@shevval
|
N-nereden biliyorsun onun yaptığını?" Dakikalar sonra konuşabildiğimde tek diyebildiğim bu olmuştu. Çünkü inanmak istemedim. Bana, büyüdüğü yere, daha beş ay önce toprağa verdiğimiz Musa'ya nasıl yapabilmişti bunu? Nasıl elvermişti yüreği bu ihanete? "Kendin bak istiyorsan." dedi kendinden gayet emin olan tavrıyla. Yükü ona yüklemek istesem de gözleri dürüsttü, içten içe bunu biliyordum. Ve bu canımı daha çok acıtıyordu. Bana ağır gelen bedenimi yavaşça koltuğa bıraktığımda sehpanın üzerinde duran fotoğraflara titreyen ellerimle uzandım ve duygularıma inat sıkı sıkı tutundum. Gözlerimi ne Kadir'e ne de Emre'ye çevirebiliyordum. Çünkü onlar beni tanıyordu. Duygularımı onlardan da gizleyemez, kendimi istesem de tutamazdım. Elimdeki kağıtların üzerinde yazanları zar zor beynim algılamaya başladığında dikkatle okumaya başladım. Bilinmeyen: Durumlar ne? Selim: Toplantı yeni bitti. Pusu kuracaklar, son durum bu. Bilinmeyen: Planları ne? Selim: Keskin nişancı yerleştirecekler bir yere, ama ben de nerede olacağını bilmiyorum. Bilinmeyen: Ne demek bilmiyorum lan ? Regina'ya yakındın hani? Selim: Söylemedi, son anda karar verecekmiş. Bilinmeyen: Bir şeyler karıştırıyorsan ne olacağını biliyorsun değil mi? Selim: Tüm bildiğim bu, gerçekten. Garipti ama sanki şu an boğazıma bastırılan bir bıçak varmış gibi hissediyordum. Her kelimede biraz daha kesiyordu derimi.. Okuduğum kağıdı sehpanın üzerine geri fırlatıp başka bir konuşmaya geçtim. Bilinmeyen: Ters bir durum var mı? Selim: Regina sadece içimizden birkaç kişiyle baskına gideceğimizi söyledi. Birkaç kilometre geride polisler bekleyecek, işaret verdiğinde Ali Kıraç'ı tutuklamaya gelecekler. Bilinmeyen: Bu tuzağa düşeceğimizi mi sanıyor o kaltak? Ben de Regina'yı zeki sanardım. Selim: Ben olmasam düşerdiniz ama. Bu da onun zeki olduğunu gösterir. Bilinmeyen: Çok konuşma. Selim: Peki. Diğer fotoğraflar da Selim'in Ali Kıraç'ın en yakın adamlarından olan Orhan'la konuştuğu birkaç kareydi işte. Bu kadardı her şey. Buraya kadardı. İnanmak istemiyordum tüm bu olanlara ama yapmıştı. Bize bile isteye ihanet etmişti. Elimdeki fotoğrafları bir bir sehpaya bırakırken Selim'in yüzünün açık ve net belli olduğu o son fotoğrafta durdum. "Nasıl yapabildin.." Fısıltım yalnız benim duyabileceğim kadar sessiz ve acı doluyken fotoğrafın üstüne damlayan gözyaşlarıma müdahale etmedim. Omuzlarım artık tamamen çöktüğünde arkama biraz daha yaslandım ve gözlerimi kapattım. Elimdeki resmi fark etmeden öyle çok sıkmaya başlamıştım ki parmaklarım kesilmiş ve minik kan damlaları belirginleşmeye başlamıştı. "Hale.." Emre elimde sıkı sıkıya tutunduğum fotoğrafı benden çekip aldığında ona itiraz etmedim. Zaten edecek gücü de bulamıyordum kendimde. Bugün her şeyin üstüne bir de bu gerçekle yüzleşmeye hazır değildim. Sanırım ben bu gerçekle yüzleşmeye hiçbir zaman hazır değildim. "Anlayamıyorum, sanki bilmediğimiz başka şeyler var." Masanın üzerine yayılan konuşmalara bakarken derin bir iç çektim. Şimdiden kafamda cevap bulamadığım birçok soru işareti birikmişti. "Her şey açık açık yazıyor işte, sırtımızdan bıçaklandık." Nasıl söylesem bu yazışmalar bir farklıydı, garipti işte. Bile isteye yapılmış bir ihanet gibi durmuyordu hiçbir şey. "Sanki.... Sanki tehdit ediliyormuş gibi." Emre masadaki kağıtları alıp hızlıca göz attığında bana üzgün bir bakış göndermeyi de ihmal etmemişti. "Ben burada bir tehdit ya da yalvarma göremiyorum Hale?" Ama vardı... hissediyordum. Selim sanki bunu isteyerek yapmamıştı bize. Peki içimdeki ses bunu deli gibi bağırırken, bana inanmayarak bakan üç adama nasıl ispatlayacaktım? "Buna inanmak istiyor olabilirsin, ama gerçek tektir Hale." "Yazışmalarda keskin nişancının yerini bilmediğini söylüyor ama nerede olacağını en başından beri biliyordu. Buna yanlarında karar vermiş hatta üstüne basa basa o tarafa doğru asla bakmamalarını söylemiştim." "Emin misin?" Gözlerim Onur'a kaydığında başımı hızla evet anlamında salladım. Kendi yaşadığım bir şeyden tabiki emindim. Emre'nin elindeki kağıtları çekip zaten bildiği konuşmaları tekrar okumaya başladığında dişlerimle eziyet ettiğim dudağımı biraz daha kanattım. İçimdeki umut kırıntısı her saniye biraz daha büyürken o an aklıma gelen bir diğer ayrıntıyı daha belirtmek istedim. "Bu kağıtta da Ali Kıraç'ın yakalandığı gün yaptıkları konuşmalar var. Sadece polislerin sonradan geleceğini söylemiş, aramızda da gizlendiklerini değil. Sanki içten içe Ali Kıraç'ın yakalanmasını istiyormuş gibi. Bilmiyorum sanki..." Derin bir nefes alıp sustum. Bana inanmalılardı, burada bir şeyler yanlıştı. "Onu da ver." Elimdeki kağıdı da istediğinde tekrardan dikkatle konuşmalara göz attı. Bana inanmak istiyor gibi duruyordu. Ama inanacak mıydı, emin değildim. "Söylemeyi unutmuş olma ihtimali olamaz mı?" "Bunlar unutulacak detaylar değil Emre, plan zaten bunlardan ibaret." Kağıtları gelişigüzel sehpaya bıraktığında bir şeyler söylemesi için yüzüne baktım. Cebinden çıkardığı sigarayı ejderha işlemeli çakmağıyla yaktığında sessizlik eşliğinde içine derin bir nefes çekti. "Yine de tehdit edildiğine dair bir yazışma yok." Beklediğim cevap bu değildi. Bunu ben de biliyordum ama içten içe inanıyordum işte. Konuşmalar arkadaş ya da ortak olan insanların yaptığı konuşmalar gibi değildi. Sanki kaybedecek bir şeyi olan ve onun zaafını kullanan iki kişi gibiydiler. "Hale... Ben de buna inanmak istiyorum ama bile bile salağa yatamayız. Her şey açık açık ortada. İhanete uğradın, uğradık. Ayrıca..." Kadir'in canımı sıkan cümlesi yarıda kesildiğinde kaşlarımı çattım. Yine neyi benden gizliyorlardı? Yine bilmediğim neler dönüyordu acaba burada? "Ayrıca ?" dedim yüzüne şüpheyle bakarken. Bir şey söylüyorsa devamını da getirmeliydi değil mi? "Patron Selim'i konuşturmamızı istiyor." Zaten gidip konuşmalıydık onunla, bunu neden benden çekinirmiş gibi söylemişti ki? Onunla konuşmak sadece patronun aklına gelen bir detay değildi sonuçta. "...diğerlerine yaptığımız gibi." Cümle beklemediğim bir yönde ilerlediğinde duyduklarımı hazmetmem birkaç saniyemi aldı. Ne saçmalıyordu şimdi bu? Çocukluğu bu mahallede geçmişti Selim'in. Bizimle defalarca çatışmaya girmiş, benim için yaralanmıştı bile. Benim duymayan kulağım, görmeyen gözüm olmuştu. Arkadaştan öte kardeş gibiydi o. Ben... ben nasıl saçlarını karıştırdığım ellerimle ona işkence edebilirdim ki? Bu ondansa bana daha büyük eziyetti. "Bunu hiç duymadım sayıyorum." Ayağa kalkıp etrafa dağılan yazışma kağıtlarını toplarken bu saçmalıkları da daha fazla dinlemek istemiyordum. Bu odadan hemen çıkıp hazırlanacak ve mahalleye gidecektim. Selim'le konuşup her şeyi öğrenecek sonra da bir şekilde cezasını çekmesini sağlayacaktım. Ama bu şekilde değil, bu şekilde olmaz. "Hale.." Kadir titreyen ellerimden defalarca düşen kağıtları alıp beni durdurduğunda gözlerine bakmadım. Öyle sinirliydim ki ona.. Bunu nasıl söyleyebilirdi, bunu nasıl kabul edebilirdi? "Onu affedemeyiz." "Affetmenizi istemiyorum ki, ben de affedemem zaten. Ama düşmanlarımıza yaptığımızı da ona yapamam Kadir. Onu sandalyeye bağlayıp elektrik verdirtemem, konuşana kadar parmaklarını kırdırtamam. Yapamam, yaptırmam." Başkalarına yapılırken bile çığlıklarını duymamak için kapattığım kulaklarımı, ona yapılırken sağır edemezdim. Görmemek için kaçırdığım gözlerimi, o acı çekerken kör edemezdim. Ona istesem de sırt dönemezdim. "O burada büyüdü, bu mahallenin çocuğu. Patron için, bizim için defalarca gözünü bile kırpmadan canını ortaya koydu. O diğer düşmanlar gibi değil anlıyor musunuz? O bir hata yapmış olsa da düşmanımız değil." Sesim dikkatimden bağımsız yükseldiğinde