@seydnrgrsu
|
'VİCDAN YÜKÜ' Karanlık ve ucu bucağı olmayan, zamanın ne olduğunu kestiremediğim vakitte telaşlı bir şekilde etrafımda küçük, küçücük bir ışık arıyordum. Umut ışığı... Nereye bastığımı, hangi yöne döndüğümü asla bilmiyordum. İçimi dolduran tuhaf korku, parmak uçlarımdan tüm ruhuma sızan bir endişe ve tüm bedenimde etkisini gösteren belirsizliğe tahammülsüzlük vardı. Ama bedenim son derece hafifti. Bunca kötü duyguya rağmen bedenimdeki yüklerden en kurtulmuş halimdeydim. Hiçliğin tam ortasında yönümü ararken tanıdık bir ses doldu kulağıma. Uzaklardan, çok uzaklardan geliyordu. Sesin geldiği yöne kendimden habersiz adımlarken bakışlarım abisinin kolları arasında, atın üzerinde rüzgara ters yönde koşan Kamer'e kaydı. Saçları rüzgarda savruluyor, neşeli çığlıkları doluyordu kulağıma. Ve burnuma tanıdık bir koku çalınıyordu. Yasemin kokusu... 'Abi' diye neşeli çığlıklar atıyordu Kamer. Olduğum hiçliğin ortasında gözlerindeki ışıltıyı görebiliyordum. 'İyi ki benim abimsin, beni hiç bırakma olur mu' diyordu. Abisinin kendini bırakmayacağından adı gibi emindi Kamer. 'Seni bırakır mıyım hiç' diye çıkışmıştı tam o sırada abisi. Abimin beni hiç bırakmayacağından emindim... 'Söz ver' demişti küçük kamer. Beş yaşında ya vardı ya yoktu. 'Söz ay parçam. Sana söz. Ama sen de söz ver. İyi bir doktor olacağına söz ver.' Elim gayriihtiyari göğsüme giderken arkamı döndüm. Göğsüme çöken ağırlık tutamadığım sözlerin ağırlığıydı. Nefeslerim daralırken hiçlikte tekrar geri döndüm. "Abi..." dedim gözümden kayan bir damla yaşla. 'Tutmadın sözünü Kamer', beni görüyordu. Beni hissediyordu. "Tutamadım. İnan tutmak istedim ama amcam engel oldu." Ağlamalarım şiddetlenirken ona doğru acele bir adım attım. Kendimi açıklamalıydım ona. Neler yşadığımı anlatmalıydım yokluğunda. Nasıl çabaladığımı ama çabalarımın nasıl 'hiç' edildiğini anlatmalıydım. 'Gelme Kamer' demişti eliyle durmamı işaret edip. "Abi lütfen beni de al yanına." Gözümden kayan yaşların haddi hesabı yoktu. "Yalvarırım bırakma beni. Yapamıyorum! Dayanamıyorum!" 'Olmaz Kamer' belli belirsiz bir gülümseme oluşmuştu yüzünde. Gülümsemesini görmeyeli yıllar olmuştu. İçim daha da acırken, nefeslerim daha da daralırken ona doğru bir adım daha atmaya çalıştım. 'Verdiğin sözleri tutmadan gelme. Hem daha yaşaman gereken o kadar çok şey var ki' "Abi nasıl yaparım! Yapamıyorum! Yapamıyorum ki!" Ona yaklaşıp sarılmak için hamle yaptım ama uzattığım ellerim boşluğa dokundu. Abim ve yanındaki beş yaşındaki Kamer bir toz bulutu gibi dağılırken ellerim havada öylece kalıvermiştim. Bileklerimden sızan kana takıldı o anda bakışlarım. bileklerimden kollarıma, kollarımdan tüm bedenimi boyayan kırmızılığa. Bakışlarım telaşla bedenime dönerken kıpkırmızı olmuş bedenime bakakalmıştım öylece. Kanlı ellerim sıkışan göğsümü buldu. 'Sakin ol Kamer' dedi ben düzensiz nefeslerimle boğuşurken. Babamın sesi. Buradaydı. Telaşlı bakışlarımla hangi yönde olduğunu aramaya çabaladım. "Baba dayanamıyorum!" dedim ağlamalarımın arasından. 'Daha çok erken Kamer. Olmaz' tam önümde aramızdaki yarım adımlık mesafede duruyordu. "Gitmek istiyorum artık. Abimle beni bırakmayın ne olur! Deniyorum ama yapamıyorum baba! Size gelmek için her şeyi deniyorum ama yapamıyorum!" 'Olmaz Kamer. Daha yolun en başındasın. Gelemezsin.' Bu sefer ellerimi ona uzattım ama dokunamıyordum. Sıcak gülümsemesine erişmek, sıcak ellerini tutmak istiyordum. Güven kokan kollarına sarılıp yaşadığım tüm acıyı dindirmek istiyordum. Yine eski 'Kamer' olmak istiyordum. Yine babası ve abisinin kolları arasında gözleri parlayan Kamer olmak istiyordum. Ama uzattığım ellerim boşluğa, duygularım hiçliğe karışıp gidiyordu. Bileklerimden sızan kanlarla dizlerimin üzerine çöküvermiştim. Yine yapamamış, yine başaramamıştım. "Baba..." diye fısıldadım acı dolu sesimle. Parmakları önce sol bileğime sonra da parmaklarıma dokununca göğsümün tam ortasında şiddetli bir ağrı peydah olmuştu. Elini tutmaya çalıştım ama abim gibi o da toz bulutu olup gitmişti. Ben şimdi hiçliğin tam ortasında biten nefeslerimle kalakalmıştım. "Kalbi durdu!" demişti ben hiçlikte yönümü ararken bilmediğim bir ses. "Elif yapamazsın bunu burada kal!" diye başka bir ses çalındı bu sefer kulağıma. ∞ "Elif!" Göz kapaklarımdaki ağırlık öylesine