Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Acıyan Saç Telleri

@seydnrgrsu

 

 

Merhaba hoşgeldiniz. Bölüm biraz uzun keyifle okumanızı diliyorum.

 

Ne kadar çok yorum o kadar hızlı bölüm. Hepinizi satır aralarına bekliyorum. Yıldızımı aydınlatmayı unutmayın.

 

 

🎶 Barış Diri-Derinden

Mahmut Tuncer-Lo Lo

 

 

🐦

 

"Zühre!"

 

Doğduğum andan beri hayata bir değil belki de üç beş adım geride başladım. 'Yalanların, yalancıların, yılanların ve yasakların arasına düşmüş bir alev topu' olduğumu söylemişti ben dokuz yaşındayken mahalledeki Hacer teyze. O zaman ne dediğini pek anlamamıştım ama iyi bir şey olmadığına da emin olmuştum.

 

Dokuz yaşındaydım. Dokuz yaşıma basalı tam kırk gün olmuştu. Hava soğuktu ama sırtımdan terler akıyordu o gün.

 

"Zühre pas ver!"

 

Ayağıma çarpan sert topa var gücümle vururken bakışlarım yırtık filedeydi.

 

"Hadi Zühre! Pas ver hadi!" mahallenin benden iri oğlan çocukları her Allah'ın günü, kar demeden kış demeden sokağın başında kalan boş yıkıntı arazide futbol oynarlardı. Meraklıydım. Her şeye meraklı olduğum gibi futbola da meraklıydım. Ama 'sen kızsın, ne anlarsın toptan' diyen çocukların arasına bir türlü giremezdim. Arasına giremediğim tek şey onlar değildi tabi.

 

Şimdi de takımlarında bir kişi eksik olduğundan el mecbur almışlardı beni. Kendimi ispatlamam şarttı. Herkes bir gücüyle oynuyorsa benim iki gücümle oynamam lazımdı. Top o fileyle buluşacak ve takımım kazanacaktı. Ama vurduğum pis burun topu ağlarla değil Hacer teyzenin camıyla buluşturmuştu.

 

"Bak şu şeytan bacaklıların ettiklerine! Yetiş bey kırdılar camı!" Camın daha kırılma sesi kulaklarımıza yeni ulaşmıştı ama Hacer teyze hazır olda bekliyor gibi uzatmıştı kabarık saçlı kafasını.

 

"Sen ne yaptın Zühre!" Feryatlarından hemen sonra arkamdaki kalabalık üç beş adım geri kaçarken şaşkınlıkla kalakalmıştım olduğum yerde.

 

"Hangi bacaksız kırdı bizim camı ha! Hangi densiz yaptı bu terbiyesizliği!" Gözleri çanağından fırlayacak iki yeşil misketi andırırken kabarık saçları daha da kabararak koşmuştu aşağı Hacer teyze. Kaçma konusunda üstüme yoktu. Hatta herkesten daha iyi kaçardım ama şaşkınlığımdan kalakalmıştım bir an. Sonra da kendimi alelacele toparlayıp koştum kaçan arkadaşlarımın peşinden.

 

Ama Hacer teyzenin de maşallahı vardı. Ne menopoza adım atmışlığını ne de bacaklarına hayli yük olan yağlarını bahane etmişti. Yaşına uymayan bir çeviklikle peşimizden koşup çil yavrusu gibi dağılan bizim aramıza karışmıştı. Kulağımdan tuttuğu gibi de yakaladı beni. Nerede kalmıştı benim Serçe Kuşluğum.

 

'Bırak' dedim oralı olmadı. Debelendim fayda etmedi.

 

"Sen yaptın değil mi Şam şeytanı! Sen kırdın değil mi!"

 

"Ya bırak ben yapmadım!" Kulağımın acısı tüm bedenime yayılırken oradaki çocuklar da 'dur etme' diyecek oldular ama Hacer teyzenin alev saçan yeşil misketlerini görünce geri geri sıvıştılar.

 

"Ben yapmadım diyor bir de terbiyesiz! Senden başka kim olacak ha! Senden başka kim var böyle haylaz bu mahallede!"

 

"Oldu olacak tek sen çocuksun de de tam olsun Hacer teyze!" Ben elini çekiştiriyordum o da benim çekiştirdiğim eliyle kulağımı.

 

"Bey şu bacaksızın ettiği lafa bak yahu! Kırdın canım camı!"

 

"Alt tarafı bir cam be!" Cırlıyordum, çığırıyordum. "Hem ben kırmadım bırak ya!"

 

"Sus gözü kör olasıca! Senden başka bunu yapacak domuz mu var mahallede!"

 

"Bırak Hacer teyze kardeşimi! Sen kimin kulağını çekiyorsun! Seni vallahi diyeceğim anneme!" Günce yetişmişti Balca'yla birlikte. Balca bir kolundan Günce kazağından çekseler de fayda etmemişti. Kulağımı koparacak gibi çekiyordu. Çığırdım, bağırdım, yırtındım ama fayda etmedi. 'Bunlar çocuktur, olur böyle şeyler' demedi.

 

"Bırak kardeşimi Hacer teyze! Vallahi annem paralar seni!"

 

"Ne paralayacak kız! Elalemin piçi yüzünden annen de kendini yormaya utanmayacak mı!" Anlayamamıştık. Bana nefrete dolu bakışlarla kusar gibi söylediği bu şeyi anlayamamıştık. Ama kötü bir anlama geldiğini anlamıştık orası ayrı.

 

"O ne demek Hacer teyze! Sen ne diyorsun!" Günce orta yaşlı kadının koluna vurup bir adım geri çekildiğinde Hacer teyzenin parmakları daha fazla sıkar olmuştu kulağımı. Artık kulağımı hissetmiyordum.

 

"Alev topu değil mi bu kız! Babası kim belli bile değil! Yuva yıkan, eve düşen yıldırım be bu! Bu terbiyesizden başka kim yapar haylazlığı ha!"

 

Allah her dağa kendi yüksekliği kadar dert verir demişti Hamiş. Sonra eklemişti de bu cümleye. 'Her kalbe göre bir hayat bahşeder' diye. O zaman anlamamıştım tabi ben. Yaşım dokuzdu. Ama o günden sonra anladım. Bir çocuğun gözünün içine nefretle bakan birine, bir çocuğa kalbindeki katran karasını hiç çekinmeden kusan birine çocuk vermeyerek en iyisini yapmıştı Allah.

 

Ve evet, Hacer teyzenin hiç çocuğu olmamıştı. Belki de kalbindeki bu karalıktan bir çocuk bahşetmemişti Allah kendisine. Kim bilir bir çocuğu olsa bu nefretin altında nasıl ezilip gidecekti.

 

Ben o gün bana nefretle kustuğu cümlelerin hiçbirini anlamamıştım. Tutmuştum içimde. Günce'ye de tutmasını tembih etmiştim. Ona kalsa gidip şikayet edecekti hemen teyzeme. Tabi teyzem de gider hemen yapışırdı onun kabarık saçlarına.

 

"Ah teyze yavaş!" dedim ellerimle teyzeme engel olmaya çalışıp. Saçlarımı kökünden koparacak gibi çeke çeke tarıyordu.

 

"Tamam Zühre tamam. Mız mızlanma hemen. Dolaşık dolaşık olmuş hep saçların. Vallahi açılmıyorlar." Islak saçlarımı çeke çeke tararken küçük bir 'ah' daha kaçmıştı dudaklarımdan. Saçlarım çok acırdı. O yüzden de ne sıkı sıkı bağlamayı severdim ne de her Allah'ın günü taramayı. "Vallahi evimizde bir oğlan çocuğumuz eksik diyordum ama maşallah aratmıyorsun hiç yerini. Kızım sen hiç dur durak bilmeyecek misin ha! Ya bakıyorum ağaç tepelerindesin ya da oğlanlarla saç baş kavga ediyorsun."

 

"Ama ne yapayım teyze. Takımda eksik var deyince beni aldılar aralarına. Hem ben çok iyi oynuyorum."

 

"Oynadığına bir şey demiyorum be Serçe Kuşu'm. Canın istediği gibi oyna ama kavga da etme. Şu kulağının haline bak." tarağın sert dişleri saç derime her değdiğinde sanki kızgın demirle dağlanıyormuş gibi hissediyordum.

 

"Vallahi hep derimi kazıdın teyze! İstemiyorum tarama!"

 

"Taramayayım da dolaşık dolaşık mı gezeceksin ortalarda! Vallahi bitlenirsin benden demesi!"