sanki anlaşmışlar gibi gözlerime bile bakmıyorlardı. Sanki benden ve sözlerimden bile isteye kaçıyorlardı..O hariç... Onur yine tüm dikkatini bana vermiş, gözünü bile kırpmıyordu. "Ya o hata yaptığını düşünmüyorsa?" Bunu bilemezdim ki, onunla konuşmadan bilemezdim. Aklımdaki çoğu sorunun cevabını almadan rahat da edemez, uyku da uyuyamazdım zaten. O yüzden bir an önce çıkıp mahalleye gitmek istiyordum. Çünkü artık kalbimi daha fazla susturmaya gücüm yetmeyebilirdi. "Senin sorularına ben cevap bulamam. Benim sorularıma da sen cevap bulamazsın. Cevapları bilen tek kişi Selim ve ben gidip onunla konuşacağım. Sadece konuşacağım." Son kelimeye yaptığım vurgu gözünden kaçmadığında sadece gülümsemekle yetindi. Yine niye gülümsüyordu şimdi o? "Patrona ne söyleyeceksin peki?" Emre araya girdiğinde derin bir nefes aldım. Bugüne kadar hep fikirlerine güvenip hareket ettiğim adama ikinci defa karşı çıkıyor olmam bana da garip hissettiriyordu. Ama vicdanım rahattı, kimseden de korkmuyordum. "Vereceğim cevabı karşıma çıkmaya cesaret bulduğunda düşünürüm, şimdi daha önemli meselelerim var." Yanlarından geçip odadan çıktığımda merdivenleri de koşarak bitirmiş ve odama girmiştim. Araladığım dolaptan siyah kot, siyah hırka ve şapka üçlüsünü çıkarıp hız kesmeden giyindiğimde saçlarımı da sıkı bir topuz yaptım. Tek istediğim mahalleye gitmekti. Şu an gözüm başka hiçbir şeyi de görmüyordu zaten. Kalp atışımı ensemde bile hissediyor olmam şu an pek de normal olmasa da bunun üstünde fazla durmayıp odanın kapısını açtım. "Konuşalım." Karanlıkta dikildiğini fark edemediğim adam o an ödümü ciddi manada kopardığında iki adım geri çekilip dikkatle yüzüne baktım. "Vazgeçirmek için bir şey söyleyeceksen duymak istemiyorum." Kapısında dikildiğim odama girip açtığım kapıyı da geri kapattığında ellerini ceplerine koymuş, gözleriyle beni hızlıca taramıştı. "Ortak olduğumuzu unuttun herhalde? Neden sana karşı çıkayım?" Ellerimi nereye koyacağımı bilemeyip göğsümde birleştirdiğimde dik dik yüzüne bakmaya devam ettim. "Çünkü duygusal karar verdiğimi, hata yaptığımı düşünüyorsun." "Hata yaptığını düşünmüyorum." Bu duygusal karar veriyorsun ama hata yapmıyorsun demekti sanırım. Övüyor muydu gömüyor muydu anlamamıştım, muammaydı. "Yani... onlar gibi karşımda durmayacaksın, öyle mi?" "Ben sana verdiğim sözü tutuyorum. Onların ne düşündüğü umurumda değil." "Patronun ne düşündüğü de mi umurunda değil?" Sustu. Sustu ve sadece gözlerime bakmaya devam etti. Sanki bende bir şeyler görüyormuş gibi rahatsız oluyordum her defasında bu durumdan. Çünkü ben onun kömür karası gözlerinde hiçbir şey göremiyordum. "O meseleyi ben bir şekilde hallederim, sen düşünme. Beş dakika bekle burada beraber çıkalım." Arkasını dönüp bir şey söylememe fırsat vermeden odadan çıktığında fal taşı gibi açılmış gözlerimle peşine takıldım. Bir dakika, ne demişti o? "Beraber mi çıkalım? Nasıl yani?" Koridorun sonundaki odasına girdiğinde açık bıraktığı kapıdan girip girmemek arasında bir an tereddüt etsem de fazla umursamadan içeri girip kapıyı da arkamızdan geri kapattım. "Çıkma teklifi etmiyorum, evden çıkalım diyorum." Benimle alay etmesine abartıyla göz devirdiğimde o da dolabından benim gibi siyah parçalar çıkarmaya başlamıştı. "Mahalleye mi geleceksin yani?" "Evet." "Daha önce geldin mi peki ?" "Evet." Beklediğim cevap bu değildi. Madem gelmişti ben neden onu hiç görmemiştim peki? "Ne zaman?" "Hatırlamıyorum." Kısa cevaplar vermesi beni iyiden iyiye sinirlendirirken kaşlarımı çattım. Neden açık açık söylemiyordu da dolandırıyordu lafları? "Benim neden varlığından bile haberim yoktu peki?" "Ben olmasını istemedim çünkü." Oldukça rahat bir tavırla odadaki tekli koltuklardan birine oturduğumda o da vücudunu tamamen bana dönmüş ve anlamını bilmediğim garip bir bakış atmıştı. "Patron da geldi mi peki?" "Evet, geldi." Ben bunu beklemediğimi belli ederek abartılı bir şaşkınlıkla ona bakarken o, çok da önemli bir bilgi değil der gibi omuz silkti. Ve benim bundan da haberim olmamıştı. Belli ki Emre ve Kadir gibi kimseye görünmeden geliyorlar, çok durmadan da gidiyorlardı. "Kendimi dışlanmış gibi hissettim." Dediğime güldüğünde kırışmış beyaz gömleğinin düğmelerini de sanki yanında ben yokmuşum gibi tek tek açmaya başladı. Telaşla ayağa kalkıp arkamı döndüğümde sanki duyamayacakmış gibi yüksek sesle bağırdım. "Niye soyunuyorsun ya sapık mısın?" "Odamda olan sensin." Lafı her zaman olduğu gibi bekletmeden ağzıma tıktığında kaşlarımı çattım. "Tamam dur soyunma çıkıyorum odandan." Bir elimle gözümü kapatıp dikkatle adım atmaya başladığımda biraz ileride bir duvara çarpıp geri çekildim. Bir dakika, bu duvar neden sıcaktı? Gözlerim ani bir refleksle açıldığında göz göze geldiğim duvar bana sırıtarak bakıyordu. Yani duvar değil, Onur. Çıplak vücudu bana çok yakın duruyorken duvar sandığım kaslarına bakmamaya çalışıp onu bir kenara ittim. Ya da itmek istedim, çünkü bir milim bile kıpırdamamıştı. "Niye önüme geçiyorsun? Bilerek yaptın değil mi?" Dediğimi onaylar gibi sırıtmaya devam ettiğinde kaşlarımı çatıp ondan uzaklaşmak için ilk adımı ben atıp geri çekildim. "Bütün deliler beni buluyor ya!" Bu sözüm onu daha çok güldürdüğünde ben içimden sabır çekmeye devam ediyordum. Bu defa da yanından bilerek çarparak geçip odadan çıktığımda avuç içlerimi yanaklarıma bastırdım. Düştüğüm şu hale gerçekten inanamıyordum. Rezillik! Evin dış kapısını da arkamdan aynı şekilde çarparak kapattığımda arabanın önünde konuşan Kadir ve Emre'nin dikkatlerini de istemeyerek üzerime çekmiştim. "Siz de mi geliyorsunuz?" Beni onaylayıp arabanın kaputuna yaslandıklarında kaşlarımı çattım. "Bugün hepiniz kimliğinizi ifşa etmeye karar verdiniz herhalde?" "Hayır, gizlice ofise çıkacağız." Ben daha bir şey diyemeden evin kapısı açılıp siyahlar içinde Onur gözüktüğünde istemsizce bakışlarımı kaçırdım. "Siz önden gidin, sen benimle gel." Hiç üstüme alınmayıp olduğum yerde dikilmeye devam ettiğimde arkadaşlarımın da garip bakışları hızla beni bulmuştu. "Sana diyor." Emre sır verir gibi fısıldadığında gözlerimi devirdim. Salak değildim anlamıştım tabiki ama ben onunla gitmek istemiyordum. "İsim belirtmedi, bence ikinizden birine diyor." "Hale, resmen eliyle seni gösterdi." "Belki gözleri şaşıdır ?" Son kozumu da geciktirmeden oynadığımda bu bana daha garip bakmalarından başka hiçbir işe yaramamıştı. Adam hayvan gibi yakışıklı ve kusursuzdu, şaşı iddiam tabiki de işe yaramazdı. Oflayarak yanlarından geçip Onur'a doğru yürüdüğümde evin arka tarafındaki büyük garaja kadar sessizce yürüdük. Düğmeye basıp açtığı sürgülü kapılar önümüze ateşli bir bebeği çıkardığında gülümsedim. Karşımdaki mat siyah Porsche da aynı benim gibi gülümsüyorken oyalanmadan kendiliğinden açılan kapısından içeri girip kemerimi taktım. O kadar sade ve çekici duruyordu ki son model arabam bile bunun yanında artık gözüme bir Tofaş gibi görünmeye başlamıştı. "Mahalleye daha önce geldiğine emin misin?" "Evet, neden sordun?" Evin bahçesinden çıkar çıkmaz yüklendiği gazla resmen koltuğa yapıştığımda gözlerimi yoldan çekip ona çevirdim. "Araba seçimin fazla iddialı da ondan." "Kimse görmez merak etme." Kısa cevabı nedense beni tatmin ettiğinde sessiz kalıp bu bebeğin tadını çıkardım. Ve tahmin edileceği üzere bu arabayla fazla kısa süren yolculuk bittiğinde gerçekten de mahalleye benim bile bilmediğim sokaklardan geçip gelmiştik. Yakın bir yere arabayı bırakıp indiğimizde sessizce bizden önce yola çıkan arkadaşlarımızı beklemeye başladık. Dakikalar sonra karanlık sokak başka bir farla daha aydınlandığında Kadir ve Emre de çok geçmeden yanımıza gelebilmişti. "Korkuttun