Yeni Üyelik
66.
Bölüm

Veda Türküsü

@seydnrgrsu

Merhaba hoşgeldiniz guzularım

 

Nasılsınız görüşmeyeli?

 

Size kaoslu, duygudan duyguya gireceğiniz bir bölüm bırakıyorum. Hem de olabildiğince uzun.

 

Bu yüzden herkes en az 15(on beş) yorum yapmalı okey miii

 

Yıldızı parlatmayı sakın unutmayın

 

 

Emre Fel- Veda Türküsü

Aydilge- Sade Şarkı

🔥

 

 

'Ruhun mu ateş yoksa o gözler mi alevden?

 

Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu.

 

Pervane olan kendini gizler mi alevden?

 

Sen istedin ondan, gönül zorla tutuştu...'

 

 

🔥

 

Her ışık alan oda aydınlık olmazdı.

 

Bircan tam üç ayda bunu bir kez daha öğrenmişti. Hayatının en acı tecrübesiydi. Öyle düşünüyordu. Ama daha başka tecrübeler edineceğinin de farkında değildi. Ve son zamanlarda öğrendiği her şey acı verir olmuştu kendisine.

 

Bakışları kliniğin arkasındaki yeşil alanı gören penceredeydi. Hemen arkada ise Marmara'nın o güzel suları güneşin altında yansımalar oluşturarak parlıyordu. Bulutsuz gökyüzünde uçuşan martıların sesi pencere kapalı olsa bile duyuluyordu içeri. Oysa şu pencereyi açıp dışarıdaki sesleri dinlemeyi, havayı solumayı nasıl da istiyordu. Ama doktoru bu konuda biraz sıkı davranıyordu.

 

Resmen bir fanusun içinde yaşıyordu üç aydır. Ve çok sıkılmıştı. Hastalığın verdiği acılar, ağrılar ve psikolojik durum kendisine ağır gelmeye başlamıştı.

 

Doktor durumundan ümitliydi. Bünyesinin son derece kuvvetli olduğunu ve son zamanlarda bedeninin kemoterapiye olumlu tepkiler vermeye başladığını söylüyordu. Eğer böyle giderse nakile gerek kalmayacaktı. Bu haber herkesi sevindirirken Bircan sadece burukça gülümseyip geçiyordu. Bir türlü durumuna doğru düzgün sevinemiyordu. Tek düşündüğü kardeşi ne haldeydi?

 

O gün konağa gelip de acı içinde boşandıklarını söylediğinde dünyanın başına yıkıldığını hissetmişti. Durduramamışlar, önüne geçememişlerdi. Eğer oracıkta fenalaşmasaydı belki tutup kaldırırdı kardeşini ama hastalığı buna ne yazık ki müsaade etmemişti. Kardeşi o acıyla boğuşurken Bircan da hastaneye kaldırılmak zorunda kalmıştı. Ve o gündür bugündür bu fanusta Baran'dan hiçbir haber almadan yaşamaya çalışıyordu.

 

Felaketler ardı arkasınca gelmişti üzerlerine. Kara bulut gibi çökmüştü geçmiş. Darbeler dört bir yandan gelirken asıl darbe ise aynı sofrayı paylaştıkları halasının ailesinden gelmişti. Bütün aile ortaya çıkan bu sır yüzünden yargılanırken de paramparça olmuşlardı. Cihan bir yana, Baran bir yana, ikizler bir yana dağılmıştı. Bir tek annesi kalmıştı burada yanında. Üç aydır kardeşlerinin yüzüne hasret bir şekilde yaşıyordu.

 

Oturduğu yataktan zorla doğrulurken üzerindeki ince örtüyü sanki dünyanın en ağır şeyiymiş gibi iteledi yan tarafa. Yerdeki terliklerine ayaklarını yavaşça geçirdikten sonra serum askısına tutunup doğruldu ve yavaş adımlarla pencerenin önüne ilerledi.

 

Rüzgarı teninde hissetmek, kuşlarının cıvıltılarını bir cam engel olmadan duymak ve güneş ışıklarına gözlerini kapatmak istiyordu. Elini pencerenin koluna atıp itelemek istedi ama kolları bunu bile başaramayacak kadar güçsüzdü.

 

Zorladı. Ama olmadı.

 

"Bircan?" O pencereyle uğraşırken Murat girdi içeri. İki elinde iki poşet vardı. "Ne yapıyorsun?"

 

"Pencere..." diye mırıldandı kısık sesle Bircan. "Açmak istedim ama yapamadım."

 

"Saçmalama," diye dolaplara doğru ilerlerken poşetleri koltuğun üzerine rastgele bırakıvermişti. "Doktoru duymadın herhalde. Dışarıyla temas etmen yasak." Memnuniyetsiz bir biçimde de ağzındaki maskeyi düzeltti. Bircan'ın yanına maskesiz girmek kesinlikle yasaktı. Ve Murat bundan hiç hoşlanmıyordu. O maskenin kendini boğacağına inanıyordu.

 

"Sıkıldım..." diye mırıldandı Bircan. "Üç aydır o kadar sıkıldım ki. Artık gökyüzünü bir camın ardından görmek istemiyorum. Havayı solumak istiyorum. Kuşların sesini dinlemek istiyorum."

 

Boş gözlerle baktı Murat ona. Sonra da bakışlarını hızla çekip cebinde titreyen telefona çevirdi. "Olmaz," diye mırıldandı gelen mesaja cevap yazarken. "Riskli. Doktoru sen de duydun."

 

Bir şey demeden dediklerini tartmak ister gibi baktı Bircan. Kocasının bu umursamaz tavrı öfkelenmesine yetivermişti.

 

"Baran'dan haber var mı?" dedi sinirle konuyu değiştirirken. Murat'ın hastalığı konusundaki umursamazlığı gittikçe canını sıkıyordu son zamanlarda.

 

"Yok," diye yine umursamaz bir mırıltı döküldü Murat'ın dudaklarından. Ardındaki koltuğa çöküp telefonunla ilgilenmeye devam etti.

 

"Hiç mi yok?"

 

"Hiç yok Bircan hiç yok." Sesinin tonundaki bıkkınlık sezilmeyecek gibi değildi.

 

"O kadar uzun zaman oldu ki..." diye mırıldanırken yaş dolan bakışlarını dışarıya çevirdi tekrar. "Kim bilir nerede? Ne halde?"

 

"Umursuyor musun cidden onu?" Duyduğu cümle ile bakışları hızla kocasına çevrildi.

 

"O ne demek? Umursuyorum elbette. Kardeşim o benim." Kızmıştı. Bir cümle tüm sinirini bozmaya yetip artmıştı.

 

"Sen de onun ablasısın ama. Baksana o pek umursamıyor sanırım. Üç aydır ne halde olduğunu sormadı bile. Hayır insan ayrılabilir anlıyor musun ama bu denli ortadan kaybolamaz."

 

"Baran'ın ne halde olduğunu sen kendi gözlerinle gördün." Altını çizercesine vurguladı Bircan her bir kelimeyi. "Dünyası başına yıkıldı. Mahvoldu."

 

"Mahvoldu? Tek mahvolan o değil. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım ama koca bir aile dağıldı. Hepiniz dört bir yandasınız. Cihan bir yerde, diğer kardeşlerin, annen, baban, deden... Herkes bir yerde. Hele sen. Sen kendi canının derdindesin. Ama Baran bir gün bile arayıp sormadı seni. Bu halde olduğunu bile bile."

 

"Baran terk edildi Murat! Kendi çabalarıyla kurduğu yuvasından, ilk defa bu denli sevildiği yerden kovuldu. Anlamaman normal. Ama bence bu kadar gaddar olma." Tekrar geri dönüp pencereyi iteleyip açmak istedi ama güçsüz bilekleri bunu yapamadı.

 

Oysa tek istediği gökyüzünü bir cam ardından değil de canlı canlı görebilmekti.

 

"Bırak yapma şunu. Doktoru duydun."

 

"Temiz hava almak istiyorum. Bunaldım!" dedi vurguyla ona ters bir bakış atıp. "Bunaldım."

 

"Sen niye peruğunu takmadın hem. Taksana onu." Öyle deyince elini hafifçe çıkmış saçlarına attı Bircan. Sonra hızla elinde çalan telefona döndü Murat. "Ben bir telefonla konuşup geliyorum," Sanki Bircan'ın sesi kendisine ulaşmamış gibi titreyen telefonu kulağına götürürken adımladı dışarı. Sanki onun peruksuz haline bakmak istemiyor gibiydi. Ona bakmamak için her zamankinden daha hızlı çıkmıştı.

 

"Tek istediğim sadece bir parça gökyüzü..." Nemli bakışlarını tekrar dışarı çevirdi. Çok yakınında ama bir o kadar da uzak olan gökyüzüne çevirdi bakışlarını. İç çekti.

 

Kapının hemen önünde duran Salim deminden beri olan tüm konuşmaları duymuştu. Niyeti asla kapı dinlemek ya da burada beklemek değildi. Bircan'a haber vermek için gelmişti fakat Murat kendisinden önce odaya girince kalmıştı öylece. Gitmeye yeltendiği sırada da Bircan'ın 'Dışarıyı görmek istiyorum' dediğini işitip gidememişti.

 

Üç aydır bu dört duvarın arasında sınırsız imkanlarla yaşıyordu ama onun tek istediği bir parçacık gökyüzüydü.

