@shevval
|
Önce ne duyduğuma anlam veremesem de bir süre sonra zihnim beni o gerçekliğe doğru sürüklemeye başlamıştı bile. Ve ben yalnızca şaşkındım. "Ne için isyan ediyorlar?" dedim zar zor bulabildiğim sesimle. Bu zamana kadar hiç karşılaşmadığım bir durumdu bu, sırf bu yüzden bile oldukça afallamıştım. "Selim'in mahallede olmasını istemiyorlar. Onu buraya getirdiğimiz için kızgınlar." "Ciddi misin sen?" Düşüncemin tam tersi bir durumla karşı karşıya kalmak beni hem üzmüş hem de yaralamıştı. Ama ben bu insanları böyle tanımamıştım ki... Daha dün saçını okşadıkları, bağırlarına bastıkları o çocuğu şimdi kapı dışına mı atıyorlardı yani? Peki ne için? Eğer bu bir cezaysa evet, bunu benim yapmaya hakkım vardı. Hata bunu Kadir'in ve Onur'un da belki bir nebze yapmaya hakkı vardı. Ama onlar? Onlar nasıl bir gecede bu kadar bilenebilmişti bize? Selim'e? Onun yaptığının ne kadar yanlış olduğunu herkesten çok ben biliyordum. Belki de herkesten çok ben acı çekiyordum. Ama bunu yapmayı ben bile hak göremiyordum kendimde... "Neden daha erken haber vermedin?" Sesinde bariz bir öfke olan Onur, doğrudan Kadir'e bakıyor ve hesap soruyordu. Ben ise çoktan soyutlanmıştım bu ortamdan... "Olanları öğrendiğimde sizi aramak için dışarı çıktım zaten, ama arabanın çoktan geldiğini gördüm. En iyisi yüz yüze konuşmaktı." Yaptığı mantıklı açıklamaya karşı tek çare olarak sessiz kaldığımızda ben hala kara kara ne yapacağımı düşünüyordum. Ne söylemeliydim, neyi ne kadar anlatmalıydım bilmiyordum. Aklıma da en ufak bir şey gelmiyordu. Ama bildiğim bir şey vardı ki, o da Ali Kıraç'ın istediği gibi birbirimize düşemez, kavga edemezdik. Bu bizi yıpratır belki de parçalardı. Ne olursa olsun bunun yaşanmasına izin vermeyecektim. En azından ben burada olduğum sürece bu aile dağılmayacaktı. "Gidelim buradan, sakinleştiklerinde geliriz." Onur'un doğrudan bana baktığını fark edip derin bir nefes aldım. Onlara hiçbir şey söylememek, görmezden gelmek daha büyük sonuçlar doğururdu bize. Kaçmak bir çözüm bile değildi. "Ben.." cümlenin devamını getiremeden yutkunduğumda gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Ama... ama bu kadarı da fazla değil miydi artık? Yıllardır bu mahallede, pis işlerin içinde büyümüştüm ben. Tek başıma ayakta kalmayı başarmış, içten içe defalarca kez yara almıştım. Ama bu son iki haftada yaşananlar benim için bile gerçekten de çok fazla değil miydi? Neden bir anda her şey arka arkaya üstüme gelmeye başlamıştı ki? Neden bu kadar sıkışmıştım sorunların arasında? Soluklanacak bir dakika, saklanacak bir delik bile bulamıyordum ben artık. "Ben halledeceğim." diye tamamladım yarım kalan cümlemi. Ben... bunu da halledecektim, defalarca kez yaptığım gibi. Yapmalıydım.. "Her şeyi sen halledemezsin." Onur'un bir anda yükselen sesi beni düştüğüm düşünce bataklığından hızlıca çekip aldığında kaşlarımı çattım. Öyle mi? Peki, ben yapmazsam kim yapacaktı tüm bunları? Kim sokacaktı işleri yoluna? "Kendine daha fazla yüklenme artık.." Ruh hali, ses tonu ve cümlenin gidişatı bir anda değiştiğinde çatılan kaşlarım usulca eski haline geri döndü. "Ama yapmak zorundayım." dedim kendimden oldukça emin çıkan bir sesle. "Zaten bu son günlerim, bırakın da bari görevimi hakkıyla yerine getireyim." Derin bir nefes aldığında bir şeyler söyleyeceğini düşünmüştüm ama o yalnızca sustu. Kadir'in aksine... "Dikkatli ol, kameralardan izliyoruz. Ters bir durumda hemen müdahale edeceğiz." Bana daha fazla karşı gelmeyeceklerini o an anladığımda elimi kapı kulpuna uzatıp yavaşça aşağı büktüm. O an aralanan kapıyla bağırış sesleri daha fazla yükselmiş ve beni kısa bir anlığına bozguna uğratmaya yetmişti. Ama geri dönecek veya vazgeçecek bir durumda değildim. Odadan çıkıp aşağı inmeye başladığımda birinin adımı bağırdığını duydum. "Regina! Regina geliyor!" Ve o an mümkünmüş gibi bütün kalabalıkla aynı anda göz göze gelmiştim.. Bütün insanlar adımı haykırır gibi bağırmaya, hatta depodan içeri girmek için onların önünde barikat gibi durmuş adamları itmeye başlamışlardı. Bu görüntü... içler acısıydı. Bu eziyete daha fazla dayanamayacağımı anladığımda "Yeter!" diye bağırdım. Önce bağırışlar, ardından da fısıldaşmalar yavaşça kesildiğinde geri kalan merdivenleri de hızlıca bitirip tam karşılarında durdum.. "Kenara çekilin." Önlerinde dikilmiş içeri adım atmalarına izin vermeyen adamlarım dediğimi yapıp geri çekildiklerinde, bir sonraki hamleleri de iki yanıma dizilerek beni bir nevi ani müdahalelere karşı koruma altına almak olmuştu. "Biri bana burada ne olduğunu açıklayacak mı? Mesela neden bu kalabalık? Neden sizden olanlarla savaşmaya çalışıyorsunuz? Neden bu inat? Ne oluyor ?" Herkese seslenebilmek için ses tonumu oldukça yüksek tutuyordum ve her bir yüzde gözlerimi