@seydnrgrsu
|
'YÜZ YÜZE'
Şarkılar
Çağan Şengül-Çok Yazık
Nilüfer-Yalancı Bahar
Sena Şener-Porselen Kalbim
Gökhan Türkmen-Mahşer
Hande Mehan-Beni Böyle Sevme
Semicenk-Sevecek Sandım
Merhaba hoşgeldiniz
Nasılsınız
Gece bu saatte size bölüm atıyorum çünkü kafamda durmayan sesleri durduramıyorum. O zaman siz de Zühre'nin yıldızını parlatıp satır aralarına uğramayı unutmayın
☁️
"Korhan?" Adı dilimden bembeyaz süte damlayan bir zehir misali dökülürken bakışları ağır ağır tırmandı yüzüme. Ellerimle sert bir şekilde yüzümü ovalayıp bulanık bakışlarımı sabitlemeye çalıştım. "Hayal görüyorsun Zühre..." dedim arkamı dönüp kendi kendime. "Hayal görüyorsun... Bu gerçek değil... O gerçek değil..."
"Zühre..." Zihnim benimle epey sağlam dalga geçiyordu bugün. Zaten dengesiz biriydim. İyice kaymıştı her şeyim. Sesi bile o kadar gerçek yankılanıyordu ki zihnimin içinde. Bir an gerçekten burada sandım. Burada olmasını ister miydim? İşte orasından hiç emin değildim. Hem burada olsa bile ne yapacaktım ki? Ne yapabilirdim?
"Uyumadın ki..." dedim kendi kendime. Gözlerimi sımsıkı kapatırken tek istediğim gözlerimi açtığım anda zihnimin bana oynadığı bu çirkin oyunun son bulmasıydı. Küçücük bir nefes almaya çalıştım. "Dört gündür hiç uyumadın ki... Hayal görüyorsun..."
"Zühre. Hayal görmüyorsun." Kirpiklerim usulca aralanırken bakışlarımı tekrar sabitlemeye çalıştım. Depresyonun en koyu ve karanlık dehlizlerindeydim. Artık bunun farkına varıyordum. Ve depresyonumun bana gösterdiği sanrıları ayırt edecek kadar da bilincim yerindeydi.
Hışımla arkamı döndüm ve parmaklarımı sertçe saçlarımın arasına daldırdım. Eğer teyzem gelmemiş olsa acımasızca kesecektim onları. Ben böyle bir şeye nasıl kalkışmıştım? Peki kesmediğimde artan acılara ne yapacaktım? Saçlarımdaki izlerine ne yapacaktım!
"Zühre."
"Hayal görüyorsun Zühre hayal!" dedim epey yüksek sesle. Galiba kendi kendime ettiğim telkinlerle karşımdaki sanrısından kurtulacağımı sanıyordum. Saç diplerimdeki sızı da artıyordu. "Gerçek değil! Burada değil!"
Hayatım hep delirme çizgimin tam üzerinde bir o yana bir bu yana savrulmayla geçip giderdi ve bu sefer dönüşü olmayacak bir şekilde delilik tarafına savruluvermiştim.
"Buradayım Zühre. Gerçekten buradayım."
"HAYIR HAYIR HAYIR!" dedim hızlı adımlarla salonun ilerisine ilerlerken. "Burada değil!" Göğüs kafesimin tam ortasına güçlü hem de epey güçlü bir darbe almıştım. Nefesim kesiliyordu.
"Zühre!"
"HAYIR! BELKİ DE GERÇEKTEN DELİRİYORUM! BURADA DEĞİL ÇÜNKÜ!" Saçlarımın arasından çektiğim ellerimi yumruk yaptım ve şortumun açıkta bıraktığı bacaklarıma vurmaya başladım. Zihnimin oyununa bedenimdeki acılarla son vermeye çalışıyordum. Tişörtümün yakalarını çekiştirdim var gücümle.
"Zühre..."
"SUS!" dedim hemen önümdeki sehpada duran küçük bibloyu kapıp ondan tarafa fırlatırken. Amacım karşımdaki hayalinin üzerine fırlayan bibloyla duman olup gitmesiydi. Ama olmadı. Küçük biblo hemen onun yanı başından geçip duvara çarptı ve paramparça oldu. "Sus tamam mı sus! Sus! Sus!" Boğazımda koca bir düğüm vardı. Bana ne nefes aldırıyordu ne de mantıklı düşünmemi sağlıyordu. Zaten şu dört günde tüm olan mantığımı, aklımı da yitirmiştim ya...
Buradaydı... Gerçekten de buradaydı... Hayal görmüyordum... Zihnim bana oyun oynamıyordu...
Dört gün... Koskoca dört gün... Öyle uzun öyle uzun bir zamandı ki... Ki ben ömrümün bu zamanına kadar hep birini, bir şeyleri bekleyerek harcamıştım zamanımı. Çoğu zaman da neyi beklediğimi bilmeden ama zaman da tutmadan beklemiştim hep. Ama o bekleyişlerim bile bunun yanında bir hiç kalıyordu. Dört gün ömrümün en uzun dört günü olmuştu. Peki şimdi ne değişecekti? Onun için ne değişmişti?
"Nasıl girdin sen içeri! Nasıl girdin!" Elimi sertçe ona doğrulttum. "Ne işin var senin burada!"
"Zühre bak-"
"Ne bak! Neye bak! Çık git! ÇIK GİT!"
"Zühre..." Tek diyebildiği adım oluyordu. Adım ilk defa kulaklarıma bu denli acı ulaşıyordu.
"Sen nasıl girersin ya içeri! Polisi arayacağım! Teyzemin evine zorla girdin! Polisi arayacağım!" Hışımla adımlarımı merdivenlere yönlendirdim. Basamaklar ayaklarım altından kayarken zar zor kendimi odaya atıp pencerenin pervazında duran telefonumu kaptım. Tuşladım ama telefonum arama yapmadı. Bir daha tuşladım ve bir daha. Aynı şeyi tam yedi kere yaptığımda artık zaten taşan sinirlerimde boğulmaya da başlamıştım.
"Ne yaptın telefona!" dedim aynı hışımla geri salona dönerken. Bıraktığım yerde, sandalyesini bir santim bile kıpırdatmadan duruyordu öylece. Ne yapmış olabilir Allah aşkına Zühre. Odadan gelen sensin. Teyzemin numarasını tuşladım ama çalmadı. Günce'yi aradım yine çalmadı. "NE YAPTIN!"
Elimdeki telefonu koltuğun üzerine atarken ev telefonuna yönlendirdim adımlarımı. Kırmızı, eski telefonu kaptım ama o da çalışmıyordu.
"Arayamazsın kimseyi uğraşma." Sesi öylesine sakin bir tondaydı ki ben karşısında daha da deliriyordum o sakin durdukça. Elimdeki ahizeyi bırakmadan hemen önce gözüme kopuk kablo çarptı.
"Ne yapıyorsun sen ya! Çık git bu evden çık git!"
"Konuşalım Zühre." Bakışlarını elinde tuttuğu fotoğrafıma indirdi. Hızla yanına varıp sertçe çekip aldım elinden çerçeveyi. Aldığım gibi de karşı duvara çarptım.
"Konuşalım? Ne konuşalım! Ne konuşalım seninle!"