 

"Bitlenirsem kazıtırız saçlarımı olur biter! Bıktım be! Tarama!" Omuzlarıma serili beyaz havluyu sertçe çekip atmıştım yere. Benim de saçım dolaşık oluverirdi ne var yani? Kimse de bu kız niye dolaşık saçlı diye sorgulamazdı. Hem dolaşık saçla gezilmez diye bir kural da yoktu.

 

"Bak şu deliye! Sabah başımın etini yediydin babamın gönderdiği tokaları tak diye! Ne oldu şimdi!"

 

"İstemiyorum! Ne onu ne de gönderdiği tokalarını istemiyorum! İstemiyorum tamam mı! Saçlarımı taramanı da istemiyorum!" Ellerimle daha ıslak olan saçlarımı hızlıca karıştırmama bakakalmıştı teyzem. Tabi bilmiyordu öfkemin neden olduğunu. Her günkü delirmelerimden biri sanıyordu.

 

"Serçe Kuşu'm..." demişti yumuşayayım diye yumuşak bir sesle. Ben delirdiğimde o sakince karşılardı beni, sakince kabul ederdi. Yoksa öfkemin geçmeyeceğini iyi bilirdi.

 

"İSTEMİYORUM TAMAM MI! DOĞUM GÜNÜMDE GELMEYİP TOKA GÖNDEREN ADAMI İSTEMİYORUM!" İşte öfkemin asıl sebebi de buydu zaten. Ne mahallede cam kırdım diye beni azarlayan o densiz kadının dedikleri ne de başka bir şey.

 

Teyzem gelip usul usul okşamıştı saçlarımı. Küçük öpücükler bırakmıştı sakinleşeyim diye.

 

"Canın çok tatlı be Serçe Kuşu'm..." demişti beni kolları arasına sararken. "Saçların da kalbin gibi pek hassas. Saçların çok kıymetli Zühre'm... Anneninkiler gibi. Öpülmeye layık, okşanmaya layık. Her bir teli benim için ne kadar kıymetli bir bilsen. Sakın Zühre. Kırmalarına izin verme. Ne kalbinin ne de bir tek saçının telinin." Öptü kokladı teyzem. Annemin sıcaklığını unutmuştum ama teyzem eksik kalmayayım diye her şeyi yapıyordu. Eksik hissetmemi asla istemiyordu. Ama öfkem o yaşımdan beri asla dinmiyordu.

 

Hepsinin sorumlusu babamdı. Beni kendinden mahrum edişiydi. Beni yok sayışıydı.

 

Hacer teyze az bir zaman sonra taşınmıştı mahalleden. Evleri yanmıştı. Gözü gibi baktığı pencere camları o yangında hep patlamıştı. Benim de kulağımın acısı geçmişti. Ama yaşananlar demir bir elin kazıması gibi kazınıp kalmıştı zihnimde. Bir sis bulutundan halliceydi her şey.

 

"Serumun bitmesine az kalmış. Ama biz ne olur ne olmaz diye bu gece de burada kalmasını uygun buluyoruz." Hayatımın merkezine yerleşmiş sis bulutu şimdi zihnimde bir o yana bir bu yana savrulurken kulağıma tuhaf sesler çalınıyordu.

 

"Peki ne zaman uyanır?" dedi bir başka ses. Sislerin arasında insanların yüzü görünmezdi ama ben seslerini de seçemiyordum.

 

"Çok sürmez." dedi deminki ses. Büyük ihtimalle doktordu.

 

Ciğerlerimde hastanenin keskin kokusu vardı. Beynimin içine yerleşmiş sis bulutu tüm vücuduma bir hissizlik yaymıştı. Hastane kokusunu sevmiyordum. Hastaneyi sevmiyordum.

 

Şimdi ciğerlerime dolan hastane kokusu yerine Hamiş'in yaptığı cevizli kekin kokusunu çekmek istiyordum ciğerlerime. Teyzemin taze demlediği çayın kokusunu çekmek istiyordum.

 

"Zühre hanım. Beni duyabiliyor musunuz?" Duyabiliyordum ama cevap verecek takati bulamıyordum kendimde. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar halsiz hissediyordum kendimi. Bunu yaşadığım tek bir zaman vardı o da bundan çok uzun yıllar önceydi.

 

"Zühre hanım?" Burnumdan derin bir nefes almaya çalıştım ama aldığım nefes bana kendimi tuhaf hissettirmişti daha da çok. Elimi sarsakça burnumu ve ağzımı örten oksijen maskesine attım. "Kendinize geliyorsunuz. Beni duyabiliyor musunuz?"

 

'Evet' anlamında başımı salladım. Ama göz kapaklarıma bir türlü söz geçiremiyordum. Ben açmak için uğraştıkça onlar direniyordu. Onlar direndikçe ben inat ediyordum ve en sonunda kazandım.

 

"Nasılsınız Zühre hanım?" Bulanık görüşüme kır saçlı, büyük yuvarlak gözlüklü bir sima girmişti.

 

"İyiyim." dedim iyi olmayarak. Sesim oksijen maskemin altında tuhaf çıkmıştı.

 

"Küçük bir baygınlık geçirdiniz. Ama şimdi daha iyisiniz. Serumunuz sizi rahatlatacaktır."

 

"Peki sonra?" dedi aşina olduğum ses. Hemen sol tarafımdan gelmişti. Korhan'ın sesi.

 

"Bu gibi durumlarda dikkat etmek gerekir sadece. Zühre hanım da bundan sonra daha dikkatli olmalıdır. Size geçmiş olsun. Ben tekrar uğrayacağım." Kısa bir teşekkür faslından sonra çıkmıştı doktor odadan. Neye dikkat edecekmişiz Zühre?

 

"İyi misin?" dedi Korhan kapı kapandıktan hemen sonra. İyiydim artık. En azından iç sesim bile yerli yerindeydi. Bu da iyiyim demekti.

 

"Evet." dedim ağzımdaki oksijen maskesini çıkarıp. Konuşmama engel oluyordu.

 

"Emin misin? Herhangi bir yerinde bir ağrı falan var mı?" Elimi güç bela başıma çıkardım. Bir insanın eli kendine nasıl ağır gelebilirdi ki? Bana şu an öylesine ağır geliyordu.

 

"Evet. Sadece sersem gibiyim." Sandalyesiyle yatağın arasında iki adım mesafe vardı. "Ne oldu bana?" Başımda tuhaf bir ağrı vardı. Bu her zamanki 'klasik' bayılmalarımdan biri değildi. Bu farklıydı. Artık o kadar aşinaydım ki klasik bayılmalarıma anlayabiliyordum. "Bu her zamanki bayılmalarım gibi değil çünkü."

 

"Doğru haklısın. Alerji."

 

"Alerji mi?" Ellerimi yanlarıma bastırıp doğrulmaya çalıştım. Pek becerebildiğim söylenemezdi ama. Sandalyesini bana doğru ilerletip arkamdaki yastığı düzeltmek istedi.

 

"Yatsaydın. Dinlenmen gerektiğini söyledi doktor." Kafamı iki yana sallarken onun düzelttiği yastığa dayadım sırtımı. Kafamın üzerine geçirdiğim oksijen maskesiyle öylesine tuhaf görünüyordum ki. "Evet alerjin varmış. Keşke deseydin daha önce. Bilmiyordum. Sen bahsetmeyince. Ayranın hangi sütten yapıldığını sorardık."

 

"Ayran mı?"

 

"Evet. Keçi sütüne alerjin varmış ya. Keşke daha önce bilseydik. Ona göre başka bir şey içerdin. Allah'tan zamanında yetiştik de hastaneye."

 

Kafama o an dank etmişti. Ben bile pek hatırlamazdım keçi sütüne alerjim olduğunu. Sürekli süt ve süt ürünleri tüketen biri olmadığımdan bunu söyleme gereksinimi bile duymazdım. Senin alerjin de bir garip.

 

Garipti gerçekten. Çok az yaşanan bu alerjiye zaten dünyada benden başka kim sahip olabilirdi? Güldüm kendi kendime.

 

"Doğru ya." dedim başımın üzerini oksijen maskesini çıkarıp. "Evet var benim keçi sütüne alerjim. Demek ayran keçi sütünden yapılmış ha?"

 

"Evet. Keşke daha önce bilseydim dikkat ederdik."

 

"Allah aşkına bir de bana sorsana sen hatırlıyor muydun diye? Kırk yılın bir başı ayran içeceğim tuttu ona da alerjim varmış görüyor musun?" Kahkaha atarken halime tuhaf bir şekilde bakıyordu. Hatta içime deli kaçmış diye düşünüyor olabilirdi. E haksız da sayılmazdı. Ben içine deli kaçan biri değildim. Ben tümden deliydim.

