Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bölüm 6: Karan

@shevval

"Regina... senin gelişin daha büyük sürpriz oldu."

"Kapıda beklemeni söylemiştim."

Ben daha babasına cevap veremeden araya giren oğluna döndüğümde kızgın bakışlarıyla karşılaştım. Babasıyla yüzleşmesini ertelediğim için bana gerçekten sinirlenmiş olmalıydı, ama ben onu umursayacak bir durumda değildim. Çünkü onu dinlemek ve aile işlerini halletmeleri için beklemek yerine halletmem gereken daha önemli işlerim vardı. Zaten beklemek bir yana dursun bu şerefsizin sesini duyduğumda bile kontrolümü istemsizce kaybediyordum ben.

"Regina asla emir almaz Karan, onu daha iyi tanımalısın."

Karan..

Gözüm kısa bir an Ali Kıraç'ın karşısında dikilen oğluna kaydığında gözlerindeki hiçbir duyguyu tanımıyordum. Aynı adını bile daha birkaç saniye önce öğrendiğim bu adamı da tanımadığım gibi..

Biliyordum ki buradaki herkes aslında benim düşmanımdı. Defalarca kez bana yardım etmiş olan Karan bile..

Sanki bunu kabullenmemi bekliyormuş gibi ensemde hissettiğim soğuk metal o an beni tüm hücrelerime kadar uyardığında adım atmayı kesip durdum. "Minik kuş kendi ayağıyla kafese girmişken vurayım mı Reis?"

Silahın namlusunu canımı acıtmak için biraz daha bastırdığında abartıyla kahkaha atmasına karşı hiçbir tepki vermemeye devam ettim. Onlara yalvarmayacaktım, isterlerse gerçekten çekip vurabilirlerdi beni. Tabi yapabilirlerse..

"O silahı senin bir tarafına sokarım şimdi Orhan!" Hızlı adımlarla üzerime yürüyen Karan ben daha ne olduğunu anlamadan ensemdeki metali çekip, tutan elin sahibini de yere serdiğinde hayretle ona döndüm. Bunu... neden yapmıştı ki?

"Hatalısın Orhan. Oğlumun yanındaki hiçbir kadına silah çekemezsin, bunu hak ettin."

Ali Kıraç'ın keyifli sesiyle Karan'ın gözleri bana değmeden yeniden babasına döndüğünde bile ben ona bakmaya devam ettim. "Bunlar senin için komik mi baba? Bana yalan söylemen komik mi?"

Sesi her kelimesinde biraz daha yükseliyorken o an sadece susmayı seçtim. Sanırım burada bir şeyleri çözmek için benden daha sabırsız biri vardı..

"Sana hiçbir zaman yalan söylemedim oğlum."

"Ama gerçeği de söylemedin!" Sesi dört duvar arasında resmen yankılandığında şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım. Oğlunu babasına düşman etmek şimdilik benim planlarım arasında yoktu, her şey kontrol dışı gelişiyordu bugün. Aynı zamanda beni üçüncü kez kurtarması da..

"Biz bunu seninle sonra konuşuruz evlat." Ali Kıraç Karan'a göre oldukça sakin ve sinir bozucuyken gözleri yeniden beni buldu. "Seni ilk defa siyah pantolon ve şapka dışında bir şey giyerken görüyorum güzel Regina. Böyle gerçekten de ateş gibisin.."

Beni kışkırtmak için böyle davrandığını çok iyi biliyordum. Çünkü ne zaman beni gücüm veya zekam yerine kadınlığımdan vursa istediği gibi sinirden kuduruyordum. O da bunu bildiği için beni hep oradan vurmaya devam ediyordu. Ama bu defa oltasına düşmeyecektim. "Bunu biliyor olman güzel Ali Kıraç. Fazla yaklaşırsan... yanarsın."

Ona aynı şekilde karşılık vermem hoşuna gittiğinde genişçe sırıttı. Masasından kalkıp bana doğru gelmeye başladığında ise Karan sadece benim fark edebileceğim bir hareketle yanıma yaklaşmıştı. Ama neden yapıyordu bunu? Neden benim için babasını karşısına alıyordu?

"Ya yanmak istiyorsam?"

Etrafımda dolanmaya başladığında içten içe huzursuz olsam da umursamıyormuş gibi davranmaya devam ettim. "Zaten yanacaksın, şüphesiz gideceğin yer cehennem."

Elini saçlarıma atmaya çalıştığında refleksle bir adım geri çekildim. Bu hareketim o an ne ara dibime kadar girdiğini anlamadığım Karan'ın arkasına sığınmamla sonuçlandığında Ali Kıraç bulunduğumuz yakınlığı umursamadan sakince oğluna döndü. "Neden onu buraya getirdin evlat?"

"Arkadaşı senin elindeymiş, doğru mu?" Karan'ın sesi hala oldukça sertken onun için şu an kapıda konuştuğu adamdan farkı yoktu babasının. İkisine de aynı davranıyor, aynı bakıyordu.

"Demek anladın..." Bana bakıp şaşkınca dudak büzdü. "Daha geç anlamanı bekliyordum aslında."

"Sanırım beni fazla hafife alıyorsun Ali Kıraç."

Başını iki yana salladı ve oğlunu umursamadan bana doğru bir adım daha attı. Artık Karan dışarıdan bakıldığında gerçekten aramızda duruyormuş gibi görünüyordu. "Seni asla hafife almam Regina.."

Takma adımı bastırarak söylediğinde bana gerçek ismimi bildiğini ima ettiğini açıkça anlamıştım. Bildiğini biliyordum zaten, beni bununla istese de vuramazdı.

"Selim nerede?"

"Onun sana ihanet ettiğini biliyorsun değil mi?" Bu defa da beni sanki bilmiyormuşum gibi bu bilgiyle vurmaya çalışıyordu.

"Sana, Selim nerede dedim."

"Bilmem." Umursamazca cevap verip masasına geri döndüğünde Karan'ı itip sinirle ona doğru atıldım. "Şimdi seni şuracıkta öldürebilirim, elimden oğlun bile alamaz Ali Kıraç! Benden çaldığını bana geri ver!"

"Silahın bile yok, hala boş boş konuşuyorsun!" Az önce enseme silah dayayan Orhan o iğrenç ve şuh kahkahasını yeniden attığında öfkeden kızarmaya başlayan gözlerimi ona çevirdim. Sanırım yediği yumruk ona yetmemişti.

"Öyle mi..." Adımlarım kimsenin beklemediği bir anda yön değiştirip ona döndüğünde bana tekrar silahını uzatmak istese de kasıklarına yediği tekme ondan daha hızlıydı. Daha yeni kalktığı yere geri yapıştığında yanına eğilip saçlarından tuttum.

