Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 2: Telefondaki Yabancı

@shevval

Her saniye biraz daha hızlanan ve bana yaklaşan melodiyle gözümü araladığımda elimi komodine uzatıp alarmı durdurdum. Yeni bir güne merhaba diyemeyecek kadar uykusuzdum bugün.

Oldukça üşenerek kalktığım yataktan banyoya girdiğimde hızlıca bütün işlerimi bitirip ayılmış bir şekilde geri çıktım. Ayaklarımı sürüye sürüye odadan çıkıp mutfağa indiğimde yaptığım kahve bugünkü tek kahvaltımdı. Hastaneye gidip belki bir şeyler atıştırırdım ama şu an midem gerçekten bir şey alacak gibi değildi.

Üst kattan gelen melodi sesiyle mutfaktan neredeyse koşarak geri çıktığımda merdivenleri de hızlıca bitirip odaya girdim. Yatağın üzerinde duran telefon ekranındaki operatör numarası görmeyi beklediğim arama değilken bıkkınca nefes verip usulca bedenimi yatağın üzerine bıraktım. Belli ki bugün de merak ettiğimle kalacaktım.

O malum gecenin ardından iki gün geçmişti..

Ben kapıyı çarpıp çıktıktan sonra ne Kadir beni, ne de ben onu aramıştım. Ki o hala daha arayacak gibi durmuyordu. Hatayı her zamanki gibi bende arıyordu işte, ve ben de bunu kabul etmiyordum. Haklı olup olmadığını da hiç ama hiç sorgulamıyordum. Çünkü benim için önemli olan yalnızca bana davranış şekliydi..

Arkadaş olduğumuzu sanıyordum, ama belli ki değildik. Ortak olduğumuzu sanıyordum, belli ki o da değildik..

Belli ki onun için yalnızca mahalleyi onlar için yöneten Regina'ydım ben. Belli ki onun için ne arkadaş, ne de ortak bile değildim. Emir kuluydum yalnızca.

Ama o benim kim olduğumu unutuyordu. Patronun ve onun emirlerine sorgulamadan itaat edecek bir köpek değildim ben. Ensemden tutup gölgede oynatacakları bir kukla değildim. Haklı olsam da susacak değildim.

Kendimi tehlikeye atıyorsam, bu can yalnızca benim olduğu içindi. Oradaki hiç kimseye zarar gelmemesi için neler yapabileceğimi biliyordum, biliyordu. Ama yine de hastalık yüzünden bu plandan vazgeçip eve gitmediğim için bana kızıyordu. Belki de hasta olup olmamam da umurunda değildi. Sırf Patronuna karşı geldiğim için de olabilirdi bu inadı, öfkesi..

İçimdeki merak olmasa çok da umurumda değildi artık ne düşündükleri. Ama neler olup bittiğini de merak ediyordum..

Emre'yi aramayı ve Ali Kıraç'ın durumu hakkında bilgi almayı düşünsem de Kadir yanındadır düşüncesi ile bir türlü bunu da yapamamıştım. Bir yandan içim içimi yese de gururuma yenik düşüyordu işte merakım.

Yine de her şeye rağmen bu iki günün bana iyi gelmediğini de söyleyemezdim. Bahsettiğim kısımlara şimdiki gibi uzun uzun kafayı takmadığım sürece gayet huzurluydu günlerim...

Hastaneye gidiyor, çalışıyor sonra da kafama göre takılıyordum. Stres yapıp gerileceğim bir durum, omzuma yüklenen yükler de yoktu. Altı yıl sonra ilk defa bu rahatlığı yaşamak garip hissettirse de oldukça güzeldi. Çünkü şu iki günde güneş batsa da, gece olsa da Regina yoktu. Sadece Hale vardı, yalnızca ben vardım.

Sorumluluklarım, korkularım, endişelerim, kırgınlıklarım olduğundan daha azdı ben Hale'yken. Ama güneş batıp Regina ortaya çıktığında... Hepsi bir anda çevreliyordu etrafımı. Üstelik nefes alabilecek de oldukça kısıtlı bir alan bırakıyorlardı bana.

Yine de bırakamıyordum işte o tarafımı. Yine de gitmek istiyordum yeniden mahalleye. Yine de omzuma yüklenen bu yükleri her şekilde seviyordum. Çünkü Hale olmayı seçsem de, Regina olmayı seçsem de bir tarafımın hep eksik kalacağını biliyordum. Çünkü bir tarafım karanlığa çoktan hapsolmuşken diğer tarafım aydınlıkta yaşıyordu. Çünkü ben bir bedende iki hayat yaşıyordum. Çünkü ben hem Hale olmayı, hem de Regina olmayı gerçekten seviyordum.

Güneşim bir gün sonsuza kadar batacak ve ben tamamen karanlığa hapsolacak olsam da, seviyordum.

🔱

Otomatik kapılar iki yana açılıp geçmem için yol verdiğinde içeri girip bana el sallayan Gizem'e doğru yürüdüm. Topuklu ayakkabılarımdan çıkan ses sanki bir defiledeymişim gibi hissettiriyorken istemsizce bu hisse ayak uyduruyordum.

"Günaydın!" Neşeli sesine gülümseyip elindeki kahvelerden birini aldığımda dudaklarını büzüp bana baktı. "Keşke hep böyle giyinseniz Hocam, gerçekten çok yakışıyor.."

Bugün hastanemiz için önemli bir gün olduğundan her günkü gibi pantolon giymek yerine elbise giymeyi tercih etmiştim. Hatta sabah biraz daha erken kalkıp eyeliner bile çekmiştim. Hem de hiç üşenmeden..

Çevremdeki insanların da beni farklı görüp bunu dillendirmeleri normaldi tabii. Ama her gün biraz daha erken kalkıp eyeliner çekme fikri.. işte o hiç normal değildi.

"Sence bu topuklularla ameliyat yapabilir miyim Gizem? Ayrıca bir zaman sonra tat da kaçırıyor."

"Katılmıyorum." dedi kendi ayakkabılarını gösterirken. İstemsizce güldüğümde bu lafın ona gerçekten söylenmemesi gerektiğini unutmuştum. Her gün farklı renk topuklu ayakkabılarıyla hastanede koşturmaya bayılıyordu çünkü. Hiç tadının kaçmadığına da en yakını olarak ben şahittim burada.

"Hale, bu ne güzellik?" Sağ tarafımdan gelen sese döndüğümde şaşkın bir gülümsemeyle karşılaştım. Aslında gerçekten hiç de abartılı bir şey giymemiştim bugün, mavi düz bir kalem elbiseydi işte. Ama buradan da anlaşıldığı üzere insanlar beni pantolonla görmekten gerçekten bıkmış olmalılardı.

"Teşekkür ederim Afrodit, beğendin mi?" dedim gülümseyerek. Benim özel bir gün için tercih edeceğim kıyafetler onun normal bir gününde tercih ettiği şeyler olduğu için ona bu lakabı takmıştık. Ki o da lakabından fazlasıyla mutlu ve gururluydu.

"Deli misin? Ba-yıl-dım."

"O zaman ben hızlıca Cengiz Hoca'nın yanına çıkıyorum, size de iltifatlar için tekrar teşekkürler güzel hanımlar." Öpücük atıp yanlarından neredeyse koşarak ayrıldığımda koridorun sonundaki asansörlere doğru gidip yeşil düğmeye bastım. Her ne kadar oturup onlarla sohbet etmek istesem de toplantıya bir saatten az bir zaman kalmıştı. İlk resmi toplantıma da geç kalmayı hiç istemiyordum.

Asansörün kapılarının açılmasını beklerken telefonuma gelen mesajlara da hızlıca göz attığımda derin bir nefes verdim. Üçüncü gün ve yine hiçbir mesaj yoktu..

Aklıma arka arkaya doluşan soruları hızla göz ardı ettim. Bugün mahalle, Kadir ve patron.. hiçbiri yoktu. Tamamen kendime odaklanacaktım. Üzülmeyecek, canımı da onlar için sıkmayacaktım.

Düşüncelerimi dağıtan kapı açıldığında hastaların tek tek inerek yer açtığı asansöre girdim. Çıkacağım kata basıp kapıların geri kapanmasını beklerken araya giren bir el de buna hızla engel olmuştu. Göz göze geldiğim meslektaşım beni gördüğüne, belki de böyle gördüğüne, oldukça şaşırıp bakakaldığında elimi gözünün önünde sağa sola salladım. "Cem Hocam binecek misiz yoksa orada durmaya devam mı edeceksiniz?"

İçeri girip ineceği kata bastığında tekrar bana döndü. "Hale sana ne olmuş böyle ya?"

