Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1: Başardım

@shevval

Bir yaşım, on yaşım, yirmi yaşım... Bebekliğim, çocukluğum, gençliğim..

Mideye kelebekler uçurtan, kalbe çarpıntı yaptıran o sevgi hiçbir yaşımda, ayımda, sonbaharımda bana uğramamıştı. Ben her zaman yalnız olan o çocuk, kız ve kadındım.

Sevmedim, sevilmedim.

Öpmedim, öpülmedim.

Herkesin saçlarını ördüğü bir annesi varken benim sadece saçlarımı yolan bir babam vardı. Karne günlerinde okulda çekilen o aile fotoğrafları... kabus gibi ama orada bile yalnızdım ben.

Peki ya neden?

Benim aradığım cevap da tam olarak buydu. Neden diye sormak istiyordum binlerce kez. Haykırmak istiyordum defalarca aynı lanet soruyu. Yıllarımın bedelini ödetmek istiyordum. Ve yapacaktım da, bu uğurda gençliğimi ve şimdiki beni gerekirse acımayacak, yakacaktım..

Onu ne olursa olsun bulacaktım.

🔱

Karanlık ve oldukça sessiz olan sokakta yürürken önünden geçtiğim sokak lambası bir tek beni aydınlatmaya yetecek kadar ışık veriyordu etrafına. Karanlık ama oldukça huzur dolu bir andı bu. Eşlik eden hafif rüzgar ve yere düşen bir kaç yağmur damlası..

Gözüm gökyüzünde parıldayan Ay'a takıldığında olduğum yerde bir süre bekledim. Karanlıkta yalnız ama bir o kadar da güzeldi. Tek başına tüm dünyaya ışık veriyor ama gücünden ve ışığından da bir şey kaybetmiyordu. Onun gibi olabilir miydim peki ben de ? Her ne kadar yalnız olsam da bu karanlıkta, devrilmeden dik durmaya devam edebilir miydim? Bilmiyordum.

"Abla! Hoş geldin.."

Biraz ileride görünen dumanlara doğru yaklaştıkça insan sesleri de kulaklarıma doluşup beni kısa süren bu yalnızlığımdan kurtarmıştı. Varillerin başında sohbet eden mahallenin gençleri hızla etrafımı sardıklarında onlara kalbimden gelen en büyük gülümsemeyle baktım. "Her gün biraz daha mı uzuyorsunuz siz?"

"Valla bir tek Osman uzamıyor abla.."

Aralarındaki en kısa arkadaşına laf soktuğunda diğerleri de ona katılıp kahkaha atmaya başladı. Osman'ın bu muhabbete hafiften bozulduğunu görüp elimi destek vermek istercesine omzuna attım. "Bana da çok uzun adam lazım değil zaten, ne dersin Osman çalışalım mı seninle?"

Osman'ın gözleri hevesle parıldadığında beklediğim gibi itiraz sesleri de hızla yükselmeye başladı. "Abla ben kaç aydır kas çalışıyorum ama, bak.."

Kolunu sıyırıp kaslarını sıktığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Tamam işte sen kas yapmışsın, bana daha cılız adamlar lazım ki sıfırdan başlayıp eğitebileyim."

Onunla dalga geçmeme bozulup surat astığında elimi saçlarına atıp karıştırdım. "Üzülmeyin tamam, hepiniz mermi gibi olana kadar çalışırız beraber."

Az önce sanki Osman'a laf sokan o değilmiş gibi sevinerek arkadaşına sarıldığında gülümseyerek onları izledim. Burası böyle bir yerdi işte. Herkes aynı anne babadan doğmasa bile kardeş ve birlikti. Ve birlikteyken çok güzellerdi.

"Şimdi gidiyorum ama sonra kontrole geleceğim gençler. Daha çok çalışın."

Hepsi beklemediğim bir anda "Emredersin abla!" diye bağırdığında şaşkınlıkla karışık kahkahamı tutamadım. Bu koreografiye ne zamandır çalışıyorlardı acaba?

Yanlarından gülerek ayrılıp biraz ilerideki kahvehanenin yanından döndüğümde beni karşılayan büyük depodan içeri girdim. Bana her gün olduğu gibi tüm samimiyetleriyle selam veren insanlara gülümsediğimde arka taraftaki demir merdivenleri de çıkıp Kadir'in odasının önüne geldim. Bu kapıdan girdikten sonra omzuma yeni bir yük daha bineceğini bile bile içeri girip boş koltuklardan birine oturdum.

"Bir dakika.."

Telefonla konuştuğunu işaret ettiğinde başımla onaylayıp onu rahatsız etmemek için sessiz kaldım. O uzun uzun hiç anlamadığım işler hakkında konuşurken canım fazlasıyla sıkılmış, kendimi kağıt parçalarını küçük küçük keserken bulmuştum.

Aslında bugün kendimi oldukça yorgun hissediyordum, tüm gün hastanede çalıştıktan sonra çıkışta da hiçbir zorunluluğum olmamasına rağmen spora gitmiş ve kalan tüm gücümü de orada harcamıştım. Biraz uyumak ümidiyle bindiğim arabada ise Kadir aramış ve hemen mahalleye gelmemi söylemişti. Eve nasıl gittim, nasıl duş aldım ve buraya geldim tam olarak emin değildim. Hepsi kısacık zamanda çok hızlı gelişen şeylerdi.

"Saçların neden ıslak senin?"

Sonunda telefonu kapatıp karşıma oturduğunda şapkayla kabarmasını engellediğim saçlarıma dokundum. "Bir saate burada olmamı söylediğin için kurutmaya bile vakit bulamadım çünkü. Beni bu kadar acele ettirmenin umarım önemli bir bahanesi vardır."

Bakışları hızla gözlerimden kaçtığında o an bir şeylerin ters gittiğini anladım ama sormadım. Onun zaten çok sürmeden aklında cümlelerini toparlayıp bana anlatacağını biliyordum. Ki düşündüğüm gibi de oldu ve yeniden sesini duydum. "Sonunda ortaya çıktı.."

"Ali Kıraç mı?"

Daha cümlenin başında olsak bile ben gözlerinden bahsettiğinin kim olduğunu anlamıştım. Benden hızla uzaklaşan gözleri doğru tahmin ettiğimi adeta haykırırken içimdeki nefret de hızla gün yüzüne çıkmıştı. Sonunda saklandığı delikten ayrılıp kendini gösterebilmişti o şerefsiz. Sonunda bana, yaptıklarının bedelini ödetmem için bir fırsat verebilmişti.

"Evet."

"Planımız ne peki ?"

Lafı boş sorularla uzatmaya gerek yoktu. Bedenimi bir anda terk eden yorgunluk da bana destek verirken hemen işe koyulup onun karşısına çıkmak istiyordum. Beni uyutmayan vicdanımın hesabını o verecekti. Yaptıklarının bedelini ya özgürlüğüyle ya da canıyla ödeyecekti. Ben ise bunun gerçekleşmesi için her şeyi yapacaktım.

"Sorunumuz da bu, henüz bir planımız yok."

Ama beklediğim cevap asla bu değildi.

"Seni aramadan hemen önce haber geldi, plan yapacak kadar vaktim olmadı."

Gözlerine bahanesini beğenmediğimi belli eder gibi dik dik bakıp bıkkınca soludum. Buradaki her işi ben mi yapmak zorundaydım? Bensiz bir plan bile yapamıyorlar mıydı gerçekten?

"Mekan ve zamanı biliyorsundur umarım?"

Bugün defalarca kez yaptığı gibi gözlerini kaçırıp tavandaki ışığa bakmaya başladığında önümdeki kalemlerden birini alıp hızla ona fırlattım. "Bilmiyor musun Kadir, ciddi misin?"

"Hayır, hayır biliyorum dur."

Ona daha fazla kalem atmamam için mi söylüyordu yoksa ciddi miydi bilmiyordum. Yine de ikinci ihtimale inanmak istediğim için saldırımı kesip anlatmasını bekledim.

"Mekan bu.." Masanın üzerinde duran birkaç fotoğrafı alıp bana uzattığında her birini dikkatle inceledim. Büyük bir deponun her açıdan çekilmiş fotoğraflarıydı bunlar. "Ne zaman olacak peki sevkiyat?"

"Bu gece, dörtte."

"Beş saatimiz var. Nasıl plan yapıp tuzak kuracağız biz Kadir, sen kafayı mı yedin?" dedim onun rahatlığının aksine gayet belli ettiğim bir sinirle. Bu gece haberdar ve mani olmak için fazlasıyla geçti çünkü. Bilgi edinmek, plan yapmak, hazırlanmak ve uygulamak.. Hepsi daha fazla zaman gerektiriyordu bizim için.

