Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Bölüm 8: Geçmiş

@shevval

Bölümü yazarken dinlediğim müzik:

Dedublüman - Sakladığın bir şeyler var


Okurken bir yandan da şarkıyı dinlerseniz bölümü daha iyi anlayabilirsiniz. 🤍

🔱

Kulağıma ilişip beni uykumdan söküp alan melodiyle gözlerimi araladığımda bulanık bakışlarımı asla ismi okuyamadığım o ekrana çevirdim.

"Alo?"

"Happy life, happy morning baby! Miss u!"

Bünyeme bir anda oldukça fazla neşeli gelen sesin sahibiyle benim de yüzümde bir tebessüm belirdiğinde yavaşça yatakta oturur pozisyona geldim. "Sana da günaydın demek isterdim ama orada gece olduğunun farkındayım."

Sabaha doğru eve geldiğimiz için yalnızca dört saat uyuyabilmiştim. Ve bu da yorgunluğumun yarısını bile atamadığım anlamına geliyordu. Ama beni aradığı ve uykumu böldüğü için de ona kızacak değildim, her şeye rağmen Şule'nin sesi bana iyi geliyordu.

"Hala uyuyor musun sen ya ? İş falan yok mu bugün ?"

Aslında yapılacak o kadar çok işim var ki Şule.. Bir bilsen beni uyandırmayı aklından bile geçirmezdin.

"Bugün serbest günüm." diye gelişigüzel bir yalan söylerken bir anda arkadan duyulmaya başlayan yüksek müzik sesiyle yüzümü buruşturdum. Belli ki birileri yine kulüplerde sabahlıyordu.

"Ay ben seni biraz erken mi uyandırmış oldum o zaman? Saat kaç ki şu an orada ?"

İçkili nefesini telefonun ucundan bile net bir şekilde alabiliyorken zar zor cümle kurmasına da abartıyla gözlerimi devirdim. "12'ye geliyor."

Bir yandan elimle kabarmış saçlarımı düzeltirken gözlerimi de pencereye çevirdim. Hava soğuk olmasına rağmen gökyüzü bugün fazla güzeldi.

"Nasıl yani, şu an Türkiye'de saat 12. İtalya'da değil misin sen ?"

Lanet olsun. Ben bu kısmı çoktan unutmuştum.

Büyük bir pot kırdığımı ancak o söylediğinde fark edebildiğimde sanki görebilecekmiş gibi gözlerimi kaçırdım. "10'a geliyor demek istedim. Telefonumda Türkiye saati duruyor da hala, kafam karıştı."

"Neyse neyse, ben sana bir şey anlatacağım. Ben aşık oldum!"

İçkili olduğu için sanırım fazla uzatmayıp bana inandığında hızla alakasız bir konuya geçmiş ve beni telefonda yaklaşık kırk dakika kilitlemişti. "Bir arkadaşla dans ederken o beni uzaktan kesiyordu zaten. Tahmin etmiştim gelip numaramı isteyeceğini ben."

"İçip içip herkese aşık olmaktan tahmini olarak ne zaman vazgeçeceksin acaba Şule?"

"Elimde değil ki, burada herkes çok yakışıklı!"

Beni ciddiye almadığını anladığımda bir anda gerilen sinirlerime hakim olmaya çalıştım. Her zaman hayatı hızlı yaşayan biri olmuştu evet, ama artık çocuk da değildi. Böyle yaşamaya daha ne kadar devam edebilirdi ki?

"Yıllardır o okulu bilerek uzattığını biliyorum. Ama artık kendine gel, barlarda sabahlayarak hayatını geçiremezsin. Bir düzen kur, sevdiğin işi yap ve kendi ayakların üzerinde dur. Ayrıca burada seni seven bir ailen var, ben varım. Seni çok özlüyoruz. Kendini bizden daha ne kadar uzak tutacaksın Şule?"

"Biliyor musun..." dedi derin bir nefes alırken. "Aslında dönmeyi ben de birkaç aydır düşünüyordum, oraya geldiğimde de kafamda netleşti bazı şeyler. Okulum bu dönem bitiyor, gerçekten bu defa kesin bitiyor yani. Stajı falan da hallettim hızlıca... Dönüyorum yani, temelli!"

Alkolün etkisi konuştukça azalıyor muydu emin değildim ama bir anda daha mantıklı ve anlaşılır konuşmaya başlamıştı. "İşte benim kızım.." diye mırıldandım sevinçle. Onu bu kadar hızlı gaza getirmeyi planlamıyordum ama beklediğimden de iyi işe yaramıştı.

"Neyse ya, kapatıyorum ben. Buradaki son gecelerimi de gördüğüm herkese aşık olarak geçireceğim. Öptüm darling!"

Görüşürüz bile diyemeden telefonu net bir şekilde suratıma kapattığında bir süre ekrana boş boş bakmış sonra da daha fazla tutamadığım kahkahamı serbest bırakmıştım. Bu kız deliydi, gerçekten deli!

O anda gözlerim makyaj masasının üzerinde duran tepsiye kaydığında zihnime doluşmaya başlayan anılarla yerimde huzursuzca kıpırdandım.

"Makyajımı silmeden duşa girdim, kötü gözüküyorsam kusura bakma."

"Hayır, kötü gözükmüyorsun.. Aksine çok güzelsin."

Gözümün önünde gereksiz bir şekilde canlanan sahneyi başımı iki yana sallayarak hızlıca kendimden uzaklaştırdığımda derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Bu oda bir anda fazla havasız olmaya başlamıştı.

Hızlıca pencereleri açıp içeriye temiz hava girmesini sağladıktan sonra ne yapacağımı bilemeyip öylece ayakta dikilmeye başladım. Yarım kalan uykuma bile dönemeyecek kadar kendime gelmiştim bir anda.

"Neyse, tamam. O zaman hazırlanıp aşağı inelim Hale."

Ellerimi çırpıp kendimi bir nevi gaza getirdiğimde bu defa da kapaklarını açtığım kıyafet dolabının önünde dikilmeye başladım. Ama istesem bile odaklanamıyordum ki hiçbir şeye. Mala bağlamıştım sanki..

Ben beynim durmuş gibi dakikalarca kıyafetlerle bakışmaya devam ederken yatağın üzerinde bıraktığım telefonum titredi ve bütün dikkatimi hızla kendisine çekti. Uzanıp elime aldığım telefonun ekran kilidini açtığımda mesaj kutusuna girdim ama beklediğim gibi bir şey göremedim.

"Ama mesaj geldi, sesi duydum." Kendi kendime mırıldanıp gelen mesajı arıyorken gözüm bir anda spam kutusuna ilişti. "Buldum, işte buradasın.."

Bana bir anda hiç yabancı gelmeyen o numaradan gelen mesajın üzerine tıkladığımda ekranda gördüğüm yalnızca iki kelime vardı.

O burada.

"Sen de üşütme gir içeri maviş.."

O hala bana bakıyorken bir yandan geri geri adımlıyordu. Ani fren yapan arabanın sesi ikimizin bakışlarını bir bıçak gibi keserken artık gözlerimizin yeni hedefi bana silah tutan takım elbiseli iki adamdı..

"Hale?" 

Ben korkuyla olduğum yere çakılırken Melih beni korumak ister gibi arkasına aldı. Ama bu beni daha çok korkutmak dışında başka bir şeye yaramamıştı.

"Pişt, sen gel bakalım buraya."

Bana seslendiğini biliyordum, ama istesem de yürüyemiyordum.

"Ne istiyorsunuz ondan ?"

Melih cesurca, sanki adamlar ellerinde silah tutmuyorlarmış gibi onlara bağırdığında birinin gülme sesini duydum.

"Sana ne lan süpermen, çekil kenara. Kız bize lazım."

Adamın sözleri gözyaşlarımın akması için sanki bir emir gibiyken bize doğru yaklaşan adım sesleri duydum. "Yaklaşma, dokunamazsın ona!"

Titreyerek Melih'in beline kollarımı sardığımda, o da bundan güç alarak daha da yükseltiyordu sesini. "Yaklaşma dedim!"

"Eeh, çekil lan önümden!"

Adam Melih'i kolundan tutup bir kenara fırlattığında beline sardığım kollarım yüzünden ben de düşecek gibi olmuştum ki beni son anda o pis elleriyle tutmuştu.

"Bırak, bırak beni!"

Kurtulmak için çabalasam da bırakmıyordu. Biliyordum, ne kadar yalvarsam da istediğini almadan bırakmayacaktı. Tahmin ettiğim gibi sonunda şakağımda bir soğukluk hissettiğimde çırpınmayı da bırakmıştım.

"Hah şöyle, uslu dur bakalım."

"Bırak lan onu!"

Melih bana doğru atılmak istese de eli silahlı diğer adam da onu tuttu. Artık ikimiz de çaresizdik..

Dolu dolu olan gözlerimle ona baktığımda, sanki kafasına silah dayanan biz değilmişiz gibi gülümsedi. Bana güven veriyordu...

Beni seviyordu...

Kimse beni sevmemişti, hatta babam bile...

Ama o seviyordu. 

Ve ben sevmeyi de, sevilmeyi de bilmiyordum. Onu sevemezdim, onu istesem de temiz sevemezdim.

Benim babam kirliydi, benim soyadım kirliydi. Baba dediğim adam bile kirini her zaman benim üzerime bulaştırırken, ben nasıl temiz kalabilirdim ki zaten...

"Baban nerede ufaklık?"

Önüme geçip silahı kafamdan çekmeden konuştuğunda kafamı hızla iki yana salladım. "B-bilmiyorum.."

Verdiğim cevapla birlikte suratıma yediğim sert tokat sağ kulağımı bir süreliğine çınlatıp sonra da sessizliğe teslim etti. Yoksa... sağır mı olmuştum ben ?

"Bir daha sormayacağım, baban nerede ?"

Elimi sızlayan yanağıma bastırıp gözyaşları içinde mırıldandım. "Gerçekten bilmiyorum abi, okuldan geliyorum zaten ben."

Üzerimdeki kıyafete ve çantama bakıp bir süre düşündü. Söylediğim ona da mantıklı gelmiş olmalı ki silahı kafamdan çekip benden bir adım uzaklaştı.

