Yeni Üyelik
59.
Bölüm

Yokuş Yollar

@seydnrgrsu


Merhaba guzularım hoşgeldiniz?

 

Nasılsınız iyi misiniz?

 

Upuzun bir bölüm yazdım. Hatta bir kısmı da Leyla'dan.

 

Lütfen beğenmeyi ve en az on beş (15) yorum yapmayı unutmayın olur mu?? Yoksa çok üzülüyorum haberiniz olsun

 

Bölüm sonuna küçücük bir şey koydum hepinizin mutlaka bakıp fikir belirtmesini istiyorum. Lütfen bakın.

 

Haydiii bölümeee

 

Buray-Olmuşum Leyla

Hadise-LvelC5 Prenses~Ne

Cihan Mürtezeoğlu-Bir Beyaz Orkide

İzel-Düşer O

 

 

 

 

🔥

 

 

 

"Tüm gün öyle tepemde mi dikileceksin Cemil Usta?" Elindeki çizim kağıtlarını bırakmadan bakışlarını alnına dökülen uzun saçlarının altından kaldırdı Cihan. Şantiyenin ilerisine kurulan çadırın içinde günlerdir sorun çıkmasına neden olan çizimlere bakıyordu.

 

"Yaouv gusura bahmıyasın Cihan beyim. Seni beklemiyorduk bilisııın?"

 

"Öyle öyle," derken hafifçe gülümseyip bakışlarını kaldırmamıştı Cihan çizimlerden. Cemil usta ise onun uzayan saçlarına, kirli sakallarına bakarken bir yandan da 'Acaba bu Cihan bey değil midir' diyordu. "Ee ustam?" dedi daha fazla dayanamayan Cihan.

 

"Sarı kula? İstiiin?"

 

"Sarı kula mı?"

 

"Heh voallah. Leyla hanım getirmiştir. Bizim canlar sarı kula olmadan çalışamıyorlar biliiisın?"

 

"Sarı kula?" diye gülerek sordu Cihan. "E içelim madem bir bardak."

 

"Hemmen getirem." diye coşkuyla koştu Cemil usta. Cihan'ın şantiyeye, işlerin başına dönmesine apayrı sevinmişti çünkü.

 

"Sürekli sarı kula mı içiliyor yoksa şantiyede?" Bakışlarını önündeki kağıtlardan kaldırmamıştı ama sorusu iki adım ilerisinde kendisine verilecek görev için bekleyen Leyla'daydı.

 

"Anlamadım?" dedi Leyla. O gün olabildiğince garip başladığından az önceki düşme vakası sonrası de pek iyi sayılmazdı.

 

"İşçileri diyorum. Kola olmadan çalışmıyorlar mı?"

 

"Yani. Bir gün sarı bir gün siyah..." Elleriyle rüzgarın dağıtıp durduğu, sabah maşalamak için kırk takla attığı saçlarını düzeltiyordu bir yandan.

 

"İyi." dedi dümdüz bir tonda Cihan. Büyük çizim kağıtlarını hızlıca rulo yaptıktan sonra masanın ilerisine iteledi. "Buraya epey çeki düzen verilmesi lazım. İşler çığırından çıkacak yoksa."

 

"İyi." dedi aynı mesafeli tonla Leyla. Uzanıp masanın üzerindeki çizim kağıtlarını aldı eline. "Ben bunları şirkete ekibe götüreyim o zaman. Canan hanım söylenmesin şimdi bana." Saçlarını geri attıktan sonra eline aldığı çizim kağıtlarıyla beraber ayakkabılarını değiştirmek için ileri yürüdü. Bacakları terlemişti bu sarı çizmeler yüzünden. Hele de pembe uçuş uçuş elbisesinin altındaki o göz kanatıcı durumu! Yakıp yok etmek istiyordu bu çizmeleri.

 

Hızla kendi ayakkabılarını giydikten sonra elbisesini düzeltmiş ve saçlarını geri savurmuştu. Özüne dönmüştü be! Rahatlamıştı! Sarıyı severdi ama kombini bozan bir sarıdan ölümüne nefret ederdi.

 

"Oh be..." diye mırıldandıktan sonra beyaz kalın çerçeveli güneş gözlüklerini de takıp eline aldığı çizim kağıtlarıyla vosvosuna doğru yürümeye başladı. Gider gitmez Canan hanıma bir daha saha görevinde yer almayacağını söyleyecekti. Çok beğeniyorsa kendi gidebilirdi. Eğer mutlaka da gitmesi gerekiyorsa önceden haber vermelilerdi ve ona göre kombin yapmalıydı!

 

"Leyla hanım!" dedi vosvosuna çok az bir mesafe kaldığında arkasından bir ses. Cihan'ın sesi. "Bekler misin?"

 

"Buyurun?" dedi ona dönerken Leyla. Hiç acele etmeden, epey yavaş adımlarla geldi Cihan.

 

"Şirkete mi gidiyorsunuz?"

 

"Evet? Bu çizimlerin ekibe geri verilmesi lazım."

 

"Tamam." Bir elini beyaz keten pantolonun cebine attı Cihan. "Birlikte gidelim. Ben de şirkete gideceğim."

 

"Teşekkür ederim," dedi kibar ama bir o kadar mesafeli bir şekilde Leyla. "Kendi arabamla gidebilirim." Öyle deyince Cihan bakışlarını güneş gözlüklerinin üzerinden Leyla'nın hemen arkasında duran 99 model vosvosa çevirdi. Öyle yapması hoşuna gitmedi Leyla'nın sanki arabasını beğenmiyormuş gibi bir his oluştu içinde. Oysa Leyla aşıktı arabasına.

 

Fazla konforlu değildi, hız limitleri bile çok azdı, gürültülü bir yolculuğu vardı, otomatik camları, ısıtmalı bir koltuğu yoktu ve bazen çalışmayabiliyordu. Ama Leyla'nın kendisine aitti bu araba. Kendi emekleriyle aldığı, gördüğü ilk an da vurulduğu bir arabaydı. Bir kere babasının kendisine teklif ettiği o milyon liralık arabaya değişmezdi. Hiçbir arabaya değişmezdi.

 

Vosvosu kırmızı çizgisiydi.

 

"Elbette ama. Ben de şirkete gideceğim. Ekiple tanışacağım."

 

"Ekip sizi zaten tanıyor?" dedi Leyla anlamsız bir şekilde.

 

"Şef olarak tanımıyorlar ama. Aynı yere gidiyoruz. Lütfen." Tereddütle baktı Leyla ona. "Arabanızı aldırırız birine. Merak etmeyin."

 

İstememişti ama "Peki madem," derken bulmuştu Leyla kendini. Vosvosuna 'özür diler' bakışlar attıktan sonra su birikintilerine basmamaya çalışarak küçük adımlarla takip etti Cihan'ı.

 

Az ötedeki siyah son model spor arabanın önüne geldiklerinde ise duraksamıştı. Gözlüklerinin üzerinden arabayı süzerken çoğu şeyin değişmesini garip gelmişti kendine. Mesela bir adım önünde duran Cihan, ilk başta tanıdığı Cihan'dan çok ama çok uzaktaydı. Mesela son derece spor giyim Cihan'ı önceki tanıdığı takım elbise Cihan'ından bir hayli uzaktı. Ya da klasik lüks bir araba bağımlısı Cihan sanki böyle spor bir arabaya binecek bir Cihan değildi. Şirket koridorlarında gördüğü fönlü saçları ve jilet gibi tıraşı olan Cihan da bu saçları uzun ve kirli sakallı Cihan'dan çok farklıydı. Tavırlarını hiç saymıyordu bile.

 

Kabul edebilirdi başta çok zıtlaşmışlardı birbirleriyle. Leyla'nın kendisine apayrı bir gıcıklığı vardı. Gerçi bu gıcıklıkta Şirin etkisi bir hayli çoktu ama şu an arabaya binen Cihan önceki Cihan'dan bir hayli kaba ve ukala duruyordu. Kendinden emin bir tavrı vardı ama bu nedense rahatsız edivermişti Leyla'yı.

 

"Ee hadi?" dedi Cihan kendi koltuğuna yerleştiğinde binmeyen Leyla'ya doğru. Bir şey demeden elindeki çantasının sapını sıkıca kavrayıp diğer tarafa dolandı Leyla.

 

"Projelerin neden bitmediği belli." Dedi Cihan yoldan bakışlarını ayırmadan. "Bu düzensizlikle asla verilen tarihlerde yetiştirilemez hiçbir iş."

 

"Tek bir ekip o kadar işle ilgilenmeye çalışıyor. Hepsine yetişemiyoruz. Bu yüzden birkaç tanesi durduruldu."

 

"Duydum. Zaten bu yüzden döndüm." Leyla'ya doğru kısa bir bakış atıp geri yola döndü. "Kısa bir süreliğine," diye ekledi.

 

"Şirkete temelli dönmediniz mi?" diye merakla mırıldandı Leyla. Sonra ise bunu sorduğu için anında pişman oldu. Ona neydi ki? Niye soruyordu?