"Benim de yeni haberim oldu kızım ne yapayım?"

Ellerimi yüzüme kapatıp bir süre sakinleşmeye çabaladım. Sağlam kafayla düşünüp hızlı ve iyi bir plan bulmalıydım. Bulmak zorundaydım.

Şimdilik ne yapabileceğimizi bilmiyordum ama emin olduğum tek şey bu sefer elimden ne olursa olsun kurtulamayacaktı. Gerekirse zamanı durduracak ama onu engelleyecektim. Yine de bunu tek başıma yapamayacağımı da biliyordum. En azından alternatif bir fikir daha olması şu berbat durumda bizim için iyi olabilirdi. "Emre'yi ara, buraya gelebilir mi diye sor."

"İşe polisi mi karıştıracağız, saçmalama."

Hiçbir şey söylemeden yüzüne ters ters baktığımda daha fazla sorgulamadan telefonunu çıkardı. Ben gelene kadar plan yapmayıp boş durması yetmemiş gibi bir de fikirlerime karşı çıkması bugün gerçekten çok cesaretli olduğunu gösteriyordu.

"10-15 dakikaya burada olurmuş."

Ona bakmadan onayladığımda iyi bir haber almanın rahatlığıyla derin bir nefes verdim. Emre gelene kadar güzel bir plan bulsam çok daha iyi olurdu. Ama nasıl? Bu kadar kısa zamanda nasıl?

Elimdeki fotoğrafların üzerine bir şeyler karalamaya başladığımda odada duyulan telefon melodisi tüm dikkatimi yeniden Kadir'in üzerine çekmişti ki o da garip bir tedirginlikle bana bakıyordu.

"Efendim Patron?"

Bir anda az önce olduğumdan daha gergin bir hale büründüğümde bu konuşmanın nereye gideceğini deli gibi merak etmeye başlamıştım.

"Evet, bu gece kaçamayacak." Kadir'in de hızla ciddileşen sesinden anlaşılacağı üzere Patron da en az benim kadar tedirgindi bu konuda. Ki öyle de olmalıydı zaten, asla yabana atılacak biri değildi Ali Kıraç..

"Anladım, planı yaptığımızda haber veririm."

Telefonu kapatıp masanın üzerine bıraktığında ellerini saçlarının arasından geçirip boş gözlerini yere dikti. Onu tanıyordum, ne zaman canı sıkılsa veya strese girse hep bunu yapardı.

"Ne diyor?"

"İşi bu gece kesinlikle halletmemiz gerektiğini söyledi."

Onu onaylayıp yeniden resimlere döndüğümde bir anda omuzlarıma daha çok yük bindiğini hissetmeye başlamıştım. Hiç görmediğim, sesini duymadığım, kim olduğunu bile bilmediğim Patronumuz gerekmedikçe aramayan ve böyle ciddi uyarılarda da bulunmayan biriydi çünkü. Hiç tanışmamış olsak bile en azından altı yılda onu bu kadar tanıyabilmiştim.

İkimiz de dalgın dalgın bir şeyler düşünürken arka kapı yavaşça açılmış içeri yüzüne kadar örttüğü kapüşonuyla Emre girmişti. Kısaca selam verip yanımızdaki koltuklardan birine oturduğunda şüpheci gözlerini ikimiz üzerinde gezdirmeye başladı. "Bu saatte neden çağırıldım acaba?"

Ne Kadir ne de ben ona cevap vermeden o surat ifademizden bir şeylerin ters gittiğini anlamış olacak ki rahat ifadesi hızla ortadan kayboldu. "Belli ki ciddi bir problem var."

"Ali Kıraç... İki ay sonra ilk kez ortaya çıktı. Bu gece çok büyük bir sevkiyat yapacaklar."

Kadir kısa bir bilgilendirme yaptığında ismini duymamla bile başıma saplanan ağrıları görmezden gelmeye çalıştım. Aklımda gezinen cümleler bile tamamiyle ona aitti.

"Ah benim güzel Regina'm, beni öyle kolay bitirebileceğini mi sanıyorsun?"

"Gizemli patronun sana çok güveniyor ama benim gözümde güzel bir kadın olmaktan başka hiçbir sıfatın yok senin. Sen beni istesen de bitiremezsin."

"Plan nedir?"

Emre'nin sesiyle âna geri döndüğümde ikisinin de merakla bana baktığını görüp ne ara sıkmaya başladığımı bilmediğim kalemi yere bıraktım. "Şöyle ki..."

Ayağa kalkıp Kadir'in masasının arkasında duran tekerlekli tahtayı ortaya kadar sürüklediğimde onlar da bir şey söylemeden sessizce beni izliyorlardı. "... sevkiyata üç saat kaldı. Yani bizim harekete geçmemiz için bir saatimiz bile yok.."

Elimdeki resimleri tek tek tahtanın üzerine yapıştırıp bazı bölgelere kırmızı kalemle işaretler bıraktım. "İşaretlediğim yerlerde kamera var. Bu da çok kalabalık olamayacaklarını ve en sessiz şekilde işlerini halletmek istediklerini gösterir."

"Bunun için göz önünde ve şüphelenilmez mantığıyla orayı seçmişlerdir." Ben de aynen böyle düşünüyordum ki onu onaylayıp elime aldığım diğer renkli kalemle tahtaya birkaç tane çöp adam çizdim. "Ben ve ekibim buradan önlerine çıkacağız-"

"Bir dakika, bir dakika!"

Kadir ayağa kalkıp yanıma geldiğinde tahtaya çizdiğim çöp adamları saymayı yeni öğrenmiş gibi parmaklarıyla tek tek saydığında hayretler içerisinde yeniden bana baktı. "Beş kişi? En az yirmi adamın önüne beş kişi çıkacaksınız öyle mi? Sen kafayı yemişsin!"

"Yerine geçsene ya sen.." Omzundan yavaşça itip yanımdan uzaklaştırdığımda hala bana inanamıyormuş gibi bakmakla meşguldü.

"Kadir haklı Hale. Beş kişiyle böyle bir işe kalkışamazsın, mahalleden güvendiğin adamları alıp gitmek daha mantıklı olur."

İşte ne yazık ki bu noktada bütün düğümler sarpa sarıyordu. Çünkü bu meselede yanıma alacağım ekibim dışında güvendiğim hiç kimsem yoktu. Ve bunu onlara yumuşatarak söylemenin bir yolu da yoktu. "Ama kimseye güvenmiyorum."

"Ne demek güvenmiyorum?"

Kadir beklediğim gibi düşünceme karşı çıktığında kalktığım koltuğa geri oturdum ve sakince kuracağım cümleleri seçmeye çalıştım. Çünkü bu oldukça hassas ve ciddi bir konuydu bizim için. Biliyordum ki sonuçları da kalbimizi oldukça kıracaktı.

"İki ay önce Ali Kıraç'a aynı hafta içinde arka arkaya iki baskın yaptık. İkisinde de nasıl olduysa bütün planlarımız suya düştü ve o şerefsiz elimizden bir şekilde kaçmayı başardı.."

Devamını nasıl getirebileceğimi tam olarak ben de bilmiyordum çünkü bunu söylemenin gerçekten kolay bir yolu yoktu. Kafamda geçen her şeyi dilime dökecek kadar güçlü de hissetmiyordum kendimi..

"Önceden gizlediğimiz keskin nişancıyı, bizden beş dakika sonra gelecek polisleri, arka taraftan dolaşacak ekiplerimizi... Her şeyi daha biz oraya gitmeden önce biliyorlardı zaten."

"Ne demek istiyorsun yani?"

Çok şey söylemek istiyordum. Açık açık söylemek istiyordum düşüncelerimi ama dilime vurulan bazı prangalar vardı.

"Aramızda bize ihanet eden biri var Kadir, ve ben bundan artık eminim."Uzun süren saniyeler sonunda konuşabildiğimde karşımda oturan iki adamın da gözlerinden geçen hiçbir duyguyu tanımlayamadım. Sanki konuşmayı unutmuş gibi susuyor ve sadece devamını getirmem için bana bakıyorlardı.

"Sanki her şey onlara önceden söylenmiş gibi rahat ve korkusuzlardı. Kaybedecek hiçbir şeyleri yokmuş gibiydiler. Sanki biri onlara önceden her şeyi anlatmış kadar hazırlıklıydılar gittiğimizde.."

"Şüphelendiğin biri var mı peki?"