"Ama artık var."

Yanına düşürdüğü silahı alıp hız kesmeden tekrar Ali Kıraç'a doğru yürümeye başladığımda Karan önüme geçmiş ve bana yapma der gibi bakmaya başlamıştı. Ve ben şu an onun burada olmamasını tüm kalbimle isterdim..

"Çekil önümden." Omzuna çarpıp geçtiğimde silahı hazır konuma getirip Ali Kıraç'a doğrulttum. Onu vurmayacaktım, sadece blöf yapıyordum. Selim'i nasıl geri vereceğine bağlı olarak belki bu ihtimali de düşünebilirdim tabii.

"Hata yapıyorsun Regina, buradan sağ çıkamazsın."

"Ben senin gibi canım için yalvarmam Ali Kıraç, bunu hala öğrenemedin mi?"

Bir adım sesinin bana yaklaştığını hissetsem de duruşumu bozmadım, Karan olduğunu biliyordum. Ama onun sakin bakışlarıyla silahı tutan elimi tutması, asla beklediğim bir şey değildi. Yapma der gibi bakıyordu, yalvarır gibi..

Ama yapacaktım. Maalesef onun babası benim merhamet edeceğim biri değildi.

"Baba!"

Hüzünlü yüzü bir anda endişeye büründüğünde ani bir refleksle önüme döndüm. Yüzüme doğru gelen bastondan Karan'ın beni kenara itmesiyle çok az bir farkla kaçabildiğimde nefes alış verişim hızlanmış, etrafımda bir anda beyaz noktalar belirmeye başlamıştı.

Ali Kıraç'ın bana vurmak için kaldırdığı baston yere sertçe değip metalik bir ses çıkardığında ucundaki keskin demire baktım. Beni az kalsın ortadan ikiye bölecek o şeye..

Çünkü bu aslında baston değil, kılıçtı..

"Buna beni sen zorladın Ali Kıraç... bunu sen istedin." Parmak uçlarımdan saç tellerime doğru yayılan öfke ve adrenalin o an beni tamamen ele geçirdiğinde, silahı tutan elim tetiği çoktan çekmişti.

Ben bile ne yaptığımı tam olarak anlayamadığımda kendimi yerde acıdan kıvranan Ali Kıraç'ın arkasında buldum. Karan ise babasına doğru atılmak istiyor ama şakağına bastırdığım silah yüzünden yaklaşamıyordu. Ama biz bu hale gerçekten birkaç saniye içinde mi gelmiştik?

"Ne oluyor lan burada?"

"Reis!" O an odanın kapısı kırılır gibi açıldığında başta Nihat olmak üzere içeri bir düzine adam daha girdi.

"D-Durun!" Ali Kıraç bayılmadan hemen önce can korkusuyla onlara bağırdığında benim gözlerim yeniden Karan'a kaydı.

Ama o çoktan buradan uzaklaşmış, az önce beni ortadan ikiye bölmek üzere olan kılıca dalgınca bakıyordu. Sanki bu kaos ortamından kendini kısa bir süreliğine soyutlamış gibiydi. O an o kırgın bakışlarında kendimi gördüm, bana benziyordu..

"Adamımı getirin bana!" diye bağırdım ne yapacağımı bile bilemeyerek. Her şey birbirine girmiş, beynim allak bullak olmuştu iyice. Öyle gergindim ki... az önce yaşananlar yüzünden kafamı doğru dürüst toparlayamıyordum bile. Ölüyordum, Karan olmasaydı bu defa gerçekten ölüyordum.

Diğer adamları korkudan yerlerinden bile kıpırdayamıyorken Nihat elinde tuttuğu silahımla bana doğru yürümeye başladı. "Tabi hanımefendi, isteklerinizi yerine getireceğiz. Ama ben önce seni binbir parçaya ayıracağım!"

"Nihat!"

Karan benim bile beklemediğim bir anda kendine gelip bağırdığında sanki beni gözleriyle öldürebilirmiş gibi bir tınıyla konuştu.. "İstediğini yapın, adamını getirin."

Bana öyle bir ifadeyle bakmaya başlamıştı ki bir anda kendimi dünyanın en kötü insanıymış gibi hissettim. Ama biliyordum ki buradaki kötü adam ben değildim, kollarımda kıvranan Ali Kıraç'tı.

O her ne kadar bana nefretle baksa da ne yazık ki ben onu çok iyi anlayabiliyordum. O daha babasının ne haltlar yediğini bilmeyen bir oğul, ben ise onun babasını vuran o kadındım.

Bu sırada iki adam Karan'ın sözünü dinleyip koşarak odadan çıktığında bakışlarımı yeniden Ali Kıraç'a çevirdim. Bilinci çoktan kapanmış, tatlı bir uykunun kollarına atılmıştı.

"Ölmeyecek değil mi?"

Karan muhtemelen kendi bile farkında olmadan istemsizce bana doğru yaklaştığında onu durdurmak için hiçbir şey yapmadım. Şu an korkuyla, düşünmeden hareket ediyordu ve tek istediği babasının ölmeyeceğini duymaktı. Ve ben bu acı çeken evladın karşısında, o an kollarımdakinin Ali Kıraç olduğunu bile kısa bir anlığına unuttum.

"Korkma, şimdilik sadece bayıldı. Onu bıraktığımda tişörtünü yırt ve yaranın üzerine sıkıca bastır, kan kaybını az da olsa durdurmanı sağlar." Fısıldayarak ona tatmin edici olduğunu düşündüğüm bir cevap verdiğimde üzgün gözleri yeniden beni buldu. "O zaman geldiğinde sen de arkadaşını al ve buradan olabildiğince hızlı çık. Çünkü bu defa seni korumayacağım."

Biliyordum... Zaten ondan böyle bir şey isteyemezdim, özellikle de babasını vurmuşken. Yine de az önce gözlerime diğerleri gibi bakan o değilmiş gibi beni düşünmesi... biraz olsun iyi hissettirmişti.

"Şu ana kadar defalarca kez yaptın zaten bunu, hepsi için teşekkür ederim." Biz etraftan soyutlanmış birbirimizle vedalaşırken duyduğum adım sesleri dikkatimi hızla kapıya çektiğinde korktuğum o manzara artık tam karşımda duruyordu.

"Selim..."

Dayak yemekten neredeyse ölmek üzere olan arkadaşım, yüzündeki küçük gülümsemeyle bana bakıyorken patlamış dudaklarını araladı. Deli gibi ağlamak istiyordum, çünkü o bana ilk defa böyle bakıyordu. Özür diler gibi, vedalaşır gibi..

