Yeni Üyelik
39.
Bölüm

Özel Bölüm 2

@seydnrgrsu

Merhaba hoşgeldiniz

 

Dayanamayıp özel bölüm atan yazara ne denir?

 

Canım guzularım bol yorum bol sohbet yıldızı parlatmak ve beni takip etmek🥰aşkımsınız

 

🔥

 

 

 

'İ L K D Ü Ğ Ü M'

 

 

6 yıl önce İstanbul

 

"Sence saçlarım açık mı kalsın yoksa toplayayım mı?" Omzumun üzerinden bakışlarımı odanın ortasında duran Leyla'ya çevirmiştim. Sağ elinde tuttuğu tarak ve sol elindeki tokasıyla muaazam bir iç savaş halindeydi. Üzerinde açık mavi triko, dizlerinin altında biten bir elbise giymiş, yüzüne doğaldan bir tık fazla bir makyaj yapmıştı. "Ay sana inanamıyorum Kamer!" diye de kendi savaşına ateşkes verip füzelerinin yönünü bana çevirmişti.

 

"Neye?" dedim dudaklarımın arasında tuttuğum kalemimle hafifçe alnımı kaşırken.

 

"E sen hazır değilsin!"

 

"Hazır mı olmam lazımdı?" dedim şaşkın bir tonda. Ben neye hazır olmalıydım? Her an bir şeye hazır olmam gerektiğinden bunu kestirememiştim. Sabah kahvaltı için erkenden hazır olmam gerekiyordu mesela. Ya da sabahın ışıkları bile etrafı aydınlatmadan tabiri caizse zifiri karanlıkta yola çıktığım okula hazır olmam gerekiyordu. Ertesi gün yapılacak komitelere, sözlülere, grup ödevlerine hazır olmam gerekiyordu. Hele de Leyla gibi bir arkadaşım varsa her an her şeye hazır olmam gerekiyordu ama bu sefer gerçekten neye hazır olmam gerektiğini bilmiyordum. Kahvaltı bitmişti, bugün cumartesiydi ve yarın komite yoktu. Ee birinin doğum günü de değildi?

 

"Ay dedik ya kitap için imzaya gideceğiz diye. Konuşmuştuk Kamer. Unuttum deme bana kuzucuğum."

 

"Iıı..." diye hafiften bir ıkınmaya geçtim. "Şey..."

 

"Aşk olsun kuzucuğum. Hani kaç hafta önce gördük de beraber gidelim dedin hatta. Kızım Şeyda Gürsu'nun kitap imzasını kaçıramayız." Elindeki toka ve tarağı atıp hızlı adımlarla önüme geldi ve sandalyemden çekti hızlıca. "İtiraz kabul etmiyorum Elif Kamer Bozan. Gidiyoruz dediysek gidiyoruz. Melike de gelecek hem."

 

Sizce itiraz etme gibi bir şansım var mıydı? Asla... Zaten itiraz etmeme fırsat vermeden elimden tutup hızlıca kaldırmıştı beni çalışma masamdan. Masadan kaldırmıştı ama yatağa oturtup asla kımıldamamı tembih edip kafasını tümüyle dolabıma sokmuştu. Aradı taradı karıştı.

 

"Heh!" dedi eline aldığı krem triko elbisemi eline alıp. "Bu çok iyi. Altına da kahverengi çizmelerin ve trençkotun. Çok güzel olacak. Şöyle hafif bir makyajla bütünleriz. Tamam mı?"

 

"Kitap imzasına gidiyoruz Leyla." Ölümcül mavi irisleri hışımla bana çevrildiğinde ellerimi suçlu gibi hafifçe havaya kaldırıverdim. "Sen ne dersen o. Sadece gittiğimiz yeri söyledim." Onun mavi irislerindeki ölümcül bakışla itiraz edemeyeceğimi bir kez daha anladım.Gülümsemesi yüzüne yayılırken beni kolumdan çekip giyinmem için iteledi.

 

Şilan'dan sonra başıma verilen en güzel şey olabilirdi Leyla. Her zaman karşısındakini düşünen, daima pozitif ve insanı cesaretlendiren bir yapısı vardı. Hayatıma yurttaki oda arkadaşım olarak dahil olmuş ama pastanın en büyük diliminde pay kaplar olmuştu.

 

Geceleri üstümü örter, sabahları saçlarımı okşayarak uyandırır hatta ne yediğimi de kontrol ederdi. Anaç bir tavuktu mübarek. Yarı göçmen yarı Trabzonlu anaç bir tavuk.