Kadir hala suskunken onun yerine konuşan kişi de Emre olmuştu. O bizim kadar buraya bağlı değilken, yıllarını adamamışken bile sesinde elle tutulur bir hayal kırıklığı vardı, hissediyordum."Hayır."

Ortam tekrar sessizliğe büründüğünde Kadir'e baktım. Gözlerini yere dikmiş sessizce düşünüyordu. Sinirlenemeyecek ve soru bile soramayacak kadar şaşkın ve üzgün hissediyor olmalıydı. Biliyordum çünkü bunu ilk anladığımda ben de onun gibiydim. Bir aydır bu gerçeği düşünüp kendimi ikna etmeye çalışsam da bu tahmin ettiğimden daha da zor olmuştu benim için. Hala daha sekiz yıldır yüz yüze baktığım insanlara yediremiyordum bunu. İhaneti konduramıyordum onlara..

"Eğer bu söylediğin boş bir kuruntuysa Hale.."Sesi kulağıma kırgın, kızgın ve tehditvari geldiğinde o an gözlerim şüpheci bakan gözleriyle kesişti. Kabullenemiyor ve hatayı bende arıyordu.

"Eğer haksızsam..Patron karşısında bütün sorumluluğu da ben alırım."

Ona göre oldukça sakindim çünkü onu anlıyordum. Bu mahalle bizim için sıradan bir yer değildi, yuvaydı.. Ben burada sekiz yılımı geçirmiştim ama Kadir benden daha da eskiydi. Benim gibi insanlarla konuşmuyor olsa da hepsini tanıyor, biliyordu.

Bir yandan da ortada büyük bir Patron faktörü vardı tabii. Ona ne hesap vereceğimiz, nasıl kanıtlayacağımız gerçeği. Plan bugün başarısız olursa bana ne olacağı ya da.. Bitmek bilmeyen, akıl kurcalayan ihtimaller silsilesi.

"Tamam, sana güveniyorum. Nasıl istiyorsan öyle yap." Bu cümle benim için çok şey ifade ediyordu işte.

Patrona ne hesap vereceğimi bilmememe rağmen sana güveniyorum. Yıllardır hayatımızda olan bu insanlar ailemiz gibi olsa da ben sana güveniyorum. Elimizde kanıt olmasa bile sana güveniyorum. Az adamla orada olmak seni ve onları çok büyük bir tehlikeye atacak olsa da, planımız yine suya düşüp Ali Kıraç kaçabilecek olsa da... sana güveniyorum.

Gözlerim istemsizce dolmaya başladığında dikkatimi dağıtmak için önümdeki resimlere odaklanmaya çalıştım. Şimdilik duygulanmaya veya hislerimi anlatmaya vaktim yoktu. Hiçbirimizin yoktu.

Bir an önce hazırlanmaları için telefonumu cebimden çıkarıp Bengi'yi aradığımda onun da telefon elinde olacak ki çok fazla çalmadan hızlıca yanıt verdi. "Efendim kuzum?"

"Hemen hazırlanıp Selim, Caner ve Ömer'le malzeme deposuna geçin. Sadece siz, kimseye çaktırmadan. Anladın mı beni?" Sesimdeki gerginlik ona hızla ulaştığında sadece anladım diyerek telefonu kapattı.

"Burada olmamın bir sebebi var değil mi?" Emre benim açmak üzere olduğum konuya kendi rızasıyla girdiğinde gülümsemeye çalıştım. "Evet, yardımına ihtiyacım var."

Bir şey söylemeden derin bir soluk aldığında umutla yüzüne baktım. O bir devlet memuruydu ve bana yardım etmek onun için oldukça zordu, biliyordum. Ama ondan başkasına da güvenemezdim, ona mecburdum.

"Benim bu işte olmam da çok tehlikeli.."

Ali Kıraç normal bir uyuşturucu ticaretçisi olmadığı için tehlikeli olduğunu bir kez daha vurguluyordu. Çünkü o şerefsiz farklı iş alanlarından şirket sahibi olan, oldukça köklü ilişkileri olan biriydi de ayrıca. Öyle ki devlet büyüklerinden de çokça dostu olması, polislerin olanlara bile bile göz yummasına sebebiyet veriyordu.

"Yeterli bir delilin olmadan onu tutuklayamayacağını biliyorum. Ama güven bana seni de bizi de tehlikeye atmayacağım. Sadece sana gerekli olan delilleri sunacağım ve sen de geri kalanını halledeceksin."

Gözlerini yere dikip bir süre düşündü. Onun emri altında çalışan adamları tehlikeye atmak istememesini çok iyi anlıyordum. Çünkü ben de burada benim emrim altında çalışanları riske atmak istemiyordum. Yani ikimiz de aynı şeyi istiyorken birbirimize de bu konuda yardım etmeliydik.

"Umarım bu defa başarılı oluruz."

Bu benim için yeterli bir olumlu cevapken burukça gülümsedim. "Olacağız.."

O da en az benim kadar gergin ve tedirgindi artık.. Çünkü son baskında bize ihanet eden kişi yüzünden polislerle ortak çalıştığımız anlaşılmış ve Emre'nin de uzun bir süre başı ağrımadan durmamıştı. Ama bu defa başarılı olacaktık, buna mecburduk.

"Devam ediyorum..." Onlardan bir cevap beklemeden tahtaya dönerek çizdiğim çöp adamların yanına birkaç tanesini daha ekledim. "Bizim aramıza gizlenecek birkaç polise ihtiyacım var. Ben Ali Kıraç'a her şeyi itiraf ettireceğim, yani onu kendi ağzıyla söylemeye mecbur bırakacağım bir şekilde. Ben bunu yaparken de polisler orada olmalı ve buna şahit olmalılar. Ayrıca itirafı üzerine arabalara yükledikleri mallar da yeterli bir delil olur gibi sizin için, ne dersin?"

"Bu kadar kısa zamanda yapılacak en iyi plan bu gibi... Ama bir dakika ben neredeyim?"

Birkaç ağaç çizip ortasına da üç tane adam çizdiğimde en önde olanı kırmızı kalemle yuvarlak içine aldım. "Biz sana işaret verdiğimizde yanımıza gelip Ali Kıraç ve adamlarını tutuklayacaksın. "

"Sen orada birkaç adamla eceline giderken ben sizi uzaktan izleyecek miyim yani?"

Kabul ediyordum, böyle anlatınca hiç de mantıklı bir plan gibi değildi bu. Ama ne yazık ki şimdilik başka seçeneğimiz de yoktu. "Assolist gibi olacaksın işte fena mı, sonradan gelip ortalığı sallayacaksın ?"

Dediğime güldüğünde bir yandan da tehdit eder gibi parmak sallamayı da ihmal etmiyordu. "Önce seni tutuklasam nasıl olur Hale?"

"O iş öyle kolay değil Komiserim."

"Vayy, öyle mi?"

Biz birbirimize laf yetiştirirken gözüm istemsizce tüm sessizliğiyle tahtaya çizdiğim resme bakan Kadir'e kaydı. Öyle üzgün gözüküyordu ki o an uzanıp acısına dokunmak istedim. Keşke gerçekleri onu incitmeden söylemenin daha kolay bir yolu olabilseydi. Ama yoktu..

Odada tekrar o tanıdık melodi sesi duyulduğunda daldığı yerden hızlıca çıkıp masanın üzerindeki telefonu eline aldı. "Efendim?"

Ciddileşen sesi yine ve yine Patronun aradığını belli ediyorken başını sanki görebilecekmiş gibi salladı. "Evet, planı yaptık."

Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra "Konuşmamız gereken önemli bir konu daha var. Geldiğimde anlatırım." demiş ve gözlerini bana çevirmişti. O an bütün suç sanki bendeymiş gibi hissetsem de bir tepki vermedim. Çünkü içten içe bana güvendiğini, sadece buradaki insanlara konduramadığını biliyordum. "Tamamdır, kapatıyorum."

"Beni niye hiç aramıyorsun oğlum sen?" Telefonu kapatmak üzereyken Emre bir anda elinden çekip aldığında Kadir gibi ben de şaşkın gözlerimi ona çevirdim. "Tabi lan bensiz plan mı olur?"

Biz dik dik ona bakarken o karşı taraftan ne duyduysa bir anda kahkaha atmaya başlamıştı. "Sen öyle san, bu gece assolist benim."

Dediğine gülmek istesem de kendimi tuttum. Çünkü benim takıldığım asıl nokta çok farklıydı... Bu zamana kadar Kadir'in onunla konuşma biçimi dolayısıyla Patronu en az kırklı yaşlarında biri olarak tasarlamıştım kafamda. Ama şimdi Emre'nin oldukça rahat konuşma tarzı bana tam aksini gösteriyordu. Sanki iki yakın arkadaş gibiydiler..

