Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Bir Çuval Et

@seydnrgrsu

'BİR ÇUVAL ET'

 

'İnsan dediğin bir çuval etten mi ibaret?'

 

'Geçmiş öyle bir sızıdır ki bende, hatırladıkça hâlâ sızlar burnumun direği'

 

 

Kahraman Deniz-Garezi Var

 

 

MERHABA HOŞGELDİNİZ

 

YAZARINIZ HALEN BİR ÖĞRENCİ OLDUĞUNDAN SINAVA HAZIRLANIYOR VE BU YÜZDEN BÖLÜMLER ARASI UZUYOR. LÜTFEN KUSURA BAKMAYIN

 

 

BİR DE BÖLÜMLERE YORUMLAR AZ GELİYOR YA CİDDEN HEVESİM KAÇIYOR BİLESİNİİİİZZZ

 

 

 

 

BENİ BURADAN (seydnrgrsu) instagramdan ve Tiktok'tan takip edip editlere, yorumlara ve duyurulara ulaşabilirsin.

 

 

 

 

Neyse, beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın olur mu? lütfen gelin her satıra aydınlatın yıldızı.

 

 

🐦

 

 

Bazı gülümsemeler buruktur. Bazı sevinçler yarım.

 

Bazı ağlamalar çoktur ve bazı vedalar zamansız.

 

Hayatımdaki her şey yarım, yamalı ve zamansızdı.

 

Başladığım hiçbir işi bitiremezdim. Başladığım hiçbir şarkıyı tam dinlemedim. Kurduğum her hayalime erişemedim ve okuduğum her kitabı yarım bırakırdım.

 

'Eserekli' derdi Hamiş. Her işi yarım yamalak yaptığımdan demişti bunu bana. Ona göre her şeye 'esip geçiyordum'. Sinirimde, isteklerimde, sevgimde ve kinimde.

 

Başladığım hiçbir şeyin sonunu getiremeyen ben hep de yarım bırakılmıştım. Her şeyim vardı ama hiçbir şeyim yoktu bu hayatta. Belki de tüm Serçe Kuşlarının kaderiydi bu.

 

Daha fazla yarım kalmak istemiyordum. Daha fazla yarım bırakılmak istemiyordum.

 

Zaten annem bırakmıştı yarım. Başkasına tahammülüm yoktu. İşte bu yüzden de bir insanın hayatı söz konusu olduğunda her şeyi bir kenara bırakıyordum.

 

Ölümden nefret ediyordum. Konuşulmasına tahammülüm yokken ihtimaline kafa yormak bile istemiyordum.

 

"Hadi yine iyisin yırttın kefeni." dedim abime doğru gülerek. Burnundaki küçük boru gülümsemesine bir acıyla engel oldu.

 

Yoğun bakımdan çıkarılmış, normal odadaki ikinci günüydü. Tüm tehlikeleri atlatmış, her şeyi normale dönmüştü ama tek başına nefes alamıyordu.

 

"Güldürme Serçe Kuşu." Sesi sanki kendisine dublaj yapılıyormuş gibiydi.

 

"Ne ama öyle değil mi? Azrail'i doksan artı ikide yenmedin mi sen?"

 

"Serçe Kuşu!" Beni uyarmak için sesini yükseltmek istedi ama can acısıyla sustu. Hafifçe omuz silkerken ellerimi arkamda birleştirip monitörde akan yeşil çizgilere anlam yüklemeye çalışıyordum. Allah sağlık alanında çalışan herkese kolaylık versindi. Her bir çizginin anlamını bilmek öyle herkesin harcı değildi. Her şeye ayrı bir isim, her isme ayrı bir değer aralığı veriyorlardı.

 

"İyi ki beyaz ışığa gitmedin. Sahi beyaz ışık gerçek mi ya?" Ciddi bir şekilde ona döndürdüm bedenimi. Acaba gerçekten Azrail beyaz ışıklı sis kümesinin içinden mi geliyordu?

 

"Gerçekten buna inanıyor musun Serçe Kuşu?" Tam üç kere kesik kesik öksürdü. Uzun cümleler kuramıyordu.

 

"Bilmem. Ben Hamiş'in Beşinci Boyut, Sırlar Dünyası dizileri ile büyümüş insanım. Ben hâlâ Azrail'i o bulut üstünde bekleyen dede olarak hayal ediyorum." Gerçekten Allah bizim nesle akıl fikir vermeliydi. Bizim psikolojimiz öyle bir günde bozulmamıştı işte.

 

"Zühre!" Dublajlı sesiyle ciddi bir şekilde uyardı ama gülmemek için zorluyordu kendini. Tekrar öksürünce Gülnare telaşla ona doğru eğildi.

 

"Su ister misin?" dedi cılız bir sesle. Suyu pipetle içiyordu. İnsan öyle su içtiğini nasıl anlardı ben anlayamıyordum. Abimin cevap vermesini beklemeden bardağa yeni açtığı şişeden biraz su koydu ve cam pipetlerden birini içine attı.

 

"Yok güzelim..." dedi kesik kesik. Kendimden habersiz hafifçe burnum kırışmıştı onlara bakarken. Eğer burada Berivan hala ya da Dilva hala olsa ağızlarının suyunu tutamaya tutamaya bakarlardı bu manzaraya.

 

Abim içmeyi reddedince sevimli bir şekilde tebessüm eden Gülnare bir adım geri çekildi. Çok şükür göz yaşları dinmişti artık. Göz yaşı dökmeyeli tam tamına dört saatten fazla olmuştu. Dört saattir hastanedeyiz Züh...

 

Göz yaşı dökmediği zamanlarda tatlı kızdı. Dilva halanın dediğine göre hamilelik onu daha da güzelleştirmişti. Onun hakkında tam iki dakikadır güzel düşündüğüm için silkinmeli ve kendime gelmeliydim. Öyle de yaptım.

 

Abim serum takılı eline aldırmadan uzanıp parmaklarını Gülnare'nin yanağına koydu ve usulca okşamaya başladı. Arka fonda çalan pembe dizi müziğini nasıl sustururdum bilmiyorum ama kusarak engel olabileceğime emindim. Kusmamak için uzanıp Gülnare'nin elindeki bardağı aldım ve pipetten suyu höpürdeterek içmeye başladım. Benim varlığımı hatırlamış olacaklar ki ikisi de geri çekildi.

 

"Oh. Su gibi aziz ol ağlasal." Yatağın diğer tarafına dolaşırken abimin bakışları benim üzerimdeydi. "Ne zaman bakacak doktor bir şey dedi mi?" hafifçe omuz silkip abime oralı olmadan bakışlarımı Gülnare'nin üzerinde sabitledim.

 

"Şimdiye gelmiş olması lazımdı ama bilmiyorum." Eliyle bu sıcakta ikinci bir deri tabakasıymış gibi üzerine yapışan hırkasını düzeltti. Eliyle gür kıvırcık saçlarını geri iteledi. Bakışlarım sol elmacık kemiğindeki kabuk tutan yaradaydı. Sağ kaşının üzerine de tam üç dikiş atılmıştı. Ama yaralarının çoğu ellerinin üzerindeydi. Sargılardan açık kalan parmakları yer yer mordu. Kaza anında karnını korumak isterken olmuştu elleri. Ve abime bakan bakışları, canı hiç yanmamış, sanki hiç kaza yapmamışlar gibiydi. Onu bizim eve ilk getirdiğindekinden daha aşıktı bakışları.

