Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Bölüm 9: Çete

@shevval

Sen neden soruyorsun bunu ?"

Karşımda oturan adama aynı onun bana baktığı gibi şüpheyle bakmaya başladığımda, o benim aksime daha kararlı gözüküyordu. "Aradığın adam... Bir fuhuş çetesi lideri. Kız çocuklarını evlerinin önünden kaçıran bir liderden bahsediyorum."

Edindiğim bilgiler o an beni kızgın alevlere attığında şaşkın bakışlarımı doğrudan çantaya diktim. Babamın... böyle bir adamla ne işi vardı ? Neden onun peşindeydi? Daha doğrusu... kimden emir alıyordu?

"Peki ben nerede bulabilirim bu adamı?"

"Ciddi misin sen?"

Ses tonu bir anda yükseldiğinde neden sinirlendiğini anlayamayarak ona baktım. Bakışları hala yabancı ve soğuktu. "Bir mafyadan bahsetmiyorum, çete lideri diyorum. Aralarındaki farkı biliyor musun?"

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladığımda durumun ne kadar kötü olduğunu anlamaya çalıştım. Ben öyle büyük mafyalarla uğraşmıştım ki, bir çete gözüme oldukça basit bir iş gibi gözüküyordu.

"Mafyaların kuralları vardır. Yıllardır uydukları ve uymak zorunda oldukları kurallar bunlar. Bizim mahallenin de bazı kuralları var, sen zaten çok iyi biliyorsun."

Son cümleyi bastıra bastıra söylediğinde gözlerimi kaçırdım. Çoğu zaman bu kurallara uymadığım için çaktırmadan bana laf sokuyordu.

"Ama çetelerin kuralları yoktur Hale. Liderleri kimse, ne istiyorlarsa sorgulanmadan yapılır. Korkuları yoktur. Onlar için kanun da, devlet de yoktur."

Bu bilgiler beni az da olsa korkutmaya başladığında ona bakmaya devam ettim. Güzel konuşuyordu, ama ne anlatırsa anlatsın ben bu işten vazgeçemezdim, o bunu anlamıyordu.

"Oraya tek başına gidip ne yapacaksın sen? Liderlerini mi öldüreceksin? Buna izin verirler mi sence?"

"Onu öldürme gibi bir planım yok." dedim kendimden oldukça emin çıkan sesimle.

"Ne yapacaksın peki?" Kaşları iyice çatıldığında hep yaptığı gibi dikkatle yüzümü okumaya çalışıyordu.

Aslında bu kısmı ben de fazla düşünmemiştim, doğaçlama davranacaktım sanırım. Bana nasıl davranılırsa, aynısını onlara da yapacaktım.

"Daha ne yapacağını bilmediğin bir adamı mı arıyorsun?" dedi şaşırdığı belli olan bir ses tonuyla.

Evet. Bildiğim tek şey babam o adamı bulmaya gidecekti. Ve ben de babamı..

"Halledebilirim." dedim onun gerçekçi sözlerine inatla.

"Her şeyi halledebileceğini sanıyorsun. Bu kadar mı çok istiyorsun ölmeyi?"

"Ne alakası var ?" diye çıkıştım birden. Hem ona ne oluyordu? Bir şey sormuştuk, bin pişman ediyordu insanı.

"Kız çocuklarını neden kaçırıyorlar sence, neden fuhuş yaptırıyorlar biliyor musun? Kadınlardan nefret ediyorlar çünkü. Her kadının aynı olduğunu düşünen ve onlardan intikamlarını böyle alacaklarını sanacak kadar alçak bu adamlar. Ve sen de bile isteye onların ayağına gitmek istiyorsun.."

Böyle söyleyince kulağa fazla haklı geliyordu. Ama benim derdim o aptal çete falan değildi ki, o da bunu bilmiyordu. Onların pis işlerini çökertmek için falan gitmiyordum oraya, en azından şimdilik.

"Ben senden nasihat değil, bilgi istedim Onur. Ve sen de belli ki o bilgiyi vermeyeceksin bana." Sesim oldukça bıkkın çıkıyorken yeni bir plan düşünmeye başlamıştım çoktan. Kendi başıma, yardım almadan ona nasıl ulaşabileceğimi düşünüyordum.

