Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Sarı Kurdeleli Kız

@seydnrgrsu

MERHABA HOŞGELDİNİZ

 

 

SİZ YORUMLARA GELİN ORADA KONUŞALIM. INSTAGRAM VE TİKTOK'ta DA DESTEK VERMEYİ UNUTMAYIN.

 

HADİ GELİN PARLASIN YILDIZIMIZ ⭐️

 

 

 

 

 

Model- Sarı Kurdeleler

 

 

💎

 

 

 

"Zühre!"

 

Havanın bulutlu olduğu günlerden hep nefret ettim. Gündüz özgürce açan güneşin önüne gerilen kara bulutları bir türlü sevemedim.

 

"Zühre neredesin Allah aşkına!"

 

Ben açık mavi gökyüzüne aşıktım. Eğer aşkın tanımı yapılacaksa ona en uygun örnek de gökyüzüydü.

 

Düz, bulutsuz, berrak, masmavi gökyüzü...

 

Babam hep 'Gökyüzüm' derdi bana. Neden dediğini bir türlü anlamadım ve anlamayacağım sanırım da. Ama neden dediğini bilmesem de seviyordum bana 'Gökyüzüm' demesini. Hep sorardım bilmediğimden. Hep sordum 'Neden bana 'Gökyüzüm' diyorsun diye. O da hep 'Gök gözlerinde' deyip bitiriyordu cümlesini.

 

Herkes gözlerimi denize, okyanusa benzetirken babam 'Gökyüzüne' benzetiyordu. 'Gökyüzü gözlerimdeydi' ona göre.

 

"Zühre neredesin kız!"

 

Şimdi de gözlerimde gökyüzünün yansıması vardı ama bulutlara kızıyordum içimden. Gözüme yansıyan mavi gökyüzümü griye çevirmeye ne hakları vardı?

 

Ayağımı, yerden kalkıp üzerimi batıracak tozlara aldırmadan sertçe yere vurdum. Ama ben ayağımı yere vurdum diye ne bulutlar dağıldı ne gökyüzüm maviye döndü. Üstümün toz olduğuyla kalmıştım.

 

"Zühre vallahi deli edeceksin beni! Neredesin kız!"

 

Ben bakışları gökyüzünde, aklı gökyüzünün ötesindeki annesinde, elinde küçük sarı kapaklı kavanozuyla o daldan bu dala hoplayan bir 'Serçe Kuşuydum'. Aklım fikrim uçarı, kanatları doğuştan yaralı, dizleri hep kanayan bir kızdım.

 

"Zühre! Ne yapıyorsun burada sen Allah aşkına! Beynim döndü seni ararken!" Teyzemin telaşlı elleri kollarımı sarıp beni kendine çevirdiğinde fal taşı gibi açılmış iri yeşil gözleri karşılamıştı beni. Omuzlarını geçen kumral saçları tel teldi. Alnında boncuk boncuk terler vardı. Ayağındaki kırmızı rugan topuklulara çevirmiştim bakışlarımı. İşe geç kalmak üzereydi.

 

"Hiç." Demiştim omuzlarımı silkip. Bakışlarımı tekrar gökyüzüne çevirmiştim sonra. Sanki iki saniyede gidecekti de bulutlar görecektim gökyüzümü.

 

"Nasıl hiç Zühre! Kaç saattir seni arıyorum biliyor musun sen! Ne işin var elalemin damında! Hem bu halin ne! Okul önlüğünü de giymemişsin! Vallahi geç kalacağız!"

 

"Gökyüzüne bakıyorum teyze. Ama göremiyorum." Demiştim hafifçe yutkunup. Parmaklarımın arasına büyük gelen kavanozu sıkıyordum bir yandan.

 

"Okula geç kalınca görürüm ben gökyüzüne bakmanı! Kız sen beni deli mi edeceksin! Ne karnını doyurdun ne üstünü değiştirmişsin! Vallahi ilk günden kovulacaksın okuldan! Git hemen giy önlüğünü! Bak Günce giyindi seni bekliyor evin kapısında! Balca bile geldi!"

 

"Böyle gitsem ya ben." Demiştim kafamı yana yatırıp. Önlük giymek şart mıydı yani ilk günden. Çocuk bu giymesin deseler olmaz mıydı?

 

"Delinin zoruna bak! Kız oyun oynamaya mı gidiyorsun sen oraya! Önlüğünü giyeceksin, üstün başın düzgün olacak. Sen öğrencisin bundan sonra. Hem sen nereden buldun bu elbiseni? Ben bunu yazlıklarla birlikte kaldırmıştım sandığa. Gidip sandığı mı karıştırdın! Eh be kızım ne diyeyim sana."

 

"Sarı elbisemi giymek istedim. Babam aldı bunu bana geçen geldiğinde. Sarı sana çok yakışıyor dedi." Gök gözlerimde, sarı renk ise hep üzerimdeydi o yaşlarda. "Ama kurdelesini takamadım. Sen takar mısın?"

 

Teyzemin kızgın bakışlarındaki ifadenin değiştiğini görür gibi olmuştum. Tekrar çevirmiştim bakışlarımı gri hırçın bulutların kapadığı gökyüzüne.

 

"Annem sarı rengi çok seviyor ya. Belki okula başladığımı böylece görür dedim. Ama baksana bulutlardan göremiyorum gökyüzünü. Annemi göremiyorum. O da beni göremiyor." Küçücük boğazıma bir yumru olup oturmuştu adını bilmediğim bir şey. Yıllar sonra Hamiş ona 'Özlem' demişti. Özlem kimdi, ne işi vardı benim boğazımda? Neden nefes almama engeldi? Benimle derdi neydi de sürekli oturuyordu boğazımda?

 

"Serçe Kuşum..." demişti teyzem. Adımdan daha çok adım olan ikinci ismimle bana seslendiğinde bakışlarımı çekmiştim gri gökyüzünden. "Ama okula önlüksüz gidilmez ki. Mavi önlüğünü giymen lazım. Hamiş'in sana ördüğü yakalığı takman lazım. Sarı değil de beyaz kurdelenle saçlarını bağlaman lazım."

 

Çok saçmaydı. Zaten bulutlar engeldi annemin beni görmesine bir de onun en sevdiği rengi giymezsem hepten göremeyecekti beni. Olmazdı. Yapamazdım.

 

"Hayır!" demiştim toza toprağa aldırmadan ayağımı yere vurup. Sütçü Halil amcanın toprak damı civardaki en yüksek yapılardan biriydi. Elimdeki kavanozumla ağaca çıkmam zor olduğundan gelip toprak dama çıkmış, gökyüzündeki annemle konuşmaya çabalıyordum. Ama bulutlar engeldi bana.

 

Ben bulutları sevmiyordum. Griden nefret ediyordum.

 

"Önlük giymeyeceğim! Sarı elbisemle gideceğim okula! Alacaklarsa beni böyle alsınlar! İstemiyorlarsa gitmem! Babam da gelmedi! Söz vermişti ilk gün ben bırakacağım seni diye! Tutmadı sözünü! Nankör işte!"

 

"Serçe Kuşum... Kızım..." Teyzem zapt etmek için kollarımı tutmuştu yumuşak yumuşak. Kelimeleri sakindi benim delirmemin karşılığında. Göz yaşları içine akan öfkeli, yedi yaşındaki kız çocuğu nasıl sakinleştirilir o da bilmiyordu.

 

Zordum.

 

Hep zor bir çocuk olmuştum.

 

"Tamam... Bak seni götüreceğim böyle okula. Eğer almazlarsa döneriz geri tamam mı? Gel önce karnını doyuralım ha kızım? Olur mu?"

 

İkna olmam ise öfkemden daha kolaydı. Kabul ediverirdim hemen bana sunulan bir şeyi.

 

"O kavanozunu da mı götüreceksin okula?" demişti okul yolunda Günce. Teyzemin elinden ben, Hamiş'in elinden ise o tutuyordu. Balca bizi beklememişti. İkimizde de aynı tek göz okul çantası, pembe suluk, yeşil beslenme çantası vardı. İlk günden boynumuza 'okul için gerekli' diyerek bir sürü yük bindirilmişti. Yıllarca bu yükün artacağından bihaberdik ilk gün.

 

"Evet." Demiştim sıkı sıkıya tuttuğum kavanozdan gözlerimi çevirmeyip. Hayatımdaki sahip olduğum en değerli şeydi bu benim için.

 

"Okulda kızmasın öğretmen?" demişti de çatık kaşlarımın hedefi olmuştu bir anda.

 

"Niye kızacakmış ki?" demiştim bağırarak. Bir kavanozla öğretmenin ne derdi olabilirdi ki? Okula kavanoz gitmez diye bir kural mı vardı yoksa? Öğretmenler hep kızar mıydı çocuklara?

 

"Yok Zührem. Ya kırılırsa diye dedi kardeşin. Keşke götürmeseydin bunu. Allah korusun yere falan düşerse." Teyzemin dedikleriyle daha sıkı sarılmıştım kavanozuma. Düşemezdi. Kırılamazdı. Her şeyim olan bu kavanozu kaybedemezdim. Bu kavanoz hayatımdı benim.

 

Annemdi...

 

İçinde annemin siyah saçlarından çıkan, üstünde bir iki tel saçı bulunan kırmızı tokasının olduğu, annemin kokusunun sığdığı, her şeyim olan kavanozdu o benim için.

 

Annem bir kavanoza sığıvermişti...

 

Halbuki annelere bir kavanoz yeter miydi?