 

Göğsünün ortasında inceden bir sızı hissettiğinde afalladı Salim. Sızlamazdı, çarpmazdı, atmazdı. Onun oradaki tek işlevi ruhu bedeninde durdukça kan pompalamaktı. Ama o gün ilk defa kendine bir hayli yabancı olduğu bir sızı hissetti. Sanki Bircan'ın acı şekilde istediği şey bir sızı olup dolmuştu içine.

 

Hızla döndü arkasını. Ceketinin cebine elini atıp siyah misketi bulduktan sonra onu olabildiğince sıkarak adımladı uzun koridoru.

 

Bircan ise yine koca bir yalnızlıkla oturmuştu yatağına geri. Bakışlarını istemeye istemeye pencereden çekip komodindeki telefona uzandı. Yine açılmayacağını bildiği numarayı tuşlarken kulağına götürdü ve yine aynı telesekreter sesini dinledi.

 

"Baran..." diye mırıldandı sinyal sesinden sonra. "Çok özledim seni ablacığım. Keşke burada olsan. Keşke gökyüzünün altında yine dertleşsek seninle. İyi misin çok merak ediyorum. Hatta artık endişeleniyorum da. Sanırım sana küseceğim. Beni üç aydır hiç aramadığın için sana küseceğim. Ama hemen de barışırım. Biliyorsun beni." Kırık bir biçimde gülümsedi. Zorlukla yutkundu. "Ne olur dön Baran. Ne olur..."

 

Her gün yaptığı şeyi yine yaptıktan sonra telefonu geri yerine bıraktı ve ağrılarına zorlanarak uzandı yatakta. Sağ tarafına döndükten sonra dizlerini karnında topladı ve cenin pozisyonu aldı. Sol elinin parmaklarıyla da hafifçe çıkmış saçlarına dokundu.

 

Yaşamak için kestiği saçlarına beraber yaşlanalım diye söz verdiği adamın bakmayışı son derece yakmıştı canını.

 

Ama bu ilk değildi. Kendisini ilk kez konakta saçsız bir halde görünce hiç beklemediği bir ifadeyle bakmıştı Murat yüzüne. 'Olsun' demişti kendini öyle görünce ama bu 'olmasın' der gibi bir olsundu. Çünkü hemen sonrasında 'sen yine de peruksuz gezme' diye eklemişti.

 

Son zamanlarda olanları düşündü Bircan. Tek tek. Hiçbir ayrıntıyı atlamadan hem de. Ama her detayda canı biraz daha sıkıldı. Çünkü en güvendiği, en destek beklediği, o deftere imza atarken söz verdiği adam sanki 'hastalıkta sağlıkta' dememiş gibi gün geçtikçe uzaklaşıyordu kendinden. Ve mücadele etmeye zaten dermanı kalmayan Bircan bunu da kaldıramaz olmuştu.

 

Bir parçacık gökyüzü için bile çabalamamıştı kocası.

 

O an sordu ilk defa kendine: Bu kadar yanımdayken neden bu kadar uzak bana diye.

 

Kendi iç dünyasında çetin bir savaşa daldığında kapı belli belirsiz üç kere tıkladı. "Uyuyorum!" diye ters bir şekilde söylendi Bircan. Yalnız kalmak istiyordu. Ama kapının ardındaki her kimse yeniden tıkırdattı kapıyı. "İstemiyorum! Gelme!" dedi daha yüksek bir sesle. Ama yine tıkırdadı kapı ve yavaşça açıldı.

 

"Gelme dedim ya gel-Salim?" yataktan hışımla doğrulduğunda karşısına Salim'i görmeyi beklemiyordu. Hatta üç aydır onu da hiç görmediğinden aklına ilk gelen şey Baran olmuştu. "Bir şey mi oldu?"

 

"Ben..." dedi Salim. Bakışlarını ise Bircan'a kaldıramamıştı. Bakmak istemediğinden değildi. Bakışlarının onu inciteceğinden korkuyordu.

 

Hayatında ilk defa bir şeye bakarken korkar olmuştu. Oysa Salim'in keskin bakışları, karşısında kim olursa olsun muhakkak içine korku salardı.

 

"Bir şey mi oldu?" diye yineledi sorusunu Bircan. Bir yandan da elini kafasına atıp peruğu olmadığı için kızmıştı kendine.

 

"Bir şey göstermem lazım." Salim'in kalkmayan bakışları daha da endişelendirdi Bircan'ı.

 

"Ne? Ne göstereceksin?"

 

"Gelir misin?" derken Bircan ondan böylesine kibar bir soru beklemiyordu asla. Çünkü tanıdığı Salim bir kelimelik emir cümleleriyle dolanırdı etrafta. Gerçi onunla aynı konak içinde o kadar az yüz yüze geliyordu ki yıllardır. Buna da yüz yüze gelmek denmezdi gerçi.

 

"Ge-geleyim. Ama nereye?" Söylemedi Salim. Bir adım geri çekilirken Bircan da yataktan sarkıttığı ayaklarını zemine değdirdi ve yavaşça kalktı ayağa. "Peruk..." diye sağına soluna bakarak mırıldandı.

 

"Gerek yok," dedi Salim bakışlarını ilk kez ona kaldırırken. "İhtiyacın yok." Öyle deyince aramaktan vazgeçti Bircan. Biraz çekingen biraz da korkarak adımladı odadan dışarı. Bakışları ise maske takmaya çalışan Salim'deydi. Kendisi için de sehpada duran maskelerden birini alıp taktı.

 

"Doktor..." Huzursuzdu Bircan. Birinin kendisini dışarı çıkarken görmesi ihtimalinden ötürü epey huzursuzdu. "Yasak benim çıkmam aslında."

 

"Doktor hastanede değil. Koridor boş. Kimse görmez." Aralarındaki beş altı adımlık mesafeyi koruyarak biraz da Salim'in dediklerine inanarak takip etmeye başladı Bircan. Aylar sonra ilk defa çıkmıştı bu koridora bile. Oda dışında nefes almak o kadar farklı hissettirmişti ki.

 

Yürüdü Salim. Bir şey demeden. Adım mesafesini sanki koruyormuş gibi yürüdü. Takip etti Bircan. Sanki Salim yanlış bir şey yapmazmış gibi takip etti. Koridorun sonundaki diğer kapılardan farklı renkteki kapıya geldiklerinde ise sağına soluna bakınıp biraz yüklenerek açtı kapıyı. Ve Bircan'ın geçmesi için iki adım geri çekildi.

 

"Salim," diye mırıldanırken bakışları nemlenmişti Bircan'ın. "Bu... Burası..."

 

Burası hastanenin terasıydı. Aylardır odasındaki pencerenin ardından izlediği deniz ise bir çarşaf gibi seriliyordu boylu boyunca. Titreyen dizlerine aldırmadan ileri doğru adımlarken denizin o tuzlu kokusu çarptı önce yüzüne. Sonra da temiz hava doldu ciğerlerine. Martıların sesleri tüm çıplaklığıyla kulağına ulaşırken bir elini kuş gibi çarpan göğsüne attı.

 

"Salim bu," diye heyecanla döndü arkasını.

 

"İstersen maskeni çıkar. Ben çıkarmam merak etme." Beş altı adım geride duran adamın boynuna atlama isteğiyle doldu taştı tüm ruhu. Ona bir parçacık gökyüzünü, bir parçacık temiz havayı hediye gibi veren adama sarılma isteğiyle doldu taştı.

 

"Gökyüzü..." diye mırıldanırken ağzını ve burnunu kapatan maskeyi çekti attı. Sonra da yanağını usul usul okşayan rüzgara gözlerini kapattı. Aylar sonra hücrelerinde, ruhunda, kalbinde bir kıpırtı vardı. Yaşamanın kıpırtısı...

 

Denizden gelen dalga sesleri, martıların heyecanlı çığlıkları ve rüzgarın kulak uğuldatan şarkısı...

 

Yaşamak buydu işte. Her şeye sahipken bir parça gökyüzünü hissedemiyorsa insan niye yaşıyorum diyordu ki?

 

"Baran'ı buldum," dedi Salim, Bircan yaşamayı yeniden hissederken.

 

"Ne?" diye döndü hızla ona doğru. "Nasıl? Nerede?"

 

"Burada. İstanbul'da. Birazdan onu almaya gideceğim." Önce duyduklarına inanamadı Bircan. Aylardır tek bir haber bile yoktu çünkü kardeşinden. Nerede, ne halde, ne yapıyor kimse bilmiyordu.

 

İşte şimdi tam anlamıyla yaşadığına karar verdi Bircan. Her şeyle, her şekilde.

 

Aralarındaki beş altı adımlık mesafeyi sarsak adımlarla kapatırken güçsüz kollarını Salim'in koca bedenine doladı. Hastalığını bile umursamadı. Güçsüz bir sarılma, içten bir teşekkür, bir minnet...

 

"Teşekkür ederim..." diye fısıldadı göz yaşları yanaklarından süzülürken. "Kardeşimi bulduğun için teşekkür ederim."

 

Kalakaldı Salim'in elleri ise. Ne yapacağını, nasıl tepki vereceğini bilemedi. Tereddüt etti. Bircan ise güçsüz olmasına rağmen kollarını sıkıca sarmaya çalışıyordu ona. Başını ise kalp atışlarının duyulduğu geniş göğsüne yaslamıştı.

 

O an zamanın durduğunu hatta geri aktığını hissetti Salim. Sekiz dokuz yaşlarında kendisine yine böyle sarılan Bircan'ın kokusu ise aynıydı. Sıcaklığı, verdiği his aynıydı.