"Al, getirdik arkadaşını." Selim'i fırlatır gibi yere bıraktıklarında istemsizce dolan gözlerimi hızla kırpıştırdım. Her ne kadar bu görüntüyü bekliyor olsam da yine de hazırlıksız yakalanmıştım. O... neredeyse ölmek üzereydi. Ve ben geç kalmıştım.

Ve artık içimdeki bu öfkeyi tutmanın hiçbir yolu yoktu..

Titreyen dizlerimde oturduğum yerden zar zor ayağa kalktığımda silahı Ali Kıraç'ın üstünden çekmeden bağırdım.

Acıyla bağırdım.

Öfkeyle bağırdım.

Çaresizlikle bağırdım.

"Şimdi sizi benim elimden kim kurtaracak? Söyleyin lan kim kurtaracak!"

"Senin adamların her zaman sana ihanet mi eder Regina?" Nihat gözümün içine baka baka Selim'in karnına sert bir tekme attığında acıyla yere uzanan arkadaşıma bakmamaya çalıştım. Bakmasam bile yaralarını görebiliyordum zaten. Kolları, bacakları, sırtı, yüzü.. kan ve morluklarla doluydu.

Birkaç saat... onu ölümden yalnızca birkaç saatle kurtarabilmiştim. Tabi buna kurtarmak denilebilirse..

"Önce tasmanızın sahibine sonra da size bu dünyada cehennemi yaşatmadan ölmeyeceğim. Yemin ederim ki hepiniz bana ölmemek için yalvaracaksınız!" Silahı havaya kaldırıp tetiği çektiğimde beklendiği üzere korkuyla bir adım geri çekildiler. Ölümden deli gibi korkarken, ölümü bizzat kendi ayaklarına çağırmışlardı. Bugün hayat kurtaran o doktor ölmüş, artık yerine can alan bir kadın gelmişti. Bunu bana yapan da Ali Kıraç'tı, bunun için bile daha fazla kurşun hak ediyordu şu aciz bedeni.

"Sana buradan sağ çıkamayacağını söylemiştim, ben sözümü tutarım Regina. Senin bugün Azrail'in ben olacağım! Ellerimde can verirken altımda da kıvranacaksın!"

"Kes sesini Nihat, bir sus artık!" Nihat bana bakıp alayla konuşurken Karan yine bir anda tüm ilgiyi üzerine çekmişti. "Sen de aldın işte adamını, artık çık git buradan."

Yine bana ateş saçan o gözlerle bakmaya başladığında, ben de bu defa ona aynı şekilde karşılık verdim. Buradaki en masum olanlar bizdik, ama o inatla beni kötü adam ilan ediyordu. Selim'in halini görüyor, söylenenleri duyuyor ama yine de bana böyle bakmaya devam ediyordu.

"Öyle mi? Sence her şey bu kadar basit mi Karan Kıraç?" Adını tiksinir gibi söylemem gözlerindeki öfkeyi kısa bir anlığına yok etse de bunun geri dönüşü yoktu artık. Ben durmayacaktım, geri adım atmayacaktım.

"Daha ne istiyorsun? Yetmedi mi yaptıkların?"

Gözlerim beklemediğim bu sözler karşısında istemsizce büyüdüğünde kendimi tutamayıp kahkaha attım. "Sen dalga mı geçiyorsun benimle ya? Ben size daha hiçbir şey yapmadım."

"Muhabbetinizi balla bölüyorum ama..." Nihat öksürür gibi yaparak Karan'la aramızdaki sözlü savaşı böldüğünde ikimiz de ona döndük.

"Regina buradan hiçbir yere gitmiyor efendim. Reis iyileşene kadar misafirimiz olacak kendisi."

"Öyle mi? Ben misafirimiz olmasını istemiyorsam ne olacak peki?" Karan yumruklarını sıkıp öfkeyle Nihat'a doğru yürümeye başladığında gözlerim kısa bir an kapıda beliren gölgelere kaydı. İşte bu tüm gece beklediğim o an'dı.

"Ama efendim-"

"Ama'sı falan yok Nihat. Yolu açın, adamını da alıp gitsin buradan."

Karan her ne kadar beni koruyor gibi gözükse de olay aslında öyle değildi. O benim bir an önce buradan gitmemi ve babasını doktora yetiştirmeyi planlıyordu. Bütün ısrarı da, Nihat'ı karşısına alması da bu yüzdendi. Olaylar daha da karışsın istemiyordu.

Peki ben gidecek miydim?

Karan için üzgündüm, benden istediği şeyi yapamazdım artık. Hiçbir yere gidemezdim.

Çünkü artık oyun oynama sırası bendeydi, birazdan kartlar ve roller yeniden dağıtılacaktı. Ve bu defa benim masamdaydık, papaz da bendim, kral da bendim.

"Beyler... bu sizin insiyatifinizde olan bir şey değil yalnız. Önemli olan, benim ne yapmak istediğim."

"Adamını alıp gideceğini söylemiştin?"

Karan bana şüphe ve hayal kırıklığı karışık bir duyguyla bakıyorken sırıttım. "Vazgeçtim ama... Artık babanın köpeklerini önümde diz çöktürtmeden hiçbir yere gitmiyorum."

O bana ne yaptığımı anlamaya çalışıyormuş gibi şaşkınca bakıyorken artık bu ateşli şovu başlatmamın zamanının geldiğini fark ettim. Artık kendime ve Musa'ya verdiğim o sözü tutma vaktiydi..

Havaya çevirip sıktığım kurşun odayı bir anda sis bombalarına boğduğunda saniyeler içerisinde de boğuşma ve silah sesleri yükselmeye başlamıştı. İşte şimdi işkence etmek neymiş, bizzat ustasından öğreneceklerdi.

Sisin arasına dalmak ve bu şenliğe katılmak için kararlı bir adım attığım sırada kolumu saran iri parmaklarla durmak zorunda kalmıştım. "Neden yapıyorsun bunu?"

Artık bana kızgın değil, kırgın bakıyordu. Ne için kırgındı peki? Babasını vurduğum için mi, az önce söylediklerim için mi?

"Nasıl... nasıl böyle bakabiliyorsun?"

Onun gözünden kendimi görmeyi çok isterdim, ama ne yazık ki bu mümkün değildi. Ne yazık ki sorguladığı öfkeden kızıla bürünmüş bu gözlerim, bu gece adamlarının gördüğü son şey olacaktı.