Yüzündeki gülümsemeyle beni baştan aşağı süzdüğünde gözlerindeki beğenmişlik ifadesine gülmeden edemedim. "Bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum?"

"Aksini düşünürsen ayıp edersin maviş."

Asansör biz daha fazla konuşamadan ikinci katta durduğunda inmeden hemen önce elini saçlarının arasından geçirip bana çekici olduğunu düşündüğü bir bakış attı. "Bu arada, saçlarını hep böyle kullanmalısın."

Son kez göz kırpıp gözden kaybolduğunda arkasından yalnızca gülmekle yetindim. Cem hastanemizin Playboy'u diyebileceğim biriydi, bunu da her hareketi ve mimiği ile de belli ediyordu zaten. Yakışıklılığını ve renkli gözlü oluşunu kullanıp etkileyemediği kız sayısı çok azdı. Ve bunu her defasında benim üzerimde kullanmaktan da asla çekinmiyordu. Defalarca geri tepmesine rağmen oldukça ısrarcıydı da..

Asansörden inip önümdeki uzun koridorun sonuna doğru yürürken her adımımda biraz daha heyecanlanıyor ve geriliyordum.

Başhekim Cengiz Ateş

Önünde durduğum kapıyı iki defa tıklatıp zaman kaybetmeden içeri girdiğimde koltuğunda oturan Hocam başını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde beliren parıltı beni gülümsetirken ayağa kalkıp ellerini iki yana açtı. "Hoş geldin güzel kızım."

Bekletmeden yanına gidip kollarına sığındığımda bunu bekliyormuş gibi sıkıca sarıldı bana. "Ne kadar güzel olmuşsun sen böyle." Bunu bugün daha kaç kere duyacağımı bilmiyordum ama yine de gülümseyerek karşılık verdim. "Siz de her zamanki gibi çok şıksınız Hocam."

Elini bizden geçti der gibi salladığında yanından geçip boş koltuklardan birine oturdum. Önündeki dosyalardan birini bana uzatıp hemen gözden geçirmemi istediğinde bu bitmek bilmeyen işkolikliğini de kendime benzetiyordum.

Bir sayfa yazıyı hızlıca okuyup sorun olmadığını belirttiğimde elimdeki sayfada adımı buldum. Dr. Hale Ateş

"Hala alışamadım bu duruma.." Uzattığım kalem ve dosyayı alıp gülümsedi. Tereddütlerimin olduğunun o da farkındaydı.

Aslında tereddütlerimin olması kendime olan güvensizliğimden de değildi, omuzlarıma yeni yüklenen sorumluluklardı sadece sebebi. Diğer yandan Cengiz Amca'ya mahcup olmak da bu hayatta isteyeceğim en son şey olduğu için daha da geriliyordum.

"Hastane sahibi olmak bu kadar mı garip kızım?"

"Hayır ama.."

Saçmalayacağımı anladığı an işaret parmağını dudağına bastırıp beni susturduğunda bir anda dolan gözlerine şaşkınca bakıyordum. "Deden bu parayı senin almanı istedi Hale. Keşke ben de seni daha önce yanıma alabilseydim. Sen hiçbir şey yaşamadan önce.."

Beni düşündüğü her an üzüldüğünü, içten içe kendini suçladığını biliyordum. Ama bunu yapmamalıydı. Hiçbir şeyi bilmeyen ve her şey yaşanırken bile buralarda olmayan, hepimiz arasında en suçsuz kişiydi o.

Ben zaten yalnız ve çaresiz bir genç kızken elimden tutup beni evine aldığı gün anlamıştım onun tertemiz bir kalbi olduğunu. Sevilmenin ne demek olduğunu.

"Benim seninle ilgili hiçbir keşkem yok amca, sen de kendini böyle şeyler düşünüp daha fazla üzme. Hiçbir şey senin hatan değildi."

"Senin de değildi." 

Beni buna gerçekten ikna etmek istiyor gibiydi. Ama değildi, bu doğru değildi.

Benim yüzümden üç kişi bu hayata gözlerini yummuştu. Bitmek bilmeyen kabuslarım, kan ter içinde uyanmalarım da bana bunu hatırlatıp duruyordu zaten. Bir de susmayan vicdanım..

Yaşadığım her şeyde en az babam kadar ben de suçluydum.

"Toplantıda görüşürüz Hocam."

Ayağa kalkıp odadan kaçar gibi çıktığımda kapıyı da arkamdan kapatıp tuttuğum nefesimi serbest bıraktım. Bu konuşmanın uzaması eski günlerin açtığı yaraları kanatmaktan başka bir işe yaramayacaktı, biliyordum. O yüzden en kolay yol kaçmaktı, ve ben de öyle yapmıştım.

"Hocam!" 

Duyduğum yüksek ses beni daldığım düşüncelerden hızla sıyırdığında koridorun sonundan bana el sallayan Gizem'e döndüm. "Bir şey mi oldu?"

Garip heyecanına anlam veremeyip yanına tereddütle yürüdüğümde sevinçle el çırptı. "Sürpriz!"

Bileğimden tutup beni asansöre bindirdiğinde bir türlü yerinde duramayan kadına gülmeden edemedim. İster istemez merak ettiriyordu bu heyecanı yüzünden.

"Ne oluyor, ikinci katta ne işimiz var?" dedim asansörde tıkladığı rakama şüpheyle bakarken. Cevap vermeyip yeniden bileğimden tuttuğunda asansörden inip beni de peşinden sürüklemeye başlamıştı. "Ta-da işte sürpriz! Odanıza geldik!"

"Odam mı? Benim odam zemin kat-"

Dr. Hale Ateş

Kapının yanında yazan ismim cümlemi yarıda keserken şaşkın bakışlarımı yeniden ona çevirdim. "Odanız küçük ve kullanışsız olduğu için Cengiz Hoca burayı sizin için hazırlattı. Bakın benim masam bile iki kat daha büyük.."

Dudaklarımda ister istemez şaşkınlığıma eşlik eden bir gülümseme oluştuğunda işaret ettiği masasına baktım. Benden habersiz çoktan yerleşmiş ve belli ki çok beğenmişti.

"Odanız harika.." Kapıyı açıp geçmem için alan yarattığında yavaşça içeri girdim. Oldukça büyük ve ferah bir odaydı burası.

Kapının sol tarafında kalan sedye ve gerekli tüm aletler, tam karşımda camın önünde duran masam, sağ tarafta ise büyük bir kitaplık..

Oda baştan aşağı düzenlenmişti, benim için..

"Tamam da bir anda nereden çıktı bu? Hem sen zamandır biliyordun bunu?"

"Yaklaşık iki hafta.."

Yalancı bir kızgınlıkla ona döndüğümde dudak büküp omuz silkti. Sakladığı için ona istesem de kızamazdım, belli ki emir bu defa büyük yerden gelmişti.

Çantamı masamın üzerine bırakıp yavaş adımlarla odada gezindim. Her şey çok güzeldi ama kitaplık şu an sanki altından bir hazine gibi görünüyordu gözüme. En sevdiğim yer kitaplar ülkesiyken boş zamanlarımda aralarında kaybolmamak için ise artık hiçbir sebebim yoktu..

Adımlarımın yeni hedefi masam ve önünde karşılıklı duran iki koltukken tam ortada duran ismim yine gözüme çarptı.

Hale Ateş..

"Baba bütün notlarım 5.."

Küçük kız heyecanla karnesini babasına verdiğinde ellerini de usulca önünde birleştirmişti. Babasından bir şeyler bekliyordu yalnızca.. Bir güzel söz, belki bir gülümseme.

Okuldaki herkes ailesine karnesini verdiğinde sarılmışlardı, fotoğraf çekilmişlerdi hatta. O bir köşede onları izlerken gözü de hep kapıdaydı. Belki babam da gelir diye düşünmeden edemiyordu. Ama gelmemişti. Belki eve gidince tebrik eder, saçlarımı sever demişti. Ama her zamanki gibi o yine sevmemişti.

Yüzüne bir anda fırlatılan karneyle geriye sendelediğinde hızla eğilip onun için değerli olan kağıt parçasını dikkatlice yerden aldı. Ondan sevgi beklemek bile başlı başına hataydı. Zaten kalbi olmayan bir adamda sevgi ne arardı?

"Notların 5 olsa ne olur, senden hiçbir halt olmaz!"

Senden hiçbir halt olmaz.

Senden hiçbir halt olmaz.

Beynimde hızlı ve beklenmedik bir anda dolanan cümleye eşlik eden tek bir damla gözyaşımı hızla sildim. Onun için ağlamayı bırakalı uzun zaman olmuştu. Bu akan yaş bile ona değildi, o küçük kızın kırılan kalbi içindi aslında..

Paramparça olan minik kalbi için..

