Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Bölüm 4: Kulüp

@shevval

Tavuk parçasını bilinçsizce bir ileri bir geri oynatırken önümde sallanan elin sahibine baktım.

"Neyin var Hale, bir şey mi oldu?"

Gülümsemeye çalışarak başımı iki yana salladım. Hayır, şimdilik bir şey olmamıştı ama yakında bir şeyler olacaktı, biliyordum. "Midem bulanıyor biraz, ama iyiyim."

Şule bana üniversiteden anılarını ve günde en az yedi kere aşık olduğu erkekleri anlatmaya kaldığı yerden devam ettiğinde onu dinliyor ama tam anlamıyla da ortama konsantre olamıyordum. Aklım hala bir saat önce yaşanan o saçma olaydaydı.

Ali Kıraç'ın bir oğlu vardı ve ben bunu yeni öğreniyordum.

Ali Kıraç beni kendisi için değil, oğlu için istiyordu ve ben bunu yeni öğreniyordum.

Oğlunun bile beni çabucak bulabildiği kadar göz önündeydim artık, ve ben bunu da yeni öğreniyordum.

Düşmanım benden hep birkaç adım öndeydi ve ben her şeyi çok sonradan öğreniyordum.

Ama ne zaman ve nasıl bu hale geldiğimi bir türlü anlayamıyordum. Ben ilk ne zaman gücümü kaybetmeye başlamıştım ? Ben ne zaman kaçan ve saklanan biri olmaya başlamıştım?

"Hadi kalk ya, senin bir şey yiyeceğin falan yok en iyisi eve gidelim." Bir anda eşyalarını toparlayıp ayaklanan Şule'ye korkuyla bakıp peşinden ayaklandım. "Daha sinemaya girmedik, tatlı da yemedik nereye gidiyoruz ?"

"Sanki bunları yapmaya çok enerjin var da bir de söylüyorsun." Bana bozulduğu sesinden bile belliyken yerimden kalkıp ona sarıldım ve ne isterse yapacağımı söyledim. Bugün onun buradaki son günüydü ve tek istediği sadece en yakın arkadaşı ile bir gün boyunca doyasıya eğlenmekti. Ama tabiki yine Regina ve karanlık hayatı buna izin vermiyordu..

"Ne istersem mi?"

Onu başımla onayladığımda sanki söylememem gereken bir şeyi söylemişim gibi gözlerinde tehlikeli bakışlar gezinmeye başladı. Sanırım gerçekten büyük bir hata yapmıştım. "Tamam, hadi yürü. Show must go on baby!"

Beni çekiştirerek - resmen çekiştirerek- otoparka indirdiğinde hala ne isteyeceğini tam olarak anlayamamıştım. Ama bu denli heyecanlı olması da aklıma tek bir ihtimali getiriyordu. "Düşündüğüm şey mi Şule?" diye sordum belki yanılıyorumdur ümidiyle.

"We'stone!"

Hayır yanılmıyordum.

Genelde zengin ve tanınır insanların gittiği en ünlü gece kulüplerinden biriydi We'stone. Ve benim hiç haz etmediğim tiplerin de sıkça bulunduğu..

Aslında genel olarak gece kulüplerini sevmiyordum ama burayı bir ayrı sevmiyordum işte. Herkesin parasıyla bir statüye sahip olduğu iğrenç bir mekandı orası. İçeride dönen pislikler de diz boyuydu tabi.

Ama Şule için buna bir gecelik katlanabilirdim sanırım, yani sadece birkaç saatlik.. Öyle umuyordum.

Ben arabayı gitmeyi hiç istemediğim o mekana doğru sessizlik içinde sürerken aklım bir yandan da hala o adam ve yeşil gözlerindeydi.

Sadece beni görmek için gelmiş olması hiç mantıklı değildi. Bu hikayede eksik kalan bazı parçalar vardı, beynimdeki puzzle bir türlü birleşmiyordu. Mesela Ali Kıraç neden oğluna gerçek ismimi söylememişti?

Neden o gece evime beni aldırmaya bizzat oğlunu göndermemişti?

"Şu müziği kısar mısın Şule, zaten orada yeteri kadar beynimiz şişecek."

"Ohoo! Sen şimdiden böyle yapacaksan hiç gitmeyelim ya, dön eve."

"Her şeye trip atma Şule, döverim." Ona ters ters bakıp arabayı sürmeye devam ettiğimde bir yandan da aklımı boşaltmaya çalıştım. Bugün iş yok, eğlence var. Bugün Regina yok, bugün yalnızca Hale var.

Sonunda neredeyse tüm sokağı aydınlatan o dev tabelayı görebildiğimizde arabadan inip anahtarları da valeye uzattım. İnmeden silahımı gizlice çantama tıkıştırmayı da unutmamıştım tabi. Her ne kadar bugün Hale olarak kalmak istesem de Regina'nın sağı solu da belli olmuyordu işte.

Ben senin aksine silahımı yanımda taşıyorum, zayıflık göstermiyorum.

Onur'un sesi benim bile beklemediğim anda beynimde çınladığında derin bir nefes aldım. Onun sözleri de etkili bir sebepti tabi.

Her şey yolunda gidecek, her şey-

Güvenliklerle birlikte içeri girdiğimizde bir anda ciğerlerimi sıkıştıran sigara kokusu ve midemi bulandıran görseller cümlemi yarıda kesmeye yetmişti. Umarım dedim, umarım bu gece her şey yolunda gider.

Uzun zamandır gelmediğim mekanın değişen dekorasyonunu incelemeyi yarıda kesip usulca Şule'nin peşinden ilerledim. Barmenin yanına gidip içkisiz bir kokteyl istediğimde Şule bana mızıkçılık yapma bakışlarını atıyordu.

"Araba kullanacağım, sen de çok içme hiç uğraşamam."

Bana he he der gibi el sallayıp inadıma sert bir içki istediğinde göz devirdim. Sonra arkasını toplamakla ben uğraşıyordum, ona bir şey olmuyordu tabi.

"Kızlar!"

Furkan'ın sesi hemen arkamdan geliyorken yüzüme yerleştirdiğim yalancı gülümsemeyle ona döndüm. Şule'nin liseden arkadaşı aynı zamanda da bu mekanın sahibi oluyordu kendisi.

"Özlettin be kızım kendini." Şule'ye sıkıca sarılıp yanağına bir öpücük kondurduğunda sıranın bana geldiğini anlamış ve kendimi hızla geri çekmiştim. Sadece tokalaşmak yeterliydi.

"Seninle de görüşmeyeli aylar oldu, ve hala çok güzelsin Hale'ciğim.." Bana yine o yılışık iltifatlarından birini ettiğinde yalancı tebessümümü korumaya devam ettim. Bu çocuktan gerçekten hiç haz etmiyordum ve buraya gelmek istemememin büyük bir sebebi de buydu.

Aslına bakılırsa Şule de pek sevmiyordu bu Furkan'ı. Sadece İstanbul'un en önemli mekanlarından birinin sahibi olması işine geliyordu o kadar... Ünlüler bile kontrolden geçiyorken güvenliklerin bizi doğrudan içeri alması, en havalı locayı ayarlamaları falan işte... Tam Şule'nin seveceği şeylerdi bunlar.

"Gelin bakalım, her zamanki locanız hazır."