 

"Hayır," diye kestirip attı Cihan. Kestirip atması Leyla'nın pişmanlığını daha da katladı. Sustu o yüzden. Bir daha bir şey sormamak üzere kapattı ağzını.

 

"Arabam..." diye mırıldandı bir süre sonra akan sessizlikte.

 

"Aldırırız merak etmeyin." Sonra uzanıp önündeki ekrandan 'Necmi' yazan ismi bulup dokundu. "Necmi," dedi ilk çalışta açılan telefona. "Şantiyedeki Leyla hanımın arabası şirkete bırakılacak." Karşıdan onaylayan acele bir ses duyulunca devamını dinlemeden kapattı.

 

"Teşekkür ederim," diye kısıkça mırıldandı Leyla ama karşılığını alamayınca siniri bir kat daha arttı. Teşekkür edilince rica edilirdi çünkü karşıdan! Yoksa bu kabalıktı!

 

Kaba ve sinir bozucu sessizlikle tüm yol aktıktan sonra tek bir şey demeden çizim kağıtlarını kaptığı indi arabadan. Çünkü biraz daha onunla aynı ortamda kalırsa patlayıverecekti. O kısacık sürede tüm sinirleri bozulmuştu.

 

Güvenliğe, girişteki Selma'ya bakmadan asansörlerin yolunu tuttu. Bir yandan da içinden Canan hanıma etmeyi yarım bıraktığı küfürlerini sıralamaya devam ediyordu. Ne zaman kendisini saha görevine gönderse-ki bu her zaman oluyordu- illa bir arıza çıkıyordu başına. Bugün işçilerle ayrı sınanmış, düşme tehlikesi geçirmiş, Cihan yüzünden tüm sinirleri bozulmuş ve tüm kombini mahvolmuştu!

 

Özenle yaptığı dalgalarını saymıyordu bile!

 

"Canan hanım ben bir daha saha görevine git-" tam toplantı odasında öylece pinekleyen insanların yanına gelmişti ki cümlesini arkadan gelen bir ses böldü.

 

"Selam millet!" Cihan'ın sesi...

 

"Aaa!" diye başlayan hayret nidaları odada yükselirken Leyla'nın haklı isyanı arada kaynayıp gitmişti maalesef. İşte şans sanırım buydu. Kötü şans...

 

Oysa ne güzel bir gün olacağını hissederek başlamıştı Leyla güne. Ne güzel manifestler yapmıştı bugün için. Ama artarak giden bir şanssızlık vardı. Mahvolan saçları, hiç olan kombini, bozulan sinirleri, bir de sürekli mecbur kaldığı saha görevi...

 

'Yeter' diye bağırmak, yakasını paçasını parlamak istiyordu ama üzerindeki o güzelim elbiseye de kıyamıyordu maalesef. Başa gelen çekilir misali en köşede kös kös oturup toplantı gündemini dünliyormuş gibi yapıyordu bir yandan.

 

Gündem artık sabahkine göre değişmişti. Şef gelmiş ve kim olduğu belliydi. Şimdiki gündem ise aksayan tüm işleri bir avazda yetiştirmekti. Mükemmel bir iş dağılımıyla önce geçici sorunlar sonra da asıl sorunlar çözülecekti. Ve bu sorunlar çözülene kadar Cihan 'geçici' olarak şirketin başında duracaktı. Çünkü şimdilik Mehmet İzol işleri evden kontrol edecek, şirkete gelmeyecekti. Konu Baran'a ise gelmemiş, asla onun üzerinden zerre bir şey konuşulmamıştı. Sadece Canan hanım sormaya niyetlenmişti ama Cihan sert bir tepki verince Baran konusu tamamen kapanmıştı.

 

Saatler süren ve insanı yok olma pahasına getiren toplantı sonunda ekip ikiye ayrılmış ve bir kısım saha göreviyle ilgilenirken diğer kısım da şirkette kalacaktı. Saha sorumlularının başı toplantının sonuna kadar uyuklayan Orhan Bey olurken ne hikmetse şirkette kalanların başı da Canan Hanım oluvermişti. Saha görevine gitmemek için attığı taklalar herkesi canından bezdirmişti.

 

Ve şanslı kişi Leyla... Saha görevindeydi. Yani bu da demekti ki iki kat yorul, elbise, topuklu giyeme, saçlarını şekillendireme. Utanmasa ağlayıverecekti kafasını toplantı masasına koyup. Neden bugün hiçbir şey istediği gibi gitmiyordu ki!!!

 

Ağlamaklı ama Canan Hanıma bir hayli öfkeli halleriyle toplantı salonundan ilk çıkan kişi olmuştu Leyla. Eğer o bu denli ısrar edip uğraşmasaydı Leyla şirkette kalan ekipte olacaktı ama allem edip kallem edip şirkette kalan Canan Hanım olmuştu.

 

"Ha o saçlarıni yolacağum. Ha sen düşecasun benum elume..." kendi kendine söylene söylene şirketten çıkıp ileriye park ettikleri vosvosuna doğru yürümüştü. Gerçi yürürken daha da bir artmıştı siniri. Çünkü vosvosunu yamuk park etmişlerdi! Ya gelip başka bir araba çarpsa ne olacaktı! Öylece ortaya yamuk mu park edilirdi araba!

 

"Ha ben boyla işin!" diye diye arabasına binip sertçe kemerini asılmıştı. Anahtarı çevirip marşa basmıştı ki bingo! Çok sevdiği, aşık olduğu arabası da kendisini sinir edenler kervanına katılmayı seçivermişti.

 

Denedi, olmadı.

 

Tekrar denedi, yine olmadı.

 

Bir daha ve bir daha denedi. Ama ne yazık ki çok sevgili vosvosu çalışmamayı tercih etti.

 

"Ama ya..." diye ağlamaklı bir şekilde mırıldanırken inip arabasının bir önüne bir de arkasına dolaştı. "Niye böyle yapıyorsun kızım? Neden nazlanıyorsun ki? Ne güzel çalışıyordun sabah? Ne oldu sana? Hadi yapma böyle. Çalış da gidelim evimize." Tekrar geri binip derin bir nefes aldıktan sonra çalıştırmayı denedi ama maalesef iki tık yapıp kaldı vosvos.

 

Ağlayacaktı Leyla. Hem de böyle hüngür şakır ağlayacaktı. Vosvosunun çalışmayışına mı ağlasa, eve gidemedi diye mi ağlasa yoksa her şey üst üste geliyor diye mi ağlasa bilemiyordu ama hıçkırıklarla ağlayası geliyordu içinden.

 

Tekrar inerken çenesini sıkıp yüzüne savrulan saçlarını geri atarak arabasının arkasına dolaştı. Sanki arka kaputu açabilecek, açtıktan sonra da motordan anlayabilecekti ya. Ama umut fakirin ekmeği derlerdi.

 

"Of!" diye sinirle ayağını yere vurup zorlana zorlana açtı arka kaputu. Açar açmaz da gri bir duman kötü bir kokuyla beraber savrulup gitmişti yüzüne doğru. "Ama ya..." diye ağlamaklı bir şekilde mırıldanırken genzine kaçan dumanla geri adımladı zar zor.

 

"Leyla hanım?" dedi yüzüne savrulan dumanı eliyle dağıtmaya çalışırken Cihan'ın sesi. "İyi misiniz?"

 

"Değilim!" diye patladı en sonunda Leyla. "Ne ben ne de arabam zerre iyi değil!"

 

"Sorun nedir?" derken Cihan da dolaştı arkaya doğru. Bu soru daha da sinirlendirmişti Leyla'yı.

 

"Ya ben dümdüz mühendisim! Ne araba ustasıyım ne inşaat ustası! Niye bunu kimse anlamıyor!"

 

"Tamam sakin ol..." eliyle yüzüne gelen dumanları savururken motora doğru eğildi Cihan. "Bunun durumu pek iyi değil."

 

"Ne demek değil!"

 

"Yani burada halledilecek bir sorun değil. Sanayiye gitmesi lazım."

 

"Sanayi mi?" diye şaşırdı Leyla. Daha da ağlayası geldi. "Ben sanayi nerede bilmiyorum ki..."

 

"Tamam. Bir çekici çağırırız bizimkiler baktırır. Hallolunmayacak bir şey değil." İnanmak istedi bu sakin öneriye Leyla ama canı gibi sevdiği, aşık olduğu vosvosuna bir şey oldu diye de korkudan ölüyordu.

 

Nemli gözlerle dumanlar çıkan beyaz vosvosuna bakarken Cihan telefonda birini aramış arabayı çekmelerini söylemişti.

 

"Sıkıntı yok. Sanayide bizim Nezih Usta var. O bakacak. Bir sıkıntı yok yani."

 

"Teşekkür ederim..." diye mırıldanmış gözlerindeki nemi silmişti elinin tersiyle. Berbat bir gündü o gün. Çok berbat bir gün. "Neyse ben bir taksi çağırayım." Elini çantasına atarken Cihan durdurdu onu.

 

"Taksiyle uğraşmayın. Ben bırakırım."

 

"Zahmet olmasın. Gidebilirm ben."