"Oldum baba, sen kabul etmesen de ben çok iyi bir doktor oldum."

🔱

Evimin kapısının kilidini anahtarla açarken ayağımdaki topukluları tek hareketle çıkarıp elime aldım. Bedenim yorgunum diye bağırırken gözlerimin de ondan aşağı kalır yanı yoktu.

İçeri girip kapıyı da arkamdan kapattığımda kilitlemeye bile üşenmiştim. Adımlarım direkt merdiveni bulurken odama çıkıp kıyafet dolabını açtım. İçinden en rahat siyah şort takımımı çıkardıktan sonra ilk hedefim banyo olmuştu.

Sıcak su saçlarımdan aşağı süzülürken derin bir nefes aldım. Oturduğum zeminden bile kalkamayacak kadar halsiz hissediyordum kendimi.

Toplantı beklediğimden uzun sürmüş, bittiğinde de beni şok eden bir şey olmuş ve Şule gelmişti. Aylardır görüşemediğim kuzenim ve en iyi arkadaşım Amerika'dan dönmüş, babası Cengiz Amca'ya ve bana büyük bir sürpriz yapmıştı. O anlar gözümün önüne geldiğinde bile gülümsemeden edemedim.

Sadece üç günlüğüne gelmiş olması beni bir yandan üzerken aynı zamanda kısa da olsa onu görebileceğim için mutluydum..

Bugün hastanede işlerim biter bitmez beni zorla alışverişe götürmüş, antrenman günümü de böylelikle aksattırmıştı. Sinema, yemek derken saat on ikiyi bulmuş, eve de daha yeni girebilmiştim. Ona kalsa bu gece sabaha kadar alemlere akmalıydık. Neyse ki elinden zor da olsa kurtulabilmiştim.

Ayağımdaki topuklular bana günü resmen zehir ederken, rahatıma düşkün biri olduğumu bir kez daha anlamıştım tabi. Neyse ki her şeye rağmen güzel bir gündü bugün.

En güzel yanlarından biri de vücudumu rahatlatan bu sıcak suydu işte. Sızlayan topuklarım ve ağrıyan bacaklarım için sanki şifa gibiydi..

Yeteri kadar suda durup sabunlarla da anın bolca keyfini çıkardıktan sonra havluya sıkıca sarılıp banyodan çıktım. Girmesi zor alıştıktan sonra çıkması daha da zordu bu illetin.

"Tövbe est-" Odama girmek üzereyken koridorda denk geldiğim boy aynası yüzünden kısa bir an kalbimin duracağını sandım ama neyse ki öyle olmadı.

Silmeden banyoya girdiğim makyajım beni adeta korku filmlerindeki kızlara çevirmişti. Ağzım yüzüm siyah rimel ve eyeliner ile doluyken koşar adımlarla odaya girdim. Bu halimi biri görse korkudan bayılabilirdi. Az kalsın ben bile bayılıyordum çünkü.

Üzerimi değiştirir değiştirmez makyaj masasına oturduğumda eski halimi almak için uzun uzun çaba sarf etmem gerekmişti. Neyse ki bunu da başarmıştım.

Yerde duran ıslak havluyu alıp banyodaki kirli sepetine attığımda bir anda canım alakasız bir şekilde kahve içip televizyon izlemek çekti. Kendimle uyumak ve aşağı inmek arasında bir savaşa girsem de burnuma hayali olarak dolan kahve kokusu bu savaşı büyük bir farkla kazanmıştı.

Mutfağa inmek için merdivene yöneldiğim sırada alt kattan gelen sesle kaşlarım hızlı bir şekilde çatıldığında ayaklarım da adım atmayı çoktan kesmişti. Az önce kapı mı açılmıştı yoksa ben mi yanlış duymuştum?

"Hızlı olun."

Hayır, yanlış duymamıştım.

Adım sesleri aşağı katta hızla dolaşmaya başladığında korkuyla etrafıma bakındım. Evimde gerçekten birileri vardı!

"Ne yapacağım?" Kendi kendime konuşsam da bu durumda soruma bir yanıt bulamıyordum.

Bacaklarım gerginlikten titremeye başladığında şu an yapabileceğim en iyi şeyi yapmalı ve odama saklanmalıydım. Kendimi telkin edip parmak uçlarımda geri geri yürümeye başladığımda bir yandan da beni duymamaları için içimden dua ediyordum.

Sonunda kimse beni duymadan odaya girebilip kapıyı da arkamdan yavaşça kapattığımda kilitleyebildiğim kadar kilitledim. Bir çıkış yolu bulmak, kendimi korumak için etrafa bakındım ama nafile. Bir geri zekalı gibi çantamı da yukarı getirmemiş, aşağıda bırakmıştım.

"Aferin Hale, aferin!" Elimdeki yastığı öfkeyle yere fırlattığımda parmaklarımı ıslak saçlarımdan geçirip çekiştirdim. Bir çözüm bulmalıydım, bir çözüm bulma-

"Telefonum!"

Yatağın üzerindeki telefonumu son anda akıl edebildiğimde büyük bir umutla koşup elime aldım. Neyse ki az da olsa şarjı vardı.

Titreyen parmaklarım ekran kilidini girmemde bile bana yardımcı olmuyorken parmak izimi okutmak da aklıma yeni geliyordu. Şaka gibi gerginlikten resmen beynim durmuştu..

Emre'nin numarasını arayıp beklemeye başladığımda o an asla duymak istemediğim o kadının sesini duydum. Aradığınız numara kullanılmamaktadır.

Başımdan aşağı buzdan soğuk bir su dökmüşler gibi bir his vücudumu ele geçirdiğinde derin bir nefes aldım. Numarasını değiştirdiğini bana neden söylemediğini de şu an gerçekten çok merak ediyordum.

Ve şimdi... ben ne halt yiyecektim?

Polisi arayıp aramamak arasında gidip gelirken içimden bir ses eve girenlerin hırsız olmadığını söylüyordu. Zaten kapıdaki güvenliklerden geçebildilerse bu ihtimal yok gibi bir şeydi. Bu durumda maalesef ki en iyi senaryo istesem de istemesem de Kadir'i aramak olacaktı.

Yapmak zorundaydım.

Merdivenlerden gelen adım sesleri içimdeki endişeyi körüklerken fazla düşünmeden numarasının üstüne bastım. Ne kırgınlığım ne de kızgınlığım umurumdaydı şu anda. Önce şunlardan kurtulmalıydım.

Çalıyor, çalıyor, çalıyor..

"Aç artık şu lanet telefonunu! Küslüğün sırası mı?" Sinirle fısıldadığımda sanki o an beni duymuş gibi telefonun açılma sesi geldi.

"Kadir, evimde birileri var!" O an kapı da cümlemi destekler gibi zorlanmaya başladığında endişeyle gözlerim büyüdü.

"Oda kilitli, burada !" Kapının önündeki adam destek çağırmak için diğerlerine bağırdığında gözlerimi sıkı sıkı yumdum. İşte şimdi gerçekten bitmiştim.

"Kapıyı zorluyorlar şu an, Emre'yi de aradım ama numarasını değiştirmiş. Ne yapacağım ben?" Endişeyle titreyen sesim bana bile yabancı gelirken onlar için de ne kadar savunmasız olduğumun farkındaydım. Tek başına, silahsız bir av..

"Konuşsana gerizekalı, kafama sıkmalarını mı bekliyorsun?"

Odanın kilidi daha hızlı zorlanırken arkasındaki anahtar da neredeyse yere düşmek üzereydi. Gözüm orada kulağım telefondayken artık cidden pes etmek üzereydim. Beni öldürmelerine belki de daha kötü şeyler yapmalarına ramak kalmıştı ama o hala aptal küslüğüne devam mı ediyordu yani?

"Seni arayanda hata, kapatıyorum."

Telefondan artık vazgeçip kapatacağım anda karşı taraftan duyduğum o ses kalp ritmimi mümkünmüş gibi biraz daha hızlandırırken nefesim boğazımda asılı kaldı.

"Kapatma."

Duymayı beklediğim şey de, sesini duymayı beklediğim kişi de bu değildi. Konuştuğum kişi... Kadir değildi.

Son ümidim de ellerimden yitip gitmişti işte tek bir kelimeyle. Üstelik açılmak üzere olan kapım bile umurumda değildi şu an. Sadece Kadir'in iyi olup olmadığını merak ediyordum artık.

"K-kimsin sen, Kadir nerede?"

Korku, endişe ve çaresizlik..

Bütün duygular sesime doğrudan yansıdığında kekelemiş, dediğimi ben bile zor anlayabilmiştim.