"Babanı hiç tanımıyorsun değil mi? Onun kaç hayat kararttığını, kaç can aldığını bilmiyorsun. Benden neler çaldığını bilmiyorsun... Bu hikayedeki kötü ben değilim Karan, bu hikayedeki tek kötü senin baban. Şimdi bırak kolumu, almam gereken bir intikam var."

Kolumu tutan parmaklarından sertçe kurtulduğumda tereddüt etmeden dağılmaya başlayan dumanın arasına daldım. Sıktığım birkaç kurşun geride kalan tasmasız itleri yere sermeye yettiğinde, her bir adımımda içimdeki öfke kat ve kat artmaya devam etti. Birkaç dakikanın sonunda odadaki bütün sesler teker teker kesildiğinde de geriye bir tek topuklarımın yaydığı tıkırtı kalmıştı.

"Depo ve çevresindeki herkes burada Regina." Caner'in öfkeli sesi odayı doldurduğunda kendini sıkan acı dolu gözlerine baktım. Siyah giysilerinin, yeleklerinin ve taktıkları kar maskelerinin ardından bile kim olduklarını çok net anlayabiliyordum. İçlerini okuyabiliyor, öfkelerini kendi kalbimde hissedebiliyordum.

"Hepsi değil." dedim sesimin daha net duyulması için neredeyse bağırarak. Adımlarımın yönünü değiştirip Ali Kıraç'ın masasına doğru yürümeye başladığımdaysa yüzümdeki alaycı sırıtışa bir türlü engel olamıyordum. Bu oyun beni şimdiden eğlendirmeye başlamıştı. "Çık oradan Nihat, senin şovun çoktan bitti."

Odaya yayılan sis bombalarının hemen ardından koşarak buraya saklandığını son anda fark edebilmiştim. Tabi o bunun farkında bile değildi.

"Tamam, tamam..." Dediğimi yapıp fazla uzatmadan ayağa kalktığında korku dolu gözleri beni buldu.

"Geç ortaya."

"Tamam, geçiyorum." Ellerini teslim olur gibi kaldırıp önümden yürümeye başladığında odanın ortasına kadar yürüyüp durdu.

"Silahımı senden geri alacağımı söylemiştim değil mi? Sence hangimiz sözünü daha iyi tutuyormuş Nihat?"

"Silahın burada, al." Tabancayı korkuyla yere bıraktığında eğilip aldım. "Heh, şöyle uslu dur işte."

Kapıda dizilen iki düzine kar maskeli adam ellerini arkalarında birleştirmiş ağzımdan çıkacak tek bir emiri bekliyorken ben bunlarla biraz daha eğlenmeyi planlıyordum.

"Ellerimde can verirken altımda kıvranacaksın demiştin değil mi? Ama şimdi sen benim ellerimdesin Nihat, onu ne yapacağız?"

Bana bakmıyordu. Korkudan titrediğini görebiliyordum ama o susmaya devam ediyordu. Az önce atıp tutuyorken şimdi böyle susması fazla trajikomik değil miydi peki?

"Biraz eğlenelim istiyorum Nihat. Selim'e attığın her bir tekme için vücuduna bir delik açayım diyorum, ne dersin?" Etrafında bir tur dönüp namluyu eline doğrulttum. "Önce parmaklarından mı başlasam acaba?"

"Ne yapacaksan yap, uzatma! Ben hala sözlerimin arkasındayım, kıvrandıracağım seni! Çünkü or**pular bunun içindir!"

Gösterdiği cesareti ödüllendirmek adına tetiği çekip mermiyi avucuna sapladığımda haykırdığı çığlıklara da sağır ettim kendimi. "Fazla sabırsızlığının sonucu bu işte Nihat. Artık kıvranan da sensin, or***pu da sensin."

Çığlıkları yavaş yavaş inlemelere dönüştüğünde susmasına fırsat vermeden Selim'e yaptığı gibi bir tekme savurdum karnına. Daha çok ağlatacaktım onu, farkında değildi.

"Sen şu an gerçekten eğleniyor musun ya? Babam ölüyor burada, babam! Dediğini yaptım ama tişört de kan içinde kaldı! Bir şey söyle, bir şey yap Regina!"

O an Karan'ın çaresiz bağırışı kulaklarıma ulaştığında yenilgiyle gözlerimi yumdum. Onun varlığını bir an tamamen unutmuştum..

Tüm silahlar bir anda masanın kenarından çıkan Karan'a çevrildiğinde onu daha fazla göz ardı edemeyeceğimi anladım. Lanet olsun ki onu yıllar önce sokak ortasında çaresizce ağlayan ama suratına pencereler kapanan o küçük kıza, kendime benzetiyordum. Kahretsin ki vicdanım sessizce yerinde oturup bekleyemiyordu.

Nihat'ın yanından geçip ona doğru yürümeye başlasam da o bana bakmıyordu. Çünkü artık gözlerinin tek hedefi ona doğrultulan yaklaşık otuz silahtı.

"Silahları indirin." Silahlar ondan hızla çekildiğinde gözleri sanki bunu bekliyormuş gibi beni buldu. "Yardım et, lütfen.."

Kısık sesi kulaklarıma zar zor ulaştığında boğazıma oturan yumruyu yutmak ister gibi defalarca yutkundum. Neden ona bakarken geçmişi hatırlayıp duruyordum? Neden yapmamam gereken bir hatayı yapıyormuşum gibi hissediyordum?

Ali Kıraç'ın yanına çöküp elimi boynuna bastırdığımda nabzını hissetmeye çalıştım. Yaşıyordu..

Buna ne sevinmiş, ne de üzülebilmiştim. Yine de yaptığı onca şeye rağmen böyle basit bir şekilde ölmemesi enim için de en iyi senaryo olurdu. "Korkma, şimdilik yaşıyor."

"Şimdilik mi?"

Bana bir şeyler yapmamı ister gibi bakıyordu. Yapamazdım.

Bana onu kurtarmamı ister gibi bakıyordu. Kurtaramazdım.

Benden çok fazla şey istiyordu..

"Onları buradan götürün."

Çöktüğüm yerden hızla ayağa kalkıp yanından geçmek üzereyken yine bileğimden sıkıca tuttu. Ve ben bunu yapmayı artık huy haline getirmeye başladığını düşünüyordum.

"Öldüreceksen uzatma, şimdi burada sık kafamıza."

Ben herkesi karşıma almış Onur'la yaptığımız planı, tehlikeye attığımız onlarca adamı hiçe saymış ona yardım ediyorken o yine beni kötü adam ilan ediyordu işte. Benim de ne kadar çaresiz olduğumu görmeyip üstelik bir de bana bağırıyordu. Bir öfkeleniyor, bir yalvarıyordu. Bu dengesiz hareketlerine artık gerçekten katlanamayacaktım.