 

"Leyla hanım," diye ısrar etti Cihan. "Lütfen." Hayır demesine fırsat bırakılmadığı için küçük adımlarla Cihan'ın çıkışta duran spor arabasına yürümüştü. Aklı fikri arabasındaydı. Ne emeklerle almıştı onu. İlk arabasıydı, kendi parasıyla alınmıştı. Onun için babasıyla ne tartışmalar yaşamıştı.

 

"Sizin de başınıza iş çıkardım," diye mırıldandı araba yola doğrulduğunda. "Teşekkür ederim tekrardan. Zaten sabah şantiyede olanlar... Onun için de özür dilerim."

 

"Siz deme olur mu? Çok garip geliyor. Bunu halletmiştik diye hatırlıyorum." Bakışlarını Leyla'ya çeviren Cihan ondan bir onaylama beklemişti. Kafasını da hafifçe salladığını görünce döndü önüne. "Araba için endişelenme. Nezih Usta işinin ehlidir. İlk günkü gibi yapar."

 

"İlk günkü gibi olmasına gerek yok. Ben onu her haliyle seviyorum. Benim kullandığım gibi olsun yeter." Güldü Cihan yavaşça.

 

"Merak etme. Ayrıca şantiye için de özür dilemene gerek yok. Teşekkür etsen daha iyi. Az kalsın düşüyordun çünkü."

 

"Doğru. Onun için de teşekkür ederim." Bir nebze olsun rahatlamış gibiydi Leyla. En azından arabasının iyi olacağına inanmak istiyordu. Biliyordu, çok sevdiği vosvosu kendisini asla bırakmazdı. Buna inanırken bir yandan da sabah kendi kendine 'sormayacaksın' sözünü tutmaktan vazgeçtiğini hissetti. Çünkü merakı oldukça baskındı.

 

"Nasılsın?"

 

"Nasılsın?"

 

İkisi de aynı soruyu aynı anda sorarken ortamda kısa bir sessizlik olmuş sonra da ikisi de aynı anda sordukları için kıkırdamışlardı.

 

"Sen cevap ver lütfen," dedi Cihan bakışlarını ondan çekerken.

 

"İyi..." diye mırıldandı Leyla. "Yoğunluk, yorgunluk, rutinler..." Hafifçe omuz silkti.

 

"Yengem..." diye mırıldandı Cihan. Sonra toparlama gereği hissetti. "Elif yani. O nasıl?" Aslında burada olmadığı bu süreçte deliler gibi merak etmişti yengesi ve abisini. Ama kendi de bir o kadar zamanlardan geçmişti ki fırsat bulamamıştı, belki de yüz bulamamıştı. Zaten abisinden zerre haber alamamıştı kimse. Resmen izini kaybettirmişti.

 

"Nasıl olmasını bekliyorsun?" dedi Leyla bakışları yolda boş boş dolanırken.

 

"Tahmin edebiliyorum..." diye mırıldandı Cihan. Az çok biliyordu ne halde olduğunu.

 

"Yanlış," diye itiraz etti Leyla. "Tahmin edebileceğinden daha da kötü. Ya abin?"

 

"Bilmiyorum. Üç aydır haber alamadım ondan."

 

"Ben haber vereyim sana. Dönmüş. Burada."

 

"Burada mı?" Şaşırmıştı Cihan. Beklemiyordu bunu. Gelmeyeceğinden, kaybolup gittiğinde emin olmuştu çünkü.

 

"Dün gece Bozan konağına geldi. Elinde bir sürü belge ile. Kaza ile ilgili ne var ne yoksa toplamış. Parmağı olan kim varsa en ince ayrıntısına kadar bulmuş. Yani belgelerle konuştu."

 

"Yapmıştır. Demek üç aydır herkes kayboldu gitti sanırken abim gerçeklerin peşindeymiş." Dudaklarına gururlu bir gülümseme yerleşmişti. Abisi böyleydi işte. Gerçeğin peşini zerre bırakmazdı. Ve rahatlamıştı da. Çünkü abisinin suçsuzluğunun kanıtlarla desteklenmesi en iyi şeydi. "Geriye bu üç ayı telafi etmek kalıyor o zaman."

 

"Yani?" d,iye sordu Leyla.

 

"Abimle Elif... Haksız yere kaybettikleri bu üç ayı telafi edecekler o zaman. Başka çareleri yok."

 

"Ona çok emin olma," diye mırıldandı Leyla. Zor bir ihtimaldi bu. Ortada sadece biten bir evlilik yoktu çünkü. Ortada karşı karşıya gelmiş iki büyük aile vardı. "Sen geçici olarak mı geldin şirkete?" dedi konuyu değiştirmek için.

 

"Evet. Birkaç aylığına. İşleri düzene sokar sokmaz dönerim herhalde Dubai'ye."

 

"Neden?" diye hiç düşünmeden soruverdi Leyla. "Yani şirket... Baran yok, Mehmet bey yok. Durumlar ortada."

 

"Farkındayım. Şirketimiz benim ilk gözümü açtığım yer. Bir şeyleri ilk öğrendiğim, ilk tanıdığım yer. Ama bu şehir..." Bakışlarını kendi tarafından akıp giden şehrin görüntüsüne çevirdi. "Bilemiyorum Leyla. Sanırım kaçıyorum. Sanırım kaçmak istiyorum."

 

Sustu Leyla. Diyecek bir şey bulamadı bunun karşısında.

 

"Sen haklıymışsın," diye sürdürdü sözlerini Cihan. "Şirin konusunda sen çok haklıymışsın."

 

"Ben... Yani bunun için demedim asla. Benim onunla yıldızım barışmamıştı asla. Yoksa sizin ilişkiniz beni ilgilendirmez. Ayrıca aşıktın."

 

"Değildim. Öyle sandım sadece. Ben gerek konakta gerekse şirkette tutunmaya çalışıyordum. Birileri bir şeyler başardığımı görsün, Cihan da yapabiliyor desinler istiyordum. Ama ben öyle bir insandım ki ne şirkette ne konakta beceremiyordum asla bir şeyi. Bana verileni hakkıyla yerine getiremiyordum ya da altından kalkamıyordum. Ben de Şirin iki ilgi gösterince bir de bunu ailem onaylayınca bir şeyler başarabileceğim sandım. Sonrasında ne kadar yanlış olduğunu fark ettim ama her şey için çok geç oldu. Zaten bunu da başaramadım ya."

 

"Peki şimdi?é dedi Leyla. O sırada araba evinin sokağına dönmüştü.

 

"Toparlamaya çalışıyorum. Toparlayacağımı da biliyorum. Artık en azından hangi hataları yapmamam gerektiğinin farkındayım. Hangi duygunun ne olduğunun bilincindeyim."

 

"Kendini öğreniyorsun yani." Dedi Leyla. "Bunca yıl başka şeyleri öğrenmek için didinip durmuşsun ama kendini öğrenmek için çabalamamışsın. Şimdi de kendini öğreniyorsun." Durmuştu araba. "Getirdiğin için teşekkür ederim. Ayrıca sabah şantiyede beni kurtardığın ve arabam için de ayrıca teşekkür ederim." Kemerini çözüp dikkatlice indi.

 

"Doğru..." diye mırıldandı dudaklarındaki gülümsemeyle Cihan. "Kendimi öğreniyorum. Bir de artık ne istediğimi biliyorum." Leyla'nın merdivenleri çıkışını bekledikten sonra geri geri gidip yavaşça sürmüştü dar sokaklardan.

 

Berbat bir gün geçirdiğini ve şu son yaşananların son olduğunu umut ede ede merdivenleri çıkan Leyla kapısının önündeki karton kutuyu görünce bir nebze olsun üzerindeki kara bulutların dağıldığını hissetmişti. Muhtemelen geçen hafta sipariş ettiği o güzelim topuklu ayakkabıları gelmişti.

 

Hiç düşünmeden merdivenin başına oturup kutuyu kucağına çekmiş ve üzerindeki bandı hızla çekiştirmişti. Dudaklarındaki neşeli gülümseme kutunun kapağını açmasıyla solarken parmaklarını ateşe değmiş gibi çekivermişti.

 

"Çıkarın beni buradan diyorum! Çıkarın! İmdat!"

 

Yıllar önceki kara hatıraları tekrar zihninde canlanırken bakışları kutunun içindeki pembe fuları buldu. Sonra titreyen parmakları kutunun içindeki notu kavradı.

 

Pembe o zaman da sana en yakışan renkti. Şimdi de öyle. Beni özledin mi peki?

 

En kısa zamanda görüşmek dileğiyle.

 

Sevgilin Ferit...

 

🔥

 

"Peri kızı..." diye mırıldandı izin ister gibi.

 

"Baran..." dedim ben de üç ay on yedi gündür ettiğim tüm yeminleri bozarken. Güldüğünü hissettim. Duydum sonra kulaklarımla.

 

"Peri kızım..." Dudakları usulca kavradı sonra dudaklarımı.

 

Zaman, dünya ne var ne yoksa durmuş her şey o ve benim aramda akıyordu ki arkamdaki kapı vuruldu güm güm. Daha ne oluyor demeden de hızla açıldı.

 

Kalakaldık öylece.