mu kızı?" Emre beni işaret edip güldüğünde Onur başını iki yana salladı. "Mimiği bile oynamadı." Arada sırada gaza ani yüklenmelerinin nedeni belli olduğunda gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Beni korkutmaya çalışması mı daha komikti yoksa korkmadığımı hüzünlü söylemesi mi emin olamamıştım. "Hale diğer kızlara benzemez demiştim sana oğlum, sen kaybettin." Ben daha neyi kaybettiğini anlamayıp şüpheyle yüzlerine bakarken Kadir beni aydınlatmak için kısa bir açıklama yapma gereği duydu. "Hızdan korkarsın diye aralarında iddiaya girdiler." Bu açıklamayı yaparken bile yaptığı soğuk tavır dikkatimden kaçmasa da umursamadım. Asıl sinirli ve soğuk olan o değil, ben olmalıydım. Orada dikilmeyi bırakıp yangın merdivenlerinden dolanarak Kadir'in odasına girdiğimizde ışıkları da açıp onlara döndüm. "Ben gidip konuşacağım, sonra gelip size anlatırım." "Tamam." "Gerek yok, buraya çağır." Kadir beni onayladığı sırada konuşan Onur'a benim gibi arkadaşları da şaşkın bakışlarla dönerken, o bizi umursamadan koltuğa oturdu ve rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "Ne?" "Buraya gelsin, biz de dinleyelim Selim'i." "Onur, emin misin kardeşim?" Kadir garip bir ses tonuyla arkadaşını uyardığında ben de bunu neden istediğini anlamaya çalışıyordum. Gerçekten bir haine kimliklerini ifşa etmek mi istiyordu? "Sen dediğimi yap." Kadir'e cevap vermeyip yeniden bana döndüğünde fazla uzatmadan odadan çıktım. Bunu bana güvenmediği için mi yapıyordu yoksa altında başka bir sebep mi yatıyordu emin değildim. Zaten sorgulayacak halim de yoktu. Bir an önce Selim'i görmek ve bana tatmin olacağım bir açıklama yapmasını istiyordum. "Abla!" Depodan çıkıp Selim'in Ömer ve Caner'le oturdukları apartmana doğru yürürken futbol sahasından bana seslenen çocuklara gülümseyip sanki her şey yolundaymış gibi el salladım. Yine de başka birileriyle daha karşılaşmasam iyi olurdu tabi. Girdiğim beş katlı apartmanın asansörünü çağırdığımda numara 3'e tıklayıp beklemeye başladım. Ama yaklaşan her katta biraz daha fazla geriliyordum. Peki şimdi ben nasıl onların gözlerine bakarken ağlamadan duracaktım? Ona nasıl hain misin diye soracaktım? Bilmiyordum. Kapılar düşünecelerimi dağıtmak ister gibi yüksek bir gıcırtıyla aralandığında asansörden inip titreyen ellerimi zapt etmeye çalışarak zillerine bastım. "Hale?" Caner karşısında beni beklemediğini elinden düşürdüğü cipsiyle belli ederken zoraki bir şekilde gülümsedim. "Sakin ol. Selim'e bir işim düştü de o yüzden geldim." "Selim evde değil ki, önemli bir şeyse ben yardım ederim ama. Gerçi önemli değilse neden buraya kadar gelesin ki.." Yüzümdeki yapmacık gülümseme aniden silindiğinde şüpheyle evin içine doğru baktım. "Evde yok mu, nerede ?" Bu tepkiyi beklemediği açıkça belliyken yavaşça kaşlarını çattı. "Bilmiyorum sabah işim var diye çıktı hala gelmedi. Telefonları da açmayınca Ömer de onu aramaya gitmişti en son." Aklıma gelen bin bir türlü senaryoya lanet ettiğimde yeniden sanki hiçbir sorun yokmuş gibi gülümsedim. "Ne kadar aptalım ya! Ona sahile gelmesini söylemiştim, ben de boşuna buraya kadar yol geldim. Ara Ömer'i de eve geri gelsin, ben işimiz bitince getiririm Selim'i." O bana hala şüpheyle bakıyorken dikkatini dağıtmak için kafasına bir tane geçirip cipsi gösterdim. "Nimet yere düştüğünde kaldırılır çocuğum.." Eliyle kafasını tutup güldüğünde bana biraz daha yaklaşıp sıkıca sarıldı. Bu beklenmedik yakınlaşmayla ister istemez gözlerim dolduğunda fazla bekletmeden sarılışına karşılık verdim. "Ali Kıraç'ın çıktığını duyduk, sen iyi misin ?" "İyiyim. Bir gün onu içeri tamamen attıracağız, güven bana." "Güveniyoruz, sen sıkma canını." Kollarından sıyrılıp asansörün tuşuna bastığımda açılan kapılardan içeri girmeden önce son kez ona döndüm. "Ayrıca abur cubur değil, düzgün yemek yiyin." O bana gülerken ben çoktan içeri girmiş ve kapıları kapatmıştım. Elim de eş zamanlı olarak kalbimi bulduğunda ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Titriyor ve ilk defa kendimi bu kadar çaresiz hissediyordum. Bizi bırakıp gitmiş miydi? Ya da alıkoyulmuş olabilir miydi? İhtimalleri düşünmek bile beni mahvetmeye yeterken apartmandan resmen koşarak çıktım. Bana seslenen çocuklara bile dönmeden koşuyordum. Nefes almadan, düşünmeden koşuyordum. Öylece koşuyordum. Deponun merdivenlerini de uçarcasına çıktığımda hızlı açtığım kapının ardındaki üç adamın tedirgin bakışları da hıza beni bulmuştu. "Hale?" Kadir kolumdan destek vererek beni içeri çektiğinde ardımızdan da kapıyı kilitlemiş ve endişeyle yüzüme bakmaya başlamıştı. "Hale konuşsana kızım, bir şey mi oldu?" Ellerimi yüzüme bastırıp derin nefesler aldığımda ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Çünkü şu an ben de ne olduğunu bilmiyordum. "Selim, Selim yok." "Nasıl yok?" Onur da ayağa kalkıp yanıma geldiğinde dikkatle ve şüpheyle gözlerime bakıyordu. "Sabah işim var diye çıkmış evden, geri dönmemiş. Telefonu da kapalıymış..." Bir nefeste söylediğim cümleler onları da bozguna uğrattığında Kadir kolumu bırakıp sinirle duvara yumruk atmış ve acısını bizden çıkarmak ister gibi bağırmıştı. "Bize bir kez daha ihanet etti yani öyle mi?" "Ben..." Bakışlar yeniden bana döndüğünde korkuyla yutkundum. Söylemeye çekiniyordum çünkü verecekleri tepkinin ne denli büyük olacağını kestiremiyordum. Ama yine de bu ihtimal de vardı ve olmuş olabilirdi değil mi? "Ben kendi rızasıyla gittiğini düşünmüyorum. Belki de zorla alıkoyulmuştur?" Yazışmalarda bizi koruyor gibiydi, hatta sanki tehdit ediliyordu. Düşününce bu durumda onu kaçırmış olma ihtimalleri daha mantıklı değil miydi? "Sen gerçekten iyi değilsin Hale. Git bir beyin tomografisi falan çektir kızım. Yoksa harbiden fena bozuşacağız." Kadir kulağımın dibinde beklemediğim kadar yüksek bir tonda bana bağırdığında irkilmeden edemedim. Kendimi kandırmıyordum, sadece hislerim bu yöndeydi işte. Bilmiyordum, Allah kahretsin ki hiçbir şey bilmiyordum. "Ben sadece bu ihtimali de düşünüyorum. Mesajlar-" Titreyen sesimle kendimi zaten zar zor ifade ederken Kadir sözümü kesip yeniden kükrercesine bağırdı. "Mesajlar değil gerçekler ortada, gerçekler! Evden silahlı adamlar mı gelip çıkarmış, hayır! Kendi ayaklarıyla gitmiş, sen hala neyi zorluyorsun ya?" "Bana bağırıp durma! Sadece fikir yürütmeye çalışıyorum." Ben de kendimi tutamayıp bağırdığımda Onur'un hemen yanımda derin bir nefes aldığını duymuş ama Kadir'e bakmaktan da vazgeçmemiştim. "Sen de kendi başına hareket edip durma! Hastayken geri dönmeni söyledik, karşı çıktın. Telefonu kapatmamanı, beklemeni söyledik yine karşı çıktın. Sana hainin kim olduğunu söyledik, sen buna da karşı çıktın. Adam kendi ayaklarıyla gitmiş hala zorla falan diye bir şeyler saçmalıyorsun!" Dolmuştu. Bana karşı öyle dolmuştu ki gözlerinde ve sesinde öfkeye bürünmüş kırgınlığı hissedebiliyordum. "Gerçekten benim artık sabrım mabrım kalmadı. Aptal gibi davranmaktan vazgeç. Ya hemen kendini toparlarsın ya da bu meseleyi bize bırakırsın Hale. Sen seç." Öyle büyük bir şaşkınlıkla ona bakıyordum ki... Aslında kırılıyor olsam da daha fazla ne kadar ileri gidebilir diye merak da etmiyor değildim. Bir şey söylememi bile beklemeden arka kapıdan çıkıp gittiğine dolan gözlerimi hızlı hızlı kırptım. Söyledikleri bir anda her şeyin üstüne eklenmiş ve fazlasıyla ağır gelmişti. Ben gerçekten hislerime güvenmekle hata mı yapıyordum? "Sakin kalmaya çalış, bir yolunu buluruz." Emre dostane bir hareketle omzumu sıkıp Kadir'in peşinden gittiğinde yine olduğum yerden kıpırdamadım. Öylece çıktıkları kapıya bakıyor ve derin nefesler alıp kendimi tutmaya çalışıyordum. "Sen de