Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Aşık Necdet

@shakespeare

 

"Bakma abi, bir gören olacak."

Omuz silkmişti Necdet. Gözleri ay tenli Mehtab'ını arıyordu. Her zamanki telefon kulubesinin önüne gelmiş, etrafta kızın abisi var mı diye kontrol ettikten sonra önce öksürmüştü. Sesini kendince açtıktan sonra bir ıslık patlatmıştı ki çok geçmemişti. Mehtap'ı oradaydı. Ay gibi teni giydiği mavi çicekli gömleğin açılmış ilk iki düğmesinden görünüyor, yerini ezbere bildiği sevdiğini bal rengi gözleriyle arıyordu genç kız bizim delikanlıyı. Birkaç saniye göz göze gelmeleriyle yine kızarmıştı bembeyaz yüzlü sevdiğinin yanakları.Yukarı kıvrılmış gül kurusu renkli dudakları içini ısıtırken haykırmak istiyordu Necdet. "Ben bu kızı seviyorum ulan, yanıyorum!" demek istiyordu. Gamzesini gördüğünde yine içi gitmişti Necdet'in. Ulan Hatun, demek istiyordu. Girmeden önce bir kez daha gül, günüm aydınlansın, diye seslenmek istiyordu. Serenatların en babasını yapmak, Romeo piçini arkasında bırakmak istiyordu.

Çok geçmeden girmişti sevdiği kadın içeriye. "Ulan keyfim yerine geldi bildiğin." derken elindeki baba yadigarı, sevdiği kadının göz renginden olan kehribar tesbihini sallıyor, kalbinde hasretiyle yandığı kadının gözlerine bir kez yakından bakmanın hayalini kuruyordu. . Hâlâ onların camına bakıyordu, az önce ona gülümseyen Mehtap'ını düşlüyordu. Ah be Mehtap'ım, diye fısıldadı farkında olmadan. "Öksüz, abi geliyor." duyduğu şeyle omuz silkerken adımlarını karşı kaldırımdaki bakkala yönlendirmişlerdi. Henüz aşık değil de öksüz olarak anıldığı yıllardı tabii. Bir taraftan eksik olanı yüreğiyle dolduruyordu. "İki ekmek." dedi Öksüz ona alışmış bakkal amcaya. "Abisi çakmasın." demişti yaşlı adam. Tabii bizim oğlan mazlum ama ödün verir mi kendinden? "Benim korktuğum yok, bir he desin o yeter ki."

"Çok hayal kuruyorsun evlat." duyduğu sözlerin gerçekliğinin farkındaydı bizimki sadece yediremiyordu. "Beş yüz bin versen yeter." cebinden ekmeğin parasını çıkartıp koymuş, ekmeğini de alıp çıraklık yaptığı kahvehanenin yolunu tutmuştu Necdet. "Abi!" yine seslenmişti yanındaki. O cevap vermedikçe tekrar ve tekrar söyleyip duruyordu. "Ne var lan?"

"Abi..." dedi çaylak. Sessizliğe bir süre barınıp kendisine kızgın suratıyla bakmış olan büyüğünden çekinmişti. "Abi, abisinin yanında biri vardı."

Kendi kendine sabır çekmiş, söyleyeceğin bu muydu der gibi vardıkları kahveden içeri girmişti. Ekmeği reyonun arkasına bırakırken ustasından başıyla selam almış önlüğünü beline bağlamıştı. Birikmiş bulaşığa girişmeden önleri boş oturan ustası ve mahallenin yaşlılarını bir çaylamayı düşünmüştü. Teker teker çayları doldururken oyunun o gelince donduğunu fark etmiş, içine bir sıkıntı dolmuştu. Son çayı koyarken sıcak su taşmış, elini yakmıştı. Aniden bardağı fırlatmış ve kırılmasına sebep olmuştu. Ustası irkilmiş, yerinden sıçramıştı. Necdet eğilmiş, kırıkları toplamaya çalışırken kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atarak onun bu durumunu zorlaştırıyordu. Göbekli, yaşlı ustası yerinden kalkmış elindeki tesbihi cebine koymuş, sallatanan kısmını sokmayı umursamadan eğilmiş çocuğun ellerinden tutmuştu. "Usta, toplarım ben." Elini çekmeye niyetlendiğinde ustası bırakmamıştı. "İzinlisin evine git." Kaşlarını çatmış, elini çekmişti bizim oğlan. yerdeki büyük parçaları avcunda toplarken içerideki adamlardan nefes çekme seslerini duyuyordu.Ellerinden zorla alınan camlarla başını kaldırmış, kendisine mahcubiyet dolu yorgun gözlerle bakan ustasını fark etmişti. Ne söyleyeceğini anlamıştı. Anlamıştı ama duymak istemiyordu.

Ayağa kalkmış, arkasındaki süpürgeyi kapmıştı. “Evlat, eve git. Baban bekler.” Duyduğu sözcükle gözlerini yummuş, artık sadece öksüz değil aynı zamanda da yetim kaldığını anlamıştı. Ne diyecekti, ne yapacaktı? Elindeki süpürgenin yere düşmesine izin verip bir hışımla dükkandan çıkmıştı. Eve gitmeye gönlü el vermiyor, rahatça ağlamak istiyordu. Taşlı sokakta adımlarını hızlandırırken onu gören birkaç esnafın bakışlarını fark etmişti. Allah aşkına, diye geçirdi içinden. Herkes mi benden önce öğrendi? İç çekip hıçkırıklarını yutarken insan içinde ağlamayı bile kendine hak görememişti o an.