"Ay harikasın Furki!" Şule Furkan'ın koluna girip onunla birlikte yürümeye başladığında ayaklarım geriye doğru gitse de usulca onları takip ettim. Bugün mızıkçılık yapmaya iznim yoktu maalesef.

U şeklindeki koltuğun bir ucuna oturup arkama yaslandığımda We'stone'un tek sevdiğim özelliğinin bu rahat koltuklar olduğunu o an fark ettim. Bunlar da olmasa hiç çekilmezdi burası.

"Ee nasılsınız bakalım ? Nasıl gidiyor?" Furkan muhabbeti en başından başlatmaya karar verip ortaya genel bir soru bıraktığında sessiz kaldım ve topu bir nevi Şule'ye pasladım. O da beklediğim üzere hızlıca karşılamış ve eski arkadaşıyla bir muhabbete girişmişti. O sırada ben de her zaman yaptığım gibi gözlerimle hızlıca etrafı taramaya başladım.

Ağzına kadar dolu localar, tanınmış insanlar, içkiye kendini oldukça kaptırmış kadınlar ve adamlar... Her şey beklenildiği gibiydi.

İnsanları izlemeyi kesip önüme dönmek istediğim sırada ise o an karşılaşmayı asla beklemediğim o simalara denk geldim. Bu gerçek olamazdı değil mi?

Kadir, Onur ve tanımadığım bir adam şu an tam karşımızdaki locada oturuyordu. Şaka gibiydi ama değildi.

Gerçekten oradalardı.

Bu, hayatın bana sen istediğin kadar kaç, Regina hep seninle deme şekli miydi bilmiyordum ama şaşkınlıktan açılan ağzımı kapatmak bile aklıma daha yeni geliyordu. Bu ne saçma bir tesadüftü ya böyle?

O sırada sanki onlara baktığımı hissetmiş gibi kafasını telefonundan kaldıran Onur da beni gördüğünde, beklediğim gibi bir tepki vermedi. Hatta hiçbir tepki vermedi. Zaten bu mesafeden istesem bile gözlerinden ne geçtiğini anlayamazdım, ki yüzünü bile tam olarak göremiyordum.

"Hale, duymuyor musun? Hadi!"

Biz öylece birbirimize bakıyorken Şule'nin yüksek volümlü sesini duyup irkildim. Bir elini gözümün önünde sallıyorken diğer eliyle de dans pistini işaret ediyordu.

"Sen git, midem hala çok bulanıyor benim." Laf edeceğini hatta trip atacağını düşünmüştüm ama o neyse ki beni ve midemi çok umursamadan piste çıkıp dans etmeye başlamıştı bile.

"İlaç falan ister misin Hale'ciğim?"

Ben tam fırsattan istifade benimle ilgilenmeye çalışan Furkan'a cevap vermek üzereyken masanın üzerinde yanıp sönen telefonum dikkatimi çekti.

Kadir: Senin burada ne işin var ?

Gözlerim tekrar onların masasına doğru kaydığında Kadir'den önce yeniden Onur'un bakışlarıyla kesişti. Ama bu defa fazla oyalanmadan geri çekilmiş ve tekrar telefon ekranına dönmüştüm.

Ben: Eğlenmeye geldim, siz neden buradasınız ?

Kadir: Biz de eğlenmeye geldik.

"Neden daha sert bir şeyler içmiyorsun güzelim? Miden mi bulanıyor hala?" Furkan sanki onu duyamayacakmışım gibi bana gereksiz derecede yaklaştığında, burnunun neredeyse burnuma değmek üzere olduğunu fark edip geri çekildim. Ama bu defa da onun bakışları dudağıma doğru kaydığında ne yapmaya çalıştığını çoktan anlamış ve kendimden uzaklaştırmak için hızla avuç içimi yüzüne bastırmıştım.

"İsteseydim zaten alırdım Furkan, ayrıca seni böyle de duyabiliyorum bana bu kadar yaklaşmana gerek yok." Bu onu açık açık kaçıncı defa reddedişimdi bilmiyordum ama asla uslanmıyordu. Ve bu vesileyle Furkan'lar şerefsiz olur lafına da gün geçtikçe daha çok inanıyordum.

"Anladım canım, elini geri çekebilirsin." Koala gibi yüzüne yapıştırdığım elimi ancak o söyleyince fark edebildiğimde geri çekmeden hemen önce üzerine bir öpücük kondurmasıyla göz devirdim. Bu çocuk bir gün harbiden fena dayak yiyecekti benden.

Kadir: Bir problem var gibi gözüküyor buradan? Gelip dağıtayım mı ağzını yüzünü?

Titreşen telefonuma bakıp gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda gözlerimi tekrar onlara doğru çevirdim. Yanlarındaki adam gitmiş sadece ikisi kalmıştı, ve tek yaptıkları ellerindeki içkilerle dik dik bir bana bir de yılışık Furkan'a bakmaktı.

Ben: Hallettim ben, siz eğlenmenize bakın.

O sırada yorulduğu her halinden belli olan ama enerjisi bir türlü bitmek bilmeyen Şule koşarak gelip yanıma oturduğunda bana bakıp sanki büyük bir suç işlemişim gibi göz devirdi. "Rujunu tazelesene, ruh gibi gözüküyorsun."

Elini çantama attığı sırada refleksle sertçe tuttuğumda garipseyen bakışlarını da gözlerime dikti. İçinde silah olduğunu görseydi biterdim, gerçekten bu defa kesin biterdim.

"Rujumu yanıma almadım ki, sen kendi rujunu ver." Sığındığım bahane onu daha çok sinirlendirirken kendi çantasını çıkarıp içinden koyu kırmızı bir ruj çıkardı. "Yanına ruj almamak nedir ya, hangi yüzyılda yaşıyorsun?"

Üzerindeki mor tüylü elbisesiyle bunu demesini gerçekten hiç garipsemiyordum. Yanımda resmen bir aşko kuşko kızı dolaştırıyordum, bu tavırları oldukça normaldi.

Dikkatini daha fazla çekmemek için rujun rengi tercihim olmasa da sürmek zorunda kaldığımda dikkatli bakışları hala üzerimdeydi. "Heh çok güzel oldun valla, bir de saçlarını şöyle atalım."

İstemiyorum dememe fırsat vermeden saçımın bir tarafını diğer tarafa doğru havalandırdığında eserine bakıp dudak ısırdı. "Sendeki şu güzellik yok mu... Tu es tres beau bebe!"

"Bir söz ancak bu kadar doğru olabilirdi." Şule'nin Fransız'ca yaptığı çok güzelsin bebeğim iltifatına yılışık Furkan da altta kalmayıp araya dahil olduğunda gözlerimi devirmemek için zorlansam da yapay bir şekilde gülümsedim.

Bu gece hiçbir şey düşünmemeli ve Furkan'a rağmen ortama ayak uydurmalıydım. Evet bu kadarını da yapabilirdim sanırım.

"Hale, az önce kimi gördüm tahmin et." Elindeki viskiyi kafasına dikmeden hemen önce sorduğu soruyla kafam karıştığında hızla etrafa göz gezdirdim. Bu kalabalıkta benim gibi tanıdık birini görmeyi nasıl başarmıştı acaba?

"Kimi gördün?"

"Meltem!" Kusmak üzereymiş gibi bir surat ifadesiyle adını bağırdığında kahkahamı tutamadım. Sanırım bugün ikimiz de görmek isteyeceğimiz son kişileri görüp duruyorduk.

