Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Buruk Bayramlar

@seydnrgrsu

Merhaba hoşgeldiniz


Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın canlarım.


Her satır bizim olsun buluşalım her birinde. Aydınlatın Zühre'nin yıldızını☄


ELİF'te de buluşalım 🖤


🐦


"Zühre?"


Karıncalarda bir telaş var. Koşuyorlar durmadan. Sırtlarında kendilerinden büyük lokmaları var. Güneş sıcak. Terlemiyorlar mı acaba?


"Zühre neredesin?"


Bir tanesi kocaman bir ekmek parçasını sırtlanmış. Yazık... Bu sıcakta nasıl da götürecek bu kocaman parça ekmeği? Yardım etmek için yavaşça ekmek parçasını alıyorum ve bana göre bir adım ötede ama bu küçücük karınca için upuzun bir yolun sonunda olan yuvasının ağzına koyuveriyorum.


"Zühre!"


Ama o da ne! Küçük karınca ekmeğini ondan alınca feryat eder gibi bir o yana bir bu yana adımlıyor. Ama yuvasına gitmiyor. Ekmeğini oraya koydum halbuki. Benim oraya bıraktığım ekmek parçasını bir başka karınca sahipleniveriyor. Nasıl da kurnaz.


"Zühre dedim! Burada mıydın! İki saattir sana sesleniyorum ben. Bir 'buradayım' der insan. Ay şu haline bak! Ah Zühre ya! Bir de bayramlıklarını giymiş. Kızım her yerin çamur olmuş ama." Teyzem sitemle yanıma yaklaşıp ellerini bir iki kez dizlerine vurmuştu fakat ben sadece ona gülümsemiştim.


"Yakışmış mı?" dedim ellerimdeki tozları silkelerken.


"Ya ya ne yakışmış ne yakışmış. Bayram gelmeden bayramlığını giyip çamura bulayan başka kız çocuğu var mıdır acaba?" Ellerimdeki tozları silkelemeyi bitirememiştim ama göz ucuyla da üstüme bakmıştım. Babamın geçen geldiğinde benim için aldığı ve 'Bayramda ne de yakışacak benim kızıma' dediği takımı giymiştim. Fakat çamura bulanacağını hesaba katamamıştım. Aynı bayrama daha koca bir gün olduğunu hesaplayamadığım gibi.


"Ama ne yapayım gelmedi bayram!" dedim sitemle. O kadar beklemiştim ama gelmemişti. Ne yapsaydım bende.


"Sende gidip bayramlıklarımı kirleteyim mi dedin yani Zühre? Eh be çocuğum ya. Hem ne yapıyorsun sen sabahın köründe burada? Bir de yatmış çamurun üstüne! Şu haline bak! Kalk hadi çabuk banyoya."


"Bayramı bekliyorum teyze. Gelsin diye bekliyorum burada. Ama gelmiyor ne yapayım. Canım sıkıldı benim de. Karıncalara ekmek veriyordum. Onlar da nankör! Herkes nankör!" içimden gelen ve boğazımda biriken o acımsı, yumru gibi his yine tıkarken beni sitemle ellerimi vurmuştum yere.


"Nankör mü? Sen nereden biliyorsun bakayım onu demeyi?" Yüzünde meraklı bir ifade beliren teyzem hemen yanı başıma çömelip elini sırtıma koymuştu. Kaşları çatıktı ama bana kızmadığını biliyordum.


'Nankör' kelimesini geçen gün sokakta futbol oynarken Osman'dan duymuştum. Pas verdiği Mıstık topu kaleye gönderemeyince 'Bizim evdeki Sarman gibi nankörsün oğlum' demişti. İlk duyduğumda anlam veremediğim kelime birden dolanıvermişti dilime. Bence karıncaların haline çok uyuyordu. Bir de gelmeyen bayrama.


"Niye nankörmüş karıncalar? De bakayım bana. Başka kim nankör?" Herkes demiştim ya ne soruyordu işte.


"Ekmek veriyorum yemiyorlar. Yuvalarına taşıyorum teşekkür bile etmiyorlar! Hepsi nankör işte!" Boğazımdaki tuhaf yumru nefesime baskı yaparken sesim de tıkanıvermişti nedense.


"Bayramlarda mı nankör?" dedi eliyle sırtımı sıvazlayan teyzem. Başımın üstüne küçük bir öpücük bırakmıştı.


"Evet!" dedim sinirle. "Onlar daha da nankör! Ben o kadar hazırlandım ama gelmedi! Bayramlar da nankör!"


"Ya babanlar?" Göz pınarlarımı yakan ama bir türlü akamayan göz yaşlarım içime içime akarken ben sadece burnumu çekmiştim. Cevap vermeyecektim çünkü çok sinirliydim.


"Bak Zühre..." demişti teyzem. Eliyle sırtımı sıvazlarken şefkatiyle beni sakinleştirmek istiyor gibiydi. "Bayramlara niye kızgın olduğunu biliyorum. Sen bayram gelmedi diye öfkeleniyorsun ama asıl baban gelmedi diye kızıyorsun. Ama daha bayram yarın sabah. Bugün arife. Şimdi gidip bayramlıklarını çıkaralım da temizleyelim olur mu? Sonra hep beraber çarşıya çıkarız ha?"


"İstemiyorum!" dedim yerimden fırlarken. "İstemiyorum!" dedim bir kez daha ayağımı yere vururken. Akmayan göz yaşlarım için bir kez daha sinirlenmiştim.


"Gelmesin bayram! Olmasın! Temizlenmesin bunlar da!" yerden aldığım bir avuç çamuru üstüme boca ederken muhtemelen teyzem daha ne kadar şaşırabilirim diyordu içinden.