çok öylesine çoktu ki kirpiklerimi aralamaya dermanım yoktu. "Elif duyuyor musun beni?" kafamın içinde tarifsiz bir uğultu vardı. "Leyla..." diyebildim kupkuru olan ağzımdan adını zar zor çıkarıp. Göz kapaklarımı aralayamasam da varlığının hemen yanı başımda olduğunu hissedebiliyordum. "Allah'ım sana şükürler olsun!" Sesi bir çınlamadan farksız ulaşıyordu kulağıma. ""Nihayet kuzucuğum nihayet! Hemen doktora haber veriyorum hemen!" Zaman kavramım yoktu. Nerede, nasıl, neden burada olduğumu idrak edebilecek kabiliyetim de yoktu. "Beni duyuyor musun?" demişti biraz sonra bir ses. Kirpiklerimi aralayamamıştım ama kafamı sallamaya çalıştım. Becerebilmiş miydim ondan hiç emin değildim. "Ahmet ben Elif. Beni duyuyorsan bir tepki verebilir misin?" "Evet..." dedim kupkuru bir çölü andıran ağzımla. "Bizi çok korkuttun. Ben dışarıdakilere haber vereyim. Sen de Elif'i çok yorma olur mu Leyla?" Kapının kapanma sesi kulağıma ulaşırken ben kirpiklerimi zorluyordum. Işık huzmesi göz kapaklarımdan içeri hücum ederken saçlarımın arasında Leyla'nın parmaklarını hissedebiliyordum. "Kamer... Kuzucuğum..." Nihayet aralanan ama tam netleşemeyen bakışlarımı ona çevirdim. Bana 'Kamer' diye seslendiğine göre korkmuş olmalıydı. Hep böyle yapardı çünkü. Ne zaman korksa ya da çok heyecanlansa bana sadece 'Kamer' derdi. Bana bu dünyada 'Kamer' diyen nadir insanlardandı. "Leyla..." dedim güçlükle ona doğru gülümsemeye çalışıp. Bedenimde öyle bir uyuşukluk vardı ki sanki uzuvlarım yerlerinden çıkarılmış gibiydi. Mesela ona doğru kaldırdığım ve onun havada yakaladığı sağ elimi hissetmiyordum. Sağ elimin üzerinden açılan damar yolunu hissetmediğim gibi. "Bedenim çok uyuşuk..." "Kolay mı kuzucuğum? Kim bilir hangi ağrı kesicileri veriyorlar sana. Ama geçecek merak etme. Çok korkuttun bizi Elif. Öyle korkuttun ki." Gelip alnıma sıcak ve yumuşacık bir öpücük kondurdu. "Korkma..." diyebildim. Dilim de peltekti. "Nasıl korkmayayım Elif! Üç gündür neler yaşıyorum ben biliyor musun sen!" sıcak parmakları yanağıma temas etmişti. "Neler çekiyorum?" "Üç gün mü geçti?" diyebildim. Zaman algımı yitirmiştim. "Evet. Hayatımın en uzun üç günüydü biliyor musun?" Bakışlarımı ondan çektim ve yattığım odaya çevirdim. "Herkes nerede?" Herkesten kastım aslında annem, Emir ve Şilan'dı. Kim bilir annem ve Emir ne haldeydi? "Şilan daha demine kadar buradaydı. Eve yolladım onu. Evdekiler sorup duruyor. İdare etmesi lazım. Uyanacağını bilse gitmezdi." "Neyi idare etmesi lazım?" Bakışlarım merakla ona çevrildi. "Sizinkilerin bu durumdan haberi yok." Alnıma dökülen saçlarımı usulca geri iteledi. "Yok mu?" "Yok tabi. Haber verdirmediler. Neyine haber verdirilmiyorsa." Yanağımdaki elini çekerken kollarını göğsünde bağladı. Yuvarlak suratına kızgın pembeler çökerken bakışlarına sinirli ifadeler yerleşti. "Bilmemeleri daha iyi. Daha iyi de neden haberleri yok?" Annem yıkılırdı bu halde olduğumu görseydi. Oysa sen onun bu hale düşeceğini bile bile bileklerine vurmuştun jileti. Hafifçe yutkundum. "Eski patronumun talimatıymış. Hastane kuş uçmuyor Elif. Kimsenin burada olduğundan haberi yok. Kimsenin vurulduğundan haberi yok." "Eski patronun mu?" dedim merakla. Yüzündeki pembelik kırmızılığa doğru ilerlerken sinirle soludu. Zihnimdeki uyuşukluk algılamamı da zorlaştırmıştı. "Sen hastaneden çıkar çıkmaz şirkete istifamı vereceğim. Artık İzol Holding ile yollarımı ayıracağım." Her kelimesinden kararlılık akıyordu. Bir de tarifsiz bir öfke. "Niye?" "Ne demek niye Elif! Sen burada o adam yüzünden yatıyorsun! Nasıl böyle birinin yanında çalışabilirim!" Dediklerine anlam veremezken öylece bakıyordum yüzüne. Belki de dediği gibi aldığım ağrı kesiciler sadece bedenimi değil zihnimi de uyuşturuyordu. "Bakma öyle Elif. Zaten onların de beni şirkette isteyeceğini hiç sanmıyorum. Ettiğimiz kavgadan sonra Baran bey bizzat işime son verir." "Leyla ne yaptın sen?" Boğazım öylesine kupkuruydu ki. "Ne yapacağım canım!" dedi yatağıma yanaşıp. "Sen burada o adam yüzünden yatıyorsun. Sen bu hale onun yüzünden geldin. Ben bir de bunun üzerine iş mi düşüneceğim. O lanet projeden istifa edeceğim." 'Hepimizin biraz eğlenceye ihtiyacı var...' Boğazımda garip bir yanma hissederken karnımın hemen alt tarafında küçük iğne batmaları gibi bir sızı hissediyordum. 