tek tek gezdiriyordum. Yaşlısından çocuğuna, gencinden hamilesine... Hepsi bir arada, benim karşımdaydı. "Yavrum duyduklarımız doğru mu?" "Evet Regina, Selim bize ihanet mi etti?" "Onu burada istemiyoruz!" Soruma karşılık her kafadan farklı bir ses yükselmeye başladığında içimde büyümeye başlayan öfkeyi durduramadım. "Ne duydunuz, kimden duydunuz? Hem doğru olsa bile bana hiç mi güveniniz yok ya sizin? Ben bu mahalleyi tehlikeye atacak bir şey yapar mıyım da siz benim kapıma dayanıp beni sorguya çekiyorsunuz?" "Sana güveniyoruz Regina.." "Güveniyoruz ama.." "Bunun ama'sı da, ortası da, grisi de yok. Ya güveniyorsunuzdur ya da güvenmiyorsunuzdur." dedim sözlerini yarıda kesip. Bana bu açıklamayı bile nasıl yaptırdıklarını anlayamadan bir de sorguya çekilmeye başlamıştım... Bu gün artık gerçekten bitmeliydi. "Selim kim ya, istemediğiniz bu Selim kim? O da sizden biri değil mi? Her sabah selam verdiğiniz, yemekler gönderdiğiniz, oturup çay içtiğiniz, işlerinizi yaptırdığınız... En önemlisi de sevip, saçını okşadığınız o çocuk değil mi Selim? Ne çabuk unutmuşsunuz siz her şeyi, ne çabuk düşman olmuşsunuz ya ona..." "İhanet etti diyorlar!" Kalabalıktan biri öne çıkıp bağırdığında derin bir nefes aldım. Kendimi sakin tutmak artık gitgide zorlaşıyordu. "Öyle olsa bile, bu benim halledeceğim bir iş. Siz burada ne yapıyorsunuz? Madem bana güveniyorsunuz, ne işiniz var karşımda?" Sorularımıza cevap alamıyordum. Çünkü artık kimseden çıt sesi bile çıkmıyordu... O an gözüm istemsizce çaprazımdaki duvara montajlanmış kameraya takıldığında derin bir nefes aldım. Gerçekten... şu an yanımda olması iyi olabilirdi. "Madem buraya kadar toplandınız. O zaman ben de size yaşananları kısaca özet geçeyim. Ben bugün Musa'mızı öldüren ve Selim'i kaçıran o şerefsiz Ali Kıraç'ın ayağına gittim." Şaşkınlık fısıltıları kulağıma iliştiğinde sesimi mümkünmüş gibi biraz daha yükselttim. "Gittim çünkü ben ne olursa olsun Selim'in kim olduğunu unutmadım. Gittim çünkü o hala bu mahallenin evladı. Gittim çünkü, her şey sizin düşündüğünüz bir 'ihanet' sözcüğü kadar basit değil!" İşaret parmağımı göğsüme sertçe vurup onlara bakmaya devam ettim. "O kadar basit olsaydı, ben onu buraya getirir miydim sizce? Size bunu yapar mıydım? Onu bulduğumda ne haldeydi görseydiniz zaten en başından buraya gelmezdiniz. Yüzü, gözü, bütün vücudu morluklarla doluydu. Yaptıkları işkenceden, yediği dayaklardan nefes bile alamıyordu hatta. Ama beni gördüğünde ne yaptı biliyor musunuz? Gülümsedi. Çünkü... her şey onun için de o kadar basit değil." Bağırmaktan boğazım kurumuş, sesim çatallaşmaya başlamıştı. Ben kendimi açıklamaya çalıştıkça da ince bir sızıntı gibi yayılan baş ağrısı kafamı uyuşturuyor, gözümü karartıyordu.. "Ben Musa öldüğü gün bir söz verdim kendime, ve size. O şerefsizden bunun hesabını soracağıma dair bir söz verdim değil mi? Ama bir arkadaşımı daha onun ellerinde ölüme terk edeceğime dair bir söz vermedim. Selim'i buraya getirdim çünkü bize borçlu olduğu bir açıklama var. Ve ben onu söke söke alacağım... Şimdi, hala bana bir itirazı olan var mı?" Kimsenin konuşmuyor olması o an beni oldukça memnun ettiğinde arkamı dönüp bu kaos ortamından hemen gitmek istemiştim. Ta ki o sesi duyana kadar... "Var, ben varım!" Geçen seneye kadar mahallemizin en iyi silah tutan adamlarından biri olan Mustafa önümde dikilmeye başladığında onun yaptığı gibi gözlerimi yüzüne diktim. Bunu tahmin etmeliydim.. Zaten onu kovduğum günden beri hala bana kinli ve nefret dolu olduğunu her fırsatta belli ediyordu. Burada da şovunu yapacaktı tabi... "Söyle Mustafa." dedim bıkkınca. Zaten ne söyleyeceğini herkes gibi ben de çok iyi biliyordum. "Seninle konuşan yok." dedi suratıma tükürmek istermiş gibi bir ifadeyle. "Patronun şu an bir yerlerde bizi duyabildiğini biliyorum ve herkes adına ona sesleniyorum. Regina'yı görevden alın. En başından beri onun bir hata olduğunu hala anlayamadınız mı? Selim onun ekibinden, tabiki onu koruyacak ve bir şey yapmayacak." Yüzüme baka baka bağırıyor ve saçmalıyorken hiçbir tepki vermemeye çalıştım. Zaten ben onu kafaya takmayı uzun zaman önce bırakmıştım. Şimdi de istediği gibi sinirlenip onu haklı çıkarmayacaktım. "Mahalleli, inanmayın buna! Selim'e hiçbir ceza vermeyecek, sadece sizi kandırıyor. Resmen alay ediyor bizimle görmüyor musunuz!? Hem sen kendini ne sanıyorsun ya Regina? Bu insanlar salak mı da senin sözünü dinlesin, sana güvensin? Bizim Patronumuz olduğunu mu düşünüyorsun ? Her şeyi yapabileceğini mi sanıyorsun ? Ama hayır, sen yalnızca bir hiçsin." Tek elini yumruk yapıp omzuma ittirir gibi vurduğunda şaşkınlıkla karışık bir sinirle güldüm. "Bana dokunmaman gerektiğini öğrenemedin mi Mustafa?" "Öğrenemedim... Ne olacak? Hain arkadaşına yapmadığın