Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm 3: Sır

@shevval

Hiç görmediğim annemden bana kalan sadece iki tane resim vardı. Siyah saçları, açık kahve gözleri. Peri gibi..

Annem on sekiz, babam yirmi üç yaşında o resimde. Halamı okul çıkışında arabayla almaya gittiğinde görmüş annemi. Aşık olmuş o an.

Bir gün, iki gün, üç gün..

Artık okul çıkışı halamı almaya gitmesi bahaneye dönüştüğünde anlamış hislerini. Annem başta istememiş, korkmuş tabi. Ondan beş yaş büyük biri, belki olsa abisi yaşında. Ama her gün karşılaşmalar, bakışmalar, bazen babamın yolladığı notlar..

Sonunda ilk buluşma oluyor bir parkta. Hisler yoğun, ilk el ele tutuşma ve sevgililik..

Kısa zamanda istemeye gitmişler ama dedem vermemiş. "Yaşın daha küçük. Okul okuyacaksın, evlilik sana uzak." diye kızmış hatta. Annem yalvarmış annesine "Söz okulumu da bitiririm, yeter ki ayırmayın bizi."

Dedem Nuh diyor Peygamber demiyor halbuki. Koskoca üç ay.. Yaz tatili giriyor araya, dedem pazara bile yollamıyor kızını. Güvenmiyor babama, korumak istiyor kendince.

Sonunda okul açılıyor, annem lise son sınıfa geçmiş artık. Babam ilk gün halamı okula bırakmış ama görememiş annemi. Çıkışa kadar beklemiş, gitmemiş de işe. Sonunda zil çalmış herkes birer birer dağılmış. Halam gelmiş ama yine de beklemişler. Artık ümidim kalmadı dediği an görmüş onu uzaklardan, elinde kitaplar koşa koşa otobüs durağına gidiyorken. Hemen kesiyor önünü, konuşuyorlar dakikalarca. Annem otobüsü kaçırdığında da babam bırakıyor onu sokağın başına kadar. Vedalaşıyorlar o an bir daha kavuşamayız belki diyerek. Annem babasının sözünden çıkmamaya kararlı tabi o zamanlar. İkisi de seviyor, ama kavuşamıyorlar da bir türlü..

İkinci gün yeni bir okul çıkışı. Annem çıkar diye yine bir ümit bekliyorlar ama çıkmıyor. Meğer annemi görmüş mahalleden bir kadın, yetiştirmiş babasına kızın erkeklerin arabalarından iniyor diye. Evde kıyamet kopmuş tabii..

Halam bunu öğrenince de hemen gidip babama söylemiş. Plan yapmışlar aralarında, birkaç defter, aralarında da küçük bir not. Annemlerin kapısını çalıyor halam, "Arkadaşıyım defterlerini getirdim." diyerek. Herkes uyuduğunda açıyor notu annem, okuyor ağlayarak. "Gözlerinin kahvesinde kuruduğum kadın. Senin çölünde bir ömür susuz kalmaya razıyım ama sensiz yaşamaya değilim. Kalbinde varsa biraz yerim, gece sokağın başında bekliyorum."

Aşk? belki.

Hata? belki.

Birkaç parça kıyafet, harçlıklarından biriktirdiği para bir de gözyaşları. Yanına aldığı başka hiçbir şey yok. Son kez bakıyor evine, babasının annesinin yattığı odaya doğru. Babamı bir daha görememe, arkadaşlarından ve okulundan ayrı kalma düşüncesine de katlanamıyor işte. Sokağın başına kadar ağlayarak koşuyor, hafifte yağmur var o gün. Karanlık olan sokak bir arabanın farlarıyla aydınlanıyor o an, tüm ışıklar annemin üstünde..

Ayın çevresini saran ışık hüzmesi, o gece bir tek o kadını sarmalıyor.

O gece halamla uyuyor annem, ağlıyor sabaha kadar. Halamda onunla oturuyor, dertleşiyorlar işte iki arkadaş. Sabah da ilk iş imam nikahı kıyılıyor, birkaç saat sonra dedem kapıya dayanıyor tabii "Kaçırdınız kızımı!" diyerek.

"Baba artık benim evim burası." deyince annem, o an dedem arkasını dönüp gidiyor. Ne bir söz, ne bir kelam etmeden. Gel zaman git zaman evleniyorlar, lise bitiyor. Annem bana hamile. Mutlu bir çift, mutlu bir aile..

7. Ay erken doğum, ameliyathane önü, haber bekliyorlar. Doktor çıkıyor, "Bebek iyi durumda, küvezde.." diyor bizimkilere. Babaannem, halam, dedem sevinçle sarılıyorlar birbirlerine.. Babam durgun, karım nasıl diye sorup duruyor.

Tek bir cevap ve o hastaneden çıkan iki ölü var artık. "Anneyi kurtaramadık, başınız sağ olsun."

Babamın siyah gözleri kan çanağına dönüyor o andan sonra, her gece içiyor eve de gelmiyor artık. Kim bilir nerelerde defalarca kez daha ölüyor..

Bana bakanlar halam, babaannem ve dedem.. Bir kere, bir kere bile çevirmiyor bana gözlerini. Yokmuşum gibi, annemin ölümüne ben sebep olmuşum gibi.. O bebek diyorlar, kader diyorlar, ecel diyorlar ama yok. Gözünde ben hep annemin katiliydim.

Dedemlerin sözlerine daha fazla dayanmıyor, tutuyor bir ev beni de alıyor yanına. Alsa bile umursamıyor ki hiç kendi kızını. Yalnız başıma bırakıp geceleri içmeye gidiyor hep. Önüme yemeği fırlatır gibi koyuyor, her defasında ağır sözlü şiddet uyguluyor. Ama babamdı işte, ondan başka kimsem yoktu ki benim. İçime ağlıyorum, katil ne demek bilmezken bile öyle olduğumu o söylediği için kabul ediyorum. Çünkü babamdı o benim.

Kendini iyice kaybettiğinde adı ayyaşa çıkmıştı. Mahallenin çocukları yanıma bile yaklaşmıyordu benim, anneleri öyle söylemiş çünkü onlara..

Hayatım aynen böyleyken bana kalansa hiç görmediğim annemin okulda çekilen o gençlik fotoğrafı ve babamla çekildikleri evlilik fotoğrafları..

İşte orada çok belli gözleri. Annemin bir deniz kadar mavi, babamın da siyah..

Aynı şu an bana bakan bu adamın gözleri gibi, acı siyah.

Olduğum yerde istemeden bir adım geriye gittiğimde boğazıma bir yumrunun oturduğunu hissettim. Sahi kaç yıl olmuştu onun gözlerini görmeyeli? Dört, beş, altı?

"Hoş geldin kardeşim.." Beni yaşadığım ana geri döndüren Emre'nin sesi olurken kaybolduğum gözlerinden de hızla kaçındım. Bana hiç iyi anılar hatırlatmıyorlardı..

"Hoş buldum." dedi o da garip bir ses tonuyla.

Kadir yavaşça omzumdaki ellerini geri çektiğinde yolu daha fazla kapatmamak için kenara çekildiğimde bunu bekliyormuş gibi yanımdan geçip boş koltuklardan birine oturdu.

"Gelmeyecektin, en son öyle konuşmuştuk?" Kadir'in tüm ilgisi ve sorgusu arkadaşına kaydığında sessizce dikildiğim yerde onları izledim. Bir anda yine etrafta anlam veremediğim soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştı.

"Fikir değiştirdim." dedi umursamaz bir ses tonuyla. Ama Kadir'in bundan memnun olmadığı her halinden belliydi. Ve benim de aralarında neler döndüğünü bile anlayamayacak kadar doluydu kafam.

