Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Bölüm 10: Bıçak

@shevval

Ben henüz yedi yaşındayken mahalledeki öğretmenler sayesinde okula kayıt yaptırabilmiştim. Babam okutmayacağını söyleyip bağırıp çağırdığında bile vazgeçmemişler, bir dahaki sefere kapıya polislerle geleceklerini söylemişlerdi.

Zar zor kayıt olabildiğim okul için deli gibi heyecanlıyken ilk gün hiç de beklediğim gibi geçmemişti tabi. Ne okul kıyafetlerini alabilmiştik, ne bir çantam, ne de süslü kalemlerim vardı.

Sınıftaki çocukların her birinin renkli renkli kağıtları, kalemleri varken ben öğretmenin verdiği beyaz bir sayfayı dikkatli ve tasarruflu kullanmaya çalışmıştım hep. Yine de içimde amansız bir mutluluk vardı işte. Mahallede beni aralarında almayan o çocuklar gibi hissedebiliyordum artık. Çünkü onlarla eşittim, aynı masalara oturuyorduk biz.

Eve dönüp babamı görene kadar sürerdi bu mutluluk tabi...

Şu an olduğum ortamda çalmaya başlayan Ferdi Tayfur şarkısını dinliyor, kafayı yemiş gibi ağlıyordu... Kırdığı bardaklar yüzünden elinden kanlar akıyorken koşarak yanına çökmüş ve elini tutmaya çalışmıştım. Ama sarmaya çalıştığım o eller bana yine tokat atmayı seçmişti...

Şimdi de aynısı oluyordu işte. Benden biraz uzakta oturuyorken bile varlığı ile bana tokat atıyordu.

Belimde hissettiğim sıcak parmaklarla usulca Onur'a doğru çekildiğimde gözlerimi babamdan çekmeye çalışsam da başaramadım. Geçmiş beni yeniden kendine hapsetmeye çalışıyorken bulunduğum ortamdan da yavaşça soyutlanıyordum.

"İstersen gidebiliriz..."

Kulağımın hemen üzerinde hissettiğim sıcak nefes içimi karıncalandırdığında parmaklarımı saran elini daha sıkı tuttum. "Hayır..." Gözlerimi zor da olsa o adamdan çekebildiğimde sonunda yeniden Onur'a dönebilmiştim. "Onun için geldim zaten ben buraya."

Bana bir süre tereddütle baksa da itiraz etmeyerek boş bir masaya doğru ilerletmeye başladı halsiz bedenimi. Belimi öyle sıkı sarmıştı ki, muhtemelen dışarıdan gerçekten de aşık bir çiftin sarılması gibi duruyordu bu halimiz.

Gösterdiği masaya geçtiğimizde artık biz de sahnenin yakınlarında bir yerde oturuyorduk. Kafamı biraz eğersem onu görebileceğim bir noktaya yerleştirdiğimde Onur da az önceki yakınlığımızın tam zıttı bir şekilde uzağıma oturmuştu. Kalbim hala deli gibi atıyorken tam olarak ne için bu durumda olduğumu da düşünmemeye çalışıyordum..

"Ne alırdınız efendim?"

Önüme geçip görüş açımı kapatan garsona ters ters baktığımda Onur benim yerime de bir içki söylemiş ve istediğim gibi onu yanımızdan hızlıca uzaklaştırmıştı.

"Ne yapmayı planlıyorsun?" Yeniden eski ruhsuz haline dönen gözlerine bakıp sırıttım. Bu öyle bir gülüştü ki, içinde hem acıyı hem de öfkeyi barındırıyordu..

"Nefesini kesmeyi."

Kaşları yavaş yavaş çatıldığında yüzümü ciddi olup olmadığımı anlamak ister gibi daha dikkatli incelemeye başladı. Böyle bakmasına gerek yoktu bana, ben zaten olanı dürüstçe söylemiştim.

"Sen ciddisin." Sesindeki şaşkınlığı net bir şekilde hissedebildiğimde gözlerimi ondan çekip sahnedeki güzel kadına çevirdim. Şimdi de bilindik bir Müslüm Gürses şarkısı okuyordu işte. Sesi öyle naif ve titrekti ki, derdi olmayan bir adamı bile sorgusuzca ölüme götürebilirdi.

Ona baktığımı hissetmiş gibi bana dönüp gülümsediğinde ben de aynı nezaketle cevap vermeye çalıştım. O an garsonun önümüze koyduğu içkiler için de bir teşekkür mırıldandığımda o sırada sahnenin arka kapısında beliren pala bıyıklı bir adam fark etmiştim.

İçimden bir ses bana Muzaffer Kaya'nın o olduğunu söylüyordu.

Gözlerim doğrulamak için babama kaydığında onun da benimle aynı kişiyle baktığını fark edip bu düşüncemden emin oldum. O gözlerde gördüğüm öfke ve nefret bana çok tanıdık geldiğinde farkında olmadan elimdeki bardağı da sıkmaya başlamıştım.

Bana da hep böyle bakardı.

Bardağı tutan elimin üzerinde hissettiğim parmaklarla gözlerimi kırpıştırdığımda sanki bir rüyadan uyanmış gibi irkildim.

"Çok belli ediyorsun."

"Neyi?" diye sordum merakla. Aklımdan o kadar çok düşünce geçiyordu ki, hangisinden bahsediyordu anlamamıştım. Ki ne ara yanıma oturmuştu onu da anlamamıştım.

"Canının acıdığını."

Kaşlarım öfkeyle çatıldığında çenemi sıktım. "Canım acımıyor."

Yalan... acıyordu.

Bana inanmıyormuş gibi dik dik bakmayı sürdürdüğünde koltukta biraz daha kayıp ona yaklaştım. Şu an dışarıdan bakıldığında birbirleriyle cilveleşen bir çift gibi gözüküyor olsak da aslında birbirimize ters ters bakmakla meşguldük.

"Her zaman yüzüme dikkatli dikkatli bakıp içimi okuyabildiğini sanıyorsun.."

Ve genelde haklı oluyorsun.

"Ama ben öyle bir bakışta çözebileceğin biri değilim. Boşa yorma kendini."

"Biliyorum. Hiç kolay bir kadın değilsin."

Beni onaylamasını beklemiyordum ama işte o yine beni şaşırtmıştı. Benim yaptığım gibi biraz daha bana yaklaştığında kulağıma doğru eğilip içimi titretecek şekilde fısıldadı. "Ama şu gözlerine sahip çık artık. Her an kırılacakmış gibi bakmaları sinirimi bozuyor."

Benim için endişeleniyor muydu, yoksa yanında zayıf gözüktüğüm için kızıyor muydu emin olamamıştım. Bir tepki vermeyip gözlerimi kaçırdığımda bakışlarımı tekrar sahneye kilitledim. Arada sırada da hem babama hem de pala bıyıklı o adama bakıyor, buradaki olayları da kafamda çözmeye çalışıyordum.

"Sıradaki şarkı şuradaki güzel hanımefendiye olsun o zaman.."

Şarkıcının eliyle beni gösterdiğini geç de olsa fark edebildiğimde şaşkın bakışlarım bir anda beni alkışlamaya başlayan tüm pavyonda gezindi. Korkuyla beni gördüğünü düşündüğüm babama baktığımdaysa onun öfkeli gözlerinin hala o adamda olduğunu fark edip derin bir nefes aldım.

Tanrım kötü kullarını sen affetsen ben affetmem

Bütün zalim olanları sen affetsen ben affetmem..

Seslendirdiği şarkıyla bakışlarımı elimdeki yarısı boş olan bardağa kilitlediğimde yalnızca benim duyabileceğim şekilde mırıldanmaya başladım.

Ağlatıp da gülenleri, terk edip de gidenleri

Sevilip, sevmeyenleri

Sen affetsen ben affetmem

Hissetmiş gibi benim için en uygun şarkıyı seçmesine gülümsediğimde hayran hayran performansını izledim. Sonunda şarkı bitip yeni bir alkış tufanı koptuğundaysa herkese teşekkür edip sahneden indi. Adımları o an asla beklemediğim bir şekilde bizim masayı bulduğunda hiçbir şey söylemeden yanıma oturup Onur'a nezaketle dolu bir selam verdi.

"Merhaba güzel hanımefendi." Elini bana uzattığında üzerimdeki şaşkınlığı atamasam da bozuntuya vermeden sıktım parmaklarını.

"Sesiniz çok güzel, çok beğendim performansınızı." Başını yan yatırıp iltifatımı asaletle kabul ettiğinde gözleri saçlarımda gezindi.

"Hayat öyle kısa ki, sevmeye bile doya doya vakit bulamıyoruz değil mi? Oysa tutmasak kalbimizi, şu kısıtlı günlerimiz daha güzel geçmez mi?"

Bu sözleri doğrudan bana söylüyorken, ben ne diyeceğimi bilemeyip bakışlarımı Onur'a çevirdim. O da ne demek istediğini anlamamış gibi kadına bakıyorken yeniden şarkıcının sesini duydum. "Gözlerin canım, çok kırgın bakıyorlar..."