"Anahtarı ver."

Korkuyla gözlerim büyüdüğünde ne yapacağımı bilemeyip sustum. Ya babam evdeyse?

Yapamazdım. 

O beni sevmiyor olabilirdi. Ama o benim babamdı. Öldürmelerine izin veremezdim ki onu.

"Bende yok."

"Bana bak!"

Bu defa öncekinden daha sert bir tokat attığında çok geçmeden yüzüm asfaltla buluştu.

"Vurma lan kıza, gebertirim seni! Şerefsiz gücün ona mı yetiyor!"

Melih'in çaresiz bağırışları üzerine gözümü ona çevirdiğimde iyiyim der gibi başımı salladım. Susmalıydı, benim yüzümden ona da vurmalarını istemiyordum. Babamın pisliği onun da saflığını kirletsin istemiyordum..

"Yardım etsenize lan siz de, ne izliyorsunuz oradan?"

Melih bir anda ilgisini karşı binalardan, perdelerinin arkasına gizlenip bizi izleyen komşulara verdiğinde, ben de bakışlarımı onlara çevirdim. Sahi, neden öylece duruyorlardı ?

Burada iki genç çocuk dayak yiyordu, silahla tehdit ediliyordu ve neden biri bile çıkıp dur demiyordu ?

Benimle çocuklarını oynatmamalarına, yüzüme bakmamalarına zor da olsa alışmıştım. Alışmıştım ama bu kadarı da fazla değil miydi ? Kalp, vicdan yok muydu ya bunlarda? Polisi bile arayamıyorlar mıydı yani ?

Ama artık anlamıştım.

İnsanlara güvenilmezdi, insanlar sevgiyi de iyiliği de hiçbir zaman hak etmezlerdi.

"Kes lan, yeter. Sizinle mi uğraşacağım!"

Yanımda dikilen adam eve doğru gidip anahtarla falan uğraşmadan çıkarıp kilide ateş ettiğinde korkuyla yerimden fırladım. "Dur!"

"Kal yerinde!"

Silahı bir anda çevirip bana doğrulttuğunda mecburen istediği gibi yerimde kalmış ve çaresizce olacakları izlemeye mahkum bırakılmıştım.

"Lütfen baba, lütfen evde olma!"

O içeri girdikten sonraki geçen dakikalar sessizlik içinde sürüp gidiyorken adam evden çıktı ve bana doğru gelip hız kesmeden saçıma yapıştı. "Biz o it babana geldik, evine selamımızı verdik. Şimdi de o bize gelsin bakalım!"

Beni arabaya doğru saçımdan sürüklemeye başladığında babamın evde olmadığına sevinsem mi yoksa içinde bulunduğum duruma ağlasam mı bilememiştim.

"Bırak beni! Melih!" Arkadaşıma çaresizce bağırıyorken elimi uzatıp kaldırımdaki demir dubalardan birine tutundum.

"Direnme kız, yürü!"

"Abi napıyosun, emir böyle değildi?"

Melih'i tutan adam da onu bırakıp bize doğru koşuşturduğunda saçlarımdaki eller gevşedi. "Biz o itin peşinde gezip duracak mıyız lan? Azıcık yüreği varsa, kendi gelsin alsın kızını."

Beni saçlarımdan tutup yine çekiştirmeye çalıştı ama bu defa daha da kararlı direndim. Biliyordum çünkü.

Ben babamın umurunda bile değildim. Onlar isterlerse beni yıllarca esir etseler bile, gelmezdi.

"Bırak kızı şerefsiz bırak!"

Acıdan kısılan gözlerim bağıran Melih'i bulduğunda elinde tuttuğu büyük taşı ne yapacağını düşünmeme bile fırsat vermeden beni tutan adamın yüzüne fırlattı.

Saçlarımdaki eller bu hamlesiyle iyice gevşeyip sahibi de acı içinde bağırdığında ben de üstüme düşeni yapıp olduğum yerden Melih'e doğru koştum. Kahramanıma..

Ve o, yüzündeki tebessümle beni kucaklamak için kollarını açtığında ona hemen ulaşıp buradan koşarak kaçmayı hayal ettim.

Ama öyle olmadı.

Sarılmak için açtığı kolları bir anda beni tutup arkasına aldığında, ben ne olduğunu bile anlamadım. Ve sonra yüksek bir ses duydum, ama o an yine ne olduğunu anlamadım.

Melih ısrarla önümde dikiliyorken ben neden hala kaçmadığımızı düşünüyordum. Sahi, o ses neydi?

"Abi ne yaptın sen?"

Adamlardan birinin bağırdığını duyup kafamı ileri doğru uzattığımda az önce beni tutan adamın silahını bize doğrulttuğunu gördüm.

Kaçmalıydık, buradan hemen kaçmalıydık!

"Melih?"

Korkuyla adını fısıldadığımda nedense adamlar beklediğimin aksine geri çekilip kaçar gibi arabaya bindiler. Kurtulmuş muyduk yani, ama nasıl ?

Gözlerimi bir anda dizlerinin üzerine düşen arkadaşıma çevirdiğimde korkuyla önüne geçip onun gibi diz çöktüm. "M-Melih? İyi misin?"

Yorgun ve kanlanmış gözlerini usulca bana çevirdiğinde yüzünün birkaç dakika öncesine göre daha beyaz olduğunu fark ettim. Ama dudaklarında yine o güzel gülümseme vardı.

"İyisin.."

Fısıltısı kulaklarıma zar zor iliştiğinde titreyen ellerimle yüzüne dokundum. Neden böyle bakıyordu bana? Neden acı çekiyor gibi görünüyordu?

"İyiyim."

Sözlerimle birlikte dizlerimde hissettiğim sıcaklıkla başımı yere eğdiğimde, görmeyi asla beklemediğim ve istemediğim o görüntüyle karşılaştım.

Kırmızı bir sıvı...

"M-Melih, burada çok kan var!"

Ve korkudan dolan gözlerim kanın geldiği yeri takip ettiğinde vardığım son nokta... Melih'in göğsü olmuştu.

O... vurulmuştu.

Gözlerimden akan yaşlar ve kesilen nefesim beni yavaşça gerçek hayata doğru sürüklediğinde elimi sakinleşmek için yüzüme kapattım.

"İyisin, iyisin Hale.." Kendi kendime mırıldandığımda, daha az önce açtığım pencereye doğru yürüyüp oksijeni derin derin içime çektim. Ama her nefes alışımda sanki daha da boğuluyor gibiydim.

Ayaklarım bu defa da banyoyu bulduğunda musluğu açıp yüzüme oldukça soğuk akan suyu çarptım. "Az kaldı, çok az kaldı." Konuşuyordum ama kendimi bile doğru düzgün duyamıyordum. Beynimde hep o ses yankılanıyor, gözlerimin önüne Melih'in yüzü geliyordu.

"Özür dilerim... özür dilerim."

Boğazıma düğümlenen hıçkırıklarımı daha fazla tutamayacağımı anladığımda usulca kendimi ağlama seline doğru bıraktım. Kendimle savaşmama, duygularıma direnmeme gerek yoktu. Belki ağlamak bugün bana iyi bile gelebilirdi.

Ama gelmedi.

Saliseler saniyelere, saniyeler de dakikalara dönüştüğünde oturduğum yerden güç bela kalktım. Musluğu açıp yeniden yüzüme soğuk suyu çarptığımda artık aynadaki kadını zor da olsa tanıyabiliyordum.

Öfkeden kızaran gözler, intikam ateşiyle yanan bir kalp... Bu bendim.

Dolabın önüne geçip hızlıca elbise, deri ceket kombini yaptığımda topuklu çizmelerimi de ayağıma geçirip makyaj masasına oturdum. Ağlamaktan ve uykusuzluktan kızaran gözlerimi kapatıcıyla kapatıp sade bir makyaj yaptığımda rujumu da sürüp yansımamdaki kadına beğeniyle baktım.

Yıllar sonra... o pisliğin içine yeniden gidiyordum. Ama bu defa ne bir kız çocuğu ne de acılı bir gençtim ben. Hale'ydim, yalnızca Hale.

Kol çantama cüzdan, anahtar gibi şeyleri koyup silahımı da içine attığımda odadan hızlıca çıkıp aşağı indim. Evde hiçbir ses yoktu, muhtemelen Onur erkenden kalkıp uykusuz bir halde işe gitmişti. Ve ben, onu düşünüp üzülecek bile vaktim olmadığını fark ettiğimde hızla evden çıkıp arabama bindim.

Çalıştırdığım arabayla bahçeden çıkıp hiçbir zaman unutamadığım o adrese doğru sürmeye başladığımda bir yandan da hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordum. O an direksiyonu parmaklarım beyazlayana kadar sıktığımın bile farkında değildim üstelik...

Ama gerilmeme gerek yoktu ki benim. Tanıdıkları o küçük kız çocuğu değildim ben sonuçta. Kimse beni aşağılayamaz, dışlayamazdı. Artık güçlüydüm, güçlü bir kadındım ben.

"Değiştim ben, çok değiştim.."

Kendimi gaza getirmem oldukça başarılı bir sonuç doğurduğunda hızımı daha da arttırıp bedenimi de o kaçınılmaz sona hazırladım. Bu ani gerginliğimin aksine çok uzun zamandır bugünü bekliyordum ben, çok uzun zamandır...

Sonunda oraya yaklaştığımı önüme çıkan ilçe tabelasından anladığımda torpidoya doğru uzanıp güneş gözlüğümü aldım. Bugün doğrudan göz göze gelmek istemiyordum kimseyle. Zaten onlar bunu bile hak etmiyorlardı.

Sueda Hanım Fen Lisesi

Gördüğüm büyük yazıyla ayaklarım benden bağımsız frene yüklendiğinde, kırgın gözlerimi de oldukça eskimiş olan binaya çevirdim. Benden çalınan gençliğimi en iyi hatırlatan yerlerden birisiydi burası... Ve Melih'ten çalınan o hayatı..

Teneffüste olduklarını anladığım gençlerde bakışlarımı bir bir gezdirdiğimde dudaklarımda yeşeren acı dolu gülümsemeye de engel olamamıştım... "Biz onlar kadar şanslı olamadık Melih..."