"Sen oturmayacak mısın ?"

Bana söylediğini geç de olsa anladığımda olduğum yerde hareketlenip karşısındaki koltuklardan birine oturdum. Rahatmış gibi davranmaya çalışsam da fazlasıyla gergindim. Geçmiş her zamanki gibi iyi bir etki bırakmamıştı işte üstümde..

"Kolun nasıl?" 

Bakışlarımı yerden çekip bana acı veren gözlerin sahibine çevirdim. "Telefonda konuştuğum.. sendin değil mi?"

Beni başıyla onayladığında bunu bekler gibi küçük bir teşekkür mırıldandım. En azından hayatımı kurtardığı için ona bu kadarını borçluydum.

"Biraz gergin gibisin." Yüzü öyle düzdü ki ne düşündüğünü, ne ima ettiğini anlayamıyordum. Gözlerini sorgulayacak kuvvetim zaten yoktu.

"Neyse ki konumuz ben değilim." dedim ciddiyetle.

"Peki, konumuz ne?" 

Arkasına iyice yaslandığında kaşlarımı çattım. Bu rahatlık da neydi şimdi?

"Kimsin sen?" Onun sorusunu es geçip kendi sorumu yönelttiğimde ortamdaki gergin hava elle tutulur cinstendi.

"Onur." Az önce arkadaşlarından da duyduğum ismini tekrarladığında gözlerimi devirdim. Neyi sorduğumu biliyor yine de geçiştiriyordu beni.

"Ben de Hale, memnun oldum." Sesimdeki alayla karşılık verdiğimde tek dediği şey olmuştu "Biliyorum."

Ama ben bilmiyordum. Dün bana yardım etmişti, adı Onur'du. Ee, başka?

Başka hiçbir şey yoktu.

"Konumuz Ali Kıraç galiba ?"

İsmini duyduğumda bile mideme bir anda kramplar giriyordu. Artık bu adamı öldürmeden kendimi nasıl durdurabilirdim gerçekten bilmiyordum. "Evet, öyle."

Beni tamam deyip onayladığında gözlerimi konuşmanın ortasına dalan Kadir'e çevirdim. "Önce içimizdeki haini bulacağız, sonra Ali Kıraç'ı halledeceğiz. Değil mi?"

Her an bir aptallık yapacağımı düşünüyor olmalıydı ki gözlerime tedirgince bakıyordu.

"Evet. Peki sen Patron işini ne yapacaksın?" Gözleri sorduğum soruyla büyüdüğünde sanki ona sormamam gereken bir şey sormuşum gibi bir ifadeyle bakmaya başlamıştı.

"Bir sorun mu var ?"

Onur şüpheyle arkadaşına bakıyorken Kadir hızla surat ifadesini düzeltip ona döndü. "Hayır, yok."

"Nasıl yok? Benim için bu büyük bir sorun." dedim şaşkınca. Gözleri tekrar beni bulduğunda derin bir nefes bıraktı. Konuşmak yerine gözleriyle susmamı işaret ediyordu. Ama neden?

"Patronla aranızda bir sorun mu var?"

Onur'un bu seferki hedefi benken Kadir'in bakışlarını es geçip onu başımla onayladım. Bu konuda daha fazla alttan alamayacaktım artık biricik Patronlarını...

"Ali Kıraç mevzusundan uzak durmamı istemiş. Ayrıca ihanet olayından da.. Ama ben onu dinlemeyeceğim. Bu mesele en çok beni ilgilendiriyor çünkü." dedim istemeden ona kustuğum sinirimle.

Kaşları her bir cümlemde yavaşça çatıldığında sorgulayıcı bakışları arkadaşlarına kaydı.

"İyiliği için... Bu sıralar fazla zarar gördü." Kadir ona karşı Patronu savunmaya geçtiğinde Onur'un çatılan kaşları hızla eski halini aldı. Cebinden çıkardığı sigarayı dudaklarıyla buluşturup yaktığında yalnızca onu ve hareketlerini izliyordum. Onun da gözleri tekrar bana döndüğünde hafifçe gülümsedi. "Bazen asi olmak iyidir."

Bana destek vermesi beklemediğim bir şeyken yeni sorusuyla şaşkın bakışlarımı hızla toparladım. "Ne planlıyorsun peki?"

"Ali Kıraç'a istediğini vereceğim." dedim kendimden gayet emin bir tavırla.

"Bu ne demek şimdi?"

Kadir yine araya girdiğinde derin bir nefes aldım. Bunda anlaşılamayacak bir şey yoktu, gayet açık ve net konuşuyordum. "Beni istiyorsa, ona istediğini vereceğim diyorum."

Elini "Al işte" der gibi havaya kaldırıp indirdiğinde üzerindeki ceketi çıkarıp bir kenara fırlattı. "Biz seninle aynı dilde de anlaşamıyoruz galiba. Daha yarım saat önce ne konuştuk Hale? Tek başına bir şeyler yapmayacaktın hani?"

"Ali Kıraç'la tanışmak mı istiyorsun?" dedim alayla. Sanki benimle mekan basacakmış, adam vuracakmış gibi bir özgüvenle konuşuyordu. Oysaki yalnızca plan yapacaktık onunla, devamını yine ben yalnız halledecektim.

"Ciddiyim ben." dedi gayet anlaşılır bir tonda.

"Ben de ciddiyim Kadir. Dün almaya geldikleri şeyi onlara ben vereceğim işte. Ali Kıraç beni gerçekten bu kadar çok istiyorsa, kaçırılmak yerine ona kendi ayaklarımla gitmeyi tercih ederim."

"Seni sadece öldürmek için istemediğini biliyorsun değil mi? Sen nasıl ona kafayı taktıysan o da sana taktı. Seni elde etmek istiyor kızım."

Biliyordum ama artık istesem bile kaçak dövüşemezdim onunla. Çünkü artık gerçek kimliğimi biliyordu. Çünkü artık beni, hayatımı biliyordu.

"Elde etmesine izin veririm o zaman ben de."

Her cümlemde biraz daha sinirlendiğini ellerini geçirdiği saçlarından anlıyorken üzerimdeki keskin gözlerin sahibine döndüm. O da ne yaptığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Ki ben bile bilmiyordum cevabı..

"Hastayken Kadir'i dinlemeyip neden inatla baskın yapmaya gittiğini merak ediyordum. Şimdi de neden yine ona kendi ayaklarınla gitmeye karar verdiğini merak ediyorum."

Kaşlarım kurduğu cümle karşısında bir anda çatıldığında oturduğum koltukta dikleştim. "Sen tüm bunları nereden biliyorsun?"

"Patronun yanında olanların sadece Kadir ve Emre ile sınırlı olduğunu düşünmüyorsun herhalde?"

Yüzündeki ve sesindeki alay beni gereksiz yere gıcık ederken bir cevap vermeyip sustum. Ben onlar hakkında hiçbir şey bilmezken, sanırım onlar beni fazlasıyla tanıyor ve biliyordu. Bu gerçekten aşırı sinir bozucuydu.

"Galiba sizde özel hayatın gizliliği diye bir şey yok, ilginç."

"O mahallede olup hayatının özel kalacağını düşünmen daha da ilginçmiş."

Cümlem biter bitmez başka bir şekilde beni bozguna uğratıyor, gerilen sinirlerimi daha da zorluyordu. Sanki buraya beni kışkırtmak için gelmiş gibi davranması normal miydi peki?

"Onur Patrona en az bizim kadar yakındır, ona güvenebilirsin."

Kadir yine araya girip kısa bir bilgilendirme geçtiğinde alayla ona baktım. "Ben sana bile güvenmiyorken arkadaşına nasıl güveneceğim?"