'Bu sefer de kurtaracağım...' Uyuşuk olan elimi karnımdaki belli belirsiz sızıya atarken gözlerimi sımsıkı kapatıp açtım ve derin bir nefes aldım. Zihnimde silik silik canlanan sahneler vardı. Seçemiyordum, algılayamıyordum ama bir anda kafamda beliren sesleri duyuyordum. 'Elif dayan! Ben buradayım tamam mı!' Derin bir nefes daha alırken Maran'ın yüzü gelmişti gözümün önüne. "İyi misin Elif? Doktoru çağırmamı ister misin?" Leyla başıma endişeli bir şekilde gelirken gülümsemeye çalıştım. "Annem..." diyebildim kupkuru ağzımla. "Kim bilir nasıl merak etmiştir?" "Seni şehir dışında biliyor. Yani herkes öyle biliyor. Öyle dediler. Herkes öyle tembihlendi." "Niye?" "Sen bırak bunları." Dudaklarını yavaşça saçlarımın arasına bastırdı. "Yasemin kokulu kız. Sen iyi ol da." "İyiyim herhalde. Bedenimdeki uyuşukluktan algılayamıyorum gerçi." "Zor bir ameliyattı Elif. Çok zordu. Verilmiş sadakan varmış cidden. Üç gün üç asır gibi geçti. Sana yemin ederim hayatımın en uzun üç günüydü. Ama çok şükür. Allah seni bize bağışladı." Masmavi bir denizi andıran gözlerinden yaşlar süzülürken silmeye bile oralı olmadı. Burnunun ucu kızarıvermişti. "Yapma Leyla." Dedim elimi tekrar ona doğru kaldırıp ama ona uzatmayı becerememiştim. "Tamam tamam. Sevinç gözyaşları bunlar. Biliyorsun beni." "Bilmez miyim? İyi ki varsın Leyla. İyi ki yanımdasın. Hem sen hem Şilan." "Şilan'ın görevi benden daha ağır aslında. Benim yokluğumda kız hem seninle baş ediyor hem de ortalığı idare etmeye çalışıyor." Ellerinin tersiyle gözünden inen yaşları silerken gülmeye çalıştı. "Allah Allah? Ben zorluk mu çıkarıyorum size?" "Asla. Ama kendini de biliyorsun be kuzucuğum. Dediğim dedik birisin. Ama iyi ki benim kardeşimsin." "Oo Elif kızım iyice kendine gelmiş. Geçmiş olsun." Burnunun üzerindeki gözlüğünü düzeltip içeri giren, orta yaşlı bir adam ve hemen arkasında duran Ahmet'e çevrildi bakışlarım. "Bugün tamamen gözlerimizi açtık, bilincimiz yerine geldi demek. Doktor Veysel ben." "Bedenim... Çok uyuşuk." Elindeki lambalı çubuğu gözlerime sırayla tutarken yüzü son derece ciddiydi. "İlaçlardan kaynaklı olan bir durum. Kolay bir ameliyat geçirmedin." "Zihnim de çok bulanık." "Anlayabiliyorum seni ama yarına kadar bu belirtilerin çoğunu atlatmış oluruz." İşaret parmağını gözlerimin hizasına getirdi. "Takip et lütfen." Parmağını sağa sola ve yukarı aşağı düzenli bir biçimde hareket ettirdi. "Peki ne zaman çıkarım?" "Acelen nedir Elif kızım?" dedi gülerek. "Daha gözünü yeni açtın, kendine yeni geldin." "Kolay bir ameliyat değildi." Diye araya girdi Ahmet. "Ahmet oğlum haklı. Zor ve riski büyük bir ameliyattı. Zamanında yetiştirildin Allah'tan. Yoksa kurşun hiç kolay bir yerde değildi. Ama o kadar güçlü bir bünyen varmış ki. Tam kıyıdan döndün diyebilirim." Elinin omzuma koydu ve hafifçe sıktı. "Teşekkür ederim." Diyebildim güçsüz bir şekilde. "Ben yine geleceğim Elif kızım. Tekrar geçmiş olsun." Burnunun üzerine düşen gözlüğünü tekrar düzeltip ellerini cebine sokarak gitmişti odadan. Görüntüsü bana fakültede ilk tanıştığım hocamı anımsatmıştı. "Şilan kapıda sabırsızlanıyor içeri girmek için. Aslında dinlenmen lazım ama hem o hem Cihan'ı zapt edemedim." "Gelsinler." Dedim yatakta hareketlenmeye çalışıp. Leyla hızlıca bana destek olup oturmama yardım etmişti. Ahmet onları almadan 'sakin' olmalarını tembihledi. Kapıdan önce giren hızlı ve büyük adımlarıyla Cihan oldu. Pek sakin kalamadı Ahmet'in dediği gibi. "Yenge!" dedi kollarını açıp. Sonra yaptığı şeyden vazgeçip derin bir nefes verdi ve ellerini yüzüne sürdü. "Çok şükür ya. Korkuttun bizi. Nasılsın?" "İyiyim Cihan." dedim bakışlarım Leyla'ya kaymıştı anlığına. Cihan'ın 'yenge' diye hitap etmesi yüzünden Leyla'nın yüzü bu sefer sinirden kızarmıştı. Ama ortamın müsait olmadığını düşünmüş olmalı ki çıkışmaktan vazgeçti. Dudaklarını sinirle dişledi. O sırada Şilan kucağındaki beyaz gül buketiyle yatağımın diğer tarafına dolaşmıştı. "Elif!" dedi ağlamaklı bir şekilde. Kollarını boynuma dolarken karnımın altına giren sızıyla dudaklarımdan küçük bir 'ah' kaçtı. "Ay!" diye korkuyla geri çekildi. "Canını mı yaktım?" "Yok. Bedenimde tuhaf bir uyuşukluk var. Sızıyı hissedince garip oldum." "Nasıl korkuttun bizi bir bilsen. Neler yaşadık biz?" Elini yanağıma koydu. "Çok şükür. Seni bize bağışladı." "İyiyim. Endişelenme artık." Bakışlarım komodine bıraktığı beyaz gül buketini buldu. Ben çiçeklerin hepsini severdim ama oldum olası beyaz güllere ısınamayan biriydim. Onları yetiştirirdim, bakardım, ilgilenirdim ama böyle gelişigüzel kesilip bir kağıda sarılıp 'hediye' edilmesini de sevmezdim. Her çiçek dalında güzeldi. Hele de güller kendi dalında daha güzeldi. Ama illa biri bana çiçek hediye edecekse bu 'yasemin' olabilirdi. "Ha bunlar?" dedi neye baktığımı anlayıp. "Maran bey almış. Kapıda bekliyor aslında ama girmedi içeri. Çekindi sanırım." "Ya..." dedim 'a' harfini biraz uzatıp. 