Hüzün dolu sesi resmen içime aktığında istemsizce dudaklarımı birbirine bastırdım. Gerçekten bu kadar çok mu belli ediyordum ben duygularımı...

"Yazık etme güzelliğine de kalbinin sesini dinle. Hayat kısa, kuşlar da ölüyor."

Muhtemelen gözümdeki kırgınlığın sebebini aşk hayatıma bağladığında gülümsemeye çalıştım. "Teşekkür ederim, sağolun."

"Yeniden görüşmek üzere efendim." Ayağa kalkıp Onur'a ve bana nazik bir reveransla veda ettiğinde arkasından uzun uzun baktım. Sanki içimi okuyabilen bir melek gibi gelip oturmuştu sağ yanıma...

"Tek fark eden ben değilmişim demekki.."

Gözlerim yeniden konuşan Onur'u bulduğunda alayla güldüm. "Sen de mi aşk acısı çektiğimi düşünüyorsun?"

"Hayır, ben yalnızca acı çektiğini düşünüyorum." Açık sözlülüğü yine canımı sıktığında bıkkın gözlerimi ondan çekip karşıdaki masaya çevirdim.

Bedenimi o anda ele geçiren şok dalgasıyla farkında olmadan ayağa fırladığımda gözlerim mekanı hızlıca taramış ama onu hiçbir yerde bulamamıştım.

Elimden kaçırmıştım. Yine ve yeniden.

"Onur o yok, gitmiş!"

Telaşla yerime geri oturduğumda Onur bir süre etrafına bakıp sessizce düşündü. "Çıkalım."

Yine ondan önce ayaklandığımda hızla hesabı ödeyip mekandan ayrıldık. Gözlerimle sokağı da hızlıca kolaçan ettiğimde yine hiçbir yerde görememenin korkusuyla olduğum yerde durdum. "Ne yapacağım ben?"

Çaresiz fısıltımı duyan Onur bir anda yanımda belirdiğinde bileğimden tutup beni arabaya doğru çekiştirmeye başladı. Ama ben onu sertçe durdurdum. "Her yere bakacağım, bırak beni."

Çırpınmamı diğer eliyle de omzumdan tutarak durdurduğunda artık o da benim gibi öfkeli bakıyordu. "Mekanın önündeki adamlar bize bakıyor, dikkat çekiyorsun. Yapma."

Elinden kurtulmak için çırpınmama bile izin vermiyordu. Öyle sıkı ama canımı acıtmayacak şekilde tutuyordu ki beni kıpırdayamıyordum bile.. "Anlamıyorsun, onu bulmak zorundayım. Bir daha kaybedemem!"

"Anlıyorum, ama sokak sokak arayarak da bulamazsın. Ben bir şekilde halledeceğim söz veriyorum, şimdi gidelim buradan." Gözleri resmen bana güven diye bağırıyorken çaresizlik dolu bir nefes aldım. Haklıydı.

Sokak sokak onu mu arayacaktım, peki ne diye?

Baba diye bağırsam dönüp bakacaktı bana sanki.

Bileğimi tutan elinden sertçe kurtulup kendi rızamla arabaya bindiğimde yüzümü cama gömüp sessiz kalmayı tercih ettim. O da söz verdiği gibi bir şey sormayıp anlatma işini tamamen bana bıraktığında yol boyu ne yapacağımı düşünüp durmuştum.

Aptaldım. Gözünün önünde duran adamı bile kaçıran bir aptal. Hem de bu ikinci defa oluyordu bana.

Çok da uzak olmayan evin önünde durup beraber arabadan indiğimizde az önceki öfkeme ters bir sakinlikle Onur'u takip ettim. Eve girdiğimizde muhtemelen doğrudan odaya çıkacağımı düşünmüştü ki merdivenin önünden çekilmişti. Ama ben onun beklediğinin tam tersini yapıp oturma odasına girdim.

Kaçarak hiçbir şey elde edemezdim artık. Zaten ağzıma kadar batmıştım bu çamura, o da peşimden gelmek istiyorsa artık engellemeyecektim. Kendi bilirdi.

Üzerimdeki kürkü çıkarıp koltuğa oturduğumda, onun da sakin adımları tam karşımdaki koltuğu buldu. Ne ara arabadan aldığını bile anlamadığım silahımı bana uzattığında düşünceli bir şekilde elinden alıp incelemeye başladım.

"Çok yakındım..." Çaresiz fısıltımı duyduğunu biliyordum. Duymasa da anlıyordu zaten. Bunu yapmasından nefret ediyordum ama açık bir kitap gibi okuyordu gözlerimi...

"Kaç yıldır bu anı beklediğimi biliyor musun?"

O sessiz ama dikkatli bir şekilde beni dinliyorken alayla güldüm. Kendime acıyordum. "On yıl... Benden çaldıklarını ona ödetmek için on yıl bekledim ben. Ama sonuç ne oldu? Hiç."

Şarjörü çıkartıp içindeki mermileri masaya boşalttığımda silaha yalnızca bir tanesini geri takmıştım. "Madem bu kadar öğrenmek istiyorsun... her şeyi olduğu gibi anlatacağım sana."

Yıllardır ustalıkla sakladığım o geçmişi kendi ağzımla dökecektim ortaya. Beni sırtımdan vurabileceği belki yüzlerce sebep verecektim ona.. Yine de pişman olmayacaktım. Bu zamana kadar çok bile savaşmıştım kendimle.

"Dedem evlenmelerine izin vermediği için annem evden kaçmış. Babamın yaşı büyük olduğu için, bir de annem daha liseyi bile bitirmediği için sıcak bakmıyorlarmış işte."

Gözlerinde gördüğüm merak ve anlayış bana güç verdiğinde vazgeçmeye fırsat vermeden devam ettim anlatmaya. "Çok acı çekmişler ve evlenmişler en sonunda. Sonra annem bana hamile kalmış, tabi onu öldüreceğimi bilmeden.."

Kaşları beklemediği bir son yüzünden çatıldığında kendimi gülümsemeye zorladım. "Benim doğduğum o ameliyathaneden annem ölü çıktı. Babam da böylelikle tek aşkını benim yüzümden kaybetmiş oldu."

Sesimi düz tutmaya çalışmak bile yoruyordu beni. Artık titremesinin bile umurumda olmadığını fark edip kendimi tamamen serbest bıraktım.

"Ne bebekken, ne çocukken ne de büyüdüğümde... hiç sevmedi beni. Ben onun kızı değil, sevdiği kadının katiliydim sadece. Tek yaptığı içki içmek, benden ne kadar nefret ettiğini dile getirmek ve öldüresiye dövmekti."

Gözlerinde gördüğüm hüzün kısa süre içinde kaybolduğunda doğru gördüğüme bile emin olamamıştım. Her şeye rağmen bana acımamasını dilerdim.

"Mahallede adı ayyaşa çıkmıştı artık, tabi benim adım da ayyaşın kızına... Sadece babam da değil, hiç kimse sevmezdi beni. Bütün komşularımız çocuklarını benden uzak tutardı. Sanki ben canavarmışım gibi..."

Sol gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildiğimde gözlerimi Onur'dan kaçırıp odanın her yerinde gezdirmeye başladım. "Çocukluğumu çaldı yani benden. İçimdeki duyguları çaldı. Mutluluğu, sevme hatta sevilme ihtimalimi bile çaldı. Hiç saçımı okşamadı, hiç gülmedi yüzüme... Sevilmeyi hiç bilmedim ben. Ama bir tek Melih sevdi beni, bir tek o elimi tuttu."

Gözlerimin önüne gelen Melih'in suretiyle istemsizce gülümsediğimde derin bir nefes aldım. Keşke ben de onun beni sevdiği gibi sevebilseydim onu...

Bunu bile becerememiştim.

"Lisede bile zorbalığa uğruyor, sınıfımdakiler tarafından köşelerde sıkıştırılıyordum. Çünkü adam akıllı bir ayakkabım bile olmamıştı benim hayatım boyunca, eziktim onlar için... Sonra bir gün Melih'le tanıştım işte. Normalmişim gibi bakıyordu bana, kimseden bir farkım yokmuş gibi..."

Onur'un da bir şeyler söylemesini bekledim ama o sessiz kalmayı seçti. Düşünceli bakışlarını tam gözlerimin içine kilitlemişti. "Beraber geziyor, eğleniyorduk. Evde dayak yesem de bir sonraki güne onun sayesinde mutlu uyanıyordum. Hayatım boyunca beni seven ilk kişiydi o..."

Titreyen sesimi toparlamak için derin bir nefes aldım. Nefes almak bile zor gelebilir miydi bir insana?

"Sonra bir gün yine okuldan döndük beraber. Beni eve bıraktı, vedalaştık. Tam arkasını dönüp gidecekti ki bir araba durdu yanımızda. İçinden iki tane silahlı adam çıktı."

O anları tekrar tekrar yaşıyormuşum gibi hissettiğimde tırnaklarımı avucuma batırdım.