Gözlerinde gördüğüm ifade hayal kırıklığı doluyken onu ilk kez böyle gördüğümün de gayet farkındaydım. Yine de gözlerimi kaçırmak yerine dik dik bakmaya devam ettim.

"Bana güvenmiyor musun?"

"Sen bana güveniyor musun?" dedim aynı onun gibi bir ses tonuyla. "Güveniyorum, bu nasıl soru?" Beni terslese de ben bunun doğruluğundan o kadar emin değildim. "Güveniyorsan yıllardır neden bana ondan hiç bahsetmedin?"

Elimle Onur'u işaret ettiğimde sustu. Belli ki bu soruma verecek bir cevabı yoktu. Kısacası bana düşündüğü kadar güvenmiyordu..

Biz öylece durmuş birbirimize bakıyorken yeniden Onur'un sesini duydum. "İkisinin arasında bilmediğimiz bir şey mi var?"

"Ne gibi?" 

Sorduğu soru tüm dikkatimi tekrar ona çektiğinde Emre'nin aksine ben ne ima ettiğini gayet net anlamıştım. "Biraz daha saçmalamaya devam edersen ikimiz arasında hiç hoş şeyler yaşanmayacak."

Düz yüz ifadesi bir anda dağıldığında dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi. Bu neydi şimdi? Beni sinirlendirip bir de bundan zevk mi alıyordu?

"Sevdim seni."

"Sevme beni." 

Ben de onu taklit edip lafı ağzına tıktığımda gülümsemesi biraz daha büyüdü. Bugün gerçekten sabrım sonuna kadar sınanıyordu.

"Fazla dikkatsiz ve duygusalsın." dedi gülümsemesini yarıda kesip eski haline döndüğünde.

"Beni tanımıyorsun bile?"

Cebinden çıkardığı yeni bir dal sigarayı dudaklarıyla buluşturduğunda yavaşça içine çekişini izledim. "Ali Kıraç meselesine şahsi meselenmiş gibi davranıyorsun. Ona olan sinirin, nefretin buna sebep oluyor ve bu duygusallığını gösterir.."

Sessiz kalıp yalnızca onu dinledim. Doğruluğunu veya yanlışlığını şimdi hiç tartışamayacaktım onunla.

"O adamdan çok kendine zarar verdiğini görememen de dikkatsizliğini. Ayrıca bunları anlamak için seni tanıyor olmama da gerek yok." dedi haklı olduğunu düşündüğü bir yüz ifadesiyle.

"Kameralardan izleyip hayatım hakkında tespit yapmak ne kadar kolay sizin için..." dedim alayla. Yine kendimi tutamamış savunmaya geçmiştim işte.

"Ben kendi hayatımı es geçip Ali Kıraç'ı yakalamaya gittiğimde siz ve patronunuz sadece oturduğunuz yerden beni izlediniz. Orada olan her zamanki gibi bendim, siz değildiniz. Peki bu size ne kadar konuşma hakkı verir sence?"

Sustu. Tanıştığımız şu yarım saate her lafımı ağzıma tıkayan adam bu defa yalnızca sustu.

"Benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı. Bir arkadaşımı onun yüzünden toprağa vermem yetmemiş gibi bir diğerini de benden almak istedi. Hatta evime adamlarını yolladı, sanki bunları sindirebilirmişim gibi bir de vuruldum. Sence de bu mesele oradan bakılınca hala kişisel bir mesele yerine devlet meselesi gibi mi gözüküyor?"

Elimle kolumdaki sargıyı gösterdiğimde ilaç içmediğim için daha fazla ağrımaya başladığını da daha yeni fark ediyordum. Ama artık sorgulanmaktan gerçekten sıkılmıştım. Onlar her zamanki gibi perdeler arkasındayken sahnede olan da hep bendim. Bütün ışıklar ve namlular benim üzerimdeyken saklandıkları gölgeden beni istedikleri gibi yargılayamazlardı. Ben patronun kuklası değildim.

"O adamın tek istediği sensin Hale. Ya seni elde edecek ya da öldürecek." Emre bunu söylemekten bile fazlasıyla rahatsız olduğu belli olan bir ifadeyle bana bakıyorken derin bir nefes aldım. "İstediği buysa, varım."

"Zor değil." 

Bu defa konuşan yine Onur'du. "Anlamadım?" dedim, çünkü gerçekten ne ima ettiğini yine anlamamıştım.

"Seni öldürmek, zor değil."

Kaşlarım hayretle havaya kalktığında dudak kenarlarım da eş zamanlı olarak yukarı kıvrılmıştı. Sözleri de gözleri gibi fazla ukalaydı.

"Karşımda oturmuş sigaranı içiyorken seni de öldürmek zor değil." dedim alayla. Gözlerini benden ayırmadan elini arkaya attığında ceketinin altından tabancasını çıkarıp varlığını bana hatırlatmak ister gibi sağa sola salladı.

Kartları açık oynuyordu.

"Ben senin aksine silahımı yanımda taşıyorum, zayıflık göstermiyorum."

Tek parmağıyla emniyetini açıp bana doğrulttuğunda yutkundum. Gözleri bana geçmişi hatırlatmaya yetmiyormuş gibi şimdi bir de silah eklenmişti üstüne.

Tüylerim ister istemez diken diken olduğunda ne yapacağımı bilemeyip gözlerimi kaçırdım. Bu ikili yan yana geldiğinde bir anda sanki o buradaymış gibi hissettirmişti. Sanki hemen arkamdaymış gibi..

"Silahtan korkuyorsun ama kullanıyorsun da, fazla garipsin."

"Korkmuyorum." dedim kendimden gayet emin bir tavırla. Yine de gözlerim odada onun dışında her yere değiyorken gülüşünü duydum.

"Silahı gördüğünde kendine fazlasıyla güvenen o gözlerin bir anda kayboldu. Bakışlarını kaçırdın ve sağ bacağın titriyor."

Bu kadar iyi bir gözlemci olması artık beni gerçekten germeye başlamıştı. Gözlerimi yeniden o karanlık gözlerin sahibine çevirdiğimde derin bir nefes aldım. Silaha değil doğrudan ona bakıyordum. Beni asıl korkutan acı siyah gözlerine..

"Silahtan korkmuyorum..." Silahın emniyetini kapatıp tekrar arkasına koyduğunda tüm dikkatini bana verdi. ".. ama gözlerin bana birini hatırlatıyor."

Gözlerinde gördüğüm afallama bu cevabı beklemediğini açıkça belli ediyorken kırgınca gülümsedim. Onun yüzünden bugün hiç olmadığı kadar babamı hatırlamıştım. Hatırladıkça da yeni yaralar almıştım.

"Kimi ?" dedi kısık bir sesle. Aslında cevabı merak etmediği her halinden belliydi, beni deniyordu belli ki..

"Nefret ettiğim birini..."

Sesim öyle acı içinde çıkmıştı ki ben bile kısa bir an bana acıdım. Duygularımı bu kadar açık etmeyi hiç sevmiyordum. İnsanların bana böyle bakmasını da hiç ama hiç sevmiyordum. Bir anlık duygu karmaşasına denk gelmişti işte.

"Yine de beni öldürmek öyle kolay değil." Konuyu değiştirip ortamdaki duygusal havayı dağıtmak istesem de bana bakan üç derin gözden bunu başaramadığımı hızla anladım.

"Neden o mahalledesin?"

Yine beklemediğim bir yerden soru sorduğunda bu adamın bitmek bilmeyen sorguları bugün beni fazlasıyla yormuştu. "Orada olmak istediğim için."

"Neden istiyorsun peki?"

Yıllardır Kadir'in ve Emre'nin sorduğu soruydu bu. Neden?

Ama anlatamazdım.