"Ee, selam verdin mi bari?" Bana saçmalama der gibi bakıyorken Furkan da beklenildiği gibi muhabbete dahil oldu. "Senin iki senelik sevgilini çalan best friend'in değil miydi bu Meltem?"

"Evet, o." Oldukça memnuniyetsiz bir tavırla Furkan'ı onayladığında bu konunun yeniden açılmasını istemediği de her halinden belli oluyordu. "İstemiyorsun gidebiliriz." dedim sanki bu ondan çok benim isteğim değilmiş gibi.

"Saçmalama ya nereye gidiyoruz? Burası benim kankimin mekanı, gidecek biri varsa o da o o***pudur."

Furkan da Şule'ye hak verir gibi içkisini havaya kaldırdığında iki "kanki" gülüşerek bardak tokalaştırdılar. Ne kadar da samimi ama.

"Neyse arkadaşlar ben şu çocuğu gözüme kestirdim ve almaya gidiyorum." Şule biz daha ne olduğunu bile anlayamadan bir hışımla yanımızdan fırlayıp gittiğinde bu ani ruh hali geçişine dayanamayıp kahkaha attım. Hayatı biraz fazla hızlı yaşıyordu bu kız.

"Benim de işlerim var biraz canım, sen takıl." İçimden şükrettiğimi belli etmeyip sessizce onayladığımda Furkan da Şule'nin hemen arkasından gözden kayboldu ve ben yüksek sesli müzikte etrafı dikkatle incelemeye devam ettim. Herkes deli gibi eğleniyor ve keyifle kafa buluyordu.

Bir kadın birkaç erkeğin arasında dönüp her birini öpüyor ve bundan da fazlasıyla mutlu görünüyordu. Ama ben oturduğum koltukta bile onun yerine oldukça rahatsızdım.

Midemdeki bulanmayı göz ardı etmek için kokteylimden bir yudum aldığımda elimi de sıkıntıdan saçlarımın arasından geçirip duruyordum. Buralar bana göre değildi, hiç değildi.

Zaten kafam bugün Ali Kıraç ve oğlu ile yeterince doluydu. Bir de yetmezmiş gibi üstüne Kadir'lerle karşılaşmıştım. Her şey iyice sarpa sarıyordu.

O sırada sanki düşüncelerimi duymuş gibi göz göze geldiğim Onur boş bir ifadeyle bana bakmayı sürdürüyorken yanına ne zaman oturduğunu bile fark etmediğim sarışın kadının da gözleri hızla beni bulmuştu. Üzerindeki mini elbisesi, kırmızı ruju, dalgalı saçları... Gerçekten güzeldi.

Benim yaptığım gibi o da beni incelemeye başladığında bu gereksiz bakışmadan rahatsız olup başka yöne döndüm. Biraz... garip hissettirmişti.

"Selam." 

O an izin bile istemeden yanıma oturan adam bana bu gecenin bir türlü bitmek bilmeyeceğini hatırlattığında ters ters elinde tuttuğu viskiye ve kendince etkileyici olduğunu sandığı gülümsemesine baktım. "Ben İlkay. Geldiğinden beri seni izliyordum da... kendimi tutamadım ve yanına geldim. Dans etmek falan ister misin ?"

"Hayır istemem, teşekkürler." Düşünmeden verdiğim net cevapla yüzü bozulsa da inatla o gülümsemeyi sürdürmeye devam etti. "Neden? Yoksa zoru mu oynuyorsun prenses?"

Prenses mi? 

Yüzümü sözlerine karşılık hiç çekinmeden buruşturduğumda o da hiç çekinmeden elini bacağımın üstüne koydu. "Sıkıntı yok ama, zor kızlar her zaman ilgimi çekmiştir zaten."

İşte bu mekanı, hatta böyle mekanları bu yüzden sevmiyordum. Herkesin iki damla içkiyle her şeyi yapmakta özgür olduğunu sandığı, tüm pislikleri göz ardı ettikleri bir yerdi böyle mekanlar. Ve ben buna katlanamıyordum.

"Dans etmek istemediğimi söyledim. Türkçe konuşabiliyor ama anlayamıyorsun sanırım."

"Anlıyorum güzelim, anlıyorum da. Kıracağım ben senin inadını." Bacağımdaki elini inatla daha fazla sıktığında ben de büyük bir öfkeyle yumruklarımı sıktım. O benim inadımı kırmadan ben onun burnunu kıracaktım.

Yüzünü dağıtmama yalnızca üç saniye kalmıştı. Şule, Furkan veya diğerleri... Hiçbiri umurumda olmayacak ve birkaç günün hırsını yalnızca bu tacizci sapıktan çıkaracaktım.

1, 2..

"Hanımefendi oldukça net bir tavırla dans etmek istemediğini söyledi. Hayır lafından bile anlamayacak kadar gerizekalı mısın?"

Kulağıma yabancı gelmeyen üçüncü ses ben daha bir şey yapamadan yanımdaki çocuğa yumruğunu geçirdiğinde şaşkınca ona döndüm. "Sen?"

Ali Kıraç'ın oğlu olduğunu söyleyen adam tam önümde sanki az önce adama yumruk atan o değilmiş gibi bana gülümseyerek bakıyorken arkasındaki iki adamı da tek yumrukla bayılttığı çocuğu bir çırpıda yanımdan almış ve hızla gözden uzaklaştırmışlardı.

"Selam güzel Regina.."

Etraftaki çoğu bakış az önceki kargaşa yüzünden bize dönmüş ve mekandaki müzik sesi kısılmıştı. Şu an hiç istemediğim kadar da ilgi odağıydım.

"Bugün ne güzel bir gün, değil mi?" Hiçbir şey yaşanmamış gibi yanıma oturduğunda ben hala şaşkın gözlerle onu izliyordum. Belli ki etraftaki meraklı gözler onun için hiç önemli değildi. Benim aksime...

Ayrıca bugün ne oluyordu ya böyle? Sözleşmişler gibi bütün belaları üstüme çekip duruyordum. "Sen yine beni mi takip ediyorsun?"

Daha neredeyse hiç içmediğim kokteylimi alıp kafasına diktiğinde gözlerini bize bakan insanlarda gezdirip barmene bir işaret çaktı. Müzik yaptığı işaretle oldukça yüksek bir seste yeniden çalmaya başladığındaysa sonunda şu saçma bakışlar da üzerimizden uzaklaşmıştı.

"Hayır, arkadaşlarımın yanına geldim. Ama kabul etmeliyim ki çok güzel bir tesadüf oldu bu." Elindeki boş bardağı masaya bırakıp daha az önce dayak yiyen çocuğun getirdiği viskiye doğru uzandı. Hızını alamamıştı belli ki...

"Tabi, nedense bugün tesadüfler bitmiyor."

Bu cevap beni tatmin etmese de inanmış gibi yaptım. Zaten o ne derse desin inanmazdım, bir kere o Ali Kıraç'ın oğluydu. Yani öyle olduğunu iddia ediyordu.

"Hem ben halledecektim zaten, sen niye işime karışıyorsun ki? Oradan bakıldığında çok mu savunmasız gözüküyorum ?"

Gülümsemesi sözlerimin onda bırakması gereken etkinin aksine daha çok büyüdü ve bedenini tamamen bana doğru döndürdü. "Asla öyle durmuyorsun. Eminim, yapardın da. Ama canım çekti, benim de yumruk atasım geldi."