"Neredesin ?" dedi oldukça düz sesiyle. Sorumu umursamamış hatta görmezden gelmişti. Duygularımın üstüne bir de sinir eklendiğinde şimdi hangi biriyle başa çıkacağımı düşünüyordum.

"Kadir nerede diye sordum!" Kısık sesim biraz yükseldiğinde kapıdakilerin duymaması için de ayrıca çaba sarf etmem gerekmişti. Yardım için aradığım kişinin yardıma ihtiyacı olup olmadığını bile bilmiyordum. Bu ne berbat bir geceydi böyle.

"Ölmek istiyorsan uzatma, kapat telefonu. Yardım istemek için aradıysan da sus ve sadece dediklerimi yap."

Yine beni umursamayıp üstüne bir de terslediğinde gözlerimi öfkeyle yumdum. Her geçen dakika biraz daha Kadir'e zarar vermek için orada olmadığına inanıyordum. Öyle olsa bana neden yardım etmek istesin ki değil mi, hiç mantıklı değil bu.

Ama yine de kim olduğunu bilmediğim bu adama nasıl güvenebilirdim ki? Dediklerimi bile umursamıyor, sadece kendisi soru soruyordu. Ben gerildiğimde de haklıymış gibi sinirleniyordu bir de. Kadir'i mi, onu mu, kendi mi düşüneyim şaşırmıştım artık.

"Kimsin sen? Neden güveneyim sana? Kadir'e bir şey yapmadığını nereden bileceğim ayrıca?"

Cevap vermeyeceğini bile bile arka arkaya sıraladım sorularımı. Ve yine telefonda bir sessizlik hüküm sürdü. Bana cevap vermiyorsa ben de ondan yardım istemeyecektim.

Telefonu bu defa gerçekten kapatacağım sırada kapıya atılan tekme o an yüzüme bir tokat gibi çarptı. Başka çaren yok Hale, oyna bu kumarı der gibiydi sanki..

Tek başımaydım, en iyi ihtimalle ölmek üzereydim ve bana yardım edebilecek tek kişi de telefonun diğer ucunda duruyordu.. Çarem yoktu, büyük bir hata olsa da bu yaptığım, ona güvenmek zorundaydım.

"Odamdayım ve onlar da kapımın tam önündeler." dedim yenilgiyle.

"Etrafında kendini koruyabileceğin bir şeyler var mı?"

Bir anda ciddileşen sesi beni daha da strese sokarken sanki beni görebilecekmiş gibi kafamı iki yana salladım. Olsaydı korurdum zaten, neden arayayım ki onu? Ki aradığım o bile değilken... İçim içimi yiyordu, sahi Kadir neredeydi?

"Yok."

"Silahın nerede?"

"Aşağıda kaldı."

Derin bir nefes aldığında gözünde sanırım anlık olarak geri zekalı durumuna düşmüştüm. Uğraştığım adamlar belliydi, bense kapıyı bile kilitlemeyip üstüne bir de silahımı aşağıda bırakmıştım. Yine de bu başıma ilk defa geliyordu ve istemeden elim ayağım birbirine dolaşmıştı işte. Hem o benim silahımın olduğunu nereden biliyordu?

"Odada kapının önüne itebileceğin bir şeyler var mı?"

Var mı, var mı? VAR!

"Makyaj masası var."

"Tamam, kapının önüne itip sıkıştır." Telefon hala kulağımdayken dediğini yapıp kalçamla çok da ağır olmayan masayı iterek kapının önüne iyice yerleştirdim.

Kapının diğer ucunda birkaç kişi bir şeyler konuşuyor, biri de aynı zamanda hala anahtarı yere düşürmekle uğraşıyordu. Onun uğraşlarını boşa çıkarıp anahtarı tekrar yuvasına oturttuğumda arkadan bana ithafen gelen küfürler çoğaldı.

"Sık lan şu kilide!" Bağırdığını duyduğumda gerçekten kapıya sıkma ihtimallerine karşı dolabın arkasına kaçtım. Bunlar kimdi, evimi nereden bulmuşlardı bilmiyordum ama içeri girebilirlerse bu kadar ürkek davranmayacağım kesindi. Resmen canlarıyla kumar oynuyorlardı.

"Adresini ver."

Telefonda unuttuğum sesin sahibini tekrar duyduğumda bir anlığına korksam da dediğini yapıp adresi verdim. Ondan tekrar bir şeyler söylemesini ve beni rahatlatmasını beklerken odada tekrar yüksek bir ses yankılandı. Yapmışlardı, gerçekten kapıya sıkmışlardı!

"Odaya girmek üzereler..."

Çaresizce fısıldadığımda telefonun diğer ucundan bir takım sesler duyuldu. Sanırım başka biriyle daha konuşuyordu.

Gergince nefesimi tuttum. Kim olduğunu bile bilmediğim, yalnızca bana korkmamamı söyleyen bu adama güvenmek tek çaremken sessizce yeniden bir şeyler söylemesini umut ediyordum.

"Beş dakika daha dayanman lazım."

Otoriter sesi içimi az da olsa rahatlatırken gözüm açılmak üzere olan kapıya gitti. Sanırım beş dakikam bile yoktu.

"O kadar zamanımın kaldığını sanmıyorum." Cümlem biter bitmez kilit kırıldığında kapının kulpu yavaşça ileri itildi. Elimde silah olduğunu sandıkları için böyle temkinli davrandıklarını biliyordum. Ama maalesef ki yoktu.

"Bu masa ne lan şimdi?"

Kapının önüne koyduğum masayı öyle bir sıkıştırmıştım ki kapı açılıyor ama normal bir insanın bile sığamayacağı kadar boşluk ancak bırakıyordu. Ağız dolusu bir küfür ettiğinde gülmek istesem de gülmedim. Sinirlerim bu gece gerçekten altüst olmuştu.

"Kimsiniz siz?"

Kendimden emin çıkan yüksek sesim karşı tarafı susturduğunda telefondan Kadir'in ne oluyor dediğini duydum. O an içimde bir yerlere kova kova su serpildiğinde rahatlamış bir nefes aldım. Neyse ki birimiz güvendeydi..

"Karşımıza gel de gösterelim kimiz."

Kadir'in güvende olması beni rahatlattığı kadar güçlendirmişti de. Öyle ki gerginliğim beni hızlıca terk etmiş, yerini büyük bir öfkeye bırakmıştı.

"Sen gel de bak nasıl beynini dağıtıyorum." Elimde silah varmış gibi davranmak şimdilik tek çaremdi.Tabi buna önce ben inanmalıydım.

"Hale mi o?" Telefondan yine Kadir'in sesini duyduğumda yaşadığım bu ikileme göz devirdim. Aynı anda iki tarafı dinlemek ve odaklanmak gerçekten zordu.

"Tek başınasın ama havan on numara, sevdim seni."

"Kes sesini de sizi kim gönderdi onu söyle!" Onu oyalamaya çalışsam da yanındaki adamı bir yandan tekme atarak masayı itmekle uğraşıyordu. Biraz daha böyle yapmaya devam ederse ortada masa diye bir şey de kalmayacaktı. Ve ben laflarımla kalacaktım.

"Abi ben buradan geçerim."

Aralarından biri ben daha ne olduğunu bile anlayamadan birkaç saniye içinde içeri atladığında olduğum yerden geriye kaçtım. Çünkü artık tam önümde gözlerimin içine öyle bir öfkeyle bakıyordu ki..

"Ee güzelim sende silah falan yokmuş ki.."

Benimle dalga geçer gibi kendi silahını gösterdiğinde çaresizlikle yutkundum. Artık öleceğime koşulsuz şartsız emindim.

"Fark eder mi?"

Elimdeki telefonu o görmeden yatağa bıraktığımda kapatmamam gerektiğinin oldukça farkındaydım. Ben onları duyamasam da onların bizi duyuyor olması içimi az da olsa rahatlatıyordu.

"Fark etmez tabi, abi ben bunu paketliyorum." Çok rahat bir tavırla silahı beline koyduğunda içten içe bu aptallığı gerçekten yaptı mı diye düşünüyordum. Yine de bu durumda ona teşekkür etmem gerekirdi. Çünkü karşısındakini küçümsemek kendi sonunu getirecekti, bilmiyordu..

Kolumu tutmak için uzattığı elini hızlı ve sert bir şekilde tutup çevirdiğimde acıyla inledi. "Bırak lan beni!"

"Bırakmıyorum lan seni."

Karşımda iki büklüm dururken aynı hızla ayağımı kaldırıp karnına geçirdim. Dizlerinin üzerine acıyla düştüğünde tuttuğum saçlarıyla kafasını sertçe duvara vurdum. Bir kez daha, ve bir kez daha..

"Ne oluyor orada Suat?!"