Bu da demek oluyordu ki altı yıldır onu gözümde şekillendirmem, bir sıfata oturtmam tamamen yanlıştı. Ama işin garip tarafı, bunu bana öyle yansıtan kişi de Kadir'di...

Gözüm o sıra bana bakan Kadir'le kesiştiğinde gözlerindeki gergin ve tedirgin ifade beni daha da şüphelendirmekten başka bir işe yaramamıştı. Şimdi düşününce bile Patronun bizimle aynı yaş aralığında olması oldukça garip geliyordu. Bir anda yıllarca kandırılmış ve dışlanmış gibi hissetmiştim kendimi. Ama neden böyle bir şey yapmıştı, onu anlayamıyordum işte.

"Hazırlanmamız gerek, ben gidiyorum." Bir şey söylemelerini beklemeden odadan çıktığımda merdivenleri de hızlıca inip malzeme deposuna yöneldim."Toparlan, toparlan, toparlan!"

Depoya pat diye girdiğimde beni bekleyen dörtlü elindeki çikolataları hızla arkalarına saklamış ve beklediğim gibi bir anda ayağa fırlamışlardı. Bu hareketleri beni istemsizce güldürdüğünde gözlerinde gerçekten bir çikolata canavarı olduğumu düşünmeden edemedim.

"Bugün hiç iştahım yok gençler, size afiyet olsun." Boş olan sandalyeye geçip oturduğumda başıma yine bir anda saplanan ağrının daha fazla büyümemesi için içimden dua ediyordum. Gerçekten hiç sırası değildi.

"Sesin gergin geliyordu kuzum, bir sorun mu var?"

Evet vardı, çok fazla sorun vardı. Ama ben nereden başlayacağımı bile bilmezken, onların verecekleri tepkileri de adım kadar iyi biliyordum."Bugünün konusu... Ali Kıraç."

Bir anda tüm dikkatlerini ellerindeki çikolatalardan çekip bana çevirdiklerinde her birinin gözlerinde aynı nefreti gördüm. Aynı hırsı, aynı öfkeyi..

"Onunla bugün son kez yüzleşeceğiz."

"Sonunda o şerefsiz yaptıklarının bedelini ödeyecek yani?" diye fısıldadı Ömer. "Evet, ödeyecek."

Ellerimi masanın üzerinde birleştirdiğimde gözlerimi de eş zamanlı kapattım. Ali Kıraç'ın o gevşek suratı gözlerimin önüne geldikçe bile sinirden mideme kramplar giriyordu. Ama bugün yüzünü son kez görecektim biliyordum, son kez..

"Bu gece Ali Kıraç için tüm hayalleri sona erecek. Bu gece onu içeri tıkmadan hiçbirimiz geri dönmeyeceğiz."

"Bugünün konusu... Ali Kıraç."

Bir anda tüm dikkatlerini ellerindeki çikolatalardan çekip bana çevirdiklerinde her birinin gözlerinde aynı nefreti gördüm. Aynı hırsı, aynı öfkeyi..

Çünkü içimizdeki acı hala tazeydi, kolay kolay da unutamazdık.

"Onunla bugün son kez yüzleşeceğiz."

"Sonunda o şerefsiz yaptıklarının bedelini ödeyecek yani?" diye fısıldadı Ömer. Her an şebeklik yapabilme potansiyeline sahip o çocuk bir anda kalkıp gitmişti bu masadan. Yerine öfkesinin ve hırsının çok farkında olan bir adam gelmişti.

"Evet, ödeyecek."

Ellerimi masanın üzerinde birleştirdiğimde gözlerimi de eş zamanlı kapattım. Ali Kıraç'ın o gevşek suratı gözlerimin önüne geldikçe bile sinirden mideme kramplar giriyordu. Ama bugün yüzünü son kez görecektim biliyordum, son kez..

"Bu gece Ali Kıraç için tüm hayalleri sona erecek. Bu gece onu içeri tıkmadan hiçbirimiz geri dönmeyeceğiz."


🔱

Saat 03.13

Zifiri karanlık havada duyduğumuz tek şey arada sırada yoldan geçen arabaların sesiydi. Ağaçların sık olduğu alana saklanmış deponun kapılarının açılmasını bekliyorduk. Hava serin, başımdaki ağrı ise oldukça şiddetliydi. İlaç içmeye bile zamanım olmadığı için olduğum yerde sessizce ağrıdan kıvranıyordum.

"İyi misin sen, gözlerin sulanmış?" Elini beklemediğim bir anda alnıma koyan Caner ateşe değmiş gibi hızla geri çektiğinde gözlerimin içine endişeyle baktı.

"Yanıyorsun kızım sen, hasta mısın yoksa? Saçlarını da kurutmamışsın, kesin o yüzden ateşlendin. Hastaneye mi gitsek ya ne yapsak? Doktor değil misin bir şeyler yapsana kendine?"

Nefes almadan arka arkaya sıraladığı cümlelerine yüz buruşturdum. Bir başladı mı gerçekten susmak bilmiyordu bu çocuk, ağrıyan başımı da iyice şiddetlendirmişti. "İyiyim Caner, sorun yok."

Selim sanki iyiyim dememişim gibi nemli saçlarımı tutup çektiğinde acıyla inledim. O elini alıp... "Canından kıymetli mi kızım ? Çık git evine, dinlen."

Bugün konuştuğu ve tepki verdiği ilk şeydi ateşimin çıkması. Saatlerdir garip bir şekilde sessiz ve gergindi o da benim gibi.

"Evet, kıymetli." dedim hiç düşünmeden. Bana dediğime inanamıyormuş gibi baktıklarında Bengi'nin gözlerinin de çoktan dolduğunu fark edip bıkkınca soludum. Gerçekten bu kız gereğinden fazla duygusaldı. Balık burcu olduğunu her ortamda belli etmekten geri duramıyordu.

"Saçma sapan her şeye ağlama sen de Bengi, iyiyim diyorum." Ölecek kadar kötü hissetmiyordum kendimi, sadece onlar abartıyorlardı. Beni çok fazla hastayken görmediklerinden de olabilirdi bu gereksiz endişeleri..

"Evine g-"

"Şşt!" Titreyen telefonum ortamdaki sağlık muhabbetini bıçak gibi böldüğünde cebimden çıkarıp ekrana baktım, Kadir arıyordu.

"Efendim ?" Sesimin güçlü çıkması için uğraşsam da yine de titremesine engel olamamıştım. Hava bu gece neden bu kadar soğuk olmak zorundaydı ki?

"Sesine bak bir de iyiyim diyorsun.."

Caner üzerindeki montu çıkarıp üzerime bıraktığında bu yaptığına halsizce gülümsedim. Böyle ormanlık bir alana geleceğimizi önceden bilmediğim için ne saçımı kurutmuş ne de kalın giyinebilmiştim. Şans işte hepsi de üst üste denk gelmişti.

"Hale, iyi misin sen?"

Telefondan gelen endişeli başka bir sesle kaşlarımı çattığımda neden bir anda böyle bir şey sorduğuna anlam veremedim. "Evet, neden ki?"

"Hastaysan neden oraya gidiyorsun kızım? Kendini tehlikeye atmana gerek var mıydı?"

"İyiyim diyoru-"

Bir dakika, o hasta olduğumu nereden biliyordu?

Korkuyla etrafıma bakındığımda yanımdakiler de ne olduğunu anlamadıkları için aval aval yüzüme bakıyorlardı. Burada olamazdı değil mi? Yoksa kahin falan mıydı bu adam ?

"Boş boş etrafına bakınma. Patron olayları görmek istediği için Bengi'nin kolyesine gizli kamera yerleştirdik. Konuştuklarınızı da duyabiliyoruz ayrıca.."

Gözlerim hızla Bengi'nin boynundaki kolyeye takıldığında derin bir nefes verdim. Bu durumdan haberim olmadığı için sinirlenmeli miydim yoksa şu ana kadar onların arkasından atıp tutmadığım için sevinmeli miydim emin olamıyordum.

"Bengi'ciğim şu kamera işini neden söylemedin canım bana?"

Seni öldüreceğim der gibi ona bakıyorken bu meseleyi daha yeni hatırlamış gibi tedirgince dudağını ısırdı. "Kadir Bey'in yolladığını söylediler, ben de siz çok yakınsınız diye sana söylemiştir sandım."

Verdiği cevaptan sonra telefonda kısa bir sessizlik olması dikkatimden kaçmasa da siz çok yakınsınız lafına yaptığı vurgunun üstünde duracak ne halim ne de vaktim vardı.