Titreyen dudaklarımı durdurmak için dişlerimi geçirdiğimde kafamı da direksiyona gömüp bir süre sakinleşmeyi bekledim. Yolu kapatıyor olmam, yanımdan geçen insanların garip bakışları umurumun yakınından bile geçmiyordu tabi bu sırada. Ağlamak istemiyordum, ağlamamam gerekiyordu. Güçlü kalmalıydım, burada olmazdı.

Teneffüsün bittiğini duyuran o zil sesi çalana kadar bekleyip, istediğimi aldığımda da kafamı kaldırıp yavaşça camı açtım. Hızlıca içeriye temiz hava dolmaya başladığında, ben de derin derin nefesler alıyor ve az önceki o ruhsuz halime geri dönmeye çalışıyordum.

Ama çok zordu, burada her şey her zaman çok zordu.

Arabayı yeniden çalıştırıp okulun önünden ayrıldığımda, ara sokaktan geçip bu defa da tam karşıdaki sokağın başında durdum. Oldukça basit olan bu araba sürme eylemi bile neden bu kadar yoruyordu ki bugün beni?

Titreyen bacağım gaza basmamak için benimle resmen savaş verirken kafamın içinde yeniden Melih'in sesini duydum. Ölmeden önce bana son kez seslenişini..

"İyisin.."

"İyiyim." dedim onu onaylar gibi. İyiyim Melih...

Gaza son bir cesaretle basıp, devrilmek üzere olan koca Çınar ağacını da geçtiğimde yıkık dökük o ev işte şimdi tam önümde duruyordu. Ve o lanet evin önüne serilmiş asfalt yol da.. Belli ki Melih'ten sonra yapılmıştı bu yol, her yeri kaplayan kanının üstünü böyle örtmüşlerdi. Sanki böyle cidden unutulabilirmiş gibi..

Geri dönme fikri aklıma yerleşmeden hemen önce arabadan inip gözlerimle etrafı hızlıca kontrol ettim. Ve gözlerim istemsizce yine oraya ilişti. Karşımızdaki binalara..

"Yıllar önce bize yardım etmeyen o insanlar şimdi bahçelerinde oturmuş, semaver çayı içiyorlar görüyor musun Melih? Onlar her şeyi unutmuş, hayatlarına yüzsüzce kaldıkları yerden devam edebilmişler belli ki.."

Sanki kendi kendime fısıldayışımı duymuşlar gibi bir anda tüm gözler benim üzerimde toplandığında her biri yavaşça ayağa kalkıp kapının önüne çıktı. Garip bakışları önce arabama sonra da bana değiyordu. "Selamınaleyküm, yanlış yola mı saptınız?"

Açıkçası son model bir arabanın ve iyi giyinimli bir kadının burada ne işi olabileceğini sorguluyorlardı.

Suratıma oturan kibirli gülümsemeyle onlara bakmayı sürdürdüğümde kendi kendime bu kadar kolay mıydı diye sorguladım. Beni görmeleri, benimle konuşmaları için bir araba ve güzel kıyafetler yeterli miydi yani? Bunlara sahip olmadığım için mi hep dışlanmıştım ben?

"Beni hatırlamanızı beklemiyordum zaten.." dedim alayla.

"Çıkaramadık hanım kızım, kusura bakma. Kimlerdensin ?"

Bana hitap etme şekli midemi bulandırdığında gözümde gözlük olmasına rağmen bakışlarımı kaçırıp yavaşça bütün sokakta gezdirdim. Aslında haklıydı, tanışmıyorduk... Çünkü siz beni hep görmezden geldiniz.

"Yol..." dedim elimle oldukça kusurlu dökülen asfaltı gösterirken. "Ne zaman yapıldı bu?"

Beklenmedik sorum onları şaşırttığında kendi aralarında duyamıyormuşum gibi fısıldaşmaya başlamışlardı bile. "9-10 yıl oldu galiba. Neden sormuştunuz?"

Ne zaman beni görse pencereleri suratıma kapatan o kadın... Mehtap Hanım. Hayatımda ilk defa beni kendine muhattap alıp soruma cevap verdiğinde ona döndüm ve yüzünü daha net görebilmek için biraz daha yanına yaklaştım. "Böyle mi kapatıyorsunuz geçmişi Mehtap Hanım? Böyle mi susturuyorsunuz o beş para etmez vicdanınızı ? Unutarak, görmezden gelerek?"

Ağır gelen sözlerimle birlikte gözlerinin titrediğini fark ettiğimde bu beni o an ne kadar mutlu edebilirse, o kadar mutlu etmişti. Yıllarca bu anı beklemiştim ben.

"Ama siz görmezden gelmeyi hep sevdiniz zaten, yanılıyor muyum?"

Benim yıllardır bu mahalleye bir kere bile gelmememin, adım atmamamın bir sebebi vardı. Çünkü burası sanki hala o günü yaşıyor, Melih'in kanı hala o yerde duruyor gibi hayal ediyordum kafamda. Tabi aptallık bendeydi, yeni yollar yapılıp eski izlerin ustaca silindiğini bilememiştim ben.

"Kimsiniz siz hanımefendi, ne diyorsunuz Allah aşkına?"

"Hale..." dedim başımı dikleştirerek. İlk defa utanmadım, korkmadım onların gözlerine bakarken. "Yüzüne camlar kapattığınız, babası kim olursa olsun onun bir çocuk olduğunu unutup dışladığınız o kızım ben. Tam burada arkadaşını ölüme terk ettiğiniz Hale'yim."

Her bir kelimemde artan öfkem ve sesimle birlikte o an her birinin gözünde aynı ifadeyi gördüm. Korku ve şaşkınlık.

Beni ömürlerinin sonuna kadar bir daha görmeyeceklerini düşünmüşlerdi, biliyordum. Beni buradan alıp yetimhaneye götüren sosyal hizmetler aracına binmeden önce de görmüştüm çünkü o ifadeyi gözlerinde... Giden o kız ve örttükleri bir avuç asfaltla kurtulduklarını sanıyorlardı.

"Hepiniz..." dedim işaret parmağımla her birini işaret ederken. "Hepiniz en az Melih'i öldüren o adam kadar katilsiniz!"

Deli gibi bağırıyordum çünkü onların hiçbir şey yaşanmamış gibi hayatlarına devam etmelerini kaldıramıyordum. Ben uyku uyuyamıyor, halüsilasyonlarla o anları tekrar tekrar yaşıyordum. Ama onlar... o kadar da kolay değildi.

"O adamları başınıza saran baban daha bu sabah buradaydı. Bağıracaksan git ona bağır, bizim derdimiz bize yetiyor zaten!"

Korku dolu gözleri yerini yavaşça yüzsüzlüğe bıraktığında alayla sırıttım. "Önceliğim o zaten... Ama merak etmeyin sizin de sıranız gelecek."

"Bizi tehdit mi ediyorsun sen ?"

Kocası da aynı onun gibi bana yüzsüzce bağırdığında hiçbir şey söylemeden onlara arkamı döndüm. Bu korku ve azap onlara bir süre yeterdi. Belki varsa biraz vicdanları, onları bir süre daha uyutmamasını dilerdim.

"Önce ben seni bulacağım, bizi tehdit etmek neymiş hesabını vereceksin!"

Arkamdan utanmadan yeniden bağırdığında olduğum yerde durup derin bir nefes aldım. Özür dilemek, affedilmek için yalvarmak yerine diklenmek...

Topuklarımın üzerinde ani bir dönüş yapıp tam önünde durduğumda gözlüklerimi çıkarıp öfkeden titreyen göz bebeklerine baktım dikkatle. "Korkudan mı, yoksa öfkeden mi titriyorsunuz Vedat Bey?"

Alaylı sesimle burun delikleri iyice genişlediğinde derin nefesler alarak sakin kalmaya çalıştığını fark ettim. Ve bu bana haz vermeye devam etti.

"Madem öyle..." Çantamın fermuarını açıp içinden cüzdanımı çıkardığımda kartvizitlerimden birkaç tane alıp hepsinin görmesi için havaya kaldırdım. "Beni bulmak isteyen burada yazan adrese gelsin. Tabi cesaret edebilirse.."

Suratlarına çarpar gibi attığım kartlar havada süzülüp yavaşça yere düştüğünde onlara son kez alayla gülüp arkamı döndüm. Adımlarımın ve intikamımın yeni hedefi eski evimken vazgeçmemek için de hiç düşünmeden yürüyordum.

"Doktor mu olmuş?"

"Yıllar sonra baba kız ne diye geldiler yine?"

"Bir bitmedi çektiklerimiz, bir bitmedi!"

Arkamdan gelen fısıltılı sesler topuklu ayakkabımın tıkırtısıyla birlikte gitgide azaldığında onları arkamda şaşkın, kızgın ve korku dolu bıraktığım için derin bir mutluluk hissediyordum. Sanki yıllardır içimde tuttuğum bu sözlerin dışarı çıkması ve yüzlerine çarpması sırtımdan büyük bir yük alıp götürmüştü bugün. Rahatlamıştım...

Kapının yanında duran saksıyı kaldırıp altındaki küçük anahtarı aldığımda titreyen ellerimi de istemsizce yumruk yaptım. Bir an bile düşünecek olursam cesaretim kırılırdı, ve ben buna izin veremezdim.

Paslanmış anahtarı kapı deliğine zorla oturtup çevirdiğimde açılan demir kapıyı itip kapının eşiğinde beklemeye devam ettim. Sağ ayağımı kaldırıp içeri uzattığımda da yere basmadan hemen önce durmak zorunda kalmıştım. Gerçekten benim... bunu tek başıma yapabilecek gücüm var mıydı?

"Ben sana eve erken gelme demedim mi lan?"

Karşımda dikilen saçı başı dağılmış adama diyecek bir şey bulamadığımda, o benim üzerime yürüyüp kolumdan sıkıca tuttu. "Git dışarıda ne b*k yersen ye, ama ben uyanıkken eve gelme! O b*ktan sıçan suratını görmek istemiyorum!"

"Ama baba..." Beni, bir şey dememe fırsat vermeden kapının önüne fırlatıp kapıyı da yüzüme çarptığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Hayır Hale, sakın ağlama.