Kapıdaki arkadaşları masadan geçmek için kendilerine boşluk yaratmaya çalışıyorlarken ben de o sırada adamlarını paketliyordum.

Belindeki silahı tek hareketle çekip aldığımda emniyetini açıp yerde acıyla inleyen adama çevirdim. Gururuna yedirememiş olmalı ki o halde bile tekrar kalkmaya yeltendi ama yeni bir tekme darbesi bu isteğini hızla reddetmiş gibi görünüyordu.

Yatağın üzerindeki telefonu elime geri aldığımda hala açık olduğunu görüp rahat bir nefes aldım. En azından benden hala ümidi kesmemişlerdi.

"Alo, telefondaki yabancı... Az önce silahın var mı diye sormuştun ya.." Hızlı hızlı alıp verdiğim nefesler arasından alayla sırıttım. "... artık var."

"Tam bir baş belasısın Hale, merak etme geliyorum şimdi yanına." Kadir'in rahatlamış sesi beni de rahatlatırken yine de kapıda duran iki kişinin varlığının fazlasıyla farkındaydım.

Çekmecedeki kablosuz kulaklık aklıma geldiğinde hızlıca kulağıma takıp saçlarımın arasına gizledim. Telefonu da yastığın altına sıkıştırdığımda görünmediğinden iyice emin olmam gerekmişti.

"Birazdan orada olurlar, dayanmaya çalış." O yabancının sesi tekrardan kulaklarıma ulaştığında göremese bile başımla onayladım. Kimin geleceği umurumda bile değildi, sadece birilerinin gelmesi yeterliydi artık.

Düşüncelerime hak vermiş gibi odada yeni bir ses duyulduğunda masa bu defa gerçekten kırılmış iki silahlı adam da koşarak -gerçekten koşarak- içeri dalmıştı. Bana o kadarcık zamanı bile vermeyecekler gibi görünüyordu.

Sanırım söylediği adamlar geldiğinde burada ölümü bile bulamayacaklardı.

"Ne yaptın lan sen?" Gözleri yerden kalkamayan arkadaşlarına gittiğinde sinirle karışık hayretle bana bakıyorlardı. Sanki ben bunu tek başıma yapmış olamazmışım gibi... Ama yapmıştım.

"Sen iyice kaşındın artık.." İri yarı olan adam öfkeyle bana doğru atıldığında elimdeki silahı hızla kaldırıp ona doğrulttum. İkiye karşı bir, Rus ruleti..

"Bas geri, dağıtırım beynini!"

Durup bana sırıtarak baktığında iğrenç bir şekilde baştan aşağı süzmeyi de ihmal etmemişti. "At silahı güzelim, yoksa dağılan beyin seninki olacak."

Sonuna kadar haklıydı ama bunu belli etmemem sanırım benim için daha iyi olacak gibi duruyordu. Belki kendim inanırsam onları da bu durumun tam tersine inandırabilirdim.

"O elindeki oyuncak değil biliyorsun değil mi?" Yanındaki adam alayla güldüğünde iri yarı olan da ona katılıp kahkahayı patlatmıştı. İşte birileri beni yine küçümsüyordu.

Sanırım hayatta en sevmediğim şeylerden biri küçümsenmekti ve onlar bunu gözümün içine baka baka yapıyorlardı. Belki de bu durumda gerçekten beyinlerini patlatmam gerekiyordu.

"Hale, sakin ol ve duymamış gibi yap." Kulaklıktan Kadir'in gergin sesini duyduğumda derin bir nefes aldım. Beni çok iyi tanıyor ve bu durumda sakinleştirmeye çalışıyordu, ama ne yazık ki işe yaramadı.

"Oyuncak olup olmadığını test etmek için alnını kullanmama ne dersin?"

"Abi'nin seni neden sağ istediğini şimdi anladım, taş gibi hatunmuşsun valla. Asıl anlamadığım herkesin senden neden bu kadar korktuğu.. Seni yakalamak bu kadar kolayken hem de."

Beni takmayıp yeniden kahkaha attığında takıldığım tek bir nokta vardı. Abisi beni öldürmelerini değil, ona götürmelerini mi istemişti yani?

"Kimmiş o Abi'n?"

"Niye, ona göre mi süslenip geleceksin?" Tekrar komikmiş gibi kahkaha attıklarında göz devirdim. "Siz bu zekayla nasıl bu kadar yaşadınız ben de onu merak ediyorum. İki mermiyle silsem sizi yeryüzünden ne güzel olur değil mi?"

"Reis'imize yanlış yaptın, bedelini de ödeyeceksin güzel bayan. O yüzden artık uzatma da bırak şu silahı."

Ali Kıraç.. 

Yine ve yine Ali Kıraç.

Bu alemde yalnızca ona Reis deniyordu. Ve bana da ona yanlış yapan Regina.

İçerideyken bile bana adamlarını yollamış, onu öldürmem için bir sebep daha sunmuştu işte..

"Biliyor musunuz, Reis'iniz polise yakalanmadan hemen önce benden güzel bir dayak yedi. Sanırım şimdi sırada siz varsınız.." dedim alaylı bir sesle.

O sırada Kadir telefondan saçmalama diye bana sesleniyorken onları duymamak için kulağımdaki kulaklığı, hemen ardından da yastığın altındaki telefonu çıkardım. Yapacağım ve başıma gelecek her şeyin tek sorumlusu bendim artık.

"O telefon ne, kiminle konuşuyordun lan sen?"

"İşte bunu hiçbir zaman bilemeyeceksin." Onlarla alay etme zevkini şimdi ben yaşıyorken artık ellerinde tuttukları silahlar da umurumda değildi. Ali Kıraç, yine kendi kaşınmıştı.

"Ver lan şunu!" Telefonu almak için bana doğru atıldığında ayağımı kaldırıp çenesine fazlasıyla sert bir tekme attım. Yanındaki adamı da sabırsız bir halde bana saldırmaya kalktığında ben ona karşı da kendimi korumak için gardımı almıştım ama çenesini tutan abisi onu eliyle durdurdu. Bana bırak der gibiydi sanki..

Kendini toparlayıp dikleştiğinde iri vücudunu tamamen bana döndürdü. "Seni önce dövecek sonra da.."

Bir yandan konuşuyor bir yandan da üzerime yürüyorken bana savurduğu tekmeden son anda kaçtım. Bu defa da yumruk atmaya çalışmış ama ben ondan da ustaca kaçmayı başarmıştım.

Sırtım dolaba değdiğinde daha fazla kaçamayacağımı anlayarak elimde tuttuğum silahı biraz daha kavradım. Bunu yapmaya beni onlar mecbur bırakmıştı.

"Ne kadar kaçmayı düşünüyordun ki?" Köşeye sıkıştığımı anlayarak üstünlüğüyle sırıtmaya başladığında tereddüt etmedim. Tetiği çektim ve silahı ateşledim.

O an oldukça yüksek bir sesle bağırarak yere düştüğünde gözlerim parkeleri kana boyayan eserime, bacağına gitti. Bir yandan acıyla bağırıp küfür ediyor, diğer yandan da eliyle yaraya bastırıyordu. Ne yazık ki ne kadar sert bastırırsa bastırsın o kan öyle kolay durmayacaktı.

"Benim artık sabrım mabrım kalmadı lan, öldüreceğim seni.."

Saniyeler içinde odayı tekrar bir silah sesi doldurduğunda kızıla boyanmaya başlayan parkeye yeni kan damlaları eklenmişti. Ama bu defa bu kan onlara değil, bana aitti.

Daha ne olduğunu bile anlayamadan omzumda çok keskin bir acı hissettim. Sanki etim parçalara ayrılmış gibi yanıyordu.

Vurulmuştum.

Vücudum o an istemsizce kontrolü kaybettiğinde dizlerimin üzerine çöktüm. "İşte böyle.."

Dudaklarımın arasından kaçan acı dolu inleme ve kesilen nefesim onun hoşuna gitmiş olmalı ki o haliyle bile halime zaferle gülüyordu.

"Abi Reis'e ne diyeceğiz biz şimdi?" Arkasındaki adam korkuyla bir bana bir ona bakıyorken abisi cevap vermedi. Oysa Ali Kıraç'ın beni sağ istediğini kendi ağzıyla söylemişti dakikalar önce..

Gözlerindeki korkuyu ve endişeyi çok açık bir şekilde görebiliyordum. Planı başta vurmak olmasa da onu ve arkadaşını dövdüğüm için bir nevi bu yolla intikam almıştı benden. Ve bedelini ağır ödeyeceğini de çok iyi biliyordu.

"Ali Kıraç seni öldürecek.." dedim acımı görmezden gelmeye çalışırken. Sözlerim onu daha fazla sinirlendirdiğinde yatağa tutunarak ayağa kalktı.

