@seydnrgrsu
|
Şubat-2014 Sayılar, semboller, işaretler, eşitlikler ve fazlalıklar... Zihnim fazlasıyla yarınki matematik sınavım için meşguldü. Günler öncesinden çalışmaya başlamıştım ve son tekrarlarımı yapıyordum. Zaten çoğunlukla yaptığım şeydi bu. Uyu, uyan, okula git, kimseyle konuşma, ders çalış. Hayatım bu döngüden ibaretti. Az uyku, az konuşma ama bol ders çalışma. Kafamdaki sesleri bu sayede bastırabiliyordum. Bu sayede başka şeyler düşünmeyip kendimi boşlukta bulmuyordum. Zorlanıyordum. Her şeyi yapmaya cesareti olan, gücü olan ben kafamın içindeki sesler yüzünden çok zorlanıyordum. Abisinin yokluğunda, onun boşluğunu bu şekilde doldurmaya çalışan bir kızdım sadece. Önümdeki kitaptan huncarca soruları çözerken arada bir bakışlarım hemen önümdeki pencereye çevriliyordu. Beyaz tüllerin arkasından karşı evde yanacak ışıkları bekliyordum. "Boşuna bekliyorsun..." diye mırıldanıp tekrar döndüm önüme. Okulda hiç arkadaşım yoktu. Konuştuğum insan sayısı nadirdi. Benimle muhatap olmazlar, yanımdan geçip giderlerdi. Sınıfın hatta okulun en sessiziydim. Ama ara ara onunla konuşuyordum. Abim gittiğinden beri Şilan dışında konuştuğum tek insan olmuştu. Sürekli anlatacak bir şeyler buluyordu. Okuldaki en haylaz arkadaş grubuna sahipti. Yapmadıkları haşerelik kalmamıştı. Ama üniversiteye geçince bu haşereliğe bir son vermek zorunda kalmıştı. Dersleri çok zordu. Çok çalışması gerekiyordu. Yurt dışında yaşamak istiyordu. Hayallerinin ucu bucağı yoktu. Sıcak ülkeler tam ona göreydi. Emekliliğinde bir Ege kasabasına yerleşmek istiyordu. Sahilde bir ev. Gezmeyi çok seviyordu. Mezun olur olmaz kendi işini kuracak ve durmadan gezecekti. Kapalı yerleri, kasvetli havaları sevmiyordu. Hayatı rengarenk olmalıydı. Takım elbise insanı değildi. Saçlarını uzun seviyordu. Önümdeki soruyla uğraşırken kafama dolan düşünceleri uzaklaştırmak için gözlerimi kapattım ama tam o sırada camıma bir şey 'tık' diye çarptı. Bakışlarımı kaldırırken tekrar duyuldu aynı ses. 'Tık'... Sonra hafif bir tıkırtı. Cama hafifçe vurma sesi... Tedirgin bir şekilde yerimden kalkıp perdeyi araladığımda karşımda duruyordu. Başında açık mavi bir bere ve otuz iki diş sırıtan bir şekilde. "Kemal?" diye fısıldadım pencerenin kanadını açıp. Onu görür görmez de midemin hemen üstünde bir şeyler kanat çırpmaya başlamıştı. "Naber?" Bir elini pervaza yaslamıştı. "Delirdin mi gece gece? Ne işin var burada?" "Canım çok sıkıldı. Evdekilerin muhabbetine de doyum olmuyordu. Dedim laflarız." Pencerenin kenarından destek alıp girmeye yeltendi ama benim korkuyla onu itelemem yüzünden geri adımladı. "Saçmalama gece gece! Bir gören olacak!" Fısıltıyla bağırıyordum kendisine. "Baban çalışma odasında, amcan evde değil, Diyar abin Ezo ile buluşmaya gitti, Azad ve Emir televizyon izliyor, yengen ve annen mutfakta. Şilan'ı görmedim." Hafifçe omuz silkerken şaşkınlıkla aralanmıştı dudaklarım. "Senin başka işin yok mu? Bizim evi gözetliyorsun anca." "Dikkatliyim biraz. Hadi terasa çık. Laflarız." İşaret parmağıyla yukarıyı işaret edip geri geri gitmişti. Deliydi. Yoksa bu cesareti başka bir yerde bulamazdı. Beni hep bu deliliğinle dumura uğratıyordu. Peki benim ondan kalır yanım var mıydı? Yoktu. O hadi deliydi ama ben evde onca insan varken bu cesareti gösterip nasıl uyabiliyordum onun aklına? Babam yine çalışma odasına kapanmış, annem ise odaya geçmişti. Emir kendi odasında diğerleri ise kim bilir neredeydi. Fırsattan istifade parmak uçlarımda mutfağa gidip termosa çay doldurmuş cebime de yengemin yaptığı cevizli kurabiyelerden atmıştım. "Biri görür diye hiç korkmuyorsun değil mi?" dedim etrafıma baka baka terasa çıkıp. Hava soğuktu. Hatta buz gibiydi. "Bak sen de korkmuyorsun. Korksan gelmezdin." "Delisin..." diye mırıldanırken yanına oturup termostaki çayı bardaklara pay ediyordum. "Böyle zırt pırt çıkıp gelirken bir gün başına bir bela alacaksın. Hadi onu geçtim benim de başımı yakacaksın." "Merak etme dikkat ediyorum ben." Buharlar çıkan çaydan bir yudum alırken iç geçirmişti. "Yemin ederim üşümüşüm." "Normal değil mi?" Ben öyle deyince hafifçe gülmüştü. "Ama bence sende üşüyorsun." Başındaki mavi bereyi çıkarıp hızlıca başıma geçirmişti. Hatta kafamın üstüne iki fiske de vurmuştu. "İyi yerleşsin kafana." Elim şaşkınca başıma geçirilen bereye gitmişti. Yumuşak dokulu yün mavi bere. Buram buram şampuanının koktuğu beresi. Vanilya kokardı. Ağır ama insanın hafızasına kazınan. Yarınki sınava hazırlanıp hazırlanmadığımı sormuştu, okuldakileri notlarımla nasıl tokatladığıma gülmüştü bir tur. Yetmemişti herkesin arkamdan kesin 'inek' dediğini de eklemişti. Hayatında hiçbir zaman inek olmadığını ama çok iyi bir mimar olacağını söylemişti. Adı herkesçe duyulacak, çok büyük işler yapacaktı. Kafasına koymuştu. O böyle anlatırken aşağıdan duyulan seslerle yerimden fırlamıştım. "Dedim sana yakalanacağız diye..." Ağlamaklı çıkmıştı sesim. Diyar abim vardı aşağıda. Nasıl gidecekti, nasıl kaybolacaktı ortadan? Diyar abim peki beni görünce ne yapardı? Yanmıştım... "Ya sen böyle hep zamansız gelmek zorunda mısın?" diye isyan etmiştim geri geri giderken. O çoktan korkuluklardan yan taraftaki konağın terasına atlamak üzereydi. "Evet." dedi sanki büyük bir marifetmiş gibi. "Ben her zaman sana en olmadık zamanlarda geleceğim Elif!" Göz kırpıp yan taraftaki evin terasına atlayıp kaybolmuştu gözden. En olmadık zamanlar... En olmadık zamanda gittiği gibi en olmadık zamanımda gelmişti. Dediğini de yapmıştı... Dediğini hep yapıyordu. 🔥 "Geçmiş olsun Baran bey." dedi o anda zihnime balyoz darbesi gibi inen ses. Adımlarım olduğum yerde kalıvermişti. "Sağolun Kemal bey. Hoş geldiniz." Onun bedeni önümden çekilince bakışlarımız kesişmişti. Buradaydı. Burada, bu ailenin sofrasında. Yüzündeki gülümseme, bakışları benimle kesişince yavaşça silinirken bir şey diyememişti. Öylece baktı. Hiçbir şey demedi. Yüzündeki belli belirsiz şaşkınlığı bir hamlede silip ilk o çekti bakışlarını. Kendine gösterilen yere oturdu. Hatta o dakikadan sonra zerre değmedi bakışları bana. Yüzünde gram farklı ifade oluşmadı. Normaldi. Olabildiğince normal... O gün sofrada tek eksik Rojbin hanım ve Berfin'di. Ne hikmetse sabahtan beri gelmemişlerdi. Bu yemek de şirketin yeni bir mimarlık şirketiyle yapacağı ortaklığın öncesinde yenen bir yemekti. O yüzden Maran ve Mervan enişte onlar yerine buradaydı. "Methini çok duyduk." dedi Hüseyin ağa. Sofranın en başında oturuyordu. "Pek yaman bir delikanlıymışsın." "Estağfurullah. İşimizi layığıyla yapmaya çalışıyoruz." Son derece mahcup çıkıyordu sesi. Zihnimde büyük rahatsızlıklar yaratıyordu. "Mütevazılığa gerek yok şimdi. İşinde pek bir ehilmişsin. Bizi de duymuşsundur elbet." "Duymamak mümkün mü? Son yıllardaki başarılarınızı konuşuyor tüm sektör." İçten bir şekilde gülmüştü Hüseyin ağa. Gururla ışıldayan bakışları hemen yan tarafıma çevrilmişti. "Baran beyin başarılarını bilmemek mümkün mü? Yaptığı projeleri hayranlıkla takip ediyorum." Bakışlarının bizden tarafa çevrildiğini hissediyordum. Kafamı önden kaldıramazken elimdeki ekmeği bölüyordum ha bire. "Ama küçük de bir sitemim var kendisine. O son ihaleden vazgeçmenizi anlayamadık sektördekiler olarak." "Vallahi ona biz de sitem ettik". dedi Mehmet ağa. "Çok büyük bir projeydi. Ama Baran tek kalemde sildi. Nedenini de hâlâ bilmeyiz." 