 

"Vapurla karşıya geçeceğiz. Zaten öyle karışık bir yerde değil. Biraz yürürüz sonra da." Ben üzerimi giyinip saçlarımı tararken o da çantasını yerleştiriyordu. "Ay yarım toplayalım saçını. Çok yakışır." Elindeki çantayı alelacele bırakıp yanıma koşmuştu. Tarağı elimden alıp öndeki saçlarımı özenle geri aldı. "Orada da çok güzel bir restoran varmış. Gidelim mi ne dersin? Bir tane kız geçende instagramda tanıtıyordu. Çok merak ettim. Çok şık, çok hoş bir havası vardı. Kokteyllerinden mutlaka deneyin diyordu."

 

"Olur." Dedim onun saçımı yapışına bakarken.

 

O saçlarımı topladıktan ve tamamen hazır olduktan sonra asansör yerine merdivenleri kullanarak indik dışarı. Ilık bir hava vardı ama yine de dışarı adım attığımız an içim titreyip gitmişti.

 

İlk durağımız karşıya geçeceğimiz vapurdu. 'Üste çıkalım, simit atarız martılara' diye tutturmuştu Leyla. Hem oradan daha güzel görüyordu boğazı. O çocuk gibi önümden koşar adım giderken ben de takip ediyordum onu.

 

"Biliyor musun geçen Selim'le şu ileriye oturduk." İnce uzun parmaklarıyla uç tarafı işaret etti. Kolumdan çekeledi çocuk gibi.

 

"Daha konuşuyor musunuz siz Selim'le?" dedim hafiften suratımı buruşturup. Geçen ondan saatlerce bahsetmişti bana. Bahsetmez olaydı. Ertesi gün biyofizik komitem vardı ve ben tüm gece onun hakkındaki detayları dinlemiştim. Ertesi gün de yerli yersiz aklıma gelmişti Selim denen yavşak. Kesinlikle Leyla'ya uygun biri değildi.

 

"Ay yok." Dedi o da benim gibi burun kıvırırken. "O gün kestik muhabbeti. Ay kuzucuğum görsen o kadar salak bir herif ki. Bir de martılardan korkuyor biliyor musun?"

 

"Martılar da ona bayılıyormuş." Diye mırıldanırken elimdeki simitten bir parça koparıp havada dolaşan ve bağıran kuşlara doğru fırlattım. Hazırda bekliyorlarmış gibi kapmıştı biri hızla.

 

"Ya ya sorma." Kıkırdadı. O da benim gibi simidinden bir parça koparıp salladı havaya. "Biliyor musun omzuna pisledi biri. Ay görmen lazım o kadar komikti ki." Kahkahayı bastı. O gülünce yan tarafımızdan geçen genç bir adam dönüp bize bakmıştı. İçinden 'ne salak kızlar var' diye geçirmediyse benim de adım Elif değildi.

 

"Gel bizimkilere bir fotoğraf gönderelim." Dedim cebimden telefonumu çıkarıp. O da bunu bekliyormuş gibi hızlıca kadraja girip yanağını yanağıma yasladı. Arkamızda sakin İstanbul Boğazı ve martılar, güneşlik bir hava vardı.

 

Hemen babamın isminin üzerine tıklayıp fotoğrafımızın altına 'Güneşli bir sabahtan günaydınlar' yazıp bolca kalp koyduktan sonra gönderdim. Cevap ise gecikmemişti.

 

'Canım kızlarım. Size de günaydın. Annenle öpüyoruz çok.'

 

Babammm

 

Altına ise hızlı ve bol heyecanla çekildiği belli olan hafiften bulanık bir fotoğraf gelmişti. İkisinin acele bir şekilde çekildiği ama buram buram mutluluk ve özlem kokan bir fotoğraf. Ağız dolusu gülen anneme sıkıca sarılmaya çalışmış ve bunu yaparken de fotoğraf çekmeye çalışmış babam.

 

Tebessümüm büyürken bol kalpli mesajlarımdan gönderip tekrar muazzam boğaz manzarasına çevirdim odağımı. Uçan martıları, denizin sakin duruşunu fotoğrafladım.