Dizimde hissettiğim acıyla gözlerim aşağı kaydığında rengi sararmış külotlu çorabımın yırtıldığını gördüm. Ama... benim giyecek başka çorabım yoktu ki...

Yere düştüğüm için derisi soyulmuş dizim deli gibi canımı acıtıyorken buna dayanabileceğimi biliyordum, ben nelere dayanmıştım...

Çantamı kapının önüne bırakıp bahçeden çıktığımda evin yakınındaki parka doğru yürümeye başladım. Artık sonbahar mevsimine girmiştik, havalar her zamankinden daha soğuktu. Üzerime giydiğim hırka da beni ısıtmaya yetmediğinde parkta oynayan çocuklara baktım. Hepsinin üzerinde montları vardı, benim gibi üşümüyorlardı onlar.

"Ayşe gel, yeni aldığım ayakkabıma bak!"

Önümde duran iki kızı sessizce izlemeye başladığımda benim de gözlerim gösterdiği ayakkabıya kaydı. Pembe ve üzerinde barbie çıkartmaları vardı.

"Bak basınca ışıkları bile yanıyor!" Ayakkabının altından çıkan pembe ışıklar beni çok şaşırttığında istemsizce onlara biraz daha yaklaştım. "Çok güzelmiş.."

"Teşekkür ederim, sen de bak istersen annem aldı."

Ayakkabısının ışıklarını bir kez daha yakıp bana da gösterdiğinde dudaklarımda yeşeren o küçük gülümsemeye engel olamadım. Çok güzeldi, benim hayal bile edemeyeceğim kadar güzel...

"Sıla! Kızım gel buraya." Annesinin seslenmesiyle birlikte yanına koşup ona sarılmasını da buruk bir tebessümle izlemeye devam ettim. Bazı insanlar... ne kadar şanslı olduklarının farkında bile değillerdi.

"Ama senin ayakkabıların yırtılmış."

Adının Ayşe olduğunu öğrendiğim kız bana şaşkınca bakarken gözüm istemsizce kendi ayakkabılarıma kaydı. Ne bir deseni ne de parlak ışıkları vardı onlarınki gibi. Düz siyah bir ayakkabıydı işte... Üstelik hem küçük, hem de yırtıktı.

"Annen almıyor mu sana yeni ayakkabı?"

Sorduğu bir diğer soruyla birlikte çenem titreyip gözlerim de yavaşça dolmaya başladığında beni böyle güçsüz görmemesi için arkamı dönüp geldiğim yöne doğru geri koştum. Nereye gittiğimi bilmeden, öylece koştum. Sorduğu soruyu unutana kadar... koştum.

Ama beklediğim kadar uzağa gidemeden nefesim kesildiğinde durmak zorunda kalmış ve usulca bir kaldırım kenarına çökmüştüm.

Hava soğuktu, çok soğuk...

Gözlerim istemsizce yırtılan ayakkabılarıma tekrar kaydığında kendimi daha fazla tutamayacağımı da işte o an anlamıştım. Kafamı sızlayan dizime gömüp ağlamaya başladığımda o kızlardan ne farkım olduğunu düşünüyordum?

Neden benim bir montum yoktu mesela? Hep çok üşüyordum ben.

Neden yeni bir ayakkabım yoktu da bu sıkan, yırtık şeyi giymek zorundaydım? Barbie'li olmasına ya da ışık saçmasına bile gerek yoktu ki... Ayağımı acıtmaması yeterdi benim için.

Neden... benim de bir annem yoktu?

Yaşlarla dolan gözlerimi aralayıp yeniden o boş koridorla göz göze geldim. Ayağım hala havada, yere değecek cesarete kavuşmamı bekliyordu. Ve düşünmemeye çalıştım geçmişimi. Zaten burada mutlu olduğum tek bir günüm bile yoktu benim. Yalnızca acı... üstelik hala da devam ediyordu bu işkencesine.

Sonunda ayağım yere değebildiğinde o küçük kızın gözyaşları hatırına içeri girdim. Belki de son kez...

Adım attıkça ağır bir küf kokusu da burnuma doluştuğunda bir anda defalarca kez öksürmek zorunda kalmıştım. Yıllardır ev hiç hava almadığı için normaldi tabi bunlar. Anılar taze kalsa da, ev çoktan çürümüştü.

Temkinli ve yavaş adımlarla oturma odasına girdiğimde her şeyin son gün bıraktığım gibi kalması canımı bir kez daha yaktı.

Ellerimi acıttığı halde odun taşıyıp yakmak zorunda kaldığım soba, yayları koptuğu için uyurken belimi ağrıtan o koltuk... hepsi aynıydı. Yalnızca ben değişmiştim.

Fazla oyalanmadan oradan çıkıp mutfağın önüne geldim. Burası da aynı bıraktığım gibiydi işte. Çürümüş dolaplar, ayağı kırık bir masa ve üstümde parçalanan o tahta sandalyeler..

Parmaklarım sonunda, aslında ilk bakmam gereken yerin kapı kulpunu kavradığında oldukça kararlı bir nefes aldım. Onun odasıydı burası..

Boşta kalan elim de istemsizce belime doğru gittiğinde silahımın kabzasını her an çıkaracakmış gibi kavradım. Ani bir ihtimale karşı, acımayacaktım.

Kapıyı da aynı temkinli ve şüpheci ifadeyle araladığımda her şeyin aksine içeride beklediğim o görüntü yoktu. O da yoktu...

Çoktan gitmişti, kaçırmıştım işte. Yıllar sonra elime geçen ilk fırsat da böylece buhar olup uçmuştu gözümün önünden. "Geç kaldım..."

Çaresiz mırıltımla birlikte paslı ve kirli duvara yaslandığımda kendime kızıyordum. "Daha soğuk kanlı olmalıydım. Yıllarca bu anı beklemişken aptal gibi bu kadar oyalanmamalıydım."

"Kendine yüklenme, çok fazla durmadı zaten."

Bir anda arkamdan gelen erkek sesiyle yerimden sıçrayıp yaslandığım duvardan ayrıldığımda hızla sesin sahibine döndüm. Elim istemsizce yine belime gitmişken o an karşılaştığım gözlerin sahibi bana buruk bir gülümsemeyle bakıyordu.

"Sana da merhaba Hale.."

Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemeden hayretler içerisinde bu genç adama bakmayı sürdürdüğümde çenem de çoktan titremeye başlamış ve bana yeni bir ağlama krizinin yolda olduğunun haberini vermişti.

"Sen..." diyebildim yalnızca. "Sen ona çok benziyorsun."

Babamın burada olduğunu bana haber veren de oydu. Semih...

Mesajı görüp buraya geleceğimi de çok iyi biliyordu. Ama nedense şimdi karşımda dikilirken o da en az benim kadar şaşkın gözüküyordu.

"Bu bir iltifat mı?"

Gülümsedi. 

Ve o an abisine daha çok benzedi.

Bana veda etmeden önce son kez gülümseyen hali, işte şimdi karşımda bu çocuğun yüzünde duruyordu..

"Senin de benden nefret ettiğini sanıyordum.." dedim acıdan kısılan sesimle. Ama o inatla bana gülümsemeye devam etti.

"Senden hiç nefret etmedim. Çünkü o seni çok seviyordu." Bu cümle bardağımı taşıran son nokta olmuşken ona sırtımı dönüp gözyaşlarımı serbest bıraktım. Peki bu beni niye mutlu etmemişti?

Gözleri, gülüşü ve yüzü... abisi Melih'e o kadar çok benziyordu ki. Ben... o an onu karşımda görme ihtimaline bile ne kadar muhtaç olduğumu anladım.

"Ağlayacaksan gideyim ben?" Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip hızla ona döndüm ve yanına bir adım daha yaklaştım. "Hayır gitme... lütfen."

Sessiz kalması bile benim için yeterli bir cevapken o, gözleriyle beni baştan aşağı inceledi. "Bu kadar güzelleşeceğini tahmin etmezdim. Abim gerçekten zevkli adammış."

Sanki bana iltifat değil de hakaret etmiş gibi huzursuzlandığımda istemsizce gözlerimi kaçırdım. Düz bir elbise-ceket kombini giymeme rağmen, onun karşısında böyle durabildiğim için bile utanıyordum.

Benim az önce karşı binadakiler için düşündüğümü o da benim için düşünüyor muydu acaba? Abisi benim yüzümden hayatını kaybetmişken ben hayatıma bir şekilde devam ettiğim için içten içe kızıyor muydu bana?

"Ne düşünüyorsun öyle kara kara ?" dedi, yine öyle gülümserken.

"Eğer zamanın varsa... Bir yerlere gidip konuşalım mı ?"

Buraya gelirken gösterdiğim o cesaret ve dik başlılık bir anda uçup gitmişti işte. O eski Hale gibi suçlu ve korkmuş hissediyordum onun karşısında kendimi. Çünkü eğer abisi için beni suçlayacak olursa... ona edecek tek bir kelimem bile yoktu.

"Seninle hiçbir yere gitmek istemiyorum."

Gözlerimi yerden kaldırıp onun yüzüne çevirdiğimde beklemediğim cevap karşısında hayal kırıklığımı gizlemeye bile çalışmadım. Dediğim gibi... yine de ona diyecek tek bir kelimem bile yoktu.

"Az önce kapının önünde o insanlara haddini bildiren kadınla konuşmak istiyorum ben. Suçluymuş gibi kafasını eğen ve sesi bile çıkmayan bu kızla değil."

Cümle bir anda hiç beklemediğim bir şekilde yön değiştirdiğinde sol gözümden akan yaşa inat gülümsedim. Kalbim hızlandı, nefeslerim sıklaştı ama bu defa bunların hepsi mutluluktandı.

"Tamam..." dedim derin bir nefes alıp gözlerimin altını kurularken. "Tamam, toparlandım. Gidelim hadi."

Gülümseyerek bana yol verdiğinde yanından geçip bu lanet evden hızla ayrıldım. Gözlerim kısa bir an karşı binadan gizli gizli bizi dikizleyenlere kaydığında Semih'in hatırına onlara tek bir kelime daha etmemeye karar verdim.