Bir çocuk edasıyla tatlı tatlı gülümsediğinde bu masum olma çabaları bende hiçbir etki bırakmamıştı tabiki. Gözlerimi abartılı bir şekilde devirdiğimde de yeniden sesini duydum. "Bu arada... kırmızı çok yakışmış."

Beklemediğim bu iltifat karşısında afallasam da hızla kendimi toparlayıp ters bakışlarıma geri döndüm. Ama o hala dudaklarıma bakıyordu.

"Sen gitmeyeceksin herhalde arkadaşlarının yanına?" Benim imalı soruma karşı sadece omuz silkmekle yetindi. Acaba gerçekten beni takip etmiş olabilir miydi buraya kadar?

Sorumu yenileyeceğim sırada titreşen telefonum ilgimi bir anda tamamen kendisine çektiğinde şifreyi girip Kadir'in gönderdiği yeni mesaja baktım.

Kadir: Neden her beş dakikada bir yanındaki adam değişiyor senin ?

Ben: Çok güzelim, ondandır.

Gözlerimi son on dakikadır bilerek o masaya çevirmiyordum ki beklediğim üzere mesajla sorgulanmaya başlamıştım.

Kadir: Bu adam kim? Senin için birini yumrukluyor falan hayırdır?

Ben: Ali Kıraç'ın oğlu.

Gözlerim istemsizce kısa bir anlığına o masaya kaydığında Kadir'in şok olmuş gözleriyle karşılaştım. Sanırım o da bu ihtimale benim gibi inanamıyordu. Öyle ki elindeki telefonu mesajı görmesi için çoktan Onur'a uzatmıştı.

"Kiminle mesajlaşıyorsun?"

"Sen gerçekten gitmeyeceksin herhalde?" dedim ters bir ifadeyle. Ama bu onda yine istediğim gibi bir etki yaratmamıştı.

"Ayrılamıyorum ki bir türlü senden.." Alay eder gibi mırıldandığında telefonu bırakıp abartıyla göz devirdim. Bütün deliler sırayla beni buluyordu. Hangi biri daha kötüydü karar bile veremiyordum artık.

"Gülümse maviş, sana somurtmak yakışmıyor."

Bana son kez gülümseyip yanımdan kalktığında derin bir nefes aldım. Benimle böyle ilgilenmesindense boynuma bıçak dayamasını tercih ederdim. Alışık olmadığım durumlar ters etki yapıyordu bünyemde.

Gözlerimle onu takip etmeye başladığımda söylediği gibi kalabalık bir grubun yanına gidip hepsiyle samimi bir şekilde selamlaştı. Belli ki beni gerçekten takip falan etmemişti. Yine oldukça gereksiz bir tesadüf yaşamıştık. Hayatın bana oynadığı saçma oyunlarından biri daha..

Alt tarafı bir gün sorunsuzca eğlenmek istemiştim ya. Bir günlüğüne Regina değil de Hale olmak... Ama Regina yine bir anda karanlık çöker gibi ortaya çıkmış ve tüm belaları da peşinden buraya kadar sürüklemişti işte.

O an gözlerim biraz ileride bir kızla öpüşen yılışık Furkan'ı bulduğundaysa midemin ağzıma geldiğini hissettim. Bu kadar basitti işte onlar için her şey. Yanımdan kalkıp başka bir kızın yanına gidebilecek kadar kolaydı..

Tek elimi yüzüme kapatıp şarkıyı duymamaya çalışsam da başımdaki ağrı, kolumdaki sızı, midemdeki bulantı bir türlü geçmek bilmiyordu.

Yerimden yavaşça kalkıp tuvaletlerin olduğu koridora girdiğimde gittikçe uzaklaşan şarkı kafamı az da olsa rahatlatmaya yetmişti.

Tuvalete girmeden biraz ilerideki terasa çıktığımda dışarıda kimsenin olmaması beni şaşırtsa da oldukça sevindirmişti. Biraz olsun sessizlik gerçekten çok iyi gelebilirdi. Kendimle baş başa kalmaya oldukça ihtiyacım vardı çünkü.

Düşünmeliydim. Her şeyi düşünmeli ve yoluna koymalıydım. Ve bu bataklıktan bir an önce kurtulup yeniden gün yüzü görmeliydim.

Tam bu sırada açılan kapı resmen bana düşmanken kimin geldiğini görmek için arkamı döndüm. Furkan'ın veya Ali Kıraç'ın oğlunun geldiğini düşünmüş ama oldukça yanılmıştım. Cebinden sigarasını çıkaran Onur benden biraz uzakta durup sigarayı yaktığında gözlerini de gözlerime asla değdirmiyordu.

"Sana da merhaba." dedim imalı bir ses tonuyla. Aynı evde yaşadığımızı unutmuşa benziyordu.

"Ne zaman karşına çıktı?" Beklediğim cevap bu değildi ama ben kimi sorduğunu gayet iyi biliyordum. Yine de sesindeki o garip tınıyı anlamlandıramamıştım. Neden hiç şaşkın, öfkeli veya endişeli değildi?

"Bir oğlu olduğunu biliyor muydun?" dedim tereddütle.

Ben doğrudan ona bakıyordum ama o sanki yemin etmiş gibi asla bana bakmıyordu. "Tahmin sadece."

"Doğru yani, gerçekten bir oğlu var o şerefsizin?"

Bir yandan rüzgarın karıştırdığı saçlarımı zapt etmeye çalışıyorken bir yandan da sakin kalıp gerilmemeye çalışıyordum. "Başka ne biliyorsun onun hakkında? Nerede yaşıyor mesela bu şerefsiz? Bilmediğim kaç çocuğu daha var?"

Sesim gitgide yükselse de kendime engel olmadım. İçimdeki öfke aslında ona değildi, başkasına da değildi. Bu kadar aptal olmama yanıyordum, Ali Kıraç'ın bu kadar gerisinde kalmama..

"Sessiz ol."

Sonunda elindeki sigarayı bitirip bana dönebilmişti. Ben tüm öfkemi kusmak ister gibi ona bağırıyorken o uçuşup duran saçlarıma bakıyor ve sessiz olmamı söylüyordu. Ama benim ondan duymak istediğim yine bu değildi.

"Ne zaman karşına çıktı?" Az önce sorduğu soruyu yenilediğinde derin bir nefes aldım. Ben bunu ona yarın evine gittiğimde anlatmayı düşünürken olay nerelere gelmiş, nerede denk düşmüştük işte.

"Sabah, alışveriş merkezinin otoparkında."

"Ne zaman söylemeyi düşünüyordun peki?" dedi sanki sır saklıyormuşum gibi suçlayıcı bir ifadeyle.

"Yarın, geldiğimde. Tahmin edersin ki telefonda konuşulacak bir mesele değil bu."

İnatla yüzüne dik dik bakmaya devam ettiğimde sustu. Sustu ve her zamanki gibi boş boş bakmayı sürdürdü. Sanırım hala ona yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu. Neden ona yalan söyleyecektim ki? Üstelik burada bir şeyler saklayan ben bile değilken..

"Peki burada ne işi var? Seni mi takip etmiş?"

Yeni sorusuna yalnızca başımı iki yana sallayarak cevap verdim. Takip etse ne fark edecekti, denk gelsek ne fark edecekti Allah aşkına?