 

"Işık çok iyi. İnstagrama atarız hadi gel şurada çekilelim." Dedi kolumdan çekeleyen Leyla. İnsanların arasından sıyrılıp ileri geçti ve telefonla açı ayarlamaya çalıştı. "Şöyle mi dursak?" Emin olamadı. "Ay yoksa böyle mi? Kuzucuğum nasıl yapsak? Tüm manzarayı almak istiyorum ama." Bilememişti. Hayatta bir şeyden emin olmazsa mutlaka çözüm yolu arardı ve bulurdu. Hemen yan tarafımızda elindeki simidi bizim gibi martılara atan adamın omzuna dokundu. "Pardon. Rica ateşem arkadaşım ve benim fotoğrafımı çekebilir misiniz acaba?" Adamın bakışları ağır ağır bize dönerken anlık bir tereddüt etmişti Leyla. Yüzündeki ifadeye bakılırsa 'neden rica ettim ki ondan' diyordu içinden. Bu az önce kendi kahkahasına tuhaf bakan genç adamdı.

 

"Tabi." Dedi Leyla'nın elinden telefonumu alıp. Leyla da beni yanına çekip elini belime koymuştu. "Çok teşekkür ederiz." Dedi telefonu geri alıp. Ama adamın yüzünde oynamayan mimik Leyla'yı biraz sinirlendirmişti. "Aman hödük. Rica ederim desen ölür müsün?" diye mırıldandı onun arkasından.

 

"Boş ver Leyla. Bakayım nasıl olmuş?" dedim elindeki telefonu alıp. Canını sıkmıştı bir kere. Canı sıkılınca durmadan söylenirdi. Tüm yol öyle de yapmıştı ama unutması Selim'den gelen mesaja kadar sürdü.

 

O mesaja söylenmeye başladığında vapurdan inmiş, imzanın yapılacağı yere doğru yürümeye başlamıştık.

 

"Yani gerçekten anlamıyorum bunu da."

 

"Aman bırak şunu Leyla. Benim hiç içime sinmedi haberin olsun bu çocuk. Enişte olarak kabul etmiyorum." Ben öyle deyince çat diye durdu kaldırımın ortasında.

 

"Aa Kamer hanıma bak sen. Şaşırtıyorsun beni."

 

"Ne yani ben insan değil miyim Leyla. Küseceğim ama." Dedim onu taklit ederek. Hafifçe koluma vurdu.

 

"Ne bileyim ilişki tavsiyesi vermezdin de sen hiç. Bak diyorum sana benim dediğimi bir daha düşün." Usulca koluma girdi.

 

"Leyla." Dedim uyarıcı bir tonla. Yürümeye devam ediyordum bir yandan.

 

"Ya bir şans versen ne olacak ki Erkan'a. Ne var yani."

 

"Leyla bak geri dönerim ama." Dedim kızgın bir halde. Ertan deyince tüm şartellerim oynuyordu atıyordu valla.

 

"İyi hoş çocuk ama şimdi. Fakültenin de karizmatiklerinden yani. Her gün çaktırmadan seni sormaya çalışıyor. Kibar. Beyefendi. Tam bir sarışın bomba." Hevesle başladığı cümlesini omuzlarını düşürerek sürdürmesi çok da uzun sürmemişti. Devirdiğim gözlerim hevesini de kırmıştı. Kusura bakma Leylacım.

 

"Hiç başlama Leyla." Diye mırıldandım. Sadece bir kere, bir kerecik Leyla'yı fakültenin önünde beklediğimde denk gelmiş ve çay içmiştik. Leyla, arkadaşları Emel ve Rüya da dahildi hem o gün o çaya.

 

"Yani çok tatlı çocuk aslında."

 

"Tatlıyla aram pek iyi değil. Bilirsin ekşi severim." Dedim onu ciddiye almayarak.

 

"Böyle diye diye zaten ekşi surat birini enişte yapmandan korkuyorum bana. Ay! Bak tüylerim bile nasıl diken diken oldu. Ben ne yaparım öyle ekşi surat biriyle seni yan yana görünce."

 

"Abartma." Dedim görmediğini bilsem de yeniden göz devirip.

 

"Gerçi sen Kemal denen o herifi düşünmekten buruşacak ve çok tatlı kedi anası olacaksın bu gidişle ama."

 

"Leyla ya..." dedim sitemle kolumdaki eline vurup. O sırada imzanın yapılacağı yerdeki caddede yürüyorduk. Kırmızı ışık yanmıştı ve geçmek için beklemeye başlamıştık.

 

"Yalan mı ama kuzucuğum. Aklın onda değil mi? Geçen gün şu mimarlar bilmem nesi şeyinin broşürüne bakarken yakaladım seni. Kaç yıldır görmüyorsun. Koca İstanbul'da ayrıca nasıl karşına çıksın? Hadi çıktı diyelim gerçekten onunla konuşmak mı istiyorsun?"