Baş etmek zordu öfkemle. Onun için kendi kızından bile zor bir çocuk olmuştum da bir gün olsun bir şey dememişti Allah var.


Öfkem gelmeyen bayrama, kirlenen bayramlıklarıma değildi. Bayram gelirdi, o kesindi. Bayramlıklar temizlenirdi, çamur lekesi neydi ki? Ama ben babama kızıyordum. Bayramın geleceği bile kesinken onun gelip gelmeyeceği bile belli değildi. Ben beklerdim o da sorun değildi ama o beni bekletmemeliydi.


Ben yıllarca beklemiştim. Gerek kitap kuyruklarında, gerek ekmek kuyruklarında. Banka sıralarından az çekmemiştim. Fatura ödemek için az bezmemiştim. Okulda bile adım bir ara 'Kantin sırasında bekleyen kız' olmuştu benim. Ama en çok babamı beklemiştim. Onu beklerken bayramlar hemencecik gelmiyordu. Sabahlar hemen olmuyordu. İki katlı küçük evimize uzanan o yol bir türlü bitmiyordu.


Herkes hafta sonu dinleneyim, uyuyayım aman şu işimi yapayım diye planlar kurarken ben koca bir hafta içini sadece hafta sonu babam ve abim gelecek diye beklemekle geçiriyordum.


Bir koca haftaya çok iş sığdırıyordum. Arkadaşlarımdan çok kitap okuyordum, hepsinden çok test çözüyordum, tabi Günce kadar dizi izleyemiyordum ama bir koca hafta içini epey iyi değerlendiriyordum. Ama bir türlü hafta sonlarını edemiyordum. Her şeye vakit yetiriyordum, her şeyi hemencecik yapıyordum ama beklemeyi bir türlü bitiremiyordum.


Sonraları hafta sonları çabuk gelir oldu. Bazı hafta sonları babam ve abim gelmeden bile geçti. Ama benim yıllarca beklemişliğim kimsede yoktu. Bildiğiniz beklediğimle kalmıştım ben.


Şimdi de benden habersiz bana biçilen sonu bekliyordum.


"Ben hamileyim." Demişti Gülnare. Beynimde şimşekler çakarken dışarıdan da bir el silah sesi duyulmuştu. Yüzündeki korkuya eşlik eden ve akmak için bir sebep bile olmasına gerek olmayan göz yaşları pınarlarını yine terk edivermişti.


'Ben hamileyim' cümlesi bir insanın kafasının içinde ne kadar yankılanabilirse benim de kafamın içinde o kadar yankılanmıştı. Bir yandan da elini karnının üzerine koyup çaresizce bir bakış atmıştı.


Eğer her şey normal seyrinde ilerliyor olsaydı ben muhtemelen 'Yaşasın hala oluyorum!' diye sevinç naraları atardım. Hatta Gülnare yine ağlıyor olurdu ve ben boynuna kollarımı dolayıp 'Biliyorum bunlar sevinç göz yaşları' derdim.


Ama normal olan bir şey yoktu benim hayatımda. Normal büyümemiştim. Normal bir aile hayatı sürmemiştim. Buraya 'normal' bir şekilde gelmemiş ve bu haberi normal olarak öğrenmemiştim. Ben yirmi üç yıllık hayatımın sonlarına yaklaşırken yaşadığım her şeyi 'normalleştirmeyi' tercih etmiştim.


Bir kere bebek zor işti. Benlik değildi. Ömrüm hayatım boyunca çocuklarla iyi geçinsem de bu biraz da benim çocukluğumun şeyliğiydi.


Ben oturup çocuklarla cips kola yer içerdim, oyun oynar gerekirse yerlerde bile yuvarlanırdım. En sevdiğim mekanlar ağaç tepeleri olsa da çocukları oraya çıkarmayı pek tercih etmezdim ama.


Bir kere bebek büyütmek sorumluluk isteyen bir işti. Bende ise sorumluluğun 'S'si bile yoktu. Ağlardı, acıkırdı, gülerdi, uyurdu. En fenası altına yapardı. Hayatını artık küçük bir insana göre şekillendirmek pek benim yapabileceğim türden bir sorumluluk değildi. Önceliğin o olacaktı ve sen artık bir adım atmadan onun küçük ayaklarıyla senin adımına yetişip yetişemeyeceğini hesaplamak zorunda olacaktın.


"NE!" dedim dehşetle. Belki aşağıdan duyulan sesler de bu dehşete düşmüşlüğümü harlamış olabilirdi.


"Zühre ben..." dedi yine gözlerinden yaşlar bedavaymışçasına boşalırken. Bu kızın hiç mi o güzelim gözlerine acıması yoktu düşünmeden edemiyordum. Bunca hengamenin içinde onun güzel bir kız olduğunu kanısına varmıştım bile. Bence abim onu hak etmiyordu.


"NE NE NE!" dedim yine aynı dehşetle. Beynim başka tepki veremezmiş gibi dilime sadece bu kelimeyi konuşmam için komut gönderiyordu.


"Hamileyim ben Zühre..." O da benim anlamadığımı düşünmüş olacak ki aynı cümleyi tekrar kurmuştu yükleminin yerini değiştirip. Ya da daha çok dehşete düşeyim istiyor da olabilirdi.


"Onu duydum!" dedim dışarı atmak için hazırlandığım adımımı gerisin geri içeri atıp sertçe yere vururken. Hala mı oluyoruz biz şimdi Zühre?


"Ne demek hamileyim?" dedim. Adımlarım ağır çekimde ona doğru ilerlemeye başlamıştı.


"Hamileyim ben... Biz..."