'Dayan Elif dayan! Ben buradayım!' Sesi kulaklarımda yankılanıp gitmişti. Beni üç gün önce hastaneye o taşımıştı. "Yenge valla bizi nasıl korkuttun bir bilsen." "Yapma Cihan." dedim gülmeye çalışıp. Bakışlarım tekrar Leyla'ya kaymıştı. Kendini zor tutuyordu. "Valla öldük öldük dirildik dışarıda. Ama sende de ne bünye varmış be." Eliyle hafifçe omzuma dokundu. "Öyledir Elif'in bünyesi. Çok güçlüdür." Daha fazla dayanamayan Leyla iki eliyle omzumu sıkıca kavrayıp beni sahiplenivermişti. "Öyle öyle maşallah." dedi Ahmet. "Tam kıyıdan döndü. Çok zordu ama başardı." "Ne sandınız siz onu? Bozanların kızı tabi ki de çok güçlü." Şilan da Leyla gibi araya girerken ortam bir anda gerginleşivermişti. İki cephenin tam ortasında yumuşak sözlerin altından atılan sert taşların tam arasında kalmıştım. "Elif?" Bakışlarım odadaki diğer insanların arasından sıyrılıp onun bakışlarını buldu. O bedenlerin arasından sıyrılıp gelmişti yatağın yanına. "Çok korkuttun beni." Tekil kurmuştu cümlesini. Herkes birden fazla kişiyi katarken o tek kendinden, kendi korktuğundan bahsetmişti. "Teşekkür ederim." Dedim gülümsemeye çalışıp. Bakışlarımı utangaç bir şekilde kaçırırken yan taraftaki beyaz güllere çevirdim kafamı. Gülleri sevmezdim ama o gün aramadım. "Beni hastaneye getirdiğin için. Bir de güller için." "Lafı olmaz." "Hayatımı kurtardın Maran..." dedim ona doğru kafamı çevirip. "Ne desem az gelir." Yüzünde sıcacık bir gülümseme oluşurken benim yüzümde zoraki bir gülümseme vardı. Ben ki kendi bileklerine o kesiği atarak kendi hayatından vazgeçen biriydim. Beni kurtardığı için ettiğim teşekkür de edilmesi gerek bir teşekkür olduğu içindi sadece. O gün nasıl endişeyle beni hastaneye götürdüğünü bulanık zihnimdeki sislerin arasından seçebiliyordum. Ölmek için verdiğim çaba hep birileri tarafından engelleniyordu. Bir binanın temelleri yıkılıp, ışık alan pencerelerine nasıl ki karanlık perdeler çekildiyse ve orası artık 'ev' özelliğini yitirdiyse benim içinde bulunduğum durum da aynı durumdu. Hayatımda çok sevdiğim iki insanı kaybetmiş, üstüne bir de hayallerim elimden alınmıştı. İşte bu yüzdendi ölmeyi istemem. Ama ne yazık ki beceremediğim diğer şeyler gibi bunu da beceremiyordum. Hem şimdi bunu jileti bileklerime vurduğum ilk andaki gibi istemiyordum da. Çünkü bana verilen zarfta babamla ilgili yazanlar yaşayıp gerçeğe ulaşmama çıkıyordu. En azından babam için yaşamalıydım. "Elif beni duyuyor musun?" Leyla'nın elini omzumda hissederken beyaz güllerde olan bakışlarımı çektim hızlıca. "Dalmışım..." dedim. O sırada herkes yavaş yavaş kapıya doğru gidiyordu. "Bir şey olursa seslenin." dedi yatağın yanında kalan Maran. "Ben hep buradayım." Gülümseyip en son o çıktı kapıdan. "Gerçekten de üç gündür kapının önünde." Şilan usulca yatağın yanına ilişirken Leyla sırtımdaki yastığı düzeltip yatar pozisyona geçmeme yardım etmişti. "Bir an olsun bile bir yere gitmedi." "Hadi ya..." Sesim bir hayli yorgundu. "Zaten seni de hastaneye o getirmiş. Ne haldeydi o gün bir görsen." Şilan'ı buldu bakışlarım. Sanırım Maran'a sormam gerekenler artıkça artıyordu. O karanlık gün, orman, bilekliğim... "Kibar adam." dedi Leyla. "En azından başkaları gibi kaba değil. Bakma öyle Elif. Anlattıklarından sonra hele de bu olanlardan sonra Baran beyin yaptıklarına tahammül bile edemiyorum. Adam benim yüzümden oldu deyip bir kere bile gelmedi yanına. Ameliyattan sonra bir gitti bir daha da yok." "Leyla bilmiyormuş gibi yapma." dedim pürüzlü çıkan sesimle. Olanları bir daha bir daha baştan anlatmaya gerek yoktu. Hem ne bekliyorduk ki; zorla evlendiği kadının başında beklemesini falan mı? "Bildiğim için daha da sinir bozucu oluyor ya Elif. Tamam