şeyleri bana mı yapacaksın yoksa?" Gevşek gevşek konuşmasıyla istemsizce yumruk yaptığım elim onun yüzüne çarpmak için oldukça hazırken yanımdan bir rüzgar gibi geçip Mustafa'yı yere seren adama şok içinde baktım. "Ömer!" "Senin o boş konuşan ağzını s****im lan!" O, Mustafa'nın üzerine çıkmış yüzüne delirmiş gibi yumruk savuruyorken iki elimle kolundan tutup zorla bir kenara çekmeye çalıştım. "Ömer, ne yapıyorsun dursana!" desem de o an gözü beni bile görmüyor, kollarımdan kurtulup yeniden saldırmaya çalışıyordu. "Ömer yeter!" Kıpkırmızı kesilmiş yüzü ve hızlı hızlı aldığı nefesleriyle sonunda beni dinleyebilip durduğunda tek bir hareketle beni arkasına çekip önümde durdu. "Bu kadın bugün Ali Kıraç'ın yanına tek başına gidip, orada neredeyse ölümden dönmüşken bir de buraya gelip size laf anlatmaya çalışıyor. Siz de hala burada dikiliyorsunuz, bravo!" Ömer hiç gocunmadan tüm kalabalığa doğru bağırıyorken Mustafa zar zor ayağa kalkıp tam arkamızda bizi korumak için hazırda bekleyen adamlarımıza baktı. Bir zamanlar eski yakın arkadaşlarının bile onu kurtarmak için hiçbir şey yapmamış olması canını oldukça sıkmışa benziyordu. "Patrona mı sesleniyordun lan sen? Hadi devam etsene, belki boş duvarlardan bir yanıt falan gelir." Ömer yine tüm dikkatini Mustafa'ya verince neler olacağını çoktan anlamıştım. Bu defa tutulacak gibi de değildi öfkesi... "Tamam Ömer, yeter bu kadar." Arkasından çıkıp tekrar önüne geçtiğimde, sakinleşmesi için de bir elimi göğsüne koydum. Kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki, birazdan gerçek bir canavara dönüşeceğinden korkmaya başlamıştım. "Yetmez ya, yetmez! Yıllardır her tehlikeli göreve ilk giden, buradaki herkesin canını kendi canından üstün gören Regina. Yıllardır size tek bir saygısızlık etmemiş, her zaman yanınızda olmuş olan yine Regina. Gençliğini buraya vermiş, hepimiz için defalarca kez uyku uyumamış olan da Regina." Bedenini Mustafa'ya dönüp elini hayırdır der gibi iki yana salladı. "Sen şimdi neyin Patronundan bahsediyorsun lan gevşek? Daha ismini bilmediğin, yüzünü görmediğin birinden mi ezik gibi yardım dileniyorsun?" O an fark ettim ki Mustafa her ne kadar sinirden kızarsa da Ömer'e karşı hiçbir şey söyleyemiyordu. Tabi Ömer bir erkekti ve Mustafa için de bu otorite oldukça yeterliydi. Bana gösterdiği tavrın aksine ona saygı duyuyordu. Zaten bu hep böyle olmuştu. Mustafa yıllarca emrimde çalışsa da asla sözümü dinlemez, planları hep mahvederdi. Her zaman ön planda olmak ister, yanımızdaki herkesin canını da düşünmeden tehlikeye atardı. Bengi, hatta birkaç yakın arkadaşı da onun bu bencilliği yüzünden ölümden dönmüştü. Ve ben tüm bunlara daha fazla dayanamadığım için onu gözümü bile kırpmadan kovmuştum. Kuyruk acısı da işte bugün gün yüzüne çıkıyordu. "Haklı!" O an kalabalıktan beklenmedik bir ses yükseldiğinde gözlerimi Mustafa'dan çekip yeniden mahalleliye çevirdim. "Evet Ömer haklı." "Bizim tek Patronumuz var, o da Regina!" "Bizim Patronumuz sensin Regina!" "Evet, sana güveniyoruz." Gözlerim beklemediğim bu sözler karşısında istemsizce dolmaya başladığında sertçe yutkundum. Ben onlardan böyle düşünmelerini hiçbir zaman istememiştim, tek yaptığım yanlarında olmaktı. Ama bunları içlerinden gelerek söylemeleri de bir anda bambaşka hissettirmişti işte. Gözlerimi kaçırıp derin bir nefes aldığımda kendime gelmek ve sesimi toparlamak için öksürdüm. "Hepiniz yoruldunuz, evlerinize gidin ve dinlenin. Geriye kalan her şeyle ben ilgileneceğim." Bana gülümseyerek, iyi sözlerle veda ettiklerinde sanki omzumdaki bütün yükler de bir anlığına terk edip gitmişti beni. Onlarla böyle kalabilmemize içten içe seviniyordum. Çünkü ben onları gerçekten seviyor ve asla incitmek istemiyordum. Onlar benim de ailemdi. "Sen neden hala buradasın?" Ömer Mustafa'ya bakarak konuştuğunda sanki bunu söylemesini bekliyormuş gibi irkilip hızla depodan çıktı. Gitmeden önce bana son bir bakış atmayı da ihmal etmemişti tabi. Arkamdaki adamlar hızlı davranıp deponun kapısını geri kapattıklarında derin bir nefes aldım. Evet, bunu atlatmıştım, ama şimdi sırada daha zor şeyler vardı. Benden bir emir almak için beklediklerini anlayıp onlara döndüğümde o an yüzlerinden okuyabildiğim yorgunlukla içim parçalandı. "Siz de gidin biraz dinlenin, gece uzun olacak." Baş selamı verip fazla oyalanmadan uzaklaştıklarında yorgunca bana bakan Ömer'e döndüm. O da bunu bekliyormuş gibi beni kendine çekip sıkıca sarıldığında ellerimi beline sardım. Bir eli ensemde, diğer eli sırtımda beni kendine bastırıyorken gözlerimi kapatıp bir süre öyle kalmak istedim. Onun için de, benim için de çok zordu bu olanlar. Birazdan Selim'in yanına gidecektik ve nasıl güçlü duracaktık bilmiyorduk. Belki de şimdi olduğu gibi yine sarılacak, yine