"Ne demek hamileyim Gülnare?" Sesim soru sormaktan bir hayli uzak bir tondayken elim de ağır çekimde onun bir kolunu yakalayıvermişti. Dehşet içinde bakma sırası ona geçse de benim bakışlarımdaki dehşet halen yerini koruyordu.


"Zühre bak... Bilmiyordum..." dedi titrekçe. Ağlak ve titrek oluşu daha da sinir bozucuydu. Karnında bebek olan ağlak ve titrek biriydi.


"Bilmiyordun?" Elimin içine hapsettiğim kolunu ben de sarstığımı bilmiyordum şu anda. "Hamilesin ve bilmiyordun?" Bir sorudan epey uzak olmuştu kurduğum cümle.


"E-e-vet...Be-Ben..." Karnında bebek olan ağlak, titrek ve kekeme biriydi.


"Hamilesin!" dedim. Sanırım emin olmak istiyordum. Bunu bakışlarımla teyit etmek istercesine dümdüz olan karnına bakıyordum bir yandan. Sanki içinde eğer bir bebek varsa oradan bana Sihirli Annem Toprak misali seslenecek ve 'Annem doğru söylüyor halacım' diyecekti.


"E-Evet... Zühre bak ben nasıl oldu bilmiyorum." Dedi hıçkırmalarının arasından. İçinde olduğumuz duruma cevaben 'Nasıl oldu bilmiyorum' demesi apayrı sinir bozucuydu.


"Nasıl olduğunu bilmiyor musun? Abimle bir çocuk yaptın ve nasıl oldu bilmiyorum mu diyorsun! Ben sizin yaptığınız yapacağınız işe tüküreyim e mi!" Kime ne anlatılacaktı bu saatten sonra. Abim gibi birini sevmişti, yetmemiş onunla kaçmıştı, o da yetmemiş beni de bu duruma sokmuştu. Hamile kalmasına ise çok ayrı bir parantez açmam gerekiyordu.


"Yaptığınız işe tüküreyim ben!" dedim kolunu savururken.


"Yapacağınız işe de tüküreyim!" dedim sert adımlarla odayı terk ederken. Gülnare de peşime takılmıştı bu sırada.


"Ah abi ah!" dedim. Ellerimle saçlarımı karıştırmaya başlamıştım. "Senin de uçkuruna tüküreyim!"


Muhtemelen sesim bu üç katlı koca binada abime ulaşmayacaktı ama sinirim harlanacak ve benim daha da delirmeme yetip artacaktı.


"Ulan hadi sevdin! Hadi istedin vermediler! Ne diye kaçırırsın kızı! Hadi kaçırdın! BANA NE BANA! Ulan gitmiş bir de hamile bırakmış ya!" Arkamdan sarsakça bana yetişmeye çalışan kız güç bela ellerinden biriyle kolumu tutmuştu. Susmam için işaret ediyordu ama nafileydi. Açmıştım bir kere ağzımı. Ne var ne yok demezsem birikirdi içimde. Ben içimde bir şey biriktirmeyi sevmezdim. Aynı biriktirmeyi beceremediğim gibi. Rahatlama yöntemim buydu benim. Ne var ne yok konuşmalıydım.


"Zühre ne olur deme yüksek sesle. Duyacaklar." Bunca şey yaşanıyordu ama Gülnare şimdi buna 'duyacaklar' diye mi endişe ediyordu yani. Şimdi duyulmasa bile bu iş zaten ortaya çıkmayacak mıydı? Bu bebek -ki eğer varsa- mercimek tanesi kadar kalmayacaktı orada. Büyüyecek ve çıkmak isteyecekti. Pişmiş aşın kokusu illa çıkacaktı.


"Duyacaklar? Tek derdin bu yani Gülnare! Bunca hengamede duyacaklar diye endişe ediyorsun öyle mi!"


"Zühre bak ne olur deme kimseye. Beni de bebeğimi de yaşatmazlar." Cümlenin sonuna doğru kelimeleri ağzından tam çıkamadan dizlerinin üzerine çöküvermişti yere. Hıçkırıklarının arasından güç bela ellerimi tutup adeta yalvarmaya başlamıştı.


"Zühre ne olur söyleme kimseye yalvarırım." Önümde titreyen, her daim ağlayan ve karnında minicik bir insan taşıyan bu kızın ağlamaları yüreğime değil de nedense sinirime sinirime dokunurken gözlerimi kapatıp derin bir nefes almıştım.


"Bak Gülnare. Daha önce de dedim sana, size. Ben yokum bu işte. Hem ben ne yapayım ki ha? Siz benden dünyanın en saçma şeyini istiyorsunuz farkında mısınız? Gülnare kalk hadi." Kollarından tutup sarsılan bedeni ayağa kaldırmak da epey güç olmuştu. Sanırım ağlayan birine sinir olmayı birkaç dakikalığına es geçebilirdim.


"Ama Zühre..."


"Gülnare. Siz benden ne istediğinizi hiç biliyor musunuz? Bana 'Berdel' diyorsunuz siz ya! Saçmalıyorsunuz!" dedim yüksekse. Bağıra bağıra konuşmaktan çığırmaya evrildiğimde Gülnare'nin de hıçkırıkları başka bir boyuta ulaşmıştı.


"Yaşatmazlar bizi..." demişti yine. Kanunsuzluğun kanunu yazıyorlardı resmen. Sevdi diye vermiyorlar, verseler bile karşılığında 'Berdel' adı altında saçma bir şey istiyorlardı. Bir de başımıza bebek çıkmıştı ki ona bile sevinememiştim ben. Şimdi de doğmamış bebeğe 'yaşatmazlar' diyordu. kKimdi ulan bunlar!