Konuşmadan kilidini açtığım arabama bindiğimizde, istemsizce titreyen ellerimle kemeri zar zor takıp bana seslenen Semih'e döndüm. "Araba çok fena yalnız... zevkli kadınsın."

Neden bunlara mutlu olamıyordum, neden onun ettiği her iltifat kendimi suçlu hissettiriyordu bana? Neden ben olmasam Melih de böyle arabalara binebilirdi diye düşünmeden edemiyordum?

Belki de gerçekten durum böyle olduğu içindi.

"Teşekkür ederim. Nereye gidelim?"

Bir süre düşünüp kafasını iki yana salladı. "Bilmem, kafana göre.."

Onu onaylayıp önüme döndüğümde gaza yüklenip geldiğim yoldan aynı şekilde geri döndüm. Bu defa bize bakan insanlar, eski anılar beni yaralayamamıştı. Gariptir ki, yanımda Semih oturuyorken bana aynı abisi Melih'in verdiği o güveni veriyordu çünkü...

Arabayı ne zaman kafamı boşaltmak istesem gittiğim o yere doğru sürmeye başladığımda ikimiz de sessizdik. Ve bu yol boyu da böyle devam etti.

Yaklaşık yarım saat, belki de kırk dakika sonra bir uçurumun kenarında durduğumda İstanbul tam olarak artık ayaklarımızın altındaydı.

"Güzel yermiş.."

Beğenmesine sevinip arabadan indiğimde bagajı açıp her zaman yanımda taşıdığım kamp sandalyelerinden ikisini çıkardım. Buraya her zaman Melih'le de geldiğimi hayal eder, kendime bile belli etmeden ağlardım. Ve şimdi, yanımda kardeşi vardı.

O an uçurumun kenarından manzaraya bakan Semih'e gözlerim kaydığında istemsizce hareket etmeyi kesmiş ve sessizce onu izlemeye başlamıştım. Abisine bu kadar benziyor olması... bana öyle garip hissettiriyordu ki, tarif edemiyordum bile bu duygu karmaşasını.

Elime sarılıp bana ablam diye seslenen o çocuk... büyümüştü.

"Niye dikiliyorsun orada ?"

Yanıma gelerek elimden sandalyeleri alıp bir şey dememe fırsat vermeden kurmaya başladığında sessizce onu izlemeye devam ettim. İşte yine gözlerim doluyordu..

"Sen hep bu kadar ağlar mısın ya ?"

İstemsizce iç çekip dikkatini de üzerime çektiğimde o benimle dalga geçer gibi gülüp sandalyesine oturdu. Ben de yerimden kıpırdayıp yanındaki boş sandalyeye oturduğumda bu defa da manzaraya bakıp uzunca iç çektim.

"Serap Teyze... o nasıl?" Çekinerek sorduğum soruya karşı omuz silkti ve cebinden çıkardığı sigarayı dudaklarının arasına hapsetti. "İyi, bildiğin gibi işte."

"Baban ?" diye sordum bu defa da..

"Her zamanki gibi... umurunda değiliz."

Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Peki sen... sen nasılsın?"

O da benim yaptığım gibi bedenini bana döndürdüğünde doğrudan gözlerinin içine baktım. Dediği gibi korkmadan veya çekinmeden...

"Hep bugünün gelmesini bekledim."

Kaşlarım ne demek istediğini anlayamadığım için yavaşça havalandığında oldukça ciddi duran yüzüne baktım ve konuşmaya devam etmesini bekledim. "O olaydan sonra... bize geldiğin günü hatırlıyor musun?"

Hatırlamak mı... Hiç unutamamıştım ki.

"Ben daha 13 yaşındayken abimin öldüğünü söylediklerinde ne hissedeceğimi bilememiştim. Önce şaşırmış, sonra kızmış, en sonda da zor olmasına rağmen bir şekilde kabullenmiştim yokluğunu."

Elindeki sigaradan bir nefes daha çekip konuşmaya devam etti. "O günden sonra ailem parçalanmaya kadar gitti. Babam eve hiç gelmedi, annem zaten haplarla ayaktaydı. Ama ben o zamanlar abimin normal bir şekilde ölmediğini, birileri tarafından öldürüldüğünü bile bilmiyordum."

Gözleri meşhur İstanbul manzarasıyla buluştuğunda acı dolu bir ifadeyle gülümsedi. "Sonra bir gün sen geldin. Ben odamda ders çalışıyordum o sırada... Zaten ilk günden beri içten içe hep geri gelmeni beklemiştim. Çünkü abim seni seviyordu, ben de seviyordum. Abim yoksa, sen varsın diye düşünüyordum."

Bitmiş sigarayı yere atıp ayağının ucuyla ezdi ve yeniden yaşlarla dolmuş gözlerime baktı. Ama bu defa ağlamamamı söylememişti.

"Kapının arkasından tam çıkıp sana sarılacakken annemin sana attığı tokadı gördüm. Oğlum senin yüzünden öldü gibi saçma sapan şeyler söylüyordu."

Niye geldin buraya ? Daha ne kadar ateş düşüreceksin ocağımıza Hale ? Oğlum gencecik yaşında senin baban yüzünden öldü! Senin önüne geçtiği için öldü! Hangi yüzle geldin buraya sen, hangi yüzle?

Serap Teyze'nin sesi kulaklarımda çınladığında kafamı yere eğip dudağıma dişlerimle eziyet ettim. O anları hatırlamak bile kalbime iyileşemeyecek yaralar bırakıyordu, ki konuşmak... oldukça zordu.

"Ama ben hiçbir zaman seni suçlamadım. Çünkü onlar abimin seni ne kadar çok sevdiğini bilmiyorlardı. Daha çocuk olmama rağmen benimle oturup senin hakkında saatlerce dertleştiğini de bilmiyorlardı. Ama ben bunun öylesine bir sevgi olmadığını çok iyi biliyordum. Sadece aşk değil, bir arkadaş olarak da çok seviyordu o seni..."

Ben artık kendimi tutmayı bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlarken elini uzatıp sanki yaşça büyük olan oymuş gibi saçlarımı okşadı. "Çok acı çektin değil mi? Hep kendini suçladın.."

Kırgın gözlerimi yüzüne çevirip yalanlamadan onayladım onu. Evet, gecelerce kendimi öldürme planları yapmıştım ben. O yetimhanenin duvarları altında kalmayı her gün hayal etmiştim.

"Ama sen suçlu değilsin, abim senin yüzünden ölmedi."

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" dedim zar zor bulabildiğim sesimle. Ben bile buna inanmıyorken üstelik..

"Evet. Senin için ölmesi ve senin yüzünden ölmesi çok farklı şeyler çünkü. Kendine eziyet edip onu da bunu yaptığı için daha fazla üzme artık. Bırak huzurla uyusun. O seni severek öldü, her zaman iyi ve mutlu olmanı istediği için..."

Onu başımla onayladım ama karşılığında bir şey diyemedim. Ben de en az onun kadar Melih'in huzurla uyumasını istiyordum. Hatta bu hayattaki en önemli amacım da bunu gerçekleştirmekti. Onun katillerini toprağın altına gömdüğümde Melih de ben de sonsuz bir huzura teslim olacaktık.

"Çok güzelleşmişsin dediğimde, ya da arabanı beğendiğim için değişen o bakışlarını da fark etmedim sanıyorsan yanılıyorsun. Böyle bir hayat yaşadığın için ne kadar mutlu olduğumu bilseydin, o düşünceleri aklından bile geçirmezdin. Çünkü sen tüm bunlardan daha fazlasını hak ediyorsun."

Sözleri öyle güven dolduydu ki, içinden gelenleri söylediğine emindim. Ama ben onun kadar iyi bakamıyordum bu adaletsiz dünyaya...

"Kısacası abimi seni kurtardığı için pişman etme ve tek hayatını da doya doya yaşa. Başını şöyle yere eğmekten de vazgeç."

Sona doğru sesi kızgın bir hal aldığında bugün kurumak bilmeyen yanaklarımı silip gülümsedim. "Teşekkür ederim Semih. Çok güzel büyümüşsün."

"Biliyorum." Göz kırpıp elini saçlarının arasından geçirdiğinde fazla yakışıklı duran yüzünü inceledim. Melih de yaşasaydı böyle mi olacaktı acaba?

Mavi gözlü ve oldukça yakışıklı bir genç adam...

"Doktor olmuşsun." O bana gurur dolu bir ifadeyle bakarken, ben bunu nasıl öğrendiğini merak ederek kaşlarımı çattım. O an cebinden çıkardığı kartvizitimi bana uzattığında şaşkınlığım daha da artmıştı tabi.

"Geçen hafta çalıştığın hastaneye iş başvurusu için gelmiştim. Sonra doktorlarımız yazan tabloda senin ismini gördüm. Yıllarca seni ya da numaranı bulmak için o kadar uğraşmıştım ki bir anda karşımda güzel bir kadının resmini görünce ne yapacağımı bilemedim tabi."

Ben ağzım açık bir şekilde onu dinliyorken o hevesli hevesli anlatmaya devam etti. "Hemen gidip ben beyin cerrahınız Hale Ateş'e muayene olmak istiyorum dedim. Daha az önce iş başvurusuna geldiğimi söylediğim için şaşırdılar tabi, sonra üç aylık bir izinde olduğunu söylediler. Benim de o an bütün umutlarım çöpe düşmüş oldu."

"Kartvizitimi mi çaldın ?" dedim gülerken.

"Gizlice senin odanın olduğu kata çıktım, sekreter de yerinde yokken masada sadece özel hastalar için yazan kutudan birkaç tane kart alıp kaçtım. Gerçek numaran olduğunu düşünmemiştim ama şansımı denemek istedim işte. Zaten beyin cerrahisine muayene olmak istediğimi söylediğimde iş başvurusunu da reddetmişlerdi."

Gülen yüzüm bir anda solduğunda kaşlarımı çattım. "Ne, ama neden?"

"Cv'nizde bir hastalıktan bahsetmemişsiniz dediler. Ben de şahsen seni aradığımı söyleyemeyeceğim için sustum. Onlar da beni güzel bir dille reddettiler tabi."