aptal olduğumu mu düşünüyorsun?" İstemeden titreyen sesimle Onur'a döndüğümde bulanıklaşan görüş açım yüzünden yüz ifadesini görememiştim. Gözümde bir anda o kadar çok yaş birikmişti ki güç bela baş ediyordum. "Hayır." Gözlerini göremesem de sesinden anlamıştım doğruyu söylediğini. Yine de bu bana yetmiyordu. Arkadaşlarım bile bana güvenmiyorken onun burada durması yetmiyordu. "İyi misin?" Kadir'den daha ağır laflar sokmasını beklediğim adam bana gerçekten cevabını merak ediyormuş gibi baktığında gülümsemeye çalıştım. "Değilim.." Bir şeyler söylemek yerine susmayı tercih ettiğinde bir süre ikimiz de konuşmadık. Zaten ne ben anlatabiliyordum ne de o sorabiliyordu. "Ne yapmayı düşünüyorsun?" dedi dakikalar sonra. "Selim'i bulacağım." Hızlı ve net bir şekilde verdiğim cevabıma karşı bir şey demedi ve anlayışlı bakışını sürdürmeye devam etti. "Eğer sen de bana küfür falan etmek istiyorsan edebilirsin. Az önce yediğim laflardan sonra pek koymaz." "İstemiyorum." Ses tonu beni yargılar gibi çıkmıyordu. Hatta gözleri de öyle bakmıyordu. "Burada olmak zorunda değilsin, istiyorsan arkadaşlarının yanına gidebilirsin." "İstemiyorum." Beni tanıyan arkadaşım bile bana dinlemeden bağırırken o neden beni anlayışla karşılıyordu? Hem de bunu ilk defa da yapmıyordu. Anlayamıyordum. "Kadir'i haklı bulduğunu biliyorum. İstersen şimdi patronu arayıp her şeyi anlatabilirsin, ne olacaksa olsun artık. Umurumda değil." "İstemiyorum." "Başka bir şey söylemeyi bilmiyor musun sen?" Sesim istemsizce yükseldiğinde sanki ona bağırmamışım gibi sigarasını yakıp derin bir nefes çekti. "Biliyorum, ama dediklerinin hiçbirini yapmak istemiyorum. Ayrıca Kadir'i de haklı bulmuyorum, kulağımı si*ti şerefsiz." Ben şaşkın şaşkın yüzüne bakarken o umursamadan sigarasını içmeye devam etti. Ben bile benden emin değilken, o benden gayet emin gözüküyordu. "Kendinden şüphelerin mi var? " İçimi okuyormuş gibi konuştuğunda başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. Kendimden, Selim'den, çevremdekilerden... Herkese karşı şüphelerim vardı artık. "Ne düşünüyorsun peki?" "Beni anlamak nasıl bu kadar zor olabilir diye düşünüyorum. Herkes sanki bana karşı kulaklarını kapatmış gibi davranıyor." Daha fazla konuşmamı bekler gibi bana bakıyordu. Ama ben ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Öyleyse bu gece dilime gelen her şeyi dışarı vurmalı mıydım? "Bu mahalleye neden geldiğimi sormuştun ya... Kimsenin bilmediği ama beni her gece yavaş yavaş öldüren bir geçmişim var. Buraya da o geçmişi tamamen yakmak için geldim. Güçlü olmak için, kendimi koruyabilmek için." Sessizce beni dinlemesi bana daha çok cesaret verirken, o an başını ya da sonunu düşünmeden içimi boşaltmaya karar verdim. Duygusal boşluk ya da her neyse umurumda bile değildi. Bir anda saçma bir güven vermişti beni korkutan o gözleri.. "Yıllardır buradaki kimliğimi Hale'den ayrı tutmakla uğraşarak geçirdim ben. Ama gördüğün gibi onu bile beceremedim." Anlattıklarım sanki bunları daha yeni kabulleniyormuşum gibi canımı tekrar ve tekrar acıttı. "Musa'yı unutamıyorum, o şerefsizin onun gibi zehirlediği çocukları düşünmeden edemiyorum. Hayatımın içine etmesini kabullenemiyorum." Musa'dan sonra bir de Selim'i benden almak istemesi bardağı taşıran son nokta olmuştu artık. Gerekirse kendi ellerimle öldürebilirdim onu, hiçbir korkum kalmamıştı artık. Ben kaybedebileceğim her şeyi çoktan kaybetmiştim zaten. "Seni anlıyorum... gerçekten." Dakikalar sonra sessizliğini bozduğunda ciddi olup olmadığını kontrol etmek için gözlerine baktım. Gerçekten anlıyor muydu, yoksa öylesine mi dökülüyordu kelimeler dudaklarından bilmiyordum. Yine de ona inanmak istedim. "Kadir delirdiğimi düşünüyor, Emre de öyle.." "Bence aklın gayet başında." Bunu alayla söylemişti ama bakışlarıyla yine de öyle düşündüğünü belli ediyordu. Başımı yere eğip derin bir nefes aldım. Biriyle konuşmak bana biraz da olsa iyi gelmişti. En azından onunla birlikte ben de yeniden bazı şeylerle yüzleşebilmiştim. Üstelik beni anladığını da söylemişti. Nedense bu sıralar bunu duymaya gerçekten çok ihtiyaç duyuyordum. "Peki nasıl bulmayı düşünüyorsun onu?" Kafamda hızlı bir plan kurmuştum ama asla detaylı düşünülmüş bir şey değildi. Her an bir yerlerden patlak verebilir ve ben yine kendimi bir çıkmazda bulabilirdim. "Gece kulübünde yanımda sarışın bir çocuk oturuyordu hatırlıyor musun?" "Seni öpmeye çalışan mı ?" Furkan'ı böyle hatırlamasına şaşırıp ne diyeceğimi bilemediğimde, sessizliğimden o olduğunu anlamış ve dikkatle yüzüme bakmaya başlamıştı. "Onunla ne alakası var bu durumun ?" "O gece kulübünün sahibi..." Başka bir şey söylemeden telefonumu çıkarıp Şule'yi aradığımda bir süre sessizce açmasını bekledim. Ki çok sürmeden şen şakrak sesi kulaklarımı doldurmuştu. "Efendim bebiş?" "İndin mi, nasıl geçti yolculuk?" "Evet evet, indim.." Şule uzun uzun ne kadar sıkıldığını, yolu uyuyarak geçirdiğini, beni şimdiden özlediğini anlatırken gözlerim kısa bir an anlamsız konuşmamın bitmesini bekleyen Onur'u buldu. "Bana acil Furkan'ın numarası lazım, hemen atarsan çok iyi olur." "Furkan mı, Furkan ne alaka ya? Bak arkadaşım falan olabilir ama ondan olmaz Hale. Yolarım seni ne yapacaksın o sırnaşık ergeni! Daha yakışıklı ve kaslı arkadaşlarım var, boşver Furki'yi." "Şule, saçmalama! Furkan'a mı kaldım ben? Kimliğimi orada düşürmüşüm galiba, o yüzden istiyorum numarasını." Abuk subuk laflarını araya girerek kestiğimde şu an yaşamak istediğim en son şeyi yaşamış ve Onur'la göz göze gelmiştim. O da salak olmadığı için verdiğim cevaptan ne konuştuğumuzu anlamıştı tabiki. "Neyse, hadi at numarayı bana." Cevap vermesini bile beklemeden telefonu kapattığımda kafamdaki beni bunaltan şapkayı da çıkarıp masanın üstüne bıraktım. "Gerçekten planın bu muydu? O çocuğu arayıp Ali Kıraç'ın oğlunu mu soracaksın?" Evet tam da öyle yapacaktım. Fazla düşünülmüş bir plan değildi zaten bu, fazla bir beklentiye girmesine gerek yoktu. "Evet, ve şimdi de işleme geçiriyorum." Şule'nin yolladığı numarayı arayıp, Onur'un da konuşulanları duyabilmesi için hoparlöre aldığımda sesimin düzgün çıkması için yavaşça öksürdüm. "Alo?" Neredeyse kapanmak üzere olan telefondan, Furkan'ın yine kulüpte olduğu belli olan sesi geldiğinde, sanki oradaymışım gibi aniden midem bulandı. "Hale ben, müsait misin Furkan?" "Hale? Sen misin gerçekten?" Şaşkın sesine istemsizce göz devirdiğimde sanki görebiliyormuş gibi gülümsemeye çalıştım. "Evet, benim." "Hiç beklemiyordum be güzelim, dur bekle burası çok gürültülü odama geçeyim." Birkaç kapı ve adım sesinin ardından müzik sesi tamamen kaybolduğunda tekrar konuşmaya başladı. "Ben de tam seni düşünüyordum biliyor musun, resmen bir günde özledim seni." Onur gözünü bile ayırmadan telefon ekranına bakıyorken, ben ne diyeceğimi bilemeyip sustum. Furkan'ın yüzü gözümün önüne gelince bile flört edesim gelmiyordu. Aslında standartların üstünde, yakışıklı bir çocuktu ama salaktı işte. "Daha fazla özletmek istemedim ben de kendimi. Yarın oraya geleceğim." "Bu aldığım en güzel haber falan olabilir. Şimdiden heyecanlandım, hemen sarılmak istiyorum sana!" Heyecanlı ve oldukça yapmacık olan sesi beni ister istemez gerdiğinde, o konuşmaya devam etmişti. "Belki bu defa kaçmazsın benden, belki.." Derin bir nefes alıp sustuğunda onun telefondan bile yılışmasına şok içinde baktım. Gerçekten yılışık lakabını sonuna kadar hak ediyordu. "Aslında ben sana bir şey sormak istiyordum ya. Dün bana istemediğim halde yanaşan bir adam vardı ya.. Sonra bir beyefendi gelip ona vurmuştu falan. Onun kim olduğunu biliyor musun? Oraya hep geliyor mu yoksa tek gecelik bir şey