 

Bircan ona çok uzak ama onun kalbinin en derinindeki bir mücevherdi. Tıpkı kendisine verdiği siyah misketi gibi. Tıpkı birlikte yedikleri horoz şekerleri, yuvasını kurtardıkları güvercin gibi.

 

Bircan Salim'in tümden her şeyiydi. Çocukluğu, geçmişi, mutlu anıları. Ama Salim Bircan'ın hayatında böyle bir yer edinememişti.

 

 

 

 

🔥

 

 

 

Nefes almak...

 

Ah şu nefes almak ne güzel şey. İçimdeki fırtına dindi. Aklımdaki kargaşa bitti. Bir tek özgürlük var ruhumda. Buram buram özgürlük. Rüzgâr öylesine güzel okşuyor tenimi. Saçlarım öylesine deli savruluyor. Öylesine meftun öylesine deli öylesine aşığım baştan beri besbelli.

 

'Peri kızı' asıl şimdi uçuyor. Kanatlarına sahip, kendini saran diğer kanatlarla da hiç olmadığı kadar güvende.

 

Peri kızı asıl şimdi peri kızı işte.

 

Tenimi okşayan rüzgara hafif yağmur damlaları karışırken tek yaptığım içimden geldiğince gülmek oluyordu. Belimi sıkıca saran kolların arasında kendimi hiç olmadığım kadar güvende, hiç olmadığım kadar da özgür hissediyordum.

 

Evimdeydim.

 

Yerimdeydim.

 

Yurdumdaydım.

 

Ait olduğum memlekette, ait olduğum kişinin kolları arasındaydım.

 

Esmer'in üstünde dört nala giderken de nereye gittiğimizi sorgulamıyordum. Zaten artık onunla nereye gidersem gideyim sorgulamazdım da. Onunla neresi olursa olsun ben tamamdım. Ben tümden onunlaydım.

 

Saçlarımın arkasına iliştirilen tokayı sinirle çekiştirip hiç düşünmeden fırlattım. Prangamın bir parçasından kurtulmuştum böylece.

 

Huzurla bakmaya çalıştım geçip gittiğimiz her noktaya. Sadece ikimizin olduğunun verdiği huzurla.

 

"Geldik." dedi az sonra. Esmer de sanki bunu biliyormuş gibi yavaşlamıştı. Onun yönlendirmesine de gerek kalmadan az ileride görünen kulübeye doğru adımladı. Bakışlarım küçük bir avlu içinde bulunan küçük taş yapıyı buldu. Tanıdık bir yer değildi burası benim için. Bildiğim bir çevre değildi.

 

"Gel," dedi benden önce yere indikten sonra ellerini bana uzatıp. Sıkıca onun ellerini kavrayıp ayaklarıma dolanan beyaz elbisenin verdiği rahatsızlıkla indim yere. İner inmez de ayaklarımdaki ayakkabıları çıkarıp var gücümle fırlattım avludan dışarı. Ve prangamın bir parçasından daha kurtulmuştum.

 

"Dur!" dedim elimi tutup beni içeri götürmesine engel olurken. Eğildim ve beyaz elbisenin eteğini var gücümle çekiştirip büyük bir sesle yırttım. Beyaz kumaş parça parmaklarımın arasından rüzgara kapılırken biraz daha özgürleştiğimi hissettim. Boynumdaki ince, sabah yengemin taktığı kolyeyi koparıp attım.

 

Sanki üzerimdeki beton yığınlarından kurtuluyormuşum gibiydi. Nefes nefese kalmıştım şu iki parçacık şeyle.

 

Derin derin solurken dudaklarımdaki yorgun gülüşle baktım onun yüzüne. Ama hâlâ tam olarak kurtulamamıştım. Kilitli kapı açılıp içeri geçtiğimde beni boğan, sıkan, nefeslerimi tümden tüketen elbisenin boynunu çekiştiriyordum.

 

"Baran," diye mırıldandım parmaklarım elbisemin boynunu asılırken. O ise kapıyı sıkıca kilitliyordu. "Baran aç," diyebildim güç bela.

 

"Elif?" Sersemlemiş halimi görmüştü ve hızlı adımlarla geldi kapıyla uğraşmayı bırakıp yanıma. "Elif? İyi misin?"

 

"Aç şunu ne olur?" Parmaklarım bir türlü sırtımdaki fermuara ulaşamıyordu. "Ne olur aç! Boğuluyorum! Daha fazla dayanamayacağım! Aç!"

 

"Tamam tamam. Sakin ol," diye mırıldanırken beni nazik bir biçimde geri çevirdi ve fermuarı indirdi. Derin bir nefes alırken onu beklemeden boynumdan aşağı hızla çekip attım beyaz elbiseyi. Güçlü güçlü solurken son prangamdan kurtulmanın verdiği rahatlama yayıldı bedenime. Elimi hemen önümdeki tahta masaya dayadım ve solumaya devam ettim.

 

"Gel çıkaralım tamamen," derken omuzlarımdan tuttu ve yavaşça ona dönmemi sağladı. Beni boğan, beni adım adım ölüme götüren elbiseyi omuzlarımdan yavaş bir şekilde sıyırıp attı. Sonra da kendi üzerindeki siyah tişörtü çıkardı ve geçirdi başımdan. Onu beklemeden yere eğilip beni boğan, beni adım adım ölüme götüren, eteklerini yırttığım elbiseyi aldım ve odanın tam ortasındaki eski şömineye doğru ilerledim. İçi pek temiz değildi. Birkaç ucu yanmış odun, biraz kağıt parçası ve kuru dallar vardı. Hemen üzerinde duran kibriti kavradım ve eğilip kağıt parçalarını tutuşturdum. Ateş önce cılız bir biçimde yanarken diğer kağıt parçalarının ve dalların da tutuşmasıyla harlanıvermişti

 

Nefret dolu bir bakış vardı elimdeki beyaz elbiseye karşı gözlerimde. İğrenircesine, tiksinircesine. Hiç düşünmeden savurarak şömineye doğru fırlattım. Kırmızı kıvılcımlar etrafa saçılırken önce yavaşça tutuşmasını sonra da hızla harlanmasını izledim.

 

"Elif..." diye mırıldanırken sıcak nefesleri çarptı önce kulağıma. Sonra sıcak ve güven dolu kolları sarmaladı arkamdan beni.

 

"Bitti," dedim nefret dolu bakışlarla şöminede yanan elbiseye bakarken. "Son prangamdan da kurtuldum. Bitti."

 

"Bitti," dedi beni daha sıkı sararken. "Bitti peri kızı..."

 

"Baran," diye mırıldanırken ona dönmeye çalıştım. "Ödüm koptu sana bir şey oldu diye." Kollarımı sıkıca bedenine sarmaya, gerçekliğini tüm benliğimde hissetmeye çalıştım. "Ödüm koptu."

 

"Hişşş..." dedi parmakları usulca saçlarımı okşarken. Sıcak ve yumuşak öpücüklerini kondurdu başımın üzerine. "İyiyim bak. Hatta şimdi daha iyiyim."

 

"Baran..." derken elimi yüzüne çıkardım ve gerçekliğini bir kez daha hissetmeye çalıştım. "Azad," dedim ateşin yansımaları olan bakışlarına bakışlarımı çıkarırken. "Azad nasıl buldu seni?"

 

"Azad..." diye mırıldanırken dudaklarında yarım bir gülüş belirdi. "Ona karşı olumlu bir duygu besleyeceğimi hiç ama hiç tahmin etmezdim ama sanırım bundan sonrası için düşüneceğim. Babasından kapatıldığım yeri öğrenince anahtar almak için epey uğraştı. Sonrası bildiğin gibi." Gülmeye çalıştım. Ağır ve kırıklarla dolu bir gülüştü ama bir hayli de rahattı.

 

"O da seni sevmeye çalışacağını söyledi." dedim gülsün diye. Dudaklarındaki yarım gülüşle kafasını iki yanına salladı ağır ağır. "Bence seviyorsunuz birbirinizi."

 

"O konuda pek iç açıcı olamayacağım." dedi bakışlarını bana indirip. Suratımın düştüğünü görünce de çenemi yumuşak bir biçimde tuttu. "Tamam. Salak demekten vazgeçerim."

 

"Baran ya..." diye mırıldanırken hafifçe vurdum çıplak göğsüne.

 

"Çok korktum peri kızı," dedi kolları bedenimi daha sıkı bir vaziyette sararken. "Hayatımda hiç korkmadığım kadar korktum bugün. Azad 'Elif ablamı evlendiriyorlar' dediğinde dünyamın başıma yıkıldığını hissettim." Yorgun bir nefes verdi. "Yetişemeyeceğim sandım. Seni oradan çekip alamam diye ödüm koptu. Ama umurumda olmazdı biliyor musun? Yıkardım o konağı başlarına."

 

"Biliyorum..." diye mırıldandım cansız bir şekilde. "Ben..." demeye çalıştım hafifçe geri çekilirken. "Amcam..." Sol gözümden bir damla yaş kaydı gitti. "Senin için. Başka çarem yoktu."

 

"Hişşş hişş ağlama sakın. Biliyorum. Amcan olacak o herifin seni nasıl bir duruma soktuğunu biliyorum."

 

"Baran yemin ederim kabul etmek istemedim. Yemin ederim."