'İhaleden vazgeçecek misin yoksa burada hiç görmek istemediğin şeyler görmek ister misin?' O kara gündeki sözler yankılandı tekrar zihnimde. Benim hayatım yüzünden vazgeçilen proje... Derin bir nefes almaya çalıştım. Göğsüm sıkışıyordu. 'Tamam tamam vazgeçiyorum! Kızı bırak!' "Silinmesi gereken bir projeydi. Böylesi herkes için daha iyi oldu." dedi yan tarafımdaki serinkanlı ses. Oysa ben hatırlayınca tüm tüylerim diken diken olmuştu. "Hep iş mi konuşacağız siz de?" diye araya girdi Gülsüm hanım. "Zaten bundan sonra beraber çalışmayacak mısınız? Bırakın da yemeklerde bile sık boğaz etmeyelim misafirimizi. Ee ailen nasıldır Kemal bey oğlum? Neredelerdir? Ne yaparlar?" "Sağlığınıza duacılar. Kız kardeşim var bir tane. Lorin. Bu sene hukuktan mezun oldu. Kısmetse burada bir avukatlık bürosu açmayı düşünüyor. Babam deseniz işlerden elini eteğini çekti." Lorin... Neşeli, şen şakrak komşu kızı... Babamın 'nerede şu deli kız' dediği, Şilan'ın kahkahalarına sinir olduğu ve Emir onun uzun siyah saçlarını her gördüğünde çektiği komşu kızı... "Ya ne güzel. Demek hukuk okuyor?" Dilan heyecanla yükselmişti. Gözleri parlamıştı 'hukuk' kelimesini duyunca. Bakışlar üzerine çevrilince mahcup bir şekilde sindi geri. "Evet. Yeni mezun daha. Burada birkaç yerle görüştük. Stajını tamamlar tamamlamaz kendi bürosunda başlayacak işe. Bir sıkıntınız olursa bekleriz." "Allah düşürmesin avukatlara..." diye mırıldanırken eliyle kulağını çekip masaya vurmuştu Ümmü hala. O hali herkesi güldürürken bir kişi gülmüyordu. Ben... Gülemiyordum... "Ee eşin, çoluk çocuk?" Gülsüm hanım meraklıydı o akşam. Fazlasıyla. "Evli değilim." Bakışlarımı önümden kaldırıp ona çevirirken saniyeliğine denk gelmiştik göz göze. "Beni evliliğe ikna edecek biri çıkmadı henüz karşıma." "Kısmet bu işler oğlum." diye girdi araya Ümmü hala. "Allah hayırlı yazılar yazsın." "Bugün sofrada ne eksik sence yenge?" dedi yan tarafımda Dilan. Masa kalabalık olunca yanıma oturmuştu. Fısıltıyla eğildi kulağıma. Konuşabilecek halde değildim ama hafifçe başımı salladım 'ne' diye. "Börek..." Gülmemek içinse elini ağzına atmıştı. Dediği gibi sofrada ne Berfin ne de böreği vardı. Kararmaya başlayan gözlerimi kapatıp derin bir nefes almaya çalıştım. Beceremedim. Ciğerlerime oksijen gitmiyordu. Ellerim karıncalanmaya başlamıştı. Sandalyemi geri ittim ve ayağa kalktım. Daha fazla bu masada bu şekilde oturamayacaktım. Masadakiler derin bir sohbet içindeydi. Kimseye bir şey demeden hızlıca uzaklaşmalıydım buradan. Adım atmaya çalıştım geri. Ama yapamadım. Etrafımdaki sesler donmuştu, bir uğultuyu andırıyordu. Altı yıl... Altı yıl... Altı yıl... Kafamın içindeki ses ardı arkasınca tekrarladı aynı şeyi. Altı yıl... Geçen restoranda gördüğümde bir daha karşılaşmayız sanıyordum. Bir daha görmem olur biter demiştim. Şilan'ın dediğine göre adamın memleketiydi ve gelmesi normaldi. Ama şimdi... Tam karnımın altında bir şeyler kanat çırpardı eskiden onu görünce. Dizlerim bir heyecanla titrerdi. Ama şimdi ince bir sızı belirmişti. Hatta beni son derece rahatsız etmişti. Böyle midemi bulandırır gibi. Elimi karnıma atarken derin bir nefes almaya çalıştım. İnce bir soluk kaçtı dudaklarımdan. Göğsüme aniden bir ağırlık çökmüştü. Nefes almak için dudaklarımı tekrar araladım ama asla beceremedim. Onun yerine boğazımdan küçük bir 'hık' sesi çıktı. Krizim tutuyordu. Salon, masa, insanlar ve ışıklar birbirine karışmaya başlamıştı. "Elif?" dedi o kargaşık seslerin arasından biri. "İyi misin? Elif?" "Yenge ne oldu?" dedi kolumu tutmaya çalışan Dilan. "Elif... Bir şey oluyor kıza..." "Astım krizi..." dedi Kemal. "Astım krizi geçiriyor..." O kargaşanın arasında sesi gitti kulağıma. Unutmamıştı. Astım hastası olduğumu unutmamıştı. "Yenge?" "Elif?" "Elif yenge..." Sesler etrafımda hızlıca dönerken daha fazla tutamadım kendimi. Dizlerim daha fazla taşıyamadı beni. Gözlerim de kararmaya başlamıştı. "Nefes..." diyebildim kendimi bırakmadan önce. Bu kadar insanın ortasında yere pat diye düşmeyi beklerken ani bir refleksle o yakaladı beni. Birden panik dolu sesler sarmıştı etrafımı. Korku dolu nidalar dökülüyordu. "Yatak odasında sol taraftaki komodinin ilk çekmecesinde ilacı var Dilan! Çabuk!" dedi beni tek koluyla zapt etmeye çalışırken. Sonrasını hatırlayamıyorum. "Tamam abi!" en son duyduğum Dilan'ın uzaklaşan bağırması olmuştu sadece. 🔥 Yaşadığım şokun üzerinden tam üç gün geçmişti. Yaşadığım şok ise bana astım krizi geçirtmişti. Peki bu denli kriz geçirecek kadar ne vardı? Telefonumun saatine bakıp masaya bıraktığım çantama uzanıyordum ki önüme konan bir bardak suyla duraksadım. Bakışlarım bardağı masaya bırakan Berfin'e çevrildi. "Bu ne Berfin?" dedim bir bardağa bir de ona bakıp. Sanırım böreklerden fırsat bulup gelebilmişti nihayet. Dudaklarında rahatsız edici bir gülümseme vardı. Belki de gülümsemesi normaldi. Hiç rahatsız edici bir tarafı yoktu ama sinir olasım gelmişti ne hikmetse. "Su." Bardağı biraz daha önüme itti. "Soğuk su." "Ne için?" dedim bakışlarımı bardaktan çekmeden. Soğuk olduğu dışındaki buharından belliydi. "Hiiiç." dedi hafifçe omuz silkip. "İçin yanmıştır belki." Benimde dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Bardağı ona doğru ittim masanın üzerinde. Berfin'i artık tanıyordum ve öyle durup dururken içinden geldiği için zerre bir şey verecek biri değildi. Tam bir 'win win' insanıydı o. "Mideme dokunuyor benim. Sen iç." Çantamı kapıp adımlarımı kapıya yöneltmiştim ki Seyhan'ın telaşla gelmesi yüzünden duraksadım. "Aa Seyhan! Ne haber?" dedi Berfin ona doğru el sallayıp. "Aaa sen de mi buradaydın?" dedi Seyhan sahte olduğu belli olan bir gülümsemeyle. "Aşk olsun Seyhan. Üç gündür gelmiyorum diye unuttun herhalde." "Hiç de fark etmemiştik yokluğunu ama. Neyse. Gel yenge sana bir şey diyeceğim." Berfin'e oralı olmadan beni kolumdan çekti dışarı. "Bu da bir alem..." diye mırıldandı kendi kendine. "Hasretinden prangalar falan eskiteceğiz sandı sanırım. Börek tepsileri 'oh be' dedi o yokken." Hafifçe kıkırdadım. Duyacak diye de işaret parmağımı dudağıma bastırıp 'sus' işareti yaptım. "Aman duyarsa duysun yenge." "Dilan sen misin yoksa? Beni mi kandırıyorsunuz aşırı benziyorsunuz diye ha?" "Ama yenge ya... Bunun yüzsüzlüğünü dile getirmek için Dilan olmaya gerek yok valla. Abim kovdu diye gelemiyordu üç gündür." "Kovdu diye mi?" dedim şaşkınca. "Cihan niye kovdu ki onu?" "Cihan abim değil ki. Baran abim. Geçen gece apar topar çıkardı konaktan. Kavga ettiler herhalde. Abim demedi mi sana?" "Yooo.." dedim hafifçe dudaklarımı büküp. Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. "Kızdırmıştır yine abimi. Bulmuştur bir şey. Her zamanki hali. Neyse yenge. Ben senden ne isteyeceğim..." Eciş bücüş olmuştu bir anda karşımda. Sesini de iyice azaltmıştı. 'Ne' dercesine kafamı salladım. Tedirgin bir şekilde etrafına bakındı ve bana doğru iyice yanaştı. "Sen dershaneden çıkarken bir beş dakika beklesen olur mu?" "Neden?" dedim imayla. Karın ağrısını anlamamak için kör olmak gerekirdi. "Yenge ya... Anladın işte. Sadece beş dakika. Geçen gün görüştüğümüz gibi." Bir önce de ben dersten çıkınca Gürsel'le ayak üstü görüşmüşlerdi. O okuldan çıkıp paldır küldür benim dershaneye geliyor, beş dakika görüşüp o yoluna biz yolumuza dönüyorduk. Bahçedeki yakalanma vakasından sonra ürkek aşıklar böyle bir çözüm bulmuşlardı. Bense bunu saklayarak onlara yardım ediyordum. Yardım ve yataklıktan içeri alınırsam kimse şaşırmasın... "Beş dakika ama. Biri görürse..." Parmağımı ona doğru salladım hafifçe. "Vallahi billahi söz yenge. Asla seni zor durumda bırakmayacağım. Vallahi billahi." İri iri olan gözleriyle köpek yavrusu misali bakıyordu bana. Bu tipe de zaten pek hayır denemezdi ki. "Tamam..." diye mırıldandım. Ama hâlâ parmağımı sallıyordum. Kollarını kocaman açıp sarıldı. "Teşekkür ederim teşekkür ederim..." ben konaktan çıkıncaya kadar da teşekkürlerine devam etmişti. Gürsel'in bile beş dakika peşimden ayrılmayışına laf etmiyordum artık. Çünkü dershaneye giderken içim içime sığmıyordu asla. Fazladan bir neşe oluyordu içimde. Verdiğin sözleri nihayet tutuyorsun dedi ben arabaya binerken içimdeki ses. Öyleydi valla. Çok hojjduuu. Bir de kafamda Seyhan'ın dedikleri yankılanıyordu 'Abim kovdu evden onu.' Yol boyunca Gürsel'in 'bir isteğin olursa alo demen yeter kapıdayım' demeleriyle geçmişti. Hatta bunaltmıştı da bir miktar. Pek de heyecanlıydı sarı civciv. Ona bahçenin dışında kalmasını söyleyip kolumdaki çantayı düzelterek girdim içeri. Dershane epey büyük bir binadaydı. Sekiz katlı yapının tam beş katı dershane için kullanılıyordu. İlk katında yabancı dil hazırlık sınıfları diğer katlarında ise üniversite hazırlık sınıfları vardı. Benim gibi mezunlar ise en üst kattaydı. Sınıfım on dört kişiydi. Üç tanesi yeniden sınava hazırlanıyor diğerleri ise benim gibi ilk defa gireceklerdi. Buraya gelirken başta tedirgindim çünkü yaş olarak da kendimi büyük hissediyordum. Ama korkulmaması gerektiğini sınıfta benden büyük Emine abla ve Ayten ablayı görünce anlamıştım. Zaten yaş grubu olarak da çok farklı yaşlar yoktu. "Günaydın." dedim çantamı üç gündür hiç değiştirmediğim en ön sıraya koyarken. Önündeki notları temize çeken Asmin gülümseyerek kaldırmıştı kafasını. Benden bir yaş küçüktü. Yeşil gözlü kıvırcık saçlı minyon bir kızdı. Hemşirelik bitirmişti ama hayali hep tıp olduğundan tekrar hazırlanmaya girişmişti. Pek sessiz ama pek de tatlı bir kızdı. Fazla konuşmuyor, fırsat buldukça ya notlarını temize çekiyor ya da kendi diğer dersin notlarını çıkarıyordu. Bir de bol bol gülümsüyordu. "Günaydın Elif." dedi beni görür görmez. Gözleri ışıldayıvermişti. Yanına yerleşirken sol elimdeki alyansı çıkarıp cebime attım. Dershane sınırları içinde evli olduğumu saklıyordum. "Naber? Yine erken başlamışsın mesaiye." Kafamla önündeki notları işaret ettim. "Ha evet. Dün akşam bitiremedim. Bir hastama bakmaya gitmiştim. Ondan şimdiye kaldı. Sen ne yapıyorsun?" "İyi. Aynı." Hafifçe omzumu silkerken çantamdan defterimi ve fizik notlarımı çıkardım. Dün çıkmadan Asmin sayesinde düzenlemiştim bunları. "Çetin hocaya sorul-" "Eksik yazmışsın bunları!" Asmin bana notları anlatmaya çalışırken bir anda önümüzdeki sıraya çarpılan kağıtlarla sıçrayıp gitmiştim yerimden. "Kızım o kadar dedik sana adam akıllı yaz bunları diye!" Bakışlarım masanın üzerine saçılıp giden kağıtlardan yavaş yavaş kağıdı çarpan hayvana çevrildi. Kimlikteki adı ise Furkan'dı. "Ben... Ben... Eksik yazmadım." diye kekeledi Asmin. İri yeşil gözleri korkuyla açılmıştı. "Nasıl eksik yazmadım lan! Basbayağı eksik işte kızım! Adam akıllı yaz demedim ben sana bunu!" Uzanıp kolundan onu sarsacak oldu ama tabi benim şartellerim çoktan atmıştı. "Yavaş!" dedim elini hızla geri savurup. "Sen karışma! Sana bir şey diyen olmadı!" "Sen karşındakinin bir kadın olduğunu unutuyorsun sanırım!" Yerimden doğruldum ve önüne geçtim. "Hayırdır ne bu haller!" "Bas git kızım! Bir de seninle uğraşmayayım! Bana bak Asmin! O notları bugün çıkmadan yazıp veriyorsun bana!" "Vermezse ne olur!" dedim sinirle. Etraftaki bakışlar üzerimize çevrilmişti. "Bana bak bir de seninle uğraşmayayım! Elimin tersindesin zaten!" "Ya öyle mi? Bir de elinin tersi var yani! "Uğraştırma kızım beni! Hiç iyi olmaz senin için!" Eliyle omzumdan sertçe iteledi geri. "Öyle mi?" dedim omzumdaki elini savurup. "Ne olur mesela!" Sinirle tekrar omzumdan itecek olmuştu ki sınıfın kapısı açılıp Çetin hoca girince iki adım geri çekildi. İşaret parmağını da sallaya sallaya geri yerine geçti. "Sen buna ne diye notlarını veriyorsun?" dedim yerime geçip kısık bir sesle Asmin'e doğru. "Şu yaptığına bak. Öküz bildiğin." "Akrabam o benim Elif." Sesi ağlamaklıydı. "Sen keşke hiç karışmasaydın." "Ne karışmayacağım. Asıl sen bir daha ona notlarını bile vermeyeceksin. Değil notlarını günahını bile vermeyeceksin o öküze." Çetin hoca tahtada ders anlatmaya başlamıştı bile ama ben sinirle hem arkama bakıyor hem de Asmin'i uyarıyordum durmadan. "Akrabaymış. Akbaba o be." "Elif sen çözeceksin sanırım tahtadaki soruyu?" Ben hâlâ daha Asmin'i uyarırken Çetin hocanın sesiyle dönmek zorunda kalmıştım tahtaya. Elindeki kalemi bana uzatırken gülerek bakıyordu bana. Allah'tan güler yüzlü bir adamdı. Yoksa kimse dersinde konuşan birini de istemezdi. 🔥 "Asmin bak konuştuğumuz gibi." Dersler bitmişti. Şimdi beraberce çıkmıştık Asmin'le ama ben tüm gün boyunca bu cümleyi tekrarlamıştım ona. Dediğine göre Furkan baba tarafından akrabasıydı ve kaç yıldır sınava hazırlanıyordu. Bu sene de Asmin sırf buraya başladı diye gelmişti. Ama fayda görmekten çok zarar veriyordu Asmin'e. Notlarını alıyor, gerekirse ona yazdırıyor, sınavlara çalıştırtıyor. Zorba biriydi anlattığına göre. "Elif sen hiç karışmasan iyiydi." dedi o da benim yüzüncü kez dediğime aynı yüzüncü kez aynı cevabı verip. "Hayır Asmin. Olmaz öyle şey. Sakın bak." yüz birinciyi de dedim üşenmeden. Yürüye yürüye çıkışa gelmiştik. "Asmin!" dedi arkadan öküzün gür sesi. Tam bahçe kapısının önündeyken Gürsel de beni görmesiyle hareketlenmişti. "Asmin sakın." dedim onun sesini duymamla. "Asmin kime diyorum! O notları yazacaksın bu akşam." "Yazmıyor. Sen sabahtan beri neyini anlamıyorsun! Kulağında problem mi var!" Artık dayanamamıştım. "Bana bak sen karışma dedim değil mi sana! Sen benim kim olduğumu biliyor musun ha!" "Buradan bakınca insana benzemediğin belli ama..." dedim tiksinir gibi. Gürsel gürültüyü duyunca koşarak gelmişti ama elimle durmasını işaret ettim ona da. "Bana bak kızım çok fena olacak! Bela olurum sana!" "Hoop hoop birader!" dedi Gürsel beni dinlemeyip. "Ağzını topla." "Sen ne karışıyon lan sarı lale! Sana soran mı var!" "Meselen neyse konuşarak adam gibi hallolur kardeşim. Ama karşındaki kadınlara bağırıp terbiyesizlik yapamazsın! Duydun mu!" "Bas git lan!" "Asıl sen bas git. Yoksa senin için iyi olmayacak." Gürsel aramıza gerildiğinde birkaç bir şey homurdanmıştı Furkan öküzü. 