"Önce babamın nerede olduğunu sordular, sonra eve baktılar. Yine gitmişti ama, yoktu hiçbir yerde. Onlar da bütün hırslarını benden çıkarttılar tabi... Melih beni kurtarmak istedi ama ona da vurdular. En sonunda bir tanesi saçımdan tutup beni arabaya sürüklemeye başladı."

Gözleri hikayenin nereye gideceğini anlamış gibi merakla kıstığında ben yine gülümsemeye zorladım kendimi. Ağlamak istemediğim her anda nedense işime yarıyordu bu saçma yöntem.

"O sırada komşularımız camların arkasından bizi izliyorlardı bir de. Ne yardım ettiler, ne de polisi aradılar biliyor musun? Sadece izlediler öyle..."

Onlarla yüzleşmiş olsam bile düşündükçe soğumuyordu ateşim. Belki de her birini acımasızca öldürmeliydim. Bir umut öyle kavuşurdum az da olsa huzura...

"Sonra Melih bir taş buldu, beni kurtarmak için adamın suratına attı. Ben de fırsattan istifade kaçtım tabi. Melih'e sarılmak için koştuğumda o beni bir anda çekip arkasına aldı. Sonra da..."

Cümlenin devamını nasıl getireceğimi bilemeyip sustum. Ama o anlamıştı.

Bana yine gözlerinde yakaladığım o hüzünle bakıyorken titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sonra da öldürdüler onu... daha on yedi yaşındaydı. Korkuyla basıp gittiler ama artık önemli değildi. Benim için her şey bitmişti zaten o anda. Deli gibi kan akıyordu yere ama o hep yaptığı gibi gülümsüyordu bana. İyisin dedi, ama ben o andan sonra hiç iyi olmadım."

İki gözümden aynı anda yaşlar akmaya başladığında ilk defa gözyaşlarımı saklamaya çalışmadım. Melih için akıttığım hiçbir göz yaşından da utanmıyordum zaten. Beni güçsüz gösterir diye korkmuyordum bile.

"O günden sonra bir yıl yetimhanede kaldım. Hayata karşı hiç umudum kalmadığı anda da yurtdışında yaşayan, varlığından bile o güne kadar haberim olmayan amcam beni yanına aldı. Kendi kızlarından bir kez olsun ayırmadılar, ve ben ilk defa aile olmak nedir orada öğrendim."

Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip beni fazlasıyla yoran bu konuşmaya devam ettim. Tahmin ettiğimden de zordu bazı şeyleri anlatmak.. "Yirmi yaşıma geldiğimde artık dayanamayacağımı anlamıştım. Hayatım yolundaymış gibi gözüküyordu ama değildi. Uyuyamıyordum, her yerde hem Melih'in, hem de onun sesini duyuyordum."

Aklıma Kadir'le tanıştığım gün geldiğinde gülümsemeden edemedim. "Artık onu kendi başıma aramaya başlamıştım. Olabileceği pis sokaklarda geziyor, tacizci sapıklardan bile yardım dileniyordum. Tabi onlar da bana sık sık saldırmayı seçerlerdi. Ama o gün bulaştıklarım sayıca da çok fazlalardı, kaçamadım."

Kaşları bunu komikmiş gibi anlatmaya başladığımda çatıldığında konuşmaya devam ettim.

"Ben onlara karşı kendi çapımda savaşıyorken, bir anda Kadir geldi. Önce konuşmak istedi ama uslanmadıklarını görünce hepsini bir güzel dövdü. O an Kadir'e o kadar hayran kalmıştım ki, tek istediğim onun gibi güçlü olmaktı." Kaşları usulca eski halini aldığında anlattıklarıma çok da şaşırmadı. Muhtemelen Kadir zaten hikayenin bu kısmını ona anlatmıştı.

"O gün bana da dövüşmeyi öğretmesi için o kadar zorladım ki onu, en sonunda bıktı ve beni polise götüreceğini bile söyledi. Ama ben vazgeçmedim. Neden güçlü olmak istiyorsun diye sordu, bir şey söyleyemedim tabi. Sonuçta kimseye anlatamazdım katil olduğumu..."

"Sen katil değilsin."

Dakikalar sonra sesini duyabildiğimde gözlerimi yerden çekip ona çevirdim. Sanki bu dediğine gerçekten inanmamı istiyormuş gibi bakıyordu.

Ama öyleydim.

"Sonra Kadir bana bir mahalleden bahsetti. Kendini orada koruyabilirsin falan dedi. Başta anlamasam da tek istediğim güçlü olmak ve babamı bulmak olduğu için hemen kabul ettim. Kimse beni hor görsün istemiyordum, kimse bana bir daha el kaldırsın istemiyordum. Hatta adımı duyduklarında bile korkmalarını istiyordum."

Ona cevap vermeyip geçiştirdiğimde üzerine düşmeyip dinlemeye devam etti. "Numaramı aldı, uzun bir süre bekledim aramasını. Tam umudumu kestiğim anda aradı, bana mahalleden ve Patron'dan falan bahsetti işte. Ne derse desin kabul edecektim ben zaten, bunu yapmak istediğimden emindim."

Bir sigara çıkarıp yaktığında o an ilk defa canım şu illet şeyi içmek istedi. Ama ağzımı açıp da isteyemedim, zaten bir halta da yaradığı yoktu. Bana ne içki ne de sigara unutturabilirdi acılarımı...

"Mahalleye ilk geldiğim gün çok zordu. Bana onun yüzünü benden başka kimsenin görmediğini söylediğinde de korkmuştum ister istemez. Kurallardan bahsetti, sistemden bahsetti uzun uzun. En sonunda da Patron sana 'Regina' ismini verdi dedi."

O anları tekrar hatırladığımda yaşadığım şaşkınlığı düşündüm. Yeni bir düzen, yeni bir isim beni gerçekten korkutmuştu. Ama o anda bile ne kadar güçlü olduğumu hissetmiştim.

"Hala Patronun neden böyle bir şey yaptığını bilmiyorum." İtirafım karşısında umursamazca omuz silktim. O zamanlar bunun peşine düşüp araştıracak bir halde değildim. Sonra da alışmış ve görmezden gelmiştim.

"O zamandan sonra hem dövüş eğitimleri aldım, hem ders çalıştım hem de babamı aradım. Ama mahallenin böyle bir yer olacağını hiç tahmin etmemiştim. Herkes aile gibiydi... bana çok yabancıydı tabi bu durum. Beni babam bile ailesi olarak görmezken onlar bana kalplerini açtılar, sevdiler... Ben de onlar için elimden ne geliyorsa yapacağıma dair bir söz verdim kendime.

Hikayem zor da olsa bittiğinde ellerimi iki yana açtım. "İşte bu kadar, her şeyi olduğu gibi anlattım sana."

Beni onaylayıp oturduğu koltukta biraz daha dikleştiğinde doğrudan gözlerime bakıyordu. "Babanı bulduğunda ne yapacaksın? Gerçekten öldürecek misin onu?"

Bilmem, öyle kolay ölmesine izin verebilir miydim ki ? Her şeyden önce bol bol acı çekmeli, ve bana istediğim cevapları vermeliydi.

Neden sevmedin beni? Ne yaptım ben sana? En başta da bu sorulara cevap vermeliydi..

"Önce onu bulacağım, aradığım cevapları verecek bana. Sonra Melih'i kimlerin öldürdüğünü anlatacak. O adamları bulup, önce onları öldüreceğim."

Soğuk kanlı bir katil gibi planlarımı anlatıyorken beni hiç yargılamadan dinledi. "Ama merak etme bunların hiçbirine mahalleyi karıştırmayacağım, bu benim kendi meselem. Ali Kıraç mevzusunu hallettikten sonra da dediğim gibi temelli gideceğim zaten..."

Sonlara doğru sesim istemsizce kısıldığında bana bakan gözlerinin yumuşadığını gördüm. "Nereye gideceksin? Orayla bir bütün gibi olmuşsun sen artık, nasıl bir tarafını geride bırakacaksın?"

Regina'dan bahsediyordu. Oradan gittiğimde Regina'dan da gidecektim ben çünkü.

Yine haklıydı, her zamanki gibi.

"Böyle olmak zorunda." dedim ne cevap vereceğimi bilemeden. Bir yarımı tamamen geride bırakacak olmanın düşüncesi bile beni şimdiden korkutmuştu.

"Neden gitmek istiyorsun bu kadar?"

"Benim düşüncelerim Patronun düşünceleriyle uyuşmuyor artık. O da haklı olarak tavrını koyuyor tabi ortaya. Ama bana yanlış gelen bir şeyi asla yapmam ben, kimin istediği önemli değil. Kadir'in de dediği gibi, arkadaşı olmasam çekilecek biri değilim. Patronun da beni sevmemesine hak veriyorum yani."

Umursamıyormuşum gibi konuşuyordum ama aslında bu durum da içten içe yaralıyordu beni. Hiç tanışmadığım bir adam bile sevmiyordu beni, belki de gerçekten tüm sorun bendeydi.

"Sevmediği birine neden mahallesini emanet etsin ?"