"Ne demek yaşatmazlar Gülnare! Ne demek! Kim ulan bunlar! Ufacık bebeğin canını hiçe saymak ne demek! Yürü polise gidiyoruz!" dedim ve onun konuşmasına, bana itiraz etmesine müsaade bile etmeden kolundan sürükler gibi merdivenlerden aşağı inmeye başladım.


Ben önde Gülnare benim peşimde bana ayak uydurmaya çalışırken fazla şaşırtıcı görünüyor olmalıydık ki kendilerini bana bu eve geldiğimde 'Ben senin şuyunum' diye tanıtanlar öylece bize bakıyorlardı.


"Yürü Gülnare!" dedim bir kere daha onu çekiştirip kapıya ulaştığımda. Avludaki kalabalık az önceki hararetini atmış olmalıydı ki şimdi o bağırışmalar yoktu.


"Yalvarırım deme Zühre yalvarırım." Dedi. İki eliyle kollarımı tutup fısıltıyla dediklerini düşünecek vakit yoktu.


Yirmi üç yıllık hayatımın sonlarına yaklaşırken daha dünden bu yana yirmi üç saat dolmamıştı ama yaşadıklarım sanırım yirmi üç tonu bir hayli aşmıştı.


Yirmi üç yılımın yarıdan fazlası beklemeyle geçmişti de artık benim için benim yerime verecekleri bir kararı beklemeye dahi tahammülüm yoktu.


"Zühre." Demişti sağ tarafımdan biri. Kim olduğuna bakmadan önümdeki kalabalığı yarıp ilerlemeye başlamıştım. Sıkıca tuttuğum Gülnare'yi de sürüklüyordum peşimden.


Çevremizi saran kalabalık sanki dut yemiş bülbül misali susarken tüm bakışların üstümüzde toplandığından emindim. Bense sadece birine bakıyordum. Abime...


İnsanlar içinden 'Bu manyak da neci' diyordu muhtemelen. Beni gerçekten tanısalardı eğer 'Tam manyakmış bu' diye değiştirirlerdi sözlerini.


"Çekilin!" dedim bir elimle Gülnare'yi sürüklerken. Zaten bizi gören bir adım yana kayıyordu.


"Kızım..." dedi babam. Koşar adım yanıma koşarken sesi bir fısıltı gibiydi. Sanki benim için kullandığı bu kelime kalabalık tarafından duyulsun istemiyordu.


"Çekil!" dedim ona da sertçe. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz ya! Ne demek bu!" Sözüm babama, abime ve onların üstünden bu avluda toplanmış kalabalığı kat ediyordu.


"Zühre dur." Demişti biri. Sanırım bir lafına durarım mı sanıyordu neydi?


"Yahu bu nasıl iştir!" dedim yüksekçe. "Hiç mi akıl yok sizde! Ne yapmaya çalışıyorsunuz siz ha!" Akıl yok mu diye güya hesap sormak gibi bir deliliği de bu kadar silahlı adamın karşında bir tek ben yapabilirdim sanırım. Dananın kuyruğu kopmuş, zurna tuhaf sesler çıkartmış pek de umrumda değildi şu noktadan sonra.


"Bunca insan saçma bir şey uğruna buraya toplandınız öyle mi! Pes yani! Hiç mi vicdan yok be siz de! Ne demek bir insanı vurmaya kalkmak ya!"


"Zühre sen dur..." demişti babam da o da havaya konuştuğunu biliyordu en nihayetinde. Her ne kadar yanında büyümesem de beni görebildiği süre zarfları ona benim nasıl biri olduğumu az çok öğretmiş olmalıydı. "Zühre gir içeri sen."


"Bırak baba ya!" dedim bağırarak. Sanki yaptığım çok tuhaf bir şeymiş gibi herkes birbirine bakmıştı. Bu şaşkın bakışmalarsa hemen yerini fısıltılara bırakmıştı. Hatta çok yakınımdaki bir kadın bu fısıltıları ortak bir şekilde dile getirmişti.


"Sahiden de kızıymış."


Sahideni falan yoktu bu işin. 


"Zühre." Demişti ama dediğiyle kalmıştı sadece.


"Bırak! Böyle olmaz bu polise gidiyorum ben. Gülnare'yi de götüreceğim!" Kalabalık fısıldaşadursun ben Gülnare'yi tekrar sürüklemeye başlamıştım ki bu sefer abim çıkmıştı önüme. Sanırım sırayla geliyordu hepsi.


"Zühre dur!" demişti durmayacağımı bile bile. Eğer beni bir tırnak ucu kadar tanısaydı bana bağırılmasından hiç hoşlanmadığımı bilmesi lazımdı. Hele de bana bağırıldığında iş yapmayacağımı. Ama dedim ya aramızda sadece kan bağı vardı.


"Çekil!" dedim çekilmeyeceğini bile bile.


"Zühre!" 


"Polise gidiyorum tamam mı!" dedim bağırarak. Etraftaki ucu bucağı bilinmeyen tribünden hallice kalabalığı umursamıyordum bile.


"Küçük hanım pek bilmiyor sanırım adetlerimizi?" demişti kır saçlı, uzun boylu yapılı bir adam. Muhtemelen ellili yaşlardaydı. Üzerindeki gri takımına ve giydiği takımına yaraşır şekilde dik duruşuna bakılırsa önemli biri olmalıydı.


Adetmiş, berdelmiş basmıyordu benim kafam. Kapıya ulaşabilmek için kaç adam daha geçmem gerekiyordu benim? Bölüm sonu canavarı da mı vardı yoksa? Hangi leveldeydim ben?