birbirimizden güç alacaktık. "Kendine yüklenme." dedi kısık bir sesle. Az önce yaşananları da, Selim'i de kendime yük edeceğimi biliyordu. Öyle ki beraber büyümüş, kardeş gibi olmuştuk biz. Beni benden de iyi tanıması çok doğaldı. Yavaşça ondan ayrıldığımda gülümseyip elimle saçlarını karıştırdım. "Sağol kahramanım, hemen imdadıma yetiştin." O da gülümsediğinde gözleriyle arkamı işaret etti. "Adamları paketleyip aşağı indirdik. Önce onlarla mı ilgilenmek istersin yoksa-" Bir anda sustu. Devamını getiremeyeceğini anladığımda anlayışla karşıladım. "Sen... gittin mi hiç yanına?" Başını iki yana salladı. Öyle sert yutkunmuştu ki adem elmasının aşağı ve yukarı hareketlerini çok net izleyebilmiştim. "Peki Caner'le Bengi?" "Caner aşağıda seni bekliyor, yukarı çıkmak istemiyormuş. Bengi de onun yanında.." Selim'e ismiyle bile hitap etmemesi canımı acıtsa da bir şey söylemedim ve düşüncelerimin aksine anlayışla gülümsedim. "Peki, sen benimle gelmek ister misin?" Bir süre sessiz kalsa da başını yavaşça aşağı yukarı salladı. Biliyordum ki benimle yapmazsa, tek başına hiç yapamazdı. "Tamam o zaman, gidelim." Koluna girdiğim sırada aklıma gelen gerçekle adım atmayı kesip yerimde durdum. Bu ani duruşum Ömer'i de şaşırttığında gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Sanırım az önce yaşananlar ve söylenen sözlerden sonra yukarı çıkıp bir şeyler söylemem gerekiyordu.. Bu kadarını ben bile beklemiyordum üstelik.. "Beş dakikaya geleceğim, beni burada bekle tamam mı?" Başıyla onayladığında hızla merdivenlere yönelip basamakları atlayarak çıkmaya başladım. Kapı kulpunu yavaşça açıp içeri baktığımdaysa karşılaşmayı beklediğim o görüntü yoktu. "Kadir ve Emre nerede?" dedim şaşkınca. Odada yalnız Onur vardı ve o da oturduğu sandalyede karşısındaki ekrana bakıp sigara içiyordu. "Kadir'in ailesi burada diye eve yolladım, Emre de onunla gitti." Tatmin edici ve yeterli cevabıyla başımı salladığımda ellerimi önümde birleştirip parmaklarımla oynamaya başladım. Buraya bir şeyler söylemek için gelmiştim ama ne söyleyeceğimi hiç düşünmemiştim, o yüzden de şu an afallıyordum. "Bir şey mi söylemek istiyorsun?" dedi oldukça düz bir sesle. Her zamanki gibi duygularına dair en ufak bir fikrim bile yoktu. "Aşağıda söylenenler... izlemişsindir zaten biliyorsundur." "Evet izledim." dedi yine aynı düz tonda. Hiç renk vermiyordu, ve ben gerilmiştim. Kadir veya Emre aşağıda söylenen sözlerden sonra bana bir şey demezlerdi, çünkü beni tanıyorlardı. Hiçbir zaman Patron olmak veya onun yerine geçmek gibi bir niyetim olmamıştı, olmayacaktı da. Ama Onur beni tanımıyordu, hakkımda yanlış fikirlere kapılabilirdi. Bunun olmasını istemezdim. "Dışarıdan nasıl göründüğünü biliyorum, ama gerçekten öyle söylemek istemediler. Patrona karşı bir isyan içinde falan değiller. Ömer de değil. Sadece beni sevdikleri içi-" "Bence tam olarak öyle söylemek istediler." Lafımı kestiğinde yerimden hareketlenip ona biraz daha yaklaştım. O da bu hareketimle sandalyesini bana döndürmüş ve yüz yüze konuşmamıza fırsat yaratmıştı. "Gerçekten kötü bir niyetleri yoktu. Zaten benim de öyle bir düşüncem ya da isteğim yok. Beni biraz tanımışsındır belki, umurumda değil böyle şeyler." "Neden bana açıklama yapıyorsun ki?" dedi gülümseyerek. Bir anda gülümsemesi beklediğim bir şey değilken şaşkınca sordum. "Nasıl yani?" "Bence onlar aşağıda tam olarak içlerinden gelenleri söylediler. Seni gerçekten Patronları olarak görüyorlar. Bu güzel bir şey, senin de sevinmen gerekmez mi?" "Ama.." "Kendine yüklenmeyi bırak artık. Patron bu görüntüleri izlemedi, ama izlese de bir şey değişmeyecek. Bence söylediklerinde de çok haklılar. Yıllardır gördükleri, bildikleri tek Patron sensin." Cebinden çıkardığı yeni bir sigarayı yakıp içine çekerken konuşmaya devam etti. "Madalyonun iki yüzü vardır Hale. Bir yüzü sensin, arka yüzü de Patron. Bu mahalleyi farkında olmasan da yıllardır sen yönetiyorsun. O yüzden söylenenler hakkında kendine yüklenmene gerek yok, kimse yanlış bir şey söylemedi." Sözleri beni hem şaşırtıyor, hem düşündürüyor hem de gereksizce gururlandırıyordu. Aslına bakılırsa çok farklı bir tepki beklemiştim ondan, Onur gerçekten de garip biriydi. Kısa zamanda tanışıp yakınlaşmamıza rağmen sanki onu uzun yıllardır tanıyor gibi hissettiriyordu bazen. Şimdi de o anlardan biriydi. "Teşekkür ederim." diyebildim yalnızca. Söylenecek her şeyi o söylemişti zaten. "Sen eve gitmiyor musun?" Konuyu uzatmayıp değiştirdiğimde, o da bana ayak uydurup kafasını iki yana salladı. "Seni bekleyeceğim, işin bitince birlikte gideriz." Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdığımda ciddi mi diye yüzüne doğru eğilip yakından incelemeye başladım. Bu anlayışlı halleri biraz fazla değil miydi, yoksa benimle dalga mı geçiyordu? "Ne yapıyorsun, öpecek misin?" Fısıltılı sesi ve ılık nefesi yüzüme çarptığında ne kadar yakınına girdiğimi ancak o an fark edip irkildim. Farkında olmadan çok yaklaşmıştım, çok.. "Saçmalama. Sadece ciddi misin diye kontrol ediyordum." diye mırıldandım göz devirirken. "Hem beni beklemene gerek yok, git sen. İşimin ne zaman biteceği de belli değil zaten zaten." Umurunda değilmiş gibi omuz silkti ve oturduğu koltuğa iyice yaslandı. "Sen git işlerini hallet, ben buradan izliyorum." Gözlerim işaret ettiği büyük monitörlere kaydığında her ekranda farklı odaları izleyen kameraları gördüm. Buradan ne kadar da net gözüküyordu her şey.. İstemsizce ona yaklaşıp ekrana daha yakından bakmaya başladığımda gözlerim Selim'in kaldığı revire çevrildi. Ve vücuduna bağlanmış onlarca kablo, yüzündeki oksijen maskesine de.. O an gözlerim yanında elini tutarak uyuyakalmış Bengi'ye kaydığında bu hallerine gülümsemeden edemedim. "Gitmiyor musun?" Sol yanağımı yakıp geçen sıcak nefes beni korkuttuğunda ateşe değmişim gibi hızla geri çekildim. Ne ara bu kadar yakınlaşmıştık biz yine? "Gidiyorum." Bir şey demesine fırsat vermeden odadan neredeyse koşarak dışarı çıktığımda kapıyı da arkamdan kapatarak derin bir nefes aldım. Rezillik üstüne rezillik yaşıyordum bugün. "Hele şükür gelebildin.." Neredeyse koşarak bitirdiğim merdivenlerden sonra Ömer'in yanına ulaştığımda hız kesmeden koluna girdim. "Hadi gidelim." Neden bu kadar acele ettirdiğimi anlayamıyormuş gibi gözlerini ısrarla üstümde tutuyorken biz çoktan Selim'in kaldığı odanın önüne gelmiştik. Tereddüt etmemize fırsat vermeden kapı kulpunu indirip kapıyı araladığımda Bengi de rahatsız olduğu belli olan uykusundan uyandı. "Hoşgeldiniz.." Gözleri benden kayıp bir süre Ömer'de oyalansa da konuşmadı. İçten içe buraya gelmeye nasıl ikna olduğunu düşünüyor gibiydi. "Hale için geldim." Ömer de benim düşündüğümü düşünüyor olmalıydı ki kısaca bir açıklama yapma gereği duymuştu. Bu sırada gözlerini yere dikip, Selim'e bir kez olsun bakmazken Bengi'nin gözlerinin dolduğunu ve yaşlarını saklamaya çalıştığını fark ettim ama aralarına girmedim. Ben de en az onlar kadar şaşkın, en az onlar kadar üzgündüm geldiğimiz bu hale.. Ama artık olan olmuştu, yapılacak bir şey yoktu. Masanın üzerinde duran maskelerden takıp bir tane de Ömer'e uzattım. Normal şartlarda Selim'in yoğun bakımda kalması gerekiyordu. Ama bu odayı da en az hastanedekiler gibi donatmıştık yıllarca. Gerekli olan bütün eşyalar ve şartlar mevcuttu. Dikkatim masanın üzerinde duran kağıda kaydığında Kadir'in benden önce yolladığı doktorun benim için bıraktığı not duruyorken bütün tetkiklerine göz attım. "Şimdilik bir iç kanaması yok. Kaburgalarında kırıklar mevcut ve birçok yerinde ezikler var. Sağ elindeki..." Ömer ve Bengi bana merakla bakarken titreyen sesimi sabit tutmaya çalıştım. "... sağ elindeki bütün parmakları kırılmış." "O***pu çocukları!" Eş zamanlı olarak Ömer'in ağız dolusu küfürü de bütün odayı doldurduğunda ağzındaki maske bile kızgın sesini bastıramamıştı. "Ağrısını azaltmak için bir ilaç daha takacağım şimdi." Ellerimi muslukta iyice sterilize edip eldivenleri taktığımda hızlıca ilaç hazırlamaya koyuldum. Zaten açık olan damar yoluna ilacı bağladığımda gözlerim de istemsizce beyaza bürünmüş yüzüne takıldı. Öyle ki morluklardan kirpikleri bile gözükmüyordu. Dudağı ve kaşı da patlamıştı... Tanınmayacak bir haldeydi. "Çok eziyet etmişler, canı çok yanmıştır.." Sesim istemsizce ağlamaklı çıktığında kendimi daha fazla tutamayacağımı da anlamıştım. Gözyaşlarım gitgide hıçkırıklara doğru dönüştüğünde yüzümü çıplak göğsüne yaslayıp hala atan kalbine şükrederek ağladım. Onun yaşadıklarına, korkusuna, geldiğimiz bu duruma.. Hem lanet hem de binlerce kere şükür ettim. O an bana destek verir gibi sırtımı okşayan elin sahibinin Ömer olduğunu bilsem de dönüp söyleyecek tek bir kelimem yoktu onlara. Önce Musa, şimdi de Selim... Belki de ben yeterli değildim bu iş için. Onlara ne ablalık, ne de liderlik edebiliyordum. Dakikalar sonra kendimi toparlayıp kafamı göğsünden kaldırdığımda eldivenleri de çıkarıp çöpe attım. Şimdi ağlama değil, güçlü olma vaktiydi. "Bengi, sen buradan ayrılma. Şu gördüğün ekranda en ufak bir değişiklik veya ses olduğunda da hemen bana haber ver." "Tamam." Oldukça kısık ve kırılgan çıkan sesiyle gözlerimi ona çevirdim. Gözyaşlarını durdurmaya çalışıyor ama benim kadar başarılı olamıyordu. Ve benim onun acısını dindirecek tek bir kelimem bile yoktu. Bunu kabullenmemle birlikte ağzımdaki maskeyi çöpe atıp odadan bir hışımla çıktığımda arkamdaki adım seslerinden Ömer'in de peşimden geldiğini anlayabiliyordum. Selim'in kırılan her bir kemiğini, yediği her bir tekmeyi, edilen her bir hakareti onlara