 

Hem de hiç görünmek istemeyeceğimiz birine hiç görünmek istemeyeceğimiz bir halde. İşte tam o noktada bulunduğumuz noktaya gök taşları olur ne bileyim meteorlar olur ya da kaynağı belli olmayan bir cisim olur hatta bir gezegen bile olurdu, gelsin çarpsın istedim. Olduğumuz noktayı yerle yeksan edip bizi de yok etsin. Ya da ne bileyim zaman geriye falan aksın.

 

Eğer ben parmaklarımın arasında tuttuğum silahı ateşlemiş olsaydım bundan daha az kötü olurdu. Bu kötünün kötüsüydü. Bunun izahı yoktu ve izahı olmayan şeylerin mizahı da maalesef olamıyordu. O yüzden bana bir fatiha...

 

BASILDIK! diye haykırdı iç sesim. BASILDIK...

 

Bedenim kaskatı kesilirken içime çektiğim havayla boğulmak üzereydim. Boğuladabilirdim eğer bu durumdan kurtulacaksam. Ama boğulamadım. Onun yerine dehşetle açılmış hatta az sonra dışarıya fırlayacak olan bakışlarımı yummaya çalıştım.

 

"A-şey-abla..." diye olabildiğince şaşkın bir şekilde kekeledi Azad.

 

Evet gelen Azad'dı. Durumumuz vahim miydi, vahimden hallice miydi yoksa vahimden berbat mıydı görecektim şimdi.

 

"Ba-Sen-Bar-Ab-Se-Bara-"

 

"Azad..." diye mırıldandım onun kekelemesine karşılık. Yüzü bahçedeki ağaçlara sürdüğümüz kireçten daha beyaz, ağzı ise son derece açıktı. Gören az sonra çenesi yere düşecek diyebilirdi.

 

"Ba-Ba-Ba-Bara-"

 

"Azad. Bak açıklayabilirim..." dedim tepkisini ölçmek için. İşaret parmağıyla sanki hayalet görmüş gibi Baran'ı işaret ediyordu. Şu Gulyabani filminde Gulyabani'yi gören Adile Naşit'ten zerre farkı yoktu. Yeşil gözleri çanağından fırlayacak kadar açılmıştı. "Azad..." dedim tekrar ama bu sefer ağlamaklı bir şekilde.

 

"Baran..." diyebildi nihayet. "Siz..." İşaret parmağı bir benim birde iki adım geri çekilmiş Baran'ın arasında gitti geldi. "Bar... Sen... Abla..."

 

"Azad sakin ol. Bak açıklayabilirim." demiştim ki cümlem belki de tam tamamlanmadan Azad büyük bir adımla içeri girip Baran'ın yakasını kavradı sıkıca.

 

"Lan senin ne işin var burada!" A0 Türkçesinden muazzam bir hızla sokak serserisine bağladı.

 

Demin yağmayan göktaşlarına rica ediyorum şu an düşmelilerdi tam bulunduğumuz konuma. Açık adres istiyorlarsa hemen verebilirdim. Lütfen! Ne bileyim yer falan da yarılabilirdi!

 

"Azad!" dedim yükseltemediğim sesimdeki çığlıklarla. "Azad dur lütfen! Yanlış anladın!"

 

"Neyini yanlış anladım ben! Ya bu herif senin odana gelmiş odana!" Öyle sıkı yapışmıştı ki onun yakasına.

 

"Azad hayır!"

 

"Lan sen canına mı susadın ha!" Azad eğer ki böyle bağırmaya devam ederse felaketin felaketi yaşanacaktı az sonra burada. Mutlaka sesimizi bir başkaları duyacak ve işler temelli çığırından çıkacaktı.

 

AMCAM! diye haykırdı içimdeki ses. Sonra ANNEM!!! diye daha da şiddetli çığlıklar attı.

 

Bir şey yapmam lazımdı!

 

"Azad dur!" dedim durması için ama zerre duymuyordu beni.

 

"Lan sen canına mı susadın ha! Lan sen eceline mi susadın! Sen hangi yüzle ablamın odasına gelirsin!"

 

"Şu yakamı bir bırak." dedi Baran Azad'a göre daha sakin bir tonda. Mesela ben biri yakamı kavramış bana hesap soruyor olsa, hele de ben bir dakika önce 'basılmış' olsam hiç sakin olamazdım.

 

"Abla ne yaptı bu herif sana! Doğruyu söyle abla ne yaptı!" Alev püsküren yeşil gözlerini bir anlığına bana çevirdi Azad.

 

"Bir şey yapmadı. Dur bir şey yapmadı. Yanlış anladın. Anlatabilirim Azad." dedim sakin olsun, bıraksın diye. Kolundan tutup geri çekmek istedim ama yapamadım. Olmadı yani.

 

"Lan gebertirim seni! Sen kim oluyorsun da gecenin bir saati benim ablamın odasına girebiliyorsun ha!"

 

"Bak sinirleniyorum çek şu elini."

 

"Çekmiyorum lan!" dedi Baran'ın yakasını silkip. "Çekmiyorum! Oğlum bittin lan sen! Geberteceğiz seni! Seni var ya!" Sağıma soluma bakındım bir şey yapıp onu durdurmak için. Engel olmak zorundaydım. Yoksa tüm konağı geç tüm ilçe toplanacaktı başımıza. Sonra bakışlarım elimde tuttuğum silaha kaydı. Hiç düşünmedim. Hem de hiç!

 

"Şerefsiz misin lan sen! Sen hangi hakla gelebiliyorsun buraya! Seni var ya doğduğuna pişman edeceğim! Seni var ya si-Ah!"

 

Tok bir ses yankılandı önce odada. Sonra bir patırtı.

 

"Elif... Sen ne yaptın?" Baran şaşkınca mırıldanırken Azad'ın bedeni jöle misali yığılıverdi yere.

 

"Ben ne yaptım..." dedim dehşete düşmüş bir halde. Silah parmaklarımın arasından yeri boylayıverdi. "Dizilerde hep oluyor ya," diye mırıldandım yutkunup. "Enseye vurunca bayılıyorlar hani? Öldü mü yoksa?"

 

🔥

 

"Niye uyanmıyor? Kaç saat oldu?" dedim tırnaklarımın kenarını kemirirken. Korku dolu bakışlarım yerde boylu boyunca yatan Azad'daydı. Öyle hareketsiz yatıyordu ki ölmüş diyebilirdiniz. Bu ihtimal aklıma gelince tüylerim diken diken oldu. "Öldü mü acaba?" dedim aklıma gelen korkunç ihtimali dillendirirken.

 

Ağlayıverecektim.

 

"Ölmüş olsa böyle mi olurdu Elif? Camış gibi uyuyor. Keşke biraz daha sert vursaydın da hiç kalkamasaydı şerefsiz..."

 

"Baran!" dedim sertçe. Azad'ın üzerinde olan bakışlarını bana kaldırdı. "Salak salak konuşma!"

 

"Asıl salak olan bu. Sen kafasına vurmasaydın ben zaten ağzıyla burnunun yerini değiştirecektim ayrıca. Yani sen sadece benden önce davrandın." Bakışlarını tekrar onun üzerine indirirken sıkıntıyla oflayıp nemli saçlarımın arasından geçirdim ellerimi.

 

Bu kadar uzun süre baygın kalması mantıklı değildi. Kesin ben kötü bir şey yapmıştım. Doktora gitmeliydik bence.

 

"Doktora mı gitsek?" diye mırıldandım.

 

"Elif saçmalama. Ne diyeceğiz evdekilere? 'Azad bizi odada bastı, biz de onu bayılttık'. Valla bana uyar." dediğiyle düşüncemin saçma olduğuna inanırken yüzümü buruşturdum.

 

"Ayrıca," diye sürdürdü sözlerini. "Bu dangalağın gecenin bir yarısı senin odanda ne işi var?" Deminden beri oturduğu sandalyeden kalktı. "Saat gece yarısını geçti farkındaysan. Burada olması ne kadar doğru?"

 

"Senin burada olman ne kadar doğru!" dedim sinirle. "Hayır burada olmaması gerek tek kişi sensin bence."

 

"Elif! Gece yarısı gece! Bu böyle pat küt dalıyor mu senin odana sürekli!"

 

"Salak salak konuşup canımı sıkma! Ayrıca defol git ya!"

 

"Adama bak ya," diye sinirle homurdanırken elleriyle saçlarını çekiştirip odanın diğer tarafına doğru adımladı. "Gecenin bir saati pat diye odaya dalıyor. Gel de delirme."

 

"Sana ne!" dedim ben de peşinden adımlarken. "Sana ne oluyor! Azad benim amcamın oğlu. Aynı evde yaşıyoruz."

 

"Yirmi iki yaşında eşek kadar herif! Ayrıca üzerinde bornoz vardı odaya girdiğinde!"

 

"Ona bakarsak sen de benim odama 'pat' diye dalıyorsun ve benim üzerimde yine bornoz vardı!" Bakışlarını bir anlığına demin tepine tepine değiştirdiğim pijamalarıma indirdi. Azad bayılır bayılmaz dediği ilk şey 'Git üstüne bir şey giy' demek olmuştu.