 

"Kendin de mi bilmiyorsun?" Tek kaşı hafifçe havalanmıştı.

 

"Yok biliyorum." Küçükken bir kere daha böyle hastanelik olmuştum. Mahallede top oynarken Besime teyze 'çok susamışsınızdır' diye hepimize birer bardak ayran verince çıkmıştı ortaya alerjimin olduğu. Yoldan geçen tüp kamyonuyla zar zor yetiştirmişlerdi beni hastaneye. "Ama uzun zamandır süt ve süt ürünleri tüketmiyorum hatta o kadar yiyip içmiyorum ki benim bile hatırımdan çıkmış."

 

"Neyse artık biliyoruz. Daha dikkatli oluruz. Allah'tan Osman oradaydı da seni hemen yetiştirdi hastaneye." Rastgele önüme bıraktığım oksijen maskesini alıp düzgünce komodinin üzerine bıraktı. "İyi olduğundan emin misin?"

 

"Hep böyle endişelenir misin?" dedim gülmelerimin arasından.

 

"Endişelenmeyeyim mi?"

 

"İyiyim gerçekten." Samimi ve bir o kadar içten bir gülümsemeyle rahatlatmaya çalıştım onu. "Ne oldu orada ya? Sen o adamla takışıyordun en son? Kuzgun falan bir şeyler diyordu? Bu Osman nasıl bulmuş bizi? Ya of kafam çorbadan hallice?"

 

"Çorba?" şaşkınca bakıyordu yüzüme.

 

"Hıı evet sebze çorbası. Bırak boşver beni. Ne oldu orada? Bu Osman sana çip falan takmadıysa nereden bulacak bizi? Doğru söyle orana burana çip falan takmadılar değil mi?" Yarı ciddi bir ifadeyle yüzüne bakıyordum. Sen epey bilim kurgu izlemişsin Zühre.

 

"Saatimden bulmuştur. Konum bilgimi buradan görebilirler." Ciddi ciddi saatinin takılı olduğu sol kolunu havaya kaldırdı ve salladı.

 

"Ben takılarak dediydim onu. Sen ciddi misin?"

 

"Evet. Babamın aldığı gereksiz güvenlik önlemlerinden biri işte." Ağzım hafif bir şekilde 'o' şeklini alırken bir yandan da 'ne babalar var be' diyordum. Tahir ağa mı? Güldürme Zühre...

 

"Yedi yirmi dört evdesin. Ayrıca Osman kıçından bir dakika bile ayrılmıyor. Garibime gitti." Dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Doğru. Ama kırk yılın başı karımın beni kaçırası tuttu işte. Babam bunu önceden öngördüyse." Yüzünde gülmesini bastırmaya çalışan bir ifade vardı. Kaşlarının altından bana bakıyordu.

 

"Allah Allah." dedim esefle kınayarak. "Pardon ama yalvarıyordun sabah bana."

 

"Ben?" işaret parmağını kendine çevirdi. Kaşları hafifçe havalanmıştı.

 

"Yok ben! Kaçır beni Zühre kaçır beni Zühre diyordun unuttun mu?" Yeşilçam'daki Emine'nin Şaban'a 'beni kaçır' demesi gelmişti aklıma. O eşekle kaçırmıştı Emine'yi ben eski bir kamyonetle.

 

"Abartma istersen. Hastanede kalmak istemediğimi söyledim hepsi bu."

 

"Yok yok. Kaçır beni Zühre, kaçır beni gidelim buralardan diyen sendin valla." Kahkaha atmaya başladığımda o pek keyif almamıştı bu durumdan. Kafasını 'senle uğraşılmaz' dercesine salladı iki yanına. "Şaka yapıyorum." dedim alınmasın diye.

 

"Peki." deyip sandalyesini biraz geri çekti.

 

"Aman sen de pek alıngan çıktın ha. Bir şey demedik iyi." Kollarımı göğsümde bağlayıp kafamı ondan diğer tarafa çevirdim.

 

"Alınganlık yaptığımı da nereden çıkardın?"

 

"Trip atıyorsun baksana bebekler gibi." Burnumu kıvırıyordum haline. Biraz eğlenmekten ne çıkardı canım? Hasta yatağında anca bu kadar oluyordu zaten.

 

"Abartma Zühre." Yumuşak ama bir o kadar ciddi bir şekilde çıktı ağzından kelimeler.

 

"İyi be." Bu sefer gerçekten ben trip atıp kestirdim mevzuyu.

 

"Şaka yapıyorum."

 

"Ne oldu orada?" Dan diye girdim konuya. "Ne yaşadık biz bugün? Sen niye hastanede kalmak istemedin? Hadi ben mantıklı hareket etmem çoğu zaman. O anlaşılmıştır artık ama sen niye hastanede kalmak istemedin? Niye 'benim hastanede kalmamı daha doğru buluyorlar' dedin? Oradaki adam niye ısrarla sana 'Kuzgun'un selamını yolluyor?"

 

"O adam tam bir gerizekalı. Boş boş konuşuyor işte. Tipinden de mi anlamadın." Yüz kasları bu sefer ciddiyetine çalışıyordu. Yüz kasları gerilmişti bir anda. Eliyle karışık saçlarını sıvazladı. Herkesi tipine göre yargılayacaksak işimiz vardı ayrıca.

 

"Kuzgun'un öldüğünü biliyorum." dedim derin bir nefes alıp. "Yaptığın kazada olay yerinde ölen adam. Kuzgun değil mi?" Bakışları ağır bir biçimde yüzüme tırmandı. Sanki dememem gereken bir şey vardı ve ben onu demişim gibi bir ifade belirdi yüzünde.

 

"Doğru. Yaptığım kazada ölen adam." Sanki sesi bomboş bir odada yankı bulmuş gibi ulaştı kulaklarıma. "Ve oradaki de onun sempatizanı bir adam. Kazada benim kusurlu olduğumu düşündükleri için mantar gibi durup durup çıkıyorlar bir anda."

 

"Nasıl yani? Senin kasıtlı olarak mı birini öldürdüğünü düşünüyorlar?" Bu çok saçmaydı. İhtimal bile verememiştim ben buna nedense. "Sen birini öldürecek biri değilsin." Tiye alır bir gülüş döküldü dudaklarımdan. Bu saçma duruma gülesim gelmişti. "Baban seni bu yüzden koruyor yani." Tüm taşlar yerine bir bir oturuyordu kafamda ve ben düşüncelerimi sesli bir biçimde ifade ediyordum. "Tüm bu güvenlik önlemleri o yüzden yani? Bu adamlar seni tehdit ediyor?" Hafifçe omuz silkti. "Çok saçma buluyordum ben bu kadar şeyi. Ama şimdi anlıyorum. Peki senin yapmadığın ortadaysa niye bu saçma şeyi sürdürüyorlar ki?"

 

"Onlar bu kazaya pek inanmak istemiyorlar Zühre. Karışık biraz."

 

"Ama nasıl olur? Çok saçma. Yani sen niye bile bile bir kaza yapasın ki? Hem de bu kaza böyle sonuçlanacaksa?" Elimi acele bir şekilde ağzıma kapattım. Bir anda dökülmüştü demek istemediklerim ağzımdan. "Korhan? Kafam çok karıştı. Tehlikede misin?"

 

"Medyaya sadece küçük bir kısmı yansıdı bu olayın. Tahmin edersin ki her şey çok yüzeysel anlatılıyor haber sitelerinde. Sen de sadece o kısmı okudun. Evet bir kaza yaptım ve tamamen karşıdaki adamın kusurlu olduğu bir kazaydı. Ama onun safında olanlar buna inanmadı, inanmıyorlar. Çünkü öncesinde kendi çabalarımla kurduğum şirketimde o adam ve yüzünden türlü sıkıntılar yaşadım. Hal böyle olunca ve üstüne de bu kaza yaşanınca her şeyin suçlusunun ben olduğuma karar verdiler."

 

"Yok amına koyayım." Dilime hakim olamamıştım bir anda. Yerdeki bakışları bir anlığına beni buldu. Hafifçe öksürüp boğazını temizledi. "Yani kusura bakma ağzımdan kaçtı da. Çok saçma değil mi?"

 

"Tamamen öfkelerini kusacak yer arıyorlar."

 

"Suçlu olsan böyle dışarıda olmazsın zaten değil mi?" Hafifçe güldüm. "Çok saçma. Yani yazılanlara göre zaten ölen adam da pek iyi bir adam değilmiş. Kırmızı bültenle aranan bir mafya lideri olduğu yazıyordu haberlerde." Balca'nın bulduğu bir iki haber sitesinde birbirinin neredeyse aynısı haber yazıları vardı. Korhan hakkındaki de o kaza hakkındaki bilgiler neredeyse kısıtlıydı.