"Hangi bölümden mezun oldun ki sen?"

"Psikoloji.." dedi gülerek. "Önce bizim aileden başlamak için."

"Hep bakkalcı olmak isterdin." dedim ben de alayla geçmişe gönderme yaparak.

"Sen de hep öğretmen olmak isterdin..."

Hüzünlü gözleri bana döndüğünde kendimi gülümsemeye zorladım. "Doktor olmak kaderimde varmış demekki."

"Abim ikinizin de doktor olmasını istiyordu diye doktor oldun değil mi?"

Beklediğim soru karşısında sessiz kaldığımda o, cevabı çoktan almıştı.

Evet, ben içten içe hep öğretmen olmayı hayal etmiştim. Melih de ısrarla doktor olalım, hayat kurtarırız gibi hayallerle süslüyordu kafamı. O öldüğünde de bu sanki benim yapmam gereken bir görevimmiş gibi hissetmiş, deli gibi çalışıp doktor olmuştum. İçimde hep o vardı, hep onun hayalleriyle yaşamıştım ben.

"Kendine çok yüklendiğini görebiliyorum." dedi anlayışla.

"Psikolog olduğun için, içimi okuman hiç etik değil." dedim ben de ağlamamak için gülerken.

"Sen de benim beynimi çıkar iyileştir istersen." Saçmalama der gibi ona bakarken yüzümün aldığı şekile kahkahalarla güldü. "Şakadan da anlamıyorsun."

Yüzümdeki gülümsemeyle birlikte gözlerimi kapattığımda soğuk olsa da beni mutlu eden o havayı biraz daha hissetmeye çalıştım.

"Ne zaman bana geçiştirmeyi bırakıp o soruyu soracaksın?" dedi ben hala gözlerimi ısrarla kapalı tutuyorken. "O zaman ben senden erken davranayım. Sabah eve girerken gördüm onu, sen gelmeden bir saat önce de gitti. Fazla telaşlı gözüküyordu, yine birilerinden kaçıyor gibiydi. Ve en önemlisi eve girerken elinde siyah bir çanta vardı. Ama çıkarken yoktu."

Söyledikleriyle birlikte gözümü açıp onu daha dikkatli dinlemeye başladım, konu ilgimi çekmeyi hemen başarmıştı. Kaşlarım kendiliğinden çatıldığında kimden ve ne ile kaçtığı hakkında tahminler yürütmeye çalıştım. Ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu.

Yıllarca onu aramış, bir türlü bulamamıştım. Mahalleye girmemin sebebi bile onu bulmaktı zaten. Tabi başta orayı sevmek ve aile gibi olmak planlarım arasında yoktu. Yakında ayrılacak olsak da mahallem ve ben etle tırnak gibiydik.

"Benim o çantayı bulmam lazım." Başıyla onaylayıp ayağa kalktığında benden hızlı davranıp sandalyesini toplamaya başladı. Ben de arkasından onun gibi toparlandığımda sandalyeyi elimden alıp bagaja geri yerleştirdi.

Arabadaki yerlerimizi alıp geldiğimiz yere geri dönmeye başladığımızda da yol boyunca çantanın içinde ne olabileceğine dair fikir yürütmüş, yine de bir şey bulamamıştım. Her şey, her şey olabilirdi.

"Yanlış sokağa girdin." diye bir ses duyduğumda irkilerek etrafıma iyice baktım. Hayır, doğru yerden girmiştim.

"Seni eve bırakıyorum." dedim durumu kısaca özetlerken. Kafası hızla bana döndüğünde itiraz edeceğini de çoktan anlamıştım.

"Hayır, seninle geliyorum."

Ve ben bu durumda ona cevap vermemeyi seçmiştim. Sonunda evlerinin önüne gelebildiğimizde de arabayı durdurup bu apartmana son geldiğim zamanki anılarımın yeniden canlanmaması için çabaladım. "İn hadi Semih, ben tek gideceğim."

"Eve tekrar gelmiş olabilir biliyorsun değil mi, seni tek başına asla yollamam oraya."

"İşte bu yüzden tek başıma gideceğim." dedim sesim istemsizce yükselirken. "Sana da bir şey olmasına izin veremem."

Gözlerindeki kırgınlık o an canımı oldukça fazla sıktığında kafamı çevirip yola bakmaya başladım.

"Lütfen... abla."

Beklemediğim bir anda, ve beklemediğim bir ses tonuyla... Bana yıllar önceki gibi seslendiğinde yeniden dolmaya başlayan gözlerimle ona döndüm. "Beni etkilemeye mi çalışıyorsun ?"

Çünkü bunu başardın.

"Seninle geleceğim, yakışıklı bir korumaya ihtiyacın olabilir. Şu kaslarıma bak!"

Bir anda dağılan ciddiyetine karşı istemsizce güldüğümde, onun bu işten vazgeçmeyeceğini de çoktan anlamıştım. Onu uzak tutmaya çalışsam da abisi gibi inatçıydı. Koşarak da olsa çıkar gelirdi yine peşimden.

"Kapat karnını, bende de var onlardan." O bana ciddi misin der gibi bakıyorken gülüp arabayı tekrar çalıştırdım. Ayaklarım geri geri gitse de son gaz o eve doğru sürüyordum.

Arabayı yine aynı yere park ettiğimde oyalanmadan indik ve ışıkları kapalı eve doğru yürümeye başladık. Biricik komşularımız da, yere dağılan kartvizitlerim de artık yoktu.

Temkinli adımlarla bahçe kapısından girdiğimizde Semih beni korumak adına koluyla durdurup önüme geçti.

Ve bu... yapmaması gereken tek hataydı.

"Sakın... sakın bir daha bunu yapma!"

Önüme uzattığı kolunu sert bir şekilde tutup ittiğimde şaşkın gözlerini muhtemelen korkudan beyazlaşmaya başlayan yüzüme çevirdi.

"Sen... iyi misin?"

Değildim. Çünkü az önce yaptığı o hareket Melih'in benim önüme geçip sonra da dizlerinin üstüne yıkılışını yeniden yaşıyor gibi hissetmeme sebep olmuştu. Ama ben... O anı tekrar yaşayamazdım, bunu kaldıramazdım.

Kalbim olması gerekenden daha hızlı atmaya başladığında derin derin nefesler aldım. Sanki ne kadar oksijen alırsam alayım yetmeyecekmiş, boğulacakmış gibi hissetmeye başlamıştım. Elim çaresizce boğazıma gittiğinde nefesim hırıltılara dönüştü.

Ona verdiğim sert tepki yüzünden oldukça şaşırmış olsa da nefes alamadığımı fark eden gözleri yerini hızla endişeye bırakmıştı. "Şşş, sakin ol. Hale abla bana bak, lütfen. Derin nefesler al, hiçbir şey düşünme."

Gözlerimi söylediği gibi gözlerine çevirdiğimde usulca bana verdiği talimatları yapıp sakinleşmeye sonra da sayı saymaya başladım. "Geçti, iyisin. Nefes alıyorsun, sorun yok. İyisin..."

İyisin..

O da abisi gibi iyi olduğumu söylüyordu bana. Ama ben iyi falan değildim.

Yavaşça geri çekilip elimi saçlarımın arasından geçirdiğimde kurumuş dudaklarımı zorla araladım. "Sen... sen abine çok benziyorsun ve o da benim..." derin bir nefes aldım. Bu cümleyi tamamlamak neden bu kadar zordu?

"O da benim önüme geçmişti o gün. Sonra..." Daha fazla konuşmama izin vermeden omzumdan tutup beni kendine çektiğinde beklemediğim bir şekilde sıkıca sarıldı. Önce şaşırıp kalsam da sonra buna ne kadar ihtiyacım olduğunu fark ettim. Titreyen parmaklarım usulca sırtında birleştiğinde gözlerimi de çoktan kapatmıştım.

Burası... bana iyi gelmiyordu.

Bir süre sonra hiç konuşmadan birbirimizden ayrıldığımızda kendimi gülümsemeye zorladım. "Küçükken Melih'e her kızdığında ben artık Hale Abla'nın kardeşi olacağım derdin. Eğer hala benim kardeşim olmak istiyorsan arkamda kal, ben seni korurum."

O an gözlerinde minnetle birlikte mutluluk duyguları parladığında bir sözümün onu bu kadar mutlu edeceğini de asla tahmin edemezdim. O abisini kaybetmiş yalnız ve yıpranmış bir çocuktu. Yeniden sonsuz bir sevgiyle korunmak istiyordu.

"Tamam, arkanda duracağım." Bana hevesle gülümsemeye devam ettiğinde daha fazla dikilmeyi bırakıp önüne geçtim ve evin kapısını açtım. Çaktırmadan elimi belime yakın tutuyorken beraber fazla sessiz olan o eve yeniden girdik.

Tüm odaları yine aynı dikkatle gezdiğimizde buraya bizden sonra kimsenin gelmediği de açıkça belliydi. "Tamam, şimdi çantayı bulalım."

Yatak odasına girip önce gardıropa ve yatağın altına bakmış sonra da bütün odaları tek tek gezmiştik. Bu işlem yarım saatimizden fazlasını aldığında da elimize geçen tek şey yalnızca boşluktu. Çünkü Semih'in gördüğü çanta hiçbir yerde yoktu.

"Ama elindeydi, gerçekten gördüm." dedi kendi kendini sorgularken.

"Gözden kaçırdığımız bir yer olmalı..."

Etrafıma dikkatle tekrar tekrar bakarken ayakkabılığın yanında duran çamurlu küreği fark ettim. Dudaklarımda yeşeren gülümsemeyle Semih'e döndüğümde, o benim bir anda değişen ruh halime garip gözlerle bakıyordu.

"Sanırım nerede olduğunu buldum.."

Elime küreği alıp koşarak yatak odasında hep kilitli tutulan balkon kapısının önüne geldiğimde, kapıyı önce açmaya çalışmış, sıkıştığını fark ettiğimde de sert bir tekme geçirip kırmıştım.

"Vay be!"

Semih arkadan bana tezahürat yaparken zaten bahçeye bitişik olan balkondan atlayıp etrafıma bakındım. Evet, şimdi düşünelim. Nerede olabilirdi bu çanta ?