 

"Ben senin kocanım." dedi vurgulu bir tonda.

 

"Değilsin. Çık git odadan ya."

 

"Bir ayılsın. İki çift lafım var ondan sonra gideceğim." Sonra yerde yatan Azad'a doğru adımladı. Ayağının ucuyla hafifçe kolunu dürttü. "Hişşş! Alooo!" Yatağa da kaldırmamıştı onu. Kıskançlıktan bir hal olmak üzereydi.

 

"Yemin ederim delireceğim," diye mırıldanırken odada ondan en uzak noktaya adımlamaya çalıştım ama benim odam öyle pek büyük bir alan değildi. Bir yatak, bir giysi dolabı, geniş denebilecek bir çalışma masası ve önünde sandalye. Yani ondan istesem de en uzak noktada duramıyordum. En uzak bile ona yakın sayılıyordu.

 

"Bu dangalak devamlı senin odana gelip duruyor mu?" diye sordu yine. Dibine darı ekecekti zannımca.

 

"Sana ne," diye mırıldandım ona bakmadan.

 

"Hayır saat bakmayı falan bilmiyor mu? Kızım gecenin bir yarısı, müsait olamayacağın en normal an."

 

"Bilemedi tabi odamda bir mandanın olacağını."

 

"Ne fark eder?" derken kolumu tutup kendine çevirdi beni. "Kimse olsun olmasın gelemez!"

 

"Sana ne," dedim diklenip.

 

"Gelemez Elif. Normal mi bu? Gecenin bu saati genç bir kadının odasına dan diye girilir mi hiç?"

 

"Gecenin bu saati genç bir kadının odasına pencereden de girilmez ama!"

 

"Kocasıysa girer." dedi başını bana doğru eğip. Sinirli nefesi çarptı yüzüme.

 

"Biz evli değiliz Baran. Boşandık biz."

 

"Ne yani öylece boşandık mı sayılacağız? Çok saçma."

 

"Delirtirsin insanı! Yemin ediyorum delirtirsin!"

 

"Boşanma falan yok," derken kendine doğru çekti beni.

 

"Bal gibi de var. İster o kalın kafana sok ister sokma ama ben seni boşadım. Şu an aramızda zerre bir bağ yok."

 

"Peri kızı..." dedi diğer kolumu da kavrarken. Sesi yumuşak değildi bu sefer. Sanki uyarmak ister gibiydi. Gözlerinde de aynı ifade vardı. "Aramızda öyle bir bağ var ki onu koparmaya hiçbir kanunun gücü yetmez. Sikerim ayrıca öyle kanunu."

 

Kalbim... Mantığımdan önce dile gelirken kulaklarımda bile gürültüyle atıyordu. Ruhum, benden önce cevap veriyordu dediğine. Ama dilim...Öfkeyle saçıyordu kelimeleri yüzüne.

 

Haklıydı yalan yok. Bizim aramızda öyle basite indirgenecek, kopacak bir bağ yoktu. Farkındaydım. Ama bir o kadar da öfkeliydim kendisine. Sormam gereken günlerin hesabı vardı, benden ayrı kaldığı dakikaların, saniyelerin...

 

Sonra kendisi vardı tam dibimde. Özlemimin günden güne arttığı kendisi. Günlerce bakışlarıma değmeyen o derin bakışları, parmak uçlarımın hasretle kavrulduğu saçları, tenindeki her birini öpmek istediğim, şifa olmak istediğim yaraları... Yani telafi etmemiz gereken öyle çok şey vardı ki...

 

Gardım çok çabuk iniyordu ona karşı.

 

Yani hakimin kararı dediği gibi aramızdaki bağı koparmaya yetmezdi. Ne hakim ne de kanun yetebilirdi...

 

Hep kalmalıydık böyle. Hep hapsolmalıydık bu ana. Sadece o ve ben. Olmamalıydı ikimizden başkası. Olamazdı. Yasaktı, haramdı...

 

Bakışlarım usulca sinirli nefeslerini soluduğu dudaklarına indi. Alt dudağındaki yarada oyalandı bakışlarım. Dün gece ben öperken de çok yanmıştı canı ama zerre ses çıkarmamıştı. Kim bilir nasıl olmuştu bu yara? Sonra çenesindeki yeşillenmiş morluğa baktım öylece. Kim bilir neler yaşamıştı bu üç ay on yedi gün içinde...

 

Öfkem ona değildi, öfkem onun benden ayrı kalışında, ona dokunamayışımdaydı.

 

Bir elimi usulca alt dudağımdaki yaraya çıkarırken parmaklarım temas edince yüzü kasılır gibi olmuştu ama toparladı. Onun canından daha çok yandı benim de canım.

 

"Bu bağı koparmaya hiçbir güç yetmez," diye fısıldadı. "Hiçbir güç yetmez," diye vurguladı. Gözlerim doldu yavaştan. Sarıp sarmalamak, bağrıma basıp her yarasını öpmek istedim. Bizden giden üç ay on yedi günü nasıl telafi ederdim bilmiyorum ama etmek istedim.

 

'Seni affettim' diye haykırmak istedim.

 

Ama diyemedim. Çünkü yerden inlemeyle karışık bir homurtu yükseldi.

 

"Anam anam anam..." dedi yerden doğrulmaya çalışan Azad. "Kafam kopmuş herhalde. Boynum... Koptu galiba..."

 

"İyisin iyisin. Kalk." dedi Baran. Kollarımda olan ellerini itelerken hızlı adımlarla Azad'ın yanına vardım.

 

"İyi misin Azad? Ablacım bana bak."

 

"Abla...Of... Kafam... Kazan gibi. Ah... Rüyamda kim vardı biliyor musun? Hatta sesi bile kafamda yankılanıyor bak." Gözlerini daha açamadığından görmemişti Baran'ın odada olduğunu. "Baran denen o şerefsiz vardı. Buradaydı. Dövüyordum onu."

 

"Kesin dövüyormuşsundur. Aynen." Gözlerini devirdi Baran.

 

"Sesi yine yankılandı kafamda." Zorla onu oturturken elini ensesine attı zorla. Yüzü olabildiğince buruştu. "Ne oldu bana abla?"

 

"Sen Baran'ı döveyim derken karısı seni dövdü." Benim yerime en ters haliyle cevap verdi.

 

"Baran..." diye kısık sesle uyardım.

 

"Baran mı?" Bir gözünü zorla açmayı başardı Azad. Onu fark edince de hızla diğer gözünü açtı. "Lan!" dedi ona doğru. Sonra hızla bana döndü. "Abla bunun ne işi var odanda!"

 

"Asıl senin ne işin var?"

 

"Tamam!" dedim ikisinde de. Azad paldır küldür ayağa kalktı o sırada. "Susun biri duyacak."

 

"Abla bunun ne işi var burada! Abla!" Kolumu asıldı Azad.

 

"Bırak kolunu," derken de diğer kolumu Baran asıldı.

 

"Abla!" diye diretti ona oralı olmadan Azad.

 

"Bir bırakın ya!" derken ikisin de elinde olan kollarımı çekiştirip serbest bıraktım. "Biz konuşuyorduk sadece tamam mı? Konuşuyorduk! Konuşmak için gelmiş buraya."

 

"Daha ne konuşacaksın bununla! Abla bu yalancı herifin burada ne işi olur Allah aşkına!"

 

"Asıl senin gecenin bir yarısı onun odasında işin ne!"

 

"Bana bak seni mahvederim!" diye atılmak istedi Azad ama mani oldum.

 

"Gel ne yapacaksın acaba? Bir bırak Elif ya. Görelim küçük bey ne yapacak?" Ne kavganın ne didişmenin ne de meydan okumanın zamanı değildi. Yeri hele hiç değildi! Birileri sesimizi duyup da her an gelebilirdi ve biz asıl o zaman naneyi yemiş olurduk. Susmalı, sakin olmalı, mümkünse bir şey olmamış gibi davranmalıydık!

 

"Yeter!" derken sinirli bakışlarımı Baran'a çevirdim. "İkiniz de susun. Azad," dedim onun ceketinin yakasını kavrayıp. "Sakin olacaksın. Dediğim gibi hiçbir şey yok."

 

"Yok öyle mi?" Yakasındaki elimi savurup indirdi. "Bu adamı konağımıza almışsın abla. Daha ne olsun." Bu sefer tüm öfkesini bana çevirdi diyecektim ama öfke değildi onun bakışlarındaki daha çok aldatılmış gibi bir ifade vardı. "Sana cehennemi yaşatan bu adam odana kadar girmiş ve sen 'konuşuyorduk' diyorsun sadece. Ama hatırlıyorum. Bayılmadan önce ne gördüğümü çok net hatırlıyorum ben."

 

"Azad..." diye mırıldandım yalvarır gibi.

 

"Yazıklar olsun abla. Sen bizi geç kendini hiç mi düşünmüyorsun ha? Sen ne yaşadığını bu kadar çabuk mu unutabiliyorsun?"

 

"Azad lütfen..." dedim kafamı hafifçe sağa yatırıp.