 

"Medyaya yasak gelmişti o dönemde. Ben çok hatırlamıyorum tabi. Uzun bir yoğun bakım sürecindeydim o zaman. Kendime geldiğimde beni dışarıda bekleyen bir sürü polis ve savcı vardı. Sonra olay aydınlatıldı. Karşı taraf kusurlu bulundu. Fakat dediğim gibi karşı taraf bu olayın intikamını almak istiyor. Hepsi bu."

 

"Baban da o yüzden böyle detaylı bir güvenlik önlemi alıyor. Yalnız adım atamamanın sebebi de bu."

 

"Evet." Derin bir nefes alıp ellerini birbirine kenetledi. Bakışlarımı bitmek üzere olan serumuma çevirdim. "Bu anlara şahit olduğun, bunları yaşadığın için özür dilerim." Bakışlarını bana kaldırmıyordu. Sesi sona doğru alçalmıştı. Sonrasında sustu. Sessizlik çöktü üzerimize.

 

"Eve gidelim mi? Çok sıkıldım. Sevmiyorum ben hastaneyi." dedim onu es geçip. Elimle koluma uzanan serum hortumunu oynuyordum bir yandan.

 

"Olmaz. Bugün doktor burada kalman gerektiğini söyledi. Ne olur ne olmaz diye."

 

"Ay bir şey olacağı yok. İyiyim ben. Basit bir alerji." Basit bir alerji dediğimin sonunda da gözümü hastanede açmıştım iyi mi? Kafasını iki yana salladı 'olmaz' der gibi. Bakışlarım benim kusmuğumun lekeler bıraktığı tişörtüne takıldı. Kendimden bir tık iğrenmedim değildi şimdi.

 

"Burada kalacağız Zühre."

 

"Hayır gitmek istiyorum." Kesinlikle 'hayır' dercesine kafasını iki yana salladığında dilimin ucuna gelen ve kendimin bile engele olamayacağı şeyleri söylemeye hazırlanıyordum ki kapı açıldı bir anda.

 

"Zühre kızım!" Nurdan hanım telaşla ulaştı yatağıma. "İyi misin!"

 

"Ah Zühre bizi ne kadar korkuttun!"

 

"He ya. Aklımız çıktı hastanede denilince."

 

Bu kalabalığın bir sonu olmayacak mıydı? Çünkü bir anda oda ana baba gününe dönmüştü. Işığı gören geliyor misali kapıyı açık bulan doluşmuştu içeri.

 

"İyiyim." dedim kalabalığın sesini bastırmak için ama pek beceremedim. Çünkü her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu.

 

"Anne, halalarım, yenge! Yeter!" Nihayet susmuşlardı Korhan'ın sesini duyup. "Niye geldiniz siz?"

 

"Hele sorduğu soruya bak? Niye gelmeyeyim oğlum? Gelinim hastanede." Nurdan hanım yanıma ne ara oturmuştu onu bile görmemiştim. Ellerim ellerinin arasındaydı.

 

"Kim haber verdi size?" ve sorduğu soruya cevap almış gibi de gerilen yüzünü Osman'a çevirdi. Bizim Kapı bakışlarını ondan kaçırarak diğer tarafa bakmaya başladı. Suçunu biliyordu.

 

"Ne oldu size? Neyi var gelinimin?"

 

"Bizi çok korkuttun kızım." Berivan hala, Diva hala, onların eşleri buradaydı. Hep bir ağızdan koro halinde 'geçmiş olsunlar' dökülüyordu.

 

"Zühre iyi. Ciddi bir şeyi yok."

 

"Emin misin oğlum? Hastanelere kadar gelmişsiniz. İyice baktırdınız mı?"

 

"Nurdan hanım." Dedim telaşla etrafına bakınan kadının elini kavrayıp. Endişe dolu bakışları bir anda bana çevrildi. "İyiyim. Korkulacak bir şeyim yok. Alerjik bir durum sadece. Hem çıkacağım zaten. Çıkacağız değil mi?" Son cümlemde bakışlarımı Korhan'a çevirmiştim. Ama o kafasını iki yana salladı 'olmaz' der gibi.

 

"Vallahi Zühre hiç içime sinmez bak. Hüsamettin beyi çağıralım o baksın ha? Böyle benim içime sinmeyecek yoksa."

 

"Korhan'ın doktoru Hüsamettin bey mi?" Sabah ellili yaşlarında gördüğümüz ama yaşına epey zıt bir çeviklikte ve fizikte olan adam gelmişti gözümün önüne. "Bakabilir." Dedim keyifli bir biçimde. O bakacaksa sorun yoktu. Hatta o bakacaksa ben hasta bile olabilirdim.

 

"Gözlem için tutacaklar Zühre'yi bu gece."

 

"İyi tamam. Ben evdekileri arayayım bana bir çanta hazırlasınlar. Ben kalırım bu gece burada." Nevide rakamda düzgün olan yastıkları daha da düzeltiyordu.

 

"Yenge ben kalırım sen zahmet etme. Ne dersin yenge ben kalayım?" Cümle içinde kullanılan ikinci 'yenge' bana hitaben söylenmişti.

 

"Ben kalırım. Siz gidin." Bir anda uğultuyla konuşan kalabalık susup Korhan'a çevirmişti bakışlarını.

 

"Sen?" dedi hepsine tercüme bir şekilde Nevide.

 

"Evet ben Nevide."

 

"Pardon ama ben burada kalmak istemiyorum. Hem kendimi iyi hissediyorum. Zaten serumum bitmek üzere. Eve götürseniz ya beni." Başımda kim kalacak kavgası yapmak yerine beni dinleselerdi ya azıcık.

 

"E kızım doktor kalsın demiş sana."

 

"İyiyim gerçekten. Hem ben hastanede kaldıkça kötü hissediyorum kendimi." Tekrar Nurdan hanımın ellerine uzandım. Yavru köpek misali bakışlar atıyordum bir yandan. "Vallahi iyiyim."

 

"Ama Zühre..."

 

"Tamam beni eve götürün siz. Hüsamettin bey gelip bakar. İçiniz rahat olur hem." Önce tereddüt edip Korhan'a çevirdi bakışlarını Nurdan hanım. Korhan'ın bir şey demediğini görünce gülümseyerek kafa salladı bana.

 

"Biz önden gidelim de sana yemekler hazırlayalım Zühre. Değil mi abla?" Dilva ve Berivan hala kendi ortaya attıkları fikirleri kendileri onaylayıp kapıya yöneldiler. Dilber hanım da ayaklandı arkalarından.

 

"Keçi sütü koymayın sakın hiçbir şeye." Korhan onlar çıkmadan uyarmıştı.

 

🐦

 

"Kızım..." Kollarını sıkı bir şekilde boynuma dolarken ellerim havada kalmıştı. Aşina olduğum sıcaklığına her nedense soğuk bir mesafe vardı. Ellerim bir müddet havada kaldı ama en sonunda dayanamayıp sarıldım. Özlemiştim babamı. Küçüklüğümdeki gibi çok özlemiştim ama bu daha başkaydı. Şimdi onunla aynı şehirde, aramızda kilometreler bile yokken daha çok nasıl özleyebiliyordum?

 

Boğazıma çöken ve kaburgalarımın altında biriken, Hamiş'in 'özlem' dediği şeyi yutkunmaya çalıştım.

 

"İyisin değil mi? Saklama sakın. Bir sıkıntın varsa saklama." İri parmaklarıyla önüme düşen uzun saçlarımı güzelce iteledi geri. Eskiden dizlerinin üzerine çöker yapardı bu hareketini. Şimdi ise aynı boyda olduğumuzdan gerek bile duymuyordu.

 

Büyümüştüm, onun boyuna gelmiştim ama bu boya gelene kadar sarılmalarım hep sayılıydı ona.

 

"İyiyim baba. Bir sıkıntım yok." İri kahvelerinde endişe vardı. Gözlerinin altındaki çizgiler artık daha da belirginleşmişti. "Gerçekten." Diye ekledim.

 

"Çok endişelendim duyunca. Niye dikkat etmiyorsun Zühre? Keçi sütü içtiğinde neler yaşadığını biliyorsun." Biliyordum. Vücudumun çektiği acıyı da biliyordum ama o bir şeyi bilmiyordu. Bilmeyecekti de.