Adımları gittikçe hızlanıyor, neyden kaçtığını bilmiyordu. Sokaklar ona dar geliyordu. Koca sokakta nefes alamadığını hissediyordu. Gözlerinden akan yaşları görüşünü engelliyordu. Yıllardır tamamlanmamış müteahhiti kaçmış bir inşaat karşısına çıkmıştı. Hızlı adımlarla içeriye girmiş, sırtını duvara yaşlamıştı. Toz ve pislik içerisindeki bu yer şimdi onun yalnız hissedebileceği tek yer gibiydi, sanki hayatta tek başına kalmamış gibi. Sonunda göz yaşları akıyor, hıçkırıkları duyuluyordu. Boş inşaatta yankılanan sesi kulaklarına doluyordu. Başını duvara vura vura ağlıyor, sen de mi gittin diye sayıklıyordu. Öne eğdiği başını tekrar arkaya vurduğunda bu sefer başı duvara değmemişti. Gözünü açtığında karşısında görmeyi beklediği son kişi görmüştü.

“Neden geldin?” diye sormuştu yaşlı gözlerini kaçırmaya çalışırken. Mehtap’ın abisiydi bu. Daha dün bizim sokakta ne işin var mevzusundan yumruklaştığı adamın eli başının arkasındaydı. “Üzgünüm, kavga edecek halde değilim.” ona ifadesiz yüzüyle bakan sarışına gülmüştü Necdet. Ciğeri kan ağlarken bile erkeklik gururunun peşindeydi. Sarı onun başını eğmiş omzuna yaslamıştı. “Beraber ağlayalım diye geldim.” diyerek eğilmiş, kulaklarına fısıldamıştı.

(...)  

Babasının naaşını gördükten sonra dayanamamış yine çıkmıştı Öksüz. Artık vedalaşmalara kalbi dayanmıyordu. Her zaman sevdiği için aldığı yolu şimdi ona dostluk etmesi için abisini çağırmak için alıyordu Necdet. Bu sefer gizli saklı da değil, başı dik yürüyordu o yolu. Mermer basamaklı girişi olan apartmana sonunda geldiğinde o basamakları çıkmış dış kapının sağında olan kapı zillerinden sarışının soyadını bulmuştu. Yılmaz yazan diktörtgen yerin yanındaki küçük zile basmıştı. Çok geçmeden kapı açılınca ilk kez o apartmanın içerisine girmişti. Ayakları onu dıştan gördüğü o daireye götürmüştü. Zile bastığında içeriden bir ses duyulmuştu. “Kim o?”

“Öksüz. Aç kapıyı Mehtap.”

Mehtap kapıyı araladığında gördüğü kişiyle şaşkınlık yaşamıştı. “Ne işin var burada?” demişti endişeyle. “Sarı!” diye bağırmıştı kapıdan. “Kafayı mı yedin? Abim seni öldü-” çok geçmeden gelmiş aralık kapıyı tamamen açmıştı. “Mehtap geç içeri.” demişti. Bizimki gülerek konuştu. “Beraber ağlayalım mı?” İçi kan ağlıyordu, derinden yaralanmış hissediyordu. “ağlayalım ulan.” o ayakkabılarını giyerken sessizce arkasındaki sevdiğindeydi Necdet’in gözleri. “Şu yavşağın gözlerini oymadan kapat kapıyı Mehtap.”

Kapı kapanırken Necdet’in kaşları çatılmıştı. “Bakmıyordun bile!”

“Senin nasıl bir yavşak olduğunu biliyorum. Yetmez mi?”

“Çok konuşma.”

“Öksüz!”

“Aman be!”

Merdivenlerden inerken yüzünde hâlâ bir sırıtış vardı. Sanki ağlaşmaya çağırmıyormuş gibi.

“Vay be, şimdi bu araba senin mi?”

“Beğendin mi?”

“Estağfurullah o beni beğensin.”

Arabaya binerken zarar vermemeye çalışmıştı Öksüz. “Senin babada para olduğunu biliyordum da bu kadar olduğunu bilmiyordum.” diyebilmişti başının eğriliğiyle. Onun babasının kendine bile yetmeyen bir emekli maaşıyla öldüğünü hatırlayınca iyice burkulmuştu yüreği. Hayretle aracın içini inceliyordu Öksüz. “yetemeyeceğin ailenin kızının peşinde dolanıp duruyorsun ulan.” diye mırıldanmıştı Engin. Necdet ise adımızda bile sınıf farkı var diye düşünmeden edememişti. “Sevda benim sana ne lan?” Bilmediği bir yola arabayla saptığında tek kaşı havalanmıştı bizimkinin. “İki bira alacağım bekle.” daha sormadan aldığı yanıtla arkasına yaslanmıştı.

(...)  

Saatler geçmi, hava çoktan kararmıştı. Ay kendini ışığıyla gösterirken içtiklerini kusmuş olmanın verdiği mayhoş ruh haliyle şarkıya başlamıtı öksüz. Sevdiğinin adına söylemeye başlamıştı...

“Babana ağlayacağımızı sanıyordum.”

“Babama ağlıyorum zaten.”

Sarı sinirleri bozulmuş şekilde elinde içmeyi beceremediği sulu rakısıyla boş denize bakıp gözyaşı akıtan çömez’e bakıyordu. “Sikeyim böyle işi söyleyip durma şu şarkıyı!”

“Çamlar arasından süzülürken mehtap...”

“Hay çamına da-”

Şansını zorladığını biliyordu Öksüz fakat başka ne zaman buna hakkı olacaktı ki?

“Neydi o akşam,neydi o akşam, neydi o akşam...”

“Adalar...”

 

Loading...
0%