 

"Yazıklar olsun. Cidden yazıklar olsun." Kırgın bakışlarını benden hızla çektikten sonra arkasına bile bakmadan odanın kapısını da pek yavaş olmayan bir şekilde çarpıp çıktı.

 

"Bırak defolsun gitsin," diye homurdandı elini belime koyan Baran.

 

"Söyleyecek..." diye mırıldandım korku dolu bir sesle.

 

"Neyi?"

 

"Seni, beni... Tüm gördüğü her şeyi söyleyecek..."

 

🔥

 

Sabahı diri tutmak...

 

Duydunuz değil mi daha önce bu tabiri? Hah işte ben sabahı diri tutmuştum öyle diyeyim. Yaşanan onca şeyin arasında uyumak gibi bir şey zaten zerre aklıma gelmemişti de sonrasında da yorgun düşen bedenimi uykuya hapsetmek gibi zerre bir çaba içine girmemiştim. Girememiştim.

 

Şimdi de tırnaklarımın kenarını kemire kemire mutfakta duruyordum. Güya kahvaltı hazırlığını bahane edip inmiştim aşağı ama amacım Azad'ı kontrol etmekti. Birine bir şey dedi mi, herhangi bir şey oldu mu onu kolluyordum.

 

Etraf her zamanki gibi sakin her zamanki gibi olağan akışı içindeydi ama nedense ben rahat değildim bir türlü. Halbuki sessizlik ve sakinliğin içinde rahatlamam lazımdı öyle değil mi? Ama yapamıyordum bir türlü. Diken üstündeydim. Yani Azad'ın söylememiş olmasına sevinemeyeceksin deseler inanmazdım da sevinemiyordum işte.

 

Rahat olmayışımın sebebi de eninde sonunda söyleyecek olmasıydı. Biliyordum ben. Onun derdi benimle değildi hatta benim için söylemezdi de ama o, direkt 'İzollara' öfkeliydi. Ve ben Azad bu konuda nasıl durdurulur asla bilmiyordum.

 

"Ayyy!" dedim derin düşüncelerle paldır küldür boğuşurken bıçak parmağımı kestiğinde. İki saattir elimdeki domatesleri doğrayacağım diye cebelleşiyordum ama uğraştığım domatesler değil Azad korkumdu.

 

"Elif kızım?" dedi Gülnur abla. "Amaan! Kesmişsin ya parmağını. Havaya tut havaya. Sık altından iyice."

 

"Tamam tamam. Bir şey yok."

 

"Yok yok derin kestin. Zeytinyağı basarız şimdi. Sonra da sararız iyice. Sen elleme buraları. Ben hallederim."

 

"İyiyim ben Gülnur abla." dedim parmağımdan süzülen kanı temizlemek için suyu açarken.

 

"Kız iyi daha çok kesmedin. Kendin buradasın da aklın nerede kim bilir?" Eline aldığı pamuğa zeytinyağı döküp benim kestiğim parmağıma basmak için çekti elimi kendine doğru.

 

"Nerede olduğu belli değil mi abla?" diye omzunun üzerinden imalı bir bakış atan Meryem mırıldandı bakışları gibi imalı olan ses tonuyla. Biliyordum ben. Sataşmaktı niyeti. Yengemin kopyasıydı o.

 

"Neredeymiş Meryem?"

 

"Aman sanki bilmiyoruz Elif?" kısa bir gülüş atarken elindeki işi bırakmadı. "Geçen gece olanlardan sonra akıl kalmamıştır tabi."

 

"Bana bak Meryem. Basma damarıma. İyi olmaz senin için."

 

"Aman ne dedik sanki, takılıyorum." İri gözlerini devirirken dudak büktü bana doğru.

 

"Takılma. Canımı da sıkma." Evde amcam, yengem ve Meryem'den oluşan bir can sıkma ekibi vardı. Amcam gereksiz kısıtlamaları ile, yengem yerli yersiz hatırlatmalarıyla ve de Meryem de saçma sapan takılmaları ile günün herhangi bir saatinde canınızı sıkabiliyordu.

 

"Aldırma sen bu densize. Sus kız sen de." diye uyardı Gülnur abla onu ama bir kulağından girip diğerinden çıkması saniyeler sürerdi.

 

"Ay siz de bana ağzımı açtırmayın zaten. Tamam sustum." Homurtularla önüne dönerken Gülnur abla da elini omzuma koyup sakin olmam için bir şeyler diyordu ama ben sakin olamıyordum. Olamazdım. Sakin olacak bir günde de değildim zaten.

 

"Zaten onlar düğün telaşındadırlar..." diye mırıldandı tekrar Meryem. Dakika durmuyordu çenesi. Bir dakika bile!

 

"Kız sus!" diye uyardı Gülnur abla tekrar ama Meryem'di bu. Durmazdı.

 

"Ne var abla ya. Yalan mı? İzollar düğün kurmuyor mu? Bilmiyorsun sanki. Evlenecekmiş." O değildi biliyordum ama içime yine de ister istemez bir endişe doluvermişti. Bir de sızı.

 

"Kız sus dedim ya!" diye üsteledi Gülnur abla.

 

"Kim evleniyor?" diye benim soracağım soruyu Şilan dile getirdi kapıdan girerken. Bir yandan da dalgalandırdığı saçlarını havalandırıyordu.

 

"İzolların oğlu," dedi bedenini tamamen bizden yana çevirirken Meryem. Şilan'ın bakışları benimle kesişirken içimde çarpan şeye engel olmaya çalışıyordum.

 

"Ahmet..." diye sürdürdü sözlerini. "Köyden bir kızla evlenecekmiş. Hafta sonu istemeye gideceklermiş."

 

O an fark ettim Meryem'in dilinden dökülen her bir kelimenin hançer olup Şilan'a saplandığını. Eli öylece saçlarından yanı başına düşerken yüzündeki o sabah neşesi de hızla silinivermişti.

 

"Yeter kız. Valla sabah sabah daralttın beni. Bize ne onlardan." diye çıkışmasa Gülnur abla daha da konuşacaktı Meryem ama homurtuyla masanın üzerinde hazırladığı tepsiyi alıp içeri yürüdü.

 

"Şilan..." diye mırıldandım.

 

"Teselli etme sakın beni." dedi kaskatı bir sesle. Kendini sıktığını görebiliyordum. Ona doğru atacağım adımlara da bu ifadesiyle mani olmuştu.

 

"Ama Şilan," dedim onu dinlemeden.

 

"Benim korkak biriyle işim olmazdı zaten. Hayırlısı olsun." Sertçe yutkunup hızla döndü geri. Yıkılmıştı, darmaduman olmuştu bir anda. Hatta başından aşağı inen kaynar sulara şahit de olmuştum ama o dik durmayı tercih ediyordu. Ben de hızlı adımlarla peşinden koştum içeri ama o tehlikeli diyebileceğim bir ifadesizlikle oturdu kahvaltı masasına. İçinde yanan yangını görüyordum ama dışarıya buz olmayı tercih etmişti. Bir tek titreyen elleri kaçmıyordu bakışlardan. Onu da masanın altına saklayarak kamufle etti. Amcam olduğundan da zerre ağzımı açıp bir şey diyemedim.

 

"Ee Elif hanım," dedi suratındaki keyifli gülümsemesiyle çayından bir yudum alan amcam. Herkesin sirke satan haline zıt bir neşe vardı üzerinde. Gerçi bizim keyifsizliğim onda her zaman neşeye sebep oluyordu ki. "Ne oldu dünkü görüşme?"

 

Al işte belliydi neşesinin kaynağı. Karahan Bey'le görüşemeyişim onun nezdinde bir başarısızlık olarak adlandırılıyordu. Yani bu durumda şimdilik Elif:0 Haşim:1 oluyordu.

 

"Bilmiyorsun sanki," diye ağzımın içinde gevelenmem daha da hoşuna gitti. "Bir şey olmadı," dedim sonra dik bakışlarımı ona kaldırıp.

 

"Kabul etmemiş diye duydum Karahan Bey seni. Ne oldu? Ne yaptın da kabul etmedi?" Ve bingo! Kişisel sorumlu ilan edilmiştim tarafından.

 

"Programında değişiklik olmuş. O yüzden ertelemeyi talep etti. Biz de yaptığın milyon dolarlık antlaşma hiç olmasın diye talebi kabul ettik. Özürlerini iletti, telafi edeceğini söyledi. Ayrıca bunları aynen sana senin asistanın iletecekti. Yoksa iletmedi mi? Düzgün çalışamayanlar mı var yoksa şirkette?" O benim üzerime geliyorsa ben de onun üzerine gidecektim. Kısasa kısas.

 

"İletti iletti," dedi keyifli halini sürdürürken. O kadar tembih etmiştim ki amcamın asistanını. Çünkü ben o dakika amcamla aramda böyle bir diyaloğun geçeceğinin bilincindeydim. Yani tedbirli olmak ve tedbir almak şarttı. "Bence sen kaldıramayacaksın bu şirket işlerini. Sana göre değil. İlk günden işlerinin rast gitmediğine bakacak olursak tutunamayacaksın yani."