"Zühre-"
"İlacı içip içmediğimi sormak için geldiysen hiç zahmet etme! İçtim! İÇTİM OLDU MU!"
"Zühre hayır-"
"Merak etmiyor musun! Zaten bunu umursamıyor musun sen!"
"Zühre ilaç umurumda bile değil inan." Yüzünü yüzüme kaldırdığında sımsıkı yumdum gözlerimi. Yüzünü görmek, yüzünü gördüğümde içime dolan o hisleri hissetmek istemiyordum çünkü.
"Ne o! O yatakta dediklerin yetmedi yenilerini demeye mi geldin! Zahmet etmişsin!"
"Hayır Zühre."
"Ne istiyorsun o zaman!" Koltuğun üzerinde duran küçük kırlentleri çarptım hırsla yere. İçimde tarifini edemediğim ve her aldığım nefeste büyüyen bir öfke vardı. Öfkem kırıklarımdan dışarı taşıyordu. Onun paramparça ettiği kalbimden dışarı taşıyordu.
"Konuşmak sadece."
Yaşadıklarım konuşacağımız kelimelere pek sığacak gibi değildi.
"SİKTİR GİT!" dedim ona doğru dönüp. "Git bu evden git!" Boğazım yırtılacak gibiydi haykırışlarım yüzünden.
"Zühre!"
"Alma adımı falan ağzına tamam mı! Çık git Korhan! Defol git! Konuşacak neyimiz kaldı bizim seninle! Ne var da ne konuşacağız! İstemiyorum tamam mı! Sen o yatakta diyeceğin şeyleri dedin ve bitti! Çık git!"
"Demedim Zühre demedim!" Sandalyesini bana doğru ilerletince iki adım geri çektim kendimi. Elimi havaya kaldırıp durmasını işaret ettim.
"Ne demedin ya! Hâlâ demedim diyor ya! Oğlum sen benim ayarlarımla mı oynuyorsun lan!" Elimi sertçe duvara geçirdim bu sefer. İçimde patlayan bu öfkenin önüne nasıl geçecektim hiçbir fikrim yoktu. Ve o, burada nefes aldıkça içimdeki öfke harlanıyordu.
"Zühre lütfen..."
"Ne lütfeni! Sen bana ne yaptığını görüyor musun ha! Dört gün Korhan! Koca dört gün! Ne aradın ne sordun! Sen beni orada öylece bıraktın! Sen bana bir daha tekrarlamayacağım bir hatasın dedin! Yalan mı! Ben dört gündür ne yaşıyorum sen biliyor musun! Ben dört gündür ne çekiyorum biliyor musun!"
"Arayamazdım Zühre. Arayamazdım."
"Niye arayasın ki zaten! Ben senin hayatının hiçbir yerindeyim çünkü! Biz kardeşlerini kurtarmak için evlenen iki yabancıyız ve öyle kalmalıydı ama tüm suç bende!" Adımlarımı salonun ortasında bir o yana bir bu yana atarken ellerimle saçlarımın dibini çekiştiriyordum bir yandan da. "TÜM SUÇ BENDE! Ben senin bir daha tekrarlamayacağın bir hatanım!"
"Sen hataların en büyüğü de olsan, günahların en koyusu da olsan bir saniye bile gözümü kırpmam ben! Duydun mu! Sen benim iyi ki işledim dediğim günahım, iyi ki düştüm dediğim hatam olursun!" Bileğimi tutmuştu. Hışımla kolumu ondan kurtarırken kendimi ondan uzağa atmaya çalıştım. Bakışlarım onun yüzüme diktiği ve ilk defa titrerken gördüğüm koyu harelerindeydi.
"Sen beni o yatakta terk ettin Korhan..." dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. Gerçek bir zehir damlası gibi akıp gitti dilimden. "Sen beni öylece bıraktın... Ben hayatımda ilk defa birine duygularımı söyledim! Ben bu değilim! Ben bu değildim! Ben hiç böyle biri olmadım!" Elimle sıkışan göğsüme vurdum.
"Ben hayatımda aşk nedir bilmiyordum tamam mı? Ben hayatımda ilk defa birine aşık oldum! Ben sana aşık oldum! Ama sen bunu bile bile beni orada öylece bıraktın! Şimdi ne diye buradasın! Şimdi ne istiyorsun benden! Git Korhan..." Artık içimde çektiğim acı kelimelerime de yansımıştı. "Git lütfen! Daha fazla acı çektirme bana! Daha fazla acı çektirme bana!"
"Zühre-"
"Ne istiyorsun Korhan git lütfen! GİT!" Ellerimle boğazıma asıldım nefes alabilmek için. Boğazımdaki yumru biraz daha büyümüştü. Şimdi hiç nefes aldırmıyordu. "Git..." sesim yavaş yavaş düşerken tereddüt dolu bakışları tam üzerimdeydi.
"Zühre bak çekip gittin-"
"Niye geldin ki? Niye niye! Sen ne istiyorsun ya benden! Daha ne kadar dibe battığımı görmek için ta oralardan buraya gelinir mi Allah aşkına! Sen bana sınırlarımı bir kez daha hatırlattın Korhan! Sen bana o yatakta sınırlarımızı bir kez daha hatırlattın ve ben bu sınırları korumak için kendime düşeni yaptım tamam mı!"
"Konu bu değil Zühre! Sınır falan yok!"
"VAR! SENİN KALBİMİ KIRA KIRA BANA HATIRLATTIĞIN SINIRLARIMIZ VAR! BEN O EVE SENİN KARDEŞİN VE YEĞENİN KURTULSUN DİYE GELDİM HEPSİ BU! ÖTESİ YOK! OLMAMALIYDI! AMA BEN DÜNYANIN EN AMA EN BÜYÜK APTALIYIM! DÜNYANIN EN GERİZEKALI İNSANIYIM Kİ BU SINIRLARI KORUMADIM! ARAMIZDA BİR ŞEY OLMAYACAĞINI BİLMEM GEREKİRDİ! BEN DÜNYANIN EN SAF İNSANIYIM Kİ EN UFAK ŞEYE BİLE İNANACAK KADAR ACİZİM! YİRMİ ÜÇ YILDIR AYAK BASMADIĞIM TOPRAKLARA NE SENİN KARDEŞİN NE DE ABİM İÇİN AYAK BASMAMALIYDIM! HADİ YAPTIM AMA SANA KAPILMAMALIYDIM!" Boğazımda müthiş derecede bir acı vardı bağırmamdan ötürü. Günlerdir fark edemediğim gerçekleri bir nefese sığdırıveren bende değil miydi tüm hata.
"Zühre..." dedi sandalyesini bana doğru ilerletirken.
"Ben seni yuvam sanmıştım Korhan..." Ciğerlerimdeki baskı büyüdü ve gözlerim kararmaya başladı. "Bu yaşıma kadar hiçbir yere kabul edilmeyen ben, senin beni kabul ettiğini sanmıştım... Yanılmışım..." Bakışlarım bir anda karanlığa bürünürken bacaklarım daha fazla kaldıramadı bu yükü.
Bayıldım...
☁️
"Serçe Kuşu gel buraya!"
"Gitmesinler!" dedim çıplak ayaklarımla serin çimlerin üzerinde var gücümle koşarken. "Baba! Abi!"