 

"İstemiyorum tabi ki..." diye mırıldandım. Yan tarafımda bir çocuk zıplıyordu babasının elinden tutarken.

 

"Ee o zaman. Elif unut artık şu adamı. Sana dediklerini nasıl unutabiliyorsun aklım almıyor."

 

"Unutmuyorum elbette."

 

"Sninkisi çocukluk takıntısı benden demesi. Küçücükmüşsün o zaman. Senin yerinde kim olsa böyle saçma bir duyguya kapılır giderdi emin ol."

 

"Haklısın..." diye mırıldanırken yeşil yandığından ötürü adım da atmıştık yolda.

 

"Ya sen gel şu Erkan'a bir şans ver."

 

"Of Leyla..." diye yeniden ve yeniden göz devirirken onu da kolundan çekip köşedeki imzanın yapılacağı yere çektim.

 

İçerideki uzun kuyruk, heyecanlı sesler ve yanımda heyecandan kuduran bir adet Leyla vardı. Günlerdir bu imzayla yatıp kalkmıştı. Ablası için de alacaktı ve bunu ona doğum günü hediyesi yapacaktı.

 

"Ay!" dedi kafasını kalabalıktan ileri uzatıp. "Ya bize sıra gelmezse kuzucuğum! Ne yaparız!" benim de tek yaptığım onu kolundan tutup geri çekmek ve sakinleştirmek oluyordu.

 

Sıranın sonuna yaklaşırken bir yandan da imzasını alıp heyecanla yanımızdan geçen insanlara bakıyordum.

 

Dakikalar süren bekleyiş hem Leyla hem de benim için güzel sonuçlanırken Leyla çekilebildiği kadar fotoğraf çekilmişti. Kitabı okurken nasıl ağladığını, çoğu yerde nasıl heyecanlandığını hatta hiç beklemediği noktalar olduğunu dile getirmekten de geri kalmamıştı. Eğer biraz daha sırada kalıp anlatmaya devam etseydi sanırım arkadaki sabırsız kalabalık da bizi linç edecekti.

 

"Oh..." diye derin ve huzurlu bir nefes verdi dışarı çıktığımızda. Bakışları ise dolu dolu gözlerle baktığı elleri arasında duran 'Serçe Kuşu' kitabındaydı. "Bir an hiç imza alamayacağız sandım. Ama aldık. Bak!" Kitabı burnuma sokarcasına yüzüme yaklaştırdı heyecanla. Sonra da hızını alamayıp sıkıca sarıldı.

 

Ufacık şeylerin bile mutlu ettiği, canımdan öte dostum, Leyla... İyi ki...

 

Sonraki durağımız Leyla'nın ok merak ettiği kafeydi.Farklı bir konsepti vardı dediğine göre. Allah'tan hava güzeldi ve buraya yürüyerek gidilecek mesafedeydi.

 

O gün haftasonu olduğundan cadde bir tık kalabalıktı. Gerçi İstanbul ne zaman kalabalık olmamıştı ki.

 

"Aaa işte orası!" dedi heyecanla ilerideki koyu yeşil tabelayı işaret edip. Koyu yeşil düz tabelanın üzerinde 'Clair de Lune' yazıyordu. "Fransızca 'Ay Işığı' demek biliyor musun? Ay Elif çok güzel değil mi?" dışına bile bu denli aşık olduysa içine girdiğimizde ne yapacaktı kim bilir derken beklediğimden daha fazlasını yaptı.

 

Eridi.

 

Cam kenarında, ışık alan küçük masayı seçti. Etrafın her açıdan fotoğrafını aldı. Hatta ayda yılda bir fotoğraf attığım instagramım için bana da pozlar verdirtti. O kadar çok uğraştı ki en son sıkılıp "Hadi gel kahvemizi şurada içelim" dedi.

 

Gülerek peşinden gittim. Büyük sandalyelere otururken o kendine 'Cafe Au Lait' söylemişti. Bense dümdüz filtre kahve. Hatta yanında da çikolatalı kruvasan istedi.

 

"Saçımı düzelteyim de tekrar fotoğraf çekilelim." Derken çantasından küçük aynasını çıkarıp son dokunuşlarını yapmaya başladı. "Babam böyle kahveler içtiğimi görse 'ha garadeniz çayi neyine yetmeyi' diye söylenir bana biliyor musun?" dedi. Öyle deyince istemsizce kıkırdamıştım. Geçen ay ziyarete geldiğinde tanışmıştım Selahhattin amcayla. Çok iyi adamdı, çok kibardı. Bir de mükemmel Karadeniz şivesi vardı.