 

Benim durağımı es geçen aşk onların durağında çiçekler açıyordu. Eğer bakışmalar çiçek açtırabilseydi şu an burası dünyanın en büyük çiçek bahçesi olabilirdi.

 

Biraz yüksek sesle öksürüp Hint dizilerindekine benzeyen bu bakışmaya bir son verdim. Maşallah rekor elinde olan Malvika ve Rahul, abim ve Gülnare biraz daha bakışsa rekorlarını onlara teslim etmek zorunda kalacaklardı.

 

"Neyse fazla doz aşktan bana bir şeyler olacak. Ben gidiyorum. Bugünlük hastane havası bana yetti ve arttı. Kendinize iyi bakın." Aslında doktoru beklemek istediğimi kendim söylemiş ve kalmıştım burada. Hem Hicran hanım ve babamın kendilerini toparlamaya ihtiyaçları vardı. Günlerdir burada uykusuz mahvolmuşlardı. Kapıya yürürken elimi hafifçe havada salladım.

 

"Teşekkür ederiz Zühre." Sinirimi eskiye göre daha az bozan gülümsemesiyle kapıya kadar gelen Gülnare sarılmak için hamle yaptı fakat kendimi geri çekmemle elleri havada kalmıştı. Eğer içinde küçük bir insan taşıyor olmasaydı muhtemelen daha çok sinirimi bozacaktı.

 

Ne yapacağını bilemedi ve öylece bakakaldı bana.

 

"Yok ağlasal. Biz seninle sarılmayalım. Halen daha sinirime dokunuyorsun. Hem bir de..." Ona doğru sanki bir şey koklamak ister gibi eğildim ve burnumu kırıştırdım. "Yoğun miktarda aşk kokuyorsun."

 

Şaşırdı önce ama sonra dediğime güldü çekingence. Belki de hâlâ daha onu yolabileceğimi düşünüyor olabilirdi. Yapabilirdim. Belli olmazdı. Bu yüzden kimseye garanti vermiyordum. Onun da saçları zaten fazla yolunasıydı. Fena mı olurdu azıcık yolsam. Kafası rahatlardı.

 

"Biz yalnız bırakmadın ve ne olursa olsun hep buradaydın Zühre. Gerçekten teşekkür ederim. Keşke abim de olsaydı ama." Sözleri minnet doluydu. Bakışları üç dört adım gerimizde dikilen Kapı'ya kaydı ve hafifçe ona da gülümsedi. Her ne kadar kuzen olsalar da aralarında keskin bir çizgiyle çizilmiş sınır vardı. Ne Kapı o sınıra yaklaşıyordu ne de Gülnare o sınırı aşıyordu. Tuhaftı. Hem de çok tuhaftı. Aynı evin içinde farklı hayatlar yaşanıyordu.

 

"Abin evde. Gelir mi bilmem. Ama varsa selamın söylerim." Dik dik söylediğim söze şaşkınca bakıp toparladı kendini.

 

"Selam söyle."

 

"Abim sana emanet." dedim aynı bana dediği gibi. Sinir bozucu gülümsemesi daha da büyüdü. Kimi kime emanet ediyorsun sen Zühre?

 

"Naber Kapı?" Elimi hafifçe Osman'ın koluna vururken çatık kaşlarıyla önce koluna sonra da bana baktı. "Kaşlarını çok çatmamalısın. Zaten yüzün minyon değil. Bir de erkenden kırışmak istemezsin." İçime o gün Balca kaçmış gibiydi. Belki de kaçmıştı. Ama Osman oralı olmadı. Çatık kaşlarını da düzeltmedi.

 

🐦

 

"Benim gördüğümü sen de görüyor musun Kapı?" dedim ağzım şaşkınlıktan 'o' şeklini alırken yavaş yavaş.

 

"Evet yenge." Bana o gün ilk defa cevap verirken sesi son derece şaşkınlık doluydu. Gerçi önümüzdeki manzaraya kim olsa şaşırırdı ya. Osman şaşırmış çok değildi yani.

 

"Belki de uyanamadım ben sabah." Olabilir Züh. İçimdeki çingene pembesi bile patlıcan moru olmuştu bu manzaraya karşı. Sertçe yutkunup gözlerimi kapattım ve üçten geri sayıp tekrar açtım. Rüya değildi. Fazlasıyla gerçekti. "Balca?" dedim şaşkınlıktan kuruyan ağzımla. Cevap vermedi. Çünkü duymamıştı beni. "Balca!" Tam dört adımda yanına varıp sertçe vurdum omzuna.

 

"Ay ne yapıyorsun sen Zühre ya!" Yeşil bir ormanı andıran gözleri sinir ve şaşkınlık karışımıyla açılırken hızla bana döndü. İngiltere prensesliğinden çalı süpürgeliğine düştü bu sesiyle.

 

"Asıl sen ne yapıyorsun! PARDON SİZ NE YAPIYORSUNUZ!" Küçük konağın arkasındaki boş alana serili tam üç tane pilates matı ve üzerinde oturanlar ona göre şaşkınlık sebebi sayılmamalıydı ama bana göre sayılabilirdi.

 

"Tüm sinirimizi ve stresimizi toprağa atıyorduk sen gelmeden önce."

 

"Burada?" İşaret parmağım boş alanı gösterdi. "Halalarla birlikte bir de?" Zaten manzaranın tuhaflığı da oydu ya. Dilva ve Berivan hala Balca'nın arkasına sıralanmış aynı onun gibi oturuyorlardı. Gerçi Berivan hala biraz farklı bir pozisyondaydı ya. Onun dua eder gibi bir hali vardı.

 

"Ne var Zühre? Yapamaz mıyız?"

 

"Tabi canım. Kusura bakma." dedim yalancı bir utangaçlıkla. "Koskoca konağın bahçesinde böyle şeyler yapmak gerip değil çünkü. Hele de konum Urfa ise."

 

"Niye?" Mor pilates matının üzerinde dizlerinin üzerine oturup ellerini beline koydu. "Urfa'da pilates yapılamaz diye bir kural mı var? Konağın bahçesi buna yasaklı mı?"

 

"Tabi canım." Küçük bir kahkaha atarken kafamı sağa sola salladım 'sen iflah olmazsın' dercesine. Etraftaki korumalar bile sırtlarını dönmüşlerdi bu garip manzaraya. "Sen beni delirtecek misin Balca?"

 

"Yoo ne alakası var. Güneşi selamladık halalarla. Şimdi de kötü enerjilerimizi atıp basit hareketleri yapacaktık." Yüzü epey ciddiydi. Benim saman alevi misali harlayan alevime göre daha ciddiydi.