"Çekilin!" dedim papağan gibi. Bu kelimeyi konağın kapısından bahçe kapısına kadar daha ne kadar telaffuz edecektim?


"Demek Cahit'in bilmediğimiz kızı sensin." Elini bana doğru sanki normal bir durumun ortasındaymış gibi uzatmasa iyiydi ya neyse. Babam kimseye bir kızım daha var demediği için 'Bilinmeyen kız' ben oluyordum. Evet...


Sıkmadığım eli havada asılı bir şekilde kalırken hafifçe öksürüp temizlemişti boğazını. Benim gözüm hemen yanı başında dikilen adamlara kaymıştı.


"Ben Tahir. Tahir Arslanoğlu." Ve sanırım da Gülnare'nin babası olmalıydı. Çünkü abim gelmeden önce bu soyadı basa basa ve ağız dolusu bir şekilde söylemişti.


'Napim?' deyip yanından geçip gitmek istesem de ben de olduğum yere mıhlanmış gibiydim. Korkuyordum. Hem de kendim bile tarif edemediğim bir şekilde korkuyordum. Kalabalık bana iyi gelmiyordu da. Bir günde fazlaca strese maruz kalmak bünyemi yine başlamıştı zorlamaya. Ama tuttuğum eli de bırakmıyordum. Beni bilmediğim bu duruma sokan insanlar umrumda olmamalıydı ama eğer bir bebek varsa onun canına da kıyamıyordum.


"Çek ula o elini! Bir de gelmiş uzatıyor torunuma! Destursuz herif!" Anın derin ve zindan gibi uğultulu donukluğunu nenemin bastonu ve eş zamanlı olarak bağırması bölmüştü. Elindeki işlemeli bastonu bana doğru uzatılan ele vurmuştu.


"Zahide anne..." demişti şaşkın bir şekilde. kendini gururla 'Tahir Arslanoğlu' olarak tanıtan adam.


"Nerden annenim ben senin! Hele şunun dediğine bak! Hele ettiğine bak! Geç kızım sen de arkama! Al git sürünü sende hayde!" Dimdik duran kadın yaşına zıt bir çeviklikle beni arkasına çekerken önüme bir kalkan misali gerilmişti. Allah'tan elinde tüfeği yoktu da çekip vurmuyordu bu adamları. Hele bir de elinde tüfeği olsa ne yapardı kim bilir. Sahi gerçekten tüfeği var mıydı?


"Zahide anne. Sana hürmetimi bilirsin." Demişti Tahir Arslanoğlu. Önünü ilikleyip hazır ol pozisyonu almıştı bir yandan.


"Senin hürmetin böyledir ha! Hele dediğine! Hele hele ettiğine!"


"Bak Zahide anne. Sana saygım da sevgim de sonsuzdur. Sana karşı boynum kıldan incedir lakin olanlar ortada. Torunun kızımı kaçırdı." Ses tonunda hoşuma gitmeyen gurur her an 'Ben Tahir Arsalanoğlu'yum' diyecek gibi hissettiriyordu bana. Cümledeki 'torun' abim oluyordu.


"Biliyoruz. Kaçırdıysa ne olmuş! Hele ettiğiniz nedir sizin!" Nenem ellerini beline yerleştirirken hepimiz sabahtan beri olan hengameyi bu derece normalleştirmesine şaşkınca bakakalmıştık. Nenem de benim kafadandı. Ne olmuştu yani kaçırdıysa kızı?


"Zahide anne. Torunun kızımı kaçırdı diyorum. Sence böyle mi kalacak bu iş? Düzeltmeyecek miyiz? Hani nerede senin büyüklüğün? Adetlerimiz ne olacak?"


"Hele adet der bir de? Sanki her adeti yerine getirdiniz bir bu kaldı? Ben bilmem adet falan?" Eğer bu kadar insan böyle saçma bir mevzudan burada toplanmamış olsaydık tutup nenemi alnından öperdim. İşte tüm mevzu buydu. Yahu bu nerenin adetiydi böyle?


"Zahide anne olur mu hiç? Adam benim kızımı kaçırdı kızımı!"


"Kaçırır tabi! Vermemişsin sen de!" Bir tek nenem mantıklıydı bu kadar insanın içinde. Helal olsundu vallahi.


"Sanırım siz dediğimi anlamıyorsunuz. Benim kızım kaçırıldı. Olanlara bak Zahide anne! Ben bilmem. Ben adetlerimiz yerine getirilsin isterim. Hem sadece ben de değil, aşiret ağalarımızın hepsi öyle ister." Öyle isteyen aşiret ağaları da çıkmalıydı nenemin karşısına. Önce bastonunun sonra da tüfeğinin tadına bakmalıydı hepsi.


"Yürü git ula!"


"Bak Zahide anne. Benim kızım yoktu kaç gündür. Senin torunun olacak bu adam kaçırdı onu. Söyle sen daha iyi bilirsin böyle durumda ne yapılacağını. Haydi sen söyle." Sanırım Tahir Arslanoğlu kendince sinirleniyordu ama nenem çenesini öyle bir dikmişti ki yukarı sanki onu dinlemiyor gibiydi.


"Tahir bunlar böyle konuşulacak işler." Diye araya gitmişti babam. Bana kalırsa bunlar konuşulması gereken şeyler bile değildi. Daha ne uzatıyorduk ki?


"Doğru. Bu işler böyle ayak üstü konuşulmaz. Buyur et de bizi içeride konuşalım." Sanırım Tahir Arslanoğlu kendinden gururla bahsetmeyi sevdiği kadar da inatçı bir adamdı. Gerçi Gülnare'den anlamış olmalıydım bunu. O da ağlamak ve abimi sevmek konusunda epey inatçı bir kızdı.