"Söyleyeceğim." Şaşkın bakışlarım yeniden onu bulduğunda cümle hiç beklemediğim bir yönde seyir değiştirdi. "Ve madem senin için bu kadar önemli, beraber gidelim."

"Beraber mi gidelim?" dedim duyduklarıma inanamadığımı belli ederek.

Ama o bana cevap vermeden ayağa kalktığında yanımdan da öylece geçip gitti. Üzerimdeki şaşkınlığı hızlıca atıp peşinden koşturduğumda merdivenleri ikişerli ikişerli çıkıp hemen arkasından odasına girdim. "Bir dakika ya, ciddi misin sen ?"

"Evet." Dolabını açıp bakınmaya başladığında, ben hala onun neden böyle bir şey yaptığını anlamaya çalışıyordum. "Ben gerçekten tek başıma halledebilirim, senin gelmene gerek yok."

"Ama geleceğim." Eline aldığı pantolon ve tişörtü yatağın üzerine koyup dolabı geri kapattığında aynadan gözleri beni buldu. "Ee, sen hazırlanmıyor musun ?"

"Ne, nereye?" Ben aval aval yüzüne bakıyorken o çoktan gömleğinin düğmelerini bir bir açmaya başladı. "Mahalleye gitmek için bu son şansın. Yarın sabah yola çıkacağız."

Üzerindeki gömleği çıkartıp yere bıraktığında çıplak vücuduna bakmamak için gözlerimi hızla kaçırdım ondan. "Önce bir konuşsaydık?"

"Yolda konuşuruz."

Hızlı cevaplarla beni yine susturduğunda derin bir nefes aldım. Fazla inatçıydı.

"Bu kadar mı öğrenmek istiyorsun ?"

Geçmişimi, sırrımı, beni...

Bakışları beni bulduğunda bu defa o sessiz kaldı. Ben de içimdeki acıyı saklamadan bakıyordum artık ona. Yorgun olduğumu anlaması gerekiyordu, korktuğumu anlaması gerekiyordu. Birine hayatımı açmak kolay değildi. O ise en derine inmeye çalışıyordu..

Ben sırlarımla güçlüyken o, bütün duvarlarımı yıkıp geçmişimi öğrenmek istiyordu. Ama neden, neden yapıyordu bunu bana?

"Anlatacağından fazlasını istemeyeceğim senden. Ne söylersen o." dedi sanki aklımı okuyormuş gibi.

Hayır diyemezdim, olmaz diyemezdim.

Ben artık ona hiçbir şey söyleyemezdim ki.

Daha fazla konuşmanın anlamsız olduğunun farkına varıp arkamı dönüp odadan çıktığımda hemen karşısındaki kendi odama girip kapıyı da arkamdan kilitledim. Yeni bir macera, yeni korkular bekliyordu artık beni.

Babamı yıllar sonra görecek olmanın korkusu..

Oraya gidince ne ile karşılaşacağımı bilmemenin korkusu..

İlk defa birine kendimi anlatacak olmanın korkusu...

Dolaptan her zamanki siyah pantolon, ceket ikilisini çıkarttığımda üzerimi hızlıca değiştirip saçlarımı topladım. O sırada aynada göz göze geldiğim kadına da oldukça öfkeliydim.

Gözlerini görene kadar böyle bir şey aklımda yoktu. Ama şimdi seni bu hale getiren şeyi gerçekten öğrenmek istiyorum.

"Neden ona hayatına burnunu soktuğu için kızmıyorsun? Neden seninle geleceğim dediğinde hayır bile diyemedin Hale?" Aynadaki yansımama cevabını alamayacağımı bildiğim soruları art arkaya sorarken yorgun bedenimi yatağa bıraktım. "Neden sen de içten içe yanında birinin olmasını istiyorsun?"