 

On iki yaşındayken sırf bir gece daha fazla yanımda kalabilsin diye keçi sütü içtiğimi bilmiyordu. O gece bedenim acı çekerken kalbimde babam yanımda kalıyor diye bir ferahlama vardı. O küçük aklımla onu düşünüvermiştim ve işe yaramıştı.

 

Tüm gece hastanede elimi tutmuş, yanımdan bir dakika bile ayrılmamıştı.

 

Şimdi yan yanaydık ama eskisinden daha çok mesafe vardı aramızda.

 

"Unuttun mu küçükken başına geleni? Ne kadar çok acı çekmiştin o zaman."

 

"Unutur muyum?" dedim gülmeye çalışıp. Acılarım gülümsememe nasıl sığıyordu böyle?

 

"Söylesene kızım buradakilere de. Çevrende olan herkesin bilmesi lazım bunu. Allah korusun birinin dikkatsizliğine gelse, hastaneye yetişemesen. Ne olacaktı?" Son cümlesinde bakışlarını iki adım ötemizde duran Korhan'a çevirdi.

 

"Abla..." Kollarımı babamdan çekerken arkama dokunan ele döndüm. Bana 'abla' dedi diye babamın gözlerinin içi parlamıştı birden. "Geçmiş olsun."

 

"Teşekkür ederim." Sesim düz ve kuru çıkmıştı ona karşı. Yine mor ve tonları vardı üzerinde. Örgü yaptığı saçlarının ucuna garip tokalardan takmıştı.

 

"Çok geçmiş olsun Zühre." Hicran hanımın zarif sesi ulaştı kulağıma. Dikkatimi Zeynep'ten çekip ona çevirdim. "Çok korkuttun bizi."

 

"Teşekkür ederim." O kadına her baktığımda aynı çekingenliği yaşıyordum. Kolay kolay bir şeylerden çekinmeyen ben nedense o kadınla yüz yüze gelince yaşıyordum bunu. Dümdüzdüm ona karşı ama o sıcacık gülümsüyordu benim aksime.

 

"Biliyor musun sana çikolata aldım." Zeynep elimden tutup kendine doğru çekmiş, kulağıma fısıldamıştı. "Annem bana kızıyor ya babamla aldık. Merak etme bunda sana acerli yapacak sütten yok."

 

"Ne yapacak ne yapacak?" Söyleyememişti 'alerji' kelimesini. Güldüm hafifçe.

 

"Acerli."

 

"Alerji." Ben gülerken o parmaklarını uzatıp dudaklarıma bastırdı. Annesi duysun istemiyordu.

 

"Biz ablanı yalnız bırakalım mı artık? Dinlensin."

 

"Ama anne..." Zeynep'in yüzü düşüvermişti bir anda.

 

"Yine geliriz kızım. Hem ablan bize gelir belki."

 

"Aaa evet!" Sevinçle ellerini birbirine çarptı Zeynep. "Gelirsin değil mi? Yarından sonra benim doğum günüm! Sana onu diyecektim zaten! Gelirsin değil mi?"

 

"Evet Zühre. Hem ailecek bir yemek yiyelim hem de Zeynep'i mutlu edelim istiyoruz."

 

'Gelmek istemiyorum' diyemedim. Zeynep'in sevinçli ve meraklı sorgularını, Hicran hanımın istekli bakışlarını, babamın 'mutlaka gel kızım' deyişlerini geçiştirdim 'bilmem' diyerek.

 

Zeynep kusura bakmamalıydı ama sanırım gitmeyerek onun sevincini kursağında bırakacaktım.

 

"Ne hediye alacaksın kardeşine?" Açtığım pencerenin önünde gözlerim kapalı temiz havayı çekiyordum ciğerlerime. Aslında yorgun değildim ama ruhumda bir ağırlık vardı. Eğer o ağırlık olmasa karşıdaki ağaca varırdım çoktan.

 

"Bilmem." Omuzlarımı silktim umursamazca.

 

"Ne alınabilir ki?"

 

"Bu yaşıma kadar küçük bir kardeşim olmadı hiç. Sürpriz yumurtadan çıktı o bana." Bence sen sürpriz yumurtadan çıktın Zühre ama yine de sen bilirsin.

 

"Bir düşünmek lazım." Sandalyesini bana doğru ilerletiyordu. Sesinden anlamıştım.

 

"Sen benim yerime düşünür müsün? Hiç düşünesim yok." Beynimde süzülmeyen mercimekler dolaşırken yanından geçip sırt üstü resmen attım yatağa kendimi.

 

"Dinlenmek istersin sen. Ben çıkayım."

 

"Yoo kal." Gözlerimi bomboş duvarları gibi bomboş olan tavana çevirdim. O sırada kapı çalındı. Daha ben yataktan doğrulmadan da açıldı. önde Tahir ağa arkasında Osman dikiliyordu.

 

"Geçmiş olsun." Soğuk ve düz bakışları benim üzerimdeyken kendimi toparlayıp ayağa kalktım.

 

"Teşekkür ederim." Dedim sesimi onun gibi düz tutmaya çalışıp.

 

"Doktorunla konuştum. Bir sıkıntın olmadığını söyledi. Dikkat etmen gerekiyormuş." Ellerini pahalı ve üzerine göre dikilmiş gri takımının cebine attı. Çenesi dik bir şekilde üstten bakıyordu bize.

 

"Evet." Herkes hastaneye doluşurken o gelmemişti bir tek. Gerçi biz de eksikliğini pek aramamıştık.

 

"Ayrıca kamyonetin sahibi senden şikayetçi olmuş."

 

"Kamyonetin sahibi mi?" Şaşkınca dökülmüştü kelimeler ağzımdan. Acele bir şekilde bakışlarımı Korhan'a çevirdim. Onun da benden farkı yoktu.

 

"Evet. Çaldığın kamyonetin sahibi."

 

"Şey..." Bir şey demem gerekiyordu fakat bir türlü diyemiyordum. Tıkanmış gibiydim.

 

"Çaldığın kamyonetle oğlumu da kaçırdın ya. Onu diyorum gelin hanım." Sesi bizim sessizliğimize bir balyoz darbesi olup çarptı. Bir şey dememizi bekliyordu.

 

"Baba!"

 

"Ay sanki elin adamını kaçırdım. Kocamı kaçırdım Tahir ağa." Hiç düşünmeden ağzımdan dökülen şeylerin pişmanlığı da anında çarpmıştı yüzüme. Ama demiştik bir kere. Gülmemek için dudaklarını ısıran Korhan da öylece bakıyordu babası gibi.

 

"Yahu siz adamı delirtecek misiniz! Hastaneden insan kaçırmak ne!" Ellerini bir hışım cebinden çıkardı ve havada salladı.

 

"Sakin mi olsan baba?" Sakin olamayan birine sakin mi olsan demek daha da sinirlenmesine sebep olurdu. Kendimden biliyordum.

 

"Sakin olayım öyle mi? Sakin olayım?" Dişlerinin arasından konuşuyordu Tahir ağa. Ben de onun gibi dik durmaya çalıştım. Çenemi yukarı kaldırdım. Ellerimle saçlarımı geri savurdum. "Biz yıllardır seni hastaneye gitmeye ikna edememişken gitmek istiyor diye seviniyoruz. Ama karısı gelip onu hastaneden kaçırıyor!"

 

"Yabancı değil en azından. Karım." Bu sefer gülmemek için dişlerimi ben bastırdım dudaklarıma.

 

"Siz resmen dalga geçiyorsunuz benimle! Kendinize gelin! Hadi bunlar iki deli! Peki sen Osman! Biz sana güvenemeyecek miyiz! Oğlum koskoca iki insanı nasıl kaçırırsın sen hastaneden ya!" Alev saçılan bakışları hızla Osman'a çevrildi. Bir şey diyecek oldu Osman ama ağzını dahi açmadı bu öfke karşısında. "Gözünden nasıl kaçar bu! Delireceğim!"

 

"Be-be-ben..." Kekeledi sadece. Koskoca kapı gibi adamı bile muma çevirmişti Tahir ağa.

 

"Bak baba."

 

"Yahu gelin hanım! Seni biz oraya kocana göz kulak olacaksın diye gönderdik! Sen gidiyorsun diye izin verdik! Ama senin yaptığına bak!"

 

"Bağırma Zühre'ye! Kendim gitmek istedim ben! Bilmiyor musun bana istemediğim hiçbir şeyi yaptıramayacağını! Öğrenemedin mi! Hastaneye de sırf bunu gör diye gittim! Ve istemediğim bir şeyden nasıl kaçtığımı da gör istedim! Ne Zühre'nin ne de bir başkasının suçu yok! Ayrıca ona bağıramazsın!" Şaşkın bakışlarım donup kalmıştı onun üzerinde.