"Ben iyiyim, sadece abartıyorlar."

"Hiç de abartmıyoruz, alev alev yanıyor. Gözleri de kızarmış Kadir Bey, her an bayılabilir."

Caner beklemediğim bir anda telefona yaklaşıp öğretmene ispiyonlar gibi konuştuğunda onu yanımdan hızlıca ittim. Bunlar benim sabrımı sınamak için birer sınavdı sanki. "Hale sen evine dön, Emre bir şekilde halleder orayı."

"Hayır, iyiyim ben."

"Hale, Patronun emri."

İşte beklemediğim bu emir beni o an ne kadar sinirlendirebilirse o kadar sinirlendirmişti. Ben ne yapmam gerektiğini çok iyi biliyordum. Bir çocuk gibi sağlığım konusunda da onlardan emir alacak değildim. Bu adamlar benim ekibimdendi, hatta planı bile ben yapmıştım. Sırf ateşim var diye de bundan vazgeçmeyecektim. Kimin emri olursa olsun, vazgeçmeyecektim. "Ben iyiyim diyorsam, iyiyimdir. Planı bozmaya gerek yok."

"Hale, sana bir şey söylüyorsam dediğimi yap."

Kadir beni uyaran bir ses tonuyla konuştuğunda ben daha ona cevap veremeden Caner tekrar bu gergin konuşmanın ortasına atladı. "Eğer eve gitmeni söylüyorsa git, inat etme."

İşte bu bardağımı taşıran son damla olmuştu. "Kes sesini!"

Sesim istemsizce yükseldiğinde önce Caner'in sonra da diğerlerinin gözlerinden aynı duygular hızlıca akıp gitti. Endişe, korku ve şaşkınlık. Oysa ki ben bu sitemi kime yaptığımı bile tam olarak bilmiyordum.

"Ben iyiyim ve hiçbir yere gitmiyorum. Bir kez daha biri bana ne yapacağımı söylemeye kalkarsa sonuçlarına da katlanır. Kapatıyorum."

Telefonu kapatıp cebime geri koyduğumda bir yandan da yanımdakilerle göz göze gelmemeye çalışıyordum. Sinirliydim ve onları daha fazla kırabilirdim, buna gerek yoktu..

Arka arkaya gördüğüm tepkiler karşısında bir anda kendimi kaybetmiştim biliyordum. Ama Ali Kıraç mevzusu başından beri benim halletmem gereken bir işti. Ve bunu ben halledecektim.

Patronun veya Kadir'in gereksiz bir neden için beni bundan mahrum bırakmasına izin veremezdim. Onların dediği gibi burada kalırsam değil buradan gidersem plan tehlikeye girecekti, biliyordum. Çünkü Ali Kıraç yalnızca beni istiyordu.

Belki de öfkem sadece bu konuda da değildi onlara. Bir yandan da hala aklım ofiste Emre'nin Patronla konuşmasındaydı. Düşündükçe çocuk gibi kandırıldığımı düşünmeden edemiyordum. Bir de üstüne yine çocuk gibi sağlık konusunda emir alınca... patlamıştım işte.

Düşünüp düşünüp kendimi avuturken bir yandan da içimdeki huzursuzluğu görmezden gelmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Bu altı yıldır ona ilk karşı gelişimdi. Belki bunun için büyük bir bedel ödemek zorunda kalacaktım ama fark etmezdi. Ne olursa olsun bu gece bu işi ben bitirecektim. Patron da böylelikle beni kuklası olarak görmekten vazgeçecekti..

"Hale?"

Ömer iyi olup olmadığımı sorgular gibi bana bakarken gözlerimi yavaşça kapatıp geri açtım. Konuşmak istemiyordum çünkü o kolye sayesinde beni izlediklerini bilmek bile şu an oldukça diken üstünde ve rahatsız hissettiriyordu. Koparıp atma fikrini de bir yandan kafamdan silmeye çalışıyordum.

"Neyse.." Ayağa kalkıp üzerimdeki montu Caner'e geri uzattığımda gözlerime bakmadan geri alıp hızlıca üzerine geçirdi. Bana kızdığına veya kırıldığına emindim ama ona bağırışım aslında ona değildi. Zaten o kişi şu an bile beni dinlediği için kendini gayet iyi biliyordu.

"... toparlanın."

Onlar da oturdukları yerden kalkarken ben de belimdeki silahı çıkarıp mermileri yeniden kontrol ettim. Bugün bu silahı kullanmak planlarım arasında yoktu ama şu an itibari ile gerekirse kullanmaya karar vermiştim. Zaten bu gece bu işi halledemezsem Patron da istediği gibi alıp kafama sıkabilirdi.

"Hazır mısınız?" Ekibimdekiler dışındaki beş polis memuru başıyla onayladığında silahı belime geri yerleştirdim. Saçlarımı ellerimle düzeltip şapkanın altına sıkıştırmaya çalışsam da başarılı olamamıştım. Toka takmamam büyük aptallıktı.

Cebimdeki telefon birkaç dakikadır olduğu gibi hala durmadan titremeye devam ediyorken işi kökünden çözüp kapattım. Bunun da bana misliyle geri döneceğini biliyordum ama şu an gerçekten istedikleri şeyi yapamazdım. Bu gece olmazdı.

Birkaç dakikanın ardından sonunda kapılar açılıp beklenilen adam depodan çıktığında eşyaları yükleyenlere hızlı hızlı emirler yağdırmaya başlamıştı. Gergin olduğu her halinden anlaşılıyorken bunun sebebi bendim biliyordum. Her an bir yerlerden çıkacağım için endişeleniyor olmalıydı ki öyle de yapacaktım. Bingo!

"Ali Kıraç!"

Ağaçların arasından çıkıp ellerim cebimde kendimden emin adımlarla ona doğru yürürken onun gibi tüm adamlarının da bakışları anında bize dönmüştü. Ve tabi beraberinde silahları da..

Yaklaşık on adam birden korumak için Ali Kıraç'ın önüne geçtiğinde bu görüntü yüzümde büyük bir gülümseme oluşturdu. Hiç değişmeyen bir korkaktı kendisi..

Bize doğrultulan silahları umursamadan ona yaklaşmaya devam ettiğimde elimizde silah olmadığını gören Ali Kıraç beklediğim gibi anlık bir özgüvenle adamlarının arasından sıyrıldı. "Hoş geldin güzelim, seni nasıl özlemiştim bir bilsen!"

Benden içten içe korktuğunun ikimiz de farkındaydık ama ben sanki farkında değilmiş gibi davranmasına izin veriyordum. Sonuçta onun için sadece güzel bir kadındım ve benden korkması da saçmaydı.

"Ben de kavuşacağımız günü iple çektim Ali Kıraç.."

Yüzünde egoist bir gülümseme oluştuğunda elindeki bastonu daha sıkı kavradı. Onu arzuladığımı düşünmesi bile ne kadar aptal olduğunu kanıtlıyordu işte. Bir de yaşına başına bakmadan bana sulanması... Ölmek için yalvarıyordu adeta.

"O zaman yaklaşsan ya biraz yanıma.." Eliyle bana gel gel yapması deli gibi o eli alıp bir taraflarına sabitleme isteği uyandırıyorken sakin kaldım. Şimdilik sabır Hale, şimdilik sabır.

"Bunlar ne, son görüşmemizde maddi zarara uğradın diye beyaz eşya işine mi girdin yoksa?" Dediğime fazla komikmiş gibi kahkahalarla gülerken yüzüne tiksiniyormuş gibi bakmaktan kendimi alıkoyamadım.

"Belki de sana yapacağım düğün için para biriktiriyorumdur güzel Regina'm, ne dersin?"

"Gördüğün rüyalar yüzünden paranı böyle çarçur etmemelisin. Bir gözün toprağa bakıyor zaten, yazık olur."

Ömer kendini tutamayıp dediğime güldüğünde Ali Kıraç sinirlendiğini belli etmek ister gibi öksürüp kaşlarını çattı. Bastonunu kaldırıp onu işaret ettiğinde içimdeki koruma dürtüsüyle biraz daha yanına yaklaştım.

"Biz konuşurken aramıza girme evlat. Bir daha olursa canını yakarım."

Elleri hızla yumruk şeklini alan Ömer ileri doğru atılmak istediğinde kimseye belli etmeden kolunu tutup onu durdurdum. Bunu bir uyarı olarak algılaması uzun sürmedi ve geri çekildi. Şu an buradaki hiç kimse dikkatleri üzerine çekmemeliydi, onun tek hedefi ben olmalıydım. Gerekirse zarar vereceği tek kişi de..

