Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Ölüm Sorusu

@seydnrgrsu

Merhaba hoşgeldiniz 


Yıldızımızı renklendirmeyi, her satırıma iç dökmelerinizi eksik etmeyin.


İkiye On Kala- Mutluyum Ama Birazdan Geçer


🌙


Bir, iki,üç... Hayır.


Üç, iki, bir.


Hoop düştüm yine yazarın aklından bu satırlara...


Zihnim bulanık, sisli ve karışık.


"Abi..."


Gözlerim belki anın verdiği o şaşkınlıktan belki de uykudan yeni uyanmanın verdiği mahmurluk yüzünden midir bilmiyorum ama doluvermişti kendiliğinden. Ağzımdan benden habersiz dökülen bu kelime yılardır göğsümde biriken ağrının sebeplerinden biriydi belki de.


Abi... Abim... Bir hayli uzak ama bir nedenle de bağlı olduğum kişi. Kendi seçmediğim bu nedenin sonucunu da en acı şekilde yaşayacağımı bilmeden öylece bakakaldığım kişi.


"Zühre. Kardeşim." Bana doğru attığı adımları teyzemin araya girmesiyle yarıda kesilmişti. Ama benim dikkatimi çekense hemen onun arkasında tekli koltukta oturan bir kızdı. Daha önce hiç görmediğim bu kız onun bedeni aradan çekilince çıkmıştı ortaya. Abim ise teyzemin bu hamlesine ters bakışlar atarken tekrar almıştı beni odağına.


"Ne işin var burada?" Ağzımın içi nasıl olmuştu da bu kadar kurumuştu bende hayret ediyordum ama kelimeler zar zor dökülüyordu. Gözlerim bir onun bir de arkasındaki kızın üzerinde gidip gelirken yerime mıhlanmış gibiydim.


"Seni görmeye geldim." Teyzemin kolları arasından sıyrılan abim uzun bacaklarıyla bir iki adımda ulaşmıştı dibime. Neredeyse bir yıl olmuştu onu görmeyeli. Arada bir aramaları bile bundan birkaç ay önce kesilmişti. Ama bu benim o kadar da umurumda sayılmazdı. Benim için sadece kan bağımın olduğu basit bir kişiydi.


Kaşlarım benden bağımsız havalanırken dudaklarım da inanmadığımı belli edercesine kıvrılmıştı yukarı. Beni görmeye gelmezdi. Öyle canı istediği için buraya gelecek biri değildi. Ben onun için arada bir aklına gelen ve yıllardır saklamak zorunda olduğu aile sırlarından biriydim sadece. Beni özlemiş olması imkansıza yakın değil imkansızdı.


"İyi şaka." Günce benden önce davranıp benim aklımdakileri dökmüştü kelimelere. Belki yıllardır yan yana oluşumuzun belki de birbirimize sonsuz bir bağla bağlı oluşumuzun bir eseriydi bu.


"Nasılsın Zühre?" Sanki çok normalmiş gibi sorması sinirime dokunmaya başlamıştı ama derin bir nefes alıp normal davranmaya çalışacaktım.


"İyi sen?"


"Ben pek iyi sayılmam." Gözlerim istemsizce arkada oturan kıza kaydığında kızın korkuyla titreyen hareleri hemen dönmüştü önüne. Ellerini kıvırcık uzun saçlarına daldırıp yüzünü sıvazlayışını izlemiştim öylece.


"Niye geldin abi?" Dudakları belli belirsiz kıvrılırken adımları geri, tekli koltukta oturan kızın yanına doğru atmıştı. Salonda bulunan bizler ise ağzımızı açmamaya yemin etmiş gibi sadece izliyorduk onu.


"Seni yengenle tanıştırayım. Gülnare." Hemen yanındaki kızın ellerini kendi avuç içlerine alıp büyük bir gülümsemeyle bakıyordu kızın gözlerine. Bu onu gülümserken gördüğüm nadir anlardan biriydi belki de. Genelde ciddi suratı ve duruşuyla mensubu olduğu aşirete yakışır bir ağa gibi görünmeyi tercih etse de benim yanıma geldiğinde daha yumuşak bir görüntüsü olurdu. Ama yine de bu kıza bakarken ki gibi güldüğünü görmek pek nasip olamamıştı bize.