 

"Öyle mi! Sırf kız kardeşini kurtarmak için öylesine yaptığın bu evlilikteki karınla birlik olup bana kafa tutuyorsunuz öyle mi?"

 

"Öylesine değil baba! Ayrıca Zühre'nin dinlenmesi lazım. Yalnız bırakır mısın bizi?" Tahir ağanın soğuk ve keskin bakışlarına anlık bir gölge düşürmüştü kendi gibi keskin konuşan oğlunun sözleri.

 

"Konağın kapısını kilitle ve sakın ayrılma. Çıranı yakmak için başka sebep verme bana Osman! Bunu bari düzgün yap!" Osman'ın geniş omzuna sert bir biçimde parmağını vurup hızlıca çıktı odadan.

 

Bakakalmıştık ikimizde.

 

"Bizi eve mi kilitledi o?" dedim şaşkın şaşkın. Benim şaşkınlığımın aksine sinir soluyordu Korhan.

 

Babasına benziyordu. Hem de öyle çok benziyordu ki buna emin olmuştum o an.

 

"Adam her şeye laf sokup gitti." Sinir gülmesi gelmişti bana da. Delirme çizgimin üzerinde dikkatsiz adımlar atarken gülmelerimi kontrol edemiyordum. "Oha ya." Kahkaha attım. "Kardeşin için evlendin dedi bir de. Müneccim mübarek." Gülmem şiddetlenmişti. "Sen de az değilsin. Ben istemediğim sürece hastanede kalmam diye nasıl meydan okudun ama."

 

"Ben istemediğim hiçbir şeyi yapmam Zühre. Kimse bana benim istemediğim bir şeyi yaptıramaz. Ne kız kardeşim, ne annem ne babam ne de başkası. İstemediğim hiçbir şeyi yapmam." Kesin ve net bir biçimde kestirdi attı. İstemediğim bir şeyi yapmam dedi Zühre...

 

Sandalyesiyle pencerenin önüne ilerleyip durdu. Üzerinde halen benim kusmuklu tişörtüm vardı. Evin kalabalığından değiştirme fırsatı bile bulmamıştı.

 

Bakışlarım açık kapının önünde dikilen Osman'a çevrildi.

 

"Sen ciddi ciddi gittin kapıyı mı kilitledin Kapı!" Delirme çizgimi geçmiştim ve artık sataşacak yer arıyordum. Şanslımız Osman'dı ne yazık ki.

 

"Tahir ağam öyle emretti yenge."

 

"Sikerim böyle emri! Hangi çağdayız be biz! Eve kitlemek ne! Oldu olacak size akşam yemeği de yok deseydi! Ne bekliyor bizden! Kapı arkasına çöküp ağlamamızı falan mı!" Sinirli adımlarımı pat pat vurarak evin kapısına vardım. Kolu indirdim ama açılmadım. Zorladım, çektim tekmeledim.

 

Kilitlemişti.

 

"Sikeceğim ama!" dedim bağırarak.

 

"Gerçekten Osman kilitledin mi yani?" Ben sinirle kapının önünde solurken Korhan ve Osman da çıkmıştı odadan dışarı.

 

"Tahir ağam emretti abi. Ben ne yapayım." El mecburmuş gibi omuz silkti mahcup bir şekilde.

 

"Yapma Osman. Dinleme babamı."

 

"Ama abi."

 

"Aç kapıyı Osman."

 

"Vallahi açamam abi. Yakar çıramı. Sizde duydunuz. Kusura bakmayın." Kusura bakılacak yeri geçmiştik çoktan.

 

"Yazdım bunu bir yere Kapı." Geniş omzuna sertçe vurup geri içeri girdim. Yatağın üzerine oturup bağdaş kurarken ölümcül bakışlar atıyordum kapıda duran Osman'a. Ben pencereden kaçardım kaçmasına da Korhan'ı da bırakamazdım arkamda. "Var ya Kapı geliyor bedduaların en büyüğü kolla kendini! Ulan sizin yaptığınız, yapacağınız işe ben sokayım e mi! Senin bu emir aldığın şeyler dışında yapmadığın her şey düğüm düğüm olsun inşallah kursağında! İnşallah tam bir şey lazım olduğunda seni de kilitlerler de kara kara odalara görüsün gününü! İnşallah çıra niyetine seni yakarlar Allah'ın kapısı!"

 

Nefessiz kalmıştım ardı arkasına ettiğim beddualardan ötürü.

 

"Uraz nerede?" dedi Korhan tuhaf bakışlarını benden çekip.

 

"Hiç görmedim bugün."

 

"İnşallah kötü şeyler görür hep gözlerin." Hızımı alamıyordum artık. Bana oralı olmayıp kafasını Korhan'dan yana çevirdi Kapı.

 

Kaç dakika geçti sayamadım ama bir süre sonra iyice sıkılıp kendimi yerdeki halının üzerinde uzanırken bulmuştum. Boş duvarları, boş tavanı izlemekten gına gelmişti. Sonra aklımda aydınlanan ampülle aniden yerimde doğruldum.

 

"Bir şey mi oldu Zühre?" Korhan da en az benim kadar sıkılmış bir ifadeyle dışarıyı izlerken bana döndü.

 

"Sıkıldım. Ne olabilir ki! Çok sıkıldım. Yapacak bir şey de yok. Sağolsun bu Kapı telefonlarımızı da aldı. Ne yapayım sıkıldım."

 

"Gerçekten Osman. Hem babam hem sen. Kusura bakma ama bokunu çıkardınız. Çocuk muyuz biz?" Ama Osman'ın ikna olacağı yoktu. Dakikalardır öylece dikiliyordu kapının eşiğinde.

 

"Madem telefonumuzu aldınız. Kendi telefonundan bize şarkı aç." Ayağa fırlayıp ellerimi belime koydum.

 

"Şarkı mı?"

 

"Evet Kapı! Çok sıkıldım. Ayrıca ben hastaneden geldim. Gördüğüm şu muameleye bak! Aç!" İcazet almak için Korhan'a baktı. Komut almadan hareket edemeyen K9 köpekleri gibiydi. Yakışıklı bir köpek...

 

"Aç Osman!" dedi o da bıkkınca. O da sıkılmıştı. Beni takmıyordu zaten.

 

"Ne açayım yenge?" Telefonu katiyen bana vermeyeceğini biliyordum. O yüzden ben de sinsi planımı onun üzerinden devreye sokacaktım. Bakışlarım belindeki kemerde takılı olan anahtarlardaydı.

 

(Mahmut Tuncer Lo Lo dinleyebilirsin)

 

Sinsice gülümsedim ona doğru. "Mahmut Tuncer aç. Lo lo." Anlamayarak baktı ama el mecbur açmak zorunda kaldı. 'Sen ciddi misin' diyemiyordu ama bakışları ele veriyordu kendini. Melodi duyulmaya başladığında sesini açsın diye elimle işaret ettim.

 

"Cabin crews! Captain is speaking!" Büyük bir kahkahayla ezbere bildiğim sözleri söylerken ikisi de 'Allah'ın manyağı' der gibi bakıyordu bana. İşaret parmağımı havalıymış gibi Korhan'a doğru çevirdim. "I'm ready for halay. And you?" Kafasını 'çattık' der gibi iki yanına salladı.

 

Hızımı alamayıp gittim ve Osman'ın elini tuttum. Muhteşem melodi odaya dolarken tuhaf bakışlarını bir eline bir de bana çevirdi. "Evet efendim. Mantık sizi A noktasından B noktasına, halay ise her yere!"

 

"Yenge ne olursun yapma. Kurban olayım."

 

"Aaa Kapı! Canım sıkılıyor. Geçmesi lazım bu sıkıntının. Hem ne demiş Mahmut Tuncer; bana bir mendil verin dünyayı sallayım. Mendilim yok ama benimle halay çekeceksin! Yoksa dünyayı değil seni sallarım! Mecbursun!" Şarkı bir yanda çalarken ben de deli gibi zıplıyordum. Kolunu kopartırcasına da Osman'ın kolunu çekiştiriyordum.

 

"Ezme ile süzme ile lo lo! Yar bulunmaz gezme ile lo lo!" Korhan artık bu deli halime daha fazla katlanamayıp eliyle alnını sıvazlıyordu. Allah'tan benimle gerçekten evli değildi.

 

"Yenge bırak beni kurbanın olayım."

 

"Mezarımı kızlar kazsın lo lo! Altın saplı kazma ile lo lo! Senin mezarını en güzel kızlara kazdıracağım Kapı! Merak etme!" Sarhoş gibi bir o yana bir bu savrulurken onlar kayıtsız bir şekilde beni izliyordu. Sarhoş değildim ama kafam her an güzeldi benim.