miydi?" "Valla düne kadar hiç görmemiştim ama arkadaşlarını tanıyorum. O da onların yanına gelmişti zaten, hatta mekanı çok beğendiği için yarın burayı kapattılar. Kendi aralarında eğleneceklermiş falan. Sen niye soruyorsun ki onu?" Heyecanla dudağımı ısırdığımda bunu sesime yansıtmamaya çalıştım. "Dün teşekkür edememiştim, yarın seni görmeye geldiğimde ona da teşekkür etmiş olurum diye düşündüm. Böyle şeylerin altında kalmayı sevmiyorum da hiç." "Ben orada olsaydım ona hiç gerek kalmazdı güzelim aslında ama neyse... Sen gel de kime teşekkür ediyorsun önemi yok. Biz hasret giderelim yeter." Fazla uzatmadan görüşürüz deyip telefonu suratına kapattığımda abartıyla göz devirdim. Sanki kendisi o tacizciden farklıymış gibi orada olsaydım falan diyordu bir de. "Sana mı aşık bu?" Kendimi tutamayıp Onur'un oldukça ciddi sorduğu soruya güldüğümde başımı hızla iki yana salladım. Karaktersizlik ve yav*aklık onun doğasında vardı. "Dün ben yüz vermeyince yanımdan kalkıp başka bir kıza koştu. O sadece benden yüz bulamadığı için hırs yapıyor. Bir kere öpse bile hevesi hemen kaçar, eminim." "Sanmıyorum." Yüzünde hala ciddi bir tavır varken anlamadığımı belli eden bir ifadeyle ona bakmaya devam ettim. Bu ne demekti şimdi? O da sessizce bana bakmayı sürdürüyorken dudakları aralandı ve beni kızgın ateşlere atan o cümleyi söyledi. "Bir kere değil, bin kere öpülsen de doyulmayacak bir kadınsın." İşte bu... garip hissettirmişti. 🔱 Oturduğum yataktan sarkıttığım ayaklarımı bir sağa bir sola oynatırken Selim'i düşünüyordum. Bu gece yüzleşeceğim gerçek beni ölesiye korkutuyordu. Onunla yüzleşecek olmak, Ali Kıraç'ı yeniden görecek olmak... Hepsi arka arkaya geçeceğim birer sınavdı. Ben düşüncelerle boğuşurken evin zili çalıp bir süre sonra da açıldığında derin bir nefes aldım. Onur bir arkadaşını çağıracağını ve bana hazırlanmam için yardım edeceğini söylemişti. Sanırım o gelmişti. Plan mı? Plan oldukça basitti. Gece kulübüne gidecek ve Ali Kıraç'ın oğluyla konuşacaktım. Beni babasının yanına götürmesi için onu ikna etmeye çalışacak, ikna olmazsa da zor kullanacaktım. Onur da mahalledeki adamlarımızla birlikte bizi takip edecek ve gittiğimiz yerin etrafını saracaklardı. Yani Selim'i ondan ya rızasıyla, ya da zorla geri alacaktım. Topuklu ayakkabı sesleri odanın önüne kadar gelip kapıyı çaldığında oturduğum yerden kalkıp bekletmeden açtım. Ve oldukça güzel bir kadın elindeki paketlerle bana bakıyorken kendimi gülümsemeye zorladım. Onun aksine.. "Merhaba Hale. Tuğçe ben." Uzattığı eli sıkıp kapıyı biraz daha araladığımda içeri geçmesi için nazikçe yol verdim. Bunu bekliyormuş gibi yanımdan geçip çantasını makyaj masasının üzerine bıraktığında paketlerdeki elbiseleri de tek tek yatağa dizmeye başladı. "Hızlı olmamız gerekiyormuş sanırım, Onur öyle söyledi." Ben kaşlarımı çatmış çıkardığı mini elbiselere bakarken gözlerini bir anda bana çevirip çekinmeden baştan aşağı süzdü. "Bu elbiseleri özenle seçtim ama şu an içlerine sığabileceğinden pek de emin değilim." Burun kıvırıp önüne geri döndüğünde, ben hala dediğini anlamaya çalışıyordum. Bu neydi şimdi? "Merak etme, bol geleceklerinden neredeyse eminim." Bana üstten bir bakış atıp dediğime çok komikmiş gibi güldüğünde yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyordum. Onur bula bula bu itici kadını mı bulmuştu gerçekten? "Çok komiksin canım. Ayrıca her şey kilo değildir, senin vücudun da fazla şekilsiz." Sırf konuşmak için konuşuyordu, sadece belimin bile onun bileklerinden daha ince olduğuna yemin edebilirdim. Ama tabiki oturup ona beden ölçülerimi anlatacak değildim. Zaten bu saçma tavrın da sebebini çözememiştim. "Bence önce bu elbiseyi denemelisin." Uzattığı petrol mavisi elbiseyi denemek üzereyken gördüğüm derin dekolteyle gözlerim büyüdü. "Başka bir şey deneyelim en iyisi. Bu bugün için fazla iddialı." O bana sen ne saçmalıyorsun bakışları atarken elbiseyi aldığım gibi yatağın üzerine geri bıraktım. Kasıklarına kadar uzanan bir yırtmacı vardı, oturmak istesem bile oturamazdım ki bununla. Ki ben operasyona gidiyordum. "Ama sen böyle yapacaksan vazgeçelim biz bu işten." "Rahat hissetmeyeceğim bir şeyi giymem Tuğçe, daha uygun bir şey seçelim." Bana göz devirip diğer elbiselere döndüğünde mavi elbise gibi derin yırtmaçlıları söylene söylene elemeye başladı. "Buna da hayır demezsin herhalde?" Uzattığı kırmızı elbiseyi inceleyip uygun olduğuna karar verdiğimde fazla uzatmadan hızlıca üzerime giydim. İçten içe bu hazırlanma süreci için Tuğçe gerekli miydi diye düşünüyordum. Kendim de halledebilirdim bir şekilde. Odanın diğer tarafındaki boy aynasına doğru yürüdüğümde yansımama beğeniyle baktım. Tuğçe'nin memnuniyetsiz bakışlarının aksine üstüme gayet güzel oturmuş ve vücudumu sarmıştı. Güzel ve çekici görünüyordum, tam da bu gece olmam gerektiği gibiydim. "Gayet güzel, beğendim." "Tamam geç otur şöyle." Beni makyaj masasına çekiştiren Tuğçe , bir anda beklediğimin tamamen aksine oldukça profesyonelce makyaj yapmaya başladığında sessiz kalıp kendimi onun ellerine bıraktım. En azından bu konuda bana sorun çıkarmayacağını düşünüyordum. Gözlerime ince uçlu bir eyeliner çekip yüzümü de aydınlattığında çantasını karıştırıp daha paketi bile açılmamış kan kırmızısı bir ruj çıkardı. "Sür bakalım, sakın taşırma ama! Zaten zar zor toparladım yüzünü." Beni çocuk gibi azarlayıp eşyalarını toparlamaya başladığında olay çıkmaması için yine sustum. Ama biraz daha zorlarsa kendimi gerçekten tutamayabilirdim. Ben de insandım sonuçta, sınırlarını ve haddini oldukça aşıyordu. Kırmızı ruju dudaklarıma yedirip sandalyeden kalktığımda uzattığı yüksek topuklu ayakkabıları da bir şey söylemeden sessizce giydim. İçten içe yaşadığım stresin aksine şaşırtıcı derecede sakin kalabiliyordum bugün. "Güzel oldun.." Beni yeniden baştan aşağı süzdüğünde şaşkın bakışlarımı yüzüne çevirdim. İlk defa bana laf sokmadan iyi bir şey söylemişti. Demek ki gerçekten eleştiremeyeceği kadar güzel gözüküyordum. "...ağzına kadar erkek dolu olan bir ortamda belki bir ya da iki kişinin dikkatini çekersin en azından." Fazla erken konuşmuştum. "Bu gereksiz nefretinin sebebini gerçekten merak etmeye başladım Tuğçe. Geldiğinden beri bir şeyler saçmalayıp duruyorsun, söylesene benimle derdin ne senin?" Kalçasını makyaj masasına yaslayıp ellerini göğsünde birleştirdiğinde bana üstten bir bakış attı. Sanki onunla konuşabiliyor olmam bile bir lütufmuş gibi.. "Kendini benim gözümde nefret edilebilecek kadar değerli mi görüyorsun gerçekten?" Yine susan ve uzatmayan taraf ben oldum. Bugün yeterince stresliydim bir de üzerine Tuğçe'yi ekleyemezdim. "Neyse hazırsın artık, ben gidiyorum." Yanımdan geçip kaçar gibi odadan çıktığında arkasından dik dik bakmaya devam ettim. Ben laflarını ona bir güzel yedirmeyi bilirdim de neyse. Çekmeceden silahımı çıkarıp çantama koyduğumda bir şey unutmadığıma emin olmak için son kez etrafı kontrol etmem gerekmişti. Ben odadan çıkar çıkmaz koridorun sonunda gördüğüm Onur'un gözleri de hızla beni bulduğunda ne yapacağımı bilemeyip olduğum yerde durdum. Beni hızlıca baştan aşağı süzmesi hiç rahatsız hissettirmediğinde öylece dikilmenin de garip olduğunu fark edip yavaş adımlarla onlara doğru yürümeye başladım. Onlar diyordum, çünkü Tuğçe hala buradaydı. "Hazırsan çıkalım?" "Hazırım." Gitmemiz gereken o anda Onur hala bana bakmaya devam ediyordu ve ben de bu defa gözlerimi ondan kaçırmıyordum. Ta ki Tuğçe araya girene kadar.. "Onur.." Onur'un koluna elini koyan Tuğçe dikkatleri tam da istediği gibi kendi üstüne çektiğinde tatlı olduğuna inandığı bir gülümsemeyle yanındaki adama bakıyordu. "Beni de eve bırakır