 

Zaten onu burada bırakanda vardı hata. Dün sabah teyzem ve Günce ile birlikte abim için gelmişlerdi o kadar saatlik yolu. Teyzem ve Günce sabah hastaneden geri 'Hanoğlu' konağına dönmüşler, Balca ise Berivan halanın ısrarıyla buraya gelmişti. Berivan halanın kanı kaynayıvermişti ona.

 

"Bu kadınları da kendine benzettin ya. Pes!"

 

"Aa geldin mi Zühre kızım?" Bir gözünü açan Berivan hala genişçe gülümserken dua eder gibi açtığı ellerini yüzüne sürdü. Bence o güneşi selamlamak ve enerji atmayı farklı anlamıştı.

 

"Selamladın inşallah güneşi?" dedim yapmacık bir gülümsemeyle.

 

"Vallahi ölmüşlerimizin ruhlarına birer Fatiha okudum hep. Dua ettim hepsine."

 

"Maşallah maşallah. Dilva hala da kaptırmış baksana kendini." Bakışlarım bir adım geride bağdaş kurarak oturmuş Dilva halaya kaydı. Kulağındaki kulaklıklardan ötürü duymuyordu bizi. "O da astral seyahate falan çıktı heralde?"

 

'Bilmem' der gibi omuzlarını silken Berivan hala eliyle kardeşinin dizini dürttü sertçe. Afallayan kadın kulağındaki kulaklıkları çıkarıp bize baktı şaşkınca.

 

"Oh oh seyahat iyiydi inşallah?" dedim ona da aynı yapmacıklıkla gülüp. Neyi kastettiğimi anlamadı ama huzurlu bir gülümseme vardı yüzünde.

 

"Hoş gelmişsin Zühre kızım. Vallahi senin bu arkadaşının 'mıdıtasyon' yöntemi tüm sinirimi aldı."

 

"Ne yöntemi ne yöntemi?" Dehşete düşmüş bakışlarımız Balca'yla kesişti.

 

"Mıdıtasyon işte canım. Vallahi 'Mıdıgo me' dinlerken pek de iyi oldu. Bu kız iyi ki de yaptırdı bunları bize."

 

"Oh oh ne güzel. Zaten bir bu eksikti tam oldu." O gün nedense 'her şeye saldırma' modum açık olarak uyanmıştım. Nedense her şey batıyordu sinirime sinirime. Yan tarafımda 'cık cıklayan' Balca'nın koluna vurdum sertçe.

 

"Kuzucuğum sen de mi bize katılsan?" Balca yerinden kalkıp ellerini omuzlarıma koymuştu. "Önce güneşi selamlasan mesela. Sonra üzerindeki şu kötü enerjiyi atsan. Sonra da beraber karşılıklı papatya çayı içeriz olmaz mı? Gevşersin." Klasik Balca ve klasik gevşeme yöntemleri.

 

"Yok kalsın." dedim dik dik. "Güneşin selamımı alası yokmuş, papatyalar da çay olmak istemiyormuş. Siz de toparlayın bence kendinizi." Tef gibi gergindim. Gerildikçe geriliyordum.

 

"Aa vallah ben kendime geldim Zühre kızım. Hem daha kilolarımla vedalaşacağım." Fezaya yolcu olan tek kaşım havaya kalkarken sinirle kollarımı göğsümün altında birleştirdim ve dik bakışlarımı Berivan halanın üzerinde sabitledim.

 

"Ama kadın kilo vermek istiyor Zühre." Sesini iyice alçaltan Balca kulağımın dibine eğildi. "Kilolarla vedalaşmak daha etkili bir hedef onun için. Biraz yardımcı mı olsan?"

 

"Ah Zühre kızım da gelmiş." Önde Nurdan hanım hemen gerisinde Nevide geldiler hızlı adımlarla yanımıza. İkisinin de elleri doluydu. Elindeki büyük tepsiye aldırmadan yanıma gelip yanaklarıma öpücükler bırakmasını hem ben hem de Balca şaşkınca izlemiştik. Hatta Balca'nın 'çüş' dediğini de duymuştum. Bu kadınlar niye durmadan börek yapıyor Allah aşkına?

 

"Biz de teyzenlerin yanına gidecektik Zühre. Hep beraber börek açtık onlara. Birazını da buraya bırakacaktım. Bu arada abin nasıl?"

 

"Hoş gelmişsin yenge."

 

"İyi." dedim şaşkınlığıma ket vurmaya çalışırken. "Gülnare de o da çok iyi." diye de ekledim.

 

"Oh oh maşallah. Teyzenlerin yanından kalkınca oraya da gideceğiz. Konuştum sabah Gülnare ile ben." Balca hemen arkamda az önce gördüklerini sindirmeye çalışırken tuhaf sesler çıkarıyordu. Çünkü asla biriyle böyle mıç mıç haller içinde olmayacağımı biliyordu. Ama kıyamıyordum Nurdan hanıma. Onun bu içten hareketlerine her ne kadar kızsam da yüzüne bir şey diyemiyordum. Kendime ben bile şaşırıyordum. Balca ne yapsındı bu halime.

 

O böyle gülerek abimin iyi olmasından bahsederken duyulan bağırma sesiyle hep birden geri, küçük konağa dönmek zorunda kalmıştık. Biri acı acı bağırıyordu. Korhan'ın sesiydi.

 

(Medyadaki şarkıyla dinleyebilirsin)

 

"Korhan?" dedim korkuyla karışık çıkan sesimle. Kendimi toparlayıp önümdeki kadınları ittim ve içeri koştum. Sesi duyan herkes de benim arkamdan gelirken yere düşen tepsi sesleri karıştı telaşlı adım seslerimize.

 

"Korhan!" ayağımdaki ayakkabılara bile aldırmadan içeri girmeye çalışırken Osman'ın büyük bedeni engel oldu önce. "Ne oluyor Osman çekil!" Var gücümle onu itmeye çalıştım ama fayda etmedi.

 

"Osman çekilsene oğlum! Ne oluyor içeride! Korhan!" Osman kapıya tüm bedeniyle gerilirken bir kolunu ben bir kolunu da Nurdan hanım çekiştiriyordu.

 

"OSMAN ÇEKİL!" dedim avaz avaz. Beni delirtmese iyi ederdi. Zira kendi zararına olacaktı yoksa.

 

"Yenge... Girmesen daha iyi."

 

"Sana mı soracağım çekil!" Tüm gücümle onu itip içeri koştuğumda gördüklerim karşısında durmak zorunda kaldım. "Korhan..." Sesim ipe dizili boncukların rastgele etrafa dağılması gibi düşerken zemine bakakalmıştım yatağın içinde çırpınan bedene. Uraz tüm gücüyle onu zapt etmeye çalışırken onun dudaklarından acı feryatlar dökülüyordu.

 

"Oğlum! Korhan!"

 

"Gelmeyin Nurdan anne! Zühre çıkın dışarı!" Uraz çırpınan bedeni zapt etmeye çalışırken omzunun üzerinden bize çevirmişti bakışlarını. "Kapatın kapıyı!" Ama oralı olmadı Nurdan hanım. Bizim aksimize koşarak girdi içeri. Acı inlemeler dökülen oğlunun yanaklarını almak istedi avuçlarının içine.