 

"Elif!" dedi uyarır gibi. Omuzlarıma indirdiği eliyle hafifçe sarstı bedenimi. "Biliyorum. Her şeyi biliyorum. Sakın kendini suçlama. Bir tek suçlu var o da amcan olacak o herif. Anlıyor musun?"

 

"Öldürürüm dedi Baran. Seni öldürmekle tehdit etti." Tekrar ve daha hızlı bir yan indi gözümden aşağı. Ama işaret parmağıyla hemencecik yakaladı.

 

"Hiçbir şey yapamaz. Duydun mu? Kimse hiçbir şey yapamaz. Ben sana kavuştum ya hiçbir şey umurumda değil artık. Bitti," Güven verici bakışlarını bakışlarıma kilitledi. "Hasret de zulüm de bitti." Hızla kafamı salladım. Alnıma dudaklarını dokundurunca da içimdeki sıkıntılı nefesi üfledim tümden dışarı.

 

"Ortalık çok karışacak..." diye mırıldandım.

 

"Biliyorum. Hatta daha da çok karışacak." Gözlerinden aklından geçenleri okumaya çalıştım. "Senle beni ayırmaya çalıştılar ya ben karıştıracağım ortalığı." İçine çektiği nefesin nasıl öfkeli bir nefes olduğunu görmemek, hissetmemek imkansızdı. "Bize bunu yapan amcan olacak o adam sonuna kadar ödeyecek. Ama..." derken yüzüme düşen saçımı işaret parmağıyla iteledi geri. "Karahan denen o it her kimse ilk ondan başlayacağım."

 

"Baran..." dedim korku tınılarının eklediği sesimle.

 

"Kim o herif Elif? Kim o Karahan denen it?"

 

"Bilmiyorum," dedim bakışlarımı yere indirirken. "Tanımıyorum. Sadece amcamın ortaklık kurmaya çalıştığı biri olduğunu biliyorum hepsi bu. Yüzünü bile görmedim." Usulca çenemi tutup kendi bakışlarına kaldırdı bakışlarımı.

 

"Ben bulacağım ama. Ben bulacağım. Öyle bir birbirine katacağım ki ortalığı."

 

Biz üç aydır bir ateşin ortasındaydık. İki taraf, iki aile sessizdi fakat bu sessizlik büyük bir gürültüyle son bulacaktı ben bunu en baştan biliyordum. Çünkü bizi on ay önce zorla evlendirip söndürmeye çalıştıkları alev sırların açığa çıkmasıyla daha koyu, daha fazla olacak şekilde harlanmıştı.

 

Ama bunlardan zerre korkmuyordu Baran. Yanlış anlaşılmasın ben de asla korkmuyordum. Aksine zaten bu ateşin harlanmasının baş sorumlusu da bendim. Ben bir tek şeyden korkuyordum: O da Baran'a bir zarar gelmesi.

 

Bir tarafta bu süre zarfında hiç yüz yüze gelmediğim İzol ailesi diğer tarafta ise amcam vardı. Amcamın ise yıllardan beri süregelen dava, düşmanlık zerre umurunda değildi. O, yine her zamanki gibi kendi çıkarları için yakmaya çalışıyordu bu ateşi. Bu yüzden de her seferinde beni öne sürmekten çekinmiyordu.

 

Ama ben asıl şimdi korkmuyordum. Onun elini tuttuğum, onun kolları arasında durduğum müddetçe ben karşıma kim çıkarsa çıksın meydan okumaya hazırdım.

 

🔥

 

Üç gündür uyumadığım doğru düzgün uykulara taş çıkartırcasına bir uykunun içindeydim. Huzur, güven ve mutluluk soluyordum her nefesimde. Tenimde dolaşan ılık nefes ise bunları katladıkça katlıyordu. Saçlarımın arasında dolaşan sıcak parmaklar, tenime konan büyülü buselerle huzura daha çok gark oluyordum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ve bu huzur sayesinde göz kapaklarımı zerre açasım gelmiyordu.

 

Ama göz kapaklarımın aralanmasına sebep olan ise kapının belli belirsiz tıkırdaması oldu. Öyle de diken üstündeydim.

 

"Baran," diye mırıldanırken doğrulmaya çalıştım yatakta. Bir yandan da üzerime örtülü nevresimi çekiştirip bedenimi kapatmaya çalıştım.

 

"Hişş..." derken çıplak omzumu sıvazladı güven verici bir şekilde. "Ninos gelecekti. Çıkma sen. Ben bakıp geleyim." Omzuma kısa bir öpücük bırakıp kalktı yataktan. Yerdeki tişörtünü hızla başından geçirdikten sonra pantolonunu da aynı hızla giydi ve önünü kapatırken çıktı odadan. Ben de nevresimi sıkıca bedenime sardıktan sonra kapalı koyu kahverengi perdenin kenarından dışarıyı görmek için kalktım ayağa. İşaret parmağımla perdenin kenarını hafifçe araladıktan sonra kendimi belli etmeden dışarı bakmaya çalıştım.

 

Ninos gelmişti dediği gibi. Baran'a bir şeyler söylerken elindeki poşeti uzattı ona doğru. Baran da omzuna hafifçe vurduktan sonra hızla döndü arkasını ve ters çevirdiği kasketini düzeltip hızlı adımlarla çıktı avludan. Bakışlarımla ne yana gittiğini takip ederken ilerideki koyunlar ve onların başındaki çoban çarptı gözüme. Ninos ona doğru bakmadan hızla kayboldu gözden.

 

"Peri kızı..." diye mırıldanmasıyla hızla çektim kendimi pencereden.

 

"Baran," dedim yerde sürünen nevresimin adımlarıma engel olmaması için elimle toplamaya çalışırken. "Ne oldu? Niye gelmiş Ninos?"

 

"Bize giyecek bir şeyler getirdi." Tereddütlü halime bakarken yavaşça yaklaştı bana doğru. "Salim'le Ninos'tan başka kimse burada olduğumuzu bilmiyor." diye ekledi rahatlamam için. "Sen giyin. Ben de bize yiyecek bir şeyler hazırlayayım." Hafifçe kafamı sallarken elinde tuttuğu siyah poşeti yatağın üzerine bıraktı ve çıktı. Ben de üzerimdeki nevresimi hızla atıp poşetteki siyah tişört ve siyah pantolonu aldım. Hızlıca giyindikten sonra nemi duran saçlarımı rastgele topladım tepeden.

 

Ben giyinene kadar eski şöminenin önüne küçük bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı Baran.

 

"Baran..." diye mırıldanırken küçük adımlarla ilerledim yanına.

 

"Gel," dedi o da beni yanına çekerken. Sanki ondan bir adım bile uzak kalmamam gerekiyormuş gibi kapatmıştı aramızdaki mesafeyi. Sonra da önümdeki tabağa kahvaltılıklardan koymaya başladı.

 

"Baran..." dedim kısık bir tonda. "Biz şimdi ne yapacağız?" Korkmaktan değildi ya da bir endişe içinde değildim. Sadece merak ediyordum bundan sonra ne olacak diye.

 

Sandalyesinde bana doğru dönerken ellerimi tuttu usulca. "Amcan bizi arıyormuş, her yerde." Bu kaçınılmaz bir şeydi. 'Çok normal' dercesine bir gülüş yerleştirdim yüzüme. "Biz de seninle bu gece yola çıkacağız. İstanbul'a." Elleri arasındaki ellerimi okşadı. "Nikah işlemleri başlayacak. Nikahtan sonra da kimse bize karışamaz."

 

Derin bir nefes almam gerekti. Benim bu tedirgin halimi fark etmiş olacak ki uzanıp alnıma uzun ve güven veren bir öpücük bıraktı.

 

"Korkuyor musun?" dedi bakışlarını bakışlarıma kilitlerken.

 

"Asla," dedim en kararlı ses tonumla. "Asla korkmuyorum."

 

"Biliyorum," dedi dudaklarıma doğru fısıldayıp. "Üç ay on yedi gün içinde senin karşına çıkmayı hayal ederken bakışlarında zerre korku olmayacağını biliyordum ama karşıma çıkan kadının bu denli gözü kara olacağını ben bile beklemiyordum."

 

"Söz konusu bizsek," diye fısıldarken çenesinin iki yanından kavrayıp çektim kendime doğru. "Dünyanın en korkusuz insanı olabilirim." Beklemeden de dudaklarına kapattım dudaklarımı.

 

"Biliyorum," dedi dudakları dudaklarıma esirken. "Ve bu gözü kara kadına bir kez daha vuruldum ben." Gülmeye çalıştım ama bu sefer onun dudaklarının üstünlüğüyle afallamak zorunda kaldım. Beni kucağına çekmesine, ellerinin hızla bedenimi sarışına bıraktım kendimi. Kucağına yerleşirken bacaklarımı onun bacaklarının yanından sarkıttım tüm üstünlüğü ele aldım.

 

Öptüm, nefes almadan, nefesi olarak, nefesim olarak öptüm. Var gücümle sardım onu.

 

"Peri kızı," diye mırıldandı nefes nefese. Bir elini usulca tişörtümden içeri sokmuştu. Sıcak parmakları bel oyuntumda dolaştıkça içimde bir şeyler akıp gidiyordu. Olsundu, aksındı. "Öldüm sandım yokluğunda."

 

"Bitti artık," diye mırıldanmaya çalıştım ama daha çok kıvrandım. Ona olan hasretime bir değer biçemiyordum ne yazık ki.