"Serçe Kuşu dur yapma!" Teyzem kollarını sarmıştı var gücüyle küçücük bedenime. Zaten cılız, güçsüz bir çocuktum da kaybolup gidiyordum kolları arasında.
"Gitmesinler! Bırakmasınlar beni!"
"Zühre yapma böyle ama kızım. Bak bir daha gelirler. Ama oluyor mu senin böyle yapman? Ha?" Beni güç bela kendine döndürüp yüzümü elleri arasına almıştı. Nefes nefese kalmıştım. Göğsümün tam altında nefes almamı zorlaştıran bir hava baloncuğu vardı ve gözümden akamayan yaşlar o baloncuğun içinde hapis durumdaydı.
"GELMİYORLAR!" dedim var gücümle. Yedi yaşımda içimi cayır cayır yakan öfkenin aslında öfke değil de özlem olduğunu anlamama daha birkaç yıl vardı. "Bütün hafta beklemek zorunda kalıyorum ben onları!"
"Bir hafta dediğin nedir be kızım." Hamiş hemen yanı başımda her daim sıcak olan ellerini şefkatle koymuştu başıma. "Göz açıp kapayıncaya kadar geçiverir."
O öyle deyince gözlerimi sımsıkı yummuş hızla geri açmıştım. "Bak geçmedi bir hata gördünüz mü! Yalan söylüyorlar bana! Yalan söylüyorsunuz bana! Hepiniz yalancısınız!" Teyzemin kolları arasından kurtulup var gücümle atmıştım kendimi içeri. Gözümden akamayan yaşlarım tüm bedenimi cayır cayır yakıyordu ve ben o yaşımda o öfkeyi bastırmak için bir yol arıyordum kendimce.
Aklıma ilk gelen şeyi yapıvermiştim. Buzdolabının en üst rafında duran komşumuz Ayfer teyzenin getirdiği ve benim almam için altıma sandalye koymam gereken küçük kaptaki keçi sütünden yapılma yoğurda uzandım. Bir ay önce mahallede top oynarken çocuklarla beraber içtiğim ayran yüzünden hastanelik olmuş ve bu sayede keçi sütüne alerjim olduğu ortaya çıkmıştı.
Kaptaki yoğurdu kaşık kaşık yerken bir an olsun bile tereddüt etmemiştim. Yedim yedim ve yedim. Kabın dibi görünürken nefes borumun en altlarında tuhaf bir sıkışma, bedenimde yürüyen ayakları alevden karıncalar çıkmıştı ortaya. Sonrası kendimi kaybetmemle devam ediyordu.
Gözümü hastanede açmıştım. Baş ucumda, sıcak eli elimi sıkıca kavrayan babam hemen onun arkasındaki koltukta uyuyan abim vardı. Bedenimde onlarca batan iğne, göğsümün altında beni rahatsız eden bir yumru olmasına rağmen öylesine mutluydum ki. Çünkü gitmemişlerdi. Bırakmamışlardı beni.
Ben onlar gitmesin diye o yaşımda kendi bedenime bu denli acı çektirmeyi göze almış hatta doktorun dediğine göre ölümün kıyısından dönmüştüm. Tek istediğim o yaşımda babamın ve abimin kanatları altında olmak, onlarla birlikte birazcık daha fazla vakit geçirmekti. Hayatım söz konusu olsa bile ben bunu göze almıştım. Bir yere kabul edilmek için kendi hayatımı riske atmıştım.
Şimdi ise kabul edilmediğim yerlerin listesini çıkarmaya kalksam sanırım dünyayı bir turdan fazla dolanacak kağıda ihtiyacım olacaktı. O kadar uzundu liste. Ama en çok koyanı en son kabul edilmediğim olmuştu.
Babam ve abim beni kendi hayatlarına kabul etmediklerinde küçücüktüm. Anlamam biraz uzun sürmüştü ama anladıktan sonra çok da fazla koymamıştı. Çünkü küçkken katledilen masum duygularımın yerini taşlaşmış kalbim almıştı ve kalbi taşlaşan bir insan artık umursamamayı da öğrenmiş oluyordu. Yani çok koymuyordu anlayacağınız.
Ama en sonuncusu taşlaşan kalbimi yumuşatmış sonra da o altında yerim var sandığım kanatlarıyla vurmuştu darbesini. Hata bendeydi. Hiç yuvam olmamıştı ve ben ısrarla onun yuvam olduğunu düşünüp yıllardır bir kere bile beslemediğim duyguların yeşermesine izin vermiştim. Ben onun hayatının hatasıydım.
Başımdaki zonklama, göz kapaklarımdaki tonlarca ağırlık ve vücudumdaki garip uyuşma zihnime 'biz buradayız' mesajı verirken hiç açılmayacak sandığım kirpiklerim zar zor aralanıvermişti. Daha doğrusu ben zorluyordum kendimi.
"Zühre?" Kafamdaki uğultunun arasından zar zor ulamıştı kulağıma bu ses. Kim olduğunu maalesef ki ayırt edemiyordum. "Zühre iyi misin?"
"Cık..." dedim elimle etrafımı yoklayıp. Destek alıp kalkacak bir şey arıyordum. "Hay sokayım ya..." dedim zorla başımı kaldırmaya çalışıp. "Sikeyim böyle işi..."
"Su ister misin?" dedi kafamın içindeki uğultulardan zar zor kulağıma ulaşan ses. Tam sol şakağımdan tüm başıma yayılan keskin ağrı yüzünden küçük bir inleme kaçtı dudaklarımdan.
"Ne oldu bana ya?" dedim üzerinde yattığım yerde doğrulup. Sertçe başımı ovaladım. "Of başım!"
"Bayıldın. İyi misin?" Ses şimdi daha yakından gelirken bakışlarımı kaldırmaya çalıştım. Koyu kahve bir çift bakışla göz göze gelince tüm bedenim buz kesiverdi bir anda.
"Sen!" dedim oturduğum yerden ayağa fırlayıp. Başımın ağrısını falan tamamen unutuvermiştim. "Sen... Sen... Ben..." Etrafıma bakındım telaşla. "Teyze? Günce?" Bakışlarım bana hiç tanıdık gelmeyen eşyalarda, hiç görmediğim duvarlarda dolaştı. Elimle yüzümü sıvazladım sertçe. Yetmedi gözlerimi ovaladım. "Ben neredeyim? Burası teyzemin evi değil?"
"Zühre bak sakin ol." Sandalyesini bana doğru çevirdi yavaşça. "Sakin ol."
"Sakin mi olayım!" dedim yüksek sesle. "Neredeyim ben!"
"Zühre-"
"NEREDEYİM BEN! NEREYE GETİRDİN BENİ!"
"Sakin olur musun?" dedi benim tam aksime epey sakin bir sesle. Dehşete düşmüş bakışlarımı ondan çekmeden geri geri yürümeye başladım. Kapıya ulaştığımda bile ondan ayırmadım bakışlarımı. Sertçe kapı kolunu indirdim ama açılmadı. Tekrar denedim ve tekrar tekrar bir daha denedim. Kilitliydi.
"NEREDEYİM BEN! NE OLUYOR YA!"
"Zühre sakin ol lütfen."
