözden kaçacak gibi değildi. Gözlerinin içinin parladığına yeminler edebilirdim.


"Abi sen gitsene ya!" diye çıkıştı Dilan. Hatta yetmedi abisini dışarı bildiğiniz iteledi.


"Neyse ben gidiyorum." Dedim sinirle. Daha fazla bu kızla aynı ortamda bulunmaya tahammülüm, sabrım ve sinirim el vermiyordu.


"Ee Elif bebek ne zaman?" dedi ben tam kapıya yöneldiğimde. "Yakın zamanda düşünüyorsundur."


"Sana ne Şirin ya!" diye atıldı Dilan. "Bakıcılığını mı yapacaksın hayırdır?"


"Yok canım ondan demedim. Epey vakit oldu ya. O yüzden dedim."


"Çayları ikram edelim." diye elindeki fincan tepsisiyle girdi içeri Berfin o anda. Asla mutfaktaki çalışanlara iş yaptırmıyordu o gün.


"Ee köye ziyarete gidecek misiniz?" dedi bu sefer de Şirin. Hadsiz sorularının ardı arkası kesilmiyordu.


"Gidilecek Şirin." diye cevapladı onu Bircan abla. "Gidilmez mi hiç? Dedem geçen hazırlıklar yapılsın demişti. Başlamışlardır bile."


"Yalnız..." dedi Berfin. Çay doldurmayı bırakıp yanımıza geldi. "Bence hazırlığa hiç gerek yok."


"Neden yokmuş?" diye çıkıştı Dilan.


"Demin Baran'ın çardakta dediğini duydum da. Gidilmeyecek dedi. Gerek olmadığını söyledi."


"Sen yanlış duymuşsundur."


"Yoo Bircan abla. Gayet doğru duydum. Böyle bir evlilik için böyle bir ziyarete gerek olmadığını söyledi."


"Ee Baran istemiyor o zaman. Geçmiş olsun Elif. Darısı Cihan'ın gelininin başına." Şirin'in dudaklarındaki o gülümseme genişleyivermişti. Karşısında ezilip büzülmemi hatta yüzümün düşmesini bekliyordu bariz bir şekilde.


Sinirli bir gülümseme yerleşti dudaklarıma. Dönüp cevap verebilirdim ama vereceğim cevap onu pek tatmin etmeyecek, etmediği gibi benim de sinir katsayımda artışlara neden olacaktı. Bunu anlamıştım. O yüzden cevap vermeden adımlarımı pat pat vura vura odaya çıkmayı seçtim.


"Şansmış!" dedim üzerimdeki siyah gömleği sinirle çıkarmaya çalışıp. Resmen kafamdan dumanlar çıkıyordu kıza sinirimden. Banyonun kapısını odanın kapısından daha sert açıp girdim içeri. Üzerimdekileri tek tek çıkarırken bir yandan da yaranın üzerine dikkat etmeye çalışıyordum. Duş almamda sakınca yoktu ama dikkat etmem şarttı. suyu falan ayarlamaya bakmadan attım kendimi duşun altına.


"Ne şans ne şans! Bir de diyor ki 'kim ilsi sinin yirindi ilmik istir'. Sen ne biliyorsun benim ne yaşadığımı! Neyin içindeyim ben be!" Başımdan aşağı sular kayarken duş başlığına doğru çemkiriyordum. "Dilan'ın dediği kadar varmış!" Uzun saçlarımdan kayan suları hızlıca sıkarken duşun da sinirimi geçirmediğini fark ettim. Oysa hararetimi alabilecek tek şeyin bu olduğuna inanıyordum.


"Bir de diyor ki 'sen okul birincisiydin hani'. Sana ne ya!" büyük yuvarlak aynadaki aksime sinirle çatarken bir yandan havluyu dolamaya çalışıyordum bedenime. "O da evlilik okulu diyor!" Havluyu sıkıca bedenime dolarken bir yandan Şirin'e bir yandan da Berfin'e kızıyordum. Çekmecedeki 'yasemin' kokulu vücut losyonumu alıp pek de yumuşak olmayan bir şekilde önce kollarıma sonra bacaklarıma sürmeye başladım. Ama sinirimden pek yumuşak davranamıyordum.


Islak saçlarımı geri atıp raftaki saç havlusunu alacaktım ki kapının çat diye açılmasıyla ne yapacağımı şaşırmış sıkıca bedenimdeki havluyu tutmuştum. Bir yandan da çığlıklar kaçmıştı ağzımdan.


"NE YAPIYORSUN SEN YA!"