ödetecektim bugün. Önümde dağ olsa yıkıp geçecektim artık, sabrım tükenmişti. Neredeyse koşarak aşağı inip tutuldukları odanın önüne geldiğimde nöbet tutan adamlarım beni gördüğünde bir şey dememe fırsat bile vermeden kapıyı benim için çoktan açmışlardı. Ben de hız kesmeden içeriye girdiğimde sandalyelere bağlanmış yirmiden fazla adamın ve onları tek tek döven Caner'in bakışları da eş zamanlı olarak bana dönmüştü tabi. "Bir dakika... partiyi bensiz mi başlattınız?" Sanki az önce Selim'e ilaç, kendi damarıma da öfkeyi enjekte etmişim gibi odaya girer girmez bütün hücrelerime kadar yayılan Regina'yı hissettim. Hale'yi bir kenara itiyor ve sahneyi ondan ustaca devralıyordu.. Gözlerim o sırada ayrı bir köşede tutulan Orhan ve Nihat'a kaydığında endişe dolu bakışlarına karşı alayla el salladım. "Naber, beni özlediniz mi minik kuşlar?" "Tabi tabi, yaklaş da ben göstereyim sana kuş kimmiş!" Orhan yine kendini tutamamış, kaşınmıştı. Ee, bu durumda bize de davete icabet etmek kalıyordu tabi.. İstediği gibi ona yaklaştığımda beklendiği üzere bana tekme atmak için ayağını kaldırdı. Ama ben bu hareketinden tek bir hamleyle sıyrılmış ve ona yeniden alay eder gibi bakmaya başlamıştım. "Benimle dövüşmek mi istiyorsun?" "Seni öldürmek istiyorum!" diye düzeltti beni. Yine de etkileyici bir teklifti tabi.. "Ömer, çöz şunu." Üzerimdeki deri ceketi çıkarıp kenardaki masaya fırlattığımda, arkadaşım dediğimi sorgulamadan yaptı ve Orhan'ı serbest bıraktı. Silahımı da belimden çıkarıp ona verdiğimde memnuniyetle alıp bizi izlemek için bir köşeye geçti. Bu sırada Orhan, onu gerçekten serbest bıraktığımıza inanamıyormuş gibi yüzümüze tedirgince bakıyorken karşısına geçip ellerimi belime koydum. "Artık serbestsin minik kuş, hadi öldür beni. Tabi yapabilirsen..." Onunla hala dalga geçiyor olmam her zamanki gibi zoruna gittiğinde yüzüme doğru beklediğimden hızlı bir yumruk savurdu. Ama ben daha hızlıydım. Sağ eliyle attığı yumruktan sola eğilerek kaçındığımda bu defa da hız kesmeden sol eliyle bir yumruk savurdu. Ama ben bu hamlesinden de kaçındım. "Ölümsüz değilsin Regina, bir gün sen de gebereceksin." Hızlıca üzerime yürüyüp karnıma doğru bir tekme savurduğunda bacağını havada yakalayıp beklemediği bir anda ters yöne çevirdim. Bu hamlemle birlikte yüz üstü yere yapıştığında bacağı da hala benim elimdeydi. "Ups, bir sıfır." Ona yerden kalkması için bir fırsat verip arkamı döndüğümde beklediğim gibi arkamdan hamle yapmak için hızlı davranmıştı. Bu defa da savurduğu yumruğu havada yakalayıp dirseğinden bastırarak çevirdiğimde kolunu kırmam için çok hafif bir baskı yapmam yeterdi. "İki sıfır Orhan." "Bırak beni lan, bırak!" Dediği gibi yapıp onu bıraktığımda usulca geri çekildim. O, neredeyse kırılmak üzere olan kolunu tutmuş bana öfkeyle bakıyorken ben hala karşısında dalga geçer gibi sırıtıyordum. "Siz Selim'e eli kolu bağlıyken işkence ettiniz tabi, ama bak ben seni çözüp öyle dövüyorum. Kendini hala nasıl benimle bir tutabiliyorsun ki sen?" Ayağa kalkıp ağrıyan koluna aldırmadan tekrar üstüme gelmeye başladığında bu defa savunmak yerine önce ben saldırıya geçtim. Başta kasıklarına attığım tekmeyle onu geriye savurdum, sonra da üstüne çıkıp var gücümle yüzünü yumruklamaya başladım. Her bir yumrukta Selim'in yüzü gözümün önüne geliyor ve daha da öfkeleniyordum. Ve en önemlisi, artık gülmüyordum. "Regina.." Caner'in sesiyle kendime gelip yüzü kan içinde kalmış Orhan'ı neredeyse bayılmak üzereyken bıraktığımda üstünden kalkıp kanlı ellerime baktım. Nedense bu eller artık bana haz dışında başka hiçbir şey hissettirmiyordu. Ve ben bundan korkuyordum. "Evet Orhan, çöz dedin çözdük. Şimdi ne yapmak istiyorsun?" Zaten yerden zar zor doğrulmaya çalışıyorken bir yandan da öksürüp ağzından gelen kanı yere tükürüyordu. Konuşacak halinin bile kalmadığını anladığımda gözlerimi Nihat'a çevirdim ama o gözlerini hızla benden kaçırmıştı. "Daha birkaç saat önce beni öldürmekten, hatta üstümde daha kötü şeyler yapmaktan bahsetmiyor muydunuz siz? Ne değişti? Nereye gitti o cesaretiniz?" Gözlerimi diğer adamların üzerinde bir bir gezdirdiğimde yavaş yavaş onlara yaklaşmaya başladım ama hiçbiri yüzüme bile bakamıyordu. Belli ki bu gece hissettikleri tek duygu korkuydu, benden deli gibi korkuyorlardı. "Çoğunuz beni bu güne kadar hiç görmedi, tabi bazılarınız hariç. Onlar çok şanslı." Arkama dönüp Nihat'a göz kırptığımda bakışlarını yine ve yeniden kaçırdı. "Beni hiç görmediniz tamam... ama adımı da hiç mi duymadınız? Kimlere neler yaptığımı mesela? Ya da size neler yapabileceğimi? Bu kadar mı körü körüne bağlısınız şu itlere? Ölüme kendi ayaklarınızla gidecek kadar mı?" Hiçbiri bana cevap vermediğinde gözlerimi devirdim. Keşke Orhan gibi boş da olsa konuşsaydılar, böyle