mısın, arabayla gelmedim de?" Onur bir kolundaki ele, bir de sahibine bakıyorken Tuğçe'den geriye doğru bir adım atıp uzaklaştı. Aynı zamanda bu adımı onu bana daha çok yaklaştırmış ve hoş parfüm kokusunu fazladan hissetmeme sebep olmuştu. Zevkli adamdı. "Acelemiz var Tuğçe. Ama şirketten birilerini ararım şimdi, gelirler." Gözlerini son defa bana çevirip bir şey söylemeden aşağı inmeye başladığında Tuğçe'ye döndüm. Yüzünde gördüğüm hayal kırıklığı, öfke, kıskançlık bana az önce neden öyle davrandığını açıkça ortaya koyduğunda gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Gerçekten bana düşman gibi davranmasının sebebi Onur'a platonik aşık olması mıydı? Beni tehdit olarak görmesi mi yoksa böyle ortada kalması mı daha komikti emin olamamıştım. "O yüz ifadeni düzelt istersen." Tehditvari bir tavırla üstüme yürüyeceği sırada onu hiç umursamadan merdivenlerden inmeye başladım. "Görüşürüz demek isterdim ama umarım bir daha görüşmeyiz Tuğçe'ciğim. Yine de her şey için teşekkürler." Sözlerimden sonra kıskançlıktan kızaran yüzünün mora döndüğüne emindim ve bu beni az da olsa keyiflendirmeye yetmişti. Anlamadan dinlemeden bana karşı takındığı tavır, böyle dönüp dolaşıp onu bulmuştu işte. İlahi adalet. Evden çıkıp beni bekleyen arabaya bindiğimde ikimizin de iyi bildiği mekana doğru -beklediğimin aksine oldukça sessizce- yola çıktık. Radyoda güzel şarkılar sıra sıra çalıyorken Onur, beklenmedik bir anda kırmızı ışıkta ani bir fren yapmış ve öne doğru savrulmaktan önüme uzanan kolu ile son anda kurtulabilmiştim. Ben şaşkın bakışlarımı Onur'a çevirdiğimde onun da bana baktığını son anda fark edip duraksadım. Az önce yola bakmıyor muydu o? "Neden kırmızı?" Önce trafik ışığından bahsettiğini sanıp anlam veremesem de elbiseme baktığını görüp derin bir nefes verdim. "Çünkü neden olmasın?" "Sana yakışmıyor." Yeşil ışık yanıp gaza bekletmeden tekrar yüklendiğinde onun gözleri yola geri dönmüştü ama ben hala ona bakmaya devam ediyordum. "Farkında mısın bilmiyorum ama, seni değil onu etkilemeye çalışıyorum. Ve o senin aksine kırmızının bana çok yakıştığını söylemişti." "Ben sadece gerçekçi konuşuyorum, yakışmıyor. Ayrıca ben etkileyebileceğin biri değilim." Bu gereksiz söz de neydi şimdi? Ben onu neden etkilemek isteyecektim ki zaten? Bir yandan Tuğçe bir yandan Onur bugün sabrımı sözleşmişler gibi sınarken abartıyla göz devirdim. "Dün öptükçe öpülesi olan bir kadın olduğumu söyleyen sen değil miydin?" Onun her zaman yaptığı gibi onun lafıyla onu vurmaya çalıştığımda beni başıyla onayladı. "Çoğu erkek için öylesin evet, ama benim ilgimi çekmiyorsun." Hiç düşünmeden lafları bir bir ağzıma tıktığında kaşlarımı çattım. Ona kendimi ispatlamaya falan çalışmayacaktım tabiki ama yine de sinir olmuştum sözlerine. Ne yani Tuğçe mi ilgisini çekiyordu da ben çekmiyordum? "Fikirlerinin umurumda olduğunu sanmıyorum ama, Tuğçe gibi kadınlardan hoşlanıyorsun herhalde?" "Tuğçe gibi kadınlar derken?" Gözlerini kısa bir an bana çevirip tekrar yola döndüğünde yan profiline baktım. Gerçekten fazla yakışıklı bir adamdı, ve yakışıklı olduğu kadar da gıcıktı. "Kendini çok yüksekte gören, egoist kadınlar işte." "Tuğçe'nin öyle olduğunu mu düşünüyorsun? Normalde hiç öyle değildir." Bana Tuğçe'yi savunma politikasını uyguladığında burun kıvırdım. Salak değildim, görmüştüm şu kısa sürede bile nasıl biri olduğunu. "Sana oynuyor, yoksa tam da dediğim gibi bir kadın." "Bana neden oynasın ki?" Salağa mı yatıyordu yoksa gerçekten mi farkında değildi Tuğçe'nin ona karşı olan hislerinin? "Çünkü sana aşık." Kafası kopabilecek kadar ani bir hızda bana dönüp kaşlarını çattığında elimle yolu gösterdim. "Bana değil yola bak!" "Bunu sana kendisi mi söyledi?" Sesindeki şaşkınlık ikinci tespitimi doğrularken en azından salağa yatmadığını anlamıştım. Gerçekten Tuğçe'yi ne kadar umursamıyorsa fark bile etmemişti hislerini.. Yazık. "Hayır, ben anladım. Senin benimle geliyor olman bile kıskançlıktan üstüme atlamaya çalışmasına yetti." Tekrar şok olmuş gözlerle bana döndüğünde ani bir refleksle çenesinden tutup yüzünü yola çevirdim. "Kaza yapacağız ya, önüne baksana!" "Üstüne mi yürüdü?" İstemsizce yaptığım temasım hakkında bir şey söylemeden Tuğçe konusuna geri döndüğünde başımı iki yana salladım. "Sence o benim üstüme yürüyebilir mi? Sadece denedi işte.." Anladım der gibi başını salladığında düşünceli bir havaya bürünmüştü. Tuğçe'ye ne kadar gıcık olmuş olsam da onu şikayet ediyor gibi olmak bir anlığına canımı sıktı. "Belki de ben yanılıyorumdur, umursama." Bir şey söylemediğinde ben de daha fazla konuşmadım ve sadece yolu izlemeye devam ettim. Bir süre sonra We'stone'un yakınlarında durduğumuzda bana doğru uzanıp torpidoyu açtı. Çok ünlü bir markanın parfümünü çıkarıp uzattığında ne alaka der gibi yüzüne bakmaya başladım. "Çok güçlü bir biber gazı. İstemediğin bir durumla karşılaşırsan kullan, bir defa sıkman bile yeterli. Yine de son seçeneğin olsun." Fazla zekice bir hamleydi. Sadece onaylayıp bir şey söylemeden çantaya attığımda arabanın kapısını açtım ama inemedim. Çünkü Onur bileğimi sıkıca tutup beni durdurmuştu. "Evet?" Beklentiyle yüzüne bakarken elini yavaşça geri çekti. "Bir şey vermeyi unuttum." Ceketinin iç cebinden çıkardığı siyah kutudan iki güzel küpe çıkarırken, ben yeni bir açıklama için ona bakıyordum. "Kamera, ters bir durumda hemen müdahale etmemiz gerekirse diye." Bu da fazlasıyla zekice bir düşünceydi. Kafasının işleyiş şeklini gerçekten beğenmiştim. "Anladım, başka bir şey yoksa ben gidiyorum artık?" Başka bir şey söylemeyeceğini beni onaylamasından anladığımda küpeleri takıp arabadan indim. Hız kesmeden mekandan içeri girip barda gördüğüm Furkan'a doğru yürürken bir yandan da içerideki insanları inceliyordum. Öyle kalabalık bir ortam vardı ki, iğne atsan yere düşmezdi. "Hale'ciğim!" Furkan bana gereksiz bir samimiyetle sarıldığında, her ne kadar rahatsız olsam da mecburen karşılık vermek zorunda kalmıştım. "Selam, naber?" "Seni gördüm ya, harikayım!" Elimden tutup beni etrafımda döndürdüğünde kendimi zoraki gülümsemeye zorladım. "Kırmızı gerçekten senin rengin! Ateş gibisin.." Sonlara doğru sesi kısıldığında midemin ağzıma geldiğini hissettim. Bu çocuk gerçekten midemi bulandırıyordu. Ama gariptir ki o da kırmızıyı bana çok yakıştırmıştı, Onur'un aksine.. "Teşekkürler. Sorduğum adam geldi mi?" Elindeki içkiyi kafaya dikip başını iki yana salladığında etrafa göz attım. Ben de bakınmış ama görememiştim zaten.. "Odama çıkalım mı, burası fazla gürültülü?" Ani gelen teklif beni istemsizce gererken zorla gülümseyip koluna dokundum. "Bir şeyler içmek istiyorum ben." Barmen ondan istediğim içkiyi hazırlamaya başladığında bir gözüm de hep kapıdaydı. Çaresizce düşmanımın oğlunun çabuk gelmesini bekliyordum. O bile yılışık Furkan'dan daha az tehlikeliydi benim için. "Hale.. Ben seninle konuşmalıyım." Sarhoşluğun etkisi yavaş yavaş ona uğramaya başladığında biten bardağına bakıp barmene döndüm. "Yeniler misiniz?" Ne kadar çabuk sarhoş olursa ondan kurtulmam da bir o kadar kolay olurdu. Ona uzattığım bardağı da alıp bekletmeden kafaya diktiğinde sertçe masaya vurdu. "Galiba sana ben oldum, aşık yani." Daha doğru cümle bile kuramıyorken ilan-ı aşk ediyordu, tabi yersen! "Otur istersen, devrileceksin." "İyiyim ben, öpeceğim seni." Bana öpmek için yaklaştığı sırada yeni bir kaçış yolu ararken, o an sanki imdadıma yetişir gibi kapıda görünen adamla göz göze geldim. Beni görmeyi beklemediği fazlasıyla şaşkın yüzünden belli oluyorken, gözleri usulca bana sırnaşan Furkan'a kaymış ve durumu fark ettiği anda ise bıkkınca göz devirmişti. "Seni yeniden görebilmek