'Bu burada bitmedi bu burada kalmadı' diye diye de arabasına bindiği gibi gitti. "Elif sana dedim. Delinin teki o. Uğraşılmaya değmez." "Ben uğraşırım. O kim oluyor da seni böyle köle yerine koyuyor pardon. Ayrıca sen de ona hayır demeyi öğrenmelisin." dedim koluna girip. Elimle de Gürsel'e 'git' işareti yaptım bir yandan. "Sağol Elif. Başını ağrıttım senin de." "Duymayayım ama bir daha ona not verdiğini. Anlaştık mı?" Kafasını sallayıp gitti yanımdan. "Yenge." dedi yanıma geri gelen Gürsel. "Bir şey diyemedim sen kim olduğumu bilmesinler dedin diye ama bu yaptığı yanına mı kalacak bu herifin?" Bu konuda sıkı bir tembih içindeydi Gürsel. Ona kesinlikle evlilik bilmem ne gibi şeyleri birilerine söylememesini, beni burada beklediğini de çaktırmamasını söylemiştim. Üstüne basa basa. O benim tüm itirazlarıma rağmen beni tüm gün burada bekliyorsa benim de kim olduğumu söylemeyecekti. Anlaşmamız bu yöndeydi. "Aman bırak." dedim suratımı ekşitip. "Ateş olsa cürmü kadar yer yakar. Hem sen gitsene. Kız bekliyordur seni." "Ama yenge. Seni nasıl bırakayım şimdi?" Etrafına bakındı şaşkınca. "Yahu git. Zaten beş dakika konuşuyorsunuz. Hadi. Bekliyorum ben." Emin olamamıştı ama gitmek için de için için yanıyordu. "Ben vazgeçmeden gittin gittin. Yoksa sen bilirsin." Gözleri sevinçle ışıldadı. Gerisin geri koşarak gitti kaldırımda. Bende kolumdaki çantayı düzeltip duvara yaslandım. Beş dakikacık nasıl yetiyordu bilmiyorum onlara ama nasıl can attıklarına canlı şahittim. 'Ben eve yürüyorum. Haberin olsun' cebimden telefonu çıkarıp mesaj attım Gürsel'e. En azından fazladan birkaç dakika görüşebilirlerdi. Hava da güzeldi hem. Yürümekten kimseye bir şey çıkmazdı. Dershanenin önünden caddeye ilerledim. Gölge taraftaki kaldırıma geçtim ve dükkanlara baka baka yürümeye devam ettim. O gün dükkanlar çok dolu değildi. Bizim dershaneden olduğunu düşündüğüm ve benden küçük olan bir kız grubu kaldırımdaki taburelere oturmuş kahvelerini içiyordu. İçlerinden biri matematik hocası Bünyamin beyin uyuzluğunu anlatıyordu. Bence de uyuz bir adamdı. "Elif?" dedi bir korna sesi hemen ardından bana seslenen biri. Yürüdüğüm kaldırımın yanına siyah bir araba yanaşmıştı. Dükkanlara bakarken dalıp gittiğimden fark etmemiştim önce. "Elif?" Camı indirince gördüm kim olduğunu. Maran. "Maran?" dedim onun hizasında eğilip. "Ne yapıyorsun burada?" "Hiç." dedim omuz silkip. Dershaneye gittiğimi evde Seyhan'dan başka kimse bilmediği için şimdilik kimseye söylememeye çalışıyordum. "Eve yürüyorum öyle." "Yalnız mısın? Kimse yok mu?" "Yok." "Gel ben bırakayım seni eve." "Yok ya. Zahmet olmasın sana. Yürürüm ben." "Ne zahmeti. Duymayayım. Atla hadi." Tereddütle etrafıma bakınırken acaba Gürsel gelir mi diyordum bir yandan. Gerçi yürüyeceğimi söylemiştim ona da. "Hadi Elif gel." "İyi bari..." diye mırıldandım kapıyı açıp arabaya otururken. "Kemerini tak." dedi hareket etmeden. Çantamı dizlerimin üzerine koyup kemerimi taktım yavaşça. "Bir işin mi vardı?" "Yooo... Can sıkıntısı." "İyi iyi ne güzel. Bende şantiyeden çıktım. Bu tarafta işim vardı. Normalde çarşıdan bu saatte geçmeyi pek sevmem. Kalabalık oluyor. Ama iyi ki geçmişim. Senle karşılaştık." "Yaa di mi?" bakışlarım camdan dışarıdaydı. Dediği gibi de yol kalabalık olduğundan araba penguen misali ilerliyordu. Yürüsem daha çok yol gitmiş olurdum. "Olanları duydun mu?" "Neyi?" Şaşkın bakışlarım ona çevrildi. "Tepkine bakarsak duymamışsın." Güldü hafifçe. "Hafta sonu Cihan'a kız istemeye gidiliyor." "Sahi mi?" Ağzım şaşkınlıkla aralanırken şaşkın nidalar da döküldü benden. O ise güldü daha çok. "İnanamadın değil mi? Ben de ilk duyduğumda aynı senin gibi tepki vermiştim." "Yani inanmamak değil de..." Hafifçe büktüm dudağımı. "Çok hızlı oldu gibi. Bu kadar ani olmasını beklemiyordum." "Haklısın. Ama Cihan çok aşık belli ki duramıyor." "Ne diyelim hayırlısı olsun." Umarım gerçekten hayırlısı olurdu. Zira ben Cihan'ın üzülmesini hiç istemezdim. Bir kere çok iyi niyetli biriydi. Sakardı makardı ama seviyordum kendisini. "Darısı sana artık." dedim ona doğru. Güldü. "Amin. Cihan gibi kör kütük aşık olabileceğimi sanmıyorum ama." "Niye?" "Bilmem. Ben pek şanslı biri değilimdir. Bu işler de biraz şans işi tabi. Ne Cihan gibi ne de Baran gibi şanslı değilim ben." O da kendince haklı bir bakış açısındaydı şimdi ne diyeyim. Bakışlarımı tekrar yola, akan trafiğe çevirdim. O dakikadan sonra konuşmadık. Sessizlikle geçti yol. "Zahmet oldu sana da. Hava güzeldi. Yürürdüm ben." Araba konağın büyük kapısında durduğunda mahcubiyetle dönmüştüm Maran'a. Onun bakışları çoktan bana dönüktü. "Olur mu Elif. Ne zahmeti." "Yolunu değiştirdin o kadar. İşin varmış zaten." "Olsun iş bekler nasılsa. Keşke önceden haber etseydin alabilirdim ben seni." Gülümseyerek bakan yüzüne birkaç saniye boş boş baktıktan sonra eğreti bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Elimi kapının koluna atmıştım. "Teşekkür ederim." dedim daha fazla uzamasın diye. Kapıyı açıp inerken o camı açmıştı. "Bundan sonra haber et ama. Yürüme o kadar yolu." Bir şey demedim. Tepki bile vermedim. Ben kimseye haber etmezdim. Edecek olsam ona hiç etmezdim. Benim tepkisizliğime birkaç saniye baktıktan sonra bastı gaza gitti. Kendisine ayrı gıcık gitmeye başlamıştım ve bu gıcıklığım günden güne büyüyordu. Sürekli gelip gelip bilekliğime dair imaları oluyordu ama zerre açık bir şey demiyordu. Hadi bugün bir şey dememişti ama diğer günlerde dedikleri de sinirlerime sinirlerime dokunmuştu. Gıcık gittiğim konu ise ne diye bir şeyleri gelip ima ediyordu. İnsan gibi soramıyor muydu? 