 

Ama dedim ya size. Benim mutluluklarım hep ama hep yarım kalır diye.

 

Ben bu yaşıma kadar kaç mutlu anımın bölündüğünü, kaç hevesimin kursağımda kaldığını saymaktan yorulmuştum hatta sayamadığım için bırakmıştım da.

 

"ELİİİİF!" Güçlü ve öfkeli bir ses dışarıdan içeriye duyulurken Baran'ın omuzlarına tutunmaya çalışıyordum sıkıca. Şaşkın bakışlarım önce sesin geldiği ve sanki görebilecekmişim gibi dışarıya sonra da benim gibi anlamsız ifadelerin dolduğu Baran'a çevrildi.

 

"ELİF! ÇIKIN DIŞARI!"

 

Amcamdı bu. Onun son derece öfkeli ve kin dolu sesiydi. Her şeyi yakıp yıktığı gibi en ufak mutlu anlarıma da göz dikiyordu işte.

 

"LAN ŞEREFSİZİN EVLADI! BURADA OLDUĞUNUZU BİLİYORUM!"

 

"Baran," diye mırıldanırken ne yapacağımı bilemedim. "Amcam... Bulmuş bizi..."

 

"Sakin ol." Beni belimden tutup yavaşça kalktı sandalyeden. Hızla da arkasına çekti. "Odaya geç." Dedi seri bir şekilde. Masanın diğer tarafına dolanıp yerde duran küçük çantaya uzandı ve silahını çıkardı. "Odaya geç Elif. Çıkma sakın." Hızla onu onaylarken korku dolu adımlarımla yatak odasına doğru ilerlemeye çalıştım ama evin kapısı büyük bir gürültüyle çarptı geri.

 

Kalakaldım.

 

"Bulamayacağım mı sandınız!" Soru değildi amcamın dilinden dökülenler. "Kaçacağınızı mı sandınız!" Geri odaya girip saklanmak ya da Baran'ın tam yanına geçip dikilmek istedim ama olduğum yere mıhlanmış gibiydim.

 

Korkuyordum.

 

"Elif?" dedi sesinin tonunu normale indirirken.

 

"Sakın Haşim Bozan!" diye yükseldi Baran'ın sesi. Silahın emniyetini açışına çevrildi bakışlarım. "Sakın!"

 

"Elif'i almaya geldim. Senin icabına sonra bakacağım. Hadi Elif!"

 

"Sen kimi nereden aldığını sanıyorsun ha!" Amcama doğru büyük bir adım atması amcamda zerre etki etmedi.

 

"Yeğenimi onu nikahından kaçıran şerefsizden almaya geldim oldu mu! Çekil şimdi önümden!" Bir adım yana atıp Baran'ı geçecek oldu ama onun geniş ve uzun gövdesi müsaade etmedi amcama.

 

"O sıkar biraz," diye mırıldandı amcamın nefret dolu sesinin aksine. Baktı amcam. Nefretle, tüm kötü duygularla baktı Baran'a.

 

"Görürsün sıkmayı sen," diye mırıldandıktan sonra aynı duyguların daha yoğun görüldüğü bakışlarını bana çevirdi. "Elif hadi!"

 

"Asla!" dedim sert bir sesle. "Ölürüm de gelmem!"

 

"Öyle mi?" dedi tehditvari bir tonda.

 

"Öyle!"

 

"Nikah masasından kaçtın! Kaç insanı yüzüstü bıraktın! Şimdi de bu itin yanından gelmem diyorsun öyle mi!" Daha da yükseldi sesi. Baran'ın silahı hafifçe kaldırdığını gördüm ama kapıdaki dikilen iki adam da ellerini bellerine atmışlardı.

 

"ÖYLE!" diye haykırdım resmen. "Ölürüm de gelmem tamam mı!"

 

"İyi..." diye mırıldanırken çekti hızlıca belindeki silahı. Kalbim büyük bir acıyla burulurken elindeki silahı hızla Baran'a doğrulttu. Tabi Baran da ona. Ama bir sorun vardı ki amcamın diğer adamları da silahlarını Baran' doğrultmuşlardı. "Tekrar soruyorum Elif. Geliyor musun gelmiyor musun?"

 

"ASLA!" diye yükseldi benden önce Baran'ın sesi. "Asla seninle bir yere gelmez o!"

 

Hiç düşünmedim ötesini berisini. Tek düşündüğüm, tek hissettiğim Baran'a doğrultulan silahın önüne geçip engel olmaktı. Bu yüzden de var gücümle atıldım amcama doğru ama yapamadım. Bana engel olan kollar yüzünden Baran'ın önüne geçmeye çalışmam, amcamın ona doğrulttuğu silahı engellemeye çalışmam boşa çıktı.

 

"BIRAK ONU!" diye yükselirken elindeki silahı tam amcamın alnına dayadı Baran. "Bırak Haşim Bozan bırak!"

 

"Amca!" dedim avaz avaz ama kollarıma, bedenime dolanıp beni engellemeye çalışan kollardan kurtulamıyordum.

 

"Bana bakın!" diye yükseltirken Baran'a doğrulttuğu silahın namlusunu yavaşça bana doğrulttu amcam. "Sizin saçma sapan hareketleriniz yüzünden ben daha fazla kaybetmeyeceğim duydunuz mu?"

 

"Baran," demeye çalıştım amcamın dediklerini es geçerken.

 

"İzollarla Bozanlar ezelden beri düşmandılar. Şimdi de ebede kadar sürecek bu! Benim hem kardeşimin hem de yeğenimin kanı var sizin ellerinizde! O yüzden bu saçmalık burada, bugün bitecek!"

 

"Elif'i bırak!" diye tısladı Baran dişlerinin arasından.

 

"Öldürürüm Elif," derken bana çevirdi bakışlarını. Benim bakışlarım ise onun Baran'ın alnına dayadığı silahtaydı.

 

"Elif'i bırak!" diye yükseldi Baran.

 

"Yaparım Elif, acımam."

 

"Amca..." diye mırıldanırken bakışlarımı çekemedim onun elinde duran silahtan.

 

"Ne yapacaksan bana yap! Bırak Elif'i gitsin!"

 

"Sen seç Elif!" dedi vurgulu vurgulu. "Ben dediğimi yaparım," diye de ekledi tehditvari bir şekilde.

 

"Elif'i bırak! Bırak gitsin! Sonra ne yapacaksan yap!"

 

"Hayır amca..." diye mırıldandım beni tutan kolların arasında debelenirken. "Yapamazsın..." umutsuz bakışlarımı çevirdim amcama. Olabildiğince kin dolu, ciddi olan suratına baktım. "Hayır..." Kafamı salladım iki yana.

 

"Elif!" dedi vurgulu bir şekilde. "Sorumlusu olursun!"

 

"ELİF'İ BIRAK!"

 

"Amca hayır..."diye mırıldandım tekrar. Ama karartmıştı bir kere gözünü amcam. Ve ben bana çevrilen bu kararmış bakışlardan olabilecekleri kestirebiliyordum.

 

"Eeeh!" derken sesi yükselebildiği kadar yükseldi amcamın. "Bu kadar saçmalık yeter!" O böyle der demez de bedenim eş zamanlı olarak dışarı sürüklenmeye başladı beni tutan adamları yüzünden. Çığlıklarım Baran'ın seslerine karıştı.

 

"AMCA! AMCA BIRAK! BARAN!" ayaklarımı yere dayayıp karşı koymak istedim."Hayır..." Bir fısıltı gibi çıktı sesim. Bir fısıltıdan daha kısık belki de.

 

"Çıkarın şunu!" dedi amcam. Başıyla verdiği küçük bir hareket adamları tarafından emir kabul edildi ve bedenimin hareketi kısıtlandı.

 

"BIRAK ONU!" dışarıdaki gök gürültüsünü bastırdı Baran'ın sesi. "BIRAK!" bana doğru atılmak istedi ama bedenini kavrayan kollar buna izin vermedi.

 

"Amca yapma!" derken bedenim sürüklenircesine çıkarıldı dışarı. "Yapma!"

 

"SANA ONU BIRAK DEDİM!" diye haykırışı çalındı kulağıma Baran'ın. Sonrasında da amcamın itiraz dolu sesi. Bulmuştu bizi... Tam kurtulduk bitti dediğimiz noktada yine bulmuştu.

 

"Bırakın beni!" diye çırpınıp kollarımı kurtarmaya çalıştım ama beceremedim. "Baran! Baran!" Bakışlarım içeriyi gören penceredeydi. Camın tam ardında ise amcam vardı. Bir elindeki silahı ona doğrultmuştu. Buradan Baran'ı değil ama amcamın öfkeli bakışlarını görebiliyordum.

 

"Amca bırak! Bırakın beni bırakın!" Tekrar denedim kurtulmak için. Ama yapamadım. "Baran!"

 

"Bu dava bitmedi!" dediğini duydum içeriden amcamın. Sonra yüzündeki o nefret dolu ifadeyi gördüm camın ardında.

 

"Amca! Amca hayır!"

 

Bir fırtınanın ortasında üzerime taşlar yağıyor gibi hissediyordum. Bedenimi geç ruhumun her köşesinden amansız bir acı ve öfke fırlıyordu.

 

"Amca yapma!"

 

Parmağının tetiğe dokunduğunu gördüm sonra. Ve bir daha.

 

İki kurşun çıktı silahından. Tüm sesleri, tüm gerçekleri, her şeyi bastıran iki kurşun.