Kısık sesim bana bile zar zor ulaştığında beynimi işgal eden düşünceleri kovmaya çalıştım. Zaten bugün benim için hiç kolay değildi. Her şeyin üzerine bir de mahalleye gidecek olmak da kolay değildi. Ama sorumluluklarım vardı. Verdiğim sözlerim vardı.

Anlatacağından fazlasını istemeyeceğim senden. Ne söylersen o.

Aklıma giren cümleleriyle bir hışımla ayağa kalkıp kafama şapkamı geçirdiğimde aynadaki yansımama bakıp öfkeyle gözlerimi kıstım. "Senin kalbinde alacağın intikamdan başka bir duyguya yer yok kızım. Sen her zaman acımasız ve duygusuz bir kadın olmak zorundasın. Sen kimseyi temiz sevemezsin."

Çantamdan çıkarttığım silahı belime yerleştirdiğimde daha fazla düşünmeden odadan çıkıp aşağı indim. Ama Onur yoktu.

Oturma odasına girip etrafıma bakındığımda masanın üzerindeki çantayı da göremedim. Kaşlarım istemsizce çatıldığında arkamdan gelen bir kapı sesi duydum ve yüzümü hızla o tarafa çevirdim.

"Çantayı aşağıya koydum." Çalışma odasından çıkan adam bana kısa bir açıklama yaptığında yanımdan bir rüzgar gibi geçip evden çıktı.

Ben de uysal uysal ayakkabılarımı giyip peşinden çıktığımda beni beklediği arabaya binip kemerimi bağladım. "Yemek yedin mi?"

"Evet."

"Yememişsin." Yalan söylediğimi verdiğim hızlı cevaptan anlayacağını zaten biliyordum. Ama yine de şansımı denemiştim işte. Zaten bir şeyler yiyecek iştahı bile bulamıyordum bu aralar kendimde.

Arabayı çalıştırıp bahçeden çıktığımızda gözlerimi altımızdan kayıp giden asfalt yoldan çekmedim. Radyoda kısık sesle yabancı bir müzik çalıyorken yol boyu aramızda duyulan tek ses de buydu. Bir süre sonra Onur arabayı bir sahil kenarına çektiğinde şaşkın bakışlarımı ona çevirdim.

"Gel."

Bir şey soramadan hatta beni beklemeden arabadan indiğinde kemeri çözüp arkasından indim. Neden gelmiştik ki şimdi biz buraya?

Büyük adımlarına yetişmek için neredeye peşinden koşarak yürüyorken biraz ileride bir köfte ekmek arabasını gördüm. Evet, amacı şimdi belli olmuştu.

"Oo, Onur Bey oğlum hoş geldin, sefa geldin."

Tatlı bir amca bize doğru koşarak geldiğinde afallamış bakışlarımı Onur'a çevirdim. O an yüzünde gördüğüm gülümseme ise beklediğimden fazla gerçekti. "Nasılsın Mehmet Amca?"

"İyiyim oğlum iyiyim, ne zamandır yoksun valla özlettin kendini."

Onur'un koluna dokunup onu bir masaya doğru ilerlettiğinde yüzümde oluşmasına engel olamadığım tebessümle peşlerinden takip ettim. Mehmet Amca'nın da ancak o an dikkatini çekmiş olmalıyım ki mahcup bakışlarını hızla bana çevirdi. "Sen de hoş geldin kızım, kusura bakma heyecandan seni fark edemedim."

"Teşekkür ederim, sağolun."

Benim de koluma babacan bir tavırla dokunup sandalyeyi işaret ettiğinde onu kırmayıp oturdum. "Onur Bey oğlum, kim bu hanım kızımız?"

Kafamdaki şapkayı çıkarıp masanın üzerine koyduğumda gözlerimi Onur'a çevirdim. Ama o doğrudan Mehmet Amca'ya bakıyordu. "Dünyada görüp görebileceğin en inatçı kadın olabilir Mehmet Amca."

Beni tanıtma şekline gülmek istesem de kendimi tutup kızgın bakışlarımı ona yolladım. Bu onu daha da geniş gülümsettiğinde Mehmet Amca da gülüyordu.

"Çok da hanım bir kıza benziyor aslında ama.." dedi beni korumaya çalışırcasına.