 

"Lo lo siye kurban ola lo lo! Bu can siye hayran ola lo lo!" Osman'ın diğer elini de kavrayıp odanın ortasına çekiştirmeye başladım. "Hadi Osman! Oturmaya mı geldik!"

 

"Abi kurban olayım bir şey yap! Yenge ne olursun ya!"

 

"Sen istedin bunu Osman." Korhan gülerek bakıyordu bize.

 

"Lo lo siye kurban ola lo lo! Bu can siye hayran ola lo lo!"

 

"Vallahi yenge kusura bakma. Ben dayanamayacağım." Ellerini elimden kurtardı nihayet.

 

"Ne biçim Urfalısın sen? Halay yok bir şey yok. Çok ayıp." Benim bile Urfalı damarım kabarmıştı halay müziğini duyunca. İnsan toprağına çeker dedikleri buydu sanırım.

 

"Ben bir su içeyim." dedi gerisin geri odadan çıkarken. Telefonunu da kapatmıştı. Fazla gerilmişti.

 

"Dayanamadı sana." Korhan'ın yüz kasları çalışırken ben de ona doğru döndüm keyifli bir gülümsemeyle. Elimdeki anahtarları havaya kaldırıp gülümsedim. "Ne ara aldın sen onu?"

 

"Sen şu sahte karını ne sanıyorsun?" dedim keyifle. "Hadi gel seni şu esaretten kurtarayım."

 

"Halay falan bahaneydi yani?" Gülerek peşimden gelirken ben hızlıca kapıyı açtım. Osman elindeki bardakla bir hışım çıkmıştı mutfaktan.

 

"Bak Kapı!" dedim ona doğru. Kapıyı geri doğru iyice açıp çarptım. "Beni bir yere kapatamazsınız! Kapatırsanız kaçarım. Ha kaçamazsam da kapatana dünyayı dar ederim." Korhan'a yol verip gülümseyerek çıktım dışarı.

 

"Tahir ağa! Gelinin bir kez daha kaçırıyor kocasını!" dedim avluda bağırarak. Çevredeki korumalar da çalışanlar da şaşkınca bakıyordu bize. Elimdeki anahtarları da sertçe Osman'ın göğsüne attım. "Bir dahaki sefere anahtarlara da dikkat edersin!"

 

🐦

 

Balca'nın grupta destan destan yazdığı mesajları okurken Günce'nin ettiği küfürle gülmeye başladım. 'Sokacağım senin aşkına' yazıp noktalamıştı konuşmayı. Balca yeni başladığı bir merkezdeki plates hocasına aşık olmuştu. Dünden beri ne var ne yoksa konuşmuşlar ve bundan zerre bıkmamışlardı.

 

Elimle alnımı kaşıdım. Kafamı yataktan yere doğru sarkıttığım ve dakikalardır böyle durduğum için tüm kanım beynimde toplanmıştı. Belki de az sonra beynim 'bana müsaade' deyip akardı burun deliklerimden. O sırada telefon melodisi doldu kulaklarıma.

 

"Korhan telefonun çalıyor!" dedim bağırarak. Sesim baş aşağı durduğum için garip çıkmıştı. Ama o da su sesinden beni duymamıştı. "Korhan telefon!"

 

"Sen bakar mısın?" dedi içeriden. Kendimi toparlamaya çalışırken dengemi kaybedip yuvarlanmıştım yere. Halıya da, yatağa da, telefona da bir tur sövdükten sonra kendimi toplayıp masanın üzerinde duran telefona dizlerimin üzerinde vardım.

 

'Kargocu' yazıyordu ekranda.

 

"Kim kargocuyu kaydeder ki telefonuna?" dedim gülerek. Ama o tam bir düzen hastası olarak bunu yapmış olabilirdi. Çağrıyı yanıtlayıp kulağıma götürdüm. Daha ben 'alo' diyemeden sabırsız kargocu benden önce davrandı.

 

"Kargonuz teslim edildi Korhan bey." Çat diye de kapadı telefonu.

 

"Kimmiş?" dedi elindeki siyah havluyla saçlarını kurulayarak banyodan çıkan Korhan. Uraz şehir dışında olduğundan o duştayken benim burada beklememi tembih etmişti Nurdan hanım. 'Hani kızım zaten buradasın da, dikkat et olur mu?' diye de eklemişti.

 

"Kargocu. Kargon teslim edilmiş." dedim telefonu geri yerine bırakıp.

 

"E sen giyinmemişsin. Geç kalırız ama."

 

"Sen de ne meraklısın doğum gününe gitmeye." Gidip yatağın üzerine bağdaş kurup oturdum.

 

"Sen de hiç meraklı değilsin kardeşinin doğum gününe." Eliyle siyah polo yaka tişörtünün yakalarını düzeltip sandalyesini bana doğru getirdi.

 

"Ne meraklı olacağım be? Sanki birkaç aya kadar kardeşim vardı da. Ayrıca sen Gülnare 'Lütfen abi' dedi diye gitmiyor musun? Yoksa gitmezdin." Ağlasal Gülnare'nin taklidini yaptım bir yandan.

 

"Evet gitmezdim. Ama sen de biliyorsun. Hamile olduğunu söyleyecek herkese." Nihayet sır gibi saklanan bebek o gün duyurulacaktı herkese.

 

"Yeterli zaman geçti demek ki." Dedim alayla yerimden kalkıp. Gidip dolaptan mavi elbiseyi alıp yatağa fırlattım. Bir şey demedi. Diyecek oldukları sessizliğin içine gömülüp gitti.

 

"Ne iyi ettiniz gelmekle. Vallahi bizi çok mutlu ettiniz." Bu sefer benim hala takımımdan biri girmişti söz ama adını hatırlayamıyordum bir türlü. Her yerde maşallah hala çok olduğundan akılda tutmak da pek kolay olmuyordu.

 

"Hele torunum iyisin değil? Yoktur bir yaramazlık?" Nenem beni kendi yanına oturtmuştu. İri yeşil bir yüzüğün süslediği elini samimi bir biçimde dizimin üzerine bıraktı. Bu daha çok 'himayem altındasın' demek gibi bir şeydi.

 

"İyiyim. Yaramazlık da yok." En kibar en sakin halimle gülümsedim ona doğru. Bakışlarım ara ara abimin yanında oturan ve bir yandan da tırnaklarını kemiren Gülnare'ye kayıyordu. Daha müjdeli haberi verememişlerdi.

 

"Hele bu kêçê sana bir yamuk daha yapmıyor?" Kulağıma doğru eğildi. "Yapıyorsa vurayım alnının çatından." Sesini sadece ben ve hemen yanımda oturan Korhan duymuştu.

 

"Yok yapmıyor." dedim hafifçe gülerek.

 

"Sen yine de ilk bana de. Diğerleri korkak vuramazlar. Ben acımam. Arkanda ben varım bilesin." Bende çekingen bir tavırla elimi onun elinin üzerine bıraktım. Bundan birkaç ay önce Müge Anlı bile gelse ağzı açık izleyecek olduğu bu tablo normal gözüküyordu en azından. Şimdi gelse şaşırmazdı belki mesela.

 

"Evet çok iyi oldu. Bizi memnun ettiniz Tahir ağa." Babam elindeki fincanı dikkatle önündeki sehpaya bırakırken bizim iki katlı evimizin en az üç katı olan salonda dolaştı bakışlarım. Yıllardır içine girmediğim 'Hanoğlu' konağı beni o akşam kızı olarak misafir ediyordu.

 

"En nihayetinde bir aile olduk biz Cahit ağa. Çocuklarımızın saadeti ve mutluluğu üzerine bir aile olduk." 'Hangi aile' diye ortaya atlasam ne kadar komik olurdum mesela. Nenemin elimi sıkmasıyla daldığım yerden çıkardım kendimi.

 

"Sohbetimiz çok iyi ama Zeynep sabırsızlanıyor. Ablası da buradayken pastasını üflemek istiyor." Hicran hanım başındaki koyu yeşil şalını düzeltirken tek tek üzerimizde dolaşmıştı bakışları. "Zühre yardım eder misin?" Gülümseyerek bana bakarken ben de ne yapacağımı bilemeden herkese bakmış sonra da ayağa kalkmıştım. Mavi elbisemin eteklerini düzeltip Hicran hanımın peşinden mutfağa ilerledim. "Mumları yakayım, sen pastayı getir olur mu? Senin getirmeni istedi özellikle."