"Tesadüf yani?" dedi yine o ima dolu sesiyle. Sanki geriye çok sabrım kalmış gibi bir de bu gece o beni sınıyordu.

"Ne ima ediyorsun? Burada bir şeyler gizleyen ben değilim, sensin. Söyleyeceğin başka bir şey de yoksa içeri giriyorum ben. Bu saçmalığa daha fazla katlanamayacağım."

"Bir şey ima etmiyorum, sadece soruyorum. Ayrıca ben kimseden bir şey saklamadım, bugüne kadar sadece bir tahmindi bu."

Benim aksime oldukça sakin konuşuyordu. Zaten ne düşündüğünü de istesem bile anlayamıyordum. Kısacası olan yine bana oluyordu.

"Ben yine de seni baştan uyarayım. Güvenim bir defa kırılırsa bir daha asla eskisi gibi olmaz. O yüzden sen yine de yarına kadar düşün. Eğer bildiğin başka şeyler de varsa oturup dinlerim, çünkü anlatmak için başka fırsatın olmayacak."

"Aynı şey senin için de geçerli." dedi o rahat tavrını sürdürürken. Cevap vermedim, illaki ödeşecektik.

İkinci sigarasını yakmaktan son anda vazgeçip benden uzaklaştığında içeri girmek için kapıyı araladı. İşte yine istediğini aldıktan sonra gidiyordu. O soruyor, ben cevaplıyordum. Ama ben sorduğumda o hep susuyordu. Bir aptaldan farksızdım.

İçeri girmeden hemen önce tekrar bana döndüğünde içimdeki sesi zor da olsa susturdum.

Kısa bir sessizliğin ardından dudakları aralandığında söylediğini algılamam da öyle kolay olmamıştı.

Beni onlarca soru işareti içerisinde bırakıp gitmesi yetmezmiş gibi bir de üstüne yenilerini eklemişti. Ama en garip olanı da... ses tonuydu.

"Kırmızı... sana yakışmamış."

🔱

Geldiğimiz havaalanında ailesiyle sarılan arkadaşıma bakıp hüzünle dudaklarımı büzdüm. İşte yine gidiyordu ve ne zaman geri geleceği bile belli değildi. Her zamanki gibi yakında deyip bizi geçiştiriyordu sadece.

"Ağlama anneciğim, az kaldı tamamen döneceğim zaten."

Nergis Yenge kızından zar zor ayrıldığında Şule'nin sıradaki hedefi ben olmuştum. Ve duygularımı bastırmaya çalışsam da şu an fazlasıyla üzgündüm.

"Geldiğimde dün geceyi tekrarlayacağız, söz mü?"

Dün üst üste gelen saçma tesadüfler ve karşılaşmak bile istemediğim insanlarla olanlardan sonra bu fikir kulağa hiç de cazip gelmiyordu. Üstelik bunu benden deli gibi sarhoş olup yerlerde sürünen o kız söylüyordu. "Sen önce bir ayıl da, sonra konuşuruz o meseleyi."

Son defa sıkıca sarılıp istemeye istemeye ayrıldığımızda, bize el sallayarak gözden yavaş yavaş kayboluşunu izledik.

Cengiz Amca karısı gibi beni de kollarının altına aldığında bir süre öylece kaldık. Şule her bizi bırakıp gittiğinde aynen yaptığımız gibi, birbirimize tutunuyorduk.

"Birtanem, işin yoksa yemeğe kalsan ya bugün ?" Nergis Yenge gözyaşlarını silip bizden daha hızlı toparlandığında gülümseyerek bana döndü. Ama her ne kadar bu teklifi kabul etmek istiyor olsam da yapamazdım.

"Sabah erkenden yola çıkacağım yenge, gidip hazırlanmam lazım. Daha hiçbir şey yapmadım."

Gözleri benim de gidiyor oluşum gerçeği ile yeniden dolduğunda sıkıca sarıldı ve kulağıma doğru sessizce fısıldadı. "Seni Şule'den ayırmadığımızı biliyorsun değil mi? Biz her zaman senin arkanda olacağız. Orada kendine dikkat et, çok özletmeden de geri gel lütfen."

Sağ gözümden sanki bu sözleri bekliyormuşum gibi yuvarlanan yaş anne kokusu dolu olan omzuna düştüğünde yavaşça geri çekildim ve usulca gözyaşlarını sildim.

"Sizi çok seviyorum." diye fısıldadım içimdeki mutluluk feryatlarının aksine. "En kısa zamanda da her şeyi halledip döneceğim."

Bu uydurma vedam ve onlara söylemek zorunda kaldığım yalanlar beni şimdiden boğmaya başladığında suçluluk dolu bir nefes aldım. Ama sözüm sözdü. Yakında her şeyi halledip, eski hayatıma dönecektim.

"Biz de seni seviyoruz güzel kızım, gel buraya." Bana kollarını açan amcama da sıkıca sarıldığımda tattırdığı bu yabancı babalık duygusu beni hem yaralıyor, hem de dünyanın en mutlu insanı yapıyordu.

"Bir günde iki kızımıza da veda etmek zorunda kaldık. Bizim bu çektiğimiz nedir Cengiz ?"

Nergis Yengenin tatlı sitemi bizi güldürdüğünde son kez topluca sarılmış ve zor da olsa vedalaşmayı başarmıştık. Aslında ben hep burada, onlar göremese de yanlarında olacaktım. Yalnızca onlar bunu bilmeyecekti.

Fazla düşünmeden -düşünürsem vazgeçeceğimi biliyordum- yola çıkıp yadırgadığım o evin yolunu tutarken gözlerimi de kısa bir an gökyüzüne çevirdim. Hava kararmak üzereydi, güneş batacak ve artık Regina doğacaktı.

Tüm yol boyunca Ali Kıraç'ın oğlunu ve dediklerini düşünmüş ama kafamda bir türlü mantık çerçevesine oturtamamıştım. Düşünüyordum ama bu sadece başımı ağrıtmaya yarıyordu. Sorulara değil artık cevaplara ihtiyacım vardı benim.

Sonunda yolculuğumu bitirip evin bahçesinden içeri girdiğimde arabamı da Kadir'in arabasının yanına park edip indim. Belli ki yüksek kurul çoktan toplanmıştı.

"Hoş geldin." Ben daha zili çalmadan açılan kapıda Emre'yi gördüğümde oyalanmadan hızla içeri girdim. "Hoş buldum, neredeler?"

"Aşağıda."

Dediğini onaylayıp adım attığım sırada aklıma gelen gerçekle durup tekrar ona döndüm. "Aşağıda derken?"

"Gel."

Beni çalışma odasına sokup büyük kitaplığın yanına getirdiğinde raftan siyah bir kitabı çekip aldı. Onun bir kitap değil de kutu olduğunu anladığımda içinden küçük bir kumanda çıkardı ve kütüphane sessizce yana doğru kayıp bize gizli demir bir kapı sundu. Bu gerçekten beklenmedik ve oldukça klişeydi.

"Bunların sadece filmlerde olduğunu sanıyordum." dedim alayla. Artık onlar hakkında her gün yeni bir şey öğrenmeye başlamıştım. Ve bir anda sanki bu işlere daha yeni giriyormuş gibi acemi hissetmiştim kendimi.

"Hadi in." Uzattığı feneri alıp oldukça dik olan merdivenlere tuttum. Basamaklar öyle karanlıktı ki, her an takılıp yuvarlanabilirdim. Ve bu hiç komik olmazdı.