 

"Haklı adam. Garadeniz çayi neyine yetmeyi?" diye taklit ettim onu. O sırada hemen tezgahın ardındaki garson kahve bardaklarımı bırakmıştı bar tezgahın üzerine. Leyla'nın Fransız usulü kahvesini verdikten sonra kendi bardağımı almaya uzandım ki benden önce yan tarafımdan başka bir el çekti aldı bardağı. Bakışlarım hızla bardağımı çeken ele döndü. Yan tarafımda uzun boylu, uzun renk koyu kahverengi saçlı hemen hemen benim yaşlarımda bir kız vardı.

 

"Pardon." Dedim ona doğru. Ben öyle deyince uzun kirpiklerinin altındaki koyu kahverengi bakışları çevrildi ağır ağır bana. Kulağında telefon tutuyordu. "Kahvemi aldınız."

 

"Ben sipariş etmiştim." Dedi umursamaz bir tonda. Yanılıyordu. Buraya bizden sonra gelmişti. Benden sonra sipariş etmişti. Kulağında tuttuğu telefonla ilgilenmekten bunu fark etmemiş olabilirdi.

 

"Hayır yanılıyorsunuz. Ben sipariş etmiştim." Dedim önündeki bardağa uzanıp." Ama sinir bozucu bir şekilde kendi önüne çekti bardağı.

 

"İşim var anlıyor musun?" dedi kibarlıktan uzak ama kibar bir tonlamayla. "Alt tarafı bir kahve."

 

"Hayır değil." Dedim onun aksine kibar kalmaya çalışıp. "Sonradan gelip hakkımı almaya çalışıyorsunuz. Kendinize lütfen yeni bir kahve sipariş edin." Onun kendi önüne çektiği bardağı hızlıca alırken tek kaşını kaldırarak bakmıştı bana.

 

"Ne yapıyor bu hadsiz?" diye mırıldandı Leyla kulağıma. Her an tırnaklarını ona geçirebilirdi. Hissediyordum.

 

"Bir filtre kahve lütfen." Dedi kız bakışlarını benden çekmeden. Ardından küçük çantasından çıkardığı iki iki yüzlük banknotu tezgaha bıraktı. "Küçük hanımların da kahvesini buradan alın."

 

"Aa ne yaptı o!" diye yükseldi Leyla. Elimle durmasını işaret ederken oturduğum sandalyeden kalktım.

 

"Tabi Mizgin hanım." Demişti o sırada tezgahın ardındaki garson. Sinirime dokunmuştu bir kere. Çantamdan çıkardığım iki iki yüzlük banknotu da ben uzattım bu sefer garsona.

 

"Siz Mizgin hanımın kahvesini de buradan alın. Ayrıca size gelince." Dedim ona doğru bir adım atıp. "Bu yaptığınız hiç hoş değil. Başkalarının olana el uzatmazsanız sevinirim. Afiyet olsun. Gidelim Leyla." Dedim ona baka baka geri iki adım atıp.

 

"Gidelim kuzucuğum. Size de afiyet olur mu artık bilemiyorum Mizgin hanım." Dedi ters ters. Bıraksam içinden de geçerdi ya. "Ne garip insanlar var." Diye mırıldandı çıkış kapısına ilerlerken. "Baba parası yediği kesin. Şuna bak. Havalara bak." Dönüp dönüp arkasına bakıyordu.

 

Ben de o gibi dönüp arkama bakayım dedim ama ayağım eşiğe takılmış sertçe birine çarpmıştım. "Pardon." Diye mırıldanırken Leyla'ya tutundum.

 

"Pardon." Diye mırıldandı içeri giren adam da. Sonra "Mizgin." Diye seslendiğini duydum.

 

"Buradayım Baran!" dedi içerideki demin bize terslenen ve kahvemi almaya çalışan kadın.

 

"İnsanlar istediğinde nasıl da kibar olabiliyor gördün mü?" dedim gülerek. Caddede karşıya geçmiştik.

 

"Eee hayat biraz böyledir. Böyle işte." Diye kıkırdadı Leyla da.

 

 

 

🔥

 

Nasıl buldunuz bölümü??

 

Sizce yeni bölümde ne olacak?

 

Bizi ne bekliyor?

 

Ay altı yıl öncesine bakııııın! Leyla gibiyim şu an

 

Baran Erkan'la tanışsa ne yapardı?

 

Elif??

 

Sizi seviyorum Allah'a emanet olun 🥰

Loading...
0%