"Zeynel. Hadi ablacım lütfen." Teyzem kenardan atılıp abimin kolunu kavrarken bile ses çıkarmayıp öylece izliyorduk. Şaşkındık çünkü. Uzun zamandır bu evde görmeye alışık olmadığımız, haber vermeden asla gelmeyen bu adamın burada oluşuna şaşkındık.


"Mahfer abla. Bırak lütfen."


"Sen evlendin mi?" Kaşlarım daha ne kadar yukarı gidecekti bilmiyordum ama mavi irislerim de iri iri açılmıştı bile. Karşımdaki manzaraya bakarken bundan benim niye haberim olmadı diye içime de hafiften bir öfke düşmemiş değildi.


"Yani evleneceğiz daha." Abim halen kızın gözlerine bakarak gülümsemekle meşgulken benden pek farkı olmayan Günce bir adım öne atıp şaşkınca yanağını kaşıyarak sormuştu sorusunu.


"Nasıl yani?"


"Kaçtık biz. Kaçırdım Gülnare'yi." İşte bu duyduğum en tuhaf şey olmuştu o akşam. Şaşkınlığımın zirvesine ulaştığımı sanıyordum bir yandan.


"YUH!" Ağzımdan benden habersiz çıkan şaşkınlık tepkim hemen bir saniye sonra Günce'nin ağzından da yankılanmıştı. Adeta eko yapıyor gibiydik. Teyzemin suratı ise ağlamaklı bir hal alırken az önceki çığlığın sebebi ortaya çıkmıştı bile. Kenarda dizlerine vuran Hamiş ise hepimizin kafasının ona dönmesine sebep olmuştu ama tekrar odağıma almıştım abimi. Hem de hızlı adımlarla yanına ilerleyerek.


"NE! Ne demek kaçırdım? Kız kaçırdın ve buraya mı geldin? Aklını da kaçırmış olmalısın!" Ellerim saçlarımın arasında odanın bir o tarafından bir bu tarafına volta atarken arada bir dönüp gerçek mi diye onlara bakıyordum ama gayet ciddi görünüyorlardı. Kızın ha ağladı ha ağlayacak halinden ötürü o kadar çok bağıramıyordum ama içimde volkanlar patlıyordu.


"Cidden Zeynel abi cidden bunu yapmış olamazsın!" Günce de odanın diğer tarafında teyzemin zoruyla sandalyede oturuyordu. Kumral saçları benim gibi sinirden tel tel olmuş bir vaziyetteydi.


"Hangi çağdayız ya! Kız kaçırmak ne?" Çıldırmış gibiydim. Gibi belki de çok fazlaydı bu halime. Evet çıldırmıştım. Duyduğum şeyi sindirmem kolay değildi. Kız kaçırmıştı. Hadi onu geçtim bu haldeyken burada ne işi vardı?


"Zeynel gidelim hadi... Huzursuz ettik insanları da." Geldiğinden beri ilk kez ağzını açan kız bunu der demez ağlamaya da başlamıştı. Bu halini görmem içimi acıtırken hemen yanında oturan abime sinir kusmak üzereydim. Öfkem ona değildi. Öfkemin tümü abimeydi. Ama onunla kaçan bu kızın aklına da acıyordum işte.


"Dur güzelim dur. Daha asıl meseleyi anlatmadım." Ne yani deminden beri duyduklarım bir fragman mıydı? Bir de asıl mesele vardı ha.


"Zeynel olmaz ablacım. Hadi gidin siz." Teyzemin ısrarla abimi kolundan çekiştirişini öfkeli suratımla izlerken bu sefer tek kaşımı dikmiştim havaya. Bu işte başka bir iş vardı.