 

"Götürmeyeyim o zaman. Teyze sen bunu eve götürür müsün? Saklar mısın yastığımın altına?"

 

Korku tüm bedenimi sarmıştı o yaşımda.

 

Annemden bana tek kalan şey kokusunun sığdığı kavanozu, birkaç parça elbisesi ve sarı rengi olmuştu.

 

Okulun avlusuna gelirken siyah araba içimdeki korkuyu defedip yerine heyecan tohumları ekmişti. Yanında dikilen adamsa sevinç çığlıkları atmama sebep olmuştu.

 

Tutmuştu sözünü babam. Yıllar sonra sözünü tutmayacağını bilmiyordum ama o gün tutmuştu.

 

"Baba!" sevinçle dolamıştım kollarımı boynuna. Her şeyi unutmuştum.

 

"Baba..." dedim. Peltek bir şekilde. Dilim uyuşmuş gibiydi. Göz kapaklarımda müthiş bir baskı, kafamın içinde ise fillerin halayı vardı. "Baba..."

 

"Uyanıyor..." dedi sağ tarafımdan bir ses. Göz kapaklarım kenetliydi ama göz kapaklarımın üzerinde dolaşan gün ışıkları beni rahatsız etmeye başlamıştı. "Nihayet." Diye de eklemişti aynı ses. "Zühre?" dedi hemen arkasından. Sesine eli eşlik edip omzuma dokunmuştu. Hafifçe sarsmayı da ihmal etmedi. "Zühre?"

 

"Baba..." dedim her harf dilime tonlarca ağır gelirken. "Sarı... Elbisem..."

 

"Zühre? İyi misin? Zühre bana bak." başımdan enseme, ensemden ise tüm hücrelerime yayılan ağrı fillerin halayı yüzünden zonklama da oluşturuyordu her yerimde. Fillerin kafamın içinde işi neydi peki? Halay çekmeleri ne yüzündendi? Filler halay çekmeyi ne zaman ve nereden öğrenmişlerdi?

 

"Kavanozum..."

 

"Zühre?" omzum sarsılıyordu ama sese cevap verecek mecali bulamıyordum kendimde. Hatta şu an adımın Zühre olup olmadığından emin bile değildim. O yüzden de 'Zühre' diyerek bana seslenmiyorlar bile olabilirdi. "Çok garip. Sürekli bayılmalar hiç hoş değil." dedi aynı ses.

 

"Stres yaptığımda oluyor demişti geçenlerde." demişti bir başka ses. Bulunduğum yerde bir başka kişi daha vardı. Eğer filler halaylarına ara verip müsaade etselerdi sesin sahiplerinin kim olduğuna karar verebilirdim.

 

"Bir çeşit beynin kendini korumaya almaya çalışması sanırım. Ne oldu da strese girdi peki bu kız? Tansiyonu da düşmüş epey. Ne yaptın oğlum?"

 

"Ne yapacağım Uraz? Bilmiyorum ben de ne olduğunu. Aniden oldu. Sen tekrar bak şu tansiyonuna." Konuşan Korhan'dı. Ses tonuna karar veremesem bile konuşma şeklinden anlaşılmıştı. Diğeri de Uraz'dı.

 

"Zühre." dedi Uraz. "Beni duyabiliyor musun?"

 

"Evet." dedim gözlerim kapalı kafamı sallamaya çalışıp. Hâlâ peltekti dilim.

 

"Uyanıksın sen o zaman?" dedi emin olamayıp. Sorusuna cevap verdiğime göre uyanık olmam şarttı. Onunki de soruydu...

 

"Evet dedim ya..." Hafifçe araladım göz kapaklarımı. Güneş ışıkları fütursuzca göz bebeklerime hücum ettiğinden alnımı kırıştırmak zorunda kalmıştım.

 

"Peki bu kaç?" dedi parmaklarıyla 'iki' yaptığı elini gözüme sokarcasına burnumun dibine getirip. O da az manyak değildi. Belki de tahtalarından bir kaçı eksikti.

 

"Yirmi dört mü?" dedim ciddi ciddi. Alnı kırışıp kendi parmaklarını kendine çevirdi.

 

"Görebiliyorum. Saçmalama." Elimle alnımı sıvazlayıp yattığım yerde kıpırdanmaya çalıştım. En son oturan ben ne ara yatmıştım da üzerime beyaz bir örtü örtülmüştü. Kafamı soluma çevirdiğimde gözlerim önce fal taşı gibi açıldı sonra da alelacele geri yumdum.

 

"Zühre ne oldu?" dedi tekrardan Uraz. "Zühre?"

 

Açamazdım gözlerimi. Tekrar bayıldı bu deyip beni bırakıp gitseler olmaz mıydı? Ya da beni hiç görmemiş gibi davranamazlar mıydı? Yok saysalardı ya beni. Ben alışıktım yok sayılmaya. Onlar da alışsa iyi ederdi.

 

"Zühre?" bu sefer omzumu da sarmaya başladı Uraz. Yok sayılmak için günün en güzel saatindeyken bana bunu yapmamalılardı. Korhan yanımda otururken gözlerimi açamazdım. Ölü taklidi yapsan nasıl olur Zühre?

 

"Yok kardeşim bu böyle olmayacak. Ben doktor çağıracağım." dedi Uraz. Sesine adım sesleri eşlik etti.

 

"Hayır hayır!" dedim acele bir şekilde tekrar gözlerimi açıp. "İyiyim dedim ya! Ne doktoru!"

 

"Emin misin Zühre?" Emin değilim Zühre'yim desen nasıl olur? Bence olmazdı. Bu sefer onlar beni bayıltsa sesimi çıkarmaya hakkım olmazdı. Bu ne biçim espriydi? Benim iç sesim çingene pembesi renginde ve sekiz yaşında sinir bozucu biri miydi?

 

Aşk olsun Zühre...

 

"Evet evet." dedim aynı acele tavırla. İç sesimin iğrenç esprisini yapmadım. "Çok iyiyim. Hatta iyiyim." Sesim sona doğru kısılmıştı. Asla sol tarafıma doğru bakamıyordum. Kazık yutmuş gibi dimdik duruyordum oturduğum yerde.

 

"İyiyim diyorsan sorun yok." dedi Uraz havada elini gelişigüzel sallayıp. Bugün üzerinde hastane forması yerine koyu gri bir eşofman, beyaz dar bir tişört vardı. Başına geçirdiği kasketini de ters takmıştı. Boynunda bir sürü zincir kolye vardı. Dövmeli elleriyle dövmeli olan sol kolunu kaşıdı.

 

Ne kadar çok dövmesi var Zühre...

 

"Emin misin Zühre? Uraz seni götürebilir doktora?" Sol tarafıma dönmek yasakmış gibi asla oraya dönmeden gergin bir şekilde kafamı salladım 'hayır' anlamında.

 

"Neyse. Ben dışarıdayım. Tahir amcam çağırmış. Ona bakacağım." dedi Uraz kolunu kaşıya kaşıya odadan çıkarken. Galiba uyuzu vardı. Ben de hemen çıkmalıydım. Terk etmeliydim burayı.

 

"Zühre." dedi ben yataktan acele bir şekilde ayağa kalkarken. Sesi beni durdurmuştu. Bakışlarımı ona çevirmeden karşımdaki kitaplığa yöneltmiştim. Ama durmadım. Attım tekrar adımlarımı. "Zühre bekler misin?" Ama sesi beni tekrar durdurmuştu. Neden durmuştum? Durmamalıydım. Dönmedim ama arkamı.

 

"Zühre. Amacım seni korkutmak ya da sana kendini rahatsız hissettirmek değildi. Özür dilerim." Sesi tok ama bir o kadar da yumuşaktı. Kafamdaki filler mendillerini aşağı indirip onun sesini doğru düzgün duymama nihayet izin de vermişlerdi. Yavaş ve temkinli bir şekilde geri döndüm. "Yani sen kendini günlerdir o kadar suçluyordun ki. Amacım sana bunun nasıl dümdüz ve sıradan bir şey olduğunu göstermekti. Ama senin bayılacağını hesaplayamadım."

 

Dümdüz... Sıradan...

 

Haklıydı. Bedenimin ve beynimin olayları abartma seviyesine ben de anlam veremiyordum çoğu zaman. Dümdüz ve sıradan bir şeydi bu. Ruhsuzdu. O yüzden de üzerinde konuşulmaya değer de bir şey yoktu.

 

"Haklısın." dedim gülümsemeye çalışıp. Haklıydı. "Dediğin gibi dümdüz ve sıradan bir şeydi."

 

"Evet." Ruhsuz bir biçimde mi bakıyordu yoksa bakışları hep mi böyleydi o an anlayamadım. Bence hep böyleydi Zühre. "Kusura bakma gerçekten."

 

"Ne kusuru sen de." dedim gülerek. Elimi havada sallamıştım. "Benim yaptığım gibi. Dümdüz ve sıradan." Gülmeme o hafifçe gülümseyerek karşılık verdi. Yüz kasları çok nadir çalışıyordu. "Olur öyle arkadaşlar arasında." Konuştukça kendimi batıyor gibi hissediyordum. Bir an önce gitseydim ya ben buradan.

 

"Öyle. Arkadaşız biz." dedi yüz kaslarına biraz daha yüklenerek.

 

"O zaman." dedim 'a' harfini gereksiz uzatarak. "Ben gideyim. Sen dinlen."