O an içimde garip bir mutluluk hissi oluştuğunda tekrar konuşan Onur'a döndüm. "Zorla yemek yediriyorum Mehmet Amca. Hiç söz de dinlemiyor zaten.."

Beni şikayet etmeye devam ettiğinde arkama yaslanıp kollarımı göğsümde bağladım. "Kendisi hiç inatçı değil sanki... Nereye gitsem peşimden gelmek istiyor." dedim inatla o adamı bulmaya benimle gelmek istemesine gönderme yaparak. Ben burnumun dikine gidiyorsam, o da gidiyordu. Ben söz dinlemiyorsam, o da dinlemiyordu.

Ona laf sokmuş olmam saçma bir şekilde hoşuna gittiğinde gözlerimiz arasındaki bu soğuk savaşı Mehmet Amca'nın sıcak sesi böldü. "Siz birbirinizi yemeden ben size bir şeyler getireyim en iyisi.."

Neredeyse koşarak yanımızdan uzaklaştığında dudaklarımda hüküm süren gülümsemeyle gidişini izledim. Çok tatlı bir adamdı, çocuklarına ister istemez imrenmiştim. Böyle iyi bir babaya sahip oldukları için çok şanslı olduklarını bilmeliydiler.

"Ne düşünüyorsun?"

Onur'un sesiyle gözlerimi Mehmet Amca'dan zorlukla çektiğimde derin bir nefes aldım. "Tek mermim kalmış olsaydı seni nereden vururdum, onu düşünüyordum.."

Alaylı sesime o da güldüğünde ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Tek mermiyle ölmem ben, kendi kafana sık."

Ben de onun gibi ellerimi masaya koyduğumda eğilip yüzüne biraz daha yaklaştım. Şimdi duygularını ustaca gizlediği o gözleri daha yakından görebiliyordum.

"Tam alnının ortasından vursam mesela... yine de ölmez misin?"

Bu tehditkar tavrım onu şaşırtsa da benim gibi gülümsedi. "Denemeden bilemezsin."

Verdiği cevapla öylece birbirimize bakmaya başladığımızda o an Mehmet Amca'nın neşeli sesiyle kendime gelip hızla geri çekildim. "Getirdim çocuklar, getirdim!"

Önümüze koyduğu sıcak ekmekler, içecekler ve mezeler iştahımı bir anda açtığında yeniden sesini duydum. "Çok zayıfsın kızım, sen doyana kadar getireceğim. Hepsinden bol bol ye..."

Yüzündeki samimi gülümsemeyle bana bakıyorken elini bir anda saçlarıma uzatıp usulca okşamaya başladı. Beklemediğim bu temas yüzümdeki gülümsemeyi resmen dondurduğunda gözlerim de arkasında bıraktığı boşluğa kilitlenmişti. Mehmet Amca elini çekip gittiğinde bile o boşluğa bakmaya devam ettim.

Kızım derken çıkan o şefkatli ses tonu.. Saçımı sevgiyle okşayan o yaşlı parmakları... Bu yabancı his... neden bu kadar güzeldi?

"İyi misin?"

Onur'un meraklı sesiyle gözlerimi boşluktan çekip yere çevirdiğimde kısa bir iyiyim mırıldandım. Olmadığımın o da farkındaydı, ama ilk defa bana karşı çıkıp yalanıma itiraz etmedi.

"Ye hadi."

Tabağımdaki köftelerle uğraşmaya başladığımda zorla da olsa birkaç parça yutmaya çalıştım. Nedense bir anda üşümeye başlamıştım, ve hava o kadar da soğuk değildi. İçim üşüyordu benim.

Güzel başlayan bu yemek seremonisi sessiz bir şekilde devam ettiğinde, Onur bana tabağımdakileri bitirmeden gitmeyeceğimizi söylediğinde de zorla hepsini yutmak zorunda kalmıştım.

Ayağa kalkıp ocağın başındaki Mehmet Amca'nın yanına gittiğimizde de o, hesabı ödeyeceğini söyleyip yanımdan uzaklaştı.