 

Tepemdeki büyük çınar ağacından kargalar uçuştu telaşla. Gökyüzünde şimşek göğü parçalarcasına çaktı. Ama hiçbir ses o iki kurşunun sesini bastıramadı. Hiçbir ses onun kadar acı olmadı.

 

 

 

"BARAAAAN!" Acı bir feryat koptu ciğerlerimden. "BARAN!" Dizlerimdeki derman kesilirken kendimi yere bırakıvermiştim ama yine de beni tutan kollardan kurtulamamıştım.

 

Yapmıştı amcam.

 

Dediğini yapmıştı.

 

"Yaparım dedim!" dedi ben göğsümün tam ortasına düşen ateşle boğuşurken. Ağır ağır çıktı kapıdan. Nefeslerim bitmişti, tıkanmıştı. Hıçkırıklar bile düğüm olup dizilmişti boğazıma.

 

"Baran..." dedim güç bela tüm nefessizliğime rağmen.

 

"Öldürürüm demiştim Elif! Dediğimi de yaptım!"

 

"Baran," dedim içimdeki son nefesle. Sonra bakışlarım karardı, dünyam başıma yıkıldı. Ve ben o enkazın altında kaldım.

 

🔥

 

Karanlığın içinde yönünü arayan biçare, evsiz biri gibi korku dolu bir şekilde yönümü ararkn kafamın içinde tuhaf sesler vardı. Bir uğultu, bir feryat gibi.

 

"Baran," içine düştüğüm bu karanlık dehlizin içinde çaresizce onu arıyordum.

 

"Elif?" dedi karanlıkla boğuşurken bir ses. Öylesine uzaktan geliyordu ki bana. "Elif beni duyuyor musun?"

 

"Baran..." derken yanağımdan bir damla yaşın süzüldüğünü hissettim. "Baran..."

 

"Elif bana bak kızım. Elif. Bak ben buradayım." Nefes almaya çabalarken ciğerlerime keskin bıçakların sokulduğunu hissettim. Gayriihtiyari elimi burnuma atmış bulundum. Bir maske vardı. Oksijen maskesi. Sonra kirpiklerimi zorladım açabilmek, içine düştüğüm karanlıktan çıkabilmek için.

 

"Anne..." dedim peltek bir şekilde. Birbirine yapışan kirpiklerim zorla ayrıldı. Bir ışık huzmesi hücum etti göz bebeklerime. "Baran..."

 

"Elif. Ben buradayım annecim." Sıcak elleri sarmaladı yüzümü. Bakışlarım daha net açılırken etrafı görmeye çabaladım bir yandan.

 

"Baran?" dedim annemi hafifçe itelerken. Yataktan hızla doğrulmaya çalıştım ama başımın dönmesiyle yapamadım. Ben de hızla ağzımdaki maskeyi çekiştirdim.

 

"Yapma Elif." dedi Şilan diğer tarafımdan. "Kriz geçirdin. Çıkarma."

 

"Bırakın." dedim sersem bir halde. Beni tutmaya çalıştıkları ellerini iteleyip kalktım. "Baran nerede? Amcam? Neredeler!"

 

"Elif..." Annem korku dolu bakışlarını bana çevirirken koluna tutunmaya çalıştım.

 

"Anne neredeler! Amcam... Amcam..." İçime dolan panikle sesim kontrolümden çıkıvermişti. "Anne! Anne vurdu! Amcam vurdu onu! Anne Baran!"

 

"Sakin ol. Sakin ol fenalaşacaksın yine. Yapma böyle." İki kolumu tutmak için çabaladı ama sertçe ellerini iteleyip çekildim geri.

 

"AMCAM NEREDE! VURDU DİYORUM VURDU!"

 

"Elif," deyip bu sefer Şilan tutmak, sakinleştirmek istedi beni ama bu daha da delirmeme neden oldu.

 

"AMCA!" derken onları iteleyip sarsak adımlarla kapıya ulaştım ve var gücümle asılıp açtım.

 

"Elif dur!" demişti annem ama dinlemeyecektim. Amcamı bulmam lazımdı. Baran'a ne oldu öğrenmem lazımdı. Kafayı yemek üzereydim çünkü.

 

"AMCA!" dedim tekrar merdivenleri hızlı hızlı inerken. "AMCA!" Her geçtiğim katta var gücümle bağırırken seslerin dışarıdan geldiğini duydum.

 

"Elif?" dedi şaşkınca ben delirmiş gibi gören Gülnur abla.

 

"Elif bekle!" demişti Şilan ama asla durmadım. Hızımı kesmeden mutfaktan geçerken lavabonun üzerinde gözüme çarpan meyve bıçağını da kaptım.

 

"AMCA!" dedim avaz avaz. "NEREDESİN!" Soluk soluğa bahçeye çıktığımda adamları etrafına dizilmiş vaziyette çardakta oturuyordu. Ve o kadar rahat bir görüntüsü vardı ki sanki beni bu hale o getirmemiş gibi. Sanki silahı Baran'a sıkmamış gibi.

 

"Ooo Elif hanım..." dedi oturduğu yerden gailesiz bir biçimde ayaklanırken. Dalga geçer gibi de bir hali vardı.

 

"Nerede!" dedim ona doğru hızlı bir adım atıp tam önünde durduğumda. Yüzündeki rahatsız edici gülümsemeyle dikti bakışlarını bana. "Baran nerede!"

 

"Cevabını bildiğin soruları sorma..." dedi benim aksime rahatsız edici bir rahatlıkla.

 

"Sana Baran nerede dedim! Nerede!"

 

"Yapma yeğenim. Elinde babanla abinin kanı olan adam için heba etme kendini." Dedikleri tek tek dokundu damarıma. Ve bunu öylesine bile isteye yapıyordu ki.

 

"BARAN NEREDE DEDİM SANA HAŞİM BOZAN!"

 

"Söylesin sana benim çocuklar hangi dereye attıklarını." Sonra kafasını yan tarafında el pençe duran adamına çevirdi. "Nereye attınız oğlum leşini?"

 

"Yapmadın..." diye mırıldandım. Ağlamamak içinse sıkıyordum kendimi.

 

"Yaptım Elif. Sen de kendi gözlerinle gördün."

 

"Yapamazsın..." dedim bu sefer. "Yapamazsın..."

 

"Yaptım. Oldu mu? Hem abinin hem de kardeşimin kanını bırakmadım yerde! Geberttim! İzolların oğlunu geberttim! Kana kanla verdim cevabımı!" İşte tam orada attı kafam. Madem her şey rayından çıkmıştı daha da mahvolsun, daha da karışsındı ortalık.

 

"YAPAMAZSIN!" derken elimdeki bıçağı hızla sapladım amcamın omzuna. "Yapmadın!"

 

Acı bir feryat dökülürken dilinden en son gördüğüm elini hızla bıçağı sağladığım omzuna atışı oldu. Üzerindeki açık mavi gömlek birden koyu kırmızıya bulanırken Diyar abim hızla çekmişti beni oradan.

 

"Elif sen ne yapıyorsun!" dedi beni sarsıp. "Sen ne yapıyorsun!" Bacaklarımdaki derman kesildiğinden yere çökerken tutmaya çalıştı kollarımdan. Sesler birbirine karıştı bir anda. Amcamın acı bağırışı, yengemin çığlıkları, homurtular...

 

"Yapmadı..." dedim gözümden kayan yaşlarla beraber. "Yapamaz..."

 

"Amcan o senin!" diyen yengem bana doğru atılmaya çalıştı ama Azad tuttu bu seferde onu. "Sen onu öldürmeye mi çalışıyorsun! Amca katili mi olacaksın!"

 

"Anne..." dedim yardım isteyen bakışlarımı beni sarmaya çalışan anneme çevirirken.

 

"Sen canına mı susadın!" diye yükseldi bu sefer de omzunu tutmaya çalışan amcam. "Sen ne yaptın ha! Gebertirim seni Elif! Gebertirim duydun mu!"

 

"Yeter!" Annem ayaklandı ona karşı. "Yeter! Bu kızı bu hale sen getirdin! Yaşarken öldürdün sen benim kızımı! Hem de defalarca! Yeter!"

 

"Kızın beni bıçakladı! Şu halime bak şu halime!"

 

"Öldürmediğine dua et!"

 

Çöktüğüm yerde feryat figan ağlarken Şilan beni kaldırmaya çalışıyordu. O sırada konağın kapısı hızla çarptı geri. Bulanık bakışlarım kapıda dikilen Cihan'a hemen ardında da duran Leyla'ya çevrildi.

 

"Abim nerede?" diye sormuştu buz gibi sesiyle. Onun sesi avludaki tüm uğultuları da kesivermişti.

 

"Yok abin falan!" Ters bir şekilde söylenen amcamın sesinden iniltiler dökülüyordu. Bir eliyle de kanı fazlalaşan omzuna baskı uyguluyordu.

 

"Haşim Bozan!" derken içeri attı adımlarını Cihan. "Abim nerede!"

 

"Yoktan anlamaz mısın sen!" Yüzü acıyla kasılırken inledi. "Yok dedik işte! Yandı bitti kül oldu!"

 

"Bir daha sormayacağım!" diye sesini yükseltirken amcamın tam önünde durdu. "Abim nerede!"

 

"Leşi mi lazım sana?" Her ne kadar canı yansa da amcamda diklenmekten geri kalmıyordu asla. Ben de Leyla'nın ve Şilan'ın yardımıyla yavaşça doğruldum yerden.