 

"Oğlum bak bana! Kurbanın olayım bak! Ben buradayım annem!" Ama Korhan'ın acıyla kıvranan bedeni duymuyordu onu. Tüm duyuları sanki dış dünyaya kapanmış gibiydi.

 

Arkamdaki seslere aldırmadan içeri attım adımlarımı.

 

"Nurdan anne, Zühre çıkın dışarı! Zühre Nurdan anneyi de al çıkın dışarı!" Uraz nefes nefese kalmıştı.

 

Derin bir nefes aldım ve Nurdan hanımı çektim kollarından. İki dakika öncesine kadar şen şakrak kahkahalar atan kadın şimdi bir harabeye dönüvermişti bu manzara karşısında. Saniyeler geçmişti sadece. Zar zor kollarından onu çekip dışarı çıkarttım ve tüm bağrışmalara aldırmadan kapıyı kapatıp kilitledim.

 

"Sen ne yapıyorsun Zühre! Çık dışarı!"

 

"Hayır. Çıkmayacağım." Sesim öylesine kararlı çıkmıştı ki Uraz kafasını bana çevirip baktı bir saniyeliğine.

 

"O zaman gel tut kollarından." Kafamı aşağı yukarı sallayıp yatağın yanına vardım ve Korhan'ın koluna iliştim. Canını yakmak istemiyordum.

 

"Korhan..." dedim ama sesim kulaklarına ulaşmadı bile. Dudakları yer yer morarmış, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Gözleri sımsıkı birbirine kenetlenmiş, burun delikleri genişledikçe genişlemişti.

 

"Kolunu sakın bırakma!" Uraz'ın otoriter sesi daldığım yerden beni çekip çıkarırken bakışlarımı ona çevirdim. "Sıkı tut!" Sağ kolundaki kayışı sıkmış ve hiç düşünmeden hazırladığı iğneyi belirginleşmiş damara saplamıştı.

 

"Ne oluyor! Uraz bir şey desene!"

 

"Birazdan geçecek. Sadece on dakika. Elini sıkmasına izin verme!" yumruk yaptığı ellerini açamaya gayret ettim ama bir taştan farksızdı elleri.

 

"Uraz!" Sesimdeki bariz korku beni bile korkuturken var gücümle titreyen bedeni tutmaya çalışıyordum.

 

"Atak geçiriyor. Zaten sabahtan beri tansiyonu düzensizdi. Anlamam lazımdı." Sesindeki korkuya bir de suçluluk duygusu eklenmişti. Onu çok kez Korhan için endişelenirken görmüştüm fakat bu daha farklıydı. İlk defa bu denli telaşlı, ilk defa bu denli korku doluydu.

 

Her ne kadar korksa da bir o kadar da dikkatliydi. Çantadan çıkardığı serumu askıya takıp hazırladığı iğnelerden birini serum sıvısına ekledi. Çok seriydi.

 

"Ellerine dikkat et." Diye ekledi.

 

Tam tamına on dakika kırk üç saniye sürdü ellerimin altındaki bedenin titremesi. On dakika kırk dördüncü saniyede ise titremeler yavaş yavaş azaldı. On iki dakika ellinci saniyede ise tamamen durdu denecek kadar azaldı ama dudaklarından halen acı inlemeler dökülüyordu.

 

"Neden oluyor?" dedim ağlamaklı bir sesle. Eğer ağlayabilen biri olsaydım şuraya çöküp hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Ama ben ağlamayı bile beceremeden öylece bakıyordum acı içinde kıvranan bedene.

 

"Kazadan sonra hep yaşadığımız bir durumdu. Ara ara oluyordu ama olmayalı çok zaman olmuştu. Ben bu konuda yol katettiğimizi düşünüyordum. En son geçirdiği atak üzerinden o kadar zaman geçmişti ki."

 

"Düğünün ertesinde olmuştu değil mi?" dedim bakışlarımı Korhan'dan çekemeyerek. "En son olan." O zaman bu denli görememiştim. Birebir şahit olmamıştım. Kapılar yüzüme kapatılmış. Ama şimdi...

 

Başıyla onayladı beni Uraz. Bir yandan da onun tansiyonunu ölçmeye başladı.

 

Derin bir nefes alıp elimi hafifçe gevşemeye başlamış yüzünde dolaştırdım.

 

"Sakinleştirici etkisini gösterdi." dedi derin bir nefes alıp. Acıyla kıvranan beden tümden gevşerken nefesleri de düzene girmeye başlamıştı. Alnına, boynuna boncuk boncuk terler birikmişti. Komodinin üzerindeki peçeteye uzanıp önce alnını sonra da boynunu sildim yavaşça. Küçük iniltiler dökülüyordu dudaklarından.

 

Odanın kapısı vuruluyordu bir yandan. Nurdan hanımın acı bağırışları duyuluyordu. Elleriyle saçlarını karıştıran Uraz gitti ve benim kilitlediğim kapıyı açtı. Açmasa iyiydi ama açmasa ne yapacaktı ki? Ne kadar zapt edebilecekti dışarıdan feryatlar döken kadını.

 

Kapı açılır açılmaz gergin yaydan fırlayan ok misali girdi Nurdan hanım içeri.

 

"Oğlum..." Darmadağın olmuştu şu on dakikanın içinde. Telaş elleri hızla ulaştı oğluna. Ciğerleri sökülürcesine ağlarken hiç sakinleşebilecek gibi değildi.

 

"Nurdan anne." dedi Uraz onu geri çekmeye çalışıp. Ama Nurdan hanımın elleri savurup attı Uraz'ı. Hala takımı ve Balca öylece izliyordu şaşkın şaşkın. Sonra elinde çantasıyla doktor Hüsamettin amca daldı içeri.

 

"Hüsamettin bey bir şey yap!" Nurdan hanımın yüzü ıpıslaktı artık.

 

"Uraz çıkar Nurdan'ı dışarı. Kızım sen de çık." Bize bakmadan hızlı ve büyük adımlarla yatağın yanına ulaştı. Uraz Nurdan hanımın çırpınmalarına aldırmadan onu dışarı götürdü.

 

"Zühre Nurdan anneye sahip çık." Kesin bir dille beni uyardıktan sonra kapıyı kapattı ve kilitledi.

 

🐦

 

 

 

Tam tamına iki saat on yedi dakikadır salonda bekliyorduk. Nurdan hanım başını dizlerime koymuş yarı uyur bir vaziyette yatarken öylece karşıdaki boş beyaz duvara bakıyordum. Hüsamettin bey gerekli kontrolleri yapmış şimdi de alt kattaki odada Tahir ağa ve Uraz'la konuşuyordu.

 

"Çok acı çekiyor." dedi Nurdan hanım dizime kafasını koyduğundan beri tam on sekizinci kez. Ağlamaktan sesi çatal çatal olmuştu. Omzundaki elimi hafifçe sıktığımda derin bir iç çekti. "Oğlum çok acı çekiyor."