Birkaç dikkatli adımdan sonra kazasız belasız inebildiğimde Emre'nin sağdan ilerle dediğini duyup oraya döndüm. Labirent gibi bir yerdi burası, üstelik çok da karanlıktı.

Önüme büyük demir bir kapı daha çıktığında kulpu yavaşça indirmiş ve loş ışıklı, kahverengi tonlarının ağır bastığı bir odaya ayak basmıştım.

İçeri girer girmez Kadir ve Onur'un gözleri beni bulduğunda tanımadığım bir diğer adam da kısa bir an bana dönmüş, ardından hemen gözlerini kaçırmıştı. Bu adamın dün gece kulübünde de yanlarında olduğu aklıma geldiğinde kim olduğunu da deli gibi merak etmeye başlamıştım.

"O sarışın kadın da olsa ekip tam olacaktı."

"Ne kadını?" Kendi kendime mırıldanışımı Emre de duyduğunda bana garip garip bakmaya başlamıştı. Tabi o dün, gece kulübünde olmadığı için pek bir şey bilmiyordu. Çok önemli bir mesele de değildi zaten.

"Otursana." Onur'un bana seslendiğini anladığımda dediğini yapıp karşısındaki koltuğa oturdum.

"Evet, seni dinliyoruz Hale?"

Ve oturur oturmaz sorguda olduğumun farkına vardım. Ortam buna oldukça elverişli olsa da henüz başımın üstünden sarkan bir ampul yoktu.

"Neyi anlatmamı istiyorsun Kadir ?"

"Mesela dün neler olduğunu? Dışarıdan fazla aksiyon dolu gözüküyordu."

Düşünüyormuş gibi tavana bakmaya başladığımda onları biraz süründürmek istediğimi fark ettim. Çünkü onların da o kulüpte sadece eğlenmek için olmadıklarına neredeyse emindim.

Benden bir şeyler gizliyorlardı, yani hislerim bu yöndeydi. Öyleyse ödeşmeliydik.

"Yeni bir bilgi olarak Ali Kıraç beni kendisi için istemiyormuş, bu var."

"Sen bunu nereden biliyorsun peki?" Emre aramızda en masumu olarak konuya dahil olduğunda bu meraklı haline gülümsedim.

"Bizzat kendi oğlu söyledi. Gece kulübünde denk geldiğimizde de konuştuk işte biraz."

"Ne?" İnanamayan gözleriyle bir bana bir Onur'a bakıyorken belli ki kafasında bir mantık çerçevesine oturtmaya çalışıyordu.

"Ali Kıraç'ın bir oğlu var ve sen de onunla gece kulübünde tanıştın öyle mi?"

Yanlış bilgi. 

"Hayır, alışveriş merkezinde tanıştım. Beni ziyaret etmek istemiş de kendisi." Az önce kalktığı koltuğa düşer gibi geri oturduğunda beyninin durduğunu boş bakışlarından fark edebiliyordum.

"Bak bunu ben de bilmiyordum. Hale sen şunu en başından anlatsana bize." Bu defa da Kadir sesinde taşıdığı merakla araya girdiğinde gözlerimi ona çevirdim.

"Pekala, anlatıyorum."

Otoparkta neler yaşayıp neler konuştuğumuzu onlara hızlı ve detaysız bir şekilde anlattığımda sessizce beni dinliyor ve asla yorum yapmıyorlardı. "Babamın benim için ısrar ettiği kadını görmek istedim dedi."

"Ve sen o an onu vurmadın öyle mi ?"

Kadir bana şok olmuş gözlerle bakarken abartıyla göz devirdim. "Seri katil miyim ben Kadir, neden vurayım? Ayrıca Ali Kıraç'ın beni kendisi için istiyor olması düşüncesi bile mide bulandırıcıydı. Bu çocuk en azından genç, tipi de iyi."

Emre içtiği çayı sehpaya doğru püskürttüğünde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Benden bir şeyleri saklamaya çalışmalarının, dün geceki sırlarının ve daha nicelerinin intikamını daha yeni alıyordum onlardan. Bu daha başlangıçtı.

"Sen ciddi misin ?"

"İyi madem beğendin, git evlen adamla o zaman. Ali Kıraç'ın da gelini olursun ne güzel, beraber yürütürsünüz artık işleri."

Kadir Emre'den daha sert çıkışlar yaparken onu hiç ama hiç takmıyormuş gibi omuz silktim. "Gece kulübünde de dediğim gibi sadece karşılaştık işte."

"Ve senin için birini dövdü."

Kadir unuttuğum bir olayı araya girip hatırlattığında sanki çok önemli bir şeymiş gibi onu onayladım. "Aa evet! Bu detayı da atlamayalım lütfen." Tepkim onu daha fazla sinirlendirdiğinde gözlerini devirip önüne döndü.

"Başka bir şey söylemedi mi?" Gözlerimi biraz daha konuşmasaydı odada olduğunu unutacağım adama çevirdim. Bugün fazla sessiz ve durgun gözüküyordu. Sarışın kızla işler beklediği gibi gitmemişti belli ki.

"Kırmızının yakıştığını söyledi."

Senin aksine.

Bir anda değişen bakışları bir saniye olsun yüzümden ayrılmıyorken ben de dik dik ona bakmaya devam ettim. Dün gereksizce kırmızı yakışmamış diye laf sokan oydu, bu savaşı ben başlatmamıştım.

"Yalan söylemiş."

Hiç beklemediğim bir cevabı almanın şaşkınlığıyla kaşlarımı çattığımda bu defa umursamazca arkasına yaslanan oydu. Bu adamın ben ve kırmızıyla alıp veremediği neydi Allah aşkına?

"Siz ne konuşuyorsunuz ya, ne kırmızısı?" Emre dikkatimi çekmeye çalışsa da ben dik dik Onur'a bakmaya devam ediyordum. O gözlerini benden çoktan çekmiş ve telefonuna bakmaya başlamış olsa bile..

"Benim anlamadığım şey sen neden dövmedin o lavuğu da senin için elin oğlu gelip dövüyor? Bana söyleseydin ben de döverdim zaten."

Kadir yine her zamanki alınganlığını yaptığında derin bir nefes verdim. "Gece gündüz birilerini dövmek hayatımda edindiğim bir hobi değil. Ayrıca gel beni taciz eden adamı döv diye de ben söylemedim, o bir anda geldi."

"Senin de hoşuna gitti herhalde? Gerçi dün yanına gelen adamları sayamadım ben, hiçbiri de ölmediğine göre bu durum belli ki gerçekten hoşuna gidiyor senin."

Kadir'in bu her zamanki abilik taslamaları bir türlü bitmek bilmediğinde bıkkınca göz devirdim. Fazla oluyordu artık. "Güzel olduğumun farkındayım, ama bundan düşündüğün gibi bir haz almıyorum. Ben güzelliğimi değil, silahımı kullanırım Kadir'ciğim."

Belimden çıkardığım silahı tek hamlede hazır hale getirdiğimde namlusunu odada sessizliğiyle kendini unutturmaya çalışan yabancıya çevirdim. "Sen kimsin?"

Sanki silahı ona doğrultmamışım gibi büyük bir sakinlikle bana bakmaya devam ettiğinde bir şey söylemesini bekledim ama o yine susmayı seçmişti.