 

"Sen iyi misin Zühre? Bayılman beni endişelendiriyor. Yani bayılmaların."

 

"Demiştim daha önce. Her zaman olur bana. Endişelenecek bir şey değil. Neyse." dedim kapıya doğru dönüp.

 

"Bir şeyler yedin mi?" dedi alakasız bir biçimde. En son ne zaman ne yediğimi hatırlamıyordum. Bakışlarım odaya getirdiğim tepside duran ve asla dokunulmamış olan çorbaya kaydı. "Ben yemedim de. Soğumuştur bu. Bana yardım eder misin?" Yatakta uzanan ve üzerinde beyaz bir örtü olan bacaklarını açtı. Bakışlarımı kaçırmak istesem de onun kendine ait değilmiş gibi olan bacaklarını yataktan sarkıtışını izledim. Bakışlarım tertemiz olan çoraplarına takılmıştı.

 

Benim çoraplarım çok çabuk eskirdi. En fazla iki gün dayanırdı benim giydiğim çorap. Ya delinirdi ya da yırtılırdı. Ama onun çorapları hep yeniydi gördüğümden beri.

 

Altı yıldır hiç çorap eskitmemişti belki de.

 

"Ne o yardım etmeyecek misin?" dedi ben düşüncelerimin arasında debelenirken. "İnsan arkadaşına hiç yardım etmez mi?" Bacaklarını yataktan tamamen sarkıtmıştı. Daldığım yerden silkinerek çıktım ve acele adımlarla yanına ulaştım.

 

"Şaka yapıyorum Zühre. Kendim de halledebilirim." dedi hafifçe gülerek.

 

"Hayır yardım edebilirim. Etmek istiyorum." dedim onun gibi kibar bir tonda. Onu yaklaşık bir aydır tanıyordum ve tanıdığım bu sürede hep kibar konuştuğuna şahit olmuştum. Peki ya küfrederken Zühre?

 

Tuhaf bir şekilde küfrederken bile kibar olan bir adamdı. Kelimeler ağzından özenle çıkıyordu dışarı. Hatta o kadar özenle çıkıyorlardı ki o konuşurken gözlerim kapalı olmuş olsa karşımda takım elbisesiyle konuşuyor diye hayal edebilirdim. Küfrederken bile kravat takar gibi bir hali vardı.

 

Kendi düşündüğüme hafifçe kıkırdadım.

 

"Ne oldu? Açık bir yerim mi kaldı?" dedi arabasına yerleşirken. Benden destek almadan kendi yerleşmişti akülü sandalyesine. "Bacaklarıma kemer takar mısın? Savruluyorlar sonra. Zapt edemiyorum. Benim bacaklar biraz başına buyruk da." Yüzümdeki gülüşüm solup, yerine şaşkın bir ifade konarken öyle ciddi bakıyordu ki gözlerime. Sonra gülmeye başladı. "Şaka yapıyorum. Onlara her dakika nefret kusamam. Yoksa daha da çekilmez oluyorlar."

 

Kendimi gülmeye zorladım. Hatta sonra zorlamam yerini kontrol edemediğim kahkahalara bıraktı. O kadar çok kontrol edemedim ki o bile bir süre sonra bana 'deli' galiba bu diyerek bakmaya başladı. Deli olduğumu her dakika tescilleyen ben alınmadım ama bu bakışlara.

 

"Ay..." dedim kontrolsüz kahkahalarımın arasından. "Hiç güleceğim yoktu. Öyle bir şekilde dedin ki tutamadım kendimi. Kusura bakma."

 

"Bakmadım." dedi yüz kaslarını hafifçe çalıştırıp. Hatta benimle birlikte hafifçe gülmeyi seçmişti. "Ama açık bir yerim kaldığında söylemezsen bakarım." dedi gülmesinin arasından.

 

"Söylerim." dedim avludaki taş yolu onunla birlikte yürürken. Gülüyordum onun gibi.

 

💎

 

"Hele yenge bir lokma bile mi yemeyeceksin?" Elindeki börekle mi yoksa Nevide ile mi konuşuyordum bilmiyorum ama ikisi de birbirinden ısrarcıydı.

 

"Yemeyeceğim Nevide. Lütfen." dedim tatlı sert bir biçimde. Şu an o kadar tuhaf bir haldeydik ki gören bize 'Ne yapıyor bu deliler' diyor olabilirdi. Hadi ben deliydim. Nevide'ye ne oluyordu?

 

"Ama sen de yenge." dedi elindeki böreği bir kez daha bana doğru sallayıp. Bu konaktakilerin böreklerle ilgili bir zoru mu vardı? "Hele annem yapmış sıcak sıcak. Bir lokmacık ye bari." Kenarda bekleyen takım elbiseli adamlar ara ara dönüp bizim hararetli halimize bakıyorlardı. Komik bir haldeydik. Böreği dert edinmiştik kendimize.

 

"Bir lokmacık bile yiyemeyeceğim Nevide. Lütfen çeker misin şunu?" Gördüğü her fırsatta elinde börekle bana doğru koşup gelen bir kız olmasa iyi insandı. Bir de bana yenge demese olmaz mıydı? Maşallah bir börek furyası vardı şu konakta.

 

"Ne oldu gelin kızım? Beğenmez misin benim böreklerimi?" Taş avluda elindeki börekleri itelemeye çalıştığım Nevide bir adım geri atınca bu sefer de Dilber hanım girmişti söze. O ne ara gelmişti?

 

"Dilber hanım?" dedim kendimi toplayıp. Kızı Nevide'nin aynısıydı. Tek farkları Dilber hanımın gözleri kızınınki gibi koyu kahve değil de bal rengi oluşuydu. Başından sarkan işlemeli koyu yeşil şalını tek hamlede geri savururken ondan biraz çekindiğimi fark ettim.

 

Ucuz cin filmlerindeki hiç konuşmayan kadını andırmıyor mu Zühre? Hele sürmeli gözleri.

 

Bence andırıyordu. Hele de sağ gözünün altındaki ve çenesindeki deq ile daha ürkütücü bir hali vardı. Nevide geçen gün mutfakta börek açarken bana 'deq' ne demek, nasıl yapılır epey detaylıca anlatmıştı.

 

Ta atalardan sürüp gelen bir gelenekti. Hem onları kötü ruhlardan koruduklarına inanıyorlardı hem de soylarının önemli bir nişanıydı.

 

Ben çok saçma bulmuştum. Çünkü bir nevi dövme olan bu şey daha can acıtıcı bir biçimde yapılıyordu. Bence sen tüm gelenekleri saçma bulduğun için sana öyle geliyor.

 

İç sesim haklıydı.

 

"Niye böreklerinizi beğenmeyeyim ki?" dedim gülümsemeye çalışarak.

 

"Ne bileyim. Yemeyeceğim diye diretiyordun ya. Sizi izliyorum deminden beri içeriden." Sanki biraz gücenmiş biraz da bana sinirli gibi bakıyordu. Ama alınan da gücenen de gücensindi. Yemeyeceğim dediysem diretmenin ne anlamı vardı?

 

"Yemeyeceğim dedim evet ama karnım tok olduğu için. Daha demin içeride yemek yedik ya biz. Böreğe karnımda yer kalmadı vallahi." Hafifçe güldüğümde yüzündeki kasları gevşemişti Dilber hanımın. İnce yüzünün kasları gevşeyince daha güzel bir kadın olduğuna bir kere daha inanmıştım.

 

"Öyle. Sen de ısrar etme Nevide kızım. Demin Korhan abinle yemek yedi Zühre."

 

"Heh ben de onu diyorum ya." dedim daha da gülüp. Ayrıca beğenmeyebilirdim de. Zorları neydi?

 

"Sen nereye gidiyorsun anne? Eve mi geçiyorsun?" Ma aile aynı bahçe içinde yaşadıklarından evleri de yürüme mesafesindeydi. Ama büyük 'Arslanoğlu' konağı bu büyük bahçe içinde bulunan en büyük yapıydı. Nevide'nin 'ev' diye bahsettiği ise büyük konağın arkasındaki girişti. Aynı konak çatısı altında iki erkek kardeş bir arada yaşıyordu. Buraya yapan mimarın da ellerine sağlıktı vallahi.

 

"Halana bakacağım." dedi Dilber hanım. Aramızdaki yaklaşık dört adımlık mesafeyi de kapatmıştı. "Sabah bir hışım gitti de evine."

 

Gitmesi benim yüzümdendi biraz ama oralı olamayacaktım ne yazık ki. Nefret ediyordum Hint dizilerinden. Hele Malvika ve Rahul'dan daha çok nefret ediyordum. Omuz silktim umursamazca. Beyaz düz tişörtümün eteklerini çekiştirdim.

 

"Sen de Korhan abinin eşyalarının yerleştirilmesine bakıver yukarıda. Kızlar mutfakta hazırlık yapıyor. Sen ilgilen." Nevide annesini başıyla onayladıktan sonra bana döndü. Dilber hanım bir şey demeden taş avludan ileri doğru asil bir biçimde yürümeye başlamıştı.

 

"Gel yenge beraber bakalım yukarıya."

 

"Ne var ki yukarıda?"

 

Nevide'nin ve Dilber hanımın yukarı diye bahsettiği konağın en üst katıydı. Taş basamaklar bir hayli çok ve dikti yukarı çıkarken ama eşyalar konağın içine sonradan yapılmış olan asansörle taşınıyordu.