çok güzel ama etrafındaki adamlar döv döv bitmeyecekler galiba." Ben daha ne olduğunu anlayamadan yanıma gelip bana sırnaşan Furkan'ı ensesinden tuttuğunda, yeniden bana dönüp büyükçe gülümsedi. "Bugün yine çok güzelsin." Hiç beklemediğim bir anda ciddileşen yüzüyle Furkan'a sert bir yumruk attığında, Furkan sarhoşluğun etkisiyle çabucak yere devrilmişti. O an gözlerim ne olduğunu anlamayıp, dikkatle bizi izleyen insanlara kaydığında yüzümdeki afallamış ifadeyi hızla toparlamaya çalıştım. "Ne yapıyorsun, herkes bize bakıyor?" Onun da gözleri bizi izleyen kalabalığa kaydığında sanki az önce mekan sahibini yumruklamamış gibi gülümsedi. "Selam gençler, iyi eğlenceler." Tekrar bana dönüp göz kırptığında elimdeki daha bir yudum bile içmediğim içkiyi alıp kafasına dikti. "Neden buradasın?" "Seninle konuşmak için geldim." Lafı hiç uzatmadığımda şaşırdığını belli eder bir şekilde gülümsedi. "Neden, hemen özledin mi beni?" Dudağında beliren kendini beğenmiş gülümsemeye aldırmadan elimi omzuna koyup yüzüne biraz daha yaklaştım. "Hayır." Gülüşü bu hareketimle daha da büyüdüğünde elini belime atmış ve hiç beklemediğim bir anda beni biraz daha kendisine çekmişti. Herkes yüksek müzik sesiyle dans ediyor olsa da bazı bakışları üzerimde hissedebiliyordum ve bu çok rahatsız ediciydi. "Ellerini belimden çekmen için üç saniyen var.." Bana meydan okur gibi durup bakıyorken ben geri sayımı çoktan başlatmıştım. "1...2" Ellerini son saniye geri çektiğinde teslim olur gibi havaya kaldırdı. "Güzelliğin karşısında fazla direnemem zaten, en iyisi hiç savaşmamak." Hafif yukarı çıkan elbisemi hızlıca düzelttiğimde ona cevap vermemeyi seçmiştim. Söylediklerinde ciddi olup olmadığı bile anlaşılmıyordu, çünkü hep aynı ifadeyle sırıtıyordu. "Sen kimsin be?" Furkan kısık gözleriyle benim bile adını bilmediğim adama bakıyorken derin bir nefes aldım. Mekanını kiraladığı adamı bile unutacak kadar içmişti. "Bu gerizekalı sevgilin değil dimi?" İğrenerek başımı iki yana salladığımda yanımdan geçip Furkan'a doğru atıldı. O anda ne yapacağını anlayıp hızlıca onu durdurduğumda bu defa sırıtmıyor, hatta oldukça korkutucu bakıyordu. "Arkadaşım o benim, ne yapıyorsun?" Yalan. Bu yılışık benim arkadaşım olacak seviyede biri değildi. Ama bu durumda göz göre göre dayak yemesine de izin veremezdim. "Huzurlu bir uyku çekmesini sağlayacağım sadece." "Sebebin bile yok, her canın sıkıldığında birini dövemezsin! Ayrıca farkındaysan o, bu tuttuğun mekanın sahibi." Sesim fazlaca yükseldiğinde yanımdan geçme çabasından vazgeçti ve bileğimi tutup doğrudan bana bakmaya başladı. "Ne yapsaydım yani? Seni öpmeye çalışıyordu ve bunu istemediğini kör biri bile görebilir." "Senin de bana dokunmanı istemiyorum ama bak, dokunuyorsun!" Konu yılışık Furkan'dan yavaş yavaş uzaklaştığında, ateşe değmiş gibi elini bileğimden çekti. "Peki, anladım." Başka bir şey söylemeden yanımdan geçip gittiğinde, o an ne yapacağımı bilemeyip peşinden koşturmaya başladım. Bu konu benim onunla konuşmaya geldiğim konunun önüne geçmemeliydi. Tek çarem o iken onu da yılışık Furkan yüzünden kaybedemezdim. "Dursana ya!" Arkasından bağırsam da durmadı ve yürümeye devam etti. Arka arkaya koridorun sonundaki terasa çıktığımızda sigara içen birkaç kişi de aynı anda bize dönmüştü. "İçeri geçin." Tek bir emriyle sorgulamadan içeri geçtiklerinde şaşkınca yüzüne baktım. "Biraz daha az dikkat çekemez miydik? Şimdi herkes yanlış anlayacak." Bana dönmeden cebinden çıkardığı çakmağıyla sigarasını yaktığında, onun çakmağının da Onur'un çakmağı gibi işlemeli ve özel olduğunu fark ettim. Tek farkı bunun kılıç işlemeli olmasıydı. "İçerideki herkes ben ne dersem onu anlar. Hiçbir şey söylemezsem de hiçbir şey anlamazlar." "Neden, yoksa hepsi robot mu?" Ona alayla karşılık verdiğimde bana doğru dönüp sırtını duvara yasladı. Sigaradan çektiği derin nefesi gökyüzüne doğru üflediğinde aşağı yukarı doğru hareket eden adem elmasına gözüm takıldı. Tartışmasız çok yakışıklı bir adamdı ve bunun da gayet farkındaydı. "Çünkü hepsi benden korkuyor. Çünkü kimseye sana olduğum kadar nazik davranmıyorum." Gülmüyor, benimle ilk defa fazlasıyla ciddi bir şekilde konuşuyordu. Gözleri direkt olarak gözlerimdeydi ve ona inanmamak için hiçbir sebebim yoktu. Tabi bana hiçbir yanlış hareketi olmasa da bu yine de onun Ali Kıraç'ın oğlu olduğu gerçeğini de değiştirmiyordu tabi. "Söyle bakalım, neden buradasın?" "Beni babana götür." Hiçbir tepki vermeden bana bakıyorken bir şey söylemesini bekledim ama söylemedi. "Gördüğün gibi yalnız ve zararsızım. Sadece onunla konuşmam gerek." Dudağının kenarı hafifçe yukarı doğru kıvrıldığında elindeki sigarayı yere atıp ayağıyla ezdi. "Yalnız olduğun doğru.." Bir adım daha atıp bana yaklaştığında hala aramızda yeteri kadar mesafe vardı. "...ama zararsız değilsin." Elim istemsizce Onur'un verdiği, ve eteğimin iç kısmına gizlediğim bıçağa doğru gidiyorken kendimi frenledim ve sanki elbisemi düzeltiyormuş gibi davrandım. Neyse ki gözleri gözlerimi bir saniye olsun terk etmiyordu. "Arkadaşım onun elinde." Yüz ifadesi bir anda ciddileştiğinde konuşmaya devam ettim. "O her an beni tek yakalayıp, kaçırmayı bekliyor zaten. Ben sana, ona kendi ayaklarımla gitmeyi teklif ediyorum." "Babam neden seni kaçırmak istesin ki?" Bilmiyordu. Belli ki beni de hiç tanımıyordu. Ali Kıraç nedense onu bu işlerden bir şekilde uzak tutmaya çalışıyor gibi gelmişti bana. Ama ne gariptir ki daha gerçek adımı bile söylemediği oğlunu bana göndermiş, tanışmamızı istemişti. Bu adamın bizim için planı neydi bilmiyordum ama benim planım belliydi. Onu sonsuza dek bitirecektim. "Çünkü dost değiliz, çünkü onun pis işlerine engel olmaya çalışıyorum ve başarıyorum." Gözleri durgundu. Sanki bazı şeyleri beyninde oturtmaya çalışıyor ama başaramıyor gibiydi. "Sana inanmıyorum. Babam seni bana anlatırken düşmanından bahsediyor gibi değildi. Ayrıca neden kendi oğluna düşmanıyla evlenmesini istediğini söylesin ki?" Evlenmesini mi? Bu konuyu hızlıca başka bir zaman şaşırılacaklar listesine eklediğimde an'a odaklanamaya başladım. Babası onun gözünde iyi biriydi ve ben bunu sadece sözlerimle değiştiremezdim. Bana inanmıyordu, ama aslında ona gerçeği söyleyen tek kişi de bendim. "Sana karşı babanın olmadığı kadar dürüstüm." Elbisemin kol kısmını sıyırıp babasının eseri olan sargılı kolumu ona gösterdim. "Geçen gün evime gecenin bir yarısı adamlarını yolladı ve ben onlara ne kadar dirensem de vuruldum. Ali Kıraç'ın ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum ama ben onun hiçbir şekilde dostu değilim." Gözleri hala sargı beziyle kapatılmış yaramdayken hiçbir şey söylemedi. Doğru söylediğime inansa da neden diye sorguluyordu gözleri. Babasının onu neden bana yolladığını bilmiyordum, asıl meselem de bu değildi zaten. Elbisenin kolunu yukarı doğru çekip yarayı yeniden sakladığımda gözleri gözlerime dönebilmişti. "Seni öldürmek istiyorsa neden ona kendi ayaklarınla gitmek istiyorsun peki?" "Söyledim ya, arkadaşım onun elinde.." Düşünceli bir şekilde bana bakmaya devam ediyordu. Babasından bile şüphelenmeye başlamışken tabiki bana güvenmesini de beklemiyordum. Onu istesem de anlayamazdım. "Arkadaşın için ölüme gidiyorsun yani..." Anlam veremiyormuş gibi bana baktı. "O kadar cesursun?" "Benim için önemli değil. Peki sen istediğimi yapacak mısın?" Başını yere eğip bir süre konuşmadı, ben de bir şey söylemedim. İçimden deli gibi beni babasına götürmesi için dua ederken gerginlikten de mideme kramplar giriyordu. Gerçekten ona karşı sert olmak istemiyordum, beni buna mecbur bırakmamalıydı. "Tamam, gidelim. Belli ki babamdan alması gereken cevapları