🐦


"Yahu ben senin hem yaptığın hem yapacağın işe tüküreyim e mi abi? Ay pardon abi dedim!" ellerimle saçlarımı karıştırıp bilmem kaçıncı voltamı atıyordum 'küçük oda'nın içinde. Onların 'küçük' diye nitelendirdiği oda Günce ve benim kaldığım odanın en az üç katıydı. İl değiştirmiştim ama değiştirdiğim ille beraber büyüklük sınırları da değişmişti.


"Ne diyeyim ben daha ha! Ya beni nasıl bir işe bulaştırdınız siz!" 'Küçük oda' bile maalesef benim öfkemi sığdıramıyordu içine. benim şu anda evde pinekliyor olmam lazımdı ama hayaller ve hayatlar ne yazık ki birbirine zıttı.


Önüme bir test kitabı açmalı, bir soruyla saatlerce bakışmalı, sonra da 'aman be' diyerek elime telefonumu almalıydım ben. Ne bileyim gidip Günce'ye sataşıyor olmalıydım. Ya da herhangi bir ağaç tepesinde de pinekliyor olabilirdim. Ama burada olmamalıydım.


Her şey olağan dışı saçmaydı.


Ayağımla gelişi güzel önümdeki sehpaya bir tekme vurmaya kalkmıştım ama burada her şey büyük olduğundan benim tekmem küçük kalmıştı. Sinirle bir tekme daha savurmuştum ama bu tekmem de bu masaya fakir kalmıştı. Her şey 'küçük' deseler de büyüktü işte bana.


"Ya ben mantık arıyorum bu işte. Yok bulamıyorum." Bu sefer salladığım tekme gelmişti sehpaya. Rahatlamıştım bir nebze.


"Akıl arıyorum." Dedim ama dediğime der demez de pişman olmuştum. Yüzümü buruşturup önüme döndüm tekrardan. "Yok onu hiç bulamam ki."


"Zühre otur." Dedi abim gayet sakin ve bıkkın bir edayla. Sakinliğini anlayabiliyordum. Ölüm sakinliğiydi muhtemelen bu. Ama bıkkınlığına anlam veremiyordum. Bıkkın olması gereken bir kişi vardı o da bendim. Ama unuttuğu bir şey vardı. bana karşı yine emir kipiyle konuşuyordu.


"Emredersin." Dedim ellerimi arkada bağlayıp önünde dikilirken. "Sen ne dersen biz 'olur' mu diyelim yani. Bu mu istediğin? Kız kaçırdım 'Evet Zeynel', benimle geliyorsun 'Tamam abi', berdel olacak 'Peki abi'. Otur 'Tamam'. Başka isteğin? Hani varsa söyle de liste yapacağım ona göre. Sen de fazla uğraşmamış olursun."


"Ben onu mu diyorum Zühre. Otur lütfen." Bir elini alnına vurup derin bir nefes alırken bakışları benimle kesişemiyordu bir türlü. Kesişseydi kendisine nasıl öfkeli baktığımı görecekti. Ama o görmemeyi tercih ediyordu. Tıpkı beni saklamayı tercih ettikleri gibi.


"Ya ne diyorsun Zeynel bey?" dedim ciddiyetimin dozunu bir tık daha arttırırken. Kendisine adıyla hitap etmem sanırım pek de hoşuna gitmemiş olacak bir türlü kesişmeyen bakışlarımız nihayet birbirini bulmuştu.


"Şey mi diyorsun mesela; zaten Zühre diye biri hayatımızda hiç olmamıştı. Böyle reklam arası gibi var olup işimizi görsün yeter mi? Ya da bulduk bir enayi kullanalım falan mı? Ha? Hangisini diyorsun abi söyle!"


"Ben işlerin böyle olmasını istemiyordum tamam mı? Suçlamayı kes lütfen!" yalandan bir hayretle kaldırmıştım kaşlarımı.


"Pardon pardon pardon. Ben böyle olsun istemezdim. Ben bunların hiçbiri yaşansın istemezdim pardon. Özür dilerim. Pardon." Ellerimi dizlerime vura vura sahte bir üzüntüyle ona doğru biraz daha yaklaştığımda gözlerinde birikmiş yaşları görür gibi olmuştum. Ama ben onları görmemeyi tercih edip ellerimi dizlerime bir kez daha vurdum.


"Zühre bak. Her şeyin elime yüzüme bulaştığının farkındayım. Her şeyin..."


"Sadece senin eline yüzüne mi abi? Kusura bakma ama battığın boklar biraz da bana sıçradı. Sence de öyle değil mi? Yanlışsam yanlışsın Zühre de! Desene!"


"Haklısın! Sonuna kadar haklısın! Allah kahretsin ki bokun içine gömülen benim! Ama ne yapayım Zühre! Sevdim ben! Sevdim sadece!" Kafam işte bu sevgi, aşk meşk konularında hepten duruyordu benim. Beynim bu konularda hemen sulanmaya müsaitti.


Bana kalırsa sevginin rengi beyazdı. Eğer birini, bir şeyi seviyorsan o beyaz renk kirlenmesin diye uğraşmalıydın. Ama abim ne beyazdı ne de beyaz kirlenmesin diye uğraşıyordu.


"Yaptığım hatayı biliyorum ben! Ama Gülnare'yi çok sevdim Zühre! Bana vermeyeceklerini bile bile çok sevdim! Çocuk yaşımda kapıldım ona... Çocuk kalbimle sevdim... bu işin olmayacağını biliyordum, bizim evlenmemize müsaade etmeyeceklerini biliyordum. Ama bile bile sevdim. Ben kendimi bile bile o ateşe soktum Zühre!" Göz pınarlarından bir damla yaş kayıp giderken içimden bir yandan da insanların nasıl böyle ağlayabildiğine de hayret ediyordum. Ben uzaylı misali ağlamayı pek beceremiyordum da.