"Oradan bakınca seri katile mi benziyorum ?" Bir anlık öfkeyle bağırdığımda bileğimdeki elini geri çekti. "Benzemiyor musun?"

Elimdeki silah, üstüme bulaşan kan ve önümde diz çöktürülmüş onlarca adam.. Benziyordum.

"Uyuşturucu Kralı babanın ellerinde kaç çocuğun kanı var peki, biliyor musun peki? Bilmiyorsun. Sana da bu dengesiz tavırlarına da daha fazla vakit ayıramam ben Karan. Şimdi babanı al ve git buradan, çünkü seni bir daha korumayacağım."

Onun dakikalar önce bana söylediğini şimdi ben ona söylüyordum. O da farkındaydı.

"Anladım..." Gözlerinden geçen binlerce duyguyu yok sayıp sırtımı döndüm. Biz birbirimize çok benziyor olsak da, birbirimizi anlayamayacak o iki insandık.

"Arabasına kadar eşlik edin arkadaşa." Adamlarımın arasından iki kişi öne çıkıp onlara doğru yürüdüğünde dişlerimi birbirine bastırdım. Biliyordum hata yapıyordum. Biliyordum çok değil en fazla on dakika içinde deli gibi pişman olacaktım. Ama başka türlü de olmazdı bu.. Beni defalarca kez korumuş olmasına istinaden, bir kere de ben onu korumalıydım.

"Ee, nerede kalmıştık Nihat?" Eski yerimi alıp Nihat'ın arkasına geçtiğimde namluyu ensesine sertçe bastırdım. "En son saçma sapan bir şeyler anlatıyordun..."

Üzerimdeki keskin bakışların sahibinin adım sesleri benden gitgide uzaklaşıyorken dönüp bakmamak için kendimle küçük bir savaşa girmem gerekmişti. Sonunda buradan çıkıp gittiklerinde ne ara tuttuğumu bilmediğim nefesi yavaşça geri bıraktım. Bunu da atlatmıştık, şimdilik...

"Elime geçen ilk fırsatta bu sözlerin hepsini yedireceğim sana." Öleceğini anlamış olmanın gazıyla konuşmaya başlayan Orhan'a döndüm. Bengi'nin önünde diz çökmüş öfkeyle bana bakıyorken bu sözlerine karşı tek yaptığım sırıtmaktı.

"Ne oldu küçük kuş bir anda bülbül gibi şakımaya başladın?"

Dakikalar önce enseme bastırdığı silah şimdi onun ensesindeyken bile bana karşı fazla yürekliydi. Hemen ölmeyecekti onun için ayrıca planlarım vardı benim, sadece sabırlı olmalıydı.

"Sen sadece şanslı bir sürt*ksün! O Karan piçini dinlemeyip vurmalıydım seni!" Bana bağırıyor olsa da gözlerinden damla damla korku akıyordu. Hatta öyle korkuyordu ki karşısında el pençe divan durduğu sahibine bile havlıyordu şimdi. "Belki bizim plan dediğimiz şeye sen şans dediğin için bu haldesindir Orhan?"

O an taktığı maskeden kim olduğunu anlayamadığım adamlardan biri yanıma geldiğinde bana doğru eğilip sessizce fısıldadı. "Yanımızdaki odada seni bekliyorlar Regina."

Silahı hala acıdan inleyen Nihat'ın kafasından çektiğimde ona döndüm. Gözlerinden tanıyamasam da sesinden Ateş olduğunu anlamıştım. "Biraz eğlenmek istersin herhalde?"

Nihat şerefsizini mahallemizin bir numaralı silah ustasının ellerine teslim etmek benim için büyük bir onurdu. O da ne demek istediğimi anlamış olacak ki heyecanla kafa salladığında benim bile beklemediğim bir anda sert tekmesini karnına geçirdi.

"Bu da fazla hızlı oldu gibi.."

Güldüğünü duyup yanından geçtiğimde oyalanmadan adamların gösterdiği kapının önüne geldim. İçeri girmek ve girmemek arasındaki tereddütüm aniden kapının açılmasıyla ve içeri çekilmemle son bulmuştu.

"Hale, iyi misin?" En son benimle kavga eden, çekip giden o değilmiş gibi bedenimi bir anda kendine çekip sarılan Kadir'e karşı hiçbir tepki veremedim, hatta şaşıramadım bile. "İyiyim sanırım." diyebildim yalnızca.

"Ödümü kopardın be kızım, senin bu gereksiz cesaretini ne yapacağız biz?"

"Yapmam gerekeni yaptım." dedim mırıldanarak. En azından ben buna inanıyordum.

"Neyse, iyisin ya..." Kadir'den yavaşça ayrılıp büyük bir masanın başında dikilen Onur'a döndüm ama o bana bakmıyordu. Gözleri yerde, kaşları ise çatıktı. Sinirli olduğunu daha fazla belli edemezdi sanırım..

"Tek anlamadığım şey, Ali Kıraç'ı neden serbest bıraktınız? Serbest bırakmak için fazla riskli bir plan değil mi bu?"

Kadir cevap almak için bir bana bir Onur'a bakıyorken o yine sessiz kalmayı tercih etti. Bu öyle bir sessizlikti ki kendimi o an dünyanın en suçlu insanı gibi hissetmiştim. Pişman olmam için on dakika bile vermemişti bana..

Bu planı beraber yapmış, beraber bu yola çıkmıştık. Kadir bile beni dinlememişken o dinlemişti. Ama ben kendi başıma hareket etmiş, planı mahvetmiştim. Hiçbir şeyi ona sormamış, fikrini de almamıştım.

Haklıydı.

"Bunları sonra konuşsak olur mu ? Eve gidip üzerimi değiştirmek istiyorum."

Bunu kaçmak için değil, şu an gerçekten kendimi hiç iyi hissetmediğim için söylüyordum. Yan odada silahıyla atıp tutan o kadın bir anda çekip gitmişti sanki. Bedenim bir anda elli kilo fazla gelmeye başlamıştı, taşıyamıyordum.

Onur da sanki bunu söylememi bekliyormuş gibi hızlıca toparlandığında gözlerini inatla bana çevirmiyordu. Ve bu da beni ne kadar kötü hissettirebilirse o kadar kötü hissettiriyordu.

"Sen mahalleye geç, doktoru da arayın gelip Selim'le ilgilensin. Bütün adamları da toplayın."