"Ama sen bunu görecek kadar yaşamayacaksın oros*u!"

Tek ayağını sürüye sürüye üstüme geldiğinde kaçmaya çalışsam da olmadı. Yaralı olmayan ayağını kaldırıp bir de karnıma sert bir tekme attığında nefes alamadığımı çok net hissetmiştim. Yana doğru devrilip elimi karnıma bastırdığımda o iğrenç kahkahasını yeniden duydum.

"Ne oldu, atıp tutuyordun Hale Hanım? Pardon, ya da Regina mı demeliydik sana?"

Duymayı beklemediğim cümle yeni bir kurşun gibi alnımın ortasından girdiğinde gözlerimi sıkı sıkıya yumdum. Bu an gerçekten yaşanıyor olamazdı... değil mi?

İsmimi nereden biliyorlardı?

Beni nereden biliyorlardı?

Yıllarım... Aynı bedende yaşayan bu iki kadını ve hayatlarını birbirinden ayırmakla geçmişken tek gecede bütün hepsi gerçekten başıma mı yıkılmıştı yani?

Nerede hata yapmıştım peki ben?

Kurduğum düzenim, planlarım, geleceğim... Hepsi bir anda, tek bir cümleyle yok olmuştu sanki kafamdan. Ne Hale, ne de Regina... Şimdi kimdim, nasıldım, ne yapacaktım hiçbir şey bilmiyordum.

Onlar hala nefes almalı mıydı, onu da bilmiyordum.

Canım çok yanıyordu ama dayanıyordum. Ağlamak istiyordum ama dayanıyordum. Dişlerimi sökmek istercesine birbirine bastırıyordum ama buna da dayanıyordum.

Bağırmak, içimdeki mermiyi parmaklarımla tutup çıkarmak istiyordum. Çünkü canımı bu kadar çok yakan şey o mermi değildi. Nefesimi kesen tekme de değildi.

Onların ağzından duyduğum ismim, bugüne kadar hiç bu kadar gerçek gelmemişti kulağıma. Hiç bu kadar yabancı gelmemişti.

"Daha önce kimse bana ölmek için bu kadar yalvarmamıştı." dedim acı dolu sesimle.

İşte o an başını, sonunu, önünü ve arkasını düşünmedim. Sıkı sıkı tuttuğum silahı ateşledim ve merminin bu defa da karnını delip geçişini izledim. Tekrar ve tekrar...

Üç mermi. Önce karnı, sonra sağ bacağı ve hemen ardınan sol bacağı. Sıktığı mermi için, attığı tekme için, adımı o pislik ağzına aldığı için ve dahası için.. Bunu hak etmişti.

Bunlar olurken vicdanım asla sızlamadı, Doktor Hale ortaya çıkmadı, elim de asla titremedi.

O an anladım. Yaşatmaya çalıştığım iki tarafımdan biri beni çoktan bırakmıştı. Bir tarafım mezara girmiş, kendi üzerine toprağını da elleriyle atmıştı. O an anladım ki benden geriye yalnızca Regina kalmıştı..

"Abi!" Geriye kalan son adam titreyen elindeki silahı bana doğru tutarken bir yandan da yere devrilen abisine sesleniyordu. Artık cevap veremeyeceğini bile bile..

"Öldüreceğim lan seni!"

Beni öldüreceğini söylüyordu, diğerleri gibi..

Silahım yeniden ateşlenmek için bu defa da onu hedef aldığında ben ona göre daha hızlı ve avantajlıydım. "Öldür..." dedim zoraki bir fısıltıyla. Eğer yapabiliyorsa bunu yapmasını gerçekten çok isterdim.

Ama yapamazdı. 

Çünkü benim gözüm çoktan dönmüştü, ben artık durdurulamazdım.

Odada o tok ve yüksek ses yeniden yankılandığında karşımdaki adam da diğerleri gibi kanlar içinde ayaklarımın önüne devrildi.

Ama... onu ben vurmamıştım.

Ben daha ne olduğunu bile anlamadan Emre ve arkasından da birkaç silahlı adam hızlıca içeri daldığında ne zaman tutmaya başladığımı bile bilmediğim nefesimi serbest bıraktım.

Hatta kendimi sıkmayı, acıma direnmeyi de bıraktım. Zaten o an ne kendimi ne de gözümden kayıp düşen bir damla yaşı tutabilirdim. Canım acıyordu. Canım bugün gerçekten çok acıyordu.

Yıllarımı uğruna harcadığım hayatım bir anda tepetaklak olmuştu ve benim canım acıyordu.

İlk defa vurulmuştum, kurşun canımı yakmıştı ama onların ağzından kendi adımı duymak kadar zor değildi hiç biri.

"Hale.." Emre yanıma gelip devrilmek üzere olan bedenimi kendine yasladığında kimsenin duymaması için sessizce ismimi fısıldadı. Duymasını korktuğu kişilerin daha az önce adımı söylediklerini bilmiyordu tabi..

"İyi misin, cevap ver bana?"

Değildim ve veremiyordum, ne bir cevap ne de bir tepki.. Yaşanan hiçbir şey gerçek değildi sanki. Duyduğum, gördüğüm hiçbir şey gerçek gibi değildi.

Belimi tutup beni devrildiğim yerden kaldırmaya çalıştığında kendini salmış bedenim ona hiç de yardımcı olamamıştı. Birkaç saniye içinde bunu çok iyi anladığında da tereddüt etmeden ellerini bacaklarımın altından geçirip aciz bedenimi kucağına aldı.

Vücudum bu hareketiyle tamamen gücünü kaybettiğinde gözümden akan yaş boynuma, ben de karanlığa doğru usulca süzülüyordum.

Ama acı, bugüne dek bedenime hiç bu kadar yakın olmamıştı..

🔱

"Seni seviyorum"

Gözlerinin içine bakarken kısa bir an utandım. O beni seviyordu ben ise sadece ona hayran olan bir kızdım. Davranışları, kalbi, saygısı, sevgisi..

Her biri onu iyi bir insan yaparken, ben onun kalbine layık olduğumu bile düşünmüyordum. Kaç defa olamayacağımızı söylememe rağmen o her seferinde tekrar tekrar itiraf ediyordu duygularını..

İkimiz de yaralanıyor, kimse vazgeçmiyordu.

Onun duygularıyla oynadığımı düşünüp her gece kendimi harap ediyordum. Oysaki benim tek yaptığım arkadaşımla yaşayamadığım çocukluğumu yaşamaya çalışmaktı. Tek arkadaşım oyken onu da ne olduğunu bilmediğim duygular yüzünden kaybetmek istemiyordum..

Hiçbir zaman arkadaş edinme konusunda başarılı olamamıştım, herkes beni dışlardı. Babam yüzünden namussuz, dilenci, hırsız ilan edildiğim çok an olmuştu. Hiçbirinde de suçum yoktu, insanlar sadece yargısız infaz yapmıştı bana.

Ama Melih..

Beni ben olduğum için seviyor, babam yokmuş gibi davranıyordu. Ki benim için de durum farklı değildi, babam yok gibi bir şeydi..

Benimle çocuklaşan ve asla sorgulamayan bu genç adamın bana karşı duyguları olması kendimi öldürme isteği uyandırıyordu. Onu çok seviyor, belki de en fazla onu kaybetmekten korkuyordum. Ama aşk..

Sadece adını bildiğim duygu bu olmamalıydı. Onu görünce seviniyor, enerjim yerine geliyordu ama denilen gibi kalbim hızlanmıyor, midemde kelebekler uçuşmuyordu.

"Melih, lütfen.."

Gözlerini benden kaçırıp yere çevirdi. Onu üzmek beni harap ederken ne yapacağımı da bilmiyordum. Sadece bu konu kapansın ve bir daha açılmasın, tek isteğim buydu..

"Hadi seni eve bırakayım."

Önden yürümeye başladığında dolan gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Böylesi ikimiz için de en iyisiydi.

Kapının önüne geldiğimizde elimi tutup gülümsedi. "Tembellik yapma da üniversite sınavına iyi çalış. Daha hayallerimizi gerçekleştirip doktor olacaksın, tabi ben de hastan.."

Göz kırptığında gülüp koluna vurdum. "Allah korusun deme öyle şeyler.. Hem ben doktor olmak istemiyorum. Daha kaç kere söyleyeceğim sana bunu?"

Gülümsemesi daha da büyüdüğünde böyle olmayı sevdiğimizi biliyordum. Hala eli elimdeyken tek yaptığımız uzun uzun birbirimize bakmaktı. Bunu yapabildiğim kadar kısa kesip bir adım geri gittiğimde yüzümdeki kocaman gülümsemeyle el salladım.