"Sakin mi olayım! Sen ne yaptığının farkında mısın! Aç şu kapıyı!" Kapının koluna tekrar asıldım. Ama olmadı. Bu sefer pencerelere doğru ilerledim ve kapalı perdeyi sertçe yana çektim. Bakışlarım korkulukları bulunca ayağımı sertçe yere çarptım. "AÇ ŞU KAPIYI!"
"Tamam açacağım. Açacağım ama sakin ol olur mu?"
"AÇ!"
"Tamam. Ama sakin ol."
"Sen ne yapıyorsun ya! İMDAT! KİMSE YOK MU!" O kapıya doğru bir hamle bir yapmadığından tekrar kapıya vardım ve kapıyı yumruklamaya başladım. "KİMSE YOK MU!"
"İkimizden başka kimse yok Zühre. Bizi buraya Osman bıraktı ve gitti. Boşuna bağırma."
"O KÖPEĞE DE SORACAĞIM HESABINI MERAK ETMESİN O!" Sinirle ayağımı kapıya geçirdim. "Ne istiyorsun benden?" Sesim normal bir seviyeye düşerken ona döndüm. "Niye getirdin beni buraya?"
"Konuşalım diye." Düz ve sakin sesi bendeki öfkeyi körüklüyordu.
"Konuşalım diye? Sen benimle taşak mı geçiyorsun! Sen beni kaçırdın farkında mısın! Neresi oğlum burası!"
"Kasabadan fazla uzakta değiliz. Bir dağ evi."
"Dağ evi? Sana teyzemin evinden defol git derken çok ciddiydim. Ama sen beni kaçırdın manyak!"
"Ben karımı konuşmak için daha sakin bir yere getirdim sadece." Pencereden vuran loş ışık yüzünün solunda yansımalar yaparken bakışlarını bakışlarıma sabitlemişti.
"Ne karısı be! Ne diyorsun sen!"
"Zühre sakince ve baş başa konuşalım diye getirdim seni buraya."
"Çöp torbası taşıyor sanki amına koyayım! Pardon ben senin hayatının hatasıydım çöp torbası değil pardon!" Ellerimi havaya kaldırıp sahte bir şekilde gülümsedim. Öylece bakıyordu bana.
"Zühre."
"Ne Zühre ne var! Konuşacak neyimiz var bizim ha! Ne var da ne konuşacağız! Hiçbir şey yok tamam mı! Hiçbir şey! Boşuna zahmet etmişsin. Aç şu kapıyı da bitsin bu saçmalık." Geri dönüp elimi ahşap kahverengi kapıya vurdum.
"Açmayacağım Zühre. İkimiz konuşana kadar açmayacağım."
"Valla sen diyeceğini dedin. Yetmedi noktanı koydun. O yüzden kes artık şu saçmalığı. Aç da gideyim ben." Kapının koluna bir kere daha asıldım. Sertçe aşağı yukarı indirmelerim fayda etmiyordu. Ama hepsi o köpek Kapı'nın marifetiydi. Buradan çıktıktan sonra Korhan'la olan tüm iletişimi kesecek ama o Kapı'ya da mutlaka haddini bildirecektim.
"Bırak Zühre. Açmayacağım." Kısılan bakışlarımla döndüm ona doğru. Benim karşısında cayır cayır yanan öfkemle bir o yana bir bu yana adımlamama asla aldırış etmeden olabildiğince sakin oturuyordu. Peki ben böyle alev topu gibiyken o nasıl sakin kalabiliyordu.
"Açmayacak mısın?" dedim sesimin tonunu normal seviyeye indirip. Kafasını iki yana ağır ağır salladı 'hayır' der gibi. "Öyle mi?" dedim inatla. Ama hâlâ daha başını sallıyordu.
Dayanamadım, kapının hemen yanında duran sehpanın üzerindeki vazoyu sertçe karşı duvara çarptım. Öfke saçılan bakışlarımı ona çevirdim bir tepki versin diye ama yüzünde mimik oynamamıştı. Bu sefer duvardaki eski, ahşap saate uzandım. Zar zor takılı olduğu yerden alıp var gücümle yere çarptım. Kim bilir kaç senelik olan saat paramparça olurken parçaları onun sandalyesine kadar sıçramıştı. Ama yine kılını kıpırdatmadı. O kılını kıpırdatmadıkça etrafta elime ne geçiyorsa vurdum, çarptım, parçaladım. Ağzını açıp bir şey demedi. Hatta yüzünde şaşkınlık, öfke, tedirginlik, korku hiçbir şey belirmedi.
Elime ne geçiyorsa çarparken tüm takatim kesilmiş ellerimi dizime yerleştirip derin derin soluklanmaya başlamıştım.
"Bitti mi?" dedi dakikalar sonra ilk defa. Etraf savaş alanından halliceydi. Kırılmadık vazo, kırılmadık çerçeve, parçalanmadık eşya kalmamıştı.
"Bitti." Dedim nefes nefese. Neden sonra bakışlarım paramparça olan eşyalarda dolaştı öylece. Kimim eviydi, eşyalar kime aitti, bu eşyalar kaç yıllıktı bilmiyorum ama şimdi hepsi birer çöpe dönüşmüştü. Kalbimiz gibi Zühre...
"Sakinledin mi?"
"Hayır..." Alnımdan terlerin aktığını hissedebiliyordum. Yerler parçaladığım yastıklar, çarptığım eşyalarla doluydu. "Aç kapıyı. Gitmek istiyorum." Sesim yorgunlukla harmanlıydı.
"Konuşalım önce."
"Konuşacak bir şeyimiz yok bizim. Ne konuşacağız? Bana tekrar tekrar hata ve sınırlardan mı bahsedeceksin? Hiç yorma kendini. Ben öğrendim."
"Hayır Zühre. Hayır."
"Neyimiz var bizim Korhan? Bir şeyimiz olmamış ki bunu konuşalım. Ben kendi kendime kafamda bir şeyleri kurmuşum. Ama sakın kendine bir şey yükleme olur mu? Tüm suç bende. Tüm suç benim her şeyi yanlış anlamamda. Senlik bir durum yok. Ben o eve ne için geldiğimi unutmamalıydım. Ben o evde günlerimin sayılı olduğunu unutmamalıydım." Hafifçe yutkunup nefeslerime mani olan boğazımdaki yumruyu geçirmeye çalıştım. Gözümden akamayan yaşlar ciğerlerime batıyordu ve ciğerlerimdeki kesikler bu yüzden kavruldukça kavruluyordu. "Her zaman çok saçmaladım. Ama bu sefer fena sıvadım. Hayatında hiç aşık olmamış hatta aşkın ne demek olduğunu bilmeyen ben de tüm hata."
Hafifçe gülümsemeye çalıştım. Yüzü ilk defa farklı bir ifadeye bürünürken titreyen göz bebeklerine takıldı bakışlarım. ellerini hafifçe yumruk yapmıştı dizlerinin üzerinde. Bedeni gergindi.
"Serçe Kuşu..."