"Teyze ne oluyor Allah aşkına?" Sabırsızca ayaklarımı yere vuruşumu kaşları çatık bir şekilde izleyen abim oturduğu yerden kalkıp sırtı dik bir şekilde ilerlemişti yanıma. Teyzemin korku dolu bakışları göz yaşlarına dönüşüp yanaklarından süzülürken abim çoktan dibimde bitmişti bile. Siyah kaliteli bir kumaştan üzerine göre tam kalıp olarak dikilen ceketinin önünü düzeltip bir elini beline yerleştirmişti. Hafiften açılan ceketin önü belinde gururla taşıdığı silahı görmemi sağlarken bakışlarım bana dikilen koyu harelerle buluşmuştu.


"Seni almaya geldim." Bu cümle ondan duyacağım belki de en son cümleydi bu hayatta. Küçükken babamla birlikte geldiklerinde defalarca 'beni götürünleri' cevapsız bırakan abim şimdi ne olmuştu da beni almaya gelmişti? Kendimden bağımsız ağzımdan çıkan kahkaha eşliğinde bir iki adım geri atıp yaslamıştım sırtımı sert ve soğuk duvara.


"Dalga mı geçiyorsun?" Ama onun dalga geçer gibi hali yoktu. Gayet ciddi bir suratı vardı.


"Dalga geçer gibi bir halim mi var Zühre?" Yüzümdeki o sahte sırıtış yerini korku ve endişenin karışımına bırakırken ağzımda birkaç tükürük parçası aramıştım güçlükle.


"Ne diyorsun sen Zeynel abi? Ne demek seni almaya geldim?" Günce yine benden önce davranıp atılmıştı öne.


"Duydunuz. Zühre'yi almaya geldim. Bundan sonra kendi evinde yaşayacak." İşte buna gerçekten gülebilirdim ama buna hiç halim kalmamıştı o an. Duyduklarımı hazmetmekle uğraşıyordum çünkü. Ama bu imkansızdı. Benim zaten bir evim vardı ve burasıydı.


"Benim bir evim var zaten." Gözlerini hafiften kısıp bana bakmaya devam ediyordu abim. Benim bakışlarım ise korkuyla bizi izleyen diğerlerinin üzerinde dolaşıyordu.


"Sen bir Hanoğlu'sun Zühre. Evin de yurdun da belli." Gözlerim kısılırken 'şaka mı yapıyorsun sen' dememek için dudaklarımı tamamen birbirine bastırıp dizginlemiştim kendimi. Ya bu gün kafası güzeldi ya da şehir değiştirmenin verdiği etkiyle aklı bulanmıştı. Ben şu an olanları aklımda tartmaya çalışırken abim hiç de şaka yapmıyormuş gibi daha da ciddi bir halde bakıyordu bana.


"Hazırlan gidiyoruz." İşte ikinci şaka cümlesini daha işittikten sonra tutamamıştım kendimi. "Ne saçmalıyorsun sen? Ne demek gidiyoruz? Kafan güzel herhâlde." Ama onun ne kafası güzeldi ne de başka bir şey. İlk defa bu kadar ciddi görüyordum onu. Gerçi ciddi halini görmeye de pek fırsatım olmamıştı ya.


"Gayet ciddiyim Zühre. Hazırlan. Sabaha karşı yola çıkacağız. Teyzenlerle vedalaşsan iyi edersin." Duyduklarım hazmedilmesi öyle kolay şeyler değildi. İnsan kendi eviyle vedalaşır mıydı hiç? Hem durduk yere niye vedalaşacaktım ki? Gözlerini dikmiş bana öylece bakan abimin yanından geçip gitmek ve bu hiç hoş olmayan tatsız muhabbeti sonlandırmakken niyetim kavramıştı çıplak olan kolumu. Tutuşu sert ama can yakıcı cinsten değildi. Benim bakışlarım da onun kolumu kavrayan parmaklarında dolaşmış sonra da bana daha önce hiç görmediğim gibi bakan gözlerine tırmanmıştı.


"Bırak kolumu." Sesim yüksek değil ama gayet uyarır bir tonda çıkarken abim ya beni duymamıştı ya da duymamazlıktan geliyordu. "Sana ciddiyim dedim Zühre. Hazırlan gidiyoruz." O sertçe kavramıştı kavramasına kolumu ama bende onun yaptığı sertlikte çekip almıştım geri. Teyzem, Hamiş ve Günce bize doğru ayaklanırken bakışlarım yine koltukta ağlayan kızı bulmuştu. Bu kadar sulu göz olacak ne vardı anlamıyordum. Geldiğinden beri çeşmeleri açık kalmış gibi ağlıyordu.