"Hadi git sende çalış, sınava bir yıldan az kaldı. Tembellik yapma koca adam."

Böyle demem hoşuna gitmediği için yalancı bir kızgınlıkla kaşlarını çattı. Ne yapayım ama on yedi yaşında birine göre fazlasıyla yapılı ve uzundu.

"Sen de üşütme gir içeri ufaklık.."

Hala bana bakıyorken geri geri adımlıyordu. Sanki bir anda her şey yavaş çekime dönmüş gibiydi.

Ani fren yapan arabanın sesi ikimizin bakışlarını bir bıçak gibi keserken gözlerimizin yeni hedefi de bana silah tutan takım elbiseli iki adamdı..

Bir cam düşünün, içi su dolu olsun. Hava alabildiği tek bir yer bile yok. İçinde de ben varım. On veya yirmi santimlik bir alan var sadece boş olan. Su bir hortumla içeriye dolarken nefes alabildiğim alan işte bu kadar kısıtlıydı. Alamayacağım kadar da dar.

İşte ciğerlerim o cam, gözyaşlarım içindeki su, bense benim. Durumumsa bu kadar berbat.

Gözlerimi alamadığım nefeslerime inat zar zor araladığımda korkuyla etrafıma bakındım. Melih yoktu... Adamlar yoktu... Babam da yoktu...

"Nefes al Hale..." diye fısıldadım gözyaşlarımı titreyen ellerimle silerken. Ama yapamıyordum.. Aylar sonra ilk defa onu capcanlı görmüşken hiçbir şey olmamış gibi nefes almaya devam etmek de istemiyordum ben.

Sol omzumda hissettiğim sızıyla puslu bakışlarım yaramı bulduğunda gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Her ne kadar az önce yaşadıklarım rüya olsa da dün gece değildi. Dün geceki kabus bugün de inatla devam ediyordu varlığını sürdürmeye..

Uyku sersemliğini üzerimden attığım her saniye beynim sorularla biraz daha dolup taşıyordu. Neden diye soracağım yüzlerce soru varken kendi kendime verebileceğim bir tane bile cevap yoktu. Mesela, ben şu an neredeydim?

Üzerinde yattığım yatak ve oda bana tamamen yabancıyken kendimi kaybetmeden en son ne hatırladığımı düşündüm. Emre'nin iyi misin diye sormasından başka bir şey yoktu.

Düşünerek ancak kafayı yiyeceğimi fark edip ayağa kalktığımda dönen başımın geçmesi için duvara tutunup bir süre bekledim. Gözlerimi yeniden açtığımdaysa artık gördüğüm beyaz noktalar yoktu.

Şimdi de sorularıma cevap bulmaktaydı sıra...

Kapalı kapıyı yavaşça araladığımda çok geniş bir koridorla karşılaşıp dışarı çıktım. Etrafımda bir sürü kapalı kapı ve aşağı inen mermer merdivenler vardı. Deli gibi üşüdüğümü hissetsem de çıplak ayaklarımı mermere basmaktan geri durmadım.

Evi inceleye inceleye aşağı indiğimde sol tarafımdaki kapı bir anda açılmış ve karşıma o an en az benim kadar irkilen bir kadın çıkmıştı. Benim aksime üzerindeki şaşkınlığı hızla atıp gülümsemeye başladığında "Bir şey mi istemiştiniz?" diye sordu.

Ne diyeceğimi bilemeyip bir süre sustuğumda o an aklıma gelen en mantıklı soruyu sordum. "Evin sahibiyle görüşmem lazım da, nerededir acaba?"

"Kadir Bey'i mi soruyorsunuz?" Kadir'in evinde olduğumu öğrenmem bir anda beni on kat rahatlatırken bunu hiç saklamadan gülümsedim. "Evet evet Kadir Bey, nerede o?"

Bana deliymişim gibi şüpheyle bakıyor olsa da eliyle arkamdaki odayı gösterdi. "İçerdeler.."

"Teşekkürler." dedim, ama o benden kaçar gibi çoktan çıktığı odaya geri dönmüştü. Buraya baygın geldiğim için kimin evinde olduğumu bilmemem bu kadar mı garipti?

"Hale'ye söylemezsek daha kötü olabilir ama.."

Gösterdiği odanın önüne geldiğimde hafif aralık olan kapıdan tam içeri girecekken Emre'nin sesini duyup olduğum yerde durdum. Elim kapı koluna gidecekken havada asılı kalmış, kaşlarım da otomatik olarak çatılmıştı.

"Hale bu duruma resmen kafayı taktı oğlum, üstüne bir de vuruldu. Onu daha fazla tehlikeye atamayız."

"Söylemezsek daha tehlikeli olabilir diyorum işte ben de.."

Ne konuştuklarını deli gibi merak etsem de olduğum yerden asla hareket etmedim. Beni duyup susmalarını istemiyordum çünkü, belli ki bana söylemeleri gereken bir şey üzerinde tartışıyorlardı gereksizce.

"Onur ne diyor peki bu meseleye?"

Bu isimi daha önce onlardan hiç duymadığımı fark ettiğimde içeriyi biraz daha dikkatli dinlemeye başladım. Kimden bahsediyorlardı acaba? Telefonda konuştuğum kişi olabilir miydi bu Onur?

"Bilmiyorum, Hale hakkında hiçbir şey söylemedi."

Saniyeler boyu susmalarından önce söylediği tek şey bu olmuştu. Sonrası derin bir sessizlik...

Daha fazla dayanamayacağımı anlayıp bu beklemeye bir son vererek içeri girdim. Gözleri anında beni bulurken suratlarındaki gergin ifade de yerini hızla tedirginliğe bırakmıştı. "Sanırım bana açıklamanız gereken bazı şeyler var."

"Bizi mi dinledin?"

Başımla onayladığımda bunu bu kadar kolay itiraf etmeme hiç şaşırmamışlardı. Sonuçta beni tanıyorlardı, yapamayacağım şey sayısı oldukça sınırlıydı. Bu terbiyesizliği de yapmıştım.

Ama bakışlarından anladığım şuydu ki, eğer ben bu konuşmayı dinlememiş olsaydım bana hiçbir şey söylemeyeceklerdi. Ve bu da beni hem kırmış hem de kızdırmıştı.

"Otursana.." Emre eliyle boş koltuğu gösterdiğinde başımı iki yana salladım. Ayakta iyiydim. Zaten saatlerdir yatıyordum, vücudum alışık değildi benim bu kadar tembelliğe.

"İyi misin?"

Kadir'in çekingen bir tavırla sorduğu soruya da başımı sallayarak evet dediğimde gözlerini benden çekip yere çevirdi. Son konuşmamızda kavga ettiğimiz gerçeği hala kendini az da olsa belli ediyorken onun bu tavırları artık kızgınlıktan değildi biliyordum. Kendini suçluyor olmalıydı yaşadıklarım için.. Ama ben onu suçlamıyordum.

"Artık konuşacak mısınız, yoksa biraz daha beklemeli miyim?" Kollarımı göğsümde sabırsızca birleştirdiğimde omzumda hafif bir ağrı hissettim ama açıklama yapmaları için acımla da sızlanmadım. Benden ne saklıyorlardı artık gerçekten bilmek istiyordum.

Birbirlerine bakıp sessiz kaldıklarında kendi aralarında birkaç defa daha böyle anlaştıklarına şahit olmuştum. İkisinden birinin dönüp bana her şeyi anlatmasını bekliyorken bu şanslı kişi Emre oldu.

"Ali Kıraç... serbest bırakıldı."

Gözlerimi yenilgiyle yumduğumda omuzlarıma bırakılan yeni yüklere hoş geldin dedim içimden. Bunu dün evime gelen adamlarından tahmin etmiş olsam da kabullenmek istememiştim bir türlü.

"Nasıl ?" diyebildim yalnızca. Duyacaklarımdan deli gibi korkuyor, yine de soruyordum.

"Makinaların hiçbirinde toz yoktu, bizimle yine göz göre göre dalga geçtiler. Kısacası sen haklıydın Hale. İçimizde gerçekten bize ihanet eden biri var. Hem de çok yakınımızda olan biri.."

Dişlerimi sıkıyor, gözlerimi de kapalı tutmaya devam ediyordum. Sanki böyle daha çok kabullenilebilirmiş gibi geliyordu her şey. Sanki böyle daha çok kabus gibiydi yaşadıklarım..

Bacaklarım güçsüzleştiğimi haykırır gibi titriyorken yanımdaki masaya son anda tutundum. Bana üst düzey yöneticilerinin bir yolunu bulduğunu söyleseydi, kabul edebilirdim. Suçu başkasının üstlendiğini söylese, onu da kabul ederdim. Ama bu... Bunu istesem de kabullenemezdim ki ben.