"Ne var biliyor musun?" diye hızlıca kestim sözünü. Dudaklarımda acı bir gülümseme vardı. Kırıklarımdan dışarı taşan tebessümüm hayatımdaki en acı tebessümlerden biriydi. "Bu hayatta bana öyle her önüne gelen Serçe Kuşu diyemedi biliyor musun? Tamam bu benim ikinci bir adımdı. Hatta çevremdeki herkes beni böyle tanırdı, Zühre'den çok Serçe Kuşu oldum. Ama onlara bunu ben izin verdim. Ben izin vermeseydim bana kimse Serçe Kuşu diyemezdi. Bu hayatta çok insan Serçe Kuşu dedi bana. Ama en güzel diyen sendin biliyor musun? Kimsenin dediğine değişmezdim senin ağzından çıkanı. İnanır mısın bir tek sen Serçe Kuşu de istiyordum bana. Ama deme olur mu artık? Çünkü canımı yakıyor sen dediğinde."
"Zühre ben... Bak ben aşık olunacak bir adam değilim." Sesi titriyordu.
"Bu hatayı bir tek ben yapardım zaten." Daha da gülümsemeye çalıştım. Derin hem de çok derin bir nefes aldım.
"Baksana bana sen Zühre. Sevilecek insan değilim ben. Aciz, muhtaç adamın tekiyim."
"Kendine haksızlık ediyorsun." diye fısıldadım ona arkamı dönerken. Ellerimi saçlarımın arasına daldırdım.
"Ben aşık olunacak biri değilim Zühre. Ben insanların seveceği biri değilim."
"O konuda da hata yaptım özür dilerim." Yutkunmaya çabaladım. Göğsümün tam ortasına inmişti nefes aldırmayan yumru.
"Sen hiçbir zaman hayatımda hata olmadın Zühre. Sen hiçbir zaman 'keşke' olmadın benim hayatımda. Şu kısacık zamanda hiç 'keşke' demedim senin için."
"Hata dedin ama. Tekrarlanmayacak bir hata." Hızla döndüm arkamı. Benim bakışlarımda alevler onun bakışlarında ha aktı ha akacak gözyaşları vardı.
"Dedim evet. Ama ben onu senin için demedim ki Zühre. Ben o gece için dedim her şeyi."
"Ne fark eder. Sonuçta o yatakta beni bırakıp gittin sen."
"Çok şey fark eder Zühre. Sen o gece o yatakta kendini bilmez, öfkeden etrafını göremeyen bir adamla birlikte oldun. Sen o gece o yatakta kendini bile tanıyamayan bir adamla birlikte oldun Zühre." Eliyle hafifçe sandalyesinin koluna vurdu.
"Sen beni o yatakta bıraktın ama. Terk ettin."
"Terk etmedim!" dedi bastıra bastıra. Sesi ilk defa yükselmişti. "Ben seni terk etmedim Zühre. Eğer sana orada hiçbir şey olmamış gibi davransaydım ve sen kafan sakinledikten, heyecanını attıktan sonra serin kafayla düşündüğünde pişman olacaktın. Yalan mı? Belki de kendini suçlayacaktın. Kendine kızacaktın."
"Şimdi kızmıyor muyum sanıyorsun!"
"Şimdi bana kızıyorsun sen."
"Yanılıyorsun. Sana gram suç bulmuyorum. Sen hiçbir zaman ben gibi düşünmedin. Ben o kadar kör biriyim ki senin iyi niyetini farklı yorumladım. İşte bu yüzden kendime kızıyorum tamam mı!"
"Tamam değil!" dedi elini daha sert bir şekilde sandalyesinin koluna vurup. "Tamam değil Zühre! Pişman olacaktın neyini görmüyorsun! O gece yaşanan her şeyden pişman olacaktın."
"Nereden biliyorsun!" dedim yüksekçe.
"Biliyorum çünkü kim benim gibi bir adamla birlikte olmak ister ki Zühre! Sen o gece benim yanıma benim öfkemi dindirmek için geldin! Ben sana git desem bile gitmedin çünkü kendin diyorsun bana aşıksın! Ama yetmeyecek Zühre! Sana bu aşk yetmeyecek!"
"Hiç sordun mu bana peki! Yeter mi Zühre dedin mi? Demedin ki!"
"Sorsam da değişmeyecek Zühre! Ne değişecek yetse bile? Hiçbir şey...." Ellerini boşluğu göstermek ister gibi iki yana açtı. "Zühre ben sana yetemeyeceğim..."
"Fazlasını istediğimi mi sanıyorsun sen?"
"İsteyeceksin Zühre. Herkes ister. Şimdi o midende uçan kelebeklerin kanatlarını seviyorsun sen." Elim gayriihtiyari karnıma doğru gitti. Ama kelebeklerden çok ruhumun kırıkları geldi elime. "Ama bir süre sonra yetmeyecek Zühre. Bu aşk sana yetmeyecek."
"Denemedin ki hiç." dedim hafifçe omuz silkip. "Nereden biliyorsun?" Dudaklarında acı bir gülümseme peydah oldu.
"Zühre elimi tutman yetmeyecek sana."
"Olsun." dedim inatla.
"Bir süre sonra kollarını özgürlüğe açmak isteyeceksin."
"Sen de açardın benimle birlikte."
"Zühre yetemeyecek. Sen özgürce koşmayı, oradan oraya gitmeyi isteyeceksin ama ben senin adımlarına yetişemeyeceğim."
"Olsun beklerdim ben seni. Adımlarımı sana göre atardım ki."
"Sıkılacaksın bir süre sonra. Bu sandalyeyi görmekten, bu sandalyeye bağlı adamı beklemekten, bu sandalyeden hatta benden sıkılacaksın."
"Ben..." dedim titreyen sesimi normalleştirmek için derin bir nefes alıp. "Ben hayatta her şeyden kolay sıkılırım evet. Hatta beklemek en sıkıldığım şeydir ama seni beklemekten asla sıkılmazdım ben. Söz konusu sen olunca."
"Ben bir süre sonra sana istediklerini veremeyeceğim ki. Hep aynı rutinden sıkılacaksın Zühre. Her sabah yatağından kalkamayan adamı görmekten sıkılacaksın. Her gün ağrılarıyla kıvranan adamı görmekten sıkılacaksın. Her gün hem de her gün bunları yaşamaktan, kendi işini kendi göremeyen adamdan öyle bir sıkılacaksın ki. Allah aşkına baksana bana sen. Belden aşağısı tutmayan adamla ömür geçer mi gerçekten? O gece orada duyduklarıma çok sinirlendim ama haklılar. Hem de sonuna kadar."
"Sen bunların hiçbirini bana sordun mu? Sormadın ki? Sence bunlar benim umurumda mı!"
"Olmalı Zühre. Senin önünde kendi ayaklarınla yürüyebileceğin upuzun bir yol var. Ben bu yolda sana sadece sırtını ağrıtan bir yük olurum."
"Sırtımı değil de kalbimi ağrıttın çok sağ ol." Ellerimle saçlarımı çekiştirip minderleri dağılmış koltuğa oturdum sertçe.
"Bu dünyada üzülmeni en çok ben istemem biliyorsun."
"Öyle mi?" dedim ima dolu bir tınıyla. "Çok sağ ol." Eğer içinde olduğum duruma 'üzülmek' denirse sağ olsun âlâsını yaşıyordum. Acaba kim üzmüştü beni?
"Zühre... Bak bana." Bakışlarım yerlerdeki parçalanmış eşyalardaydı. "Bak bana lütfen." Ağır ağır ona çevirdim bakışlarımı. Sandalyesini bana yakınlaştırmış hatta aramızdaki mesafeyi sonlandırmıştı. "Ben buyum. Bu sandalyeden ibaretim. Bacaklarım yok. Yürüyemem. Kendimden nefret ediyorum."