"Sen beni hiçbir yere götüremezsin. Kimse beni istemediğim bir yere götüremez tamam mı? Benim evim burası." Evim burasıydı benim. Ayrıca durduk yere yıllar sonra 'seni evine götürüyorum' şeysine de inanacak değildim. Her ne sebeple olursa olsun.


"Sen bana karşı mı geliyorsun Zühre?"


"Pardon? Senden izin mi almam gerekiyor? Hangi hakla?" kollarımı göğsümde kavuştururken kaşlarımı bu sefer olabildiğince çatmıştım. Tabi ki de ona karşı gelecektim. Kimdi ki o? Sadece kan bağım olan üstün körü tanıdığım biri.


"Beni delirtme Zühre! Sana dediklerimi duydun. Benimle gelmek zorundasın." Kolum tekrar onun tarafından kavrandığında ileri atılan teyzem çekip almıştı beni kendi arkasına. Ama abim duracak gibi görünmüyordu.


"Zeynel bırak kızı! İstediğiniz kadar kalın burada ama Zühre'nin sizinle gitmesine izin veremem. Katiyen olmaz bu!"


"Sana soran olmadı Mahfer abla! Sen karışma! Bu bizim aile meselemiz!"


"Aile meselesiymiş! Hadi be oradan!" Hamiş nihayet oturduğu koltuktan kalkıp yanımıza ulaşmış çekiştiriyordu abimin kolunu. Onu burada görür görmez yükselen tansiyonu yüzünden kıpırdayamamıştı akşamdan beri yerinden.


"Hamide abla sen de karışma!" Ama abimin gözü benden başkasını görmüyordu o akşam. Kim ne derse desin beni buradan götürmeye kararlıydı. "Bu bizim aile meselemiz! Çekilin siz karışmayın!"


"Aile meselesi mi? Hangi aile meselesi ya?" Teyzemin arkasından sıyrılıp öne doğru bir adım atmıştım. Kaos yerine dönen küçük salonumuz bakalım daha ne gibi saçmalıklara şahit olacaktı?


Evet bir Hanoğlu'ydum ben. Ama sadece kağıt üzerinde yazan, adımın yanına öylece konmuş bir kelimeydi benim için o. Bir şey ifade etmiyordu. Etmesi de imkansızdı zaten. Çünkü yıllardan beri kabul görmemiştim o aileye. Görememiştim.


Annem ben iki yaşındayken vefat ettiğinden beri tek ailem teyzem, Günce ve Hamiş olmuştu. Benim zaten bir ailem vardı. ben onlara aittim. Şimdi nasıl olacaktı da yıllardır bir sır olarak saklandığım bu yerden çıkıp 'Evet ben Zühre Hanoğlu'yum' diyecektim? Nasıl olacaktı da yıllarca beni gizli gizli görmeye gelen babamın evine gidip 'kızın geldi' diyecektim? Hadi onu geçtim babam nasıl açıklayacaktı bunu herkese?


Sonuçta ben kimsenin bilmediği Cahit Hanoğlu'nun kızıydım. Doğduğumdan beri bir sır gibi saklanmış, adım o aileyle neredeyse hiç anılmamıştı. Şimdi demez miydi insanlar 'bu neyin nesi' diye?


Ben kaçamak bir ilişki sonucu istenmeyen bir evlat olmuştum o adam için. O da beni yok saymak yerine beni saklamak gibi bir şey sunmuştu bana. Ne benden vazgeçmişti ne de ağalığından. Ağalığını tercih ederken de beni saklamayı seçtiği bir sırrı haline getirmişti. İşte bu yüzdendir ki ben doğduğumdan beri Zühre Hanoğlu değil de Zühre olmuştum sadece. Ya da insanların bana taktığı biçimiyle 'Serçe Kuşu'.