"Asıl meselemize gelelim.." Dikkatini yeniden üzerime çekmek için olduğum yerden hareketlenip ona biraz daha yaklaştım, işte şimdi göz gözeydik..

"Görüşmeyeli ne kadar olursa olsun sen hep çok güzelsin Regina, aynı zamanda da hala çok inatçısın."

Lakabımı bastıra bastıra söylemesi yüzümde hiçbir mimik oynatmazken bana kendi isteğiyle bir adım daha yaklaştı. Şimdi aramızda neredeyse yok denecek kadar az bir mesafe vardı.

"Her defasında başarısız olmak sana akıllanman için bir ders vermiyor mu?"

"İşlerime burnunu sokmayı bıraksan, karşımda değil de yanımda dursan nasıl olur peki Regina?"

Dişlerinin arasından konuşması içinde olan sinirini bana karşı daha fazla tutamadığını belli ediyorken onun inadına gevşekçe gülümsedim. "Benim yerim senin tam karşında, aksi mümkün bile değil."

"Öyle mi dersin?"

Elini uzatıp yanağıma değdirdiğinde o an mideme giren kramp fazlasıyla canımı yakmıştı. Bu teması beni oldukça rahatsız ederken ondan uzaklaşmak için hafifçe arkamı dönmüştüm ki beklemediğim bir anda saçımdan tutulup yanına geri çekilmem bir oldu. Sırtım onun göğsüne sertçe çarptığında açık olan saçlarımı eline daha çok doladı. Saçlarımı açık bırakarak ve ona arkamı dönerek çok büyük bir aptallık yapmıştım.

Bengi refleksle bana doğru yaklaştığında elimle onu hızlıca durdurdum. Gözüm istemsizce kolyesine kaydığında sanki biriyle göz göze gelmişim gibi hissedip rahatsızca bakışlarımı kaçırdım. Patronun bu sahneyi görmemesini tüm kalbimle dilerdim. Bir acemiden farklı değildim belki de şu an onun gözünde.

"Alev alev yanıyorsun güzelim, beni görünce mi böyle oluyorsun yoksa?"

İğrenç kahkahası tam kulağımın arkasındayken yüzümü buruşturdum. Bu lanet üşüme hissi, içimdeki gereksiz sıkıntı her şeyi mahvediyordu yavaş yavaş. Dolu kafam ve hasta bedenim bana hiç yardımcı olmuyordu.

Caner tetikte her an saldırmayı bekleyen bir kaplan gibi dururken Selim ve yanındaki polislerin de ondan bir farkı yoktu. Gözlerimi tekrar Bengi'ye çevirdiğimde gözlerindeki korku istemsizce beni de germişti. Ali Kıraç'ın iğrenç ellerinden hemen kurtulmam ve yaptığım hatayı telafi etmem gerektiğinin farkındaydım. Ama nasıl? Sanki beynim durmuştu da düşünme yetimi kaybetmiştim birden.

"Buraya bu kadar az adamla gelmek sence de biraz aptallık değil mi Regina, bak ne oldu işte tek hatanda elime düştün." O hala benimle dalga geçip gülüyorken bedenimi biraz daha öne alıp vücudumla olan iğrenç temasını kestim.

"Bu küçük hareket bile senin için çok büyük bir adım. Gelişiyorsun.."

Kimsenin görmediği tarafta kalan elimi yavaşça belime doğru uzatırken dikkatini dağıtmak için de bir yandan onu kışkırtmaya çalışıyordum. Parmaklarım sonunda silahımın kabzasına değebildiğinde derin bir nefes aldım. "Ölmemek için yalvarmaların çok yakın Ali Kıraç.."

"Adamlarım sizin iki katınız ve sen benim kollarımdasın. Hala niye inat ediyorsun güzel Regina? Bugünün kaybedeni sensin."

"Ama kaybetmek benim kitabımda yok Ali Kıraç. Çünkü senden daha hızlıyım."

Tek bir hareketle silahımı yerinden çıkarıp kabzasını elimin tersiyle canını en çok acıtacak bölgesine vurduğumda beklediğim gibi acıyla ellerini gevşetmiş ve bana kurtulmam için bir şans vermişti.

"Tekrar söylemek ister misin, bugünün kaybedeni kimmiş?" Daha adamları ne olduğunu bile anlamadan ben patronlarının arkasına geçmiş ve silahımı çoktan şakağına bastırmaya başlamıştım.

"Şu oros*u çok olmaya başladı Reis, çekip vuralım hepsini bitsin gitsin işte!"

Ali Kıraç'ın yanında en çok gördüğüm adamı öne çıkıp büyük bir öfkeyle silahını bana doğrulttuğunda alayla sırıttım. "Benim bildiğim oros*u para karşılığı kendini satan kişiye deniyor, sen de karından biliyorsun herhalde?"

Parmağındaki yüzüğü işaret ettiğimde kırmızı görmüş boğa gibi bana doğru gelmeye başlamıştı ki Ali Kıraç'ın öfke dolu sesi onu durdurmaya yetmişti. "Dur yerinde lan, elinde silah var kör müsün!"

Kollarımda it gibi titriyor olması mı yoksa övündüğü o kadar adamının şu an bana hiçbir şey yapamıyor olması mı daha komikti emin olamıyordum. Ölmekten bu kadar korkması hem işime geliyor hem de beni hala fazlasıyla şaşırtıyordu.

"Çok mu korktun? Oysaki az önce atıp tutuyordun?"

"İşte sana bu yüzden bayılıyorum Regina. Cesaretlisin, güçlüsün, güzelsin..."

Beni övmesi bile hakaret gibi geliyordu kulağıma. O kadar çok nefret ediyordum ki ondan şimdi çekip vursam vicdanım hiç sızlamazdı bile. Şüphem yoktu.

"Artık yavaştan konumuza gelelim mi, bu makinelerin içinde ne var?"

"Regina, beni bırakmazsan canın yanacak. İkimiz de bunu istemeyiz değil mi?"

Elimdeki silahın namlusunu biraz daha kafasına bastırdığımda acıyla inleyip dizlerini kırdı. "Sana onların içerisinde ne var diye sordum.."

"Madde var, bunu sen de biliyorsun!"

Sesi acı ve korkudan yükseldiğinde derin bir nefes aldım. Sorularıma cevap vermek için şu an tam kıvamındaydı. "Ne kadar var?"

"Çok, çok var."

Kendi ağzıyla itiraf etmesi ve buradaki polislerin bunu duyup kayıt altına alması bile büyük bir delildi ve şimdilik bu bizim için oldukça yeterliydi. Ömer'e dönüp gözlerimi yavaşça kapatıp açtığımda zamanının geldiğini anlamış ve kolundaki saatin düğmesine basmıştı. Ve benim sahnem de tam olarak burada bitiyordu.

"Seni şimdi burada öldürsem ne güzel olur değil mi Ali Kıraç ?"

"Sen de ölürsün."

Verdiği cevaba kendimi tutamayıp güldüm. Gerçekten ölümden onun kadar korktuğumu mu düşünüyordu?

"Benim ölmem o kadar önemli değil, ama senin zehirlediğin o masum çocuklar çok önemli."

"İşime burnunu sokmasan, kendi işine baksan olmuyor mu? Sana ne çocuklardan, sen mi doğurdun hepsini?"

Sesini yükselttiğinde dönen başıma sağ taraftan bir ağrı daha saplandı. Dağılan dengemi dikkat çekmeden tekrar toparladım ama beni tüm ilgisiyle izleyen Bengi durumu çoktan fark etmiş ve bana doğru gelmek için olduğu yerden çoktan hareketlenmişti.

"Dur lan yerinde!"

Az önce bana artistlik yapan adam şimdi de silahını Bengi'ye çevirmiş ve güç gösterisini onun üzerinde uygulamaya başlamıştı. "Gergin adam, adın ne senin?"

Ona seslendiğimi geç de olsa fark edip yüzündeki iğrenti ifadesiyle bana döndü. "Sana ne lan? Biraz daha bu saçmalığa devam edersen önce adamlarını sonra da seni bizzat ben öldüreceğim!"

Dilimi damağıma vurup onu onaylamayan bir ses çıkarttığımda dalga geçmemle hiç hoşnut olmadığını belirtir gibi kaşlarını çattı. "Bence yanına daha işe yarar adamlar almalısın Ali Kıraç, bu boş konuşmaktan başka bir işe yaramıyor çünkü."

"Ne diyorsun lan sen?"

Gözü dönmüş bir şekilde üstüme yürüdüğü sırada ormanın derinliklerinden o beklediğim silah sesi duyuldu ve tüm gözler ağır çekimde assolistimize döndü. "Olduğun yerde kal! At silahları!"