Sorulan soruya bir cevap bulamayıp sustuğumda bir süre kafamda bir cevap aradım ama gerçekten bulamadım. Yalnızca güveniyor da olabilirdi.

"Her şeyi çok düz düşünüyorsun. Hayat bu kadar basit bir mantığa kurulu değil. Her şeyi kendi başına halledemezsin, yaşadığın her şeyi kendine yüklemeyi de bırak artık. Kadir'in saçmalamasını da, Patronun dediklerini de boşver. Doğru bazen tek değildir."

Kendi arkadaşları hakkında korumacı davranmayıp aksine beni desteklemesi beklediğim bir şey değilken sessizce onayladım onu.

"Neyse..." Mermileri silaha geri doldurup kürkümü de elime aldığımda odaya gitmek için ayağa kalktım. Biraz da tek başıma bir şeyleri oturup düşünmem gerekiyordu.

"Bu anlattıklarım..." Kapıdan çıkmak üzereyken durup tekrar ona döndüm. "Aramızda kalacağına eminim ama yine de bana karşı bile bir şey bilmiyormuş gibi davranırsan sevinirim. Ben pek alışık değilim de kendimi birisine açmaya..."

Beni onayladığında arkamı dönüp odadan çıkmak için bir adım daha attım. Ama Onur'un sesi beni hızla durdurmuştu.

"Merak ettiğim bir şey daha var."

Ne olduğunu söylemesi için yüzüne baktığımda o, oturduğu koltuktan kalkıp üzerime doğru yürümeye başladı. Ellerini pantolonun cebine sokup tam karşımda dikildiğinde bu tavrından da soracağı sorunun cevabından emin olmak istediğini anlamıştım. Yine okuyacaktı işte gözlerimi...

"Hep o çocuğun seni ne kadar çok sevdiğinden, yanında olduğundan bahsettin. Peki sen... onu seviyor muydun?"

Kimden bahsettiğini hemen anlasam da bir anda neden böyle bir şey sorduğunu anlayamamıştım.

Bir süre cevap vermeyip sustuğumda, en sonunda doğruyu söylemem gerektiğini bilerek başımı acıyla iki yana salladım. Ben zaten bu hayatta en çok kendime acıyordum.

Çünkü ben ne sevmeyi, ne de sevilmeyi biliyordum.

"Sevebilmeyi çok istedim... ama onu bile yapamadım. Zaten istesem bile kimseyi sevemem ben, istesem bile... temiz sevemem."

🔱

Yine bir Bergen şarkısı ve yine nargile dumanları dolu bir ortam akşamı...

Dün gece neredeyse hiç uyuyamamış, sabah olunca da gitmeden önce son bir gece daha buraya gelmek istemiştim. Belki o buraya tekrar gelir diye umut ediyordum ama saatler olmuştu. Artık sıkıntıdan patlamak üzereyken Onur'un da benden bir farkı olmadığını fark ettim. Yine de centilmenliği koruyup bana tek kelime bile etmiyordu.

Dünden sonra da anlattıklarım hakkında hiç konuşmamıştı benimle. İsteğim üzerine bilmiyormuş gibi davranıyordu.

Ona bakarken istemsizce yüzümde oluşan tebessümü saklamaya çalıştığımda çoktan fark ettiğini de gözlerinden anlamıştım.

"Gidelim mi?"

Başımla onaylayıp masadan kalktığımda o sırada şarkısının sonuna gelmiş olan şarkıcı bir anda dönüp beni işaret etti. "Güzel hanımefendi, umarım yeniden görüşebiliriz sizinle. Güzel yüzünüz hiç solmasın.."

Mekandaki sarhoş insanlar yine garip bir şekilde beni alkışlayıp ıslık çalmaya başladıklarında utançla kafa salladım. "Umarım... iyi eğlenceler."

O an assolistin hemen arkasında duran Muzaffer Kaya'nın da pis pis bana sırıttığını fark ettiğimde kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tuttum. Şimdi mekanı gibi o sırıtan yüzünü de dağıtsam, ne yapabilirdi ki bana?

"Hadi."

Onur'un da bu pis bakışları fark ettiğini hoşnutsuz sesinden anladığımda arkamı dönüp hızla peşinden çıkışa doğru yöneldim. İçeriden çıkar çıkmaz temiz havayı bolca içime çektiğimde gözlerim kapıdaki adamlara garip bakışlar atan Onur'da durdu.

"Neyin var?"

"Burada bir terslik var... ama ne olduğunu anlayamadım." Benim de gözlerim şüpheyle adamlara kaydığında gerçekten de garip bir şeyler var gibi duruyordu. Sürekli saatlerini kontrol edip, aralarında telaşlı telaşlı fısıldaştıklarını fark ettim.

Önünde durduğumuz arabaya binip rahatsız edici mekandan oldukça hızlı bir şekilde uzaklaştığımızda doğrudan İstanbul'a geri dönmek için de yola çıkmıştık. Ben içimdeki huzursuzlukla pencereden dışarı bakıyorken aramızdaki sessizliği ilk bozan Onur olmuştu. "Babanın adı neydi?"

"Salih Ateş.." diye mırıldandım nefretle.

Neden sorduğunu tahmin edebiliyordum. Söz verdiği gibi araştırma yapacak, yerini bulmaya çalışacaktı. Ama ben bir şey çıkacağından ne kadar istesem de emin değildim. Çünkü yıllarca onun hakkında tek bir iz bile bulamamıştım ben. Onu kim saklıyorsa, işini gerçekten iyi yapıyordu.

"Mahalleye gitmek ister misin?"

Üzerimdeki kıyafetlere bakıp bir süre düşündüm. Giydiğim mini elbiseyle mahalle için fazla iddialı olacak olsam da Selim'i çok merak ediyordum. "Olur."

O an o da göz ucuyla kıyafetime baktığında bir şey söyleyecek gibi oldu ama vazgeçip konuşmadı. Bu tavrı bana garip gelse de bir şey sormadım.

Yol boyu sessizce etrafı izlemiştim ve iki saatin sonunda İstanbul'a girebildiğimizde de derin bir nefes aldım. Ne kadar boğucu ve kaotik olsa da seviyordum ben bu şehri...

Ezbere bildiğimiz yollardan mahalleye doğru ilerlediğimizde çalan telefonumu çantamdan çıkartıp korkuyla ekrana baktım.

Amca'm

Ellerim istemsizce titremeye başladığında Onur'un neden açmadığımı sorgulayan bakışlarını da üzerimde hissedebiliyordum. Elim yeşil tuşa zor da olsa basıp aramayı başlattığında yüzüme her şey yolundaymış gibi bir gülümseme yerleştirdim.

"Amcacığım..."

Kiminle konuştuğumu anlayıp dikkatini tekrar yola verdiğinde Cengiz Amca'nın sitemli sesini duydum. "Ne arıyorsun, ne soruyorsun Hale. Valla kırılıyoruz sana."

O kadar haklıydı ki... Onu en son İtalya'ya gittiğimi sandığı gün aramıştım. Ama kafam da o kadar doluydu ki bu aralar, aklımdan tamamen çıkmıştı onları aramak...

"Özür dilerim amca, o kadar yoğunum ki kafamı kaldırıp nefes alacak vakit bile bulamıyorum. Haklısın..."

"O kadar yoruyorlarsa bırak gel kızım, eğitime falan ihtiyacın yok senin. Zaten harikasın."

Destekleyici sesine gülümsediğimde kafamı görebilecekmiş gibi iki yana salladım. "Az kaldı Amca, işimi çabuk bitirmeye çalışıyorum."

Son cümleyi söylerken Onur'a baktığımda onun da gözleri beni buldu. İkimiz de işten kastımın Ali Kıraç olduğunu biliyorduk...

"Hale'm, ben çok özledim ama seni!"

Arkadan Nergis Yengemin sesini duyduğumda yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. "Ben de seni çok özledim Sultanım... Yemeklerini de özledim."

"Çık gel bol bol sarmalar saracağım sana ben."

Sarmanın adını duymak bile ancak bu kadar mutlu edebilirdi birini. "Harikasın sen harika!"

Neşeli sesim Onur'un dikkatini yeniden üstüme çektiğinde onu umursamayıp gülümsemeye devam ettim.

"Beni özlemedin yani, sarmayı özledin?"

Cengiz Amca'nın kıskanç hallerine gülüp göz devirdiğimde hızla cevap verdim. "Dünyanın en karizmatik adamını nasıl özlemem ya? Ayıp ediyorsun valla amca."

Karşı taraftan da memnun gülme sesleri duyduğumda aklıma gelen şeyle konuyu hızlıca değiştirdim. "Amca bu arada ben birini işe aldıracağım yarın, aklıma gelmişken söylemek istedim sana da."

"Böyle şeyleri artık bana haber vermene gerek yok canım benim, söyle halletsinler."

Verdiği cevap beni daha da mutlu ettiğinde bir süre daha sohbet edip, bol bol öpücüklerle telefonu kapattık. Bu kısa konuşma bile bana o kadar iyi gelmişti ki...

"Sevmeyi biliyorsun."