'Bak Elif bu senin mi' demekte ne vardı yani? Sen de sormuyorsun? Diye çıkışan iç sesime göz devirirken bunu onun neyi amaçladığını bulmak için yaptığımı belirten el kol yaptım kendi kendime. Zira dışımdan kendime çıkışamıyordum çünkü avluda korumalar vardı. "Ne yapıyorsun sen kendi kendine?" dedi beni afallatan ses o anda. Gövdesine çarpmama ramak kala sesi durdurmuştu beni. "Hiiiiç." dedim iç sesimin ağzını kapatıp. Bakışları tuhaf hallere soktuğum ellerimden geri avlu kapısına doğru kaymıştı. Ben de ellerimi hızla arkama sakladım. "Seni Maran mı bıraktı?" Tek kaşı hafifçe havalanmıştı. Genelde ikisini bir çatardı. Böyle yapınca alnının tam ortasında derin bir yarık oluşurdu. "E-vet?" dedim ben de istemsizce kafamı geri çevirirken. O nasıl görmüştü onun beni bıraktığını ya?? "Gürsel nerede?" dedi kafasını eğmeden üstten üstten bakarak. Nerede olduğunu söyleyemezdim. Seyhan'la buluşmaya gitti diyemezdim. Bu felaket olurdu. Hem ben bu sırrın küçük bir üyesiydim. Yardım ve yataklıktan tutuklanmama son biirrrr... "Gürsel nerede?" dedi tekrar. Transa geçmiş gibi hangi kelimeydi diyeceğimi ararken derin bir nefes almaya çalıştım ama aldığım hava ciğerlerime ulaşamadan münasip bir yerlerimden çıkıp gitmişti. Acaba astımım tuttu diye numara yapsa mıydım? Allah çarpacak görürsün dedi içimdeki ses. Hastalığın numarası olmazdı. "İşi çıktı." dedim serinkanlı bir tonla. Ele veremezdim. Onlar masum iki küçük minik tatlı bir aşıktı sadece. "İşi çıktı?" "Evet işi çıktı. Dedi ki biraz bekle ben gelip alacağım sizi. Ben de beklemek istemedim." "Maran'ı mı aradın sen de beklemek istemeyince." Tek kaşı hafifçe havalanmıştı. Ellerimi 'hayır' der gibi kesin bir şekilde iki yana salladım. "Yok o yolda denk geldi." "Denk geldi?" "Evet tamamen tesadüf." Hafifçe gülümsemeye çalıştım. Zira bu gülümseme 'her şey normal seyrinde oldu anormal bir şey yok, Seyhan'la hiç alakası yok, soru sorma, Seyhan'ı karıştırma' gülümsemeseydi. "Tesadüf?" dedi garip bir tonda. "Ya papağan gibi ne tekrar ediyorsun? Evet tesadüf. Çocuğun işi çıkmış." Bastır geç Elif, sorgulamasına izin vermeeee diye haykırdı iç sesim. "Gürsel!" dedi bana bakmadan yüksekçe. O böyle deyince kafam hızlıca geri dönmüştü. Bizim sarı civciv nefes nefese geliyordu. Zannımca buluşma bitmişti. Kaş göz etmeye çalıştım çaktırmasın diye. Ama ne kaş göz etme. Felçli Firdevs Yöreoğlu gibi bir hal almıştı suratım. "Baran ağam..." önümüzde durduğunda hızlıca kravatını ve ceketini düzeltmeye girişmişti. Gözlerinde bariz bir korku vardı. Bakışları anlığına bana kaydı ama hemen geri çekti. Nefeslerini korkuyla alıp veriyordu. Hatta ağzından alıp başka yerlerinden veriyordu. "İşin çıkmış." dedi dümdüz bir şekilde. "E-evet. Kü-küçük bir işim çıktı. Ben... Elif yengeyi alacaktım ama gitmiş. Beklememiş beni." Zorlukla yutkundu. "Beklemeyi hiç sevmiyorum." dedim gülümsemeyle. "Olsun sen de işini halletmiş oldun." "Muhasebeye git. İlişiğini kessinler." Gülümsemem hızla solarken ışık hızında çevrildi ona bakışlarım. Ne demişti o!! "A-a-ğam... Ben..." "Duydun beni Gürsel. İlişiğin kesildikten sonra istediğin işini halledebilirsin." "Ama Baran ağam... Ben..." bir anda yüzü kıpkırmızı oluvermişti Gürsel'in. Felç geçirir gibi de bir hali vardı. Ama o onun yalvarmalarını dinlemeden hızla dönüp geri girdi konağın içine. "Yenge..." dedi ha ağladı ha ağlayacak haliyle Gürsel bana doğru. Şaşkınlıktan öylece kalakalmıştım. "Tamam sakin ol." dedim gerisin geri girip. Koşar adım merdivenlere yöneldiğimde o üst kata çıkmıştı bile. "Ne yapıyorsun sen ya!" Çalışma odasına girmeden kolundan asılmıştım. Zira basit bir çekme değildi bildiğiniz çekiştiriyordum. "Çalışma odasına gireceğim. Sen ne yapıyorsun?" Bakışları kolunu var gücümle asıldığım elime inmişti. "Onu mu diyorum!" dedim sesimin tonunu yükseltip. "Sen ne dedin aşağıda Gürsel'e?" "Kulaklarında sorun yoksa sen de oradaydım ve duymuş olman lazım." İfadesinde ve dünyanın en normal şeyini söylüyormuş gibi bakıyordu yüzüme. "Duydum! Ne yazık ki duydum senin saçmalamanı!" "İşim var." Sakinliğini nasıl koruyordu acaba? Nasıl böyle ifadesiz olabiliyordu? Kolundaki elimi yavaşça iteleyip çalışma odasına doğru bir adım daha attı ama ben durmadım tabi ki. Tekrar asıldım koluna. Bıkkın bir nefes vermişti. "NASIL BİRİSİN SEN YA!" "Nasılım?" dedi yine yine ve yine aynı ağzının üstüne çakılası sakinliğiyle. Ağzıyla burnuna karışık bir şekilde kafa atmalık! Başka nasıl olacaksın ki! "Çocuğu kovdun ve hiçbir şey yokmuş gibi 'nosolom' diyorsun!" "Eee yani?" Kafa atma isteği yükleniyordu ama yineee. "Yani mi! Yani mi!" Kolunu sertçe çekmeye çalıştım. Tabi ki yerinden milim kıpırdamıyordu kaya parçası. "Neden böyle bir şey yaptın!" "Neden yapmayayım!" Sokrates ağlıyor ama şu an... Soruya soruyla karşılık vermekte üzerine yoktu. Maşallah... Açık kapıda Bircan abla ve hemen yanındaki Berfin'in meraklı bakışlarını es geçtim. "Niye böyle bir şey yaptın? Niye kovdun!" Eğer tane tane dersem belki anlar dedim ama hiç anlamış gibi bakmıyordu suratıma. "Ya alt tarafı işi çıktı. Benden rica etti. Gidebilir miyim de-" "Onun işi bu!" Sesindeki ifadesizlik ilk defa bozulmuştu. "Beş dakikalık bir iş ya sadece. Kovulacak kadar ne-" "Onun işi bu tamam mı! Eğer kafasına göre herkese esneklik tanırsak nasıl yürüyecek bu iş!" Kaşları yine her zamanki gibi çatılırken onun da eli benim kolumu kavramıştı. "O bunun için para alıyor! O bunun için burada çalışıyor!" Sert sert çarpmıştı sesi suratıma. "Beş dakikalıktı sadece. Hem ben beklemedim ki onu." Nasıl kıyabilirdim Allah aşkına hem ona hem de Seyhan'a. Aşıkları kavuşturmak sevap değil miydi hem? Kötü bir şey yapmamıştım ki. Hem bu ne diye yükseliyordu ki bana! Sertçe kolumdaki elini yana savururken göğsünden iteledim onu. "O bir yere gidemez! Duydun mu!" "Baran...? Elif...?" dedi geriden Bircan abla. Biraz merak biraz da korkuyla bakıyordu bize. "Beş dakikalık bir iş ya. Önemli olmasa gider mi hiç!" "Gidemez! Çünkü onun tek işi bu!" "Allah aşkına sanki senin acil işin hiç olmuyor! Onun da olmuş! Ne var!" Çıldırmama saniyeler kalmıştı. "Olamaz!" dedi ters ters. Niye aramızdaki bu kalın filtreden çekip alıyordu dediklerimi. İnsanlık hali olamaz mıydı yani? Herkesin işi çıkabilirdi sonuçta! Çıldırmamın son düzlüğündeyim... "Baran sen sakin ol." dedi Berfin yanımıza doğru adımlarken. Zaten sinirim harlanmaya müsaitti. Ohhhh çak kibriti Berfin harlanalaıııım! "Sen bir karışma ya!" dedim hedefimi değiştirip ona doğru atılırken. "Sana ne!" Arabulucu falan mı sanıyordu bu kendini! Belki de maydanozdu. Başka açıklama yapamıyordum artık ona! "Her şeye karışmak zorunda mısın!" Sinirim amaçsızca ona yönelmişti. Neden yönelmişti? Niye ona yönelmişti? Ne oluyordu? Ben niye doluydum ona karşı? Niye mesela şu an saçlarına yapışasım, saç tellerini tek tek sayasım geliyordu?? Ne oluyordu bilmiyorum ama hıncımı çok fena ondan alasım geliyordu. "Sinirini bozuyorsun!" dedi bana doğru çemkirik bir şekilde. "Bağırıyorsun deminden beri Baran'a!" "SANA NE! SES BENİM DEĞİL Mİ! KİME BAĞIRACAĞIMA SEN Mİ KARAR VERECEKSİN!" Daha da bağırdım. Böyle avaz avaz. Konağı inlete inlete. Bircan abla şaşırıp kalmıştı benim bu halime. Tabi o da haklıydı. Hiç görmemişti beni böyle. "Eliiiif!" dedi bana doğru hamle yapıp. Ama nedense onun gövdesinden çekilemiyordu da. Ne yapacaktı sanki Allah aşkınaaaa? "Sen karışma Berfin." dedi Bircan abla. Ah canım ablam anlar mı hiç o? "Bırak ya karışsın!" dedim ona doğru tekrar hamle yapıp. "Karışmadığı şey var sanki! Karışma desen anlayacak! Gel karış gel! Gel ya çekinme! Karış!" Kaşınıyorum gel de kaşı diyen ablamızdan halliceydim. "Elif kendine gel!" dedi bu sefer maydanozluğun dozunu arttırıp. "Gelmiyorum! Sana ne! Karışma bir şey ya! Karışma! Sokma o burnunu! Her şeyin içinde olma! Fikirlerini bir kere de kendine