eyvallah ortada zorla yapılmış, iki tarafın rızasının olmadığı bir evlilik var ama sen vuruldun bu adam yüzünden. Biz neler yaşadık, sen neler çektin Elif. Fışkiyi yedi ama ortada yok." Şivesi kaymıştı sinirinden. Hep böyle olurdu. Sinirlendiğinde çok konuşur ve kelimeleri ağzından Karadeniz şivesiyle çıkardı. "Leyla..." dedim susması için. Gerçekten hiç ama hiç halim yoktu bir şeyleri anlatmaya, anlatınca değişmeyecek şeyleri tekrar tekrar konuşmaya. "Annemler nasıl?" dedim Şilan'a dönüp. Elim avuçlarının arasındaydı. "İyiler. O konuda aklın kalmasın." "Nasıl ikna oldu peki? Üç gündür bana ulaşamayınca endişeden bir hal olmuştur." Bilirdim annemi. Evhamlının biriydi. Hele de konu ben ve Emir olunca evhamlılığına evhamlılık katardı. "Endişeli. Ama pek belli etmiyor. Seni şehir dışında biliyor." "Bak yalan üstüne yalan söyleniyor. Bu kız canıyla uğraşıyor ama biz yalan söyleyip ortalığı boyayacağız diye çırpınıyoruz." "Leyla..." "Tamam kuzucuğum ya. Ama ne yapayım sinirlerime hakim olamıyorum." Oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi tekrar. "Çok korktum ben. Ben buraya geldiğimden beri şok üstüne şok yaşıyorum Elif. Seni evli bulmak hayatımda yaşayabileceğim en büyük şoklardan biriydi. Ama o evlilik hakkında duyduklarım. Neler yaşamışsın Elif." Gözünden bir damla yaş süzüldü ama o acele bir şekilde elinin tersiyle sildi. "Ama sana söz hep yanında olacağım. Nefes aldığım müddetçe hep yanında olacağım." "Ben de." Diye araya girdi Şilan. Leyla elini onun omzuna atıp kendine çekerken bir elleri benim üzerimdeydi. O an bir kez daha pişman oldum hayatımdan vazgeçtiğim için. 🔥 Bedenimdeki uyuşukluk günden güne azalıyordu fakat bir türlü bitmek bilmiyordu. Kendime tamamen geleli tam tamına üç gün daha geçmişti. Yaşadığım kabusun üzerinden altı gün, hayat mücadelemin üzerinden ise tam üç gün... Verilen ağrı kesicilerin dozunda değişiklik yapılmıştı, gözümü açtığım ilk gündeki uyuşukluk bedenimi tamamen terk etmese de uyuşuk değilim denilebilirdi. Çünkü ara ara dikiş yerime giren sızı tüm hücrelerimde hissedilebiliyordu. Ama buna rağmen yine de çok uyuyordum. Uyanık kaldığım saat sayısı öyle azdı ki. Veysel beye dün ilk kez inatlaşarak ısrar etmiştim beni hastaneden çıkarması için. Ama kafasını iki yana sallayıp kesinlikle 'olmaz' demişti. Hastane dışı steril olmayan bir ortam, her an gelişebilecek bir enfeksiyon durumu ve ne olur ne olmaz diye tüm değerlerimin kontrol altında tutulması gereken 'ciddi' bir durum vardı. Dediklerine göre epey zor bir ameliyattı ama ben altı gündür burada olmaktan da çok sıkılmıştım. Altı gündür dört duvarın arasında duruyor, Leyla, Şilan, Maran ve ara ara yanımıza uğrayan Cihan dışında kimseyi görmüyordum. Şilan'a kalırsa hastanede kalmamın bir diğer nedeni ise 'güvenlikti'. Bu konu gelip açıkça bana hiç anlatılmamış, hiçbir şekilde bana bilgi verilmemiş hatta konusu dahi açılmamıştı. Böyle vurulma vakalarında hastanede gözünüzü açtıktan kısa bir süre sonra karşınıza polisler dikilir ve olay anıyla ilgili soruşturmaya başlarlardı ama ben gözümü açtığım günden beri bir tek polis de görmemiştim. "Elif?" dedi yan tarafımda bir ses ben zorlanarak gözümü açmaya çalışırken. Bulanık bakışlarım Maran'ı bulurken zihnimi de toparlamaya çalışıyordum. "Bir şey mi oldu? İyi misin?" "Leyla nerede?" dedim etrafıma bakınıp. Geceleri yanımda Leyla kalıyordu. Şilan akşamları eve dönüp evdeki nabzı tutmak zorundaydı. Kimsenin vurulduğumdan haberi yoktu çünkü. "Kapının önüne telefonla konuşmaya çıktı. Bir sıkıntın var mı? Doktoru çağırmamı ister misin?" "Hayır." Dedim kestirir atar gibi. "Sen Leyla'yı çağırır mısın?" Ellerimi yana koyup doğrulmaya çalıştım. Dikiş yerimdeki sızı canımı yakarken derin derin nefesler almam gerekmişti. "Yardım edeyim ben sana." Yatağın yanında doğrulmama yardım etmek istedi ama elimle durdurdum onu. "Elif? Uyandın mı?" o anda odanın kapısı açılmış önde Ahmet arkasında Veysel bey ve o girmişti içeri. Bakışlarım hepsinin arasından sıyrılıp onu bulurken kaşlarım çatıldı. Altı gün sonra ilk defa olduğum odaya ayak basmıştı. Altı gün sonra ilk defa. 