olan sadece sen değilsin." Tuttuğum nefesi büyük bir rahatlamayla geri bıraktığımda yanımdan geçip içeri girdi. Ben de hemen arkasından istediğime kavuşmanın rahatlığıyla koşar adımlarla takip etmeye başladığımda, koridorda karşılaştığımız yılışık Furkan daha ağzını bile açamadan tekrar yeri boylamıştı. "Yapmasam içimde kalırdı." Şok olmuş gözlerle onu izleyen bana kısa bir açıklama yapıp yürümeye devam ettiğinde tek kelime bile edemedim. Furkan'a üzülemiyordum da... Yerde yatan adama basmamaya dikkat edip üstünden atladığımda koridordan çıkıp oldukça kalabalık ve gürültülü olan mekana döndüm. İsmini bile bilmediğim ama beni babasına götürmesi için de çaresizce güvendiğim o adam bir arkadaşıyla konuşuyorken birkaç adım uzakta durup konuşmalarının bitmesini bekledim. "Burası sana emanet." Konuşmanın sonunda arkadaşının omzuna elini koyup bana döndüğünde önden yürümem için işaret verdi. Dediğini yapıp sessizce yürümeye başladığımda hemen arkamda olduğunu da hissedebiliyordum. Aynı etrafımda bana öldürecekmiş gibi bakan kadınları hissedebildiğim gibi.. "Sen takılma onlara." İster istemez gerildiğimi fark ettiğinde kulağıma doğru yakınlaşıp fısıldadı. Sanki bir işe yararmış gibi.. Kulüpten çıkıp kapısını açtığı son model Ferrari'ye bindiğimizde arabası da aynı onun gibi kokuyordu. Sigarayla karışık bir şeyler işte... Kemerimi takıp yola odaklandığımda ikimiz de oldukça derin bir sessizliğe bürünmüştük. Ve ben fazlasıyla gergindim. Onur hala beni dinliyor mu onu bile bilmiyordum. Selim ne halde onu da bilmiyordum. Beni orada ne gibi sürprizler bekliyordu yine bilmiyordum. Kısacası hiçbir şey bilmiyor, yanımdaki adamın da dediği gibi kendi ayaklarımla ölüme gidiyordum. Telefonu çıkarıp bir numara tuşladığında göz ucuyla kimi aradığını görmeye çalıştım ama ben daha göremeden arabanın içini bir adamın sesi doldurmuştu bile. "Buyurun efendim?" "Babam nerede Harun?" "Depoda efendim." Başka bir şey söylemeden telefonu kapattığında hala yüksek hızda gitmesine rağmen bana döndü. "Ben senden daha gerginim, nasıl böyle korkusuz olabiliyorsun? Ya sana gerçekten bir şey yaparlarsa?" Sanki babası ve adamlarından değil de bir yabancıdan bahsediyor gibiydi. Ayrıca ben gerçekten tedirgindim, sadece o anlayamıyordu. Tam da istediğim gibi, hislerimi gizlemekte ustalaşmıştım artık. "Bir şey yapacak olurlarsa, kaçmama yardım edersin sen de. Zaten alıştın artık beni kurtarmaya." Alayla karşılık verdiğimde o benim aksime gülmemişti. Gerçekten gergin olduğu direksiyonu sıkan parmaklarından bile belliydi zaten. "Merak etme şaka yapıyorum, senden böyle bir şey istemem. Yine de sırtımdan bıçak saplamazsan iyi olur tabi." Ondan şimdilik nefret etmiyordum çünkü daha bana hiçbir zararı olmamıştı. Kendi elleriyle beni Ali Kıraç'a götürüyordu ve iki defa beni tacizcilerden kurtarmıştı. Onun da benden nefret etmediğini biliyordum, yani her ne kadar babasının en büyük düşmanı olsam da etmiyordu bence.. Taşlı bir orman yoluna girdiğimizde biraz ileride duran depoyu gördüm. Ali Kıraç'ın böyle bir mekanı olduğunu bile bilmiyordum. Bu adam gerçekten her zaman benden bir adım öndeydi.. Arabayı durdurduğunda kapıyı hemen açmak istemiştim ama kilitliydi. Dönüp merakla ona baktığımda tek yaptığı dalgınca depoya bakmaktı. Şu an neler hissettiğini anlayamazdım ama tahmin edebilirdim. Benim için de onun için de hiç güzel bir gece değildi. "İstiyorsan eğlenmeye geri dönebilirsin. Bu gece beni hiç görmemiş gibi takılabilirsin yani sorun yok." "Keşke yapabilsem.." Kısık sesi bana zar zor ulaştığında kapıları açıp benimle birlikte arabadan indi. Gerçekten gitmesini burada olmasından daha çok istiyor olsam da bir yorum yapmadım. Bir yandan da onu bu pisliğin içerisine sürüklediğim için de kendimi kötü hissediyordum. Aslında oğlunu bana yollayarak bu kötülüğü ona yapan kişi Ali Kıraç'tı ama.. Biz yan yana depoya doğru yürüyorken kapıda duran iki adamın gözleri de eş zamanlı olarak bizi bulmuştu. Belli ki ben onları tanımasam da onlar beni tanıyorlardı, bir anda gerilen yüz ifadelerinin başka bir açıklamasını bulamıyordum çünkü. "Burada ne kadar ünlü olduğumu görüyorsun değil mi?" Alayla güldüğümde onu fark ettim der gibi başını salladı. Gözleri gülüşüme takıldığındaysa derin bir nefes almış ve başını usulca iki yana sallamıştı. "Hala nasıl gülebildiğini anlamıyorum.." Ali Kıraç'ın adamlarıyla ilk kez karşılaşmıyordum, ayrıca son da olmayacaktı bu. Gerginim evet, ama bu gerginliğimin tek sebebi Selim'i ne halde bulacağımı bilmiyor olmam.. diğerler seçenekler hiç ilgimi çekmiyordu şu an. Adamların gözleri hala bizdeyken biz hiçbir şey olmamış gibi yanlarından geçip içeri girdik. Beni gördükleri an indirmeye çalışacak köpekler, bugün yanımda olan adam yüzünden bana tek bir laf bile edememişti. Bir an istemsizce kendimi güvende hissetmiştim. Çok kısa bir an. "Hoşgeldiniz.." Ali Kıraç'ın yanında en çok gördüğüm adamlardan biri önümüzü kestiğinde, selamı yanımdaki adama vermesine rağmen kaşlarını çatmış doğrudan bana bakıyordu. "Bu kadının yanınızda ne işi var acaba?" "Sana ne Nihat? Hesap mı soruyorsun bana?" Adam beklemediği bu çıkış karşısında şaşırsa da bir türlü önümüzden çekilmiyordu. "Estağfirullah... Ama içeri geçmenize izin vermeden önce yapmam gereken bir şey var." Üzerime doğru yürüyüp tam karşımda durduğunda beklentiyle elini uzattı. "Silahını ver, çabuk." Emir kipiyle konuşuyor olması gerginliğimi mümkünmüş gibi biraz daha arttırdığında öfkeyle gözlerimi kıstım. O silahla saliseler içinde beynini patlatabileceğimi gayet iyi biliyor, ama onun mekanında olduğumuz için de böyle korkusuz davranıyordu. "Tabi, buyur. Çıkarken geri alırım nasıl olsa." "Tabi çıkabilirsen.." Ağzının içinden konuşmasına alayla göz devirdim. Onun mekanında ve silahsızdım, bu havaları sırf bu yüzdendi. Boş kabuk her zamanki gibi fazla ses çıkartıyordu tabi. "Ben buradan bir şekilde çıkarım Nihat. Ya ölü, ya diri.. Giderken de yalnız gitmem ama, haberin olsun." Cümlemin sonunda onu daha çok kudurtmak için göz kırptığımda kaskatı kesilen vücudu bile benden ölesiye korktuğunu belli ediyorken yanımızdan hızlıca çekip gitti. "Silahının yanında olduğunu söylememiştin?" diyerek bana seslenen adama döndüm. "Evet, ama teslim ettim zaten." Bana doğru bir adım daha atıp şüpheyle gözlerini kıstı. "Şu ana kadar beni istediğin zaman çekip vurabileceğini bilmiyordum ama." "Hala nefes alabildiğinde göre... ben bir sorun göremiyorum." Verdiğim cevap onu tatmin etmemiş olsa da geri çekilip yürümeye devam etti. Yalnız ve zararsız olduğumu söylemiştim, silahsız olmadığımı değil... Sormaması onun hatasıydı sonuçta. Koridorun sonundaki odanın önünde durup kapıyı açmadan önce birkaç saniye beklediğinde son kez bana dönmüş, "İlk ben gireceğim, sen burada biraz bekle." demişti. Ve benim bir şey dememe fırsat vermeden içeri girdiğinde şaşkın bakışlarla arkasından kapattığı kapıyı izliyordum. Ama yine de bir sorun çıkartmayacaktım tabiki. Dediğini yapıp biraz beklememde hiçbir sorun yoktu. "Oğlum... Niye geleceğini haber vermedin? Gelişin sürpriz oldu." Ali Kıraç'ın hem şaşkın hem neşeli sesi duvarı geçip bana ulaştığında, bir anda mideme kramplar sokmuş ve dediğini yapıp bekleyemeyeceğimi işte o an anlamıştım. Aramızda sadece bir kapı, ve birkaç adım vardı. Beklemeyecektim. Hemen arkasından odaya girip arkamdan da kapıyı hızlı bir şekilde geri kapattığımda beklediğim gibi bütün bakışlar bana dönmüştü. "Regina..." Ali Kıraç'ın şaşkın gözlerine inat yüzündeki gülümseme yerini koruyorken ben de onun gibi özgüvenle sırıttım. İşte gece, daha yeni başlıyordu. "... senin gelişin daha büyük sürpriz oldu." |
0% |