sakla mesela! İnsanları sen değil insanlar seni sakinleştirsin! Sana ne! Kim ne yapıyorsa yapsın ya! Düşünme kimseyi ya! Sana ne! Sana-!" Tam cümlemi tamamlıyordum ki belime sarılan bir el ayaklarımı yerden kesivermiş, Berfin'e doğru olan bakış açımı değiştirivermişti. Daha diyeceklerimin çeyreğini diyememiştim maydanoza! Daha yapışamamıştım saçlarına! "NÖAAEEE YÖAAPIYOORSUUĞN!" diye haykırışımla birlikte hızlı bir ortam değişikliği de yaşamıştık. Çalışma odasının kapısını çat diye çarpıp kilitlemişti tek eliyle. Diğeriyle de beni tutuyordu. "Bir dur!" "Ya bıraksana! Bırak!" debelendim. "Sabit dur!" "Bıraksana be! Ne yapıyorsun sen ya!" Tek koluyla beni zapt etmesi de ayrı bir şeydi. Ayaklarım yere değsin diye debelendikçe debeleniyordum. "Sakin ol! Ne yapıyorsun sen!" "Asıl sen ne yapıyorsun!" Kolundan kurtulup yalpalayarak inmiştim yere. "Çuval taşıyorsun sanki!" "Çuval taşısam daha iyi! En azından sesi yok!" "Bana bak!" dedim ayaklarımın ucunda ona doğru yükselip. İşaret parmağımı da gözünün önüne sallamaya başladım. "Baktım!" dedi benim gibi. "Al baktım ne! Söyle!" Diyeceklerim bir anda dilimin ucundan geri yuvarlanırken gözlerim kırpıştırdım. Bir daha kırpıştırdım. Sonra bir daha. "Ne diye kovdun çocuğu?" dişlerimin arasından sinirle söylendim. "İşini düzgün yapmayan benimle çalışamaz!" O da şimdi daha normale yakın bir tonda benim gibi dişlerinin arasından çıkarmıştı diyeceklerini. Kafasını biraz daha bana eğdi. "Beş dakikalıktı sadece! İşi acil olmasa hiç yapar mı böyle bir şeyi?" "Yapamaz! İster beş dakika isterse beş saniye! Hiçbir yere gidemez!" "Sanki senin hiç acil işin çıkmıyor! İnsanlık hali diye bir şey duydun mu sen!" "Onun tek bir işi var! O da seni beklemek! Yanından ayrılmamak! Başka işi olamaz!" Kafasını biraz daha bana eğince sert nefesi çarpmıştı yüzüme. Ferah parfümünün kokusu doldu burnuma. "Yine de kovamazsın! Ben beklemedim onu!" Uzun, upuzun kıvrık kirpiklerini yavaşça açıp kapadı. "Sen onu değil o seni bekleyecek!" dedi aynı net tavrıyla. "Allah aşkına beş dakikalık bir iş sadece!" "Beş dakikalık bir iş dediğin içinde olduğumuz tehlike tamam mı!" Elleriyle omzumu kavrayıp bir hamlede beni geri çevirmiş ve sırtımı kapattığı kapıya pek de yumuşak olmayan bir şekilde yaslamıştı "Bir söz var duydun mı sen onu! Sû uyur düşman uyumaz diye! Kaç saniyede vuruldun sen!" Gözlerinden yayılan ateşler sert sert çarpıyordu suratıma. Derin bir alev görüyordum bakışlarında. "Ben söyleyeyim." diye sürdürdü cümlesini. Zira ben konuşacak halde değildim. "Saniyenin onda biri! Peki kim yaptı biliyor muyuz! Hayır!" Acımasızca sürdürdü sözlerini. "Ben..." diyecek oldum ama alev alev yanan bakışlarına karşılık verebilecek bir cümlem kalmamıştı ne yazık ki. Sağolsun ne var ne yok demiş bana diyecek bir şey bırakmamıştı. "Tehlike hâlâ var mı? Evet! Bu adam bunun için para alıyor! Şimdi anlıyor musun beni! Bu adam bu yüzden senin peşinde yedi yirmi dört!" "Bir anlıktı... Beş dakikalıktı..." "Sen de o bir anlık denen zamanda vuruldun!" "Yine de kovma..." diyebildim güçsüz bir şekilde. "Bir daha yapmaz..." "Bir kere yapan hep yapar!" Öylece baktım öfke saçan gözlerine. Öfkelerin ardında duran, kelimelerinden akan başka bir şey daha vardı. Fazla katı... Fazla korumacı... Endişe... Ama hönkürükte olmazdı böyle şeyler. O anca bağırıp esip gürlemeye biliyordu maşallah. "Vicdansızsın! Herkesin başına gelebilir acil iş sonuçta!" Sertçe omuzlarına vurdum. Ben vurunca yüzü hafifçe acıyla kasılmıştı. İncittiğini omzuna vurmam daha da acıtmıştı canını. "Onun gelemez!" Elini omzuna attı ama yüzündeki acı ifadeyi silip kaşlarını çatmaya devam etti. "Öyle mi?" dedim sert sert. "Öyle!" Eliyle bir yandan kolunu ovalıyordu. Kolundaki askıyı çıkarmıştı ama hâlâ kolundaki morluk da şişlik de geçmemişti. Canının yandığı ise yüzünün renginin değiştiğinden belliydi. Yüzü yeşil mor kırmızı arası bir renk almıştı. "Git Berfin masaj yapsın sana!" Bir anda çıkıvermişti ağzımdan. Kapıyı sertçe açıp çıktım ve daha sert kapattım. "Beğendin mi yaptığını!" Bıraktığım yerde duruyordu Berfin. "Bozdun bütün huzuru!" "Bak seni çekebilecek halde değilim çekil git başımdan Berfin." Bircan abla onu kendine doğru çekmeye çalıştı ama susacağı yoktu maşallah. Ona oralı olmadan pata küte alt kata indim. Daha da konuşuyordu arkamdan yok işte ona bağıramazmışım, ben kimmişim, sinirlerini bozuyormuşum bilmem bilmem ne. "Yenge? Ne oluyor yukarıda?" Fatma ablanın, Ruken'in ve Dilan'ın garip bakışlarını es geçip masanın üzerinde duran sürahiden bardağa doldurup hızlı hızlı içtim. Yetmedi bir daha. Üçüncü bardakta anca hafiflemişti ağzımdaki kuruluk. "Elimde kalacak ya az kaldı..." diye mırıldanırken oturdum sandalyeye. "Aman yenge benimkinde de kalacak o. Hem o hem de onun aynısı Şirin!" Elleriyle saçlarını çekiştirip karşımdaki sandalyeye çöküverdi. Onun derdi benden de büyüktü. "Abartma Dilan." dedi Fatma abla. "Amma büyüttün sen de." "Amma büyüttüm mü! Fatma abla görmüyor musunuz abim kendini ateşe atıyor! Bile bile." "Ne yapalım yavrum hayır bundadır belki. Hem öyle deme seviyor çocuk. Gücenir bak sen böyle yaptıkça." Yanına gelip şefkatle sıvazladı Dilan'ın omuzlarını. Ama ne ben ne de Dilan şefkatle sakinleşecek gibi değildik. Bir birimiz burnundan soluyordu bir birimiz. "Hayırı mı var Allah aşkına Fatma abla. Göz göre göre yakıyor kendini. Ayrıca bir düşünün. Şirin gibi biri bu evde yaşayacak. Ne olur tahmin edebiliyor musunuz?" Fatma abla bakışlarını Ruken'e çevirdi öylece. Ruken de 'ben bilmem' der gibi omuzlarını silkti. "Ben diyeyim huzur muzur kalmaz. Abartıyorum sanıyorsunuz ama vallahi abartmıyorum. Şirin'i tanıyorum çünkü." "Valla bence Dilan fazla kötümser bakıyorsun sen." dedi Fatma abla. "Belki de senin dediğin gibi olmaz. Abinle de seviyorlar birbirlerini." "Valla görürsünüz olanları. Sonra da Dilan demişti dersiniz. Yarın kız istemeye gidiyoruz ya..." Ağlamaklı çıktı sesi. Yetmedi sinirle saçlarını çekiştirdi. "Ben odaya çıkıyorum." dedim onu ve sinirini tek başına bırakırken. "Yemeğe inmeyeceğim. Çağırmayın." "Ama Elif abla." diye itiraz edecek oldu Ruken. "Neden kızım?" dedi Fatma abla. "Midem hiç iyi değil. Yatıp dinlenmek istiyorum. Size kolay gelsin." Akşam yemeği yemeden olur muymuş diyecek oldu Fatma abla ama kesin bir şekilde reddettim onu. Zira sinirden mideme kramplar girmişti. Merdivenleri tırmanırken Berfin hâlâ bıraktığım noktada Bircan ablaya 'ama olur mu sinir etti' diye söylenmekle meşguldü. Bakışları beni bulunca bana doğru gelecek oldu ama Bircan abla sertçe engelledi kendini. "Sabır taşının çatlaması dedikleri şeyi nihayet anladım." dedim bir üst kata doğru yürürken. "Dilan'ı da anlıyorum şimdi." dediğine göre de Şirin ve Berfin birbirinin aynısıydı. Yani işimiz iki kat zorlaşacaktı. "Ön yargı yok ön yargı yok..." diye kendi kendime mırıldanırken şaşkın bakışlarım yatak odasının önündeki Rojbin hanımla kesişti. "Rojbin hanım?" dedim