'Bu sefer de kurtaracağım...' "Ne oluyor burada?" diye telaşla girdi hemen arkalarından Leyla. "Elif için geldik." Dedi Ahmet ona dönmeden. Yanıma gelip günde iki kez değiştirilen serumumu kapattı. "İyi de neden?" "Elif kızımı taburcu ediyoruz artık." "Taburcu mu?" dedim Veysel beye doğru. "Saat akşam dokuz. Ben hiç bu saatte bir hastanın taburcu edildiğini duymadım." Leyla aklımdaki soruyu sesli bir şekilde dile getirirken şaşkın bakışları Ahmet ve Veysel bey arasında gidip geliyordu. Arada da bana bakıyordu 'ne oluyor' diye. Hafifçe omuz silktim. "Bir dakika bir dakika niye?" dedi Maran. "Tedavisine evde devam etmeyi daha uygun bulduk." Ahmet bakışlarını ona çevirmeden elimin üstündeki kelebeği çıkartıp bandı değiştirmeye girişti. "Leyla hanım haklı. Bu saatte ne taburcusu?" "Elif kızım epey sıkıldı hastane odasından. Kendini de toparladı. İstirahatine artık evde devam edebilir." "Tamam evdekilere haber verelim o zaman. Hazırlık yapsınlar." Maran yatağın etrafından dolaşıp cebinden telefonu çıkartmıştı ama durmak zorunda kaldı onun kolunu tutmasıyla. "Eve gitmeyecek." "Ne demek eve gitmeyecek? Evdekilerin haberi yok diye mi? Tamam nereye gidilecekse hazırlarız." "Her şey hazır zaten." "Bir dakika bir dakika." diye araya girdi Leyla. "Elif eve gitmeyecek mi?" "Hayır." "Ne demek hayır? Nereye gidecek bu kız? Elif'i nereye götüreceğiz?" Şaşkınca benim dahil olamadığım ama benim hakkımda yapılan konuşmayı dinliyordum. "Tamam ben arabayı hazırlayayım o zaman." Maran kapıya yönelmişti ama onun tekrar kolunu tutmasıyla tekrar durmak zorunda kaldı. "Gerek yok." "Ne zaman gidiyoruz hemen şimdi mi? Nasıl gideceğiz?" Leyla artık şaşkın bakışlarını kime çevireceğini şaşırmıştı. Öylece her kafadan çıkan sese soru sormakla kalıyordu. "Siz gelmiyorsunuz." dedi dümdüz bir sesle. "Kimse gelmiyor. Biz gidiyoruz." 🔥 "Gel gelin hanım ben yardım edeyim sana." Üç gündür düzenli olarak hastanenin odasında yürütülüyordum. Ama her ayağa kalktığımda elim ilk önce dikişlerimin üzerine gidiyor ve sanki adım atamayacakmışım gibi hissediyordum. Üç gün boyunca gerek Leyla gerekse Şilan koluma girip bana destek olmuşlardı. Aynı hayatımın her anında destek oldukları gibi. Şimdi ise bu görevi Havva abla devralmıştı. Büyük İzol konağında çalışan, evin bel kemiği olan Fatma ablanın kız kardeşi, aynı onun gibi İzol ailesinin çalışanlarından biriydi. Adım atarken içimde 'acaba düşer miyim' korkusu oluşuyor ve bu yüzden onun elini sıkı sıkı tutuyordum. "Ben senin yatağını güzelce hazırladım içeri. Şimdi de Ahmet oğlumun dediği gibi ilacından önce bir çorba yapacağım." "Ne gerek vardı. Zahmet oldu size de. Çok uykum var aslında. Uyumak istiyorum." "Olur mu gelin hanım? Vallahi Ahmet oğlum sıkı sıkı tembih etti ilaçların konusunda. Hiçbirini de aç karnına içemezmişsin. Sen geç şöyle ben çarçabuk hazır eder gelirim." "Gelin hanım deme ama olur mu?" Bu konuda sonuna kadar 'gelin hanım' diyen herkesi uyaracaktım. Hangi koşulda olursak olalım. "Ama nasıl diyeyim?" Yaşı elliyi geçkindi. Fatma abladan biraz uzunca, ona göre biraz daha zayıf bir kadındı. Aynı onun gibi konuşuyor aynı onun gibi bakıyordu insana. Kardeş oldukları o kadar belliydi ki. "Elif de, Elif kızım de. Ama gelin hanım deme." Dikkatle koltuğa otururken şaşkın şaşkın bakıp sıcacık gülümseyivermişti. Yanağımı sıvazladı içtenlikle. "Vallahi ne yalan diyeyim kızım derim ben sana. Kanım kaynayıverdi. Allah seni sağlığınla bir daha sınamasın. Şu güzelim surata bak maşallah." Aynı Fatma abla gibi dua mırıldanırken çekildi geri. Hasta olduğumu sanıyordu. Konaktaki gürültü patırtıdan uzak kalmak için buraya geldiğimizi söylemişlerdi ona. Herkes gibi onun da hiçbir şeyden haberi yoktu. Adını bilmediğim, daha önce hiç gelmediğim, şehir merkezine uzak bir köyde, tek katlı küçük bir evdeydik. Yolda gelirken Ahmet ve o, bunun 'tedbir' amaçlı olduğunu, en azından ortalık durulana kadar herkesten uzak olmanın daha iyi olduğunu kendi aralarında konuşmuşlardı. Anladığım kadarıyla kimin yaptığı bilinmiyor ve şehrin içinde de izlerine rastlanamamıştı. Üstü kapalı ve fısıltı halinde konuşulmuştu bu. Benim arabanın arka koltuğunda uyuduğumu düşünüyorlardı. "Gelebilir miyim?" dedi ben Havva ablanın arkasından mutfağa doğru bakarken salona adım atan biri. Daha önce hiç görmediğim, kim olduğunu bilmediğim biriydi. "Buyrun?" dedim ona doğru. "Rahatsız ediyorum seni. Geçmiş olsun. İlkkan ben." "Teşekkür ederim." Yerimden doğrulmak istedim ama durdurdu