 

"Bu asansör Korhan abimin kazasından hemen sonra yapıldı buraya." Elindeki koliyi düzgünce bıraktı yere. Kolilerde kullanılmayan kitaplar vardı. Hiçbir şey demeden öylece etrafıma bakıyordum.

 

Dışı kadar içi de bir hayli görkemliydi konağın. Duvarların bazılarında el işi süslemeler bazılarında ise çok değerli olduğunu düşündüğüm tablolar vardı. Belki de tablolar milyar dolarlıktı. Bunlar zengin Zühre. Olsun o kadar.

 

"Çok beğendin herhalde yenge." dedi Nevide keyifli bir sesle. "Hayran hayran bakıyorsun duvarlara."

 

"Konağın içi de bir hayli güzelmiş. İnkar edemeyeceğim." dedim ellerimi kotumun arka ceplerine sokup. Ben güzele hep güzel derdim.

 

Benim için uzun denilebilecek bir zaman olmuştu bu konağa geleli ama bu katlara daha önce hiç çıkmadığımdan garipsemiştim.

 

"Haklısın yenge. Hiç görmedin ya buraları. Bu kat sizin için hazırlanmıştı aslında." Elindeki anahtarı büyük kahverengi kapıya sokup çevirdi. Kapının iki kanadını elleriyle iteleyip açtıktan sonra geçmem için bana yol verdi.

 

"Bizim için mi?"

 

"Gelin katı burası." Bizim iki katlı eski evimizden bile geniş olan odaya irileşmiş gözlerimle bakarken ne tarafa döneceğimi şaşırıp bir tur kendi etrafımda dönmüştüm. "İki gün içinde hemencecik hazırlanıverdi. Bu kadarcık oldu ama. Eksikleri çok tabi."

 

"Eksik mi?" dedim sesimden yerlere şaşkınlık damlaya damlaya. Eksik dediği buysa tam olsa nasıl olurdu kim bilir burası?

 

Geniş odanın tam ortasında geniş hem de epey geniş bir yatak vardı. Üzerine kırık beyaz bir örtü serilmişti ve sanki yeni serilmiş gibi duruyordu. Nevresimlerden gelen mükemmel yumuşatıcı kokusu, odanın içindeki o ferah temizlik kokusu sanki bu oda daha demin temizlenmiş hissi veriyordu insana. Huzur kokuyordu ama bir şey daha kokuyordu. Para?

 

Yatağın tam karşısında benim boyumdan da büyük bir televizyon ekranı duruyordu. Bir duvarı gri bir duvarı beyaz olarak boyanmış odanın diğer duvarını ise büyük bir kuş kanadı tablosu doldurmuştu. Gözlerim hayranlıkla kamaştı. Birkaç adım atıp elimle tabloya dokundum.

 

"Hangi kuşun kanadı bu?" dedim tabloya hayran hayran bakıp. Epey yakından olduğu için anlamak mümkün değildi. Siyah tüylerin görkemli ve heybetli bir duruşu vardı yakından bile olsa da. Kuş deyince ilgi alanına girdi bakıyorum da Zühre.

 

"Bilmem. O uzun zamandır burada var. Eşyalarla uyumlu olunca değiştirilmedi. Yani çoğu şey değiştirilmişti.

 

Odanın her santiminden para akıyordu. Oda zenginlik kokuyordu. Bastığım zeminden tutun da çektiğim havaya kadar her şey 'ben zenginim' diyordu.

 

"Bu kitapları küçük konaktaki kitaplığa sığdıramayınca buradakine getirmişler. Sen dur ben hemen yerleştirip geleyim. Yemeğe de geç kalmayalım." Kocaman koliyi sanki tüy taşıyormuş gibi kaldırıp odanın sol tarafında kalan kapıya ilerlemişti. Odanın içinde bir oda daha var Zühre!

 

"Geç kalmayalım mı?" dedim şaşkın şaşkın onun arkasından ilerleyip.

 

"He ya yenge." dedi görkemli kitaplığın önünde durup. Küçük konaktaki kadar olmasa da açılan bu odadaki kitaplığında hatırı sayılır bir görkemliliği vardı.

 

"Oha!" dedim hayretimi daha fazla gizleyemeyip. Nevide verdiğim tepkiye şaşkınca bakakalmış sonra da gülmüştü.

 

"Vallahi yenge bayılıyorum bu doğal hallerine. Tutmuyorsun hiç içindekileri."

 

"Şuna baksana Nevide. Odanın içinde bir oda daha var ve buranın da hatırı sayılır bir güzelliği var. Vallahi bizim kasabadaki iki katlı evimizden bile büyük bu oda. Yuh yani."

 

"Eh öyle biraz." Deyip başladı kolilerdeki kitapları yerleştirmeye. "Hemen bitireyim de inelim. Tahir amcam laf etmesin yoksa. Disiplinlidir amcam. Katı kuraları vardır. Ses etmedi şimdiye kadar ama yemek saatinde yenmelidir ona göre."

 

"Senin amcan da laf edecek yer arıyor." dedim kendi kendime hafifçe cıklayıp. Utanmasam 'menopozda sanırım' diye de eklerdim. Menopozda olabilirdi.

 

"Geçen gün olanlardan sonra kırıldın değil mi?"

 

"Beni öyle kimse kolay kolay kıramaz Nevide. Ama amcan oğlunu epey kırdı. Kırmayı bırak kırıp geçirdi."

 

"Onların arası altı yıldır öyle. Hatta altı yıldan fazladır öyleydi ama o kaza daha da değiştirdi dengeleri." Elindeki büyük kalın kitabı nereye koyacağından emin olamayıp en üst raftan yer açtı. Rusça bir kitaptı.

 

"Ama oğlunun durumu ortada. Bu kadar da sert davranması normal miydi sence?" Gidip koliden bir kitap da ben aldım elime. Burası buram buram kağıt kokuyordu.

 

"Biz orasını bilemeyiz yenge. Dedim ya onların ilişkisi farklıdır. Oldu olası mesafelilerdir birbirlerine."

 

"Olabilir. Ama bu oğluna ağır sözler edebileceği anlamına gelmiyor Nevide." Elimdeki Rusça kitabı evirip çevirmeye başladım. Kitap tozlarından dolayı burnum gıcıklanmıştı.

 

"Gelmiyor tabi yenge. Ama amcam katı bir insandır. Çok serttir."

 

"Onu gördük canım. Kendi kızı söz konusuyken bile tolerans göstermedi kimseye."

 

"Biz karışamayız yenge." dedi. Sanki bu konuda konuşması yasaklıymış gibi kestirip atmıştı.

 

"Siz karışamazsınız ama ben karıştım baksana. Evlendim ben." dedim gülerek. Hayatımın travmasını gülerek atlatmaya çalışmak da pek kolay değildi ama en nihayetinde deli damarı olan biri bunu kaldırabiliyordu. "Korhan abin çok seviyor Gülnare'yi." dedim elimdeki kitabı bulduğum ilk boş yere koyup. Eğilip bir kitap daha aldım. Her ne kadar o sulugözü günahım kadar sevmesem de geçen günkü hali gözümün önünden gitmiyordu. Hamileydi ve bir esaret yaşıyordu. Bu esareti babam başlatmıştı ama sorumlusu abimdi.

 

Allah sizi bildiği gibi yapsın baba ve abi!

 

"Öyle. Onlar öyle çok sever ki birbirlerini. Korhan abim yıllardır yurt dışında. Yıllardır bizimle bir arada değildi ama kardeşinin üzerinden kollarını bir an olsun çekmedi. Onların ilişkisi bambaşkadır. Çok değer verir ona."

 

"Gülnare de çok sinir bozucu. Çok ağlıyor." Gülmeye başladı Nevide. Aksanlı konuşmasının yanı sıra aksanlı bir gülmesi vardı. "Sulugöz."

 

"Öyledir Gülnare ablam. Duygusal biraz."

 

"Biraz? O abartıyor be." Elimdeki ince kitaba bakmaya başladım bu sefer. Bu bilmediğim bir dildi.

 

"Korhan abim sana da çok değer veriyor." Kolinin yanına çöküp içindeki diğer kitaplara bakmaya başlamıştım. Bakışlarımı kolideki kitaplardan anlık olarak kaldırıp ona çevirdim. "Yani Korhan abimi uzun zaman sonra senin yanında gülerken gördüm ben."

 

"Niye yüz kasları mı bozuk Korhan abinin?" Bence bozuktu. Ben bu konuya kesinkes emindim. Ama o Korhan'ı benden daha uzun süredir tanıyordu. Bilmesi gerekiyordu bana kalırsa.

 

"Niye bozuk olsun yenge? Ama altı yıldır ilk defa seninle birlikte dışarı çıktı, seninle birlikte güldü. Bence iyi geliyorsun sen ona. Hem değer de veriyor."

 

"Allah Allah. Alnında mı yazıyor değer verdiği?"

 

"Alnında başka bir şey yazılıdır elbet. Ama anlarım ben yenge. Değer veriyor işte."

 

"Balca burada olsa burcunu sorardı sana ilk." Önce burcunu sonra yükselenini derken dibine kadar eşeler insanı bezdirirdi Balca. Bilmediği astrolog, tarotçu yoktu. "Sahi ne burcusun sen?" dedim içime kaçan Balca'nın tonundan.

 

"İkizler." Elindeki kitabı en üste yerleştirmek için ayaklarının ucunda yükseldi ama yetişemedi. Onun elinden kitabı alıp ben yerleştirdim. İkizler burcu neyi ifade ederdi onu bilmiyordum. Peki ben niye boş bir soru sormuştum durduk yere.