"Tamamdır kardeşim."

Kadir'le oldukça kısa olan konuşmasını bitirip yanımdan sert bir rüzgar gibi geçip odadan çıktığında bitkin adımlarla peşinden ilerledim. İkna edici bir özür borçluydum, biliyordum. Ama o hiç beni dinlemek istiyor gibi gözükmüyordu.

Deponun arkasına doğru büyük bir sessizlik içinde yürüyorken sonunda arabasının yanına gelebilmiştik. Açtığı kapıdan girip kemerimi de taktığımda bir anda yüklendiği gazla beklemediğim bir hızda orman yolundan çıktık.

"Bir şey söylemeyecek misin?"

Bana cevap vermemesini hayır olarak algıladığımda susup cama döndüm. Bana sinirli olduğu belliydi, konuşmak istemiyorsa da şimdilik onu zorlamayacaktım. Sadece gözlerimi kapatıp yolun bitmesini beklemeye başladım. Zaten öyle yüksek bir hızda gidiyorduk ki çok sürmeyeceğine fazlasıyla emindim.

Beklendiği gibi dakikalar geçiyordu ama radyodan gelen kısık müzik dışında ikimizden de çıt sesi bile çıkmıyordu. Benimle konuşmamaya yemin etmiş gibi davranması yavaş yavaş canımı sıkmaya başlamıştı ama bir şey demiyordum. Yine de fazlasıyla rahatsız hissettiriyordu bu durum beni, en azından kızıp bağırsa belki kendimi daha az suçlu hissederdim.

Tahmin ettiğim gibi yaklaşık yirmi dakika sonra bahçeden içeri girdiğimizde arabayı gelişigüzel park edip beni beklemeden eve doğru yürümeye başladı. Belli ki gerçekten dinlemek bile istemiyordu. Ama ben pes etmeyecektim.

Peşinden neredeyse koşar gibi gittiğimde açtığı kapıdan onunla birlikte girip sertçe geri kapattım. Çıkan yüksek ses sonunda onu bana bakmaya zorladığında mümkünmüş gibi biraz daha kaşlarını çattı. "Ne yapıyorsun?"

"İletişim kurmaya çalışıyorum."

Gözlerini kısıp bana bakmaya başladığında onu ilk defa böyle sinirli gördüğüme emindim. Genelde sert dursa da dalgaya alan bir yapısı vardı, en azından ben onu kısa zamanda ben böyle gözlemlemiştim. Ama şimdi bambaşka biri gibiydi.

"Ali Kıraç'ı serbest bırakırken fikrini almadığım için özür dilerim. Ama o an öyle olması gerekiyordu ve öyle oldu işte."

"Peki." 

Beni umursamadığı belli olan bir ifadeyle dönüp çalışma odasına girdiğinde derin bir nefes aldım. "Benden kaçınca eline ne geçiyor?"

"Senden kaçmıyorum." Üzerindeki ceketi çıkarıp sözlerinin aksine sertçe koltuğa fırlattığında cebinden bir dal sigara çıkarıp yaktı. Yine gözleri benden uzak köşelerde geziyor, huzursuz hissettiriyordu.

"Söylemek istediğin her şeyi söylemenin tam sırası. Şu an susarak hiçbir şey elde edemezsin."

"Emin misin?"

Odanın ısısını eksilere düşüren gözleri sonunda beni bulabildiğinde başımla onayladım. Sözlerini kaldırabileceğimi düşünüyordum. Şimdilik..

"Senin tarafını tutarak hata yaptığımı düşünüyorum. Belki de başından beri seninle ortak olmamalıydım. Senin gözü kara ve zeki bir kadın olduğunu biliyordum, ama bu kadar bencil olacağını hiç tahmin etmemiştim."

Bana arka arkaya ağır darbeler vururken sadece onu dinledim. Gerçekten kızgın ve hayal kırıklığına uğramışlığını kendi ruhumda bile hissedebiliyordum. Haklıydı, bencillik yapmıştım. Hem de bile bile...

"Neden plana sadık kalmadın? Neden kendini gereksiz yere tehlikeye attın? Neden her şeyi inatla zorlaştırıyorsun?"

Korkutan bakışlarının aksine fazla sakin konuşuyordu. Benim gibi bağırmıyor, tane tane soruyordu. Nasıl can yakacağını çok iyi biliyordu.

"Evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyor ki. Baston sandığım şeyin aslında bir kılıç olduğunu bilemezdim. Karan olmasaydı az kalsın ortadan ikiye bölünebileceğimi de bilemezdim. Selim'i o kadar kötü görebileceğimi de bilemezdim.."

"Yine de hislerimizle değil aklımızla hareket etmeliyiz ama, değil mi? Mesela silah tutan bir adamı dövüp, canımızı ve bütün planı tehlikeye atmamalıyız."

Salağa anlatır gibi tane tane anlatıyor olmasına normal bir zamanda olsak gülebilirdim. Ama fazlasıyla olağanüstü bir haldeydik şu an.

"Ölmeyi bu kadar çok istiyorsan şimdi sıkabilirim kafana?" Yaslandığı masadan doğrulup üzerime yürümeye başladığında olduğum yerde usulca bekledim. Ben onun aksine kaçmayacaktım. Yüzleşeceksek de bunu düzgünce yapmalıydık.

"Bencilsin Hale..." Neredeyse aramızda hiç mesafe kalmayacak kadar yaklaştığında kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinde hala büyük bir öfke vardı.

"O silahı sadece blöf olarak kullanacaktım..."

"Ama Ali Kıraç'ı vurdun." Sözümü sertçe kestiğinde derin bir nefes aldım. Evet yapmıştım. Şaşırtıcı derecede bunun için kötü de hissetmiyordum kendimi. Beklediğimden hızlı kabullenmiştim bu durumu. Belki de vurduğum kişi Ali Kıraç olduğu içindi bu, pek emin değildim..

"Benim yerimde sen olsaydın, sen de vururdun." dedim istemsizce savunmaya geçerek.

"Beni tanıdığını mı sanıyorsun?"

Sorduğu soruyla resmen donakaldığımda tek yapabildiğim sertçe yutkunmak olmuştu. Şu an birbirimize gereğinden fazla yakındık ama ikimiz de geri çekilmiyorduk. Aramızdaki gerilim hattı, oldukça yüksekti.

"Bana neler söylediklerini duydun ama, yine de vurmaz mıydın?"

"Evet, her şeyi duydum." Sesi bir anda garip bir tınıya büründüğünde aramızdaki yakınlığı kesip masaya geri döndü ve sigarasından büyük bir nefes daha aldı. "Eğer sorunun cevabını da çok merak ediyorsan, evet ben de vururdum..."