Günahlarımı, nedenlerimi, kinimi.. Benden başka kimse bilmiyorken bu böyle de kalmalıydı. Ben geçmişimi tamamen silene dek bu böyle devam etmeliydi..

"Sır." dedim içten bir şekilde gülümseyerek. Onun da dudaklarında küçük bir gülümseme belirdiğinde daha fazla zorlamayacağım der gibi başıyla onayladı.

"Hatırlatmak isterim ki Ali Kıraç'tan önce halletmemiz gereken bir hain meselesi var."

Kadir kaçmak istediğim belli olan konudan beni hızlıca kurtardığında açtığı yeni konu ise beni bambaşka bir uçuruma doğru sürüklemişti.

"Bulunca.. ne yapacağız?"

Emre'nin çekinerek sorduğu soru ise beni hiç beklemediğim bir anda o uçurumdan aşağı iterken alt dudağıma dişlerimle eziyet ediyordum. Gözlerim halının desenlerinde geziniyorken titrek bir nefes aldım. Soru ortaya gibi dursa da bana sorulmuştu, biliyordum..

"Ben.."

Ben halledeceğim demek istesem de kelimeler ağzımdan bir türlü çıkamadı. Hiçbir şey öğrenmek istemeyen, kaçmak isteyen tarafım daha ağır basıyorken böyle bir söz nasıl verecektim ki?

"Önemli olan bulmak, sonuçlarını sonra düşünürüz."

Şimdilik ancak bu kadar kaçabilmiştim.

"Ali Kıraç'ı öldürmek mi istiyorsun?"

Onur'un bu defa ses tonu oldukça ciddiyken onun aksine umursamazca omuz silktim. "Henüz karar vermedim."

İki dünya ve bir ben.

Aydınlık taraf ve karanlık gece.

İkisi arasında mekik dokurken aradaki gri çizgi her zaman açıkça belirgindi. Hiçbir zaman bir taraf bir tarafa değmez, ben de aralarında terazi görevi görürdüm.

Ama dün, dün ilk defa bir dünyam diğerine etki etmişti. Ben hangi tarafta olduğumu bile anlayamadan kurşun vücuduma yerleşmiş, vurulmuştum. Belki ölmemiştim ama tüm dengem de yerle bir olmuştu. Altı yılım bu çizgiyi taşırmadan devam ettirmekle geçmişken şimdi tekrar nasıl işleri yoluna koyabileceğimi bile bilmiyordum. Uzun zamandır kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim.

Bir tarafım karanlıkta boğulurken diğer tarafımın aydınlık olmasıyla avunurdum hep. Peki ya şimdi, şimdi ben hangi Hale'yim? Gerçekten ona ne yapmak istiyorum?

"Sorun değil, seni anlayabiliyorum."

Kadir'den ve Emre'den duymak istediğim cümleyi gözlerimin içine bakarak korkusuzca söylemişti. Gerçekten anlıyor muydu bilmiyordum ama içimi okuyor gibi, bana yeniden yardım etmek ister gibi duruyordu. Ve bu beni o an ne kadar mutlu edebilirse o kadar mutlu etmişti.

Umut kapısı benim için hafifçe aralandığında yutkundum. Geldiğinden beri ilk kez bu kadar kararlı bakıyordu gözleri..

"İstiyorsan Ali Kıraç'ı sonsuza kadar bitirebiliriz."

İstiyorsan..

Bu benim için bir soru bile değildi, zaten şu an istediğimden emin olduğum tek şey buydu. Çocukları zehirleyen o adama öfkem bakiyken arkadaşlarımı benden çaldığı için de nefret doluydum.

"İstiyorum." dedim sesime oldukça yansıyan bir hevesle. Beni anlayan, en azından anladığını söyleyen, biriyle daha güçlü olabilirdim. Bu defa o kurşun benim bedenim yerine Ali Kıraç'ın karanlık dolu kalbine girebilirdi. Bunu bu defa beraber başarabilirdik.

"Yalnız, seni gözlemlediğim kadarıyla anladım ki etrafını pek de dinlemeyen bir kadınsın. Ama bu defa gerçekten istediğin sonuca ulaşmak istiyorsan beni de dinlemek zorundasın."

"Olur dinlerim."

Hiç içimden gelmeyerek cevap verdiğimi anladığında yüzüne yine o küçük gülümsemelerinden biri yerleşti. Ama bu o kadar kısa bir andı ki hayal olduğunu bile düşünebilirdim. Garip bir şekilde sanki gülümsemek onu zayıflatıyor gibi davranıyordu.


"Aklında ne var?" Kadir bu plan birlikteliğinden hiç hoşlanmadığı belli olan bir ifadeyle yalnızca arkadaşına bakıyordu.

"Çok şey."

Onur'un gözlerinde gördüğüm ateş beni de ister istemez heyecanlandırdığında diğerleri bu durumdan benim aksime memnun değildi. Sebebini bilmiyordum ama nedense onun bu işlere girmesi hoşlarına gitmemiş gibi tedirgin davranıyorlardı. Sanki zaten bu işlerin içinde değilmiş gibi.

"İlk olarak, o evi hemen boşalt."

Orada kalmaya devam etmek açıkça intihar olurdu zaten. Kendime hemen başka bir yer nasıl hemen bulacaktım bilmiyordum ama uzatmayıp başımla onayladım. Bir çaresi bulunurdu elbet.

"Bana taşın."

"Ne?" Sesim beklenmedik teklifi karşısında istemsizce yükseldiğinde şaşkın bakışlarımı bir saniye olsun üzerinden çekmedim. "Şimdilik tabi.." diye ekledi, sanki böyle söyleyince kulağa daha mantıklı geliyormuş gibi.

"Otelde kalırım ben." diye savunmaya geçtim hemen. Otelin evimde kalmaktan daha da tehlikeli olduğunu adım kadar iyi biliyorken üstelik..

"İlk geceden uykunun ortasında boğularak ölmek istiyorsan, güzel plan tabi."

Açık açık konuşup beni böyle germesi hiç hoş değildi. En azından sadece ima da edebilirdi..

"Yeni bir ev tutarım." dedim onun savunmasına inatla. Tanımadığım bir yabancının evinde kalmak tek seçeneğim olmamalıydı ya, başka bir yolu daha olmalıydı.

"Adını, yaşını, işini, en önemlisi seni biliyorlar artık. Nereye gidersen git onlar için hep yalnız bir av olacaksın. Bugün bulamasalar bile yarın bulacaklar yerini, bu defa böyle kolay da kurtulamayacaksın."

Elimdeki bütün seçenekleri bir bir elediğinde hüzünle kaşlarımı çattım. Bana alternatif bir seçenek sunması falan gerekmez miydi bu durumda? Ne diye üstüme geliyordu ki?

"Kadir evin müsait mi?"

Aynı soruyu ben soracaktım ki o benden daha hızlı davranmıştı.

"Maalesef, değil. Yarın ailem geliyor." dedi bu durumdan hiç memnun olmadığını açıkça belli ederken.

"Emre'nin evinde kalmak istersen de Emre'den önce nişanlısından izin alman lazım tabi."

Gözlerime adeta zaferle bakıyordu. Sanki çok büyük bir şey başarmış gibi.

Gerçekten hiçbir seçeneğimin olmaması içten içe sinirimi bozuyordu. Kendimi bir anda ona muhtaçmış gibi hissetmiştim ve bu oldukça can sıkıcıydı.

Hiç tanımadığım bir adamla aynı evde yaşama düşüncesi bile beni boğuyorken Ali Kıraç'a olan öfkem de durmadan büyüyordu. Gerçekten iki hayatımı birbirine katmış ve beni saçma sapan durumların içine sürüklemişti.

"Kabul etmekten başka şansım yok belli ki. Peki sonra, sonra ne olacak?"