Rehberimde Gizem'in numarasını arıyorken duyduğum Onur'un sesiyle kafamı ona çevirdim. "Anlamadım?"

"Sevmeyi bilmediğini söylüyordun. Ama biliyorsun."

Dün söylediklerimi ima ettiğini anladığımda buruk bir tavırla gülümsedim. "Bahsettiğim sevgi bu değildi Onur. Aşktan bahsediyordum... ben aşık olamam."

Düşüncelerimi onun için daha net ifade ettiğimde bana karşı hiçbir cevap vermedi. Ama surat ifadesinden de bana katılmadığını çok net anlamıştım. Beni tanıdığını sanıyordu, ama yanılıyordu.

Konuyu uzatmayıp telefondaki numaranın üzerine tıkladığımda, uzun uzun çalan telefonun ardından Gizem'in sesini duydum. "Hocam! Nasıl özledim sizi bir bilseniz. Günlerim çok sıkıcı geçiyor. Nasılsınız, ne zaman döneceksiniz?"

Nefes almadan konuşmasına dayanamayıp güldüğümde onu da özlediğimi fark ettim. Aslına bakılırsa hastaneyi ve çalışmayı da çok özlemiştim.

"İyiyim canım iyiyim, az kaldı ama döneceğim merak etme. Tabi ben seni başka bir şey için aradım şimdi."

"Buyurun Hocam, dinliyorum."

"Sana bir isim vereceğim Gizem. Yarın onu mülakata çağır, benim istediğimi söylemeden de işe aldır. Benim onayım var, ama onun bundan asla haberi olmasın tamam mı? Bir aksilik istemiyorum."

"Tamam Hocam, siz söyleyin bana ismi."

"Semih Saygın, güveniyorum sana halledersin hemen."

Semih'le geçen gün konuştuğumuz bu iş mevzusunu o gün zaten aklımın bir köşesine yazmıştım ama unutmuştum işte hemen halletmeyi. Onun için bir şeyler yapabilmek, sık sık yanımda olacağını bilmek bile şimdiden çok iyi hissettiriyordu bana.

Gizem'le konuşmamızı da kısa kesip telefonu kapattığımda mahallenin sokağına çoktan girdiğimizi fark ettim. Onur arabayı her zamanki yerine park ettiğinde inmeden önce meraklı gözlerini yeniden bana çevirdi. "Hangi doktor tek bir cümleyle çalıştığı hastaneye birini aldırabiliyor?"

Dediğine istemsizce güldüğümde yine de bir süre düşünürmüş gibi dudaklarımı büzdüm. "Bilmem, hastanenin sahibi olan bir doktor olabilir mi?"

Dediğim ona oldukça mantıklı geldiğinde beni onaylasa da hala şaşkın görünüyordu. "Param var dediğinde bu kadarını tahmin etmemiştim."

"Yine de otelde kalmamak için villa alıp durmuyorum tabi." dedim ona laf sokma fırsatını kaçırmadan. Beklemediği cevap karşısında sırıttığında daha fazla bir şey söylemeden arabadan indi. Ben de hemen ardından dışarı çıktığımda doğrudan arka kapıyı açmış ve hızla topuklu ayakkabılarımı spor ayakkabıyla değiştirmiştim. Elbise hala fazla iddialı ve kısa dursa da spor ayakkabı işi bir tık sporlaştırıyordu.

Valizden çıkarttığım deri ceketi üzerime giydiğimde, o an saçlarımı da toplayacak bir toka aramış ama bulamamıştım. Neredeyse koşarak Onur'un peşinden merdivenleri çıkmaya başladığımda girdiğimiz odada Kadir'i bulamayınca kaşlarımı çattım.

"Kadir'in ailesi memlekete dönüyor bugün, o yüzden yok." Ben sormadan yaptığı açıklamaya karşı sessiz kaldığımda o, doğrudan bilgisayarların başına geçip oturdu. Ben de ne yapacağımı bilemeyip yanında dikilmeye başladığımda göz ucuyla da Selim'in odasına baktım.

"Bengi yok." Kendi kendime fısıldamam kulaklarına ulaştığında o an o da benim gibi ekrana daha dikkatli bakmaya başlamıştı. "İşi vardır."

Tam bu sırada çalan telefonumu hızlı bir şekilde açıp kulağıma koyduğumda ben daha bir şey diyemeden telefonun diğer ucundan bağırış sesleri duydum. "Hale, Hale yardım et!"

Kaşlarım yaşadığım endişeyle istemsizce çatıldığında telefonu hızlı aldığım bir kararla kulağımdan çekip hoparlöre verdim. "Bengi ne oluyor? Neredesin sen?"

"B-ben bir saat önce eve geçmiştim duş almak için. Ben yokken Mustafa Selim'in odasına girmiş. Öldürmeye çalışmış onu!"

Duyduklarım bir mermi gibi sol yanımdan geçip beni sarstığında tutunacak bir dal arar gibi elimi havada gezdirdim. Bileğimi saran sıcak parmaklar koltuktan kalkıp yerine beni oturttuğunda korku dolu gözlerimi de yeniden kameraya çevirmiştim. Ama Selim odasındaydı, uyuyordu.

"O an Caner görmüş Mustafa'yı, sonra da kavga çıktı. Deponun altındaki bodrumdayız şu an, birbirlerine girdiler burada ayıramıyoruz. Mustafa da sen gelmeden durmayacakmış, lütfen her neredeysen çabuk gel!"

Telaşlı ve korku dolu sesiyle nefes almadan konuştuğunda aceleyle ve düşünmeden oturduğum yerden kalktım. "Buradaki onca adamdan kimse ayıramıyor mu yani onları? Sadece iki gün yoktum ya, herkes iki günde kafayı mı yedi?!"

Boğazım yırtılırcasına bağırdığımda telefonu bir anlık öfkeyle Bengi'nin suratına kapatıp kapıya koştum. Merdivenleri de aynı hızla inip bodrum kata doğru koşturduğumda her bir adımımda sesler daha da yükseliyordu.

"Mustafa!"

Birbirlerinin üzerindeki yumruklaşmaları benim sesimle hızlı bir şekilde bölündüğünde açtığım demir kapıyı aynı hızla kapatıp üstlerine yürüdüm. "Canına mı susadın lan sen, çekip vurayım mı şimdi seni?"

Ben hala delirmiş gibi bağırıyorken bir yandan da deli gibi atan kalbimi yavaşlatmaya çalışıyordum. Tabi bu sırada beni gördüğüne hiç memnun olmayan Mustafa da aynı benim gibi öfkeyle bağırdı. "Senin beceremediğin işi yapıyordum. Ama tasmalı köpeğin üstüme saldırdı!"

"Senin o ağzının yayını s***rim lan!"

Yeniden kavgaya tutuşmalarıyla kaşlarım sanki mümkünmüş gibi biraz daha çatıldığında araya girip onları ayırmak istemiştim. Ama o an Mustafa nereden çıkardığını bile anlamadığım bıçağı tereddüt etmeden Caner'in karnına sapladı. Bu olanlar sanki yavaş çekimde gerçekleşiyormuş gibi ömrümden ömür götürdüğündeyse korkuyla onlara doğru atıldım. Bu yaşanıyor olamazdı, bu kadarını yapmış olamazdı.

"Caner!"

Bengi'nin çığlığı ve benim koşuşum bu defa da karnından çekip boğazına yasladığı o bıçakla kesildiğinde derin derin nefesler aldım. O an elim otomatik bir şekilde belime gitmiş ama yalnızca bir boşluğu tutuştum. Muhtemelen arabada unuttuğum silahım o an bana yokluğunu güzelce hatırlattığında korkuyla yumdum gözlerimi. İşte şimdi, bitmiştim.

Deli gibi kıvrandığım endişeyle Caner'in acı çeken yüzüne baktığımda tereddüt bile etmeden ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırdım. Mustafa'nın zaaflarını çok iyi biliyordum, onlardan faydalanmak da tek çaremdi artık.

"Mustafa... sakin ol. Senin derdin benimle değil mi zaten? Bütün nefretin bana. İstiyorsan beni rehin al, ya da burada öldür. Ama Caner'in bir suçu yok, bırak onu."

"Suçu senin köpeğin olması zaten!"

Caner acısına aldırmayıp öfkeyle tıslar gibi bir ses çıkardığında Mustafa bıçağı boğazına biraz daha yanaştırdı. Gözü öyle dönmüştü ki, ekipten atılmanın ona gerçekten çok ağır geldiğini bilsem de bu kadarını ben bile tahmin etmiyordum. Geçen gün başlattığı isyanı görmezden gelmiştim. Ama bu... bunu herkes kabul etse bile ben edemezdim.

Kendi ipini kendi elleriyle boğazına geçirmişti artık o...

"Mustafa! Sana intikam alman için bir fırsat sunuyorum işte. Onu bırak beni al!"

Ellerim hala havadayken biraz daha yaklaştım onlara. "Biliyorum seni ekipten attığım için çok kızgınsın bana. Geçen gün de herkesin içinde dayak yedin, gururun kırıldı tabi.."