 

"Hüsamettin bey iyi dedi." Dedim kısık bir tonda. "Harap ettiniz kendinizi." Etmişti. Bir anne evladı acı çekerken nasıl harap olurdu bilmiyorum ama bu yaşadığım bir haftada bunu öğrenmiştim. Önce Hicran hanım sonra da Nurdan hanım sayesinde eşlik etmiştim bu duruma. Anneler böyle harap ediyormuş sanırım kendini...

 

"Nasıl kıvranıyordu acı içinde..." Sesinde farkedilir derecede bir suçluluk vardı. "Nasıl acı çekiyordu bedeni..."

 

"Nurdan hanım..." Demem gereken kelimeler vardı ama ben ne diyeceğimi, o kelimelere nasıl anlamlar yükleyeceğimi bilmiyordum. Evladı gözlerinin önüne acı çeken bir anneye ne denirdi hiç bilmiyordum.

 

Yavaşça doğruldu yattığı yerden. Yüzü karşımdaki boş beyaz duvar kadar beyazlamıştı. Artık akıtacak göz yaşları bitmişti ama o içine içine ağlıyordu. Aynı benim gibi....

 

"Kahroluyorum kızım..." dedi elini destek almak ister gibi dizlerimin üzerine bıraktığında. "Altı yıldır kahrolmadığım tek bir an bile yok benim. Evladım gözümün önünde erirken kahroluyorum."

 

"Nurdan hanım..." tekrardan ama sustum sonra. Çünkü diyecek bir şeyim yoktu.

 

"Ben hiçbir şey yapamıyorum o öyle acılar içinde kıvranırken." Ellerini yüzüne kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öylece bakıyordum. "Ben hiçbir şey yapamıyorum."

 

"Nurdan hanım. Harap ettiniz kendinizi. Hem Uraz hem de Hüsamettin bey iyi dedi. Yapmayın ama artık böyle ya."

 

"İyi değil Zühre. Görmedin mi? Kendi gözlerinle gördün?" Görmüştüm. Daha fazla bir şey diyemedim ama kollarımı ona dolayıp sıkıca sardım. Kelimelerim yeterli değildi. Evladını acı çekerken gören bir anneye ne denir zaten bilmiyordum da.

 

"İyi ki varsın Zühre. Sen de hakkını helal et e mi kızım?" kendini geri çekerken yüzümü avuçları arasına aldı.

 

"O ne demek Nurdan hanım?"

 

"Olur mu kızım? Sen bilmediğin bu eve bilmediğin bir kız için geldin. Sen benim hem kızımı hem torunumu hem de oğlumu kurtardın."

 

"Bakın Nurdan hanı-" bu kağıt üstü bir evlilik diyemedim. Denmezdi de zaten. O da cümlemi tamamlamama müsaade etmedi.

 

"Sen hepsinden önemlisi oğluma iyi geliyorsun Zühre. Korhan seninle birlikte güldü altı yıldır ilk defa. Seninle birlikte çıktı bu konaktan dışarı. İlk defa altı yıldır senin yanında gitti bir yerlere. Tahir ağa her ne kadar kocam, hayat arkadaşım olsa da sert adamdır. Öyle görmüş, öyle yetişmiş. Bazen sözlerinin ayarı olmuyor. Gelip sana da ters kelimeleri oluyor ama sen dinleme onu sakın. Korhan'ım seninle birlikte nefes alıyor. Sen ona hem eş hem de nefes oldun Zühre. Ben senden razıyım. Onu her haliyle kabul ettin ya."

 

"Bakın Nurdan hanım. Korhan'ın hangi halde olduğu umurumda bile değil. Ha sandalyede ha ayakta. Fark etmez benim için. Ben onun yanında 'Korhan' olduğu için duruyorum."

 

"Allah razı olsun." Bu sefer o doladı kollarını boynuma. Sıkı sıkı, sarabildiği kadar sardı beni. İlk defa teyzemin kollarının arasındaki sıcaklığı hissetmiştim. Kimsede olmayan bir soğukluk vardı bende. Anne soğukluğu. Bir tek teyzem sarılınca geçerdi o soğukluk. Başka hiçbir sarılmada geçmemişti. Yirmi üç yıl sonra ilk defa başka birine sarılırken hissettim o sıcaklığı. Önce şaşırdım ama sonra kendimi o sıcaklığa teslim ettim.

 

🐦

 

"İlaçlar onu epey rahatlattı. Sabaha kadar uyanacağını sanmıyorum." Yatağın yanındaki sandalyeye hemen kalkıp gidiverecekmiş gibi ilişmiştim. Uraz ise sırtını pencereye yaslamıştı.

 

"Hâlâ daha acı çekiyor mudur?" dedim bakışlarımı hiç acı çekmiyormuş, hiç acı çekmemiş gibi huzurla uyuyan bedene çevirip.

 

"İlaçlar sayesinde hayır."

 

"Peki bir daha olur mu?" Uzun kirpikleri içinde kaybolası kara gözlerini ince bir tül misali örtüyordu. Göğsü yavaş ve ritmik bir şekilde inip kalkıyordu.

 

"Tedavisinin olmadığı her an bu risk var. Tedaviden sonra nasıl olur onu da bilmiyorum. Çok zaman geçti Zühre." Kendine bunu yapmamalıydı. Herkes böyle düşünürken böyle acıları çekeceğini bile bile bir insan nasıl olur da tedaviyi reddederdi aklım almıyordu. Bu bile bile lades değil de neydi?

 

"Göle girmesinin bir etkisi var mı?" diye soruverdim cılız bir şekilde. En nihayetinde benim yüzünden hasta olmuştu. İki gün önce ateşler içinde yanışını nasıl unutabilirdim.

 

"Hayır onun bir etkisinin olduğunu sanmıyorum." Derin nefes alışını duydum. "Sen de uyu dinlen istersen. O sabaha kadar uyanmaz." dedi kapıya doğru adımlarken. "Ben buralardayım."

 

"Tamam. Git sen. Birazdan çıkarım." dedim ona doğru hiç bakmadan. Sabah gördüklerimden sonra nasıl uyuyabilirdim onu da bilmiyordum ya.

 

Bir müddet daha seyrettim onun huzurla uyuyan bedenini. Hiç kıpırdamadan yatışına baktım öylece. Kollarında çizikler vardı. Ruhunda daha fazlası olduğuna emindim.

 

Yerimden kalkıp derin bir nefes aldım. Gitsem iyi olacaktı ama bir türlü gidemiyordum. Onu yalnız bırakmaya içim el vermiyordu.

 

Tam yüz doksan dört adım attım odanın içinde sessiz sessiz. Her adımımda bakışlarımla kontrol ediyordum onu. Ama duymuyordu.

 

Sonra gidip dev kitaplığın önüne çöktüm. Parmaklarımla önümdeki kitapların kapaklarına dokundum. Kalından inceye muazzam dizilişi inceledim. Arada bir dönüp ona bakıyordum. Sonra içimdeki meraklı 'Serçe Kuşuna' engel olamadım ve sağ tarafta kitaplığa birleşik olan ahşap büyük çekmeceyi çekip açtım. Büyük bir gıcırtıyla açılan çekmeceden toz kokusu ciğerlerime ulaşırken öksürmemek için sıkabildiğim kadar sıktım kendimi. Uyansın istemiyordum.