"Ben senin bacakların olurum Korhan. Yani olurdum." Gözünden bir damla yaş yanağından aşağı usulca süzülüp gitti. Öylece baktım süzülen yaşın nasıl yol aldığına. Yanağından düşmeden yakalamak istedim ama elim gitmedi. Hiçbir şey demeden öylece baktık birbirimize.
Sessizliği ilk ben bozdum. "Açar mısın kapıyı? Gitmek istiyorum."
"Hayır Zühre."
"Konuştuk bitti. Ne var daha. Aç hadi." Hızla oturduğum koltuktan yavaşça kalktım. Usulca bileğimi kavradı. Bileğimi kavrayan eline baktım. Ama çekemedim bileğimi.
"İçinde hâlâ kendini suçlayan bir ses var. Biliyorum. Ama sen benim için bir hata değilsin Zühre. Asla olmadın." Bileğimi yavaşça kurtardım elinden.
"Su içmek istiyorum." dedim bir şey demeden kırık eşyaların üzerinden dikkatle geçip salonun diğer tarafındaki mutfağa adımlayarak. Hangi su yangınımı söndürürdü bilmiyorum ama onun içimdeki öfkeyi de kırılmışlıklarımın altında ezilen aşkımı da harladığını iyi biliyordum.
☁️
"Üşüyor musun?" dedi geri tarafımdan gelen bir ses. Pencerenin önünde kollarımı dizlerime sarmış öylece dışarıda yağan yağmuru izliyordum. Gece gündüze kavuşmuş, gündüz akşama doğru yol alırken uyuklaya uyuklaya dışarıda yarılmış göğe bakıyordum. Yer ve gök sanki birbirlerinin olmak ister gibiydi. Yağmur, hi yağmadığı kadar hızlı yağıyordu. Son dört beş gündür hava hem Urfa'da hem de burada böyleydi. Gök bile acıyor, akıtamadığım göz yaşlarımı benim yerime indiriyordu yere. Üşüyor muydum peki? O diyene kadar pek farkında değildim. İçim titreyip gidivermişti.
"Bir şeyler ye bari."
"İstemiyorum." dedim ters bir şekilde. Açlığımı aklıma bile getirmiyordum ki.
"Kaç zamandır bir şeyler yemiyorsun. Güçten düşeceksin. Zaten düşmüşsün."
"Sana ne! Düşünme beni."
"O pek mümkün değil." Başımı omzumun üzerinden ona doğru çevirdim yavaşça. Elindeki tabakla bana bakıyordu öylece.
"Beni mi düşünüyorsun?"
"Soruyor musun?"
"O zaman aç kapıyı da bitir şu saçmalığı. Çok sıkıldım. Bak kaç saattir buradayız." Elindeki tabağı dizlerinin üzerine dikkatle koyup sandalyesini bana doğru ilerletmeye başladı. Yavaş ve dikkatli geliyordu çünkü yerdeki kırık dökük eşyalar ilerlemesini güçleştiriyordu.
"Açamam." dedi hafifçe omuz silkip.
"Ne demek açamam ya! Kaç saat oldu sen farkında mısın! Teyzemler deliye dönmüştür. İnşallah polise gitmişlerdir de gününü görürsün!"
"Polis beni tutuklamaya kalksa üzülmez misin?" Yüzünde tiye alan bir gülüş belirdi. Benimle dalga geçiyordu.
"Niye üzüleyim? Oh olur sana! Aç şu siktiğimin kapısını valla çok sıkıldım."
"Açamam çünkü anahtar bende yok." Sandalyesini dikkatle ilerletiyordu.
"Ne demek anahtar bende yok!" Şaşkınlıkla açılıverdi ağzım.
"Yok işte. Osman kapıyı kilitledi ve gitti. İki gün gelme dedim. Biliyorsun söz dinleme konusunda iyidir. İki gün buradayız yani. İkimiz."
"Sen manyak mısın!" dedim ayağa fırlarken. Yine sinirlerim nanay moduna almıştı kendini. "Soruyorum pardon MANYAKSIN!" Ayağıma takılan parçalanmış kırlente tekme savurdum var gücümle. "O ite de soracağım bunun hesabını! Bizi kilitleyip gitmek ne demekmiş soracağım o it oğlu ite!" Salonun diğer başındaki mutfağa doğru ilerledim. Sinirle açık raftan bir bardak kaptım ve çeşmeden su doldurup kafama diktim ama yetmedi aynı işlemi tam üç kere daha tekrarladım. "İt oğlu it! Ulan mezarını kazacağım onun! Gerizekalı manyak herifler! Ulan sizin yapacağınız işe sokacağım lan ben! Hele buradan bir çıkayım! Hele bir çıkayım sizi ananızdan doğduğunuz güne pişman etmeyen Zühre demesinler! Gerizekalılar! Gerizekalılar!" Hızımı alamayıp ayağımı yere vuruyordum pat pat. "Ulan beyninizi söküp yerine bir çuval çöp takmışlar sizin! İt! Korhan?" hışımla geri dönerken bakışlarım yüzü acıyla kasılmış bedeni üzerinde kalakaldı.
"Korhan?" dedim elimdeki bardağı hızlıca lavaboya bırakıp ona doğru adımlarken. "Ne oldu?"
"Bir şey yok..." demeye çalıştı ama yüzündeki kasılma acı çektiğini alenen gösteriyordu. Bir yandan da eliyle sol omzunu tutmaya çalışıyordu.
"Numara yapıyorsan yemezler."
"İyiyim Zühre bir şey yok." Ama iyiyim demesinin hemen üzerine dudaklarından küçük ama bir o kadar da acı inleme döküldü.
"Korhan?" dedim onun tam önünde durup. Elini boğazına götürdü zar zor ve nefes almaya çabaladı. "Korhan?"
"Bir şey yok geçer birazdan." Alnına birden boncuk boncuk terler yer edinirken bedeni de gerilmişti.
"Nasıl geçer ya! Şu haline bak."
"İyiyim ben." Ses tonu bile değişivermişti. "Basit bir ağrı sadece."
"Basit? Bu mu basit?" Nefesleri iyice düzensizleşmişti.
"Yere inmeme yardım eder misin? Sandalyede rahat nefes alamıyorum." Kafamı hızlıca sallayıp sandalyesinin önünde dolanan eşyaları aceleyle iteledim. Yanmayan ve bayadır kullanılmamış şöminenin önüne doğru ilerlettim sandalyesini arkasına geçip. Bacaklarının bağlı olduğu bantları açıp dikkatle yerdeki kahverengi post halının üzerine indirdim. Başını gerideki koltuğa yarı baygın bir biçimde yaslayıvermişti. "Sandalyemin arkasında iğne var. Ağrı kesici. Verir misin?" Bir şey demeden hızlıca sandalyenin arkasına dolaştım ve küçük bölmedeki kutuyu çıkardım. "Sol koluma yapar mısın?" Sesi acı içindeydi. Alnındaki terler daha da artmıştı. Nefes alışverişleri ise epey zordu.
"Ben ne anlarım iğneden!" dedim korkuyla. İğneden ölesiye nefret eden ben elbette iğne yapmayı da bilmiyordum. "Hemşireye mi benziyorum oradan bakınca!"