 

"Sen ne okudun Nevide?" Sekreterim dese şuaraya düşüp bayılırdım. Sonra bayıldığım yerde Şener Şen belirirdi ve 'Nevide yaz kızım' derdi. Kafamdaki saçma şeyi uzaklaştırmak istercesine iki yana salladım.

 

"Liseden sonra gitmedim abla." Göz ucuyla da bana bakıyordu.

 

"Gitmedin mi göndermediler mi?" O gün içinde ilk defa sesimden ciddilik akıyordu. Bu konuda çok hassastım çünkü.

 

"Yok göndermek istediler. Ama ben kendim istemedim. Hele Korhan abim bir ısrar etti bir ısrar etti. ama ne bileyim yenge gitmedim."

 

"Olur mu Nevide? Tamam ülkede bir sürü üniversiteli işsiz var eyvallah ama senin imkanın da var. Yani şirketleri olan bir ailede işsiz kalacağını sanmıyordum."

 

"İşe ihtiyacım mı var yenge? Sağolsun anam babam başımda."

 

"Olur mu Nevide? Her koyun kendi bacağından asılır bu dünyada. Kim kime garanti ki? Bana kalırsa herkes kendi maddi özgürlüğünü almalı eline. Hele kızlar daha istekli olmalı bu konuda. Bu düşüncene katılmıyorum haberin olsun." Bir şey demedi. Sessizce önüne dönüp kalan kitapları da bıraktı yerine.

 

💎

 

"Maşallah maşallah. Soframız aydınlandı maşallah." Soframız aydınlanmıştı aydınlanmasına ona kimsenin karşı çıktığı yoktu ama tükürüğe de bulanmasa iyi olmaz mıydı? Berivan hala tüm nazarı tükürükleriyle gönderme peşindeydi anlaşılan.

 

"Vallahi ne iyi oldu şöyle tüm aile bir arada oturup yemek yiyeli." İsim hafızam gerçekten sorunlu olduğundan Nevide'nin babasının adını bir türlü çıkaramamıştım. Amca de geç.

 

"Bir eksiğin gediğin yok değil mi Zühre kızım?" Elimdeki altın işlemeli çatalla altın işlemeli tabaktaki altına tozuna bulanmış eti bir ileri bir geri itelerken adımı duydum diye bakışlarımı kaldırdım. Kendime dendiğinden pek emin de olamamıştım ama Berivan hala bana demişti. Hala takımıyla da halletmiştim sorunlarımı.

 

"Yok. Niye olsun ki?" dedim rahat bir şekilde omuz silkip.

 

"İyi iyi. Olmasın tek. Aman bir sıkıntım neyin olur çekinme e mi kızım? Halanız bak biz senin de." Sıcak gülümseme yayılan yüzüne gülümseyerek baktığımda daha da keyfe gelmişti. "Senin de bir eksiğin yok değil mi Korhan oğlum? Vallahi seni de böyle aramızda görmek öyle hoş ki."

 

"Teşekkür ederim hala." Sesi bir o kadar düz ama bir o kadar halasını rahatlatan bir şekilde çıkmıştı. Bunu kadının tereddütte kalmış gülümsemesinin rahatlamasından anlamıştım.

 

"Ne eksiği olacak Berivan hala?" dedi keyifli bir sesle Uraz. Ağzına doldurduğu lokması yüzünden sesi tuhaf çıkmıştı da Tahir ağanın kendisine baktığını görünce zar zor yutkundu. "Maşallah sağlıkçısına kadar ayağında ama." Kendine pay çıkarmaktan da geri kalmamıştı.

 

"Uraz." dedi Korhan. Ona doğru dönmeden sadece adını söylemişti. Ama tek kelimeye bir sürü şey sığdırmıştı.

 

"Yalan mı kardeşim? Sabah yine canımdan bezdirdin beni."

 

"Ay deli bozuk sen de? Daha yemek koyayım mı sana ben?" Nurdan hanım gülerek gerilen oğlunu yumuşatmaya çalışmıştı ama başarılı olduğu pek söylenemezdi. Gerilmişti Korhan. Sofrayı da germişti kendiyle birlikte.

 

"Uraz bunu sonra seninle beraber konuşuruz oldu mu?" Korhan elindeki kaşığı pek de kibar olmayacak şekilde bırakmıştı masaya. Onun yemekleri bizim yediklerimizden farklıydı.

 

"Konuşsak ne değişecek ki kardeşim? İnadından geçeceksin sanki?"

 

"Senin işin yok mu Uraz? Akşam akşam nereden çıktı bu?"

 

"Doğru diyor Uraz. Gitmemişsin bugün olan kontrolüne. Hüsamettin bey ta şirkete bu durumu söylemeye geldi. Uraz'a da izin vermiyormuşsun kan tahlili yapması için." Tahir ağa ellerini masanın üzerinde birleştirip bize döndü.

 

"Sadece kan tahlili mi iğnelerini de olmuyor." Şikayet etmenin fırsatını yakalamışken geri kalmayacaktı Uraz.

 

"İstemiyorum." Kesin ve net bir şekilde kestirip atmıştı.

 

"Ama olmaz. Aksatıyormuşsun ne zamandır. Epeydir gitmemişsin. Hüsamettin bey endişeleniyor."

 

"Yaşlılığına ver baba. İyiyim ben."

 

"Oğlum bir gidip görünsen ya." Uraz'ın tabağına yemek koyan Nurdan hanım da girmişti söze. Kızların yardımını reddedip yemekleri kendi koymak istemişti.

 

"Gerek yok. Gitmek istemiyorum. Gitmeyeceğim. Eğer bunu konuşacaksanız da ben doydum. Size iyi geceler."

 

"Kimse kötülüğün için bir şey demiyor ki Korhan. Gidip kontrolünü olacaksın sadece."

 

"İyiyim dedim ya amca. Hastaneye de gitmeyeceğim."

 

"Ama oğlum hepimiz çok endişeleniyoruz bu haline. Bildiğim kadarıyla uzun zamandır gitmedin de kontrolüne. Sence de bu ne kadar sağlıklı?"

 

"Ben iyi olduğumu vurguladığım sürece sağlıklı. Gitmeyeceğim. Tamam mı!" sertçe elini masaya vurup sandalyesini geri çekti. Nurdan hanımın yaş dolu bakışları ve diğer şaşkın bakışlar altında o değil ama ben ezildiğimi hissetmiştim. Anın verdiği şaşkınlıkla da elimi hızlı bir şekilde onun bacağına koymuştum. O hissetmemişti ama bakışları bacağının üzerine koyduğum elime çevrildi.

 

"Annen..." dedim dudaklarımı oynatıp. Dediğimi anlayıp bakışlarını Nurdan hanıma kaldırmıştı.

 

"Tamam. Yarın gideceğim." dedi ben de dahil herkesi başka bir şaşkınlığa uğratırken. Yüz seksen derece birden dönüvermişti. Ne olmuştu da dönüvermişti?

 

"Ne!" Bu soru kelimesi herkesin ağzında eko yapmıştı.

 

"Zühre ile giderim ama. Siz gelmeyeceksiniz. Özellikle de Uraz." Dişlerinin arasından vurgulu vurgulu çıkmıştı dedikleri.

 

Bu sefer de ben şaşkınlıkla açmıştım ağzımı. "Ne!"

 

"Tabi oğlum. Sen kabul ettin ya. Uraz haber versin Hüsamettin beye. İstediğin kişiyle gidersin."

 

O dakikadan sonra yemek yenmemişti ama Korhan dışında herkes mutlu olmuştu duyduklarına. Ben ise şaşkındım olabildiğince.

 

"Ben ne alaka ya?" dedim taş avluda küçük konağa giden yolda.

 

"Bunlar beni nefessiz bırakır. En azından sen olursan bana soru soran olmaz. Gerçi sen de soru sorarsın ama bunlar gibi değil. Hem sen konaktan çıkmak istemiyor muydun? Al sana bahane."

 

"Ya ne güzel bahane." dedim sahte bir gülüşle. "Eyvallah."

 

"Ben aradım Hüsamettin beyi. Hazırlıkları yapıp yarın sadece seni kabul edecek." Uraz hızlı adımlarla yetişmişti yanımıza. Elindeki kırmızı elmadan koca bir ısırık aldı.

 

"Süper." Korhan'ın ağzından çıkan bu kelime bir mutluluk belirtisinin aksine nefret dolu çıkmıştı. Uraz oralı olmadan havada elini sallayarak bizi geride bıraktı ve taş avluda hızlı adımlarla çıkışa yürüdü.

 

"İyi geceler size gençler ve kendini genç hissedenler."

 

"Puşt..." Korhan'ın ağzından kibar olmayan bu kelime epey kibar bir şekilde çıktı ama yetişemedi Uraz'a. Ha yetişse bile oralı olmazdı ya.

 

💎

 

"Beni şaşırtmadın desem yalan söylemiş olurum Korhan oğlum. Ne kadar oldu seni burada görmeyeli?" ellerini siyah pantolonun cebine sokan adama oturduğum yerden şaşkın bakışlar atıyordum. Ne kadar karizmatik bir doktor değil mi Zühre.

 

Öyleydi. Elli yaşında ya vardı ya yoktu ama çevik yapısı ve hayran olunası duruşuyla sadece bir doktor demek yeterli kalmazdı. Bir sporcu edası da vardı. Mesleğinin karizmasını da kullanıyordu şimdi.