de hiç eğlenceli olmuyordu ki bu sorgu işi. "Neyse ki şanslısınız, artık benimle tanışma vaktiniz geldi beyler. Bundan sonra hiçbiriniz benim yüzümü unutamayacaksınız. Çünkü gördüğünüz son yüz benimki olacak." Kaçırdıkları gözleri, eğdikleri kafaları hızla doğrulduğunda bakışlarından geçen tek duygu yine korkuydu. Fazlaca korku.. Bu anı bekleyen Ateş elindeki alet çantasıyla içeri girdiğinde gülümsedim. Her zamanki gibi zamanlamayı tam tutturmuştu. Seviyordu bu assolist tavırları... "Siz de biraz eğlenmek ister misiniz?" Ömer ve Caner sanki bunu sormamı bekliyormuş gibi Ateş'in açtığı alet çantasından oyuncaklarını aldıklarında yerime geri çekilip masaya yaslandım. Oldukça kanlı bir şov birazdan başlıyordu... Ellerine aldıkları pense, matkap, kerpetenle adamların yanlarına yaklaştıklarında gözlerimi korkuyla bana bakan Nihat ve Orhan'a çevirdim. "Neden böyle şok olmuş gibi bakıyorsunuz? Siz de aynısını Selim'e yapmadınız mı? Parmaklarını tek tek kırmadınız mı? Ee, ilahi adalet diye bir şey var. Bu gece yaptıklarınızı siz de yaşayacaksınız." Sıranın onlara da geleceğini biliyorlar ve bundan deli gibi korkuyorlardı. Tabi bunları düşünmek için çok geç kalmışlardı. "Bu arada, ben elimi kolumu sallaya sallaya sizin ininize girdim ama beni öldüremediniz. Reis'inizi delik deşik ettim, siz yine beni öldüremediniz. Hatta sana son bir fırsat verdim Orhan, ama sen yine beni öldürmeyi başaramadın. Yani hatayı bende değil, biraz da kendinizde arayın beyler." Sözümü bitirir bitirmez odayı dolduran çığlıklarla gözlerimi yumduğumda derin bir nefes aldım. Arkadaşlarım beklediğimden de hızlı davranmıştı. "Benim için kuş kafese girmişken vuralım mı demiştin ya Orhan'cığım.. Şimdi etrafına iyi bak, burası sizin o dandik kafesinize benzemez." Verdiğim işaretle adamlarının bir parmakları daha kırıldığında yine ve yeniden içeriyi acı dolu çığlıklar doldurdu. Aslında ben sözlerimin aksine hiçbir zaman böyle işkenceler yapmayı sevmemiştim. Hatta çoğu zaman burada olmayı bile tercih etmiyor, uzaklaşıyordum. Ama bu defa şartlar farklıydı, çok farklı. "Yani kısacası demek istediğim şu, sizi buradan artık hiç kimse kurtaramaz beyler. Yolun sonuna geldiniz, çünkü burası benim cehennemim." "Yalvarırım durun." "Acıyın bize!" İnlemeler ve yalvarmalar... İçimdeki hiçbir iyi duyguyu harekete geçirmiyordu artık. Ne çekip gitmek, ne de kulaklarımı kapatmak istiyordum bugün. Ama çığlıklar da bana ne haz veriyor ne de nefret ettiriyordu. O an anladım ki, ben Hale'yi çoktan kaybetmiştim.. Yaklaşık iki saat kadar olmuştu sanırım. Ateş her birinin parmaklarını tek tek kırdıktan sonra farklı işlemler için hazırlanmaya başlamış ve ben de bu sırada gitmek için ayaklanmıştım. Saatlerdir burada farklı farklı işkence teknikleriyle bayıltılan sonra yeniden ayıltılan adamları izliyordum. Bugünlük bu kadarı yeterliydi. "Bu ikisine karışmayın, bunlar benim. Siz onlarla istediğiniz kadar eğlenebilirsiniz, öldürmeyin yeter." dedim Orhan ve Nihat'ı işaret ederken. Son olarak Ömer'den silahımı da alıp odadan çıktığımda son kez minik kuşlarıma dönüp küçümseyerek bakmayı da ihmal etmemiştim tabi. Bu onlara tüm gece yeterdi. Adımlarım revire yöneldiğinde Selim'i kontrol edip Bengi'yi de haber vermesi için yeniden uyardığımda bana sarılıp bir süre boyunca ağlamıştı. Ama benim buna bile halim yoktu. Regina ne zaman Hale'yi ezip ortaya çıksa bedenim tüm gücünü sonuna kadar kullanıyor, beni yıpratıyordu. Bir anda pili bitmiş oyuncak gibi kalakalıyordum ortada. Ve şimdi de o anlardan birindeydik, adım atacak gücü bile bulamıyordum kendimde.. Revirden ayrılıp oldukça yavaş bir şekilde Kadir'in odasına doğru yürümeye başladım. Öyle çok acıkmış ve yorulmuştum ki bedenim bana yine çok ağır geliyordu, merdivenleri bile çıkmakta zorlanıyordum. Sonunda odaya ulaşıp içeri girebildiğimde Onur'u bıraktığım yerde, söylediği gibi ekranların başında buldum. Onun da gözleri eş zamanlı olarak bana döndüğünde ben hala kapıda dikilmeye devam ediyordum. "Gelsene.." Sanki bunu söylemesini bekliyormuşum gibi içeriye girip koltuklardan birine yorgun bedenimi bıraktığımda ellerimi de yüzüme kapattım. Az önce defalarca kez yıkasam da hala kan kokmalarına aldırmamaya çalışıyordum. Birkaç dakikanın ardından adım sesleri yanımda son bulup koltuğun boşta kalan kısmını doldurduğunda başımı yasladığım yerden kaldırdım. Bu sırada gözlerim onun gözleriyle buluştuğunda yorgunluk dolu derin bir nefes almayı da ihmal etmemiştim. "İyiyim." Az önce gözlerinde bariz bir endişe varken bu yerini yavaşça anlayışa bıraktı. Zaten onun bana ne soracağını biliyordum, her şeyi izlediğini de biliyordum. Tahmin etmek zor olmamıştı. "Gidelim mi?" Onu onaylayıp ayağa kalktığımda bu ani hareketimle başım dönmüş ve düşmek üzereyken