adımlarımı yavaşlatıp. Yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyle elini kapının kolundan çekti. "Ne yapıyorsunuz burada?" "Ne yapacağım seni arıyordum tabi ki." "Beni mi?" dedim onun memnuniyetsiz bakışlarına karşılık şaşkın bir ifadeyle. Bir kapıya bir de ona çevrildi bakışlarım. "Seni tabi. Yoksun epeydir ortalarda. Nerede kaytarıyordun acaba?" "Berfin'in yanındaydım. Konuşuyorduk da kendisiyle." Yalandan kim ölmüş be Elif. Az daha yapışıyordun kızın saçlarına dedi içimdeki ses gülmesini bastırarak. "İyi." dedi şalının ucunu geri savurup. "İyi." dedim samimiyetten fersah fersah uzak gülümsememle. Bana bakmadan gidişine baktım koridor boyunca. "Bir tane akıllı bulmuyor ki beni. Herkesin ayrı bir manyaklığı var. Herkes bir alem." Odaya girdiğimde sinirle saçımdaki tokayı çözüp yatağın üzerine fırlattım. Hızlı adımlarım önce giyinme odasını buldu. Elime geçen mor pijama takımımı alıp adımlarımı pat pat vura vura girdim banyoya. Hızımı alamayıp söyleniyordum da bir yandan. Kapıyı iki kere kilitledikten sonra üzerimdekileri sanki derimi soyuyormuşum gibi çıkarıp attım. İçimdeki öfke geçmiyordu. Keşke saçlarına yapışabilseydim. Çok fena içimde kalmıştı. Ne tepemden akan sıcak su ne defalarca saçımı şampuanlamam hiç biri öfkemi geçirmiyordu. "Manyak ya..." diye söylenirken duştan çıkıp aynanın karşısında sert sert saçlarımı tarıyordum. "Manyak. Sinirini biziyirmişim. Sen kimsin be! Bir de gelmiş bana diyor ki sen kimsin! Bak hele bak!" Üzerimi de aynı öfkeyle giyinip saçlarımı yüksek ısıda kurutmaya başladım. Saç derime temas eden sıcak hava da bozuyordu sinirimi. "Annesi ayrı kendi ayrı. Üç gündür gelmiyordu da bir oh demiştim ya. Hayır gelmiş kaytarıyorsun diyor bana. Sana ne!" Doğru düzgün kurutamadan sinirle bıraktım elimdeki makineyi. "Sana ne! Ne istersem yaparım! Hesap mı vere-" Hışımla banyodan çıktığımda kelimelerim ağzımda yarım kalmıştı. "Ne var!" dedim garip bakışlarına aldırmadan kapıyı kapatıp. Yatağın üzerine oturmuş garip garip bakıyordu bana. "Banyoda kiminle kavga ediyordun acaba diye şaşırdım." "Sana ne!" dedim ona bakmadan. Hızla giyinme odasına girdim ama neden girdiğimi de bilmiyordum. Boş boş dolaplara bakıp geri çıktım. Hâlâ garip bakıyordu. "Ne! Ne bakıyorsun!" "Üzerimi değiştireceğim." "Eee!" "Seni bekliyordum. Kolumu hâlâ kaldıramıyorum." Boş boş baktım suratına. Böyle en boş bir şekilde. Bu da alışmıştı üç gündür. Gömleğinin önünü açmış öylece bekliyordu. 'Merhamet' dedim içimden. 'Ne kötü bir huy'. 'Can borcu' dedim sonra. Defalarca kurtardığı canımın borcu. Sabırlar atın üstüme. Böyle kilo kile sabırlaaaarrrr. Yavaş adımlarla yanına varıp durdum önünde. "Çıkar diğer kolunu." dedim ona bakmadan. İkiletmedi. Sağ kolunu çıkarırken ben de sol kolunu çıkarttım. Omzundaki morluklar yeşil ve sarı arası bir renk almıştı. Yer yer toplanan kanlar ise iyice kararmıştı. Bir şişlik, yerli yerindeydi. Hatta boynuna ve göğüs kafesine kadar yayılmıştı şişlik. Sol göğsünün üstünde ise ezilmenin etkisiyle çürük bir görüntü vardı. Göğsünden karnına doğru ise yeşil mor arası görüntü devam ediyordu. Karın kasl- "Bunu diyorum heeey!" Gözümün önünde krem kutusunu salladı. "Bunu da sürer misin?" Kendimi toparlarken elinde salladığı kutuyu aldım. Kapağını açıp parmaklarıma aldım kremin birazını. "Niye öyle bakıyorsun?" dedi kafasını kaldırıp. "Nasıl bakıyorum?" Parmağımdaki kremi morlukların tam üstüne sürmeye başladım. "Her an kafa atacakmış gibi." Eliyle hafifçe burnuna dokundu. 'Burnumu kırdın' diye ağlamıştı resmen üç gün. Tamam ağlamamıştı da sürekli sürekli yüzüme vuruyordu bu durumu. "İçimden geçmiyor değil. Saçmaladın. Niye kovdun ki durduk yere Gürsel'i?" "Aynı cümleleri bir daha mı tekrarlayayım sana?" "Beş dakikalık bir işti. Herkesin başına gelebilir. Sanki senin başına hiç acil iş çıkmıyor." Parmaklarımı kolunun üzerinde hareket ettirmeye başladım. "Yine mi başa döndük?" Kaşlarını çatıp sinirle ofladı. "Ne o sinirlerin mi bozuldu?" Sinirle parmaklarımı omzundaki şişliğin üzerine bastırdım var gücümle. Ama nasıl bastırmak. Oyacak gibi. "Aaah ne yapıyorsun!" Yüzü acıyla kasılırken bileğime yapıştı hızlıca. "Ne bastırıyorsun ya!" "Krem derine iyi işlesin diye. Kalın derilisin de ondan. Al kendin sür kalanını. Ya da git Be-" "Yüz kere mi tekrarlayayım sana! İşi bu! Seni beklemek zorunda! Herkese işi çıktı diye tolerans göstersek..." O kendi kendine homurdanırken benim bakışlarım onun omzunun üzerinden yatağın kenarındaki bozukluğa takıldı. Kremi kucağına atıp onun yan tarafına geçtim. "...nasıl yürüyecek bu iş? Onun işi beş dakikalık bunun işi üç dakikalık der-" "Bu ne?" dedim ona aldırmadan yatağın kenarındaki batırılmış iğneyi parmaklarımın arasına alıp. Orta büyüklükteki dikiş iğnesini ona doğru tuttum. "Neye benziyor? İğne..." "Ciddi olamazsın." Gözlerimi devirdim. "Ben de on iki kişilik yemek takımı sandım. Ne işi var bunun yatakta?" "Ona da sen cevap ver. Sürekli nevresimlerini değiştirip duran sensin." O öyle deyince bakışlarım daha sabah serdiğim çiçekli nevresimlere çevrildi. "Benim aklıma bir şey geliyor ama..." diye mırıldanırken yerden doğrulup makyaj masasına ilerledim. İğneyi bir peçetenin arasına koydum. 'İnşallah düşündüğüm şey değildir' diyordum içimden. 🔥 Dört gün geçmişti Şirin'in istemesinin üzerinden. Dört gün boyunca her adımında şen şakrak kahkahalar atan bir Cihan vardı artık konağın içinde. Zaten güler yüzlü biriydi ama istemeden sonra neşesine neşe katmıştı. Herkese ayrı bir sevgi pıtırcığıydı. Mesela kovulan Gürsel yerine beni üç gündür o bırakmıştı dershaneye. Seyhan ise ağır bir depresyondaydı. Ama Cihan halinden pek memnundu. Yol boyunca alakalı alakasız ama komik şeyler buluyordu. Ama bir kişi pek memnun değildi halinden. Dilan... Resmen yüzünden bin değil milyon parçalar düşüyordu artık. Ona göre bu kara günlerin başlangıcıydı. Dün Berfin'in 'abini kıskanıyorsun' lafının üzerine ise ağır kavga çıkarmıştı. Sonra da öfkeden bağıra bağıra ağlamıştı. Şimdi ise kendisinden istenilen kahveyi götürmeyi hiç canının istemediğini söyleyip benim götürmemi rica etmişti. Soran herkese depresyonda olduğunu ve bu yüzden hiçbir şey yapmak istemediğini söylüyordu. Herkes normal karşılarken bir tek o normal karşılayamıyordu. Bence haklılık payı da vardı. İğne konusunu bu işlere aklı erebilecek ve bu konuda ne yapılması gerektiğini en ince ayrıntısına kadar söyleyecek kişiye danışmıştım. Yengeme... 'Çekemeyen var seni' demişti iğneyi görür görmez. 'Viiiiiii Elif kız bu nedir evlerden ıraaak' diye ellerini dizlerine vurmuştu. Her ne kadar benim odamdan çıkmadı desem de inanmamıştı elbet. Ona göre böyle şeyler bir çeşit ara bozma ritüeliydi. Ah bir de bilseydi anlaşabildiğim biri olmadığını. Bu eskilerden yapılan bir şeydi onun dediğine göre. Genelde yeni evli çiftin arasını bozmak, muhabbetlerini azaltmak için yapılan bir şeydi. Etkisinden korunmak için de bol bol dua etmek, iğneyi akan bir suya atmak gerekirdi. 