"Sadece koluma sapla şunu."
Dehşete düşmüş gibiydim. Titreyen ellerimle iğneyi paketinden çıkardım ve dediğini yaptım. bir yandan da içimden saymaya başladım.
Tam bin seksen yedi saniye sonra acı çeken nefesleri düzene girdi. Kasılan bedeni yavaşça gevşedi. Hatta yüzündeki acının izleri de yavaş yavaş silindi.
"İyi misin?" dedim tereddütle. Ona yaklaşamıyordum. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme meydana geldi. 'İyiyim' der gibi kafasını salladı yavaşça.
"Teşekkür ederim..." dedi fısıltıyla. Bir şey diyemeden öylece yerde oturan bedenine bakıyordum. Kollarımı buz gibi olan bedenime sararken içerinin ne kadar soğuk olduğunu fark ettim uzun zaman sonra. İçimdeki hararetten üşüdüğümün farkında bile değildim halbuki.
"Üşüyor musun?" dedim buz gibi sesimle. Gözleri kapalıydı ama beni duyuyordu. Hafifçe başını salladı 'evet' der gibi. Sabah yere çarptığım battaniyeyi aradı gözlerim. Kapının önünde öyle savruk bir halde duruyordu. varıp aldım ve üzerine örttüm yavaşça.
"Sen üşümüyor musun?" dedi yarı baygın bir şekilde. Gözlerini açamamıştı. Cevap vermeden şömineye doğru yürüdüm. İçi doluydu. Yakabilecek bir kibrit bir çakmak aramaya başladım. Ama yoktu. Mutfağa varıp etrafa bakındım. Çakmak dediğin mutfakta en bulunabilir yerde olmalıydı ama yoktu. Dolapları çekmeceleri karıştırdım tek tek.
"Hah!" dedim nihayet elime bir çakmak geçtiğinde. Varıp dizilmiş odunların arasına çakmakla yaktığım çırayı yerleştirdim ve ateşin harlanmasını dikkatle izledim. Ateş yavaş yavaş büyürken dışarıya yaydığı sıcaklık bedenimde tatlı bir dalgalanmaya neden olmuştu. Yere çöküp kollarımı dizlerime sardım ve bakışlarımı çatırdayarak yanan odunlarda sabitledim.
"Zühre. Senin üstün ince sen al şu battaniyeyi."
"İyisin herhalde?" dedim başımı omzumun üzerinden ona çevirip. Ellerini yere koyup bedenini biraz yukarı çekti ve sırtını koltuğa tamamen yasladı. Yüzündeki ve bedenindeki acı gerginlik geçivermişti.
"İyiyim. Ya sen?"
"Kapıyı açarsan iyi olacağım." dedim en ters halimle.
"Açamam. Dedim sana. Osman gelene kadar buradayız."
"O ite de bunun hesabını soracağım." diye mırıldanırken bakışlarımı tekrar yanan odunlara çevirdim. Uzanıp odun dolu kovadan iki büyük odun parçasını da attım ateşe. Sessizliği bölen sadece odunların çıtırtısıydı.
"Yapma böyle Zühre."
"Ne yapmayayım!" dedim tekrar başımı geri çevirip.
"Böyle davranma. Sen sustukça kendimi daha kötü hissediyorum ben."
"Öyle mi!" dedim hışımla yerimden oturduğum yerden onun yanına varıp. Gözlerimi ateşin yansımalarının olduğu koyu kahvelerine diktim. "İçimden geçenleri anlatmaya uygun kelime bulamıyorum çünkü! Kelimelerim bile o kadar yaralı ki kendimi nasıl ifade ederim bilmiyorum ama sen! Sen karşıma geçmiş bana 'böyle yapma' diyorsun!" İşaret parmağımla sertçe omzuna vurdum. "Sen beni ne halde bıraktın biliyor musun! Beni o yatakta nasıl bıraktın senin haberin var mı! Ben o yataktan nasıl ayağa kalktım senin haberin var mı! Beni dört gündür arayıp sormadın bile! Ben ne yaşıyorum, dört gündür ne çekiyorum senin haberin var mı! Sen beni aramadın ama ben aradım yine yüzsüz bir şekilde! Çünkü Nevide iyi olmadığını söyledi! Kimseyi yanına almadığını söyledi! Ben yine dayanamadım seni aradım ama telefona sen değil Ferda çıktı! Korhan sen beni ne hale sokuyorsun farkında değil misin! Ben hayatımda ilk defa birine duygularımı söyledim! Ben hayatımda ilk defa aşık oldum ve ben hayatımda ilk defa duygularımla hareket ettim! Ben bir yere kabul edildim sandım ama sen ne yaptın Korhan! NE YAPTIN!"
"AŞIK OLDUM ZÜHRE! BEN DE SANA AŞIK OLDUM!" Hızla koluma asılmıştı. Yüzlerimiz birbirine yakınlaşırken düşmeyeyim diye omzuna tutundum zorla. "Çarpıldım sana ben! Kendimi senden uzak tutmak için verdiğim savaşı bilemezsin Zühre! Şu siktiğimin berdeli umurumda bile değildi! Benim Gülnare'yi kaçıracağımı, onu bu ölüm illetinden kurtaracağımı bilmiyor musun! Anlamadın mı benim için kardeşimi buradan uzaklaştırmanın ne kadar olduğunu! Yapamam mı sanıyorsun! Ama seni o gün o minibüsün önünde bayıldığında gördüm ve çarpıldım oldu mu! Kabul etmeyeceğim, asla diyeceğim şeye senin için evet dediğimi biliyor musun sen! Sana mesafeli durmak için o kadar uğraştım ki! Ama sen en olmayacak şeyi yaptın! Geldin bana aşık oldun! En aşık olunmayacak, en nefret edilesi adama aşık oldun!"
"Korhan..." dedim cılızca. Kolumu onun elinden kurtarmaya dermanım yoktu. Haykırışları sertçe çarpıyordu yüzüme. Nefesleri şöminede çatırdayarak yanan alevlerden daha sıcaktı. Hiç beklemediğim yerden gelmişti bu.
"O gece hataydı Zühre! O geceden sonra eğer seni o yatakta bırakmasaydım sen ömrün boyunca kendini suçlayacaktın! Benden nefret etmen umurumda bile değil ama kendinden nefret edecektin! O gece ben kendimi kaybettim! O gece ben hiçbir şeyi düşünemedim! Sen bunu sonradan anladığında bana sadece nefretle bakacaktın! Bu pişmanlıkla yaşayabilecek miydin Zühre? O evin içinde Gülnare'nin bebeği doğana kadar günleri nasıl bir pişmanlıkla sayacaktın senin haberin var mı?" Gözünden kayan bir damla yaş benim yanağıma düşmüştü.
"Korhan..." dedim kırgınlık dolu sesimle.
"Bu hayatta üzülmesini, kırılmasını isteyeceğim en son insan sensin Zühre. Ama seni en çok ben üzdüm...Özür dilerim."
"Dileme. Dilesen de içimdeki, saçlarımdaki acılar geçmeyecek çünkü."
"Geçmeleri için canımı bile veririm. Saçlarındaki acıları, içindeki acıları dindirmek için canımı bile veririm." Bir yaş daha damlarken yanağıma dudakları değdi yavaşça yanağıma.