"Asıl sen ne yapıyorsun?" dedi dünyanın en gereksiz sorusunu sorarken. Bir insan banyoda ne yapabilirdi Allah aşkına!


"Soruyor musun cidden! Ne yapabilirim! Ne diye kapıyı çalmıyorsun ya!"


"Kendi banyomun kapısını mı çalacağım?" Dünyanın en gereksiz ikinci sorusunu da sorarken eliyle gözlerine siper yapmaya çalışıyordu bir yandan.


"Ortak kullanıyoruz burayı hatırlatırım! Bir daha sakın izin almadan, kapıyı çalmadan girme!"


"Amma abarttın sen de be! Kilitleseydin o zaman!"


"Kaba bir herifin gelip böyle çat diye açacağını akıl edemedim pardon!" Elini gözünden çekerken işaret parmağıyla kendini işaret etmişti.


"Sen bana kaba mı dedin!"


"Ya ne duruyorsun çıksana!"


"Sen bana kaba dedin!" Kapıyı sertçe kapatmadan önce kafamı dışarı uzattım.


"Evet sana kaba dedim! Kulağında problem de mi var diyorum bak şimdi!"


"İşim var!"


"Benim de!" Kapıyı olanca gücümle çarparken sesi banyonun içinde yankılanıp gitmişti. "Bugün sabrım resmen sınanıyor!" dedim banyoda bağıra bağıra. Bir yandan da üzerimi giyiniyordum.


"Çık hadi!" dedi dışarıdan katı sesi. "İşim var!" Hatta yetmemiş kapıyı yumruklamaya da başlamıştı. Üzerime siyah uzun kollu bluzu zar zor geçirip kapıyı çatım sertçe.


"İşim var dedim! Ayrıca bu kapı böyle çalınmaz!" Yüzüne kayan birkaç damla suyu elinin tersiyle silerken sesli bir soluk verdi. Kapıyı tekrar çarptım suratına. Ama o da çalmaktan vazgeçmedi. Hatta deminkilerden daha hızlı yumruklamaya başladı. Oralı olmadan saçlarımı tarıyordum bende.


"Kıracağım ama! Hadi ya!"


"Al çıktık!" dedim kapıyı sertçe açıp geri çarparken. O da benim açtığım kapıyı aynı benim gibi sertçe kapatıp söylene söylene girmişti. Saçlarımı taramam bitince elimle diplerini havalandırmıştım ki aklıma gelen şeyle kalktım ayağa. Hızlıca yatağın çarşaflarını çıkarmaya başladım.


"Sen ne yapıyorsun?" dedi geriden sesi.


"Çarşafları değiştireceğim." Ona bakmadan çıkardığım siyah çarşafları gri koltuğun üzerine bıraktım ve dolaptan temiz mavi çarşafları yatağa koyup takmaya başladım.


"Sen niye yapıyorsun?"


"Kendi yatacağım yatağın çarşaflarını değiştirebilirim." Dedim ona oralı olmadan.


"Kendi yatacağın yatak?" Yan tarafıma gelmişti.


"Niye bir itirazın mı var?" dedim serdiğim çarşafı elimle düzeltmeye çalışırken.


"Benim yatağım ya. Ondan dedim."


"Pardon?" dedim kafamı ona doğru kaldırıp. "Benim yatağım derken?"


"Benim odam benim yatağım. Ayrıca serme şunları istemiyorum." Emek emek düzelttiğim nevresimi tek hamlede çekiştirivermişti.


"Bu odada ikimiz kalıyoruz. O yüzden benim yatağım senin yatağın diye bir şey yok. Aynı şey banyo için de geçerli. Çok istiyorsan sen o gri koltukta yatabilirsin." Elinde tuttuğu nevresimi çekiştirdim ama bırakmadı. "Ben yeterince yattım çünkü."


"İstemiyorum." Dedi elimden sertçe nevresimi çekip. Ama o bırakmıyorsa ben de bırakmayacaktım.


"Bırakır mısın?" dedim onun gibi nevresimi kendime daha çok çekip.


"Asıl sen bırak!"


"Ya yırtılacak!" O kendine daha çok asılmıştı bu sefer nevresimi. O çektikçe ben de kendime doğru daha çok çekiyordum.


"Bıraksana!"


"Asıl sen bırak!" O inatsa ben daha daha inattım. Kimse benim inadımla yarışamazdı. O bırakmıyorsa ben de bırakmayacaktım. Bırakmayacaktım ki o pes edecekti.