 

Çekmecedeki küçük deri siyah kaplı albümü alıp koydum yavaşça yere. Üzeri her ne kadar çekmecenin içinde de olsa tozlanmıştı. Tozlu tabakayı elimle silip yavaşça açtım birbirine yapışmış sayfaları.

 

İlk sayfada çizgili takım elbise içindeki dokuz on yaşlarındaki çocuğa baktım şaşkınca. Korhan... fotoğrafın altına el yazısıyla '2003 Eylül' diye not düşülmüştü. Gülmeden edemedim. Saçları özenle taranmış çocuksu yüz 'ben Korhanım' diye bağırıyordu. Yüzünde o yaşına rağmen şimdiki gibi ciddi bir ifade vardı.

 

Diğer sayfada bir aile fotoğrafı vardı. Kalabalık ahalinin arasında Korhan'ı aradı bakışlarım. fotoğrafın en önünde yaşlı bir adamın hemen sağ tarafında kardeşi Gülnare'nin ellerinden tutuyordu. Gülnare'nin saçları o zaman da kıvır kıvırdı. Ona doğru hafifçe burnumu kırıştırdım.

 

Diğer sayfaları açtıkça yıllar ilerliyor pozlar değişiyordu. Hatta bazı sayfalardan fotoğraflar çıkartılmıştı. Ben öyle dalmış bir halde albüm sayfalarını karıştırırken zemine bir 'flash bellek' düştü. Çıkardığı sesin onu uyandırmasından tedirgin olmuştum. Siyah flash belleği parmaklarımın arasına alıp evirdim çevirdim. İçinde ne olduğunu merak etmemem gerekirdi ama ben en nihayetinde 'Serçe Kuşuydum'.

 

Ayıbı ekmek arası yapasım tuttu ve her saniye körüklenen merakımla yerimden doğruldum. Kitaplığın kenarındaki masanın üzerinde bir laptop vardı. Geçen gün Korhan 'istersen film izleyebilirsin' diye bırakmış, şifresinin olmadığını da belirtmişti. Azıcık utansan mı Zühre...

 

Hafifçe omuz silktim iç sesime. Bu ona karşı dediğim 'bana neydi'.

 

Gidip laptopu aldım geri demin oturduğum yere oturdum. Açılmasını beklerken bakışlarım uyuyan Korhan'ın üzerindeydi. Hiç uyanmayacak kadar derin bir uykudaydı.

 

Flash belleği takıp açılan dosyaya girdim. Bu dosya bir sürü fotoğraf ve videolardan oluşan bir albümdü. Kitaplığın altındaki o ahşap çekmecede Korhan'ın anıları saklanıyordu demek ki.

 

İlk videoya girerken kulaklıkları kulağıma yerleştirdim ve sırtımı kitaplığa dayadım.

 

"Vaooov bu bir harika dostum!" dedi video açıldığında coşkulu bir ses. Uraz'ın sesi. "Bu makine ateş ateş!"

 

"Düşüreceksin!" dedi Korhan'ın sesi. Kendinin görüntüsü yoktu. Ekranda ağaçlarla kaplı bir alan görünüyordu. Gittiğimiz cennet parçasıydı burası. Heyecanla kıpırdandım oturduğum yerde.

 

"Ne kıymetli malın var lan! Elim ayağım tutuyor çok şükür neden düşüreyim!" Uraz'ın kulak delen kahkahası duyulurken ekrandaki görüntü sallanmaya başladı. "Lan bırak! Küçük ağa bozuntusu!"

 

"Sikerim belanı Uraz! Sen git ders falan çalış lan! Bırak şu kameramı da!" Ekrandaki görüntü daha da sallanırken iki kahkaha birbirine karışıyordu.

 

"Oğlum bırak ya! Ne güzel manzarayı çekecektim! Ettin içine!"

 

"Al bu manzarayı çek!" Sonra sallanması duran görüntüde çatık kaşlarıyla Korhan belirdi. Sadece kafası görünürken görüntü yavaşça uzaklaştı ve yeşil çimlere çıplak ayaklarıyla basan Korhan'ın bedeni de göründü. Yüzümdeki şapşal gülümseme sönerken durdurdum görüntüyü. Ayaklarının üzerine basabiliyordu. Bedeniyle bütünleşmiş sandalyesi görünürde yoktu ve Korhan her zamankinden daha canlı bakıyordu objektife.

 

İkinci videoyu açtığımda bu sefer görüntüde bir orman değil bir sahil belirdi. Kulaklarımı bir sürü insan sesi ve denizden duyulan dalgalar doldurdu.

 

"Bu senin için!" dedi objektifte beliren Korhan. Kamerayı kim tutuyorsa ona doğru hafifçe göz kırptı. Bir iki hızlı adım attı ve hızla daldı arkasındaki suya.

 

Ellerim titreyerek üçüncü ve son videoyu açtım. İçimden büyük parçalar kopuyordu, yaptığım çok ayıptı ama ben sanki elimde değilmiş gibi davranıyordum. Üçüncü videoda kapkaranlık bir ekran vardı. Birkaç fısıltı duyulurken bir kapı açıldı ve bir anda alkışlar koptu. "İyi ki doğdun!" nidaları doldurdu kulaklarımı. Korhan şaşkın bakışlarla etrafına bakarken ne yapacağını bilememişti. "Mutlu yıllar!" Sevinç çığlıkları alkışlara karışıyordu.

 

Tek tek herkesle sarılıp iyi dilekleri kabul ederken yüzünde hiç görmediğim kadar büyük gülümsemesi vardı.

 

Kaza dedim içimden. Ondan sadece bacaklarını götürmemişti.

 

Bilgisayarı kapattım ve oturduğum yerden kalkıp onun yanına vardım. Sandalyeye oturup öylece baktım bedenine. Sandalyemi biraz yatağa yaklaştırdım ve başımı onun omzuna koydum.

 

Kaza ondan sadece bacaklarını götürmemişti. Kaza, ondan gülümsemesini, enerjisini ve mutlu hayatını almıştı. Onu sadece bu dört duvar ve bir sandalyeye mahkum etmemişti. Onu mutlu olduğu hayatından çekip koparmıştı.

 

Belki de bundan bu kadar kızgındı hayata. Bundan her şeyi reddediyordu. Bu yüzden kapatıyordu kendini hayata. Gülnare 'En tepeden çakıldı en dibe' demişti abisi için. Haklıydı. Bir gecede değişmişti tüm hayatı. Sevdiği her şeyden bir gecede vazgeçmişti.

 

Derin düşüncelerime derin bir iç çektim ve kapattım gözlerimi. Uyumuşum.

 

Bir rüyanın içindeydim ama nerede olduğumu, kimin olduğunu seçemezken saçlarımda hafif dokunuşlar hissediyordum. Uyanmam lazımdı biliyordum ama saçımdaki o huzurlu dokunuşlarla daha da teslim olasım geliyordu uykunun kollarına. Göz kapaklarım beni dinlemeyip açıldığında bakış açıma beyaz nevresimler girdi.