Hava artık tamamen karardığı için bahçede hiçbir farklılık göremiyordum ki bir anda önüm aydınlandığında telefonun fenerini akıl eden Semih'e döndüm. "Aferin, hadi acele edelim."

Beni onaylayıp yürüdüğüm yerlere feneri tuttuğunda bahçedeki büyük ağacın yanına kadar her yere bakmıştık. Son baktığım yer olarak ağacın arka kısmında daha ıslak bir toprak fark ettiğimde aradığımın burada olduğunu da hemen anlamıştım.

Hız kesmeden toprağı kazmaya başladığımda küreğin ucu yumuşak bir şeye değene kadar eşelemeye devam ettim. Ve artık o siyah çanta gözümüzün önünde duruyordu.

"Bulduk."

Eğilip onu toprağın altından kurtardığımda etrafını da temizleyip çimenin üzerine koydum. Fermuarın ucunu bulup yavaşça açmaya başladığımda da içinden ne çıkacağına dair aklımdan binbir türlü düşünce geçiyordu.

"Oha!"

Semih kadar şaşırmasam da ben de gördüklerim karşısında bir miktar afallamıştım. Çanta ağzına kadar uyuşturucu ile doluyken bazı tahminlerimde yanılmadığımı bir kez daha anladım. Paketleri kaldırıp alt kısmını da elimle kontrol ettiğimde bulduğum beyaz zarfla kaşlarım çatıldı. Bu neydi şimdi?

Sıkıca bantlanmış zarfı yırtıp içindeki kağıdı çıkardığımda dikkatlice okumaya başladım.

Bu çantayı kimsenin bulamayacağı bir yere sakla. Zamanı gelince senden geri alacağım. Sıradaki görev Muzaffer Kaya'yı bulmak. İşi temiz hallet.

-A

Kaşlarım gizemli mesaj karşısında çatıldığında bunun ne anlama geldiğini düşünüyordum. Sıradaki görev neydi? Bu adam kimler için çalışıyordu böyle? Kimler onu saklıyordu da yıllardır ona bir türlü ulaşamamıştım ben?

"Şimdi ne yapacaksın?" Semih'in sesiyle derin düşüncelerimden sıyrıldığımda zarfı çantanın içine geri atıp diz çöktüğüm yerden geri kalktım. "Onu bulacağım."

Kendimden oldukça emin çıkan sesimle yanından geçip bahçe kapısına yürümeye başladığımda adım seslerinden de peşimden geldiğini anlayabiliyordum.

"Polisle halletsen daha iyi olmaz mı? Yine tehlikeli işlere bulaşmış gibi görünüyor. Ya sana da bir şey yaparsa?"

Yüzümde istemsizce alaylı bir sırıtış belirdiğinde bunu ona belli etmemeye çalıştım. "Sen bundan sonrasını merak etme. Kolay lokma değilim ben, yutmaya çalışırsa boğazında kalırım."

"Yine de kendini tehlikeye atacak şeyler yapma sen." dedi ısrarlı bir tonda.

Benim yıllar önce nasıl birine dönüştüğümü bilseydi böyle laflar etmezdi, biliyordum. Belki bilse benden korkardı bile. Artık onun tanıdığı Hale ablası olmadığım için çok garipserdi hatta.

"Tamam." diyerek konuyu uzatmadan kapattığımda çantayı bagajın altına özenle gizleyip arabaya geri bindim. Artık burada daha fazla kalmak istemiyordum, zaten boğuluyor gibiydim. Hem bir günde bu kadar çok geçmişi hatırlamak, yeniden yaşamak oldukça ağırdı.

Arabayı sessizce yeniden Semih'lerin evine doğru sürdüğümde, son durağımıza varıp yüzümü de tekrar yanımdaki genç adama çevirdim. "Bugün seninle yemek de yemek istiyordum aslında ama bu çantayla trafikte fazla dolanmasam iyi olur. Saat de geç oldu zaten, başka zaman yapalım. Olur mu?"

Beni gülümseyerek onayladığında beklentiyle elini uzattı. "Telefonunu ver."

Çantamdaki telefonu çıkarıp sorgulamadan ona uzattığımda bir numara tuşlayıp arama kısmına bastı. Bir süre sonra arabayı farklı bir melodi doldurduğunda cebinden kendi telefonunu çıkarıp ekranı gösterdi. "Sabah abimin numarasından mesaj atmıştım sana. Tanıdık gelir de mesajı açarsın diye..."

Bana kısa bir açıklama yaptığında elimi uzatıp saçlarını karıştırdım. "Koca adam olmuşsun..."

"Sen de şu huyundan hala vazgeçmemişsin." dedi göz devirirken. Saçlarını karıştırmamı çocukken de sevmez böyle mızmızlanırdı zaten. Onun bu memnuniyetsiz suratına güldüğümde telefonumu elimden alıp kapıyı gösterdim. "Hadi git, sizinkiler merak etmesin."

"Çocuk muyum ben?"

Bu defa da dediğine güldüğümde fazla oyalanmadan bana sarılıp arabadan indi. Apartmana girene kadar arkasından baktığımda suratımda da saçma bir gülümseme vardı. Yıllar sonra ilk defa omuzumdan bu kadar çok yük kalkmış, amacıma ulaşmama da çok az kaldığını hissediyordum. Emeklerim, çabalarım, gözyaşlarım boşuna değildi.

Bana acı dolu günleri yeniden hatırlatmak isteyen bu apartmandan gaza basıp hızla uzaklaştığımda sanki bugün az ağlamışım gibi yeniden akmaya hazırlanan gözyaşlarımı serbest bıraktım. Buraya gelmek benim için çok ağırdı, tahmin bile edilemeyecek kadar hem de. Geçmişimle yüzleşmek, o günü tekrar tekrar yaşamak... zordu.

Çocukluğumu bana zehir eden insanlara karşı ilk defa susmayıp içimden gelenleri söylemek gibi, hoş olsa da zordu. Ve arkamı dönüp karşımda Semih'i gördüğüm an... Sanki Melih hiç ölmemiş gibi karşımda duruyor ve bana gülümsüyor gibi gelmişti kısa bir anlığına. Ve ben yalnızca mutlu hissetmiştim.

Serap Teyze'nin yıllar önce o gün bana söyledikleri ve attığı tokattan sonra Semih'in de artık benden nefret ettiğine neredeyse emindim. Ama o benden hiç nefret etmemiş, hatta yıllarca benim geri gelmemi beklemişti.

Ve ben gelmemiştim.

Abisiz kalan o yalnız çocuğu, bir de ben istemeyerek ablasız bırakmıştım. Beni özlemişti. Sevilmeyi özlemişti.

Eski günleri özlemiştik...

Kendi kendime bugün yaşadıklarımı düşünüp deli gibi ağlıyorken bir anda arabayı dolduran yüksek melodiyle irkildim. Gözlerim hızla telefon ekranıma kaydığında gördüğüm o isim beni şaşırtsa da bir şey olmuş olma ihtimaline karşı fazla bekletmeden açtım.

"Efendim?" Sesimi güçlü ve sert çıkarmaya çalışsam da titremişti. Yalnızca fark etmemesini umabilirdim artık.

"Mahallede misin ?"

"Hayır, evine gidiyorum. Bir şey mi oldu?"

"Seni evde göremeyince mahallede olduğunu düşündüm. Durumlar nasıl diye sormak için aramıştım ama... İyi misin sen?"

Bu kadar iyi bir gözlemci titreyen sesimi fark etmese şaşırırdım zaten. Onur yine bildiğimiz Onur'du işte...

"İyiyim..." dedim olduğumun oldukça aksine. İnanmayacağını biliyordum ama yine de bu yalanı söylüyordum işte.

"Dikkatli gel, bekliyorum."

Telefon cevap vermeme gerek kalmadan suratıma kapandığında derin bir nefes aldım. Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Eve gittiğimde beni sorgulayacağını da biliyordum. Ama bugün o kadar yorgundum ki ona bir şey anlatacak halim var mıydı onu bilmiyordum. Zaten anlatmak istiyor muydum ondan da pek emin değildim...

Telefon konuşmasından trafik yüzünden yaklaşık bir saat kadar sonra Onur'un evinin önüne geldiğimde bahçe kapıları açılmış ve arabayı aldığım yere geri park etmiştim. Ama yerimden kıpırdayamadım.

Bir süre öylece oturup kendimi toparlamaya çalıştığımda bir yandan da kafamın içindeki sesleri susturmaya çalışıyordum. "Bu kadar yaklaşmışken yıkılamazsın Hale."

Kendimi bu gibi sözlerle telkin edip son bir cesaret arabadan indiğimde garajı açıp taşıması oldukça ağır olan o çantayı gizlediğim yerden geri çıkarttım. Eve doğru kararlı adımlarla yürüyorken kapı daha ben zile bile basmadan açılmıştı.

Karşımda beyaz dağınık gömleği ve kıyafetinin aksine oldukça özenli saçlarıyla Onur duruyorken aklıma bir anda dün gece gelmiş ve ben gözlerimi ondan kaçırmamak için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalmıştım.

"Gelsene..."

Geçmem için yer açtığında içeri girip hız kesmeden kaçar gibi merdivenlere yöneldim. Ama beklediğim olmuş ve o beni nazikçe durdurmuştu. "Önce biraz konuşalım."

Peşinden gideceğimi bilerek oturma odasına girdiğinde olduğum yerde bir süre bekledim. Konuşmak istemiyordum. Kendimi çok yorgun ve dolmuş hissediyordum bugün. Ama çantanın içinde bulduğum not ve isim... Onur bana bu konuda yardım edebilirdi. Elinin uzun olduğunu tahmin edebiliyordum. Bu adamı belki tanıyor olabilirdi, ya da tanıyan birilerini bulabilirdi benim için.

Ona anlatmak veya anlatmamak arasında kendimle kısa bir savaşa girdiğimde bir taraf savaşı çoktan kazanmıştı. Adımlarım onun peşinden oturma odasına yöneldiğinde koltukta beni beklediğini fark edip tam karşısına oturdum.