 

"Bu konağı başına yıkmadan abimin nerede olduğunu söyle Haşim Bozan. Yoksa olacaklara ben karışmam." En sakin tonda bir tehdit nasıl edilebiliyorsa Cihan'ın şu an yaptığı da aynen oydu.

 

"Öyle mi?" dedi Can acısı yüzünün her bir zerresinden belli olan amcam. "Hodri meydan!" Kan süzülen eline aldırmadan hızla kavradı Cihan'ın yakasını. İşte tam o noktada tüm adamları da çekti silahlarını Cihan'a doğru. "Bir güne bir İzol leşi yeter. Bir de başıma sen çıkma."

 

"Çek elini torunumun yakasından Haşim Bozan!" Hepimizin bakışları hızla kapıya çevrildi. Bütün dikkatler kapıda bastonuna yaslanmış Hüseyin İzol'ü bulurken yavaşça indirdi kanlı elini amcam. Uzun zamandır herkese, her şeye kafa tutan adam sanki biraz da korkmuş gibiydi.

 

Hepimizin bakışları amcam ve Hüseyin İzol arasında gidip gelirken etrafa çöken bu rahatsız edici sessizliği Hüsyin İzol'ün ayak sesleri ve bastonunun o tok sesi böldü.

 

Bakışları zerre değmedi bize. Sanki orada yokmuşuz gibi ağır adımlarla ilerleyip durdu amcamın önünde. Bakışlarını benim bıçak sağladığım sağ omzuna indirdi.

 

"Torunum nerede?" dedi gayet sakin bir şekilde. Ama sesinin bu tonu bile yetti.

 

"Yok," dedi amcam sanki canı yanmıyormuş gibi erkekliğinden asla taviz vermeyerek. Çenesini kaldırmıştı yukarı olabildiğince.

 

"Bir daha sormayacağım Haşim! Torunum Baran nerede?"

 

Sessizlik daha da büyüdü. Sanki çığ oldu. Ama ben yerimde duramıyordum. Leyla ve Şilan müsaade etse gidip amcamın yakasına yapışasım vardı. Ne yazık ki Hüseyin İzol kadar sakin değildim. Olamazdım da.

 

"Siz," dedi yüzü acıyla kasılırken amcam. "Kan davasını devam ettirdiniz. Ben de kardeşimin kanını bırakmadım yerde."

 

İleri atılmak istedim tekrar ama çekti Leyla geri. "Kuzucuğum yapma," diye de fısıldadı.

 

"Sana sorduğum sorunun cevabı bu değil Haşim!" Sesi değil ama yere vurduğu bastonundan çıkan ses yüksekti Hüseyin İzol'ün. "Torunum nerede!"

 

Baktı amcam yüzüne. Kendine tehditkar biçimde bakan puslu bakışlara kilitledi bakışlarını.

 

"Bizim bağ evinde," dedi pes etmiş gibi. Sesi olabildiğince kısık çıkarken duyduklarımın doğru olduğunu idrak etmeye çalışıyordum. 'Bağ evi' demişti. Bakışlarım Bir Leyla'ya Bir Şilan'a çevrilirken yaşlar boşandı gözlerimden. İçimdeki sıkıntılı soluk buhar olup uçtu gitti.

 

"Düşmanlık yok." Dedi bir adım geri çıkarken Hüseyin İzol. Ben bu davayı sürdürmeyeceğim. Benim gibi evlatlarım da sürdürmeyecek." Sonra bakışları yavaşça benden tarafa çvrildi. Geldiğinden beri ilk defa. "Ama bundan sonra iki aile de asla yüz yüze gelmeyecek. Bozanlarla İzollar arasında tek bir bağ bile kalmamıştır."

 

"Tek bir bağ bile kalmamıştır..."

 

Bakışlarını hızla benden çektikten sonra adımladı kapıya doğru. "Bozanların bağ evine," dedi kendini bekleyen adamlarına.

 

Son sözü söylemişti Hüseyin İzol. Noktayı koymuştu.

 

Ama hiçbir şey zerre umurumda değildi. Baran hayattaydı. Yaşıyordu. Ve bu bana yeterdi.

 

🔥

 

"Elif..." diye tereddütlü bir biçimde mırıldandı Leyla. Odamdaki pncereyi açmış drin derin solumaya çalışıyordum. "İyi misin?"

 

"Hı hı..."dedim ona dönmeden.

 

"Birilerine haber vermek zorundaydım." Yanı başıma adımladı. "Aklıma da Cihan'dan başka kimse gelmedi. Ben amcanın bu kadar ileri gideceğini bilememiştim." Sanki mahcup olmuş gibiydi. Ama olmamalıydı.

 

"Sen yanlış bir şey yapmadın." Ona doğru döndüm yavaşça. "Baran yaşıyor..." Kırık bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Sanırım kendimi teselli etmenin verdiği bir gülümsemeydi bu.

 

"Yapamazdı kuzucuğum. Kolay mı öyle o?" Ellerimi kendi ellerinin arasına aldı.

 

"Gözümün önünde bastı tetiğe Leyla. Hem de iki kere. Yaptı sandım. Görsen sen de öyle sanırdın." Gözlerimi sıkıca kapatıp gördüklerimi bastırmaya çalıştım.

 

"Ama yapmamış." dedi elimi güven verici bir şekilde sıkarken. "Bundan sonra da bir şey yapamaz zaten. Hüseyin İzol'ü duydun. Amcan bundan sonra Baran'a dokunamaz bile."

 

"Duydum," diye mırıldanırken bakışlarımı indirdim yere. Duymuştum ne yazık ki.

 

"Elif yapma böyle." Yavaşça yanağımı okşayıp saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. O benim duyduğum diğer şeyde aklımın kaldığını biliyordu. "Şu an önemli olan Baran'ın iyi olması. Öyle değil mi?" Beni kendine çekip sıkıca sardı kollarını. Aşağıdaki felaketten sonra hızla çıkarmıştı beni yukarı. Amcamın ve yengemin çirkin söylemlerinden, annemle yaşadıkları tartışmadan kaçırmıştı beni.

 

Ortalık felaket karışmıştı.

 

Şu an en son görmek istediğim amcamın yüzüydü. Sanki hiçbir şey olmamış gibi üste çıkma çabasını ve beni suçlamalarını kaldırabilecek halde değildim.

 

Leyla'ya sarılırken bir yandan da bakışlarım duvardaki takvimdeydi. Sonra geri ilk çekilen ben oldum. "Amcam..." diye mırıldandım. Umursadığımdan ya da bu konuda kendimi suçlu hissettiğimden değildi sorum. "Nasıl?" içi boş bir meraktı sadece.

 

"Doktor geldi az önce. Çok derin saplanmamış bıçak. İyi yani."

 

"Sevindim diyemeyeceğim," diye mırıldanırken devirdim bakışlarımı. Sonunda böyle bir şey yapmama da neden olmuş, beni bu denli çileden çıkartmıştı ya diyecek tek bir lafım yoktu amcama. Ama o bana bunu yaptıysa bundan sonrasını da onun için asla kolay kılmayacaktım ben. Şirket konak ne varsa dökecektim ortaya. "Ama daha dur," dedim bakışlarımı bana endişeyle bakan Leyla'ya kaldırırken. "Bunlar daha hiçbir şey..."

 

"Elif korkutma beni. Zaten demin yaptığın," Yutkumaya çalıştı. "Yani yapma. Korkuyorum."

 

"Sen değil amcam korkacak bundan sonra. Benim bu halde olmamın bir sorumlusu var o da amcam. Ben bu bedeli tek başıma ödemeyeceğim Leyla."

 

"Elif ne yapacaksın," derken koluma uzandı eli. Bakışlarındaki korku daha da artmış gibiydi.

 

"Görürsün yapınca," diye mırıldanırken bakışlarım tekrar kaydı masanın üzerinde duran takvime.

 

Ben hiçbir şey demeden takvime bakarken, Leyla da korkulu bakışlarla beni izlerken odamın kapısı çalınmadan hızla açıldı. Ve ardından fırtına misali büyük bir hızla girdi yengem içeri.

 

"Hah buradaymışsın! Ben de yaptı yaptı nereye saklandı diyordum!"

 

"Saklandı mı?" dedim alayla. "Saklanacağımı falan mı sandın?"

 

"Amcanı bıçakladın girdin bir deliğe!" hışımla üzerime doğru yürürken ben zerre kıpırdamadım yerimden. Hatta çenemi diktim yukarı. Yengemin önüne ise Şilan geçti hızlıca. "Anne dur," dedi ama yengemdi bu. Pek duracak bir insan değildi.

 

"Hiçbir yere girdiğim, saklandığım falan yok."

 

"Sen hiç utanmıyor musun? Yüzün bile kızarmıyor! Amcan o senin amcan! Adamın omzuna bıçak sapladın!"

 

"Ölmedi ya!" dedim tutamadığım sinirimle.

 

"Ölseydi bir de öyle mi!"

 

"Amcamın bana ne yaptığını sen görmedin mi ya! Şu halime bak! İkinci kez beni hiç bilmediğim biriyle evlendirmeye kalktı! Gram sesinizi çıkartmadınız! Yoluma durmadan taş koyuyor taş! Kendi evlatlarına yapılsa ne yaparsın acaba!" Leyla çekmeye çalıştı beni geri. Ama nafileydi. Yengemle birbirimize girmemize ramak kalmıştı.