Bakışları mümkünmüş gibi biraz daha karardığında ne düşündüğünü anlamasam bile öfkesini kendi bedenimde de çokça hissetmiştim. İyi şeyler olmayacaktı.

"Ekibindeki haini bulacağız."

🔱

Baktığım manzara, soluduğum hava ve kaldığım oda bana tamamen yabancıyken ilk gecemde uyum sağlamak için elimden geleni yapıyordum.

O konuşmanın ardından Emre'yle evime gitmiş ve yanıma bir süre yetecek kadar kıyafet, eşya almıştım. Ustalar kırılan kilitleri yaparken ben de odamda dün geceden kalan kan lekelerini temizlemiş ve o an anıları sanki tekrar tekrar yaşamıştım.

Ve şimdi bir yabancının evinde, açtığım pencereden parıldayan dolunayı izliyordum.. Başka seçeneğim olmadığı için bir süreliğine onun evinde kalmak zorundaydım ve muhtemelen yadırgadığım yatak yüzünden de ilk gecemden uykusuz kalmıştım.

03.12

Gözlerimden uyku akıyorken aynı zamanda da durmadan esniyordum. Artık istesem de istemesem de uyumak zorunda olduğumun farkına vararak camı kapattım. Yatağa uzanıp üstümü örttüğümde bir süre öylece tavanı izledim. Kafam fazlasıyla doluydu.

Bir süre işe gitmeyecek, yarından itibaren de Hale'den uzak duracaktım. Regina'nın ilgilenmesi gereken bazı önemli konular vardı, ve de Hale'nin biraz olsun dinlenmeye ihtiyacı..

Bir yandan da aklım Şule'deydi. Tüm gün beni aramış, arka arkaya mesajlar yağdırmıştı. Bir bahane bulup dilinden kurtulsam da yarın mutlaka görüşmeli ve birlikte vakit geçirmeliydik. Zaten ertesi gün uçağı vardı ve Amerika'ya geri dönecekti..

Karşımdaki odada kalan yabancı ve gözleri gözümün önünde belirdiğinde derin bir nefes aldım. Bir anda nasıl bir şeyin içine düşmüştüm ben de bilmiyordum. Tek umudum bu defa gerçekten başarılı olmaktı. Ne olursa olsun başarmalıydık..

Bundan sonra ne olacak, nasıl ilerleyeceğiz veya ona güvenebilir miyim? Kafamda bitmek bilmeyen bir soru döngüsü vardı. Kendime verecek hiçbir cevabım yokken hem de.

Beynim kendi içinde savaşıyorken göz kapaklarım daha fazla dayanamayarak kapandı. Kendimi derin bir karanlığın içinde bulduğumdaysa bu sorular artık bana çok uzaktı..

🔱

Uzaklardan gelen melodi sesi gitgide artıp beni uyandırdığında gözlerim yeni bir güne daha açıldı.

"Kahvaltıya bekliyoruz bir saate burada olmak zorundasın, ben de seni seviyorum öptüm." Telefonu açar açmaz konuya girmiş ve söyleyeceğini söyledikten sonra da benim konuşmama fırsat bile vermeden suratıma kapatmıştı.

Suratımdaki salak sırıtışla ekrandaki saate baktım, 10.25'i gösteriyorken geç uyumanın dezavantajı olarak hala çok uykum vardı. Yattığım yerden kalkıp yatağı da hızlıca toparladığımda hala boşaltmadığım valizi yere yatırıp fermuarlarını açtım.

Tanımadığım bir adamın evinde olmak mecburiyetten bile olsa hala çok saçma geliyordu ve kendimi her an kovulacakmışım gibi huzursuz hissediyordum. Buraya ait olmadığımı bilme hissi fazla rahatsız ediciydi.

Ayrıca gece defalarca kez beni ağrısıyla uyandıran kolum da işleri hiç kolaylaştırmıyordu.

Telefonuma bildirim gelip ekran ışığı yandığında Şule'den bir mesaj olduğunu görüp hızla şifreyi girdim.

Şule: Yeni açılan bir mağaza varmış bugün mutlaka gideceğiz haberin olsun.

Bu mesajın asıl amacı güzel şeyler giy demekken çıkardığım eşofman takımını hızla geri koydum. Şimdi sırada yeni bir kombinle uğraşmak vardı. Ayrıca ben bile İstanbul'a bu kadar hakim değilken o başka ülkede yaşamasına rağmen nasıl her şeyi bilebiliyordu asla anlamıyordum.

Siyah, saten bir bluz çıkardığımda altına da fazla oyalanmadan beyaz bol bir pantolon seçtim. Siyah bir çanta ve spor ayakkabı... Kombini kafamda tamamladığımda hızla üzerimi değiştirip açıkta kalan boynuma da sade bir kolye taktım.

Hava çok sıcaktı ama kolumdaki yaranın gözükmemesi için mecburen uzun kollu giymek zorunda kalmıştım. Neyse ki bluz saten olduğu için fazla sıcaklamayacak veya terlemeyecektim. Yani öyle umuyordum..

Aynadan kendimi süzdüğümde dudaklarımda küçük bir gülümseme oluştu. Bugün kendimi nedensizce çok beğendiğim bir gündü. Abartmadan sade ve güzel bir makyaj da yaptığımda zaten kendiliğinden düz olan saçlarımı elimle tarayıp odadan çıktım.

Mutfak olduğunu dün öğrendiğim yerden Emre'nin sesi geliyorken aynı zamanda da telefonum durmadan titriyordu. Şule muhtemelen hızlı gelmem için beni arıyorken aramayı yanıtlamadan mutfağa girdim. "Günaydın."

İçeri girer girmez bakışlar beni baştan aşağı hızlıca taradığında Emre'nin suratındaki abartılı şaşkın ifadeye anlık gülesim gelse de ona hak veriyordum. Beni hep siyah kot pantolon ve şapkayla gördüğü için bu halime şaşırması da oldukça doğaldı.

"Günaydın, nereye gidiyorsun ?" Kadir oturduğu sandalyede bedenini tamamen bana döndürdüğünde bu halime sorgular gözlerle bakıyordu.

"İşlerim var, yarın dönerim."

Beklediğim gibi kaşları hızla çatıldığında bana yine o şüpheli ifadeyle bakmaya başlamıştı. "Kendini tehlikeye atacak bir şey yapmayacaksın değil mi?"

Sanırım böyle giyinmeme rağmen Ali Kıraç'ı öldürmeye gittiğimi falan düşünüyordu. Beyaz pantolonla?

"Hayır Kadir, ben bugün sadece Hale'yim. Ve inanmayacaksın ama benim de bir özel hayatım var."

Son cümleyi sır verir gibi kısık sesle söylediğimde dayanamayıp güldü. Uzun süre ciddi kalamıyor oluşu şimdiki gibi çoğu zaman da işime yarıyordu. "Gideceği yere sen bırak Emre."

Dakikalardır konuşmayan Onur sessizliğini bozduğunda gözlerimi ona çevirdim. Mutfak tezgahına yaslanmış kahve içiyorken hep yaptığı gibi dik dik yüzüme bakıyordu.

"Gerek yok taksi çağırdım bile, ayrıca eve uğrayıp arabamı alacağım."

"Emin misin, gelebilirim?"

Emre de ona hak vermiş gibi her an kalkmaya hazır duruyorken omzuna yavaşça dokundum. "Vurulduğum için mi böyle iyi davranıyorsun yoksa yakında ölecek miyim?"

Omuzundaki elimi kenara ittiğinde söylediğim şeyler hiç hoşuna gitmemiş gibi sesler çıkarmaya başladı. "Nedense bu aralar ölmek için elinden gelen her şeyi yapıyormuşsun gibi hissediyorum."