Ne düşündüğünü anlayamadığım gözleri muhtemelen şişmiş olan gözlerimde bir süre gezindiğinde sessiz kaldı. Benim konuşmamı bekliyordu. Zorlamıyor veya acele ettirmiyordu..

Kararı tamamen bana bırakmıştı.

Birazdan kimsenin bilmediği geçmişimle alakalı ipuçlarını da ona vereceğimin farkında olarak elimdeki çantayı aramızdaki masanın üzerine koydum. Bu benim için oldukça zor bir karardı, ama pişman olmayacaktım.

Gözleri benden zorla ayrılıp masaya bıraktığım çantaya kaydığında bir süre sessizce inceledi. Ardından oturuşunu düzeltip çantaya uzandığında ben de ne tepki vereceğini merakla bekledim.

İçini açıp paket paket uyuşturucuyla karşılaştığında ise önce kaşları çatıldı, sonra da gözleri yeniden bana kaydı. "Bunları nereden buldun?"

Ses tonu öfkeli veya suçlar gibi değildi. Yalnızca merak ediyordu.

"Sır.." dedim eski bir konuşmamıza gönderme yaparak. Her ne kadar ondan yardım isteyecek olsam da, bazı şeyleri ona açıklayamazdım.

"Anladım. O zaman soruyu değiştirelim, kimin bunlar?"

"Artık benim."

Cevabımın hoşuna gitmediğini ciddileşen surat ifadesinden anladığımda çantayı geri bırakıp cebinden çıkardığı bir dal sigarayı yaktı. "Benden ne istiyorsun peki?"

"Senden bir şey istediğimi nereden çıkarttın?" dedim sanki gerçekten öyle değilmiş gibi.

Ve gülümsedi.

Bu alaycı bir gülüş değildi belki ama ne kadar samimi olduğu da tartışılırdı tabi.

"Bir şey istemeyecek olsaydın bana bunları hiç göstermezdin."

Zekası karşısında bir kere daha bozguna uğradığımda ben de onun gibi gülümsedim. Ama benim gülümsemem oldukça içtendi.

Çantanın içerisindeki zarfı bulup çıkarttığımda o da dikkatle elimdeki kağıda bakıyordu.

"Muzaffer Kaya..."

Söylediğim isim karşısında surat ifadesi değişecek mi diye dikkatle ona baktım ama beklediğim gibi bir farklılık göremedim. "Böyle birini tanıyor musun ?"

"Hayır." 

Verdiği hızlı cevapla doğru söylediğine hemen ikna olmuştum. Umutlarım az da olsa kırılmıştı ama vazgeçmeyecektim. Benim bu adamı ne olursa olsun bulmam lazımdı. Hem de hemen.

"Peki kim olduğunu bulabilir misin?"

"Bulurum." Heyecanla oturduğum yerden ayağa kalktığımda büyük bir hevesle ona bakmaya başlamıştım. Ta ki Onur yeniden konuşana kadar...

"Ama bu işten benim ne çıkarım olacak?"

"Hep kendi çıkarlarını mı düşünürsün sen? Ortak değil miyiz, bana yardım edeceksin işte."

"Her zaman değil..." dedi sigarasını içine çekmeden hemen önce. "Ama bu seferlik, evet."

Bunu karşılıksız yapmayacağını anladığımda üzerimdeki ceketi çıkarıp hevesle kalktığım koltuğa çaresizlikle geri oturdum. "Peki, benden ne istediğini söyle. Her şeyi yapacağım."

Kaşları sanki isteğini reddetmemi bekliyormuş gibi hayretle havalandığında bana daha da dikkatli bakmaya başladı. "Demek bu adam o kadar önemli..."

"Evet, önemli."

Yalan söylememe gerek yoktu. Zaten bir şekilde doğrusunu öğreniyordu o.

"Karşılığında... herkesten sakladığın o sırrını öğrenmek istiyorum."

Kaşlarım doğru duyup duymadığıma emin olamayarak çatıldığında yüz ifadesinden doğru duyduğumu da çok net anlamıştım. Beni her zamanki gibi en hassas yerimden vuruyor, bir sıfır öne geçiyordu. Pekala, kendi kazdığım kuyuya düşmüştüm. Şimdi ne yapacaktım?

Anlaşmadan şu an vazgeçsem o adamı kimlere sorup, ne kadar zamanda bulacaktım belli değildi. Bugünkü gibi geç kalabilirdim, artık böyle bir lüksüm de yoktu. Ne olursa olsun babamdan önce bulmalıydım onu..

Bir yandan da neyi nasıl anlatacaktım ona. O kadar kolay değildi ki anlat deyince anlatmak. Birbirine bağlı bir dizi olay zinciri vardı, hangi birini anlatacaktım?

Kimse benim aslında kim olduğumu bilmiyorken ona karşı bütün zayıflıklarımı açmak belki beni daha da yaralayacaktı.

Ama ben hiçbir zaman seni suçlamadım. Çünkü onlar abimin seni ne kadar çok sevdiğini bilmiyorlardı. Daha çocuk olmama rağmen benimle oturup senin hakkında saatlerce dertleştiğini de bilmiyorlardı. Ama ben bunun öylesine bir sevgi olmadığını çok iyi biliyordum. Sadece aşk değil arkadaşı olarak da çok seviyordu o seni...

Semih'in cümleleri o an beni derin bir düşünce denizine doğru attığında bunu ona da, kendime de, Melih'e de borçlu olduğumu çok iyi biliyordum. Az kalmıştı, sevdiğimiz o çocuğun huzurla uyumasına çok az kalmıştı. Buraya kadar gelmişken vazgeçemezdim.

Zaten eğer ben bugün Onur'un teklifini reddedersem, yarın peşine düşeceğim bir geçmişim bile kalmayabilirdi. Yine geç kalabilirdim..

"Tamam.." Gözlerim yeniden o acı siyah gözlerle birleştiğinde dikkatle beni izlediğini fark ettim. "Bu işi hallettikten sonra her şeyi anlatacağım. Şimdi lütfen şu adamı bulur musun?"

Bir süre hiçbir şey söylemeden öylece bana baktı. Ne düşünüyordu, aklından ne geçiyordu bilmiyordum. Ama susuyordu.

Yanında duran telefonunu eline alıp birkaç tuşa tıkladığında Kadir'i arayacağını düşünüp elimle durmasını işaret ettim. "Anlattıklarım veya anlatacaklarım... ne olursa olsun aramızda kalmalı. Özellikle de bu konu."

Beni bir şey söylemeden başıyla onayladığında telefonunu kulağına yaklaştırdı. "Kadir'i aramıyorum, merak etme."

Dudaklarımı heyecanla birbirine bastırdığımda merakla onu dinlemeye başladım.

"Muzaffer Kaya. Bana adresini ve kim olduğunu bul, hemen."

Karşı tarafı dinlemeden telefonu geri kapattığında gözleri yeniden beni buldu. Konuşmaması ve sanki aklımı okuyor gibi öylece bakması kendimi fazlasıyla huzursuz hissettiriyordu.

"Neden öyle bakıyorsun?"

"Seni anlamaya çalışıyorum." dedi dürüstçe.

"Ama anlayamazsın. Ben bile anlamıyorum bazen.." Sonlara doğru sesim kısıldığında gözlerimi ondan çekip çantaya çevirdim ve derin düşüncelerime geri döndüm.

Hala hayal gibi geliyordu. O kadar yıl sonra ona bu kadar yaklaşabilmek... Belki de onu çok yakında görebilecek olmak.

"Ağlamışsın..." Dakikalar sonra sessizliği kırıp yeniden konuştuğunda gözlerimiz birleşti. "Öyle oldu."

"Neden ?"

Dudaklarım yukarı doğru kıvrılmaya çalıştığında kendimi son anda durdurup ciddi kaldım. "Daha adamı bulamadan sorguya başladın."

"Sorgulamıyorum, merak ediyorum. Neden bu kadar üzüldün?" Sesindeki bu yabancı tınıyla doğrudan bana şefkat ve ilgi verirken gözlerimi hızla ondan kaçırdım. "Sorun yok, iyiyim ben."

"Değilsin." Açık sözlülüğü o an beni bir kez daha yaralarken öfkeyle yüzüne baktım. Beni okumaktan vazgeçmeliydi artık.

"Telefonda bir sorun olduğunu anlamıştım. Sonra mahalleye uğrayamayacak, hatta arayıp soramayacak kadar önemli olan şey ne acaba diye düşündüm..."

İlgimi çeken bir konuya doğru giriş yaptığında sessiz kalıp onu dinledim. Gerçekten de mahallenin durumunu veya Selim'i sormak bugün aklımın ucundan bile geçmemişti. Öyle dolu dolu bir gündü ki bugün, su bile içecek vaktim olmamıştı aslında.

"Yardıma ihtiyacın olduğunu telefonda iyiyim dediğinde anlamıştım zaten. Sen gelmeden önce hazırdım yardım etmeye..."

"Ama sonra anlaşma yapasın mı geldi?" diye sordum alayla. Karşılıksız da yardım edilebilirdi birine..

"Hayır." Benim aksime o ciddiyetini koruyordu. "Gözlerini görene kadar böyle bir şey aklımda yoktu. Ama şimdi, seni bu hale getiren şeyi gerçekten öğrenmek istiyorum."

Ama o... böyle bakmamalıydı bana. Aklım zaten bulanıkken, her şeyi iyice karıştırmamalıydı.

Peki ya neden bu cümleler beni kızdırmıyor, şaşırtmıyordu? Bu lanet sakinlik de neyin nesiydi şimdi?

Çalan telefon o an benim kurtuluşum olmuşken Onur hemen açıp karşı tarafı dinlemeye başladı. Her bir saniyede kaşları daha da çatılıyorken gözleri benden uzak köşelerde geziyordu.

"Tamam." 

Telefonu yine fazla uzatmadan kapatıp bana döndüğünde o an gözlerinde gezinen korkunç bakışları fark ettim. Bu beni beklenmedik bir şekilde gererken ne söyleyeceğini de merakla ve büyük bir sabırla bekledim.

O an duyduğum sert ve karanlık ses tam olarak Onur'a aitken, bu hali de bana oldukça yabancıydı.

"Sen... bu adamı neden arıyorsun Hale?"

Loading...
0%