 

"Sen tutunduysan ben hayli hayli tutunurum." Gülümsedim yalandan. Suratı hafif bozarırken belli etmemeye çalışması ise kaçmadı gözümden. "Ee bilirsin bu işler böyle. Düşe kalka. Ama bilirsin çok çabuk ve çok iyi öğrenirim."

 

"Bilmem mi?" Meydan okumasını hatırlatır gibi gülümsedi bıyıklarının altından. O sırada annem girmiş, yengemin yanı başındaki sandalyeyi çekip kimseye bir şey demeden oturmuştu masaya. Bana karşı ise buz gibiydi. Tavır almış, safını belli etmiş, benim karşımda duracağını ise bas bas bağırmıştı. Bu yüzden de dünden beri aramıza açtığı uçurumun zerre berisine geçmiyordu.

 

"Azad nerede kaldı ya?" diye mırıldandı yengem sağına soluna bakınırken. Hah şimdilik en önemli sorunumuz daha teşrif etmemişlerdi masaya. Şu an benim en büyük derdim, tasam kendisiydi. Hepsinden daha zor ve uğraşılası bir durumdu. Çünkü Azad'ın Baran nefreti ortadaydı. Boşboğaz birisi değildi ama konu Baran olunca bir de bizi o halde yakalayınca ne yapacağını hiç kestiremiyordum. Ah bir de o deli bıçkın halleri yok muydu...

 

Herkes yavaş yavaş kahvaltısına başlamışken ben Azad'ın gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Gözüm salonun kapısındaydı. Zaten o da yaklaşık beş dakika gibi bir süre sonra her zamanki o normal halinden epey uzak bir şekilde girdi içeri.

 

"Hah oğlum! Nerede kaldın! Çayın soğudu. Kalkamadın mı sen?" Benim çaprazıma yerleşirken ters bakışları benimkilerle kesişti.

 

"Cık..." diye sertçe bir tepki verdi sandalyesine tam oturduğunda. Bakışları hâlâ bendeydi. Olabildiğince ters bakıyordu.

 

"Uyumadın mı sen? Ne bu hal?" dedi yengem ona tedirgin bir şekilde bakıp. Dediği gibi pek normal görünmüyordu. Yani ben biliyordum da...

 

"Bir kabus gördüm gece. Uyuyamadım o yüzden." Sertçe yutkunurken sandalyemde eriyip gitmek istedim.

 

"Hayrolsun. Olur öyle. Dua okumuyor musun sen yatarken? Okusan görmezdin."

 

"Bu duanın yeteceği bir kâbus değildi. Çok rahatsız ediciydi."

 

"Ay Allah'ım..." diye huzursuzca söylendi yengem. "Bir kurşun döktüreyim ben size. Valla nazar bu nazar. Ne geliyorsa başımıza nazardan. Çağırayım ben bir gün Nazdar hanımı. Bir okusun üflesin, bir de kurşun döksün. Bir şeycik kalmaz. Hem kısmetleriniz açılır." Yengem ve bitmeyen ritüelleri... Bu konularda son derece evhamlı ve bilgili kadın.

 

"Kurşunu dökünce mi sıkınca mı açılacak o kısmet?" diye huysuzca söylendi yan tarafımdan Şilan. Sinirliydi çok. İçi içini yiyordu.

 

"Ay Allah'ım!" diye yüksekçe bir tepki verdi yengem.

 

"Saçma sapan işlerle uğraşma anne."

 

"Kötü bir şey mi diyorum ben Zehra?" derken anneme döndü kendine arka çıksın diye. Ama annem kesinlikle tasvip etmezdi böyle şeyleri. Yengemin aksine kurşunlarda, nazar boncuklarında aramazdı şifayı. "Evlatlarımız huzurlu olsun, evlensinler barklansınlar istiyorum. Ne yani hepiniz de şöyle hayırlı kısmetler bulsanız fena mı? Ha Şilan? Ha Azad? Ha Elif?" En son bakışları bana değdiğinde yüzüm buruştu.

 

"Ben ne alaka?" deyiverdim.

 

"Ne alakası mı var? Genceciksin. Evlenmeyecek misin?"

 

"Cidden saçma sapan konuşma yenge. Duymak istemiyorum bir daha." Elimdeki çatalı sinirle önümdeki bir dilim peynire sapladım.

 

"Ne var? Gençsin güzelsin. Boşandın diye bir daha evlenmeyeceksin diye bir kural mı var? Çıkar hayırlı bir kısmet. Değil mi Zehra?" Ve o an tüm kan beynime sıçrayıverdi. Tamam eve döndüğümden beri en ufak ima bana batarken ve bunu zaten bile isteye yaparlarken beni bıktırdıklarını biliyorlardı da bu da çok ileriydi. Bu kadar ileri gidilmezdi.

 

Oturduğum yerden kalkmak için ellerimi masaya hızla çarpmıştım ki sandalyeme geri mıhlanmam ve diyeceklerimin de geri kaçması pek uzun sürmedi.

 

"Haklısın Rojda. Münasipse neden olmasın?" İşte o an ne kadar kaynar su varsa boşalıverdi başımdan aşağı. Anlam veremediğim bakışlarım öylece anneme kilitlenirken dizlerimin bağı da çözülüvermişti.

 

"Ne-ne? Ne diyorsun sen anne?" diye mırıldandım güç bela.

 

"Yengen haklı. Ömrünün sonuna kadar bekar kalmayacaksın ya. Münasip biri çıktıktan sonra neden olmasın?" Şaka yapıyor olsun istedim, ben her kelimeyi yalan yanlış anlıyorum istedim ama bana bakan keskin yeşil bakışlardan pek de öyle olmadığını anladım.

 

"Öyle mi?" diye sertçe çıkışırken kalktım hızla ayağa. "Cidden öyle mi?" Ama 'öyle' der gibi kesin bir ifadeyle bakıyordu annem suratıma. "Delirmişsiniz siz! Aklınızı kaçırmışsınız!" Arkamdaki sandalyeyi hışımla itip masadan uzaklaştım.

 

"Nereye Elif hanım?" diye sordu amcam. "Şirkete gelmeyeceksen bilelim." Herkes bir alemdi o sabah. Ben hangi biriyle uğraşacaktım acaba! Hangi birine kul köle olacaktım! Ama hepsini bastıran bir duygu vardı içimde: Kırgınlık...

 

Anneme olan kırgınlığım.

 

"Geleceğim merak etme..." diye mırıldanırken hızlı adımlarla çıktım salondan.

 

Ben aylardır yengemden, amcamdan, el alemden boşanmayla ilgili yapılan imaların bin bir çeşidine maruz kalmıştım ve bunlara bir nebze de olsa kulak tıkamayı öğrenmiştim. Ama darbe en beklemediğin yerden gelince sersem oluyordun işte. Ben de annemden zerre böyle bir destek beklemiyordum. O yüzden sinirden çok sersemlik vardı üzerimde.

 

Bu sersemliği de atabilmek için kendimi hızlıca banyoya atıp art ardına soğuk su çarptım yüzüme. Kafamı kaldırdığımda yorgun aksimle kesişti bakışlarım. Ama yılmak, kendini koyuvermek yoktu! Yapmayacaktım. Direnip dik duracaktım ben.

 

Üzerimdeki açık kahve gömleği düzeltip dağılan kaküllerime elimle şekil verdim. Saçlarımı geri iteleyip derin bir nefes aldıktan sonra çıktım banyodan. Odaya uğradım ve masamın üzerinde dün öylece attığım çantamı aldım. Tam hızlı bir şekilde çıkacaktım ki bakışlarım yatağıma doğru kaydı. Asıl baktığım nokta ise yastığımın altıydı. İki uzun adımda yatağın yanına varıp yastığın altında duran babamın silahını aldım elime. İşlemeli kabzasını hafifçe okşadıktan sonra çantama koyup çıktım odadan.

 

"Azad nerede?" dedim çıkışa doğru gitmeden salonda Azad'ı göremeyince.

 

"Çıktı o..." diye yarım ağız cevap verdi yengem. Amcam da yoktu Azad da. Bu iyi değildi. O yüzden hızlı olup onları yalnız bırakmamam lazımdı.

 

"Azad gitti mi?" diye etrafıma bakındım bahçeye çıktığımda. Arabası yoktu. Oysa her zaman kapıya en yakın noktaya park etmiş olurdu kırmızı arabasını.

 

"Yok çıktı o Elif abla," dedi kapıda bekleyen Emin.

 

"Amcamla mı çıktı?" dedim aklıma gelen korkunç senaryo gerçekleşmemiş olsun diye dua ederken.

 

"Yok. Haşim ağamdan sonra çıktı." Beraber olmamaları iyiydi ama bu anlatamayacağı anlamına gelmiyordu işte. Emin'e kısaca teşekkür ettikten sonra Şilan ve benim sürekli kullandığımız küçük arabaya koştum. Genelde işe Şilan bununla gidiyordu ama bugünlük almak zorundaydım. Ayrıca onunla ayrı da konuşmam lazımdı.

 

"Bu ne biçim gün..." diye kendi kendime söylenip kemerimi takmaya çalışırken bakışlarım yan koltuktaki yasemin çiçeklerini buldu. "Ama ebesi yani..." Daha kaç şey gelecekti acaba bugün benim başıma! Daha kaç kere şaşırıp kaynar sular ve buzlar arasında sıkışıp kalacaktım ben!