Nedense kelimesine yaptığı vurgu ince bir laf sokmayken gözlerimi kaçırdım. Sanırım hasta olduğum halde baskına gitmem ve evimde üç silahlı adam varken telefonu kapatıp tek başıma hepsiyle dövüşmeye çalışmam dillerinden hiç düşmeyecekti.

Tabi genellikle tehlikeli durumlarda canımı yok sayıyor olmam onları haklı olarak sinirlendiriyordu. Ama ben de böyle bir insandım işte, artık bu durumu da kabullenmeleri gerekiyordu.

"Ölmeden önce yapmam gereken bir şey var ve onu yapmadan ölmeye de hiç niyetim yok. O yüzden rahat olabilirsiniz."

Bunu onları rahatlatmak için söylemiyordum. Gerçekten yıllardır yaşamak için direndiğim en büyük sebebi hala çözüme kavuşturamamıştım. Hala onu bulamamıştım.

"Neyse ben gidiyorum, görüşürüz."

Mutfaktan çıkıp ayakkabılarımı giydiğimde Emre de yanıma gelmiş ve beni bizzat kapıdan geçirmişti. "Kendine dikkat et, yeni numaramdan mesaj attım sana. Bir şey olursa ararsın."

Onu onaylayıp evden çıktığımda gelen taksiye daha yeni binmiştim ki kapattığım araba kapısı başka biri tarafından anında tekrar geri açıldı. Elindeki anahtarı gözümün içine sokar gibi uzatan adama şaşkın şaşkın bakarken o hiç ifadesini bozmadan konuşmaya başladı. "Sende kalsın."

Benim bir şey söylememe fırsat vermeden kapıyı kapattığında arkasına bile bakmadan içeriye girdi. Afallamış bir halde çoktan giden adamın arkasından bakarken taksicinin sesini duydum. "Gidelim mi abla?"

"Gidelim."

Elimdeki anahtarı çantanın içine gelişigüzel attığımda silaha çarpmış ve varlığını bana hatırlatmak ister gibi metalik bir ses çıkarmıştı. Şule çantamı karıştırmaya fazlasıyla meraklı biri olarak silahı görürse geri dönülmez bir yola girebilirdim, bu yüzden önce eve gitmeli ve silahı arabanın içine saklamalıydım.

Yaklaşık on beş dakika sessizlik içinde geçtiğinde taksi oturduğum sitenin önünde durdu. Parayı ödeyip indiğimde kapıdan geçip otoparka doğru yönelmiştim ki telefonum susmak bilmezmiş gibi tekrar çalmaya başladı. "Efendim Şule, efendim?"

"Bana mor çantanı getir, küçük olanı." Telefon bir anda suratıma kapandığında boş boş kararan ekrana baktım. Her şeyi son dakika söyleme huyundan asla vazgeçmiyordu

Otoparkı hedef alan ayaklarımın yönünü değiştirip binaya girdiğimde asansöre binip tuşa bastım. Ben aynadan saçlarımı düzeltirken üç kat sonra asansör durdu ve içeri daha önce hiç görmediğim bir kadın girdi. Uzun boyu, sarı saçları ve muhteşem fiziği.. Adeta manken gibiydi.

Yüz ifadesi fazla ciddi ve soğukken bunu kanıtlamak ister gibi bana hiç bakmadan telefonuyla uğraşmaya başlamıştı. Onu daha önce hiç görmediğime emindim, buraya muhtemelen yeni taşınmış olmalıydı.

Kapılar tekrar açıldığında ekranda 12 yazısını görüp indim. Evimin önünde hiç beklemediğim bir topluluk varken tüm bakışlar bir anda bana döndü. "Merhaba ?"

"Merhaba Hale Hanım, biz de sizi görmeye gelmiştik."

Apartman sakinlerinin beni neden görmek istediklerini anlayamasam da onlara gülümseyerek karşılık verdim. Bu kadar kadın kapımda toplandığına göre belli ki çok önemli bir şeyler söylemek veya konuşmak istiyorlardı.

"Daha doğrusu dün gece bavullarla gittiğinizi duyduk da taşındınız mı diye kontrol etmek istedik."

"Yok hayır, taşınmadım. Bir süreliğine arkadaşımın evinde kalıyorum sadece."

"Temelli olarak ne zaman gideceksiniz peki?" Üzerindeki şala sıkı sıkı sarılan kadın garip bir gülümsemeyle bana bakıyorken dediğini anlayamayarak kaşlarımı çattım. Bu ne demekti şimdi? "Pardon, anlayamadım?"

"Kusura bakmayın ama çocuklarımızı dışarı bile çıkaramıyoruz artık. Geçen gün gelen adamlar bugün de gelebilirler değil mi? Mehmet Bey'in başına gelenler bizlerin de başına gelebilir."

Son cümlesine yaptığı vurgu içime oturduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım.

Güvenliğimiz Mehmet Bey o gün Ali Kıraç'ın adamları yüzünden yaralanmış ve hastaneye kaldırılmıştı. Durumu şimdi iyi olsa da ilk duyduğumda vicdan azabından öleceğimi bile düşünmüştüm. Şimdi bana onun üzerinden laf çarpıtılıyor olması da beni ayrıca üzüyordu.

Ama burada benim tam olarak suçum neydi?

"Sizin yüzünüzden binamızda silah ve siren sesleri duyuldu. Geceleri tedirgin olup kapıları defalarca kilitlemek zorunda kalıyoruz artık."

Sizin yüzünüzden..

Yaşamaktan korkup kapılarını kilitledikleri olayı ben yaşamışken, duydukları silah bana doğrultulmuş ve beni vurmuşken yine de bana karşı fazla ağır konuşuyorlardı.

"Endişenizi anlıyorum ama o adamları buraya ben davet etmedim. Ve böyle sert bir tepki almayı hak ettiğimi de düşünmüyorum."

"Endişemizi anlıyorsanız taşının Hale Hanım. Siz yokken gelmeyeceklerini ya da bir süre sonra döndüğünüzde gelmeyeceklerini garanti edebilir misiniz? Çocuklarımızı eve kapattık, hepimiz birer anne olarak korkuyoruz."

Kendimi Mehmet Bey konusunda gerçekten suçlu hissediyorken bir de çocukların korkudan dışarı bile çıkamıyor oluşu üzüntüme üzüntü eklemişti. Ama yine de geçmiş olsun bile demeden taşının demeleri fazlasıyla kırıcıydı.

"Hanımefendi zaten zor zamanlar geçiriyor bir de siz üstüne gidiyorsunuz. Bu durumla duyduğum kadarıyla polis ilgileniyor zaten, sizin özel bir alaka göstermenize gerek yok hanımlar. Lütfen evlerinize dağılın ve Hale Hanım'ı da rahat bırakın."

Benim yerime cevap verip kadınları susturan ses tam arkamdan geliyorken kim olduğunu görmek için yavaşça ona döndüm. Asansörde gördüğüm kadın duvara yaslanmış bir halde bize bakıyorken suratında yine ciddi ve soğuk bir ifade vardı. Ne zamandır orada durup bizi dinlediğini bilmiyordum ama söyledikleri işe yaramış olmalıydı ki kadınlar söylene söylene evlerine dağılmaya başladılar.

Babam yüzünden çocuklarını benimle oynatmayıp küçük ve suçsuz bir kız çocuğunu dışlayanlar ve saldırıya uğrayıp yaralanan bir kadının evine gelip böyle pervasızca konuşanlar.. hepsi aynıydı.

"Teşekkür ederim."

Kendimi teşekkür etmek zorundaymışım gibi hissettiğimde bana sadece küçük bir gülümsemeyle karşılık verdi. Yanında duran asansörün düğmesine basıp kapıyı açtığında binmeden önce tekrar bana dönmüş ve baş selamı vermişti. "Geçmiş olsun."