beni. Adını Leyla'dan duymuştum. Bana kan vermişti ameliyat olduğum gün." "Sakın rahatsız olma. Ben nasıl olduğunu merak ettim. Size buraya kadar eşlik etmiştim. Daha iyi misin?" "İyiyim. İsminizi söyleyince anımsadım kim olduğunuzu. Teşekkür ederim. Kan vermişsiniz bana." Geldi ve tam karşımdaki koltuğun kenarına ilişti. "Vazifemiz. Kim olsa yapardı." "Bilmiyorum kim olsa yapar mıydı ama gerçekten çok teşekkür ederim. Hayatımın kurtulmasına vesile oldunuz." "Kim olsa yapardı emin ol. Ben iyi olmana çok sevindim. Belki de o gün orada bulunmam şanstı bilemiyorum ama şansın varmış." Bakışlarımı avuçlarımın içinde kabuk tutan yarlara çevirdim. "Bilmiyorum şans mı?" dedim mırıltı halinde. "Bizim kan da zor bulunan bir kan. Benim şehir dışından izne gelişimin üzerine bunun yaşanması... Bence şans. Kan kardeşi olduk iyi mi?" "Evet." dedim gülümseyerek. "Bir şey olduğunda çekinme lütfen. Ben kan kardeşimin bir sıkıntısı olmasını istemem. Buralarda olacağım. Sen dinlen." Gülümsedi ve iliştiği yerden kalktı. Kapıya doğru giderken de gittiğini belirtir bir şekilde seslendi Havva ablaya. Havva abla benim için bol limonlu bir tavuk suyuna çorba yapmıştı ama ne yazık ki alabildiğim dört kaşık olmuştu. Verilen ilaçların etkisi mi yoksa vücudumdaki geçmek bilmeyen bu yorgunluğun sebep olduğu bir şey miydi ama nedense iştahım gözümü açtığım günden beri yerine gelememişti. "Sen dinlen" diye beni dikkatle hazırladığı yatağa yatırmıştı. Az sonra içeri Ahmet gelmiş ve hem kendimi toparlamam hem de daha rahat uyumam için serum takmıştı. Bana kalırsa hastane tedavim daha sonlanmamalıydı ama içinde olduğum bu bilinmezliklerle dolu tehlike yüzünden apar topar çıkarılmıştım oradan. Uykuya dalmadan önce aklımda tek bir soru vardı; bana babamla ilgili zarfı verenler neyi bilmemi istiyordu ve onun da bu durumla bağlantısı neydi? 🔥 Göz kapaklarım hafifçe aralanırken gözlerime yattığım yatağın hemen sağ tarafında olan, perdeleri açık pencereden dolan ışık çarpmıştı. Sabah olmamıştı ama sabahın habercisi ışıkların yansımasıydı. Uyku düzenim şu son günlerde alt üst olduğundan ne zaman uyuyup ne zaman uyanacağıma da bir türlü karar veremiyordum. Odada bir saat görebilme umuduyla kafamı sol tarafıma çevirirken bakışlarım onun üzerinde duraksadı. Buradaydı. Duvarın önündeki tekli koltukta kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde uyuyordu. En azından ben kapalı göz kapaklarından ve düzenli nefes alışverişlerinden onun uyuduğuna ikna olmuştum. Bakışlarım sonra serumuma kaydı. Akşam Ahmet'in taktığı bitmiş olmalıydı ki şu an yeni bir serum daha asılmıştı. Yatakta doğrulurken serumun hortumuna uzattım ve kapattım. Elimin üzerindeki kelebeği de çekiştirip çıkarttım. Çıplak ayaklarım tahta zemine temas ederken dikişlerime giren sızıyla derin bir nefes almam gerekmişti. Bakışlarım onun uyanıp uyanmadığındaydı ama uyandığına dair bir belirti yoktu. Yavaşça ayağa kalkıp bir adım atmıştım ki tekrar giren sızı dudaklarımdan küçük bir 'ah' kaçmasına sebep oldu. "Uyanmışsın." dedi kollarını çözüp. Uykusu çok hafif olmalıydı. "Hı hı..." diyebildim. Olduğu yerden doğrulurken hemen yan tarafındaki sehpanın üzerinde duran silahı acele bir şekilde alıp beline yerleştirdi ve siyah kazağını çekiştirerek indirdi. "Merak etme seni vurabilecek bir halde değilim." dedim. Ama o bir şey demeden yanımdan geçip pencereye dolanmıştı. Yarı açık olan perdeyi sonuna kadar açıp pencerenin bir kanadını açtı. "Silahını saklamana gerek yok." "Korktuğumu mu düşünüyorsun?" Bana dönmedi, başını dışarı uzattı sadece. "Bilmem. Daha önce yaptığım için tekrar yapacağımı düşünebilirsin." Pencerenin önünden ayrıldı ve yatağın diğer tarafına geçti. "Serumunu çıkartmaman lazımdı. Ben Havva ablaya söyleyeyim sana bir şeyler hazırlasın. Sonra tekrar takarız serumunu." "Vicdan mı yapıyorsun?" Kapıya yönelen adımları benim sorumla durdu. Omzunun üzerinden çevirdi sadece kafasını. "Hani demiştin ya daha önce bir daha olursa seni kurtarmam diye. Peki şimdi neyin vicdanını yapıyorsun?" "Bekle burada. Havva ablayı çağıracağım." Dediklerime oralı olmadı. "Kendi yüzünden olduğu için mi? Onun vicdan yükü mü yoksa? Ne gerek vardı?" Bedenini bana çevirdi ama bir şey demeden öylece baktı. Bir şey diyecek bir ifade de yoktu yüzünde. Dikiş yerime