 

"Kes sesini Elif! Amcan o senin!"

 

"Kesmeyeceğim! Biliyor musun?" derken işaret parmağımı salladım ona doğru. Annem, Şilan, Ezo ve Azad da girmişti o anda içeri. Seslerimiz öylesine yüksekti ki muhtemelen komşularımız da bizi dinliyor olabilirdi. "Az bile yaptım!"

 

"Yeter Elif yeter! Nefes alıyorsan dua et amcana!"

 

"Kimse zorba birine teşekkür etmeyecek Rojda hanım!" Leyla çekti beni geri. "ne olaqcak yani? Bir de teşekkür mü edecek bu kız bu yaptıklarınıza!"

 

"Sen karışma! Bu seni ilgilendirmiyor!" Leyla'dan çektiği alev topunu andıran bakışlarını hızla bana çevirdi. "Sen de amcanı dinleyeceksin! Çıkmayacaksın sözünden! Duydun mu! Bak Karahan bey kaçtığın nikaha bir şey demedi! Yerinde başka biri olsa yakıp yıkar, ortalıkta kimseyi bırakmazdı! Sen adamı nikah masasında bırakıp gittin! Ama dua et tekrar kabul etti!"

 

"Öyle mi!" dedim alaylı bir gülmeyle. "Lütfetmiş!"

 

"Yok öyle bir şey Rojda! Saçmalamayın! Elif kimseyle evlenmeyecek!"

 

"Asıl sen karışmayacaksın Zehra! Elif bozduğu bütün işleri düzeltecek!" Parmağını hırsla anneme sallarken Şilan önüne geçmek istedi ama hararet öylesine büyümüştü ki.

 

"Benim kızım kimseyle evlenmeyecek!"

 

"Evlenecek Zehra! Bu kız Karahan Beyle evlenecek! Zorunda! Şirketin geleceği için, borçlarımız için evlenmek zorunda!"

 

"Evlenmeyeceğim!" dedim yengeme doğru adımlarken.

 

"Senin artık hiçbir söz hakkın kalmadı Elif! Mecbursun! Tüm bu yaptıklarından sonra da asla sesini çıkarmayacaksın! Zaten gidebileceğin tek bir İzol bile kalmadı! Hüseyin Ağayı duymadın sen herhâlde! İki aile arasında tek bir bağ bile kalmadı!" İşaret parmağını gözüme sokarcasına salladı. "Baran yok! Öyle bir ihtimal de yok!"

 

"Evlenemem..." diye mırıldandım. "Evlenemem..."

 

"Hüseyin ağanın sizin bir araya gelmenize müsaade edeceğini falan mı sanıyorsun ha! Bitti artık Elif! İzol devri kapandı!"

 

Alev saçan bakışlarını bakışlarıma kilitlediğinde zorla yutkundum. Her yolumun kapanışına, her umudumun canice katledilişine yutkundum. Ama boğazıma oturan kocaman bir yumru buna bile müsaade etmemişti.

 

Benim doğrulmaya çalıştığım her adımıma acımz,asızca takıyorlardı çelmelerini. Ve bunu yapanlar en yakınlarım oluyordu.

 

Hayallerim, umutlarım ve mutluluklarım... Tek tek sökülüyordu, acı vere vere, ciğerimi deşe deşe...

 

Ama bu sefer buna müsaade etmeyecektim ve bunun için her şeyi yapmaya hazırdım. Daha fazla kaybetmeye tahammülüm kalmamıştı artık.

 

O yüzden de aklıma gelen, hayatımın en büyük yalanını söyledim. Hem de hiç çekinmeden.

 

"Evlenemem çünkü ben hamileyim!"

 

🔥

 

"Bu yaptığın delilik..." diye mırıldandı Azad yan tarafımdan. Bakışlarım arabanın hızla gitmesi yüzünden yerden kalkan toz bulutundaydı.

 

"Başka çarem yoktu..." dedim ben de aynı onun gibi kısık sesle.

 

"Yalanın ortaya çıkınca ne yapacaksın peki abla!" Yükseltti sesini ilk defa. Korkusu ise sesinin tınısından belliydi. "Sonuçlar çıkınca ne yapacaksın!"

 

"Bilmiyorum..." diye mırıldanırken kapattım gözlerimi. Hastaneden dönüyorduk. Az önce yengem ve amcamın ısrarıyla kan tahlili vermiştim. Ve şansıma acilde Asmin denk geldiği için sonuçların birkaç saat geç verilmesini rica etmiştim. kabul etmişti ama o da korkmuştu.

 

"Abla bak hiç doğru bir şey yapmadın. Babamı gördün. Yalan söylediğin ortaya çıkınca ne olacak?"

 

"Bilmiyorum Azad!" diye yükselttim sesimi. "Kahretsin ki bilmiyorum! Tek istediğim şu an son kez gölete gitmek! Götürmeyeceksen indir beni ben kendim giderim!" Taşmıştı sinirim. Patlamıştım en sonunda.

 

Gölete giden toprak yoldaydık. Hastaneden eve Azad'la dönmek istiyorum deyince ses etmemişti amcam. Tek isteğim gölete gitmek ve son kez de olsa Baran'ı görebilmekti. O da beni bekliyordu orada.

 

"Bundan sonrası daha kötü olacak," diye korkuyla mırıldqandı Azad. "Çok..." Gözlerimi kapatıp sıkmaya çalıştım kendimi. Ağlamamak için zorlayabildiğim kadar zorladım.

 

Tepeye çıkan yolun altında durduk. Buradan sonrasını yürümemiz gerekiyordu. O yüzden de hızla arabadan inip koşmaya başladım gölete tırmanan yolu. Azad'ın ise 'bekle' diye bağırmalarını es geçtim. Baran'ı görmem gerekiyordu.

 

Koştum.

 

Var gücümle koştum.

 

Bakışlarım büyük zeytin ağacını bulduğunda derin bir nefes aldım ve var gücümle bağırdım "BARAN!"

 

Yerde olan bakışları sesimi duymasıyla hızla bana doğru kalkarken oturduğu kuru kütükten ayaklandı hızla. Ben de var gücümle koştum ona doğru. Kollarımı hızla boynuna atarken o da sıkıca yakaladı beni.

 

"Peri kızım..." dedi içli içli.

 

"Baran iyisin..." dedim bedenine bakmak için hafifçe geri çekilirken. Ellerimi kollarına koydum, yüzünde dolaştırdım.

 

"İyiyim," dedi titrek bir sesle alnını alnıma dayayıp. "İyiyim peri kızı. İyiyim... Sen? Amcan denecek o herif sana bir şey yaptı mı?" kafamı salladım hızla sağa sola doğru. "Doğru söyle Elif?" Tekrar kafamı sallarken sıkıca kavradım yüzünü.

 

"Yapmadı," dedim ağlamaklı sesimle. Ağlamamak için büyük bir savaş halindeydim. " Benim sana bir şey söylemem lazım," dedim bir adım geri çekilirken. Ellerimi onun ellerinden ayırdım yavaşça. Korkuyla baktı bu yaptığıma.

 

"Hayır Elif..." diye mırıldandı kafasını olumsuz anlamda iki yana sallarken.

 

"Baran..."

 

"Bırakmam! Asla bırakmam!"

 

"Baran," dedim sol gözümden hızla yaşlar kayarken. Kafamı hafifçe yana yatırdım yardım ister gibi.

 

"Yapma Elif," diye fısıldadı. "Yapma..."

 

"Baran," dedim bakışlarımı yere indirip. Derin bir nefes almam gerekti. Sonra da cebime attığım elimi çıkardım yavaşça.

 

"Elif..." diye fısıldadı tekrar. Ama böldüm cümlesini. Konuşmam lazımdı. Anlatmam lazımdı.

 

"Baran," dedim hızla. Zorla yutkunup göz bebeklerine bakmaya çalıştım. 'Yapma' diye haykıran bir ifade vardı yüzünde. "Baran..." dedim mırıltı gibi. Titreyen elimi yanağına koydum. Yaş dolan bakışlarını hiç kesmeden kilitledi benim yaş kayan bakışlarıma.

 

Derin bir nefes aldım. Dudakları aralandı ama vazgeçti.

 

Ben koskoca bir yalanla gelmiştim buraya. Ama en büyük yalanla da kendimi kandırmıştım. İnanmadığım, kendi uydurduğum bu yalanı yaşarken bulmuştum birden kendimi. Parmaklarımın arasındaki kiti kaldırdım ona doğru.

 

"Baran... Dünyanın en iyi babası olmaya hazır mısın?"

 

 

 

🔥

 

 

 

B Ö L Ü M S O N U

 

Ay ay ayyyy bölüm sonuna geeel

 

Nasıl buldunuz bacım bölümü bir yorumlara yazzııığğn

 

Duygusal bir kek topuyum şu an.

 

Ben hem anneanne hem de babaanne oluyorum. Siz de amca, teyze, hala, dayı falan oluyorsunuz(göz yaşım pıt)🥹🥹

 

Sizce yeni bölümde ne olacak?

 

Bizi neler bekliyor?

 

Elif ne yapacak?

 

Baran ne yapacak?

 

En önemlisi amcamız ne yapacak?

 

Tahminleri birer birer alayım

 

Satır aralarında olacağım mutlaka uğrayın bol bol konuşalım

 

Beni buradan da takip etmeyi unutmayın

 

Sizi seviyorum Allah'a emanet olun💙

Loading...
0%