Onunla alay eder gibi konuşmam beklediğim gibi gururunu zedelediğinde öfkeyle Caner'i bırakıp bana doğru atıldı. "Bu defa öldüreceğim lan seni! Yemin olsun öldüreceğim."

Bıçağı hız kesmeden bana doğru savurduğunda üzerimdeki elbise yüzünden geri çekilmek için biraz geç kalmıştım. Sol kolumda uzun bir çizik oluştuğunda yüzüm acıyla buruşsa da o an ona hiçbir şey belli etmedim.

"Öldür... tabi yapabilirsen."

Ben onu oyalamaya çalışırken Bengi de Caner'i yanımızdan hızlıca uzaklaştırmış ve adil bir dövüş için bize ortam hazırlamıştı.

"Ama bunu bile beceremezsin ki sen."

Sözlerim onu şimdi her zamankinden daha fazla kışkırtıyorken elindeki bıçağı yeniden bana doğru savurdu. Bu hareketinden bir adım geri çekilerek kurtulduğumda, inadıma bıçağı artık hiç ara vermeden sallamaya başlamıştı. "Hayatımı mahvettin lan! Sende ne buldularsa benim emeklerimi görmezden gelip seni başa getirdiler! Bir halt becerebildiğin bile yok üstelik!"

"Söz dinlemeyen, asla adam olmayan birini niye başa getirsinler Mustafa? Hiç mi dönüp kendine bakmıyorsun?"

Bu defa bıçağı karnıma doğru uzattığında sağa doğru yatıp bu darbeden de kıl payı kurtuldum. Ah şimdi silahım olsaydı...

"Caner, kıpırdama çok kanaman var!"

Bengi'nin bağırışıyla dikkatim bir anlığına dağılıp gözlerim istemsizce onlara kaydığında Mustafa da bu boşluğumdan zekice yararlanıp beni kolumdan çekerek kendine yasladı. Ve bıçak... artık benim boğazımdaydı.

Bengi yaptığı hatanın farkına varıp elini korkuyla ağzına kapattığındaysa öfkeyle gözlerimi yumdum. Şu durumda olmaktan gerçekten nefret ediyordum ama bir şekilde de hep bunun içinde buluyordum kendimi.

"Bırak lan onu!" Caner'in kısık ama güçlü tuttuğu sesini duyduğumda gözlerimi yeniden aralayıp ona baktım. Yarasına bakmadan yerinden kalkmaya çalışıyordu.

"Caner kıpırdama!" Beni dinlemeyip yeniden çabaladığında bu defa onu durduran şey Bengi'nin kollarıydı. Bırak diye çırpınsa da bırakmıyordu.

"İşte yakaladım seni Regina. Şimdi ne yapacaksın? Hangi torpil kurtaracak lan seni konuşsana?"

Bıçağı biraz daha boğazıma yaslayıp nefesimi kısa bir anlığına kestiğinde artık orada bir çizik oluşacağına da neredeyse emindim. "Beni öldüremezsin."

Zar zor konuşabildiğimde alayla kahkaha attı. "Öyle de güzel öldüreceğim ki! Benden çaldıklarına bin pişman olacaksın!"

Bıçağı öyle sert bastırıyordu ki kendimi kurtarmak için yapacağım her bir hamlede kendi şah damarımı kendim kesmiş olacaktım. O yüzden tek yapabildiğim nefes bile almamaya çalışmaktı.

"Sana acıyorum Mustafa. Sen kabul etsen de etmesen de bu mahalle yıllardır benim... Ve sen buradakiler için yalnızca bir hiçsin!"

O an bedeninin öfkeyle kasıldığını hissettiğimde yapacağı şeyi anlayıp gözlerimi yumdum. Yine de ben böyle ölmek istemiyordum.

Bu kadar basit ölmek istemiyordum.

Bıçağın boğazımı keseceğini hissettiğim o anda büyük bir ses patladığında zaten kapalı olan gözlerimi iyice yumdum. Bu da neydi şimdi?

Ayaklarımın dibine düşen bıçağı ancak hissedebildiğimde beni sıkıca tutan beden de acı bir çığlık eşliğinde yere düştü. Gerginlikten boşalan bacaklarımla zar zor ayakta duruyorken gözlerimi korkuyla araladım. İstemsizce elim boynuma gittiğinde hafif bir sızı dışında hiçbir şey hissetmediğimi fark ettim. Ölmemiştim.

Gözlerim omzunu tutup yerde kıvranan Mustafa'ya kaydığında daha yeni yeni idrak edebildiğim o gerçekle kapıda duran adama döndüm. Onur, tam karşımdaydı.

Ve... Mustafa'yı vurmuştu.

Öfkeli bakışları acıyla kıvranan Mustafa'dan uzaklaşıp beni hızla baştan aşağı taradığında gözleri bir süre kızardığını tahmin ettiğim boynumda oyalandı. Ve ben, o elindeki silahı beline koyup büyük bir soğukkanlılıkla bana doğru gelmeye başladığında bile şoktan açılan dudaklarımı kapatamadım. Üstelik odada benimle aynı durumda olan iki kişi daha vardı...

"İyi misin?"

Eğilip sızlayan boynuma daha yakından bakmaya başladığında, kesildiğini bile unuttuğum kolumu da dikkatle incelemiş ve beni şoktan şoka sokmaya devam etmişti.

Yanlış görmüyordum. Birilerinin yüzünü görebileceğini bile umursamadan buraya gelmişti. Gözünü bile kırpmadan Mustafa'yı vurmuştu. Şaka gibiydi ama değildi. Gerçekten yapmıştı tüm bunları!

Benim için.

"İyiyim." Şaşkınlıkla ne diyeceğimi bile bilemediğimde, her zamanki gibi gözüme daha dikkatli bakıp doğru söyleyip söylemediğimi ölçmeye çalıştı.

Ben o an ne durumda olduğumuzun da yeni yeni farkına varıyorken bir anlık tedirginlikle kolundan tutup onu biraz daha kendime yaklaştırdım. "Kafayı mı yedin sen? Neden indin aşağıya?"

Benim aksime hiç telaşlı olmayan gözlerini odadaki her bir şahısta tek tek gezdirdiğinde ben de göz ucuyla Bengi ve Caner'e baktım. Ve onlar benden en az on kat daha şok olmuş gözüküyorlardı.

"İyi misin?"

Caner sorunun ona sorulduğunu geç de olsa anladığında bir şey diyemeden yalnızca başıyla onayladı Onur'u. Hala onun kim olduğunu anlamaya çalışıyorlardı, ve kafalarından yüzlerce ihtimal geçtiğine de oldukça emindim.

"Dayanmaya çalış doktor gelir birazdan." Onur yine Caner için kısa bir bilgilendirme yaptığında az önce yaşananların şaşkınlığını artık tamamen üzerimden atmak için ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. En azından, şimdilik bu kadarını yapabilirdim.

"Hayır..." Bütün gözler bir anda bana döndüğünde düzgün bir cümle bile kuramadığımı fark edip baştan aldım. "Hayır, ben hallederim yani. Tedavi ederim onu."

"Sen benimle geliyorsun."

Asla itiraz kabul etmeyen öfkeli sesiyle odadan çıkıp gittiğinde bıraktığı boşluğu izledim bir süre. Buraya ne ara gelmiştik, Bengi beni ne zaman aramıştı, Mustafa'yla neler yaşanmıştı... şu an bunları ne sindirebiliyor, ne de doğru düzgün algılayabiliyordum. O kadar hızlı olmuş ve bitmişti ki her şey...

"Sen iyi misin?"

Aklımı boşaltmaya çalışıp Caner'in yanına koştuğumda Bengi'nin yaranın üzerine bastırdığı tişörte baktım. "Ver ben bastırayım biraz da."

Kanlı tişörtü tutmama bile izin vermeyen Bengi'ye döndüğümde deli gibi ağladığını da daha yeni fark edebiliyordum. "Sen kendi haline bak, kolun kanıyor. Boynun... boynun da çok kötü."

"İyiyim ben." dedim hissettiklerimin tam aksini söyleyerek.

"B*k iyisin." Caner'in endişeli ve öfkeli sesi kulaklarıma ulaştığında endişeli gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Çok acıyor mu canın?"

"Hayır, mal çok derine saplamadı zaten." Cümlesi biter bitmez Ömer'le birlikte odaya koştura koştura doktor girdiğinde ikisinin de şaşkın gözleri önce bizde, sonra da Mustafa'da gezindi.

"Yılmaz Bey, Caner'le ilgilenin lütfen." Caner'in yanından kalkıp doktor için yer açtığımda Ömer kolumdan tutup beni kendisine doğru çekti.

"Ne oldu burada? Boynun..."

Bir şey diyemeden elinde bir ıslaklık fark ettiğinde endişeli gözlerini boynumdan çekip kesilen koluma çevirdi. "Kolun da kanıyor, ne oluyor lan burada?"