 

"Şaşılacak bir şey yok Hüsamettin amca."

 

"Bence var Korhancığım. Uzun zamandır buraya gelmemenin payı var bunda. Sahi en son ne zaman kontrole gelmiştin sen?" Biraz alayla biraz da ciddi bir tonda çıkmıştı sesi. Sesi de ne kadar karizmatik Zühre...

 

Sesi para akan hastanenin duvarlarında yankılanmıştı.

 

"Oyalanmadan bitirsek mi işimizi?" Korhan sandalyesinde huzursuzca kıpırdanınca adam gülerek bana dönmüştü. Deminden beri şaşkın gözlerle izliyordum ikisini.

 

"Kusurumuza bakma kızım. Valla kaç yıllık doktorum ama hayatımda senin kocan kadar inatçı bir hastam olmamıştı. İstersen seni benim odama alalım. Canın sıkılmasın burada."

 

"Yok. Kalsın Zühre yanımda." Ben daha ağzımı açamadan benim yerime cevap vermişti Korhan. Hafifçe çatılan kaşlarımla ona doğru döndüm.

 

"Peki. Ben asistanıma gerekli bilgileri geçeyim. O sırada da sen hazırlan." Hüsamettin bey küçük bir baş selamı verip odadan çıktığında hışımla kalktım yerimden.

 

"Belki sıkılacağım. Ne diye benim yerime cevap veriyorsun ki sen? Ayrıca zaten dün de benim adıma konuştun yemekte. Ne işim var ki benim burada?"

 

"Özür dilerim." dedi sakin bir şekilde. "Seni de böyle bir duruma soktum kusura bakma. Ama dedim ya eğer Uraz ya da evdeki başka biriyle buraya gelsem daha da zor olacaktı. Rahat vermeyeceklerdi bana."

 

"Allah aşkına kontrole geldin ne diye bu denli büyütürsün anlamam. Dişçiye gelmiş beş yaşındaki çocuklar bile daha cesur senden." Ben somurtuyordum ama o gülmüştü hafifçe.

 

"Dişçiye gitsem emin ol daha kolay olurdu. Ama bu daha farklı."

 

"Nesi farklı Allah aşkına? Sağlık kontrolü. Hem herkes diyor duymuyor musun? Gerekliymiş senin için." Kollarımı göğsümde bağlayıp derin bir nefes çektim içime. Ben gereksiz açıklama yapmaktan acayip sıkılırdım. Şimdi de sıkılıyordum çünkü gereksiz bir açıklama yapıyordum. "Hadi hazırlanıyor musun ne yapıyorsan yap da bitsin bir an önce işimiz." Ben böyle dedim ama ne o kılını kıpırdattı ne de başka bir şey oldu.

 

"Zühre?" dedi bir anda. 'Ne var' dercesine kafamı iki yana salladım. "Hastaneleri sevmiyorsun değil mi?" Kim severdi ki hastaneyi. Onunki de pek mantıklı bir soru değildi.

 

"Sence?" dedim imalı imalı.

 

"Bende sevmiyorum. Hem de hiç. Bak ne diyeceğim." Sandalyesini bana doğru çevirip ilerletti. "Bu kontrol öyle onların abarttığı gibi önemli bir şey değil."

 

"Nasıl yani? Boşuna mı geldik o zaman? Beni ne diye sürükledin buraya?"

 

"Yani şöyle. Eğer şimdi onlara bunun izin verirsem tüm gün hatta yarın bile sürer bu işlemler. Ve biliyor musun en sonunda da benim burada tedavi olmama karar verip beni buraya yatırırlar." Gözlerim şaşkınlıkla irileştiğinde bakışlarını yerden kaldırmadan kırık bir sesle konuşan Korhan'a bakakalmıştım. Yüzü düşmüştü.

 

"Nasıl anlamadım."

 

"Herkes benim hastanede kalmamı istiyor. Evde bakılmamdansa bunun daha doğru olduğunu düşünüyorlar."

 

"Doğru mu anladım?" duyduklarımı sıraya koymaya çalışarak ellerimi salladım. "Seni başlarından mı atmaya çalışıyorlar."

 

"Ben kibarca anlatmak istemiştim ama sen dan diye söyledin baksana."

 

"Kim? Yani niye seni başlarından atmak istesinler ki? Çok saçma. Sen kafanda kurmuşsun." dedim kendimi gülmeye zorlayarak.

 

"Zühre böyle bir adama evde bakmak sence ne kadar kolay? Bak senden bir şey isteyeceğim. Eğer eve gitmeme yardım edebilirsen çok minnettar olurum sana." Sesini olabildiğince kısık tutarken bakışlarını buzlu cam kapının ardında silüeti belli olan Kapı Osman'a çevirmişti. Kulakları o kadar mı hassastı Osman'ın da kısık sesle söylüyordu bunu?

 

"Sen bana seninle işbirliği yapmamı mı teklif ediyorsun? Asla!" dedim ayarsız bir sesle ama o beni durdurmak istercesine ellerini salladı telaşla.

 

"Zühre Lütfen."

 

"Hayır. Yapmayacağım."

 

💎

 

"Çok teşekkür ederim Zühre." Sesi açık camdan sertçe vuran rüzgar yüzünden tuhaf gelirken büyük yan aynadan arkadan gelen var mı diye kontrol edip şerit değiştirmiştim.

 

"Bu yaptığımız çok saçma ama asla pişman değilim." dedim keyifli bir şekilde. Başımdaki siyah şapkayı bir elimle çekip açık camdan dışarı fırlattım. Hastaneden çıkmadan evvel danışmada duran sahipsiz şapkayı kafama geçirip kendimi gizlemekti amacım. Başarılı da olmuştum.

 

Ben kuralları çiğnemekten zevk alan biri olarak bundan da zevk almıştım. Kurallar Serçe Kuşu için yoktu. Olamazdı. Varsa bile çiğnemek farzdı. Serçe Kuşu'nun kendi kuralları olurdu.

 

"Bize çok kızacaklar." dedim gülerek. "Hele Tahir ağa gebertecek bizi." Gülmeye başladım. Üstünde oturduğumuz eski kamyonetten rahatsız edici homurtular duyuluyordu gaza bastıkça.

 

"Hiçbir şey yapamaz. Beni hastaneye kimse kapatamaz."

 

"Şu an çok büyük bir suç işliyormuşum gibi hissediyorum. İnanır mısın sanki birazdan arkamızda polis arabaları doluşacak ve tepeden FBI helikopterinden ip sarkıtacak desen garipsemem." Attığım kahkaha gazına bastığım eski kamyonetin homurtusuna karışırken başımı ona doğru çevirdim. "Ama anında yakalanırız çünkü bu külüstür anca bu kadar gidiyor."

 

"Hastaneden çıktık ya. Gerisini boşver. Gerçekten çok teşekkür ederim Zühre. Beni o tüm zırvalardan kurtardığın için sana çok minnettarım."

 

"Bir gün sen de benim için bir şey yaparsın ve ödeşiriz." dedim göz kırparak. Ana yol fazla kalabalık değildi fakat bilmediğim yollarda araba kullanmak tuhaf hissettirdiğinden temkinliydim. Hele de 'çalıntı' bir arabanın üzerinde adam kaçırdığımı düşünürsek temkinli olmam şarttı.

 

"OHA!" dedim kendi kendime. "Resmen adam kaçırıyorum!" aklım yeni yeni başıma geliyordu. Aklın? Hangi aklın?

 

"Resmi olarak evet ama rızam var sonuçta. Sen benim arabayı iyi bağladın mı kasaya?" Yolu bir yandan kontrol ederken kahkaha atıyordum.

 

"Bağladım bağladım merak etme. Ee kağıt üstünde evli olduğum ve hastaneden kaçırdığım sahte kocacım. Nereye gidiyoruz?" Dediğime kaşlarını hafifçe çatarak bakmış sonra da gülmeye başlamıştı. Yüz kasları bugün yağlanmış gibi kusursuz çalışıyordu. Eliyle sakallarının arasını kaşıdı bir yandan. "Ne, niye gülüyorsun?"

 

"Lakabım çok uzun geldi de ona."

 

"Daha kısasını da buluruz sorun yok."

 

"Aç değil misin? Bildiğim çok iyi bir yer var. Seni oraya götürebilirim." dediğinden sonra durdu ve yüzü ciddi bir hal aldı. "Yani sana yolu ben tarif edebilirim sen sürersin." Onun kafası da en az benim ki kadar güzel olduğundan ve şu an illegal bir iş içinde olduğumuzdan dert edinmiyordum hiçbir şeyi. Güldük.

 

Geldiğimiz yer ara sokakta sayılabilecek fazla büyük olmayan bir kebapçı dükkanıydı. Daha sokağa girmeden buram buram çarpan et kokuları yüzünden suratım hafifçe kırışmıştı ama midem de 'ben açım' diye sinyal veriyordu.

 

"Sahiden kebapçıya mı geldik?" dedim küçük dükkana öylece bakarken.

 

"Sevmez misin kebap? Yani et yemekleriyle aran pek yok ama bu kebabı denemen lazım. Acılı bir Urfa ve köpüklü bir ayranın çözemeyeceği şey yoktur."

 

"Çok şükür çözülecek bir sorunum yok." dedim omzuna küçük bir fiske vurup.

 

"Adam kaçırdın sen Zühre. Araba da çaldın."

 

"Hain!"