Emre ve yanındaki iki adamı bize doğru koşarak gelirken aramıza gizlenmiş polisler de silahlarını hızla çıkartıp Ali Kıraç'ın adamlarına doğrulttu. "Kaldır elleri, kaldır!"

"Orhan bu ne lan şimdi?"

Ali Kıraç'ın şaşkın sesiyle beni öldürmekte inatçı olan adamı bize döndüğünde gözlerinde gördüğüm korkuyla sırıttım. "Senin için mutsuz son geldi gibi Ali Kıraç, ne dersin?"

Kafasındaki silahı çekip belime geri koyduğumda öfkeyle bana döndü. "Sen sınırını çoktan aştın Regina!"

Beklediğim gibi bana saldırmayı seçtiğinde bana vurmak için kaldırdığı elini havada tutup dizlerinin üzerine düşürecek kadar çevirdim. Hala pes etmiyor ve yenilgiye doymuyordu ne yazık ki..

"Neden diz çöküyorsun Ali kıraç, kalksana ayağa.." Emre ve diğerleri adamlara tek tek kelepçe takıyorken siren sesleri de çok yakından duyulmaya başlamıştı bile. Ben ise hala hırsımı alamayıp Ali Kıraç'la dalga geçiyordum.

"Zehirlediğin her bir çocuk için hapis yatacaksın şerefsiz. Ama üzülme bir gün yanlışlıkla falan aklıma gelirsen kafana sıkman için sana temiz bir mermi getiririm."

"Kaltak, öldüreceğim lan seni! Her halta karışmasan olmuyor değil mi!"

Hiç beklemediğim bir anda sağ taraftan karnıma yediğim sert tekme beni iki büklüm ettiğinde Ali Kıraç'tan hızla uzaklaştım. Elim karnımda zar zor nefes almaya çalışıyorken acıyla öksürüyordum. Normalde olsa canımı bu kadar çok acıtmayacak bu hamle şimdi hasta bedenim için sanki bir yıkım demekti.

"Regina!"

Bengi bana doğru koşarken Caner çoktan ne ara yanıma yaklaştığını bile fark edemediğim Orhan'ı yere sermiş yumruklamaya başlamıştı. "İyi misin? Yemin ederim o şerefsiz bir anda elimden kaçtı, özür dilerim."

"İyiyim."

Hayır, bu defa gerçekten iyi değildim.

Polis arabaları yanımızda durup kelepçelenmiş adamları bir bir arabalara tıkmaya başladıklarında gözüm hızla Ali Kıraç'ı aradı. Herkesin dikkati fazla dağınıktı ve korktuğum başıma gelmişti. O hiçbir yerde yoktu.

"Bengi, o şerefsiz nerede?"

"Buradaydı.."

Deponun arkasına giden yolda son anda gördüğüm gölge beni beynimden vurulmuşa çevirdiğinde acımı bir kenara bırakıp ayağa kalktım. Ne olursa olsun kaçmasına izin veremezdim.

Emre için izin veremezdim.

Kadir için izin veremezdim.

Kendim için izin veremezdim.

Patrona inat... izin veremezdim.

"Ali Kıraç!"

Bağırışım o an herkesin dikkatini bana çektiğinde vakit kaybetmeden deponun arkasına doğru koştum. Her bir adımımda daha çok gözüm kararıyor, karnımdaki ağrı şiddetleniyordu. Sonunda deponun arkasına varabildiğimde arabayı çalıştırmaya çalışan Ali Kıraç'la göz göze geldim. O an için başka bir seçim şansım yoktu.

"Bu defa kaçamayacaksın!"

Tek hamlede çıkarttığım silahımla arabanın tekerleklerine sıkmaya başladığımda çok fazla ileri gidemeden araba kayıp olduğu yerde durmak zorunda kalmıştı. "Bu defa izin vermeyeceğim.."

Fark etmeden bitirdiğim şarjörü bir diğeriyle değiştirip diğer tekeri de patlatmak için arka arkaya sıkmaya başladım. "Yaptıklarının bedelini ödeyeceksin!"

Delirmiş gibi tetiği çekiyordum. O da aynı şekilde gaza basıyor benden kurtulmaya çalışıyordu. İkimiz de durmuyor, vazgeçmiyorduk.

"Hale!"

Emre koşarak yanıma geldiğinde silah tutan elimi sıkıca tutup beni durdurdu. "O tekerleklerle hiçbir yere kaçamaz, dur artık."

Derin nefesler aldığımı hatta alamadığımı o an fark ettiğimde sıkışan ciğerlerimle iki büklüm oldum. "İyi misin sen?"

Boğulur gibi öksürüyorken elimle arabadan inip kaçmaya çalışan Ali Kıraç'ı işaret ettim. "Koş.."

Beni istemeye istemeye bırakıp ona doğru koştuğunda Bengi Emre'nin yerini hızla doldurmuş ve elini alnıma bastırıp ağlak bir sesle bana sarılmıştı. "Hiç iyi değilsin sen.."

Öksürdükçe içimde bir şeylerin yerle bir olduğunu hissediyordum. Acı artık dayanılmaz bir noktaya gelmişti. Şimdiye kadar dönen başım ve bir anda saplanan ağrıları göz ardı etmeye çalışıyordum ama bu artık pek mümkün gözükmüyordu.

"Yeniden görüşeceğiz Regina!"

Yanımıza gelen polisler kelepçelenen Ali Kıraç'ı tutup götürürken bana ettiği küfürleri bile doğru dürüst duyamıyordum. Sanki ciğerim bir bomba ve her an patlayabilir gibiydi.

Bengi benden ayrılıp ayağa kalktığında Emre yeniden yanıma çökmüş ve duyacağımı düşünerek bana bir şeyler söylemeye başlamıştı. Sesi öyle buğulu ve kısık geliyordu ki duymayı geç kelimelere anlam bile yükleyemiyordum.

"... gidiyoruz."

Onun sesi duyduğum son sesken karanlığa doğru usulca kaydığımı hissettim. Nereye gideceğimizi bile duyamamıştım ki. Vücudum o an havalanmamla kendini tamamen bıraktığında bilincim de benden hızla uzaklaştı..

Kafamın içinde ise dönen tek bir kelime vardı..

Başardım.

🔱

Gözlerimi yavaşça araladığımda beyaz tavan ve parlak ışıkla karşılaşıp hızla geri yumdum. Bütün vücudum öyle çok ağrıyordu ki uzandığım yerden nasıl doğrulacaktım onu bile bilmiyordum. Sahi nerede yatıyordum ben?

"Uyandın mı?"

Kadir'in sesi çok yakınımdan geliyorken gözlerimi yeniden açmaya zorlayıp üzerimdeki örtüyü ittim. "Evet."

Sesim onunki gibi oldukça soğuk ve tepkiliydi. Uzandığım yerde zar zor doğrulduğumda mahallede olduğumuzu ve Kadir'in odasındaki koltukta yattığımı anlamıştım.

"İç şunu." Uzattığı hap ve suyu alıp sorgulamadan içtim. Başım hala ağrıyor olsa da kendimi oldukça iyi hissediyordum. Çünkü o şerefsizin artık içeride olduğundan emindim. Belki de artık huzurlu uykular uyuyabilecektim..

O an elimin üzerindeki ağırlığı fark ettiğimde kaşlarımı çattım. "Bu ne?"

"Görmüyor musun, serum işte?" Bana itici itici cevap vermesi sinirimi tepeme yavaş yavaş çıkartırken derin bir nefes aldım. Bu gece işleri daha da zorlaştırmasa olmaz mıydı?

"Benden nefret ediyor gibisin?"

Sonunda gözlerini masanın üzerindeki dosyalardan çekip bana çevirebilmişti. Sonunda dikkatini çekebilmiştim. "Senden değil ama inadından gerçekten nefret ediyorum Hale."

"Plan başarılı oldu, Ali Kıraç da içeri tıkıldı. Daha ne istiyorsun?"

"Kendine gelmeni!"

Hiç tereddüt etmeden bana bağırıp elini masaya vurduğunda kaşlarımı çattım. Planı ben yapmıştım ve ben uygulamalıydım. Ekibimi yarı yolda bırakamazdım ve bırakmadım. Onun için bunu anlamak neden bu kadar zordu peki?

"Ben altı yıldır böyle şeylerle uğraşıyorum Kadir, çocuk değilim. Altı yıldır bu ekibi yönetiyorum ve altı yıldır silah kullanıyorum. Bu mesele benim için çok önemliydi ve sadece hallolduğundan emin olmak istedim. Ne var bunda?"