O asansöre binip gittiğinde bile olduğum yerde durup öylece yaslandığı duvara baktım.

Buraya ilk taşındığım zaman binamıza doktor hanım geldi ne kadar şanslıyız diyerek beni selamlayanlar, çocukları rahatsızlandığında yardım etmem için bana koşan insanlar bile geçmiş olsun dememişken hiç tanışmadığım bir kadın onlara karşı bana yardım etmişti.

İşte yaptığımız iyilikler iki günde böyle kolay unutulabiliyordu. Oysa kim bilir kaç gün daha konuşacaklardı dün geceki olayı..

Demek ki bu hayatta unutulmamak için gerçekten kötü biri olmak gerekiyordu..

Eve girip Şule'nin istediği çantayı dolaptan bulduğumda fazla geç kalmamak için tekrar otoparka inip arabaya bindim. Aklım hala az önce olanlardayken beynimi boşaltmak için şu an ihtiyacım olan tek şey müzikti. Radyoyu açtığımda denk gelen ilk şarkıya tüm dikkatimle odaklandım.

Geliyor mu aklına, acıtıp ara ara?

Ben de dün gibi geçmedi daha..

Bana hitap etmeyen bu cümleler bile adamın hoş ses tonuyla içime işleyebilmişti.

Artık okunmayan bir hikayede noktayım.

Şarkıda beni anlatan bu tek cümle fazla anlam doluydu. Artık okunmayan bir hikayede nokta olmak. Tozlu raflarda bir gün açılıp tekrar gün ışığıyla karşılaşmayı beklemek. Birinin ellerinde yeniden hayata dönmek istemek..

Bana çok uzaktı, çok uzak..

Evime neredeyse beş dakikalık mesafede olan Şule'lere geldiğimde arabayı park edip koşar adımlarla dış kapıdan girdim, onları daha fazla bekletmek istemiyordum.

Bahçe tarafında bir hareketlilik sezdiğimde adımlarımı evin kapısından caydırıp oraya yönelttim. Tam da tahmin ettiğim gibi bahçeye harika bir masa kurulmuştu.

"Hoş geldin bebiş..." Şule beni görür görmez koşarak üstüme atladığında koluma saplanan ağrıyı umursamamaya çalışıp sarılışına karşılık verdim. Aklıma gelmişken ilk fırsatta ilaçları almalı ve ağrıyı da azaltmalıydım.

"Çok özledin herhalde beni?"

Elimdeki çantayı alıp bana haince sırıttığında gözlerimi devirdim. Çanta benden daha mı değerliydi şu an onun gözünde?

"Hoş geldin güzel kızım.."

Elindeki kızartma tabağıyla evden çıkan Nergis Yenge bana kocaman gülümsediğinde olduğum yerde dikilmeyi bırakıp masaya doğru ilerledim. "Hoş buldum.."

Yüzümdeki sevinçle bana kollarını açan kadına sarıldığımda arkadan da Cengiz Amca gelmiş ve bizi hızla geniş kolları altına almıştı.

"Ben bu dünyadaki en şanslı adam falan mıyım yahu, Dünya'nın yedi harikasından üçü şu an yanımda duruyor.."

Onun bu tatlı övgülerine hepimiz alışsak da gülmeden edemedim. "Dünyanın en yakışıklı adamı da bizim yanımızda duruyor. Biz de Dünya'nın en şanslı kadınları falan olmalıyız."

Sözlerim onu keyiflendirmiş gibi güldüğünde masaya bakıp ıslık çaldı. "Gerçekten hastaneye geç gitmeme değecek bir masa.."

Hepimiz sofraya geçip oturduğumuzda her zamanki gibi Cengiz Amca'nın bizi güldürmeleri ve tatlı sohbetlerle kahvaltı fazla uzun sürmüştü.

"Amca.." Çekinerek gözlerimi ona çevirdiğimde o bana her zamanki gibi gülümseyerek bakıyordu. "Ben bir teklif aldım." dedim bu yalana kendimi de inandırarak.

"Nasıl bir teklif ?" Ciddiyete bürünen ifadesiyle beni dinliyorken dün gece uzun uzun üzerine düşündüğüm yalanı ortaya bıraktım. "İtalya'da üç ay sürecek bir seminer. Kısa ama hızlı bir eğitim de diyebiliriz buna. Şartları da bana çok uygun, ayrıca biraz dinlensem de iyi olacak gibi duruyor."

Masadaki üç göz bana oldukça şaşkın bir ifadeyle bakıyorken kendimi gülümsemeye zorladım. "Bu bir istifa değil, sadece üç aylık bir izin istiyorum senden."

"Tamam canım, sen nasıl mutlu olacaksan öyle yapalım da... Biz nasıl senden üç ay ayrı kalacağız?" Cengiz Amca korktuğum gibi fazla sorgulamadan onayladığında sevinçle gülümsedim.

"Fırsat da bu ya... Çok özleyin işte beni, üç ay da az değil yani."

"İki kızım da gidiyor, ne yapacağım ben şimdi Cengiz?" Nergis Yenge dolu dolu gözleriyle bize bakıyorken hızla yerimden kalkıp ona sarıldım. Şule de hemen arkamdan bize sarıldığında yine genişçe kucaklaşmıştık işte.

"Ben hemen geleceğim ya, sen Şule'ye kız asıl."

"Ne diyorsun Hale ya, ben de geleceğim hemen."

Biz kendi aramızda şakalaşıp gülüyorken Cengiz Amca oturduğu sandalyeden ayaklandı. "Ben de keşke senin gibi izin alabilsem ama bakın yine işe gidiyorum, size iyi gezmeler kızlar. Dikkat edin."

"Sen de dikkat et hayatım."

Nergis Yenge ve Cengiz Amca'nın sarılmasına imrenerek bakarken Şule yaralı olduğunu bilmediği kolumu bir şey söylemek için sertçe dürttüğünde acıdan yüzüm buruşmuş ve dikkatini istemeden koluma çekmiştim. "Koluna bir şey mi oldu, bakayım?"

Telaşlı sesine zoraki olduğunu belli etmemeye çalışarak güldüğümde başımı iki yana salladım. "Elektrik çarptı bir anda, bana nasıl aşıksan artık voltajı çok yüksekti."

Bu dediğime gülüp ayağa kalktığında bu konuyu fazla uzatmamasına içten içe sevinerek ben de ayaklandım. "Gidiyor musunuz?"

"Gidiyoruz anneciğim, geç geliriz yemeğe beklemeyin bizi."

Şule benim bile bilmediğim planlarını aklından geçirip annesine cevap verdiğinde son kez sarılıp evden çıkmış ve kapıya park ettiğim arabada yerlerimizi almıştık. "Sağ koltuk prensesin geldi bebek. Hemen playlistimi bağlamalı ve bu yolculuğu güzelleştirmeliyim."

Onun bu çoşkulu haline gülüp arabayı çalıştırdığımda tarif ettiği yolları takip etmeye başlamıştım. Önce alışveriş yapacak, yemek yiyecek, sinemaya girecek, bowling oynayacak ve günü çok güzel bir tatlıyla kapatacaktık. Şule Hanım'ın şimdilik yaptığı okul çıkışı konseptli planları bunlardı ve ben şimdiden yorulmuştum.

Eğer bir gün gidersen, bırakamam ikimizi...

Seksendört'ün "Anlayamazsın" şarkısını açtığında gözlerimiz kısa bir anlığına buluştu ve o an ikimizde de aynı gülümseme belirdi. Bunu özlemiştik.

"Bağıra bağıra söylüyoruz bak!"