 

"Hadi gel karnımızı doyuralım." Oralı olmadan sandalyesini içeri sürmüştü. Öğle saatlerinde kimse yoktu. Ocakbaşında bir usta bizi görünce buyur edip en köşedeki küçük masaya yerleştirmişti. Siparişleri benim yerime Korhan vermişti. Gerçi ben burada ne yenileceğini de bilmiyordum ya. Acılı Urfa iyidir Zühre.

 

Kısa sürede önümde bir porsiyon az acılı bir Urfa ve bakır bir kupada üzerinden taşacak gibi köpüğü olan yayık ayranı gelmişti. Her ne kadar yağlı ve etli yiyecekleri iştahla yiyemesem de bu sefer açlıkla yumulmuştum.

 

"Gerçekten acılı bir Urfa'nın ve ayranın çözemeyeceği şey yokmuş." dedim ağzım dolu dolu. Yanaklarımı alabilmesine izin verdiğinden daha çok doldurmuştum.

 

"Beğendin mi?"

 

"Beğendim mi mi? Bayıldım!" O kadar hararetli yiyordum ki gören bana bir haftadır yemek verilmediğini düşünebilirdi. "Sen yemiyorsun ama?"

 

"Yok. Sen doyur karnını."

 

"Aaa ayıp oluyor ama sana." Acılı kebabı dürüm yaptığım lavaştan büyük bir ısırık alırken pek ayıp oluyormuş gibi de değildim. "Doğru senin özel diyetin var değil mi? Zor olmuyor mu?"

 

"Olmuyor alıştım. Biliyor musun canım bile istemiyor artık böyle şeyleri."

 

"Hamiş hep der ki. Bir şeye alışmak istiyorsan kırk gün lazımdır insana. Kırk gün çok zorlanırmışsın ama kırk birinci gün alışırmışsın."

 

"Peki sen alıştın mı buraya?" Ayranımın köpüğünü burnuma batıra batıra büyük bir yudum alıp elimin tersiyle sildim ağzıma bulaşanları.

 

"Bilmem. Alıştım desem de alışmadım desem de yalan olur." İnsan hiç alışır mıydı yabancısı olduğu bir şehre? Ben yirmi üç yılda kendi evime bile zor alışmışken öyle kolay mıydı hiç bilmediğim bir yere alışmak? Hem Serçe Kuşları için vatanı ağaçtı, topraktı, dikendi. Benim yerim de yurdum da burası değildi. Sen buraya geleli kırk günü geçti Zühre.

 

"Bir şey soracağım yanlış anlama." dedim peçeteyle kibar kibar ağzımı silip. Sanki demin hayvanlar gibi önümdeki yemeği yiyen ben değildim. Sormam için gözümün içine içine bakıyordu. Sorma dese de soracağımı bildiğinden ses etmedi. "Neden istemiyorsun tedavi olmayı? Reddediyorsun ya. Şansın varmış ama."

 

"Sen Gülnare ile mi konuştun?" Onu nereden anlamıştı ki?

 

"E-evet. Nereden bildin?"

 

"Buna tek inanan insan o çünkü. Benim şansım falan yok Zühre. Tedavi yok. Hayatım böyle ve ben bunu kabullendim. Yıllar önce beni ameliyat eden bir doktorun 'belki' demesi üzerine epey umutlandı Gülnare. Unutamıyor da. Ama umut yok." Yüzü tekrar düşerken 'keşke sormasaydım' demekten geri kalamamıştım.

 

"Peki ya diğer şeyleri niye istemiyorsun? Vitamin iğneleri, rutin kontroller?"

 

"Çünkü onlar da boşuna Zühre. Biliyor musun kaza yaptığımdan sonraki bir yıl boyunca ne var ne yoksa denediler benim için. Bir sürü ilaç, iğne ve sayamadığım şey. Ama vücudum hiçbirine tepki vermedi. Sanıyorlar ki ben o iğneleri, ilaçları, egzersizleri yaparsam ayağa kalkacağım. Ama hayır. Yok. Beni yormaktan başka hiçbir şeye yaramıyor onlar. Bedenimden çok ruhum yoruldu benim. Ama bacaklarım..." Yutkundu zar zor. "Hepsinden daha yorgun..."

 

"Ben..." dedim suçlu bir şekilde. "Sormamalıydım kusura bakma."

 

Sessizlik çöktü bir anda masaya. O bakışlarını benden başka tarafa çevirip dalmıştı kendi düşüncelerine. Belki benim dediklerim tetiklemişti kafasında bir şeyleri belki de başka şeyler vardı aklında ama onu üzdüğümün farkındaydım.

 

"Doydun mu?" dedi önümdeki silinip süpürülmüş tabağa bakıp. Doymadım desem ayıp olur muydu? Çünkü halen yer vardı midemde.

 

"Doydum." dedim doymamış olmama aldırmadan. Zaten midenin hepsini de doldurmak doğru olmadığından doydum deyip geçiştirmenin bir zararı yoktu. Eliyle arkada hazır olda bekleyen garsonu çağırdı.

 

"Sade bir kahve getirir misin?" Tabaklarımı alan adam hızlıca döndü geri.

 

"Ayıp oluyor böyle de sana. Ben yiyorum içiyorum sen bakıyorsun." Demin yerken hiç ayıp oluyor gibi değildin Zühre.

 

İç sesime göz devirirken sırtımı geri yasladım.

 

"Nevide ile konuştum dün. Niye okula devam etmediğini sordum. Kendi rızası ile gitmediğini söyledi." Ben hiç tasvip etmiyordum bunu.

 

"Evet kendi gitmek istemedi. Ben kaç kere dedim ona ama dinlemedi."

 

"Tamam kabul ediyorum günümüzde iş bulmak hiç kolay değil. Önceden insanlar liseden mezun olsa bile rahatlıkla bir işe girebiliyorlarmış ama günümüzde üç üniversite bitirsen bile faydası yok. Ama Nevide'nin imkanı da var. Şirketleri olan bir ailesi var. İllaki birinde işe girerdi."

 

"Ben de senin gibi düşünüyorum. Hatta ona bu yüzden de az kızmadım. Ama o dinlemedi. Kendisine Rusya'da benim yanımda bile işe girebileceğini söyledim ama tembelliğe vurdurdu." Bu altın tepside sunulan bir imkandı ve bir insan evladı nasıl olurdu da bunu reddederdi aklım almıyordu. 'ARSLANOĞLU Holding'de iş bulmak için insanlar sıraya giriyordu. 'ARS' Tekstilde çalışmak öyle herkese nasip olmuyordu. Hele bana biri Rusya'da iş teklifinde bulunsa buna nasıl hayır derdim?

 

"Çok saçma. Yani kendisine altın tepside sunulan bu imkanları nasıl olur da reddeder bir insan aklım almıyor. Sizin şirketlerde staj yapma imkanı bile bulunamazken bana iş teklifi edilecek ve ben reddedeceğim ha? Öyle bir kafanın koparılması farz olur." Kendi hararetimden elimi sert sert de masaya vuruyordum. O sırada gelen garson şaşkınca kahveyi nasıl koyacağına bakıyor bana da muhtemelen içinden 'çattık bir deliye' diyordu.

 

"Yani..." dedim Korhan'ın da şaşkın bakışlarından sonra kendimi toparlamaya çalışıp. "Üniversite sonda staj için okulumuzda kariyer günleri yapılmıştı. Sizin marka da gelip tanıtmıştı okulda kendini. Tanıtmasına tanıtmıştı da öyle herkesin kolay kabul edilmediği bir şirketin kendini tanıtması da ayrı ironiydi kusura bakma. Sizin tanıtım gününüzde içeri girememiştik be biz."

 

"Evet." dedi kapalı şişesindeki suyu yavaşça açıp bir yudum alarak. "Şirketin kriterleri biraz üst düzey. Farkındayım. Gerçi ben yoktum o tanıtım günlerinin hiçbirinde. Malum." O tanıtım günlerinde muhtemelen yine konaktan çıkmıyordu. "Ama Nevide'yi çok uyardım ben. Dinlemedi."

 

"Ben dün başta okumadım deyince Allah'ın bildiği ailesinin göndermediğini düşündüm."

 

"Neden?"

 

"Yani ne bileyim. Ağa töre falan." Gülerek toparlamaya çalıştım kelimelerimi. "Şimdi siz aşiret falansınız ya."

 

"Ee ne olmuş aşiretsek. Ağa töre varsa?"

 

"Okutmadınız sandım işte. Oluyor ya öyle."

 

"Sen çok hikaye okudun herhalde. Aksine biz Nevide, Gülnare ve diğer herkes okusun diye çok istedik. Ama onların kararlarıydı. Ben halen çok kızarım ikisine de. Babam da amcam da kızar." Kaşları durduk yere çatılmıştı ama bu kadar gerilmesine de gerek yoktu canım.

 

"Doğru. Kusura bakma. İnsan bilmeden yargılıyor işte." Gülmeye başladım. Hatta durduramadım gülmemi.

 

"Niye güldün şimdi? Yanlış bir şey mi dedim?"

 

"Yok. Ondan değil de. Yani garip geliyor şu halimiz."

 

"Ne varmış halimizde?" Ben çok bilinmeyenli bir denklemde asla çözülemeyen 'x' olduğum için benim halime 'he' deyip geçilmesi şarttı. Bu kadar şaşkın olmamalıydı.

 

"Şimdi biz seninle burada yemek yiyoruz ya garip geliyor."

 

"Eee nesi garip geliyor?"