son anda Onur'un koluna tutunmayı başarmıştım. Bu hareketim onu başta şaşırtsa da sonra ne kadar kötü olduğumu anlayıp bir süre sessizce kendime gelmemi bekledi. Sanırım açlıktan ve yorgunluktan tansiyonum epeyce düşmüştü. "Yürüyebilecek misin?" Elimi kolundan çekip başımla onayladım. "İyiyim ben, gidelim." İtiraz etmek istiyor gibi dursa da, etmedi. Yavaşça arka kapıdan çıkıp arabaya doğru yürümeye başladığımızda sessizdik. Hatta buradan eve gidene kadar geçen tüm yol boyu sessizdik. O da benim gibi susmuş, bana olanlar veya olacaklar hakkında hiçbir şey sormamıştı. Konuşmak zorunda olmadığım için içten içe mutlu hissediyordum tabi. Benim de bir süre sessizce kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı. Araba beklemediğim bir anda durduğunda kafamı camdan kaldırıp Onur'a döndüm. Daha eve bile gelmemiştik ki, neden durmuştu? "Yiyecek bir şeyler alıp geliyorum." Ben daha hiçbir şey soramadan cevabı verdiğinde bir şey dememe de fırsat vermeden arabadan indi. Şaşkınca arkasından bakarken dudaklarımda oluşan saçma tebessüme de engel olamadım. O söylemese asla bir şey istemez, ya da yemezdim bu gece. Yatağıma yatar ve düşünceler beni yalnız bırakana kadar öylece dururdum. Ama o, benim bir şey söylememe bile gerek duymamıştı. Onu beklerken geçen bu süre zarfında müzik dinlemek için radyoyu açıp sesi de yükselttiğimde başımı tekrar cama yasladım. Biten hit parçanın ardından güzel bir melodi arabanın içini doldurduğu sırada kapı açılmış, elinde bir sürü pizza kutusu ve poşetlerle Onur içeriye girmişti. Yiyecekleri bir şey söylemeden arka koltuğa bırakıp kemerini taktığında o da benim gibi sessizce çalan şarkıyı dinlemeye başladı. Yıllar sonra anıların üzülerek hatırlanacak Pişmanlık ne kaderini ne de peşini bırakmayacak Aşkın kor, soğuk sularına kapılmayacak O an bir daha, yaşanmayacak.. Sözlerle birlikte üzerime çöken ağırlıkla gözlerim dolmaya başladığında dudağıma dişlerimle eziyet ettim ama kendimi tutamayacağımı da çoktan fark etmiştim. Onur'a fark ettirmemek için sessizce ağlamaya ve iç çekmeye başladığımda, çalan şarkı da tuzu biberi oluyordu işte. Gidecek yerin yok Çalacak bir kapın yok Anlarsın yalnız kaldın mı bu dünyada.. İşte şarkıda tam bu kısım beni anlatıyordu. Ne gidecek bir yerim ne de çalacak bir kapım vardı. Zaten ben hep yalnızdım. O anda gözümün önünde beyaz bir peçete belirdiğinde kafamı camdan kaldırıp Onur'a döndüm. Peçeteyi uzatıyor ama bana değil, yola bakıyordu. "Sağol." diyebildim yalnızca. Zaten belli ki o da bir şey söylememi beklemiyordu. Bundan sonra birkaç şarkı daha çalıp bitmiş, biz de sonunda eve gelebilmiştik. Elindeki poşetlerle birlikte arabadan inip önümden yürüyen adama ayak uydurduğumda, bu defa da eve girip onun aksine merdivenlere yöneldim. "Uyumadan önce bir şeyler ye, bunları senin için aldım." Bana seslendiğini anlayıp adım atmayı kestiğimde arkamı dönmeden yanıtladım. "Teşekkür ederim, ama yemek yiyecek halim yok." Deli gibi acıkmıştım, tansiyonumun da düştüğünün oldukça farkındaydım. Ama ayaklarım beni doğrudan yatağa sürüklüyordu. Başka bir şey demesine fırsat vermeden odaya girip üzerimdekilerden hızlıca kurtulduğumda, hız kesmeden sıcak suyun altına oturdum. Bu sırada gözümün önünden bugün yaşanan her şey tekrar bir film şeridi gibi geçip gittiğinde elimi uzatıp da hiçbirine tutunmadım. Bu gece yalnızca suya karışıp gidişlerini izlemek bile yetmişti bana.. Bir süre sonra iyi geleceğini düşündüğüm bu su da vücuduma ağırlık vermeye başladığında elime gelen ilk havluyu kısa olup olmamasına aldırmadan vücuduma sarıp odaya geri döndüm. Tabi o an karşımda Onur'u görmek asla beklediğim bir şey değilken onun da gözleri hızlıca beni bulmuştu. İfadesiz suratı yerini yavaşça şaşkınlığa bıraktığında önce elindeki tepsiye sonra yeniden gözlerine baktım. Ne ben duştan çıkıp onu görmeyi, ne de o yemek getirdiği beni yarı çıplak görmeyi bekliyordu... "Karnın aç uyuma diye yemek getirmiştim." diye anlaşılır bir açıklama yaptığında sesi de aynı gözleri gibi şaşkındı. Ve biz hala saçma bir şekilde donmuş gibi birbirimize bakıyorduk. Peki şimdi arkamı dönüp banyoya geri kaçsam çok mu aptalca olurdu? "Makyajı bile silemeden duşa girdim, kötü gözüküyorsam kusura bakma." Yüzüme öyle dikkatli bakıyordu ki ne diyeceğimi bilememiş, saçmalamıştım. Aslında sadece yüzüme bakıyor olması bile oldukça düşünceli bir hareketken ben durmadan salaklığımı ortaya koyuyordum. "Hayır, kötü gözükmüyorsun.." Gözlerini üzerimden çekmeden önce son söylediği şey beni adeta yaşayan bir enkaza çevirdiğinde duştan çıkmama rağmen başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hissettim. Tüm vücudum yüzüm gibi kırmızıya boyandığında söylediği şey kafamda hala yankılanıyordu. "Aksine çok güzelsin." 🔱 |
0% |