'Ay Elif benden demesi istemeyen, kuyunu kazan var' demişti. İsteyen var mı diye sormalıydı önce. Anneme görünmeden beni evin yakınındaki dereye götürüp elindeki iğneyi de atmıştı. Ben inanmazdım böyle şeylere. Şilan da annesine defalarca beni korkutmamasını tembih etmişti. Ama yengem ısrarcıydı. 'Siz inanmasanız da var bu' demişti. O da az değildi. Çalışırdı böyle şeylere aklı. İlgisi vardı. Defalarca dua etmiş, üzerimde de çok nazar olduğunu eklemişti. 'Çekemezler tabi, yerinde gözü olanlar var' demişti. 'Gözü olanların gözü çıksın' diye de ardı arkasınca ellerini açıp dua etmişti. Elemtere fiş kem gözlere şişşşş... Normalde böyle şeylere asla inanmayan ben garip bir şekilde yatağın kenarına batırılmış o iğneyi görünce de merakıma yenilivermiştim. Aslında yengeme hiç gitmemeliydim. Abarttıkça abartmıştı. Eyvahlar, vahlar etmişti. Yıllar sonra ilk defa bana kendime dikkat etmemi, yapıldığını görmediğim şeyleri yemememi tembihlemişti. Yengem diğer tüm konulardaki duyarsızlığıyla bu konudaki hassaslığı. Fazla göz yaşartıcıydı. Dilan'ın ağlamaklı suratıyla elime tutuşturduğu kahve tepsisini dikkatle tutup üst kattaki salonun yolunu tuttum. Büyük bir depresyona girmişti. Abisinin istemesinden sonra okula bile gitmemişti. O derece. Seyhan deseniz zaten onun derdi kendine yeterdi. Ama oradaki suçun yarısı da benimdi şimdi. vicdan yapıyordum. "Sus hala olur mu hiç öyle şey." Elimdeki tepsiyle salona adımlarken Bircan ablanın telaşlı sesi dolmuştu kulağıma. "Olmuş işte Bircan görmüyor musun? Zaten millet arkadan konuşuyordu iyice açacaklar artık ağızlarını!" Rojbin hanım gelmişti. O sabah kahvaltı sofrasında yoktu ama geldiği gibi konağı da ayağa kaldırmayı başarmıştı. "Sakin ol hala. Bu bizi ilgilendirmez." "Ne demek ilgilendirmez!" Diye yükseldi Rojbin hanım. Kapının girişinde onun ayakta bir Gülsüm hanıma bir de Bircan ablaya dönüp hararetle bağırmasını izliyordum. "Biz ne deriz Gülsüm elaleme!" "Hala abartmadın mı?" Kolundan tutup oturtmak istedi onu Bircan abla ama var gücüyle çekti kendini geri. O sırada da bakışları benle kesişti. "Haah işte geldi nihayet! Gel gel!" Şaşkın bakışlarım diğerlerinde dolandı bir süre. "Bir şey mi oldu?" İçeri adım attıktan sonra elimdeki tepsiyi yavaşça sehpaya bıraktım. "Bir de soruyor görüyor musunuz! Bir de bir şey mi oldu diyor!" "Gel anne sen sakin ol tansiyonun çıkacak." Berfin çekiştirmişti bu sefer kolundan ama ona da oralı olmadı. "Anlamıyorum Rojbin hanım. Ne oldu?" "Anlat marifetini! Anlat iki haftadır gizli gizli dershaneye gittiğini! Anlatsana!" Duyduklarımla dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken Rojbin hanımın bunu nereden ve nasıl öğrendiğini değil de niye şimdi böyle bir tepki verdiğini sorguluyordu beynim. "Ne var ki bunda?" Çenemi yukarı kaldırdım. Bunu sorgulayacak en son kişiydi o. Sahi en son sorgulayacak kişiydi de nereden öğrenmişti benim dershaneye başladığımı? "Yok mu öyle mi? Söylesene Gülsüm! Demeyecekler mi gelininiz bu yaşta ne işliyor okulda diye!" "Hala Elif eğitimine devam ediyor ne var bunda?" Bircan abla sıkıntıyla ofladı. Oflanmayacak gibi değildi ki. "Ne var bunda mı! Ne var bunda mı!" Sesinin tonu gittikçe artıyordu tıpkı benim sinirim gibi. O kimdi ya! Kimdi de sorguluyordu! "Ne oluyor burada! Ne bu gürültü?" Herkesin bakışları benim arkamdaki kapıdan giren ona çevrilirken ben sinirden alev alev yanan bakışlarımı Rojbin hanımdan çekemiyordum. "Karın dershaneye başlamış." dedi deminden beri sakinliğini koruyan Gülsüm hanım. "Evet. Ne olmuş?" "Ne olmuş öyle mi ne olmuş! Karın okullara başlamış ama başlarken bu konağa ne için geldiğini de unutmuş!" Sanki dağı taşı ateşe vermiştik. Öyle davranıyordu Rojbin hanım. "Rojbin hanım bu sizi ilgilendirmez. Ne yaptığıma da siz karışamazsınız." Ona doğru bir adım attım ama cebinden çıkarıp ayaklarımın önüne fırlattığı iki kutu ilaçla durmak zorunda kaldım. "Beni değil ama aşiretimizi, ailemizi ilgilendirir gelin hanım! Sen bu konağa öyle balım gülüm gelmedin! Sen bu eve sırf o düşmanlık bitsin diye girdin! Kimse bunu kabul etmese de bu aşiretin soyu Baran üzerinden yürüyecek! Ama sen sırf okul diye tutturup bir bebek vermemek için uğraşırsın!" Bakışlarım ayaklarımın önünde duran iki kutu ilacın üzerinde kalmıştı. "Gördünüz! Sen bebek vermeyeyim diye uğraşırsın ama dışarıda millet senin bu yuttuğun hapları değil Baran'ı konuşur!" "Bunlar..." dedim tam ayaklarımın önünde duran iki kutu ilaca. Bunlar benim değildi ki!! Yan tarafımdan bir el uzanıp kutuları eline aldı. "Bak Baran bak! İyi bak! doğum kontrol hapı onlar! İnanmıyorsan aç içindeki kağıdı oku! Ben okudum! Ama bir de sen oku!" Gülsüm hanımın bakışları şaşkınlıkla iri iri açılırken Berfin bir elini ağzına kapatmıştı. "Bunlar benim değil..." diye mırıldandım. Bunlara zerre ihtiyacım yoktu. Gereksinim duymadığım bir şeyi ne diye alacaktım ki. Elindeki kutuları evirip çevirdi. "Senin değilmiş! Yalan bari konuşma kız! Bir de benim değil der! Bal gibi de senin! Görüyorsun değil mi Baran! Senin de haberin yoktu değil mi! Ben boşuna demiyorum size! Kuma şa-" "Yeter hala!" "Ama Baran..." Sesi içine kaçıvermişti bir anda. Onun çıkışacağını beklemiyor olacak ki afallayıp gitti. "Bu ilaçlar kimin bilmiyorum, nereden buldun onu da bilmiyorum ama saçmalık bu." "İşte bunun bunlar. Görmüyor musun ne olduklarını. Sizin odanızdan çıktı bu. Millet ona değil sana laf ediyor arkadan. İzolların soyu kurudu diyorlar." Dedikleri bize değil ama Bircan ablaya saplanmıştı hançer gibi. Gözleri anında dolu dolu olurken dişlerini sıktığını görebiliyordum. "Aklın sıra herkesi parmağında oynatacak bu kız! Okulmuş! Sen ne için bu konağa geldiğini, nasıl geldiğini unutursun herhalde! Siz benim babam olmasa nefes alamayacaktınız asla bu topraklarda!" Tırnaklarım avuçlarımın içini kanatacak kadar batarken hızla döndüm arkamı çıkmak için ama onun beni tutmasıyla durmak zorunda kaldım. "Hala yeter! Farz et ki bu ilaçlar bizim odamızdan çıktı bu yine de seni ilgilendirmez." "Ama Baran. Tamam sen de istemiyorsun ama bu tamamen saygısızlık." "Saygısızlık ne biliyor musunuz? Saygısızlık sizin bizim mahremimize el uzatmanız. Biz o kapalı kapılar ardında istediğimizi yaparız!" Bakışlarım şaşkınca onun yüzüne çevrilmişti. Sinirlenmişti. Boynundaki damarın belirginleşmesinden belliydi. "...Ama siz bir daha bizim odamızı değil karıştırmak olduğu kata bile çıkmayacaksınız! Duydunuz mu?" Buz kesmişti ortalık bir anda. Kimseden çıt çıkamamıştı. Avaz avaz bağıran Rojbin hanımın nefes sesi bile duyulmaz olmuştu. "Eğer duymadıysanız duyurmasını bilirim ben size!" B Ö L Ü M S O N U Nasıl buldunuz bölümü?? Sizce ne olacak bundan sonra?? Elif?? Baran?? Rojbin hanım?? Berfin?? Maran?? Kemal?? Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın guzularım Beni buradan(seydnrgrsu), instagramdan ve Tiktoktan takip etmeyi unutmayın. Sizi seviyorum Allah'a emanet olun |
0% |