"Beğendin mi kızım yemekleri?" Arkamda duyduğum sesle irkilip bana seslenen Mehmet Amca'ya döndüğümde içtenlikle gülümsedim. "Çok güzeldi, ellerinize sağlık."

"Afiyetler olsun inşallah, tekrar gel olur mu?" Bu içten teklif karşısında duygulansam da sadece başımla onaylamakla yetindim.

Göz ucuyla telefonla konuşan Onur'a baktığında bir anda bana sır verir gibi yaklaştı. "Yıllardır tanırım Onur Bey oğlumu, buraya bir kere bile yanında biriyle gelmemişti. Sana gerçekten değer veriyor olmalı."

Tatlı tatlı gülümseyip yanımdan gittiğinde şaşkın gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım. Bu da ne demekti şimdi?

Gözlerim hala telefonla konuşan Onur'a kaydığında ne düşüneceğimi bilemeden bir süre onu izledim. Hiç mi kimseyi getirmemişti yani? Kadir ve Emre'yi bile mi?

Ona baktığımı hissetmiş gibi bana döndüğünde birkaç bir şey daha söyleyip telefonu kapattı. Yaklaşan her bir adımında içimi sıkan garip duygular artmış ve ben istemsizce öfkelenmiştim.

Yol üstünde olduğu için geldik buraya, bunun başka bir anlamı yok.

"Gidelim mi?" Ona cevap bile vermeden önden yürümeye başladığımda bu tavrımın onu şaşırttığının farkındaydım. Aslında sinirim ne Mehmet Amca'ya, ne de Onur'a yönelikti. Kendime kızıyordum ben, benim sözümü bile dinlemeyen kendime...

Arabaya binip yola çıktığımızda dönüp de tek kelime etmedi bana. O konuşmayınca ben de konuşmadım tabi. Ve yol böylece sürüp gitti.

Arabayı her zaman park ettiği o sokağa çektiğinde yine onu beklemeden indim. Tavırlarımın çocukça olduğunu biliyordum ama onunla yan yana durmak şu an canımı fazlasıyla sıkıyordu. Hızlı hızlı yangın merdivenlerini çıkıp Kadir'in odasına girdiğimde yorgun bedenimi koltuğa bıraktım.

"Sana da merhaba." Kadir'in imalı ses tonuyla elimi kaldırıp selam verdiğimde bana soru sorarcasına baktı.

"Hiçbir şey sorma." Ne diyeceğini anlayıp kestirip attığımda bacak bacak üstüne atıp arkama biraz daha yaslandım. O sırada içeri giren Onur, bana en uzak koltuğa oturduğunda bu hareketine ne üzülmüş, ne de sevinebilmiştim.

"Sen ve mahalle bu durumdayken gelmemek, hatta aramamak? Çok garip..." Kadir bana hala şüpheli gözlerle bakıyorken bıkkınca iç çektim. Daha az önce hiçbir şey sorma diye üstüne basa basa söylemiştim üstelik.

"Özel hayat Kadir... ne olduğunu bilir misin ?"

Gözlerini kısıp yüzümü daha dikkatli incelemeye başladığında kafasını iki yana salladı. "Hala çok garip. Yoksa sevgili falan mı yaptın sen ?"

Duyduğum saçma soruyla resmen dumur olduğumda gözlerim benden bağımsız Onur'a kaydı. Onun da bana baktığını o an fark ettiğimde bakışlarımı çok hızlı bir şekilde yeniden Kadir'e çevirdim. "Sen ciddi misin bunu sorarken ?"

"Hayır, tabiki değildim." Bir anda gülmeye başladığında benimle dalga geçtiğini geç de olsa anlamıştım.

"Bu hayatta seninle ilgili emin olduğum iki şey var. Birincisi tanıdığım en inatçı insansın.." Gözlerimi abartıyla devirdim. Neden herkes bana inatçı deyip duruyordu Allah aşkına? Belki de kendimi bile dinlemediğim içindir.

"İkincisi de... sen asla birini sevmezsin."