"Ölebilirdin Hale! Ateşin buraya geldiğinde 40 dereceyi geçmişti bile. Seni uyardığımızda bırakmalıydın. İnat edip kendini tehlikeye atmana gerek yoktu!"

Hala bağırıyordu...

Yüzü kıpkırmızı olmuş, boynundaki damarlar oldukça belirginleşmişti. Gözlerinde saf öfke dolaşıyorken o benim kim olduğumu çoktan unutmuşa benziyordu.

"Kendini dışarıdan izleyebilseydin sen bile sinirlenirdin. O kadar kendinde değildin ki Ali Kıraç'a seni rehin alma fırsatı verdin. O kadar kendinde değildin ki üzerine koşan adamı fark edemedin bile. O kadar kendinde değildin ki çoktan patlamış tekerlere iki şarjör boşalttın!"

Arka arkaya hatalar yaptığımı biliyordum, ama çabalamıştım. Çabalamış ve ne olursa olsun onu içeriye tıktırmıştım. Üstelik ölmemiştim de, bu kavgayı uzatmanın bir anlamı yoktu.

"Seni ilk defa böyle gördüm Hale. Hiçbir meseleye kişisel yaklaşmıyorken buna kişisel duygularını, öfkeni de kattın. Kendini bile bile ateşe attın. Beni geç patrona bile karşı geldin sen.." Son cümlede sesi kısılmış ve garip bir tınıya bürünmüştü. Öfkeden çok hayal kırıklığıydı sanki bu..

"Çünkü artık sıkıldım."

Odanın kapısı açılıp Emre içeri girdiğinde bile gözlerimi Kadir'den çekmeyip onun gibi öfkemi kustum. Sabrım ancak buraya kadar dayanabilmişti. "Evet kendi canımı düşünmüyorum çünkü bu mahalledekilerin ve ekibimdekilerin canları benim için daha önemli Kadir. Ben bir adamımı o şerefsiz yüzünden toprağa verdim, bir daha vermeyeceğim."

Daha yirmi bir yaşında ekibimin en küçük üyesiydi Musa.. O şerefsizin tuzağına düşmüş ve gizlice madde kullanmaya başlamıştı. Günden güne önümüzde erirken anlayamamıştık bile bunu. Çok geç fark ettim, onu bundan kurtarmak için çok çabaladım ama olmadı işte... Beş ay oldu onu toprağa vereli. Ama üzerinden yıllar geçse de acım hala dün gibi taze kalacaktı, ne yazık ki bunu da biliyordum.

"Evet, bu meseleye kişisel yaklaştığımı kabul ediyorum. Çünkü ben Musa'yı unutmadım, unutmayacağım. O huzurlu uyusun diye bugün ölebilirdim de, bundan hiç gocunmam. Sen de artık beni benden daha fazla düşünmesen iyi edersin Kadir."

Gözlerini benden usulca çekip yere çevirdi, onun da unutmadığını biliyordum. Onun da içinin yandığını biliyordum. Ama kimse bir daha bu acıyı yaşamasın diye uğraşmam ona neden bu kadar garip geliyordu onu bilmiyordum işte.

"Altı yıl da olsa yirmi yıl da olsa fark etmiyormuş belli ki. Bu mahalleye gençliğimi adadım ama gözünüzde ne olduğumu bugün çok daha iyi gördüm ben.."

Bitmemiş serumu elimden söküp attığımda oturduğum yerden kalkıp üzerimden çıkarttıkları ceketimi geri giydim. "Ben ne senin ne de patronun kuklası değilim. İstediğiniz zaman gel, istemediğiniz zaman da git diyemezsiniz. Fikirlerime saygı duymuyorsanız sizi dinlememi de beklemeyin benden. Bunu yapmaya devam ederseniz o telefon suratınıza daha çok kapanır."

Odadan çıktım, yavaş adımlarla yürüdüm ama kimse beni durdurmadı..

Belli ki düşüncelerimde haklıydım. Arkadaş olduğumuzu sanıyordum, bana gerçekten değer verdiğini sanıyordum ama o sırf Patronu bir kez dinlemediğim için bile bana böyle öfke kusabiliyordu. Ki bu benim için de hiç kolay olmamıştı.

Havanın serinliği yüzüme tokat gibi çarptığında park ettiğim arabama binip gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Musa'yı anmak ve Kadir'den beklemediğim tepkiler almak bugün beni fazlasıyla incitmiş olsa da ağlamayacaktım. Ali Kıraç yüzünden bir arkadaşımı daha kaybediyor olsam da ağlamayacaktım.

Elim dikkatimi dağıtmak ister gibi otomatik olarak radyoya gittiğinde arabayı çalıştırıp oradan hızla uzaklaştım. Bizim için bile mesafe ve zaman bazen iyi gelebilirdi.

Bilmediğim ve hiç beğenmediğim o şarkı bittiğinde sonunda radyoda tanıdık bir melodiye ve sevdiğim bir şarkıya denk gelebilmiştim.

Seksendört: Yorma

Camı açıp sesi de yükselttiğimde yüzümde oluşan küçük gülümseme benim adıma haykırıyordu. O an neredeyse bitmek üzere olan yolu uzatmak için saçma sapan yerlere saptım. Çünkü şu an yakaladığım huzuru bana hiç kimse veremezdi. Yalnız mutluydum, mutlu kalmalıydım..

Hala susuyorsun, bir adım atmıyorsun

Sesim şarkıya uyumlu tonda eşlik ederken beklediğim kısım gelmiş yüksek sesle içim dışıma çıkarcasına sözleri savurmuştum geceye.

Beni seviyorsun bunu biliyorsun hiç yorma.

Yorma.

Hiç gelmediğim ve bilmediğim binaların arasında arabayı durdurup kafamı direksiyona gömdüm. Neden ağlıyordum, sırası mıydı hiçbir şey bilmiyordum. Sadece ağlamak istediğim için, bazı şeyler zoruma gittiği için böyleydim.

Kendim olduğum için..

Hıçkırıklarım yavaş yavaş azalıp ardından da bittiğinde kafamı kaldırıp derin bir nefes aldım. Beni üşüten camı kapatıp arabayı tekrar çalıştırdığımda elimin tersiyle nemli yüzümü sildim. Bir süre sonra da evime giden yolu bulmuş oraya sapmıştım.

Hala radyoda kısık sesle şarkılar çalıyordu ama benim içimi döktüğüm şarkı çoktan bitmişti. Beni yormadan.

Siteden içeri girip otoparka indiğimde arabayı park edip asansöre bindim. O an aynada göz göze geldiğim kişi sanki ben değilmişim gibiydi. Sanki bugün ben, ben değilmişim gibiydi.

Hale!

Bir anda arkamda duyduğum sesle gözlerimi sıkıca kapattım. İşte yine başlıyorduk..

Hayır, o burada değil.

Hayır, o burada değil.

Hayır, o burada değil.

Kendimi sessizce telkin ederken koşar adımlarla asansörden inip eve girdim. Ayaklarımın tek hedefi banyo olurken üzerimdekilerden hızlıca kurtulup suyun altına bıraktım yorgun ve terli bedenimi. Saçlarımdan bedenime doğru akan su beni gevşetirken suya karışan gözyaşlarımdan suyun bile haberi yoktu.

Yere oturup sırtımı soğuk banyo fayansına yasladığımda içime gelen ürpertiyle titredim. Zamanla her şeye alıştığım gibi buna da alışırdım.

"Baba, ışığı aç. Korkuyorum."

Arkasına bile bakmadan giden adam kızını yine karanlıkta bir başına bırakmıştı. Uzun zamandır bir başınaydı ama karanlık onu her defasında itiyordu. Ona alışmasına bile izin vermiyor, hatta korkutuyordu.

"Yat uyu."

Kapıda dikilen adam sert sesiyle bağırdığında küçük kız korkudan gözlerini kapatıp uyuyor numarası yaptı. Titreyen vücuduna bile sahip olacak gücü gibi sığınacak kimsesi de yoktu. Ne annesi, ne de bir arkadaşı..

Babası.. O zaten olsa bile yoktu..

Gözlerimin önünde tiyatro sahnesi gibi canlanan anılar dişlerimin arasında ezilen dudağımı kanatana kadar işkencesine devam etti. Kalbim kırıldıkça, üzüldükçe, hatta korktukça kendini bana hatırlatmaktan çekinmiyordu. Ben sana daha kötülerini yaptım diyordu sanki.

Bunlar seni yıkamaz der gibiydi..

"Açma, artık sakın ışığı açma baba.."

🔱


Loading...
0%