tekrar bir sızı saplandı ama direnmeye çalıştım. Bir yandan da elimi tam yaranın üzerine bastırıyordum. "Ölmek yok dedim sana. Bu yolda ölmek yok." "Öyle mi?" dedim alayla. "Öyle." dedi kesin bir dille ve tekrar arkasını döndü. Ama sonra geri döndü bana. "O gün sana evden çıkma demiştim. Niye dinlemedin?" "Seni niye dinleyeyim? Sana bana emir veremeyeceğini, bana karışamayacağını söylemiştim." "Kime ne diyorsam..." kendi kendine mırıldanırken hızla döndü arkasını ve kapıya adımladı. "Babamın ölümüyle ne alakan var?" dedim sert bir şekilde. Sorduğum soru onu tam kapının önünde durdururken geri dönmedi bu sefer. "Sana diyorum! Babamın ölümüyle ne alakan var!" "Anlamadım?" bu sefer bana doğru döndü ve iki büyük adım atıp aramızdaki mesafeyi azalttı. "Çok açık sordum. Babam bir kazada öldü ama şimdi birileri bunun kaza olmadığını söylüyor. Peki senin bununla ne alakan var?" Öylece bana bakarken bakışlarını yere indirdi ve kaşları çatıldı. "Bilmiyorum." diyebildi. Ama bu benim sorumun cevabı değildi. "Benim babam öldürülmüş olabilir! Ve sen o gün oradaydın! Senin bununla ne alakan var!" Bir şey demesini sabırsızlıkla beklerken hızla geri döndü ve kapıya doğru adımladı ama diyeceklerim bitmemişti. Sorumun cevabını alamamıştım. Bir cevap vermeden gidemezdi. "SANA DİYORUM!" Bende kapıya doğru adım atmak istedim ama dikiş yerimden yayılan o keskin sızıyla dizlerimin bağı çözülüvermişti. Sonra bakışlarım sağ elime gelen ıslaklığa kaydı. Kanıyordu. Dikişlerimden kan geliyordu. Üzerimdeki toz pembe pijamanın önü kırmızıya boyanmaya başlamıştı. Korkuyla bedenimden bakışlarımı çekmeye çalıştım ama kafamın içinde yankılanan ve aynı vurulduğum günkü gibi elime bulaşan kan görüntüsüyle olduğum yere diz çöküvermiştim. Nefeslerim daralmaya başlamıştı. Kafamın içinde kurşun sesi arka arkaya yankılanıyordu. "Yaran kanıyor." dedi uğultuların arasındaki ses. Görüntüm de bulanıklaşmıştı. Artık daha fazla kendimi zapt edemezken kafam onun göğsüne düşmüş hemen ardından bedenim havalanıvermişti. "Sakin ol." dedi ama sakin olacak durumda değildim ki! Bir kısır döngünün ortasında o günü tekrar yaşıyormuş gibiydim. "Canım çok yanıyor..." diyebildim acıyla. Tüm bedenimi sızlatan acıdan gözlerimden yaş gelivermişti bir anda. "Ahmet nerede!" dediğini duydum uzaktan. Sesi adım seslerine karışırken odanın kapısının kapandığını sonra da kilidin döndüğünü fark ettim. "Sakin ol." Yattığım yatakta acıyla kıvranırken kafamı kaldırıp kanayan yaraya bakmaya cesaret edemiyordum bir türlü. Halbuki ben kandan korkmayan, bu durumlarda olabildiğince soğuk kanlı, doktor olacak kızdım. Pijamamın ucunu kaldırırken elini itmeye çalıştım. "Bırak!" "Bak dikişlerin zorlanmış. Açılmış olabilir. Ahmet yok. Gelene kadar pansuman yapmazsam mikrop kapabilir. Şimdi sen bırak." "Hayır istemiyorum bırak." Ama o oralı olmayıp eline eldiven geçirip ve kandan görünmeyen sargımı açmaya başlamıştı. Acıyla ağzımdan çığlıklar kaçarken tekrar elini itmek istedim ama engel oldu. Bu sefer bacağımla itecek oldum ama ona da mani olup bacağımı yana doğru bastırdı. Açtığı ilk yardım çantasından malzemeleri çıkarmasını gözümden akan yaşlarla izliyordum. Pamuğa döktüğü batikonu gördüm. Sonra da tüm vücudumu sızlatan acıyı tekrar ve daha şiddetli hissettim. "BIRAK!" Can havliyle omzunu kavrarken kafasını kaldırdı ama pamuğu yaradan çekmedi. "Sakin ol. Pansumanı yapacağım ve bitecek." Kendimden ha geçtim ha geçecek haldeydim. Nefeslerim de iyice daralırken kafam geriye düştü. O beni dinlemedi, yarayı temizleyip tekrar sardı. Sonra beni yatakta yukarı çekti ve battaniyeyi üzerime örttü. Serumu tekrar taktı ve odanın kapısına doğru ilerledi. Ben yarı baygın bir halde izliyordum yaptıklarını. "Babanın ölümüyle bir ilgim yok. O gün oraya da bu yüzden gitmedim. Ama tek bildiğim bir şey var bunu yapanların hem babanla hem de benimle ortak bir meselesi var. O yüzden sen en tehlikeli noktadasın. Ama bulacağım. Bunu kim yaptıysa bulacağım." Kapıyı açtı ve dışarı bir adım attı. "Ve evet vicdan yapıyorum. Kimsenin benim yüzümden ölmesini istemem." deyip çıkıp gitti. 🔥 B Ö L Ü M S O N U Nasıl buldunuz bölümü? Sizce ne olacak bundan sonra? Elif ne yaşayacak? Başlarına gelen bu tehlike ne? Beğenip yorum yapmayı unutmayın Sizi seviyorum Allah'a emanet olun ❤️ |
0% |