Bir anda kalbime oturan yumruyla istemsizce çenemi sıktığımda hiçbir tepki vermemeye çalıştım. Bu sözü beni o an öyle çok sinirlendirmişti ki... çünkü haklı olduğunu ben de biliyordum.

"Doğru.." dedim kısılan sesimi göz ardı ederek. "Kimse de beni sevmez zaten."

Odadaki iki adamın keskin bakışları o an üzerime ağır geldiğinde gülümsemeye çalışıp ayağa kalktım. "Söyleyeceğiniz bir şey yoksa, gidiyorum ben."

İkisine ithafen konuşmama rağmen gözlerimi asla Onur'a çevirmiyordum. Yine gözlerimi okumasından korkuyordum belki de.

"İzliyoruz buradan, gözüm üstünde." Kadir'in her zamanki gibi girdiği abi tavrına gülüp odadan çıktığımda fazla oyalanmadan aşağı indim. Bakalım yavru kuşlarım beni özlemiş miydi?

"Regina!" Arkamdan duyduğum Bengi'nin sesiyle durduğumda koşarak yanıma geldi. "Uyandı, Selim uyandı!"

Bir süre tepki veremeyip yüzüne baktığımda, o beni elimden tutup peşinden sürüklemeye başlamıştı bile.

Dönmüştü, Selim bize geri dönmüştü...

Kapıyı açıp kendiyle beraber beni de revirden içeri soktuğunda göz göze geldiğim Selim'le sertçe yutkundum. Moraran gözlerinin içi beni gördüğünde parladığında ise yerinden hızla doğrulmaya çalışmıştı.

"Hayır, kıpırdama." Sesimi yükselttiğimde hareketini kesip kalktığı yere geri yattığında yüzü de acıyla buruşmuştu.

Ellerim istemsizce terlemeye başladığında oda da bir anda olduğundan daha sıcak gelmeye başladı. Ben... ben bu kadar erken bir yüzleşmeye hazır değildim.

"Hale.."

Kısık sesi kulaklarıma iliştiğinde hızla gözlerimi ondan kaçırıp bir çift maske ve eldivene uzandım. Raflardan bulduğum ışıklı muayene kalemini de alıp Selim'e döndüğümde odada bulunma sebebimi doktor olmama çevirip yüzleşmeden şimdilik bu şekilde kaçınmaya çalıştım.

"Nasıl hissediyorsun?" Işığı tuttuğum göz bebeklerinin hareketlerini dikkatle inceledim.

Tavrım ona da garip geldiğinde çenesinin titrediğini fark etmiş ama bir tepki vermemiştim. "İyiyim." dedi aynen benim gibi yalan söyleyerek.

Gözlerinden kaçınarak onu hızlıca muayene ettiğimde açık damar yolundan yeni bir ilaç taktım. "Canın çok yanıyor mu?"

"Evet.." Hızlı verdiği cevapla bedenini kastetmediğini anladığımda gözlerim yaşlı gözlerini buldu. Canını yakan bendim, soğuk tavırlarımdı...

"Ağrı kesici taktım, rahatlarsın biraz."

Yüzleşmekten yine kaçtığımda ne yaptığımı anlayıp kafasını duvara doğru çevirdi. Artık bana bakmıyor, konuşmuyordu. "Dinlen biraz, sonra uğrarım ben yine."

Elimdeki eldiveni çöpe attığımda hemen ardından maskeyi de çıkardım. O an göz göze geldiğim Bengi de gizlice ağlıyorken ağzını açıp da tek kelime etmiyordu bana. Çünkü bize ihanet eden biri için, fazla bile iyiydim.

Başka bir şey demeden odadan çıktığımda kapıyı da ardımdan kapatıp duvara yaslandım. Doğru olanı yapmıştım...

Kapalı gözlerim birkaç dakika sonra omzuma değen elle geri açıldığında karşımda bana anlayışla bakan Ömer'i buldum. Konuşmuyorduk, ama birbirimizi anlıyorduk.

"Hadi biraz kafa dağıtalım."

Omzuma attığı koluyla beni de yanında yürütürken kafa dağıtmaktan kastının aşağıdakilerin kafası olduğunu hemen anlamıştım.