 

"Korhan..." dedim kupkuru ağzımla nerede olduğumu idrak etmeye çalışırken.

 

"Ben mi uyandırdım?" saçlarımın arasındaki elini çekti yavaşça.

 

"Yok... Sen... İyi misin?" Sağ elimle gözlerimi ovuştururken ayağa fırladım. "Uraz'a haber vereyim. Sen... Dur..." Nereye adımlayacağımı bilemedim heyecanla. Ellerini salladı havada durmam için.

 

"İyiyim Zühre." Hafifçe gülümserken yatakta doğrulmaya çalıştı. Bitkindi bir hayli.

 

"Dur yardım edeyim." Dedim dışarı gidip birine haber vermekten vazgeçip. "Emin misin? Ama ben birine haber vereceğim." Elimle alnını yokladım. Sanki ateşi vardı ve ben de bunu anlayacaktım ya.

 

"Gitme desem de gideceksin zaten. Ama iyiyim. Güzel uyumuşum. Hatta garip ama güzel bir manzaraya uyandım." Ben geri geri kapıya ilerlerken bir kaşımı kaldırdım hafifçe.

 

"Nasıl yani?" dedim kapıyı açarken.

 

"Omzuma." Dedi hafifçe omzuna doğru başını çevirip. "Bir serçe kuşu konmuş."

 

Bakışları hafifçe bana döndü. Bir şey diyemeden çıktım odadan.

 

🐦

 

"Üşümüyorsun değil mi?" dedi kafasını benden yana çevirirken. Bakışlarım gökyüzünde parlayan sayısız yıldızdayken kafamı hayır der gibi salladım.

 

"Sen üşüyor musun?" dedim ona doğru dönüp. Bu sefer de o salladı kafasını.

 

Dört gün geçmişti.

 

Dört günde kendini toparlamıştı. Ama kararlarında katıydı. Hüsamettin bey de annesi de ne derse desin kesin bir dille reddetmişti.

 

"Hüsamettin bey..." dedim oturduğum koltukta sırtımı dikleştirip.

 

"Sen bari başlama Zühre." Sesinde bariz bir memnuniyetsizlik vardı. "Zaten annemler başımın etini yedi." Tahammülü yoktu doktor lafına. Benim de kendisine 'tedavi' diyeceğimden emindi de kestirip attı. Diyecektim ama vazgeçtim.

 

"Ne kadar yakışıklı adam diyecektim."

 

"Ha?" dedi şaşkın bakışları bana dönerken.

 

"Sen ne anladın ki? Yaşına rağmen ne kadar karizmatik bir adam. Maşallah maşallah." Dedim keyifli bir tonda. Bozulan suratı hafifçe gevşedi hatta gülümsedi. "Bu yaşında böyleyse kim bilir gençliğinde nasıl canlar yaktı. Gerçi halen genç." Dedim bozuntuya vermeden başladığım muhabbeti sürdürüp.

 

"Ah Serçe Kuşu ah..." Muhabbet hoşuna gitmemiş olacak ki beni esefle kınadı ve bakışlarını gök yüzüne çevirdi.

 

"Bir şey soracağım." Dedim çenemi omzuna koyup. Bakışlarını gökyüzünden çekmedi. Ama sormam için bekledi. Sonra yüzüme düşen saçlarımı eliyle geri iteledi.

 

"Sor Serçe Kuşu." Dedi içli bir nefes alıp.

 

"Bölüyorum gecenizi." dedi geriden bir ses. Başımı onun omzundan çekerken arkaya döndüm. Uraz yanında kırklı yaşlarda bir adamla gelirken Osman takip ediyordu onları. En az beş adım gerimizde durup. "İyi akşamlar Korhan bey. İyi akşamlar." Başıyla bana da selam verip durdu.

 

"İyi akşamlar Rahman bey?" Korhan'ın sesine ciddiyet bürünürken çattığı kaşlarıyla süzdü adamı. "Hayırdır? Bu saatte ne için geldiniz?" Adam ceketinin önünü düzeltip elindeki laptopu önümüzdeki masaya bıraktı.

 

"Şirketle ilgili." Boğazındaki kravatı düzeltti sanki havasız kalmış gibi. "Sistemde bir sorunla karşılaştık. İlk elden bilmek istersiniz diye geldim."

 

"Lütfen oturun." Eliyle adama oturmasını işaret ederken benim bakışlarım Uraz'a çevrildi 'ne oluyor' diye. 'bilmiyorum' der gibi hafifçe omuz silkmişti. "Babamla görüşmeniz gerekiyordu Rahman bey. Biliyorsunuz ben ilgilenmiyorum artık."

 

"Biliyorum biliyorum ama sizin bilmeniz daha iyi olacak. Sizin daha iyi anlayacağınız düşünüyorum." Adam telaşlı bakışlarını hepimizin üzerinde dolaştırıp masaya bıraktığı laptopu açtı ve Korhan'a çevirdi. "Birileri mali girdilerle oynamış Korhan bey."

 

"Anlamadım?" Sesi bir hayli keskin çıkarken laptopu çekti aldı bacaklarının üzerine.

 

"Tek seferlik bir şey olduğunu düşünmüyorum. Küçük küçük oynamalar sanırım fark edilmemiş ama son yapılan..." Sanki yutkunması gerekiyormuş gibi sertçe yutkundu.

 

"Ama son yapılan?"

 

"Ama son yapılan bir hayli göze çarpar nitelikte efendim."

 

"Yani? Ne düşünüyorsunuz Rahman bey? Fikriniz nedir?" Bakışları koltukta eğreti bir halde oturan Rahman bey ve dizlerinin üzerindeki bilgisayar arasında gidip geliyordu.

 

"IP adresini tespit etmeye çalıştık fakat her değişiklik için şirketin başka bir çalışanının bilgisayarı kullanılmış. Her değişiklikten sonra sistem temizlik yapılmış. Bulut arşivi taradık. Aslında sabah bilişim çalışanlarıyla gelmek istedim fakat duramadım fark edince."

 

"Bilişimdeki gerekli çalışmaları takip edin. Sonrasını babamla konuşabilirsiniz." Yerinde telaşla oturan adam kafasını sallarken telefonunun melodisi doldu gergin ortama. Telefonu titrek elleriyle kulağına götürüp karşıdan gelen sesi dinledi üç saniye kadar. Sonra kapattı ama cebine koyamadı. Elinde kalakaldı telefon.

 

"Güvenlik sistemimize siber bir saldırı düzenleniyormuş." dedi tizleşen sesiyle. Bakışlarım yüzü bir duvarı andıran Korhan'ı buldu hızla. "Mühendisler çalışıyormuş ama sistem kapanmak üzereymiş."

 

İşaret parmağını sertçe alnında dolaştırırken hepimizin bakışları onun üzerindeydi.

 

"Arabayı hazırla Osman." Dedi sert bir dille Osman'a dönüp. "Şirkete gidiyorum."