Onun bu hevesli haline gülümseyip onayladığımda ikimiz de heyecanla nakaratın gelmesini bekliyorduk.

"Anlayamazsın... Kaçamazsın. Dertten kederden kurtulamazsın. Bittim gururdan bu sevdadan. Ne hale geldim, anlayamazsın!"

Boğazımız yırtılırcasına bağırdığımızda bu hiçbir doktorun veremeyeceği bir terapiydi bizim için. Yüzümüzde bıraktığı tatlı gülümsemenin yerini hiçbir şey tutamazdı. Çünkü biz onunla kuzenden çok kardeş gibiydik. Biz onunla aynı anda aynı şeylerle mutlu olabilen ikiz kız çocuklarıydık. Ve birbirimize iyi geliyorduk.

Sonunda bu fazla gürültülü yolculuk bitmiş ve devasa büyük AWM'ye varabilmiştik. Arabayı otoparka park edip bir de Şule'yi yanına park ettiğimiz harfle fotoğraf çektikten sonra onu beklemeden asansöre doğru yürümeye başladım.

Gerçekten arabada yüksek sesli müzik dinlemeye bayılan biri olarak bugün bu durum beni fazlasıyla yormuş, başıma ince bir sızıntı halinde ağrı bırakmıştı. Ya yaşlanıyordum ya da vücudumdaki ağrı kesicinin etkisi hızla kayboluyor ve bu da beni zorluyordu.

"Birinci kattan başlayıp bu alışveriş merkezini tavaf etmeye var mısın asker ?" Sanki çok önemli bir görevmiş gibi abartarak role girdiğinde bu haline gülümseyip onayladım. Bir günlüğüne kolumdaki ağrıya rağmen her şeyi unutup arkadaşımla güzel vakit geçirmemde bir sakınca yoktu. Zaten uzun bir süre Hale olamayacaktım, bugün uzun uzun keyfini çıkarmalıydım.

"Varım komutanım!"

Yumruk tokuşturup asansörden indiğimizde büyük küçük demeden bir sürü mağazaya girmiş kıyafet denemeleri yapıp çıkmıştık. "Üşenmeden bir sürü kıyafet deniyorsun ama hiçbir şey almıyorsun, cimri misin nesin?"

Şule zar zor taşıdığı paketlerle bana laf atarken göz devirdim. "Hepsini aklımda tutuyorum, internetten sipariş vereceğim. Bazıları gibi paket taşıyıp yorulmak istemiyorum."

"Ben yarın gidiyorum ve yapabildiğim kadar alışveriş yapmalıyım kızım. Hadi devam edelim!"

Onun bu haline gülüp poşetleri taşımasında yardım etsem de durmuyor yerine daha fazla kıyafet alıyordu. "Üçüncü bir elim yok Şule, yeter bu kadar."

"Bebiş onları arabaya bırakıp gelir misin ya, lütfen.."

Bana yavru köpek bakışları atan kıza ciddi misin der gibi baktığımda bana arkasını dönüp alışverişine devam etti. Oysaki biz daha birinci kattaydık...

Oflayarak mağazadan çıktığımda asansöre binip otoparka geri indim. Beni gerçekten kullanıyordu bu kız.

"Neydi bu harf ya?"

Arabayı bulamayıp olduğum yerde durduğumda cebimdeki telefonu çıkarmaya çalışmış ama elimdeki paketleri yere düşürerek daha büyük bir hata yapmıştım. Galeriyi açıp fotoğrafı bulduğumda tamamen yanlış koridorda olduğumu anlayıp derin bir nefes aldım. Sanki alttan alttan sabrım sınanıyordu.

Eğilip tüm paketleri yerden almaya çalışırken bir anda yabancı bir el görüş hizama girip bana yardım etmiş ve karşılığında da büyükçe sırıtmaya başlamıştı.

"Buyurun."

Oldukça yakışıklı ve uzun boylu olan bu adam bir yandan da fazla ürperticiydi. Beni tanıyor gibi bakıyor olmasına istemsizce gerilmiştim. "Almayacak mısınız?"

"Teşekkürler."

Elindeki paketleri alıp ondan hızla uzaklaştığımda gerginlikten hızlanan kalbime lanet ettim. Adımlarımı hızlandırıp arabanın yanına ulaştığımda hala arkamdan geldiğini hissedebiliyordum. Bagajı hızla açıp paketleri neredeyse fırlatır gibi koyduğumda gizli bölmeye sakladığım silahı aldım ve ani bir hareketle dönüp bana yaklaşan adama çevirdim.

Ve o hala sırıtıyordu.

"Hadi ama, gerçekten beni burada vuracak mısın ?"

"Kimsin sen?"

Sanki elimde silah yokmuş gibi bana biraz daha yanaştığında kaşlarımı çattım. Gerçekten kaşınıyordu. "Uzak dur."

Silahın yönünü değiştirip alnını hedef aldığımda ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Şşş, tamam sakin ol."

Yüzündeki o rahatsız edici gülümseme hala yerini koruyorken korkusuzca dikleştim. "Kimsin sen ve benden ne istiyorsun ?"

"Önce şu silahı mı indirsen acaba ?"

"Konuşacak mısın, yoksa önce seni mi indirsem acaba?" Silahı alnında biraz daha yaklaştırdığımda şaşkın gözlerle bana baktı. "Tamam, tamam. İndirmesen de olur.."

"Konuş hadi, neden peşimdesin?"

Zamanım yoktu, her an Şule nerede kaldığımı merak edip aşağı inebilirdi. Birileri beni silahla görebilirdi. Hemen konuşması ve artık beni rahat bırakması gerekiyordu.

"Zarar vermek için burada değilim Regina. Eğer isteseydim şu iki dakikada bile açık verdiğin çok an oldu, anında işini bitirebilirdim."

Regina diye seslenmesiyle kaşlarım daha da çatıldığında silahı yavaşça indirdim ama hala elimde tutuyordum. Bu onu rahatlatmış gibi gülümsediğinde bir tepki vermedim. Hala benden ne istediğini anlamaya çalışıyordum.

"Bir kez daha sormayacağım, neden peşimdesin?"

"Sadece babamın benim için bu kadar ısrar ettiği kadını yakından görmek istedim. Ve itiraf etmeliyim ki gördüğüme de çok memnun oldum."

Babamın benim için ısrar ettiği kadın mı ? Ne saçmalıyordu şimdi bu ?

"Ne diyorsun sen ya, ne babası?"

Ellerini ceplerine sokup beni etkileyebileceğini düşündüğü bir bakış attı. Ama pürüzsüz cildi ve biçimli dudakları beni etkileyen şeyler değildi, bilmiyordu. "Korkuluk babası.."

Kendi kendine gereksiz bir espri yapıp güldüğünde tek yaptığım dik dik yüzüne bakmaktı.

"Tamam kabul ediyorum komik değildi."

Bana bir adım daha atıp yaklaştığında geri çekilmek istesem de gururumdan çekilmedim. Korktuğumu düşünsün istemiyordum. "Gerçekten de ısrar ettiği kadar varmışsın..."

Bakışları koyulaşmaya başladığında silahın namlusunu bacağına sertçe bastırıp varlığını hissettirdim. Bu hareketim onu güldürse de bozuntuya vermeyip gözlerini kıstı ve saniyelerce yüzümü incelemeye devam etti.

"Baban kim ve benimle ilgili neden ısrarcı ?"

"Hala anlamadın mı?"

Suratına yine o sırıtış yayıldığında duymak istemediğim kelimeler bir bir kulaklarıma ilişti. Tüylerimi diken diken eden, beni ismiyle bile patlamaya hazır bir volkana çeviren isim..

"Ali Kıraç.... Babam olur kendisi."

🔱


Loading...
0%