Bunu tahmin etmek zor değildi, yerimde kim olsa aynısını yapardı zaten. "Biliyordum."

"...ama senin gibi işimi yarım bırakmazdım." Yine lafımı ağzıma tıkar gibi konuştuğunda gözlerimi kaçırdım. Serbest bırakarak hata yaptığımı ben de biliyordum. Yaparken bile emindim bunun bir hata olduğundan. Ama bunun yapılacak bir açıklaması da yoktu ki..

"Plana sadık kalamadığım için özür dilerim, ama benim için babasını karşısına alan birini sırtından daha fazla vuramazdım."

"Ben de tam olarak bunu merak ediyordum işte. Neden senin için babasını karşısına aldı?"

Sesindeki ima açıktı, bana karşı bir duygusu olup olmadığını sorguluyordu. Ama bunun cevabı bende yoktu. Yine de böyle küçük ve saçma bir ihtimal varsa bile babasını vurduğum an uçup gitmiş olmalıydı. Ki bu konunun şu an bizimle bir ilgisi de yoktu.

"Bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Zaten artık benden nefret ediyor."

"Üzülmüş gibisin?"

Kaşlarım yenilediği imayla çatıldığında bu defa aramızdaki mesafeyi kapatan bendim. Yaslandığı masaya yaklaşıp tam önünde durdum. "Neyi sorguluyorsun sen? Karan'a aşık olduğum için mi serbest bıraktım sence onları?"

"Aklıma mantıklı başka ihtimal gelmiyor. Yanılıyor muyum?" Fazla açık sözlü biriydi. Her defasında hiç duraksamadan bir cevap verip beni hep bozguna uğratmayı başarıyordu. Ama birine aşık olup onu görevimden üstün tutacağımı düşünmesi de oldukça hayalperestti.

"Evet yanılıyorsun. Hatta saçmalıyorsun."

İçine çektiği sigarayı çekinmeden bana doğru üflediğinde gözümü yakan dumanla yüzümü buruşturdum. Beni sinirlendirmek için mi böyle davranıyordu yoksa karakteri mi gıcıktı artık emin olamıyordum. Ama her neyse bunu çok iyi başarıyordu.

"O an onu çok yakından tanıdığım birine benzettim..." dedim istemsizce kısılan sesimle.

Kaşları beklemediği bu cevap karşısında daha fazla çatıldığında ben de farkında olmadan dudağımı ısırmaya başlamıştım. "Kim veya neden diye sorma. O an ben de onu umursamayıp Ali Kıraç'tan intikam almaya ve Musa'ya verdiğim sözü tutmaya devam etmek istedim ama yapamadım işte. Hatalıyım biliyorum ama bunu yapmasam da kendimi asla affedemezdim."

Aramızdaki yakınlığı kesip bir adım geriye çekildiğimde derin bir nefes aldım. "Haklısın yani ne diyebilirim ki. Ben de olsam, ben de sana çok kızardım. Ama ne olursa olsun ortak olduğumuz için senin gibi pişman olmazdım. Yine de sana bir şey diyemem, bu senin düşüncen tabi.."

Odadan çıkmak için arkamı döndüğüm sırada aklıma gelen şeyle durdum ve yeniden ona döndüm. "Sorunun cevabını da çok merak ediyorsan.." dedim aynı onun bana söylediği gibi. "... aşk benim için hiçbir zaman iyi olmadı. Kötü bir şeye tutulacak kadar aptal bir kadın da değilim."

Bir şey söylemesine fırsat vermeden odadan çıkıp merdivenleri de aynı hızla bitirdim. Daha fazla kendimi açıklayacak ne halim ne de isteğim vardı. Bundan sonra yanımda olmak veya olmamak da artık ona kalmıştı. Arkadaşlarım bile benimle değilken ona verdiği bir karar yüzünden kızamazdım zaten. Kendi bilirdi.

Odaya girip kan kokan kıyafetlerimden hızlıca kurtulduğumda kendimi sıcak suyun altına bıraktım. Topuklu ayakkabıdan şişen ayaklarımı ellerimle ovaladığımda yere çöküp sırtımı soğuk fayansa yasladım. Plan bir şekilde başarılı olmuş olmasına rağmen neden kendimi iyi hissedemiyordum?

Selim'in o hali bize bile isteye ihanet etmediğini açıkça gösteriyorken bu beni her şeye rağmen içten içe sevindiriyordu. Neredeyse ölecek olması bile onu orada mutlu ve küstah görmekten iyiydi benim için.

"Nasıl, nasıl böyle bakabiliyorsun?"

Dışarıdan nasıl göründüğümü artık daha çok merak ediyordum. Bir psikopat gibi acı çektirerek öldürmekten bahsederken dediği gibi bir seri katili andırıyordum belki de. Karan haklı olabilirdi. Ama bu hayat beni yıllardır kendimi tutmama rağmen katil olmaya itiyorsa da, zevkle olacaktım.

"Sen şu an gerçekten eğleniyor musun ya? Babam ölüyor burada, babam! Dediğini yaptım ama tişört de kan içinde kaldı! Bir şey söyle, bir şey yap Regina!"

Karan'ın sesi sanki buradaymış gibi yeniden zihnimi ele geçirdiğinde başımdan akan suyu biraz soğuttum. Yaşananları tekrar tekrar hatırlayıp kendime eziyet edecek vaktim yoktu bugün.

Bir süre daha suyun altında oturduktan sonra kalkıp havluya sarıldım. Dolaptan çıkarttığım çamaşırları ve her zamanki siyah kıyafetlerimi üzerime giydiğimde saçımı toparlayıp şapkamı taktım. Yüzümdeki akan makyajı da hızla toparlayıp sade bir hale çevirdiğimde silmekle uğraşmaktan daha hızlı bitmişti işim.

Son olarak silahımı belime yerleştirip telefonumu da yanıma aldığımda artık çıkmaya hazırdım. O an odanın kapısını açıp Onur'u karşımda göremeyince içime garip bir duygu otursa da fazla aldırmadım. Belli ki söylediklerim onda hiçbir işe yaramamış, düşüncelerini değiştirememişti. Belli ki gerçekten benimle ortak olmaktan pişmandı. Tabi bunun için onu yargılayamazdım, haklıydı. Ben... zaten yalnız olmaya alışkındım.

Merdivenleri hızlı hızlı inip üzerime aldığım şişme kısa montu geçirdiğimde ayakkabılarımı da giyip evin kapısını açtım. Evde tahmin ettiğimden de fazla oyalanmıştım. Daha dövülecek, konuşturulacak onlarca adam vardı. Ve de yüzleşilecek bir Selim..