 

🐦

 

Kulağımdaki telefona hazır olduğumu tam yedinci kez söyledikten sonra sinirle yatağa fırlattım.

 

"İflah olmazsın Balca manyağı!" dedim hırsla kapanan telefona doğru. Don atlet odada gezerken pat pat vura vura dolaba ulaşıp beyaz bir tişört bir de siyah kotumu aldım ve Balca'ya söylene söylene giyinmeye başladım.

 

"Hayır her dediğin dakikasında olmaz ki! Gerizekalı!" O gün epey bir ters tarafımdan uyanmıştım. Saat öğlene gelirken halaların kurduğu kahvaltı masasından anca kalkmış Balca ve Günce'ye verdiğim gezme sözü için kendimi küçük konağa atmıştım. Ama sağolsunlar ikisi de iki ayağımı bir pabuca soktuğundan odada ne yapacağımı bilemeden bir oraya bir buraya dolanıyordum.

 

Yatağa fırlattığım, taş devrinden kalma telefonum tekrar titredi.

 

"Hay sokayım size de mesajınıza da ya!" dedim sinirle. Ayağıma çorap giymeye çalışıyordum bir yandan. Tekrar titrediğinde tekrar küfrettim ve sinirle elime aldım telefonu. "Patladınız amına koyayım!"

 

Onlar patlamamıştı çünkü ekrana düşen mesaj ne Balca'dan ne de Günce'dendi. İsimsiz bir numaradandı.

 

'Abin şanslıymış. Umarım baban da şanslıdır.'

 

"Yok ebesinin amı ama..." dedim mırıltı biçiminde. Ayakkabılarımı bile doğru düzgün giyemeden fırladım odadan dışarı. Arkadaki devasa garaja koşarken korumaların şaşkın bakışları arasından geçiyordum. Kapıya en yakın siyah bir 'Audi A6'yı alıp çıktım kapıdan.

 

Durağım Korhan'ın yanıydı.

 

 

Toza bulanmış siyah kot pantolonumun dizlerini silkeledim eğilip. Koşmaktan ciğerlerim şişmişti adeta. Arabayı park edecek adam akıllı bir yer bulamamıştım da bırakıvermiştim yolun kenarında.

 

Doğrulup derin derin nefesler aldım. "Ulan Serçe Kuşu..." dedim nefes nefese. Dilim damağım kurumuş hatta yapışmıştı birbirine. "Ulan Urfa bu ne sıcaktır!" Kafamı yukarı kaldırıp insanın beynini eriten güneşe bakmaya çalıştım ama beceremedim. Zaten beynim hazır çorba kıvamında olduğundan akıverecekti kaldırıma o olacaktı.

 

Terden ıslanmış saçlarımı geri savurup hızla gelen arabaları kollamaya başladım.

 

"Ulan arabalar! Yaya önceliği duymadınız mı siz!" Sesim kornaların arasına karışıp giderken elimi havaya kaldırıp sol taraftan gelen gri lüks aracın önünü kesip koşarak geçtim karşıya. Arabadan uzunca bir korna sesi duyulurken elimi havada 'hadi' der gibi salladım.

 

"Sen yol vermezsen işte böyle olur! Zengin pezevenk seni!"

 

Söylene söylene büyük binanın girişine geldim ve derin nefesler aldım bir kez daha. "Ulan bu kadar uzağa şirket mi yapılır be! Tabi adamlar da para bol! Araba bol! Olan Serçe Kuşu'na olsun!" Zaten sövmediğim de bir paraları kalmıştı. Onu da yapıyordum.

 

Kendi kendime söylenirken kapıda benim en az üç katım olan güvenliğin garip bakışlarına tosladım. Belki hayatında hiç kendi kendine konuşan biri görmemişti belki de hep böyle bakıyordu insanlara. Olabilirdi. Ben bizim Kapı Osman'dan alışmıştım bu duruma. Ama bu adam benim Kapı kadar iri değildi şimdi. Osman'ın eline su dökmeye çalışırdı ama dökemezdi.

 

"Ne var? Hiç mi kendi kendine söylenen birini görmedin?" dedim büyük gri döner kapıyı itmeden hemen önce. Onun iri elleri kolumu kavramadan hemen önce çatık bakışlarımız kesişmişti. "Hayırdır?" Bir kolumun üzerindeki eline bir de onun çatık kaşlarından az görünen gözlerine baktım.

 

"Asıl size hayırdır bayan?"

 

"Bayan? Bayan senin babandır. Bırak şu kolumu!" Kolumu çekiştirdim ama o bırakmadı. Kaşları daha da çatıklaştı. "Kardeşim bıraksana ya!"

 

"Recep ne oluyor!" Ben ne desem fayda etmeyen adam duyduğu bir sesle elini alelacele çekiverdi kolumdan. Ben o kolumu bırakınca bir adım geri sendelemek zorunda kalmıştım.

 

"Bu bayan şirkete girmeye çalışıyordu da Ferda hanım." Kimse bu Ferda hanım epey hürmet edilesi olsa gerekti çünkü demin bana hayvandan farksız davranan Recep isimli koruma şimdi önünü ilikliyordu bir yerlerine kaçan ses tonuyla.

 

"Kime baktın?" Sesin sahibi olan Ferda hanım beni muhatap aldı bu sefer. Yüzüne epey büyük gelen siyah güneş gözlüğünü çıkardı ve bakışlarını benim üzerimde sabitledi. "Eğer iş başvurusu ya da yardım için geldiysen giremezsin." Kıpkırmızı rujla çevrelediği kalın dudakları memnuniyetsiz bir biçimde büzüldü. Üzerinden buram buram vanilya kokulu parfümünün kokusu ciğerlerimi delip geçmişti. Hatta belki ozon tabakasını da o delmiş bile olabilirdi. "Hadi bak işine."

 

Elini havada sinek savuşturur gibi salladı.

 

"Korhan'a geldim." dedim ellerimi göğsümün altında birleştirip. Onun memnuniyetsiz sesini taklit etmeye çalıştım ama onun kadar olamadım.

 

"Korhan'a?" Yüzündeki ciddi ifade gevşerken küçük bir kahkaha attı. "Burası öyle kafanın estiği zaman gelip girebileceğin bir yer değil. Burası basit bir şirket değil. Korhan'ın yanına da çıkamazsın." Üzerindeki elbisede sanki toz varmış gibi silkeleyip kollarını aynı benim gibi göğsünün altında bağladı.

 

"Öyle mi?" dedim bir kaşımı kaldırıp.

 

"Hem sen kim Korhan'ın yanına çıkmak kim?"

 

"Ben Zühre Arslanoğlu." dedim her harfi bastırarak. "Korhan'ın karısı."

 

 

🐦

 

B Ö L Ü M S O N U

 

NASIL BULDUNUZ BÖLÜMÜ?

 

SİZCE NE OLACAK BUNDAN SONRA?

 

FERDA KİM?

 

KORHAN ŞİRKETE TEMELLİ Mİ DÖNECEK?

 

HADİ YORUMLARAAAA

 

 

 

 

SİZİ SEVİYORUM ALLAH'A EMANET OLUN

Loading...
0%