"Saçlarım... İzlerini silebilmek için kesmeye kalktım. Acısını dindiririm sandım ama-"
"Asla Zühre! Benim için değmez."
"Ama ne var biliyor musun? Daha çok acıdı sen yokken. Sen beni bırakınca daha çok acıdı." Omzundaki elimi sıktım var gücümle. "Saçlarımın acısı bir tek sen dokununca geçiyor. Ama şimdi daha çok acıyor Korhan... Sen beni bıraktın... Dört gün... Dört koca gün..."
"Bırakmadım Zühre. Dört gündür ben de burada, uzaktan izledim seni hep. Nasıl bırakırım seni? Nasıl yaparım bunu? Nasıl dayanırım senden ayrı kalmaya?"
"Ya Ferda'nın açtığı telefon?" Kulaklarıma en acı verici bir şekilde dolmuştu sesi.
"Telefonum nerede inan bilmiyorum. Şu dört günde aklımda olan tek sensin Zühre..."
"Ne değişti Korhan? Ne değişti de dört gün sonra çıkageldin Allah aşkına?"
"Yapamadım Zühre." Dudaklarındaki sıcaklık yanaklarıma tekrar dokununca geri çekilmek istedim ama yapamadım. Hatta o diğer eliyle yüzümü kavradı yumuşak bir şekilde. "Eğer sana bunun bir hata olduğunu söylersem benle arana mesafe koyacağını biliyordum ama çekip gideceğini düşünemedim."
"Ne yapsaydım! Nasıl kalabilirdim sen söyle!"
"Serçe Kuşu'm-"
"Deme şunu!"
"Diyeceğim çünkü sen sadece benim Serçe Kuşu'msun. Seni bırakmadım ve asla bırakmam Zühre. İster inan ister inanma ama bunu asla yapmam. Ne olursa olsun seni bırakmam. Senden vazgeçmem, bunu aklımın ucundan bile geçirmem. Ama seni hayatına yük olacak bir adamın hayatına da ortak etmek istemem."
"Dengelerimle oynuyorsun..." Gözlerimi sımsıkı kapattım. İçimdeki sızlamalarımı nasıl dindirirdim asla ama asla bilmiyordum. "Beni ne hale sokuyorsun sen? Niye böyle yapıyorsun? Ne istiyorsun benden?"
"Kendinden nefret etme, pişman olma istiyorum."
"Ben senden nefret edemiyorum işte. Sorun da bu ya zaten."
"Edeceksin ama Zühre. Zamanı gelince benden nefret edeceksin. Benden nefret et ama asla kendinden etme olur mu? Çünkü ben o zaman kahrolurum."
"Bana acı çektirirken olmuyorsun zaten değil mi?"
"Oluyorum Serçe Kuşu..." Baş parmağıyla usulca okşamaya başladı yanağımı. "Seni bu halde görmeye gönlüm asla el vermiyor ve ben bunun için senin yerine de nefret ediyorum kendimden. Ama Zühre... Senden de kopamıyorum..."
"Kopma o zaman. Yapma." Dudakları tereddütle dudaklarıma değerken çekti hemen kendini. Ama alnını alnıma yasladı.
"Ben sana sadece yük olacağım Zühre..."
"Olmazsın." dedim yutkunarak.
"Sıkılacaksın..." Sesi titremişti.
"Sıkılmam." Kalbi dağlanan biri için fazlasıyla dürüsttü o gün kalbim. Yıllar sonra ilk kez birine duygularımı tereddütsüz, arkasına sığındığım bahanesiz söylüyordum. İlk defa hayatıma giren birine şeffaftım. Ve ilk defa nedense ben de birinin beni bu denli bırakmamasını istiyordum.
"Serçe Kuşu... Sana yaşattıklarım için ne kadar özür dilesem az. Ne yapsam az. Ama sana söz veriyorum tek yuvan benim bundan sonra. Ve kanatlarındaki her biri yarayı iyileştireceğim kendimden önce. Senin yuvan benim kanatlarım daima."
Dudakları dudaklarıma kapandı usulca. Yaralı kalbim titredi onun kanatları altında. yaptığım çoğu şeyden pişman olan ben ilk defa pişman olmayacağımı hissettim. Ve acılarım dört gün sonra ilk defa dindi.
☁️
"Korhan?" dedim uykumu bölen 'güm güm' ses yüzünden. Şöminedeki ateş sönmüş, dün tüm gün boyunca yağan yağmur dinmiş ve yerine tüm salonu aydınlatan bir güneş açmıştı. Sabahın ilk saatleri olduğu güneşin taze kızıllıklarından belliydi. Ben Korhan'ın omzunda kollarım onun hafiften üşümüş bedenine sarılı bir halde uyuyakalmıştım. Onun da kolları benim bedenimde dolanıktı. Ben duyduğum sesle doğrulurken o da araladı gözlerini.
"Ne oluyor?" dedi uykulu sesiyle.
"Korhan! Zühre içeride misiniz!" Kapı deminkinden daha sert vuruluyordu. Ve vuran Uraz'dı.
"Uraz?" dedim yavaşça yattığım yerden doğrulup. Ben ayağa kalkıp kapıya varana kadar kapı büyük bir gürültüyle açıldı ve geri çarptı. Dehşetle açılmıştı bakışlarım. "Ne oluyor? Kapıyı neden kırdın!"
"Tehlike! Tehlike var!" dedi nefes nefese. "Tavus... Tavus ölmüş."
"Ne?" dedi kafasını oturduğu yerden çeviren Korhan.
"Evinde ölü bulunmuş... ama..."
"Aması ne Uraz?" dedi ciddi bir şekilde.
"Osman. Osman yok. Arabası şehrin çıkışındaydı. Koltukta bunu buldum." İçeri hızla girip parça pinçik eşyalara basa basa Korhan'ın yanına ulaştı. Elinde ahşap kapaklı bir kutu vardı. Ben bu kutuyu tanıyordum. Daha önce görmüştüm. Kardeşimin kaçırıldığı gün görmüştüm. Korhan Uraz'ın elinden kutuyu alıp küçük bir bakış attı bana. Kapağı yavaşça itip kutuyu açtı. İçinde bir kağıt vardı. Kağıdı aldı ve katlarını dikkatle açtı. Ama benim bakışlarım kutunun içindeki tüydeydi. Siyah parlak tüyde. Sonra bakışlarım siyah mürekkeple beyaz kağıda yazılanlara kaydı.
"Sana Kuzgun'un selamı var."
☁️
B Ö L Ü M S O N U
Nasıl buldunuz bölümü?
Duygularımızı haykırdık, birbirimize içimizdekileri kustuk. Ben Korhan'ı yazarken bir miktar içimin acımasına engel olamadım.
Sizce ne olacak bundan sonra?
Ve önemli soru; Osman'a, Nam-ı diğer Kapı'mımıza ne oldu??
Ve sizce Kuzgun yaşıyor mu?
Eğer yaşıyorsa Korhan ve Zühre'ye ne olacak??
İkilimiz ne yaşayacak?
Beğenmeyi ve yorum yapmayı, beni buradan(seydnrgrsu), instagramdan ve Tiktoktan takip etmeyi unutmayın.
Sizi seviyorum Allah'a emanet olun |
0% |