"Yanarken yıllardır yok saydığım kardeşimi de o ateşe atayım bari dedin değil mi?" Delirme çizgisini çoktan geçtiğimden ağlanacak halime gülmeye başlamıştım yine. Hayatım onların yaktığı ateşte kararacaktı sanırım. Kara kara gülüyordum.


"Bak abi. Ben yirmi üç yıl önce yapılan bir hata yüzünden geldim bu dünyaya. Siz de babamla ikiniz yirmi üç yıl önce bu hatayı gizlemek için uğraştınız durdunuz. Ama ben şimdi başka bir hata yüzünden hayatımın mahvolmasını istemiyorum anladın mı?" Ne dediğimi zaten ben ağzımı açmadan anlamıştı bile. Kafasını hafifçe sallarken diğer göz yaşlarının akmasına müsaade etmeyip elinin tersiyle silmişti.


"Gülnare hamile." Dedim. Niye dedim, neden dedim, dememdeki amaç neydi ben de bilmiyordum. Ama battığımız kadar batmıştık zaten. Hala olma sevincini bile yaşayamadın ya Zühre...


"Biliyorum." Dedi ayağa kalkarken. Sırtındaki kamburluk, omuzlarının çökkünlüğü ve yüzündeki beliremeyen buruk tebessümle yanıma gelmişti. Ellerimi kendi elleri arasına hapsedip bir süre yüzümü inceledikten sonra beni kendine çekip sıkıca sarılmıştı.


'Yine geleceğiz Zühre merak etme'


'Üzülme abicim tamam mı? Haftaya yine geleceğiz.'


'Bak bize küs kalıyorsun her seferinde. Haftasonu dediğin hemen gelir. Üzülme tamam mı?'


'Zühreliğini yaptın yine. O nasıl sarılmaktır kız? Seni çok özleyeceğim.'


Sıkıca sardığı kollarına karşılık kararsız kalmıştım. Sarılmayı çok istesem de içimde filizlenmiş, hatta dallanmış budaklanmış öfkem 'Dur Yolcu' diyordu bana. Kaldırdığım ellerimi serbest bırakıvermiştim yanlarımda.


"Ben baba olduğuma bile sevinemiyorum Zühre." Ses tonu ha ağladım ha ağlayacağım der gibiydi. Nasıl ki ben 'Hala' olacağıma sevinemiyorsam o da 'Baba' olacağına sevinemiyordu besbelli. Ama her şeyin sorumlusu da kendisiydi be...


"Özür dilerim kardeşim." Elleriyle yüzümü avuçlarken her baktığımda ısınmama yeten kahverengi gözlerinde her zaman gördüğüm parıltılar yerine koca bir enkaz duruyor gibiydi. Kendi yaratmıştı bu enkazı. Hepimizi altında bırakacağını bile bile...


"Zeynel, Zühre." Kapı açıldığında bile abimin gözlerinden çekemiyordum bakışlarımı. İkimiz de aynı anda gelene baktığımızda ben yutkunma ihtiyacı hissetmiştim. Bu kadar yıkıntıdan nasibini alan bir başka kişi daha. Hicran hanım...


Aramızda asla bir bağ olmayan, abim ve kardeşim olduğunu yeni öğrendiğim Zeynep'in annesi. Babamın kendisini annemle aldattığı kadın.


Ben olsam onun yerinde benim olduğum odaya adım atamazdım sanırım. En nihayetinde ben kocasının işlediği bir günahın meyvesiydim. Kendimde ondaki gücü ve dirayeti barındıramazdım. Onun kadar soğuk kanlı da olamazdım. Hele ki kocamın başka bir kadından olan çocuğunun adını sanırım ağzıma bile alamazdım.


Ama o tüm asaleti, sakinliği ve güzelliğiyle kapıda dikiliyordu.


"Burada mıydınız?" dedi kapıyı yavaşça kapatıp bize doğru gelirken. "Beyler aşağıda toplandı. Karar veriyorlar. Baban ve nenen olmaz diyor. İnşallah olmaz. İnşallah herkesin istediği o karar çıkmaz." Hicran hanımın bakışları bir an olsun beni bulmazken oğluna da bakmıyordu. Sanırım ona bugün kimse bakmak istemiyordu.


Ama Hicran hanım çoğunluğun istediği gibi düşünmüyordu. O da bu duruma itiraz eder gibiydi.


"Toplandılar demek." Dedi abim odada volta atmaya başlarken.


"Ben seni böyle mi yetiştirdim Zeynel. Beni nasıl bir hayal kırıklığına uğrattığını tahmin bile edemezsin oğlum." Ağzım hafifçe aralandığında yıkılacak gibi duran kadının çenesini havaya kaldırıp kendini nasıl da zorladığına şahit olmak içime dokunmuştu.


"Anne..."


"Sen böyle bencil biri değildin. Sen bencil olmadın hiç. Ama ben bile oğlumu tanımıyormuşum demek ki. Yazıklar olsun bana."


"Anne..."


"Sevdin. Herkes sever oğlum. Sen sevginin arkasında durduğunu böyle mi gösterecektin? Bu sevgi değil. Hırs." Hicran hanımın ağzından dökülen her kelime bir iğne misali saplanırken ruhuma abim delik deşik olmuştu bile çoktan.


"Anne ben bilemedim."