"Hoşgeldin Regina." Kapının önünde nöbet tutan adamlarımız bana selam verdiğinde Ömer de ciddiyete bürünmek için elini üzerimden çekmişti.

Kapılar bizim için açıldığında içeri girip yarı uyanık yarı baygın adamlara baktım. "Böyle sessiz bir karşılama beklemiyordum doğrusu, kırıldım."

Nihat'ın korku dolu bakışları beni heyecanlandırdığında üzerimdeki ceket ve şapkadan hızla kurtuldum. "Nasılsınız yavru kuşlar ?"

O an hevesle cevap vermesini beklediğim Orhan'ın gözünü bile açamadığını fark ettiğimde öfkeyle kaşlarımı çattım. Bir dakika.. ben onu böyle bırakmamıştım.

"Kim dövdü bunu?"

Ömer ellerini ben yapmadım der gibi havaya kaldırdığında masanın üzerindeki telsizi alıp Caner'in telsiz kodunu tuşladım.

"Caner ben, dinliyorum."

"Aşağı gel." Telsizi masaya fırlatır gibi geri koyup memnuniyetsiz bir şekilde adamlara bakıyorken hevesim de bir anda kursağımda kalmıştı.

Bir dakika sonra Caner neredeyse koşarak içeri girdiğinde şaşkın bakışları beni buldu. "O ses tonu neydi ya öyle, ödüm koptu."

"Bunun hali ne Caner ? Ben kimse onlara dokunmayacak demedim mi?" Sesim istemsizce gereğinden fazla yükseldiğinde bu kadar sert tepkiyi beklemediği için şaşırdığının da oldukça farkındaydım.

"Çok kışkırttı, birkaç tane vurdum ben de."

Yaptığı saçma açıklamaya karşı gözlerimi devirdiğimde öfkeyle masaya yaslandım. "Ne olursa olsun dokunmayacaksın demedim mi? Sözlerim de mi dinlenmiyor artık burada? Onlar benim."

Kafasını anladım der gibi salladığında Nihat'ın alaylı sesini duydum. "Şu son cümle ne kadar hoşuma gitti inanamazsın."

Karşımda it gibi korkup arada bir de böyle gereksiz bir cesarete geliyordu işte. Neyse ki stres atmam için bana sebep vermesi güzeldi.

Belimden çıkarttığım silahla sağ bacağına gözümü bile kırpmadan ateş ettiğimde acı dolu bağırışı boş duvarlarda yankılandı. "Duyamadım Nihat, ne dedin?"

Dişlerini birbirine bastırıp bayılmamak için kendiyle savaşıyorken inatla başını kaldırdı. "Öldür lan beni, öldür!"

Alay eder gibi kahkaha attığımda elimdeki silahı masaya bıraktım. "Sana öyle kolay kurtuluş yok Nihat. Her gün yavaş yavaş öldüreceğim seni."

Bir anda aklıma gelen fikirle gözlerimi ondan çekip beni izleyen arkadaşlarıma çevirdim. "Ateş'i çağırın bana."

Ömer hızla odadan çıktığında Caner'in bakışlarını üzerimde hissetsem de ona dönmedim. Asıl sinirim ona bile değildi, bitmek bilmeyen bu lanet güne öfkeliydim ben. Ama bir şekilde ona patlamıştım işte..

"Beni çağırmışsın Regina." Kaslı gövdesiyle ve uzun boyuyla bana devleri andıran Ateş odaya girdiğinde başımı dikleştirdim. "Şunları diyorum, meşhur sandalyemize oturtmayalım mı ya?"

Ne istediğimi anladığında gülümseyip odadan geri çıktı. Onun geri gelmesini sabırsızca beklerken Nihat'ın zemini kirleten pis kanına baktım.

"Tişörtünü ver."

Caner'e bakmadan elimi uzattığımda sorgulamadan dediğimi yapıp üzerindeki tişörtü çıkarttı. Tişörtten geniş bir kumaş parçası kopardığımda da Nihat'ın yanına yaklaşıp bacağına sardım. Bunu yaparken oldukça sert davranıyor, tekrar tekrar bağırması için de yarasını deşiyordum.