"Ver şunu!" Nevresimi daha hızlı çekince dengemi kaybetmiş sertçe onun göğsüne çarpmıştım ama o da dengesini kaybetmiş ve sırt üstü düşmüştü yere. Boylu boyunca yere serilirken ben de üzerine düşüvermiştim.




"Ay..." dedim korkuyla elimi yaramın üzerine atıp. Aklım fikrim oradaydı.


"İyi misin?" dedi yerden tam doğrulamadan.


"Ne yapıyorsun ya?" dedim acıyla karışık. Aslında artık çok acımıyordu ama en ufak bir hamlede aynı acıyı yaşayacakmış gibi oluyordum.


"Ne diye bırakmıyorsun ki?" dedi doğrulup. "Bakayım." Beni belimden tutup bacaklarının üzerine oturturken elimi çekmeye çalıştı.


"Baran?" dedi o anda arkadan bir ses. Kapının eşiğinde duran Berfin'e çevrildi şaşkın bakışlarım. ne ara gelmişti? En önemlisi neden kapıyı çalmamıştı? Ya da çalmıştı da ben mi duymamıştım? Bugün herkes sinirimi zıplatmak için ağız birliği mi yapmıştı acaba!


🔥


"Ne iyi etti fidan hanımlar gelerek. Çok memnun ettiler bizi." Akşam yemeğinden sonra Fidan hanım, kızı Şirin ve eşi Rahim bey gitmişlerdi. Büyük salonda otururken benim bakışlarım annesinin hemen yanı başında oturan ve bana kaçamak bakışlar atan Aker'in üzerindeydi. Gülümseyince onun da gülümsemesi genişleyivermişti.


"Öyle." Dedi Gülsüm hanım. "Memnun ettiler bizi."


İki elimi hafifçe kaldırıp Aker'e gel işareti yaptığımda yerinden kalkacak oldu ama tedirgin bakışları annesine çevrildi. Onun da izin verdiğini görünce hızlı adımlarla geldi yanıma. Sarılacak oldu ama bakışları dedesinin yanında oturan ona kayınca vazgeçti. Ben de ellerini kendi ellerim arasına alıp çektim onu ve dikkatle kucağıma oturttum.


"Naber?" dedim kısık sesle. Gülümsemesi daha da büyürken gözlerinin içi parlamıştı.


"İyi senden?" dedi aynı benim gibi fısıltıyla. Dudaklarından küçük bir kıkırtı kaçtı ama heyecanla tuttu kendini. Alnına dökülen kıvırcık saçlarını geri iteledim dikkatle. Sıcak ve küçük elini yanağıma bıraktı. "Aaa..." dedi şaşkınca. "Senin de benim gibi çillerin var." Bal rengi gözleri iri iri açılıvermişti.


"Evet." dedim gülerek. "Aynı senin gibi." Parmağımla burnunun ucuna dokundum. Ne zaman güneşe çıksam burnumun üzerindeki çiller hafifçe belirginleşirdi. Yakından bakmayan biri de sen de çil varmış demezdi. Aker de böyle fark etmişti.


"Şirin'in de maşallahı var." Dedi Rojbin hanım. Bakışlarının hedefinde karşısında oturan Cihan vardı. Bence niyeti belliydi. Bunu anlamamak için kör olmak lazımdı. "On parmağında on marifet. E boylu boslu kız. Çok da güzel." Herkes Rojbin hanıma bakarken o Şirin'i övmeye devam ediyordu.


"Bence sen daha güzelsin." Aker dudaklarını kulağıma yaklaştırıp fısıldamıştı.


"Öyle mi dersin?" dedim yanağını sıkıp. Yanakları daha da kızarıvermişti. Kafasını heyecanla aşağı yukarı sallamıştı.


"Ne zaman gidiyor bu çocuklar köye? Ne zaman öpecekler Ruşa bibinin elini?" Ümmü hala oturduğu yerden babasına doğru döndü.


"E gitmiyorlar Ümmü." Diye çıkıştı Rojbin hanım. "Darısı Maran'ımla Cihan oğlumun başına artık."


"Yanlışın var hala." dedi katı düz sesiyle. Herkesin bakışları birden ona çevrilivermişti. "Ben haber verdim. Üç güne gidiyoruz."





🔥



B Ö L Ü M S O N U


Nasıl buldunuz bölümü??


Sizce ne olacak bundan sonra??


Elif ne yapacak??


Şirin??


Berfin??


Rojbin hanım??





ve o malum soru;


BARAN için buraya bir mum


MARAN için buraya bir yıldız





sizi seviyorum Allah'a emanet olun

Loading...
0%