 

"Şimdi biz şu uğruna insan öldürdükleri 'berdel' yüzünden evlendik ya. Hani böyle filmlerde kitaplarda olur; işte kız ve oğlan zorla evlenir, kız saf ve salaktır, oğlan sert ve duvardır. Kızın asla dışarı çıkmasına izin vermez. Kötü kaynanası vardır. Evde her türlü eziyet yapılır. Kıza hayat cehennem edilir." Ben çok ciddi bir şey varmış gibi anlatıyor o da çok ciddi bir şey dinliyormuş gibi bakıyordu bana. O kadar

 

Gülmeye başladı. Gerçekten de yüz kasları bugün kusursuzdu.

 

"Sen baya baya sarmışsın bu 'töre' kitaplarına."

 

"Haklısın. Abim beni buraya zorla getirdi. Her şey de o kitaplara uygun gidince sanırım kendimi inandırmıştım bu duruma ama ta ki seni görene kadar." Kahvemden büyük bir yudum daha aldım ve ağzımda biriken telveleri suyla göndermeye çalıştım.

 

"Beni görür görmez de vuruldun mu yoksa bana?"

 

"Yok. Yani karşımda kırk yaş üstü kel ve göbekli birini beklemiyorum desem yalan söylemiş olurum." Attığım büyük kahkaha küçük sayılabilecek dükkanda yankılanırken çevremdekilerin bakışları bana dönmüştü. Dizginleyemiyordum kendimi.

 

"Kel değilim Allah'tan." Dedi elleriyle karışık duran saçlarını sıvazlayıp.

 

"Allah'tan." dedim kahkahalarımın arasından. Nefes almam lazımdı. Karnımın içi acıyana kadar gülerken o sadece izliyordu beni. 'Rezil oldum bu deli yüzünden' diyordu muhtemelen içinden. "Çok acayip bir gün bugün." Dedim derin derin soluklar alıp. Acıyan karnımı sıvazladım.

 

"Çok." Dedi imalı bir tonda.

 

"Resmen adam kaçırdım, araba çaldım. Oha!" Tekrar kahkaha attığımda o da güldü. Başıyla beni onaylayınca tekrar gülmeye başladım. Önüne geçemiyordum gülmemin. "Şimdi ne olacak?" dedim ciddileşmeye çalışıp. Çünkü normal bir şekilde bakarsak ben hastaneden birini kaçırmıştım. Onu kaçırırken de hastanenin önünde duran eski bir kamyoneti çalmıştım. Boka dikine saplanmıştım anlayacağınız.

 

"Bilmem." Dedi omuz silkip.

 

"Nasıl bilmem? Ciddi soruyorum." Ciddi bir tonda ciddi bir ifadeyle sordum.

 

"Bizi fellik fellik arıyorlardır. Evdekilerin haberi olduysa delirmişler ve sinirlerini Osman'dan çıkarıyorlardır. Bir de kamyonetini çaldığın adam da muhtemelen polise gitmiştir."

 

"Sağol ya. Ne güzel anlattın benim bilmediklerimi. Ben onu mu diyorum?" dedim delirmiş bir ifadeyle masada ona doğru eğilip. "Ne yapacağız? Şikayetçi olmuştur kamyonetin sahibi. Onu ne yapacağız?"

 

"Vallahi kağıt üstünde evli olduğum ve beni çalıntı bir arabayla hastaneden kaçıran sahte karıcım, bilmiyorum. Ama bittiyse kahven gidelim. Hesabı isteyelim." Ben götümden terlerken onun bu kadar rahat olması da ayarlarımı bozabildiği kadar bozmuştu. Eliyle garsona işaret etti.

 

"Bu rahatlığın deliliğimi katlıyor bilmiş ol. Ya beni tutuklarlarsa? Karısız kalırsın." Dedim yüzümü buruştura buruştura.

 

"Eyvah ne yaparım." Yüz kaslarındaki kusursuz çalışkanlık da sinirimi bozmuştu. İçimde önümdeki kırmızı tuzluktan tutun da dışarıdaki kuru çınar ağacına kadar her şeye küfrediyordum.

 

Garson masaya hesabı küçük kahverengi bir kutu içinde getirmişti. Ben de masanın üzerindeki uçak modunda duran telefonumu cebime koyup ayaklanacak oldum ama Korhan'ın beyazlayan benzi yüzünden geri oturdum.

 

"İyi misin?" bakışları donuklaşmış, yüzü gerilmişti. "Korhan? İyi misin? Bir şey mi oldu?" Elindeki kutunun kapağını geri kapatıp bakışlarını bana kaldırdı. Hemen sonra da kapıya çevirdi. "Osman?" dedim bu sefer de başka bir şaşkınlıkla. Onun burada ne işi vardı? Bizi nasıl bulmuştu? O bizi bulduysa polislerin de bulması yakın demekti o zaman. Cafer bu sefer gerçekten cıvık sıçtı Zühre...

 

"Osman. Sen?"

 

"Kusura bakma abi. Yapmak zorunda kaldım. Sizi almaya geldim." Telaşlı ve uzun adımlarla yanımıza ulaştığında bakışları bir anlığına bana çevrilmiş sonra geri Korhan'a dönmüştü.

 

"Oo! Kimleri görüyorum. Umarım hizmetimizden memnun kalmışsınızdır Korhan beyim." Hepimiz aynı anda kollarını iki yana memnun bir ifadeyle açmış adama dönmüştük. Bu adamı biliyordum. Geçen gün konağa gelen ve benim uzay aracından farksız arabayla konaktan kaçmama da engel olan ve Tahir ağaya 'Kuzgun'un selamını' getiren adamdı.

 

"Sen Zühre'yi götür Osman." Dedi Korhan bana bakmadan dişlerinin arasından.

 

"Korhan ne oluyor?" dedim kısık sesle. Ama o beni duymamış gibi yanımıza gelen adamdan çekmiyordu bakışlarını.

 

"Korhan Arslanoğlu. Sizi dükkanımda ağırlamak ne güzel şey. Bilseydik geleceğinizi hazırlık yapardık."

 

"Bilseydik senin olduğunu biz gelmezdik zaten." Dedi ona doğru sert bir biçimde. Biz nereye gelmiştik gelmememiz gereken? Neler oluyordu burada?

 

"El değiştirdi burası. Daha da değiştirecek bir sürü yer. Selamımızı almadınız ya haberiniz yok tabi."

 

"Biz selamı adamlardan alırız." Dedi Osman bir adım ona doğru atıp. Bu dümdüz üzerine yürümeydi. "Öyle eve baskın yapar gibi gelip vermeyiz. Allah'ın selamını da karıştırma bu işlere."

 

"Sakin ol Osman bey oğlum. Geçen de Tahir ağaya ilettik selamı almadı. Ben de şimdi oğluna vereyim dedim. Kuzgun'un selamı var Korhan." Adamın sigaradan dolayı tuhaf çıkan sesi içimde mide bulantısına sebep olurken su içmek için önümdeki bardağa uzandım. Gitsek olmuyor muydu? Ne hallere düşmüştük? Amacımız sadece hastaneden kaçmakken ne ile uğraşıyorduk biz böyle?

 

Hafifçe güldü Korhan. Tiye alır gibi bir gülüş olmuştu bu. Yoksa gülünesi bir şey yoktu.

 

"Kaç yıl geçti üstünden Korhan. Selam almamazlık olmaz." Kazayı kastetmişti. Ben bile anlamıştım. Ama 'Kuzgun' dedikleri o kazada ölmemiş miydi? Neyin nesiydi bu?

 

"Ölü bir adamın selamını nasıl alayım sen söyle Ragıp efendi."

 

"İkimiz de biliyoruz Korhan. Baban daha iyi biliyor." Kim neyi biliyordu? Burada ne oluyordu biri bana acil anlatabilir miydi? Midemi bulandırıyordu bu durum.

 

"Daha çok iş yapacağız Korhan. Bu piyasaya geri döndük." Dedi adam keyifli ve kendinden emin bir şekilde.

 

"Hangi piyasaya tam olarak? Al şu paranı." Sertçe iki yüzlük üç tane banknotu masaya vurup sandalyesini geri çekti. Bakışları beni bulduğunda ben de apar topar kalktım ayağa ama kusasım geliyordu. Çok gerilmiştim. Ağzımda acılı Urfa'nın acı tadı varken Osman'ın kollamasıyla kapıdan çıktım.

 

"Kahveyi beğendiniz mi gelin hanım?" dedi arkamızdan yüksek sesle adının Ragıp olduğunu öğrendiğim adam. Yediğim her şey şu an ağzımdaydı.

 

"Zühre?" dedi elini bana doğru uzatan Korhan. 'İyiyim' diyecek oldum ama diyemedim. Ağzımdan kelimelerim yerine yediğim her şey büyük bir gürültüyle fışkırmıştı.

 

"Size dedim. Kuzgun'un selamı var!"

 

Midemde ne var ne yok dışarı çıkarken ellerimle Korhan'ın sandalyesinden destek almaya çabalıyordum. Zaten sonra bacaklarım beni daha fazla taşıyamamış dengemi kaybedip endişeyle bana bakan Korhan'ın üzerine doğru yığılmıştım.

 

 

💎

 

Sizce ne oldu Zühre'ye?

 

Peki bundan sonra ne olacak?

 

'Kuzgun' kim?

 

Hadi yorumlara, Instagram ve Tiktok'a

 

Sizi seviyorum Allah'a emanet olun ❤️

Loading...
0%