Ben bir şey söyleyemeden kafasında olaylara bir mantık oturttuğunda öfkeli gözleri hızlı bir şekilde hala yerde acıyla kıvranan Mustafa'yı buldu. Üstüne saldıracağını anlayıp önüne geçtiğimde ters ters yüzüne baktım. "Caner'i çıkar buradan, hemen."

"Tamam, ama önce şunu bir öldüreyim." Tekrardan yanımdan geçip gitmek istediğinde kolundan tutup durdurdum onu. "Bütün adamlar neredeydi Ömer, sen neredeydin bunlar olurken ?"

Bir anda sorduğum soru onu afallatmış olsa da çok geçmeden konuştu. "Yeni gelen silahları denemeye gitmiştik poligona. Ben bilsem bu p**in böyle bir şey yapaca-"

"Bileceksin." dedim sözünü öfkeyle keserken. "Ben burayı sana emanet ettiysem, bileceksin. Şimdi değil, ama hepinize soracağım bunun hesabını. Şimdi Caner'i çıkar buradan."

Kısık sesle konuşuyordum ve biliyordum ki bağırsam daha az yanacaktı canı. Öyle de olmalıydı zaten, hepsi bugün gerçekten hayal kırıklığına uğratmıştı beni.

Lafımı ikiletmeden çağırdığı iki adamla Caner'i götürdüklerinde Bengi de arkalarından koşarak takip etmişti onları. Ve ben Mustafa'yla baş başa kaldım.

Gözlerim artık bağırmayı kesmiş, ama yerinden de bir türlü doğrulamayan şerefsize kaydığında yerde duran telsizi alıp bir numara tuşladım. "Ateş, bodruma gel hemen."

Boynumda hissettiğim sızı gitgide yutkunmamı da güçleştirdiğinde yüzüm acıyla buruştu. Yine de kendimi hızlıca toparladım, kameralardaki kişinin gözünün üstümde olduğunu çok iyi biliyordum çünkü. Öfkesi... fazla gerçekti.

Biraz sonra odaya koşarak giren Ateş'in yolda olanları öğrendiğini surat ifadesinden çok net bir şekilde anladığımda onun da gözleri herkes gibi bir süre boynumda oyalanmıştı. Bir şey söylememe bile fırsat vermeden Mustafa'nın üstüne yürüyüp çenesine doğru sert bir tekme attığındaysa gözlerimi bile kırpmadım. Artık başına gelen her şeyi hak ediyordu o.

"Bugün sen bile hayal kırıklığına uğrattın beni Ateş." dedim sesime yansıyan hüzünle. Karşılığında bana hiçbir cevap vermeden kafasını yere eğdiğinde de arkamı dönüp çıktım oradan. Çok doluydum evet, ama şimdi bunun sırası değildi. Önce halletmem gereken başka meselelerim vardı. Mesela yukarıda muhtemelen öfkeden gözü dönmüş, beni bekleyen Onur gibi...

Dirseğimden aşağı doğru süzülen kanı durdurmaya çalışıp hızlı hızlı Kadir'in odasının merdivenlerini tırmandığımda benim kapıyı açmama bile gerek kalmadan açılmıştı kapı. Beklediğim gibi Onur, tam olarak karşımda duruyordu.

"Dokuz saniyen kalmıştı. Gelmeseydin ben inecektim aşağı." Hala oldukça sinirli çıkan sesi ve söyledikleri beni tekrar tekrar şaşırttığında elinde tuttuğu ilk yardım çantasına baktım. "Bu ne ?"

"Geç içeri." Kolumdan sesinin aksine oldukça nazikçe tutup beni koltuğa oturttuğunda, o da önümdeki sandalyeye oturmuş ve gözlerini önce koluma, sonra da boynuma çevirmişti.

Çantadan çıkardığı oksijenli suyu pamuğa döktüğünde ne yapacağını anlayıp hemen durdurdum onu. "Ben iyiyim, kendim halledebilirim."

"İyiyim demekten vazgeç artık." Sert sesiyle neredeyse benimle bağırırmış gibi konuştuğunda hala oldukça şaşkın olduğum için onunla bir tartışmaya giremedim. Zaten konuştukça da boynum sızlıyordu.

Gezdirdiği oksijenli su kolumdaki açık yarayı yaktığında dişlerimi dudaklarıma bastırıp buna dayanmaya çalıştım ve o an aklıma gelen ilk soruyu sordum. "Neden böyle bir şey yaptın?"

"Yapmam gerekeni yaptım."

Bu defa da tentürdiyot döktüğü pamuğu yarada usulca gezdirdiğinde etrafındaki kanları da iyice temizleyip bir gazlı bez yapıştırdı. Öyle özenli ve dikkatli davranıyordu ki, ister istemez gerilmiştim.

"Hata yaptığını düşünmüyorsun yani? Kadir veya Patronun ne diyeceği de umurunda değil mi?" Gözleri bir süre boynumdaki çizikte gezindiğinde kaşlarını memnuniyetsizce çattı. "Evet, şu an çok büyük bir hata yaptığımı düşünüyorum."

İçten içe ondan beklediğim cevap hayır'ken, mantıklı olan cevap da tam olarak evet'ti. Sonuçta beni kurtarması, mahallenin kurallarından daha önemli olmayabilirdi onun için.

"Keşke omzuna değil de doğrudan kafasına sıksaydım o p*çin."

İlk defa ondan küfür duyduğuma mı şaşırsaydım, yoksa cümlenin bir anda çok farklı bir yere evrilmesine mi emin olamamıştım. O kadar öfkeli duruyordu ki, ben bile ağzımı açamıyordum şimdi karşısında.

Tentürdiyotlu pamuğu dikkatlice boynumdaki çizikte de gezdirdiğinde kafamı onun rahat çalışması için biraz daha kaldırıp göz ucuyla mimiklerini izlemeye başladım. Kaşları hala çatık olmasına rağmen yüzü yumuşamıştı. İlacı yeteri kadar sürdüğüne emin olduğunda da boynuma doğru yaklaşıp soğuk nefesini üfledi..

Boynuma... üfledi.

Elimin altındaki koltuk kolunu fark etmeden iyice sıktığımda istemsizce nefesimi de tutmuştum. Bu... fazla garip hissettirmişti.

Hızlanan kalp atışlarımı duyacağı korkusuyla ani bir hareketle geri çekildiğimde gözleri boynumdan ayrılıp titrek gözlerime tutundu. "Rahatsız mı oldun?"

Oldukça açık sorusuyla karşısında kısa bir an donakaldığımda ne diyeceğimi bilemeyip sustum. Hayır, aslında rahatsız olmamıştım. Ama rahatsız olmadığımı fark etmek bile beni daha çok rahatsız etmişti.

"Sızlamıyor artık." diye bir açıklama yaptığımda elindekileri çöpe atıp benden uzaklaştı. Benden uzaklaşmasıyla çaktırmadan daha derin nefesler almaya başladığımda bu sırada arka kapı açılmış ve içeriye nefes nefese kalmış Kadir girmişti.

Gözleri olması gerektiği gibi önce boynuma sonra da kolumdaki sargıya gittiğinde yine aynı hızla gelip yanıma oturdu. "İyi misin? Duyar duymaz geldim."

Başımı daha fazla endişelenmemesi için olumlu anlamda salladığımda gözlerimi de inatla Onur'a çevirmiyordum.

"Nasıl oldu peki bu? Nerede şimdi o şerefsiz ?" Gözleri benden uzaklaşıp Onur'da durduğunda, her ne kadar kendimle savaşsam da ben de istemsizce ona bakmıştım.

Beyaz gömleğinin kollarını katlamış, ellerini de ceplerine koyup masaya yaslanmıştı. Öfkeden kısılmış gözleri bir süre Kadir'de oyalandığında bana bakmadan konuştu. "Bilmiyorum. Ama onu bir daha görecek olursam, öldüreceğim."

Ürkütücü sesi ister istemez beni bile gerdiğinde, Kadir de bu tavır karşısında en az benim kadar şaşırmıştı. "Bir daha görürsem derken, o kısımı anlayamadım?"

Çekinerek sorduğu soruyla gözlerimi kaçırdığımda çaresizce bu durumu ona nasıl açıklayacağımızı düşünüyordum. Ben bir açıklama bile bulamadan hemen gelmişti o da, fırsat vermemişti bana.

"Vurdum onu."

Yeniden Onur'un sert sesini duyduğumda ben de zaten bildiğim ve bizzat yaşadığım o senaryoya karşı en az Kadir kadar şok oldum. Çünkü şu an onun bu kadar rahat bir açıklama yapmasını asla beklemiyordum.

Çok rahat, çok profesyoneldi.

"Ne... yaptın?" Kadir'in tedirgin gözleri bir bende, bir Onur'da geziyorken ben sessiz kalma hakkımı kullandım. Zaten batacağımız kadar batmıştık, bundan sonra konuşsak da bir şey değişmeyecekti. "Vurdum derken... Tam olarak neresinden, nasıl vurdun?"

"Önce ayaklarımla yürüyerek aşağı indim Kadir, sonra da çektim omzundan vurdum o p**i. Neyi sorguluyorsun oğlum sen, vurduk diyoruz işte?"