"Geciktin."

O an gözlerim sesin geldiği yöne döndüğünde üzerini değiştirmiş ve aynı benim gibi giyinmiş Onur'la karşılaştım. Arabaya yaslanmış bedenini düzeltip dikleştiğinde tuttuğum kapı kulpunu çekip ona doğru yürümeye başladım. Bu da neydi şimdi?

"Benimle mi geliyorsun?" dedim şaşkınca. Oysaki ben, onun artık benden nefret ettiğine bile ikna etmeye başlamıştım kendimi.

"Gelmemi istemiyor musun?"

"Hayır hayır..." sözünü kestiğimde ne diyeceğimi bilemeyip sustum. "Yani, sen bilirsin."

"Bin hadi." Arabanın kapısını açıp kendi koltuğuna oturduğunda daha fazla dikilmeyi bırakıp yanındaki koltukta yerimi aldım. Kemerimi takıp önüme döndüğümde hala içinde bulunduğumuz bu durumu istemsizce garipsiyordum. Bu yaptığı, beni dinleyip hak verdiği anlamına mı geliyordu yani ?

"Özür dilerim."

Dakikalar sonra sorularıma cevap bulacağım sesini duyduğumda kaşlarım istemsizce çatılmış ve ona doğru dönmüştüm. Doğru mu duymuştum, gerçekten benden özür mü dilemişti o?

"Orada tek başınayken nasıl bir psikolojiye büründüğünü tahmin edemedim. Sadece dışarıdan görünenle yargıladım seni. Önce oturup konuşmam gerekirdi. Kusura bakma ortak."

Son cümlesine kadar ciddi gelip ortak dediğinde gülmesiyle ben de kendimi tutamayıp güldüm. Bir yandan da nedense duygusallaşmıştım.

"Ben de özür dilerim. Bir şey yapmadan önce senin de fikrini almam gerekirdi."

"Olsun, zamanla alışırız artık birbirimize."

Gülümseyip önüme döndüğümde o an aklıma gelen yeni soruyla tekrar ona döndüm. "Kadir'le konuştun mu hiç? Selim'in durumu nasılmış?"

"Konuşmadım."

Geçen yaklaşık yarım saatin ardından arabayı geçen gün de geldiğimiz ıssız sokağa park ettiğinde farları kapatıp bekledi. İkimiz de ne iniyor, ne de konuşuyorduk. Yalnızca duruyorduk işte.

"İçeri girdiğinde kendine hakim olmalısın. Duydukların veya gördüklerine karşı öfken iradeni kaybettiremesin sana. Soğukkanlı ol."

Böyle konuşması beni daha da geriyorken sokak lambasının ışığından parlayan gözlerine baktım. "Ya yapamazsam?"

Kafasını koltuk başlığına yaslayıp derin bir nefes aldı. "Seninle gelmemi ister misin?"

Hiç beklemediğim teklif karşısında afalladığımda ciddi olup olmadığını anlamak için bir süre yüzünü inceledim. Evet dersem benimle birlikte adamların arasına mı gelecekti yani?

Mahalledeki herkes için bu zamana kadar görebildikleri en yüksek rütbeli kişi bendim. Kadir'in sadece ismini, patronun da varlığını biliyorlardı yalnızca. Onlar yıllardır bir kere bile böyle bir şey yapmamışken daha yeni tanıştığım bu adam bana böyle bir teklifle geliyordu ve nedense düşüncesi bile çok iyi hissettirmişti..

"Patronun böyle bir şeye izin vereceğine emin misin? Kendini riske atmana gerek yok."

"Sen sadece kendini düşün. Yanında olursam kendini daha iyi hissedecek misin?"

Öyle gergindim ki bunu tek başıma halledebileceğimden aslında hiç emin değildim. Selim'den neler duyacağımı, onu şu an nasıl bir halde göreceğimi bile bilmiyorken bir de bugün yaşanan onca şeyin üstüne... başaramayabilirdim.

"Yanımda birinin olması iyi hissettirirdi tabi.."

Bana cümlemin devamını getirmemi ister gibi bakıyorken başımı isteğimin aksine iki yana salladım. "Ama bence bunu tek başıma yapmalıyım. Senin yanımda olman yalnızca soruları çoğaltır. Yine de teşekkür ederim."

"Sen nasıl istersen.." Anlayışla onayladığında arabadan inip yangın merdivenlerinden doğruca Kadir'in odasına çıktık. Emre'nin de burada olması o an beklediğim bir şey değilken yanlarından geçip boş koltuğa oturdum. "İyi misin Hale?"

"İyiyim, şimdilik."

Gözleri bir bende bir Onur'da gezen Kadir sonunda dudaklarını araladığında garip bir tınıyla adımı fısıldadı. "Hale..."

Nedense bana iyi şeyler söylemeyeceğini hissetmeye başlamıştım. Ne yani bu gece bir darbe daha mı?

"Bir problem mi var?"

"Aslında yarım saat öncesine kadar yoktu.."

"Bu ne demek şimdi?" diye araya girdi Onur. O da en az benim kadar ciddileşmiş, merakla Kadir'e bakmaya başlamıştı.

"Mahalleli..."

Konu ilgimi gitgide daha çok çekmeye başladığında aklıma gelen senaryoların hiçbirini duymaya hazır hissetmiyordum kendimi. Ama ne yazık ki hayat bana yine acımamıştı.

"Mahalleli Selim'i bir şekilde öğrenmiş. Herkes aşağıda, seni bekliyor." Derin bir nefes aldım, işte bu hiç iyi olmamıştı. Endişelenmiş, oldukça merak etmiş olmalılardı. Musa gibi içimizden birini daha toprağa vermek istemiyordu kimse...

"Telaşlanmışlardır, ben bir şekilde konuşup hallederim. Selim iyi falan derim, ne bileyim işte..."

Yerimden kalkıp kapıya doğru yürüdüğümde bileğimden hızla tutan elin sahibine döndüm. Kadir'in gözlerinde gördüğüm şu ifade bana işlerin bu kadarla kısıtlı olmadığını açıkça itiraf ediyorken korkuyla yutkundum.

Sırada ne vardı?

"Aslında... konuşmak için burada değiller."

"Ne demek istiyorsun?" diye sordum endişeyle. Bileğimdeki elini geri çekip saçlarından geçirdi. İyi şeyler söylemeyecekti...

"Selim için değil... isyan çıkarmak için buradalar."


Loading...
0%