 

Bir de bu vardı işte! Kim tarafından, nasıl konduğunu bilmediğim yasemin çiçekleri...

 

Derin bir nefes aldım ve çalıştırdım arabayı. "Sakin olacaksın..." dedim bir yandan da kendime. Olmak zorundaydım. Olabildiğince sakin olmak zorundaydım.

 

Ama sakince dokunamadım gaz pedalına. Var gücümle gaza dokunurken her şeyi bir kenara ittim ve bir tek şeye odaklandım: Azad'a!

 

Geceden beri yüzüme gülmeyen şans bir tek yolların tenhalığıyla gülümser gibi olmuştu o kadar. Bu denli hızlı gelmem ve yolların boş olması da tek bir şeye yaramıştı: Azad'ı kapalı otoparkta yakalamama.

 

"Azad!" dedim arabadan apar topar fırlarken. Arabasını park etmiş şirket girişine doğru ilerliyordu. "Azad bekle!" Ben bağırınca durdu ama dönmedi bedenini bana doğru. "Azad..." dedim adımlarımı ondan yaklaşık beş altı adım geride durdurup.

 

"Ne!" dedi hiç beklemediğim fevriliğiyle bana dönerken. Oldu olası coşkulu, sevimli ve bir o kadar da uysal yapıya sahipti ama o sabah maalesef hiç öyle değildi. Şu zamana kadar fark etmediğim bir yüzü vardı sanki ve bu yaşadıklarımızdan sonra çıkıvermişti ortaya.

 

"Ben..." dedim onun yüzüne bakarken. Zar zor da yutkundum. Oysa yolda gelirken ne diyeceğimi bir bir hesaplamıştım. Ama şimdi? Bütün kelimelerim sanki bir tümseğe takılmış da düşmüş gibi saçılıvermişti öylece. "Azad bak-"

 

"Dur ben tahmin edeyim. Birine söyleme sakın diyeceksin değil mi?"

 

"Azad..." dedim yalvarır gibi. "Ablacım..."

 

"Ödün kopuyor birine söylememden."

 

"Bak yanlış anladın. Bir dinle. Anlatmama izin ver." dedim ona doğru bir adım daha atarken.

 

"Yanlış mı anladım?" dedi sesinin tonu bir kademe daha yükselirken. "Sen benim gördüklerime yanlış anladın mı diyebiliyorsun! Ben dün gece ne gördüğümü çok iyi biliyorum!"

 

"Hayır bak," diye itiraz edecek oldum ama itiraz edecek bir şeyim de yoktu. Görmüştü apaçık bir şekilde. Ne kadar inkar edersem edeyim bir faydası yoktu ki...

 

"Ben göreceğimi gördüm. Ben dün hiç görmek istemeyeceğim bir şey gördüm!" Nefret dolu bakışlarını benden çekerken bir eliyle hızlıca saçını karıştırdı.

 

"Azad lütfen. Bak her şeyi anlatacağım. Yemin ederim anlatacağım. Bir sakin ol lütfen." Bir adım daha atacak oldum ona doğru ama vazgeçtim. O ise sesli bir şekilde bıraktı içindeki nefesi.

 

"Abla benim aklım almıyor! Bu herif sana aylarca yalan söyledi! Biz kaç yıl amcamı o kazada vefat etti bildik! Göz göre göre bizi kaç yıl kandırdılar! Yalan mı!"

 

"Azad..." kafamı yere eğerken ağlamaklı bir şekilde mırıldandım.

 

"Ya altı yıl ya altı! Aklın alabiliyor mu senin! Gözümüzün içine baka baka bizi kandırdıkları altı yıl! Seninle evliyken bile bile sana söylediği yalanlar! Yaptıkları!"

 

"Hayır... Lütfen..." Bakışlarındaki o sinirli ifade bambaşka bir şeye bürünürken öylece baktı yüzüme. Daha çok inanamıyor gibi.

 

"Affetmişsin... Sen o herifi affetmişsin..."

 

"Suçu yok... Zerre suçu yok."

 

"Ne?" dedi inanamadığını vurgular bir biçimde. "Nasıl ya?"

 

"Hiçbir şeyde suçu yok. Halası, eniştesi, Maran... Onlar yapmış. O değil. Zerre suçu yok." Gözümden bir damla yaş süzülüverdi yanağımdan aşağı.

 

"Suçu yok?" dedi dediklerimi teyit etmek ister gibi. Hızlıca kafamı salladım. "DEFALARCA KRİZ GEÇİRİP ACI İÇİNDE KIVRANDIĞINDA DA MI SUÇU YOK! GÜNLERCE UYUMADIĞINDA, TEK LOKMA DAHİ YEMEDİĞİNDE DE Mİ SUÇU YOK! O HASTANE ODALARINDA CANIN YANDIĞINDA DA MI SUÇU YOK! BEN KAÇ KERE TAŞIDIM SENİ HASTANEYE! BEN KAÇ KERE ŞAHİT OLDUM O ACI ÇEKEN HALLERİNE! KAÇ GECE SENİN AĞLAMALARINI DİNLEDİK BİZ! KAÇ GECE KABUSLARINDAN ÇIĞLIKLARLA UYANMANI İZLEDİK!"

 

"YETER!" dedim var gücümle. Sesim kapalı otoparkta yankılanıp gitti. "Yeter tamam mı yeter!"

 

"Yetmez abla..." düşürüverdi birden ses tonunu. "Senin çektiğin bu acılara karşılık bu, yetmez! Sen benim ablamsın! Kendi öz ablamdan daha çok ablamsın hem de! Senin bu kadar acı çekmene izin vermem! Ben zamanında babam o alçak kararı aldığında seni koruyamadım diye pişmanlıktan ölüyorum tamam mı! Bu kadar acı yeter abla! Göz göre göre daha fazla acı çekmeni istemiyorum! O adamın sana daha fazla acı çektirmesine asla razı değilim! O yüzden onu senden uzak tutmak pahasına ne varsa yapacağım! Babama gidip söyleyeceğim!"

 

Döndü hızla arkasını. Kararlıydı. Hem de hiç olmadığı, onu hiç böyle görmediğim kadar. Tüm bedenimi, aklımı, ruhumu müthiş bir telaş sardı. Vazgeçmeyeceğini biliyordum çünkü inadını tanıyordum. O an hiç düşünmeden elimi çantama attım.

 

"AZAD!" dedim yüksek bir sesle.

 

"Durmayacağım abla!" dönmedi arkasını bana. "Gidip anlatacağım!"

 

"Anlatmayacaksın!" dedim en kararlı halimle. Yolun sonu deyin, dananın kuyruğu koptu deyin, ne derseniz deyin. Buna asla ama asla izin vermeyecektim.

 

"Anlatacağım duydun mu!" Bana geri dönerken bakışları irice açıldı. Önce bakışlarımı buldu şaşkın bakışları sonra da parmaklarım arasında tuttuğum silahı. "Beni mi vuracaksın?" dedi şaşkınca.

 

"Beni buna mecbur bırakma..." dedim yalvarırcasına. "Sakın!"

 

"Gerçekten beni vuracak mısın abla? Yapacak mısın bunu?"

 

"Azad... Mecbur bırakma!" diye uyardım. Ben kararlıydım. Dönmeyecektim bu yoldan. Eğer beni tırnağının ucu kadar tanıyorsa yapacağımı bilirdi.

 

"Ciddisin?"

 

"Seviyorum... Ve masum olduğunu biliyorum."

 

"İyi..." dedi yüzünde kırgın bir tebessüm oluşurken. "Vur."

 

"Azad..."

 

"O silahı doğrulttun ya bana ister sık ister sıkma. Ama ne var biliyor musun abla? Ben sendeki yerimi gördüm."

 

"Azad. Lütfen..."

 

"Sen bilirsin. Eğer o adam yüzünden bir kere daha acı çekersen o elindeki silahla bu sefer ben vururum onu." Döndü arkasına hızla. Eliyle yüzünü sildiğini görürken soğuk metal kaydı gitti parmaklarımın arasından. Arkasından ben de hızla çöktüm yere. Zerre pişmanlık yoktu içimde. Zerre 'neden yaptım' hissi de.

 

Ben pişman olmayacaktım.

 

Ben artık zerre pişmanlık duyacak bir şey de yapmayacaktım. Ve asla beni pişman ettirecek bir şeye de müsaade etmeyecektim.

 

 

 

🔥

 

 

 

B Ö L Ü M S O N U

 

Guzularım nasıl buldunuz bölümü?

 

Sizce yeni bölümde ne olacak?

 

Elif ne yapacak?

 

Baran ne yapacak?

 

Şilan-Ahmet cephesi nasıl gelişecek?

 

Peki ya Cihan?

 

Ya Leyla guzum? Sizce onu neler bekliyor?

 

Azad??

 

Zehra hanım?

 

Diğer karakterler nerede, Dilan, Seyhan, Berfin nerede dediğinizi duyar gibiyim. Merak etmeyin. Herkes burada

Loading...
0%