Onur'un gitgide sinirlendiğini alaycı ve küfürbaz tavrından anladığımda, endişeli gözlerim bu iki arkadaş arasında mekik dokuyordu. "Bir de açıklama yaptırtma bana, zaten beynini patlatmadığım için çok pişmanım şu an."

Sözleri biter bitmez boynumdaki yaraya baktığında çok sürmeden yeniden Kadir'e döndü. Artık bu kısa bakışları bile çok garip ve rahatsız hissettiriyordu beni.

"Hale... Duyduklarım gerçek değil, değil mi?" Sessiz kalmayı seçip dudağımı ısırdığımda onun da Onur gibi bağıracağını düşünmüştüm ki Kadir yenilgiyle gözlerini kapatıp arkasına yaslandı. "Anladım. Peki biz şimdi ne b*k yiyeceğiz kardeşim?"

Muhattapı tamamen Onur'ken, Onur üstüne alınmadan umursamaz bir tavırla cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Bu rahatlığı Kadir'i daha çok sinir ettiğinde olaya tam burada müdahale etmem gerektiğini anlamıştım. Aralarındaki bu gerilim beni de germişti.

"Odada Mustafa, Caner ve Bengi vardı. Mustafa acıyla kıvranırken ne kadar gördü bilmiyorum ama Bengi ve Caner'den yana bir problem çıkmaz."

"Bir şey söyledin mi onlara?"

Aslında henüz bu konu hakkında hiçbir şey söylememiştim. Zaten o an düşüneceğim en son şey falandı bu problem. "Hayır ama ben bir şey uydururum onlara, merak etme."

Başını tamam der gibi salladığında gözlerinden az da olsa rahatladığını anlayabilmiştim. Benim ekibimden sır çıkmayacağını o da çok iyi biliyordu.

"Peki aşağı inerken birileri gördü mü seni?"

Onur sigara tuttuğu elini yaslandığı masanın üzerine koyduğunda yine umursamaz bir tavırla cevap verdi. "Şu an bana bir şey sorma Kadir."

"Kime sorayım peki kardeşim? Olayın ana karakteri sensin, sen anlatacaksın." Kadir Onur'un aksine sinirli olduğunu belli etmemeye çalışırken ben odadaki bu yüksek doz elektriği resmen tenimde hissedebiliyordum.

"Oğlum sen iyi misin lan? Ölüyordu kız, ölüyordu! Ne yapacaktım, kameralardan mı izleyecektim son nefesini?"

Sesi odada yalıtım olmasa muhtemelen bütün mahallenin duyabileceği kadar yükseldiğinde istemsizce yumdum gözlerimi. Şimdi o böyle söyleyince... ben sanırım az önce gerçekten ölmek üzereydim.

Kadir ağzını açıp tek kelime edemediğinde, o an istemsizce Onur'la empati kurduğunu anlamıştım. Onun yerinde kendisi olsa ne yapardı, onu düşünüyordu belli ki..

Tam bu sırada telefonu çaldığında ayağa kalkıp aramayı yanıtladı. "Söyleyin Yılmaz Bey?... Tamam, sağolun."

Telefon çok sürmeden geri kapanıp, Kadir de bana döndüğünde merakla gözlerinin içine baktım. "Caner iyi miymiş?"

"Evet, çok derine girmemiş zaten bıçak. Birkaç dikişle hallettik dedi."

Yüreğime serpilen suyla derin bir nefes verdiğimde Kadir de anlayışlı bir tavıra bürünmüştü birden. "Sen önce kendini düşün kızım, ne hale gelmişsin ya."

Bakışları bana bir anda fazla üzgün gözüktüğünde gülümsemeye zorladım kendimi. Ama boynumdaki sızı buna bile tam olarak izin vermiyordu. "İyiyim ben, endişelenme."

"Tabi... hep iyisin zaten sen." Onur resmen ağzının içinden bir şeyler mırıldansa da duymuştum ben duyacağımı. Kızgındı ve belli ki patlayacak yer arıyordu bu gece.

"Hale, bizi biraz yalnız bırakabilir misin?"

Kadir'in isteğini sorgulamadan yerine getirmek için ayağa kalktığım sırada Onur kolumdan tutmuş ve beni daha henüz kalkabildiğim koltuğa hızla geri oturmuştu. "Senin gözlerinde bir problem var herhalde... Kızın yaralı olduğunu görmüyor musun oğlum sen?"

Hala öfkeli bir şekilde konuşuyor olsa da sakin kalmaya çalıştığını hissedebiliyordum ben. O da Kadir'le daha fazla tartışmak istemiyordu.

"Sorun yok Onur, gerçekten. Hem ben de gidip Caner'e bakmış olurum."

"Sorun var, sonra bakarsın." Sesi o an bana karşı da tekrar yükseldiğinde yine alttan alıp bir şey söylemedim. Onur da en az benim kadar gerilmişti bugün, onu anlayabiliyordum.

"Tamam kardeşim, senin dediğin gibi olsun."

Sinirlenmiş miydi, yoksa alınmış mıydı anlamamıştım ama Kadir'in bu halleri de içten içe üzüyordu beni. Onlarca derdimin arasında bir de bugün yaşananlar eklendiğinde bu kötü şansıma da lanet etmeden duramadım. Hayatım bitmeyen bir aksiyon sahnesinde yaşıyormuşum gibiydi bu sıralar.

"Arabada bekliyorum."

Sigarasını söndürüp ceketini de resmen fırlattığı koltuğun üzerinden geri aldığında bana dönüp peşinden gitmem için arka kapıyı işaret etti. Bu gerginliğin üzerine bir de ben körükle gitmek istemediğim için Caner'i görme işini dediği gibi sonraya erteleyip peşinden ilerledim. Tabi bu sırada Kadir kolumdan tutup durdurmuştu beni. "Bu duydukların için kendini suçlama, biz arada kavga ederiz böyle. İlişkiyi dinç tutar."

Sesindeki ilginin gerçekliği beni gülümsettiğinde başımı iki yana salladım. "İyiyim ben, sen de sıkma canını. Çok gergin bir gündü bugün, ondan öyle davrandı herhalde."

İstemsizce Onur'u savunduğumda gözlerini benden çekip Onur'un çıktığı kapıya dikti. "Ben sanırım onun neden böyle yaptığını biliyorum da... neyse."

Kısık sesini zar zor duyduğumda ne olduğunu sormama bile fırsat vermeden dikkatlice sarıldı bana. Sanki canım bir sarılmayla acırmış gibi fazla hassas davranıyordu. "Az önce çok şaşırdığım için öyle davrandım ama, düşününce ben de Onur'un yaptığının aynısını yapardım."

Beni geçiştirmek için böyle söylemediğini biliyordum. Onu da çok iyi tanıyordum çünkü...

"Biliyorum, merak etme."

Sarılmayı kısa kesip ayrıldığımızda vedalaşıp ayrıldım oradan. Onur da dediği gibi arabanın içinde beni bekliyorken yanındaki koltukta yerimi alıp kemerimi bağlamıştım çoktan. O da bunu bekliyormuş gibi yüklendiği ani gazla hızlı bir şekilde yola çıktığımızda sessiz kalmayı seçmiştim. Bugün ikimiz için de çok ağır geçmişti. Ve bunun ikimiz de oldukça farkındaydık.

Ben daha ne olduğunu bile anlamadan yol bittiğinde, bir süre sonra da evin bahçesine girmiştik. Onur arabayı her zamanki yerine park edip indiğinde de hemen arkasından takip ettim onu.

Benden önce evin kapısını açıp içeri girmemi beklediğinde yine ses çıkarmadan yanından geçtim. Bugün o kadar çok alttan almış, sessiz kalmıştım ki kendime çok şaşırıyordum.

"Hale.."

Ben daha merdivenleri çıkmaya başlamadan adımı seslenmesiyle durduğumda bana bakan yorgun gözleriyle karşılaştım. O an adım adım bana yaklaşması saçma bir şekilde kalp hızımı arttırdığında da bu saçma duygulara karşı bağıra çağıra ağlamak istedim.

Tam önümde durup bir anda boynuma doğru eğildiğinde ben yine istemsizce karşısında nefesimi tutmuştum. Başını geri çekip bu defa da gözlerime bakmaya başladığındaysa onu ilk defa bu kadar bıkmış ve yorgun görüyordum.

"Bir daha... kimsenin sana böyle bir şey yapmasına izin verme."

Sesinde öfke ya da sinire rastlamadığımda sözlerinin kulağa oldukça sakin geliyor olması da beni şaşırtmıştı. Ne diyeceğimi bilemeyip yalnızca sustuğumda baş parmağını uzatıp nazikçe boynumdaki çiziğin üzerine dokundu. Bu teması o an dokunduğu yeri resmen alev alev yaktığında geri çekilmek istesem de duyduğum kısık sesi yüzünden onu da yapamamıştım.

Kısık ve çaresiz..

"Çünkü o zaman, ben bu kadar sakin kalamayabilirim."

🔱

Loading...
0%