"Yani..." Titreyen sesim kulaklarına zar zor ulaştığında gözlerinden geçen acılı ifadeyi deli gibi inkar etmek istedim. Ama artık o kadar güçlü bile değildim ben..

"Yani ben, yine mi bir arkadaşımı kaybettim?" diye sordum kalbimdeki tüm acıyı onlara vermek ister gibi. Dolan gözlerimden bir yaş hızla yanağıma doğru yuvarlandığında gözleri hızla benim üstümden kayıp yere düştü.

Bitmiyordu, benim kabusum asla bitmiyordu. Bu dünya bana bir türlü gülmüyordu işte. Beni ölüme itip, kendimi öldürmemin de günah olduğunu hatırlatıp duruyordu. Çaresiz bırakıyordu.

Ama ben daha dün geceyi düşünememiş, kabullenememiştim ki. Ben daha yarım saat sonra ne yapacağımı sorgulayamamıştım ki. Ben daha kim olduğumu bile oturup adam akıllı düşünememiştim ki.. Kendi hayatım yerle bir olmuşken bununla nasıl baş edebilecektim peki?

"Ne yapacağım şimdi ben.." Kendi kendime konuşuyor gibi olsam da aslında onlara soruyordum bunu. Karanlığın içinde yalnız kalmışken bana bir ışık tutsunlar istiyordum sadece.

Mahallede tanıdığım herkesten tek tek şüphelenmiştim. Hepsine bir şekilde bu ihaneti kondurabilmiştim. Şimdi asla konduramadığım ekibimden birinin bunu bize yapması su götürmez bir gerçekken her birinin yüzleri gözümün önünde belirdi.

Ömer, Selim, Caner, Bengi...

Bunu bize yapanın benim olmam bile düşündükçe daha mantıklı geliyordu kulağıma. O kadar yediremiyor, o kadar konduramıyordum ki bunu onlara...

"Sen artık hiçbir şey yapmayacaksın Hale."

Kadir'in en az benim kadar kısık çıkan sesi kulaklarıma zar zor ulaştığında gözlerimi diktiğim yerden zorla çekip ona çevirdim. "Ne demek şimdi bu?"

"Artık Ali Kıraç'la ilgili hiçbir meselede Patron senin olmanı istemiyor. Bu iş iyice kişiselleşti ve sana da zarar vermeye başladı. En doğrusu bence de bu."

Acımasız konuşmasını kısa kestiğinde hızla yüzümdeki yaşları sildim. Adam hayatımın içine etmişken, evime kadar girip beni vurmuşken, üstelik bir arkadaşımı mezara vermem yetmemiş gibi ikincisini de benden almışken ben bu meseleden gerçekten uzak mı duracaktım?

Ne yapacaktım peki, hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam mı edecektim? Ortada devam edeceğim bir hayatım bile kalmamışken üstelik..

"Seni uyarmıştım Kadir..." dedim acımı bir kenara bırakarak. Bana yeniden ve yeniden aynı şeyleri söyletmekten bıkmıyordu. "Patronun veya senin kuklan olmadığımı söylemiştim. Bu meseleden uzak durmayacağımı da söylemiştim. Ki dünden sonra bu mümkün bile değil."

"Ama yapmak zorundasın! O şerefsizden çok kendine zarar verdiğini görmüyor musun? Kör müsün kızım sen, senin iyiliğini istediğimizi anlamak bu kadar mı zor?"

Onun da sabrının taştığını bana bağırmasından anlasam da geri adım atmadım. "Düşünmeyin ya düşünmeyin! Benim iyiliğimi de kötülüğümü de siz düşünmeyin. Ben onu da düşünürüm!"

"İkiniz de sakin olun, yine saçma sapan kavga etmeyin." Emre oramı sakinleştirmek için araya girdiğinde o an aklıma gelen gerçekle kaşlarımı çattım. "Bana söylemeyecektin.."

Gözlerimden sesime yansıyan şaşkınlık ve sitemle Kadir'e bakıyorken derin bir nefes aldı. "Bence bunu düşünmekte hiç haksız değilmişim."

Arka arkaya hayal kırıklığına uğruyordum. Bize ihanet eden ekibimden biriyken o bunu bana söylemek bile istememişti. Hem de ölümü evime yollayan bizzat benim arkadaşımken..

Bu beni kaçıncı yok sayışıydı artık sayamıyordum bile.

"Sana mı kaldı buna karar vermek?" Sesim yeniden yükseldiğinde ellerini saçlarından geçirip geriye doğru çekiştirdi.

"Sen gerçekten at gözlüğüyle bakıyorsun ya etrafına. Ne yapsaydım her şeyi anlatıp yeniden ölüme mi yollasaydım seni?"

"Beni düşünüyormuşsun gibi davranma!"

O bu çıkışımdan sonra artık bana kızgınlık yerine hayal kırıklığıyla bakıyorken elimin tersiyle yeniden akmaya başlayan gözyaşlarımı sildim. Beni anlamıyordu, anlamaya çalışmıyordu bile.

"Sırf Patronun verdiği emri bir defa dinlemedim diye bana yaptığın tavrı da söylediklerini de unutmadım ben. Oysaki o geceye kadar arkadaş olduğumuzu sanıyordum.."

Sonlara doğru sesim iyice kısıldığında söylediklerime anlam veremiyormuş gibi kaşlarını çattı. "Hale sen iyi misin? Ne saçmalıyorsun?"

"Değilim ya değilim!" Masanın üzerinde duran vazoyu alıp yere fırlattığımda kendimi onlara açıklayamadığımı çoktan fark etmiştim. Bu yaşadığım da sinir krizi veya duygu boşalmasıydı belki, bilmiyordum.

Ve artık bana yalnızca endişeyle bakıyorlardı. Belki de koridorda karşılaştığım kadın gibi delirdiğimi düşünüyorlardı onlar da... Ama delirmek bile benim için bir kurtuluş sayılmazdı.

"Tamam... Tamam sakin ol."

Bir anda kendimi Kadir'in kollarında bulduğumda güçsüz olduğumu saklamayıp hıçkıra hıçkıra ağladım.

Geldiğimiz bu duruma ağladım.

Hayatımın altüst oluşuna ağladım.

Arkadaşım tarafından sırtımdan bıçaklanışıma ağladım.

Artık bunları kaldıramadığımı anladığıma ağladım.

"Üstüne geldiğim için özür dilerim, tamam ağlama artık."

Kadir'den yavaşça ayrılıp bitmek bilmeyen gözyaşlarımı yeniden sildim. Ben de ağlamak istemiyordum, ağlamayı sevmiyordum da hatta. Herkesi rahatlatan bu gözyaşları beni sadece perişan ediyordu çünkü. Ama artık hayatımda bir çıkış yolu bulamıyordum, bir de her şey üst üste geliyordu işte.

"Sana karşı olan sinirimin Patronla hiçbir alakası yok. Ben sadece artık kendine zarar vermeni istemiyorum. Bir haftada iki defa bilinçsiz bir şekilde geldin yanıma Hale, kendini kaybettiğinin farkında değilsin. Seni ilk defa böyle öfkesiyle, düşünmeden hareket ederken görüyorum."

Hiçbir şey söylemeden onu dinledim. Söylediklerinde hak verdiğim şeyler kadar hak vermediklerim de vardı. Belki de ben dediği gibi hatalıydım başından beri. En yakınımdaki ihaneti bile görememiştim üstelik..

"Ben senin yanındayım tamam mı? Bir şey yapmak istiyorsan da artık beraber yaparız. Korkma yani, Kadir Abin seni korur."

Elini saçıma atıp sevmeye başladığındaysa son cümlesine kadar koruduğum duygusallığımı bozup güldüm. Onlar da benim gülmeme gülüyorken Emre bir anda bu durumdan sıyrılıp kaşlarını çattı.

"Onur?"

Bugün ikinci defa duyduğum isimle ben de kaşlarımı çattığımda dikkatimi yeniden Kadir'e çevirdim. "Ben de size onu soracaktım, şu bahsettiğiniz Onur kim?"

Ben bir şey söylemeleri için dikkatle yüzlerine bakıyordum fakat onlar artık bana bakmıyorlardı. Ama ben cevabımı çoktan almıştım.

Duyduğum ses ne Kadir'e ne de Emre'ye aitken kim olduğunu da çok iyi biliyordum. Otoriter ve tanıdık sesi yüzümü ona çevirmem için yeterliyken göz göze geldiğim siyah gözler yaslandığı kapıdan tüm dikkatiyle beni izliyordu.

Ciddi ve oldukça soğuktu.

"Benim."

🔱


Loading...
0%