"Hüküm belli olacak Zühre. O yüzden benimle gitmek zorundasın." Beynimde 'hüküm' sözcüğü ardı ardına yinelenirken ben duyduğum şeyin ne anlama geldiğini anlamak için çatmıştım hafifçe kaşlarımı. Hüküm karar demekti ama neyin kararıydı bu? Neyi kastetmişti abim?


"Ne hükmü?" Günce yine benden önce davranıp sormuştu aklımdaki soruyu.


"Gidince öğreneceğiz hakkımızda ne hükmü verdiklerini. Karar yarın akşam açıklanacak. O zamana yetişmeliyiz." Ağzından kelimeler kerpeten zoruyla çıkıyordu mübareğin. Bakışları hemen sol tarafında duran Gülnare'deyken ben halen kafamda dönüp duranları tartıyordum.


"Taksit taksit söylemesene şunu. Ne hükmü ne kararı ya? Ne belli olacak yarın akşam?" Hafiften seğiren sağ gözümü ovalayıp daha da dikkatli bakmaya başlamıştım ona.


"Gülnare... Arslanoğlu aşiretinin kızı." Bu onun anlattıklarını anlamam için yeterli bir cümle değildi.


"Eee. Ne yapayım yani?" Sen ciddi misin der gibi bakan abime gerçekten anlamadığımı belli etmeye çalışır gibi açmıştım ellerimi.


"Biz kaçtık diyorum sana." Bu da anlamam için yeterli bir cümle değildi.


"Onu görebiliyoruz. Şu an salonumuzda tanımadığım bir kız duruyor sonuçta." Bu sefer ellerim halen ağlaması dinmeyen kızı gösteriyordu. Gerçekten nereden bulmuştu bu kadar göz yaşını?


"Onu kaçırdığım için hakkımızda karar verecek aşiret beyleri. Sonumuzu diyecekler." Ya bende bir sorun vardı ya da abim gerçekten anlatma özürlüsüydü. Çünkü bunun başka bir açıklaması olamazdı.


"Ya berdel ya da ölüm olacak." İşte bu duyduğum cümle bende bir anlam dahi çağrıştırmazken hayatımı alt üst edeceğini bilememiştim o an. Bu saatten sonra hiçbir şeyin benim için eskisi gibi olacağını tahmin edememiştim. Teyzemin gözünden yaşların boşaldığını, Hamiş'in ellerini çırpınırcasına daha çok dizlerini vuruşunu görebiliyordum ama gözümün önündeki görüntü yavaş yavaş kaymaya başlamıştı. Kulaklarımdaki uğultu da neyin nesiydi? Berdel ve ölüm... Ne demekti bu iki kelime?


"Berdel ya da ölüm mü? O ne demek?"


"Ya beni ve Gülnare'yi vuracaklar ya da seni kendi oğullarına alacaklar..." İşte şimdi duyduğum şeyle kesilmişti nefesim. Hayatımda duyduğum en saçma şeyin hayatımı bu denli etkileyeceğini bilememiştim.


"NE!" Aynı anda Günce ile birlikte haykırırken şaşkınlığımızı abim derin bir nefes üfleyip bakmıştı suratıma.


"Duydun. Ya Berdel olacak ya da Ölüm..."


"Ne diyorsun sen? Kaçmadınız mı siz? Ne diye böyle bir şey olsun ki?"


"Buldular bizi Zühre. Biliyorlar yerimizi. O yüzden seni götürmeye geldim." Az öncekinden daha sakin çıkan ses tonuyla konuşurken çıldırmanın üst seviyelerindeydim artık. Bir yerden bir kamera ekibi çıkar mı diye sağıma soluma bakınmam da pek fayda etmemişti ne yazık ki. Gayet de gerçek görünüyordu her şey.


Nefeslerim benden habersiz sıklaşırken elim güçsüz bir şekilde gitmişti göğsümün üzerine. Kulaklarımdaki uğultu ise daha da çok artmış gözümdeki görüntü de yerini kara bir perdeye bırakmıştı. Son duyduğum adımın sayıklanması olurken önce gövdem sonra da başım buluşmuştu soğuk parkeyle.


🌙


Bölüm sonu.


Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın canlarım.


Sizi seviyorum Allah'a emanet olun 🖤

Loading...
0%