"Kardeşini ateşe atmayı bildin ama. Dua edelim de bu kızın başını yakmayalım." Cümledeki 'Bu kız' ve 'kardeş' ben oluyordum. Sanırım yanacağımız kadar yanmıştık hepimiz.


Hicran hanımınsa böylesine arkamda duracağını ben bile tahmin etmiyordum. Sonuçta ben eve düşen yıldırım misali saraydan hallice 'Hanoğlu Konağı'na düşüvermiştim. Birden bilmediğim akrabalarımın hayatlarına yeni bir isim olmuştum. Belki aralarında 'miras bölündü tüh' diyenler olacaktı ama ne yapalım kısmet böyleydi.


"Tahir ağa ve tüm aile aşağıda."


"Ya Gülnare? Ona bir şey yapmadılar değil mi anne?" endişesi hem Gülnare'ye hem de doğmamış bebeğineydi. Böylesine güzel bir haberi bu şekilde öğrenmek de ne bileyim fazla şovdu benim için.


Yirmi üç yıllık ömrümde bu kadar şoku, macerayı yaşamamıştım toplasan.


"Hicran hanım..." dedim kupkuru olan ağzımla. Aynı abime benzeyen bakışları beni bulduğunda benzinin ne kadar da beyazladığını fark etmiştim ilk. Onu için benimle konuşmak olağanüstü zor olmalıydı. Ama başladığım cümlemi tamamlayamamıştım. Açılan kapıdan giren bir kadın hepimizin dikkatini kendine çekmişti.


"Karar verdiler." Dehşet dolu bakışlarıyla hepimizi süzen kadın en son bana bakakalmıştı. Sanırım kendini 'halam' olarak tanıtan kadınlardan biriydi de ben anımsayamamıştım bir türlü.


"Berdel dediler. Kabul etmiş Tahir ağanın oğlu."


İşte o an başından aşağı kaynar sular dökülmenin ne demek olduğunu iyice anlamıştım. Abimin yaktığı ateşte kaynayan sular her ne hikmetse sadece benim başımdan aşağı boşalmıştı. Yanmıştım. Yanacaktım. Ama yakacağımdan şimdilik habersizdim.


🐦


"Hele bir de benim yüzüme söylesin kabul ettiğini!" dedim merdivenleri üçer beşer inerken. 'Hele' kelimesi her ne hikmetse dolanıvermişti ağzıma. Sanırım nenemden kapmıştım.


"Dur kız sakin." Demişti Cevriye halam ama ben durmazdım. "Nefesim tıkandı vallahi. Ne koştun beygir gibi." Sanki en önemli mevzumuz bana denilen bu yanlış kelimeymiş gibi pat diye arkamı döndüğümde Cevriye halam irice açtığı gözleriyle şaşkın şaşkın bakakalmıştı bana.


"Beygir değil, Serçe Kuşu!" dedim basa basa. "Herkes görecek." Mrs. Smith edasında saçlarımı savurup önüme dönüp üçer beşer atmaya devam etmiştim adımlarımı. Serçe Kuşu'nu daha tanımıyorlardı.


Bu evdekilerin işinin zor olduğunu bir kez daha düşünürken kendi küçük evimize şükretmiştim. Bu neydi canım? İnerken ayrı dert çıkarken ayrı. Barı bu kadar büyük ve bu kadar çok katlı bir konak yapacaklardı asansör koysalardı içine. Bir kere yaşlı insan yaşıyordu bu evde. Nenene yazık değil mi Zühre...


Pat diye açtığım kapıdan içeri girerken oda dolu olsa da çemkirsem demiştim ama tüm hevesim kursağımda kalıvermişti.


"Nerede herkes?" dedim. Ama yazık halam daha bana ulaşamamış resmen kan ter içinde kalmıştı. Bence o da menopozdaydı. Alnında biriken boncuk boncuk terleri şalının ucuyla silip derin derin soluklar almıştı.


"Gitti onlar. Dinlemiyorsun ki beni. Koştun geldin buraya." Nefes nefese bir halde ellerini dizine koymuştu. "Tahir ağa bahçede. Diyecek oldum ama dinlemedin be deli kız. Ne diyeceksin ki hem."


"Sen halam değil misin?" dedim dan diye. Sanki tüm mevzu buydu.


"He halanım ya. Kız halaya çeker derler de senin bu deliliğin bence Halime halan. Ama güzelliğin ben." Hala çoktu mübarek. Yemeyip içmeyip futbol takımı kurmuşlardı sanki.


"Ben onu mu diyorum ya." Dedim bıkkınca. Kursağımda kalan hevesim ve ağzıma dizilen kelimelerin çokluğundan patlayıverecektim.


"Pardon." Dedi bizi bölen bir ses. Halamın ağzı hafifçe aralanırken ben onun neye şaşırdığına bakmak için dönmüştüm geriye. Bakışlarım bize seslenen kişiden çok onun oturduğu tekerlekli sandalyeye takılı kalmıştı.


"Ben Gülnare'nin abisiyim." Dedi. Ama ben bakışlarımı bir türlü onun oturduğu sandalyeden çekemiyordum. "Konuşabilir miyiz?"


🐦


Hele hele ne eder bunlar


Bölüm sonu


Nasıl buldunuz bölümü ?


Sizce ne olacak bundan sonra?


Lütfen yıldızımızı aydınlatmayı ve bol bol satır arası yorumlarınızı unutmayın.


Sizi seviyorum Allah'a emanet olun 🖤


ELİF'te de buluşalım🖤


Biliyor musunuz Zühre gibi olmak ve onun ağzından yazmak birazcık zor. Bizim kız deli, ne yapacağı bilinmiyor. O yüzden bölümleri birazcık gecikti. Ama siz anlarsınız beni🖤

Loading...
0%