 

Elindeki çakmakla mor iki katlı pastanın üzerindeki mumların yanışını izledim itiraz etmeden. 'Bana ne' diyebilirdim, demedim. 'Ben ne anlarım' diyebilirdim. Onu da demedim. Mumları yakılan pastayı dikkatle içeri götürdüm.

 

Doğum günlerini sevmiyordum.

 

Herkes masanın etrafında toplanmışken ortalarında büyük bir gülüşle bir bana bir de elimdeki pastaya bakan Zeynep'e kaydı bakışlarım. Kardeşime. Küçük kız kardeşime...

 

Hemen arkasında dikilen abime baktım sonra. En son babama kaydı bakışlarım. 'iyi ki doğdun Zeynep' nidaları doldururken ne elime ağır gelen pastayı ne de bu kadar insanı düşünüyordum. Kaburgalarımın altında bir baloncuk vardı ama bu her zaman hissettiklerimden biraz farklıydı.

 

"Abla hadi beraber üfleyelim. Seninle üflemek istiyorum." Zeynep sevinçle koluma asıldı. Dikkatle pastayı bıraktıktan sonra geri çekilmek istedim, 'olmaz kendin üfle' demek istedim ama yapamadım. Engel olamadım bana içten bakan küçük sıçana.

 

Onunla birlikte üfledim pastada yanan mumları.

 

"İyi ki ablam olduğun için teşekkür ettim Allah'a. Bir de hiç ayrılmayalım dedim." Kulağıma doğru fısıldadı. Kollarını belime sıkıca dolarken öylece bakakalmıştım.

 

"Biz de bu güzel günde bir haber verelim istiyoruz size." Nihayet girmişti abim söze. Herkes buradayken aradan çıkarıvereceklerdi şu 'sır' gibi saklanan bebeği. Zaten biraz daha saklamaya kalkarlarsa çocuk kendi gelip haber verecekti. "Biz bir bebek bekliyoruz." Sevgi dolu bakışlarını elini sıkıca tuttuğu Gülnare'nin yüzüne çevirdi.

 

Herkesten sevinç nidaları koparken bir adımda çekildim aralarından. Ve Gülnare hiçbirimizi şaşırtmayarak göz yaşlarını akıttı yine.

 

"Şaşırdık mı? Ağlıyor bizim ağlasal." Herkes sevinçle onları tebrik ederken ben Korhan'ın yanına kaçmıştım.

 

"Şaşırtmadı." Gülümseyerek bakıyordu kardeşine.

 

Ne tebrik faslında ne de toplu fotoğraf çekiminde katılmak istememiştim ama Zeynep'in ısrarlarıyla samimiyetsiz iki gülüş atıp kaçmıştım kameraya doğru.

 

İçimde tuhaf bir eksiklik vardı. Ne aile fotoğrafında ne de bu masada bir yerim varmış gibi geliyordu bana.

 

Doğum günlerini sevmiyordum. Zaten hemen hepsinde annem yoktu çoğunda da babam. Bu yüzden midir bilinmez kimin doğum günü olursa olsun sevmiyordum.

 

Zeynep'in şen kahkahaları, kameraya verdiği tatlı pozlarını bile tahammül edemiyordum.

 

Ama içime en çok dokunan babamın Zeynep'in saçlarına kondurduğu öpücükler olmuştu. Elim gayriihtiyari kendi saçlarımı buldu. Belki de en büyük eksiliğim buydu benim.

 

(Barış Diri Derinden dinleyerek okuyabilirsin)

 

Babamın saçlarıma bırakmayı unuttuğu öpücükler...

 

Kapının eşiğindeki 9 yaşındaki Zühre'yle göz göze geldim.

 

"İyi misin Zühre?" Korhan'ın sesiyle geldim kendime. Elimi yavaşça çektim saçlarımdan. Hafifçe gülümsedim. Her şeyi sığdırmaya çalıştım bu gülümsemeye.

 

"Eve gidebilir miyiz?" dedim yavaşça. İtiraz etmedi. Bir şey sormadı.

 

Eve gelir gelmez kendimi direk yatak odasına attım. Kapıyı da sertçe çarpmıştım. Kaburgalarıma dar gelen bu baloncuğu geçirmem gerekiyordu. Göz pınarlarımı yakan yaşlar akmıyordu da içime içime aktığından deliriyor gibi oluyordum.

 

Sertçe yatağın üzerinden çektim yorganı, örtüyü ne varsa.

 

'Eve düşen yıldırım bu'. Belki de ta o yaşımdan beri haklıydı Hacer teyze. Ait değildim oraya, buraya ve vardığım her yere. Fazlaydım...

 

Öfkeden gözüm dönmüştü.

 

Kullanmamı bekledikleri eşyalarla dolu olan makyaj masasındaki eşyaları sinirle yere çarptım. Hiçbirine el bile sürmemiştim. Pahalı parfüm şişeleri, kremler büyük bir gürültüyle yerle bir olmuştu.

 

Hızımı alamayıp yatağın yanındaki baş ucu lambasını karşı duvara fırlattım.

 

"Nefret ediyorum her şeyden!"

 

Nefret etmekten daha çok tiksiniyordum.

 

Vurdum, kırdım, parçaladım...

 

Çığlıklarım, haykırışlarım yankılandı boş duvarlarda.

 

En son kendimi dolaptaki elbiseleri parçalarken buldum. Ama ne yapsam da geçmiyordu öfkem. Engel olamıyordum içimde patlayan volkana.

 

Gözlerim dolabın en üstünde duran kavanoza takıldı. Anneme...

 

Titreyen parmaklarımla kavanozu alıp çöküverdim yere. Tüm gücüm buraya kadardı. Tüm öfkem buraya kadar.

 

"Nefret ediyorum anne her şeyden... Neden yaptığımı bilmediğim bu şeyden bile nefret ediyorum..." Kavanoz sanki beni sıkıca sarabilecekmiş gibi sarıldım.

 

Öfkem nefretim dinmemişti ama gücüm bitmişti.

 

Kavanozumu sıkı sıkı tutup çıktım enkaza çevirdiğim odadan. Hemen karşıdaki kapıya varıp belli belirsiz çaldım. Beklemeden de girdim içeri.

 

"Bu gece burada kalabilir miyim?" Sesim cılız ve pürüzlüydü. Bir şey demeden kafasıyla onayladı beni. Bacaklarını örten örtünün kenarını açtı benim için.

 

Sırtım ona dönük şekilde kıvrıldım yatağa. Kavanozu kucağıma alıp cenin pozisyonu aldım. O da yavaşça örttü üzerimi. Işıkları kapattı.

 

Sormadı, sorgulamadı, iyi misin bile demedi. Düzensiz nefesleri duyuluyordu bir tek.

 

"Doğum günlerinden nefret ediyorum." Dedim kısık sesimle. Bağırmaktan boğazım tahriş olmuştu.

 

"Niye?" geldiğimden beri ilk defa konuştu.

 

"Yeni yaşları sevmiyorum. Kim olursa olsun. Bana hep eksik hissettiriyor." Bir şey demedi. Zaten ben de demesini beklemedim. Kavanozuma sarıldım sıkı sıkı.

 

"İnsanların saçlarına dokunmadan saçlarını acıtabilir misin?" Üzerimizde dışarıdan vuran bahçe lambalarının ışıkları dolaşıyordu.

 

"Sanmam. Saç diplerindeki sinirleri uyarmam gerekir." Yutkundum zar zor.

 

"Benim bu gece saçlarım o kadar acıdı ki. Babam benim saçlarımı hiç öpmedi biliyor musun?" Kıskanmıştım Zeynep'i. O an onun dünyanın en şanslı insanı olduğunu düşünmüştüm. Küçük bir çocuk gibi kıskanmıştım onu. "Bana hep sarıldı ama saçlarımı hiç öpmedi. Saçlarım çok acıdı." Elimle biraz daha sıktım annemin sığdığı kavanozu. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım ama beceremiyordum.

 

Sıcak parmakları usulca saçlarıma değdi. Gayriihtiyari kapandı gözlerim. Sonra sıcak dudaklarını hissettim saçlarımın arasında.

 

"Geçti mi?" Burnu halen saçlarımın arasındaydı. Geçmemişti. Ama yalan söyledim.

 

"Geçti..."

 

🐦

 

B Ö L Ü M S O N U

 

Nasıl buldunuz bölümü??

 

Sizce ne olacak bundan sonra??

 

Beni buradan, instagramdan ve TikTok'tan takip edip duyurulara ve editlere ulaşabilirsin.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın

Sizi seviyorum Allah'a emanet olun ❤️

Loading...
0%