"Güvendiğimiz biri."

Onur onun yerine konuştuğunda bu defa da namluyu yabancıdan çekip ona çevirdim. Devran ilk defa hızlı dönmüştü. Geçen gün o benim yerimdeyken, bugün ben onun yerinde ona silah doğrultuyordum işte.

"Kızım indir şu silahı ya, bir kaza çıkacak." Emre beni uyarmaya çalışsa da umursamadım, zaten silahın içi boştu. Şeytan falan doldurursa tabi orasını da ben bilemezdim.

"Vuracak mısın beni ?"

Dalga geçer gibi konuştuğunda ben de altta kalmayıp onun gibi sırıttım. "Bilmem, benim sağım solum belli olmaz."

"Hale!" Kadir bana uyaran bir ses tonuyla seslendiğinde silahın sıradaki hedefi o olmuştu.

Bana şok olmuş gözlerle bakıyorken içimdeki alevi artık gerçekten tutamıyordum. Benim sabrım çoktan tükenmişti. Artık patlamaya hazır bir bomba, tetiği çekilmek üzere olan bir silahtan farksızdım ben.

"Dün ne haltlar karıştırdığınızı bana siz mi anlatırsınız, yoksa ben kendi bildiğimi okuyup zorla mı öğreneyim?"

Silahı tekrar odadaki yabancıya çevirdiğimde o beni yine umursamamıştı. Silaha bağışıklığı falan vardı herhalde, hiçbir etki etmiyordu üzerinde bu taktik.

"Tekrar soruyorum, bu defa cevap versen iyi edersin. Kimsin sen?"

Gözlerini benden çekip Onur'a çevirdiğinde bir yanıt bekler gibi sustu. Ben de onun gibi Onur'a bakmaya başladığımda sanki komut verir gibi gözlerini kapatıp açması yetmişti. "Ali Kıraç'ın evinin en yakın korumalarından biriyim. Üç yıldır yanında çalışıyorum."

Beklemediğim bu cevap karşısında ne diyeceğimi bilemediğimde elimdeki silahı usulca yere indirdim. "Bu ne demek oluyor şimdi?"

Gözlerimi odadaki her bir yüzde birer birer gezdirdim. Hiçbirinin suratında da beklediğim o duyguyu göremedim.

Mahçupluk...

Ve bu kalbimi ne kadar kırabilirse, o kadar kırdı.

"Patron yıllar önce Ali Kıraç'ın ekibinin arasına Sabri'yi yerleştirmişti. Plan yapmamızda ve bilgi almamızda yardımcı oluyordu. Bir gün çok işimize yarayacağını biliyorduk."

Kadir önüme geç kalınmış bir açıklama sunduğunda yalnızca sustum. Konuşsam da bir şey fark etmiyordu ki zaten. Ben anlatacaktım ama onlar yine beni anlamayacaklardı.

"Biz de onun açıklarını biliyoruz ama hiçbiri yetmiyor işte. Hep bir şekilde sıyrılıyor şerefsiz."

Bu defa konuşan Emre'ydi. Ve ben ona da herhangi bir cevap vermek istemedim. Sadece soruyu ben sormamışım gibi inatla susmaya devam ettim.

Bir yandan elimdeki tabancayı sanki ezbere bilmiyormuşum gibi dikkatle incelerken üzerimdeki bakışları da açıkça hissedebiliyordum. Benden bir şeyler söylememi bekliyorlardı.

Dayak yemeyi, vurulmayı hatta ölmeyi göze aldığım o mahalleye yıllarımı vermişken arkadaşım sandığım bu insanların gözünde her geçen gün biraz daha hiçbir yerim olmadığını görüyordum.

Yine bilmem gereken bir şeyi bilmiyordum. Yine bir şeyleri çok sonradan öğrenmiştim ve yine ne hissettiğim umurlarında bile değildi.

"Artık silahını doğrultmuyorsun?" Gözlerim konuşmasını bekliyormuş gibi hızla o acı siyah gözlerin sahibini bulduğunda da sessiz kalmaya devam ettim.

Sanki şu an neler hissettiğimi anlıyor gibi bakıyordu bana. Ama anlayamazdı, kimse de anlamamıştı zaten beni.

Elimdeki tabancayı yavaşça kaldırıp kendi şakağıma bastırdığımda ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyor gibi kaşlarını çattı. "Şimdi doğrultuyorum." dedim kendimi gülümsemeye zorlarken.

"Ne yapıyorsun kızım, kafayı mı yedin sen?" Kadir ve Emre her ne kadar bana bağırıyor olsa da ben onları dinlemeyip tetiği çektim. Kurtarmak için hızla bana doğru atılsalar da geç kalmışlardı..

Boş silahtan beklediklerinin aksine sadece tık diye bir ses duyulduğunda şaşkın ve endişeli gözleri yalnızca benim üzerimdeydi. Kafayı yediğime neredeyse eminlerdi belli ki.

Gözlerim hiç kıpırdamadan karşımda oturmaya devam eden Onur'a kaydığında onun bana diğerleri gibi öfkeyle bakmadığını gördüm. Ölsem umurunda olmayacağını da az önce kılını bile kıpırdatmamasından anlamıştım zaten. Haklıydı da.

"Bana yardım edeceğini söyledin..." Diğerlerini umursamadan yalnızca onunla konuşuyordum. Bana verdiği bir söz vardı, ve yerine getirecek miydi merak ediyordum.

"Konumuz hala nasıl Ali Kıraç olabilir a*k? Bana bak bana, kendi canını düşünmeyi ne zaman öğreneceksin sen? Amacın ne kızım senin ?"

"Sana ne ya? Sa-na-ne!" Çenemi tuttuğu elini ittirip öfkeyle bağırdım. Bana bağırmasından, yaptıklarımı sorgulamasından, emir vermesinden sıkılmıştım artık. Bizim bardağımız taşalı çok oluyordu.

"Tek başına bir şey yapma Hale, beraber halledeceğiz Hale. Ben senin yanındayım Hale..."

Onun sözlerini ona karşı kullandığımda hem kızgın hem de şaşkın bir ifadeyle beni izlemeye devam etti. "Biliyor musun Kadir, artık sana zerre kadar inanmıyorum. Umurundaymışım gibi davranmayı da kes artık. Komik oluyorsun."

"Sen yine saçmalamaya başladın Hale? Karşındakini oturup dinlemiyorsun bile." O da bana bağırmaya devam ederken elimde ağırlık yapan tabancayı belime geri yerleştirdim.

"Evet, dinlemiyorum."

"Hep burnunun dikine gidiyorsun!"

"Evet, gidiyorum." Umursamaz tavırlarım onu daha çok sinirlendirdiğinde kalktığı koltuğa geri oturdu. Bense hala ayakta dikilmeye devam ediyordum.

"Sana Sabri'yi daha önce söylesek ne değişecekti?"

Hatasını biliyordu. Hatasını biliyor ama ona rağmen haklıymış gibi bana bağırmaya devam ediyordu. Konu Ahmet veya Mehmet değildi ki. Konu Sabri de değildi.

Ben o mahalleye dün gelmemiştim. Aylarımı, yıllarımı, neredeyse her gecemi oraya vermişken dış kapının dış mandalıymışım gibi hep benden bir şeyler saklamaları artık sabrımı taşırmıştı. İstenmiyorsam bunu bana açık açık söyleyebilirlerdi, Ali Cengiz oyunlarına ihtiyacım yoktu benim.

"Oturup adam gibi dinlesen sana her şeyi anlatacaktım zaten."

"Zahmet etme. Bundan sonra bana hiçbir şey açıklamak zorunda değilsin."

"Ne demek şimdi bu?" Emre Kadir'den daha önce algılayıp tepki verdiğinde bile dikkatimi bir an olsun Kadir'den çekmedim. "Ali Kıraç mevzusunu hallettikten hemen sonra ayrılıyorum mahalleden. Sen de kendine yeni bir kukla bulursun artık."

Bu ani alınmış bir karar gibi görünse de altında yatan onlarca sebebim vardı. Her zaman hor görülmek, çocuk gibi kandırılmak, gözümün önünde olanların bile benden gizlenmesi gibi.. Yorulmuştum.

"Sen gerçekten kafayı yedin ya, buna eminim artık. Ne ayrılması kızım, ne saçmalıyorsun?"

"Seni uyarmıştım Kadir. Sana senin veya Patronun kuklası olmadığımı defalarca kez söylemiştim. Ama sen inatla beni sınamayı, benden bir şeyler gizlemeyi seçtin."

"Sadece kendi tarafından bakıyorsun." dedi sanki gerçekten bu hikayede haklı olan yalnızca oymuş gibi.

"Peki tam olarak sen nereden bakıyorsun? Bu mahalleye kendi isteğimle girdiğimi ve yine yalnızca kendi isteğimle çıkabileceğimi her defasında sana hatırlatmam mı gerekiyor?"

Daha fazla ayakta dikilmeyi bırakıp koltuğa geri oturduğumda gayet rahat bir tavırla bacak bacak üstüne attım. "Bu ani alınmış bir karar değil. Ama artık bu saçmalığa da dayanamıyorum. O yüzden bu iş biter bitmez gideceğim."

"Nereye gidiyorsun tam olarak? Öyle ayrıldım demekle oluyor muymuş o işler?" Hala oldukça yüksek bir ses tonuyla bana bağırmaya devam etmesi sabrımı oldukça tükettiğinde öfkeden yanan gözlerimi ona çevirdim.

"Bana bağırma. Karşında çocuk yok senin." Öfkeli gözleri yerini şaşkınlığa bıraktığında ellerini sakallarında gezdirip hüzünle mırıldandı. "Bugün seni tanıyamıyorum Hale. Ne ara böyle düşman oldun sen bana?"

Kendimi tutamayıp bir kahkaha patlattığımda gözlerimi ondan çekip tavana çevirdim. "Beni bir kukla gibi kullanmak isteyen sensin, sırf emirlerine uymadığım için beni her şeyin suçlusu ilan eden sensin, sanki her şeyimi verdiğim o mahallede hiçbir değerim yokmuş gibi hissettiren sensin, bana güvendiğini söyleyip her şeyi benden gizleyen yine sensin... Ama sana düşman olan benim öyle mi?"

Dolmuştum

Öyle çok dolmuştum ki bugün patlayacağımı ve işlerin buralara kadar geleceğini bile fark edememiştim. Ama düğüm gevşemişti artık, çözülecekse de yapacak bir şey yoktu.

"Biraz sakin mi olsanız acaba? İkiniz de saçmalıyorsunuz. Hem şimdi sırası değil, bunları sakin kafayla baş başa konuşun."

Emre ortamı rahatlatmak için araya girse de umursamadım. Sakin kafayla da dolu kafayla da konuşsak sonuç aynı olacaktı. Çünkü bizim doğrularımız artık çok farklıydı.

"Neyse.." Gözlerim yeniden Onur'u bulduğunda derin bir nefes aldım. Hep yaptığı gibi bütün dikkatini bana vermiş, olan biteni sessizce izliyordu.

"Gerçekten gitmeden önce bu mevzuyu halletmek istiyorum. Sen bana verdiğin sözü tutacak mısın? Yoksa her zamanki gibi ben tek başıma mı halletmeliyim?"

"Hale sen ne saçmalıyorsun ya? Ne içtin de geldin kızım buraya? Ne ayrılması, ne gitmesi?" Kadir bana yönelik laflar söylüyorken ben ısrarla Onur'a bakmaya devam ettim. Çünkü o da yalnızca bana bakıyordu.

"Sen nasıl istersen öyle yapalım."

Dudaklarımda hüznüme inat bir gülümseme belirdiğinde içim bir nebze de olsa rahatlamıştı. Gerçekten yarım bırakmak, yarım kalmak istemiyordum.

"Onur, ne diyorsun abi sen?" Kadir'in yeni hedefi Onur olmuşken ben onlara çoktan arkamı dönmüş ve gitmek için demir kapıyı aralamıştım bile.

"Hale."

O an bana ilk defa adımla sesleniyor olması adımlarımı bir bıçak gibi kestiğinde usulca Onur'a döndüm ve o acı siyah gözlerin sahibine merakla baktım. "Efendim?"

"Buldum."

Kaşlarımı çatıp tuttuğum kapı kulpunu bıraktığımda ona doğru birkaç adım attım. "Anlamadım, neyi buldun?"

Oturduğu koltuktan usulca kalkıp ceketinin iç cebinden birkaç fotoğraf çıkardı ve tam ortadaki sehpaya bıraktı.

Durduğum yerden ne yazdığı pek okunmasa da bunların bir çeşit mesajlaşma ekran görüntüleri olduğu açıktı. "Bunlar ne?" dedim sesimde gizleyemediğim bir merakla.

"Sana ihanet edenin kim olduğunu buldum."

Fotoğrafları almak için uzanan elim duyduklarım karşısında resmen havada asılı kaldığında gözlerimi yeniden Onur'a sabitledim. Sanki zaman bir anda durmuştu.

Caner, Bengi, Selim, Ömer...

Hepsi gözümün önünden birer birer geçip karanlıkta kaybolduğunda resmen nefes almayı unutmuş gibiydim.

"N-nasıl yani?"

Gözleriyle yanında oturan yabancıyı gösterdiğinde kafamdaki soru işaretleri az da olsa cevap bulmaya başlamıştı. Tabiki onların içine sızdırdıkları adam sayesinde öğrenebilmişti bize bunu yapanı.

Yıllarımı beraber geçirdiğim, beraber büyüdüğüm arkadaşlarımdan biri bana ihanet etmişti. Ben daha bu gerçeği bile kabullenememişken şimdi o bana kim olduğunu öğrendiğini söylüyordu. Ve her şey ispatıyla birlikte şu an önümde duran sehpadaydı işte. Ama ben arkama bile bakmadan kaçmak istiyordum.

Konuşmam, bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum ama yapamıyordum. Sadece susuyordum işte.

"Kim, kimmiş ?"

Benim bile zar zor duyduğum titrek sesim ona ulaştığında bir süre cevap vermedi. Sanki buna hazır olmadığımın farkındaymış gibi şüpheyle bakıyordu gözlerime.

"Kim olduğunu bilmek istiyorum."

Hayır istemiyordum. Ama zorundaydım.

Bir süre sonra dudakları aralanıp kelimeleri kan kusar gibi sarf ettiğinde acıyla dolan gözlerimi yumdum. Ben... gerçekten bunu bilmeyi istemiyordum.

"Selim Güney... Ekibindeki hain o."

🔱


Loading...
0%