"Kan kaybından ölmemen için yapıyorum. Bağırma."

Arkamda hissettiğim hareketle sandalyenin geldiğini anladığımda ayağa kalkıp hala baygın olan Orhan'a baktım. "Uyandırın şunu da, canım sıkılıyor."

Caner hatasını telafi etmek için öne atıldığında yanında duran kovadaki suyu bekletmeden Orhan'ın suratına doğru fırlattı. İrkilerek gözlerini açan adam bir süre kendine gelmek için öksürdüğünde gözleri beni bulmuş ve belli ki küfür edecekken hızla sesini kesmişti.

"Aleykümselam Orhan." dedim alayla. Ama o bana yine cevap vermemeyi seçmişti.

Gözlerim tekrar Caner'e döndüğünde hala kızgın olduğumu fark edip yanımdan usulca uzaklaştı. Boş da olsa konuşan tek adamı da o susturmuştu. Şimdi nasıl eğlenecektik peki?

"Önce Nihat'ı misafir edelim."

Korku dolu bakışlarını umursamadığımda Ateş onun iplerini çözüp sürükleye sürükleye sandalyeye oturttu. Ellerini ve ayaklarını sandalyenin kelepçeleriyle bağladığında başlamak için bana baktı.

"Evet Nihat, ilk konuğum sen ol istedim." Arka taraftan bizi korkuyla izleyen adamlarına özel yapım sandalyemizi işaret ederek güldüm. "Ama merak etmeyin, hepinizi bir tur bindireceğim buna."

Nihat'a doğru biraz daha yaklaştığımda tam olarak nereden başlasam diye düşünmeye başladım. Soracağım çok soru vardı.

"Uyuşturucuları ürettiğiniz depo nerede?"

"Cehennemin dibinde." Bana öfkeyle tısladığında derin bir nefes aldım. Herkes önce böyle yapar, sonra bülbül gibi şakırdı zaten..

"Sana bir şans daha vereyim Nihat. Dağıtıma çıkmadan önce uyuşturucuları ürettiğiniz o büyük depo nerede?"

"Cehennemin dibinde."

Israrla verdiği cevapla bıkkınca bir nefes verdim. "Peki, ıslatalım arkadaşı."

Caner odanın ucundaki hortumu açıp Nihat'ı çiçek sular gibi ıslatmaya başladığında nefesini kesen suyla boğuşmasını izledim. "Madem deponun yerini söylemiyorsun. Başında kimin olduğunu söyle."

"Tanımazsın."

"Tanışırız Nihat, sen dert etme."

Caner suyu kapattığında Nihat da sonunda kafasını yerden kaldırabilmişti. "Öldür beni, sana hiçbir şey söylemeyeceğim."

"Ali Kıraç'ın seni kurtarmaya gelmeyeceğini sen de çok iyi biliyorsun. O yüzden beni kışkırtıp, seni öldürmem için baskı yapıyorsun. Peki seni kurtarmayacak bir adama bu sadakat neden?"

"Nerede olduğumu bilseydi, gelirdi."

Ona öyle çok güveniyordu ki bu beni güldürse de içten içe afallatmıştı. "Muhtemelen şu an kendisi Azrail ile özel görüşmeler yapıyordur. Aklının ucuna bile geldiğini sanmıyorum. Aynı şekilde Karan'ın da.."

"Onun bir b*k bildiği yok zaten." dedi öfkeyle.

Karan'a olan öfkesi ilgimi çektiğinde masanın arkasındaki sandalyemi alıp Nihat'ın tam karşısına oturdum. "Aslında Karan'ı ilk öğrendiğimde çok şaşırdım. Bu kadar yıl nasıl saklayabildiniz onu? Varlığından bile haberim olmadı."

"Kimsenin onun varlığından haberi yoktu, kimliği falan da sahte. Türkiye'ye de yeni geldi zaten. Reis onu varis diye yakında herkese tanıtacaktı. Sen gelmeseydin..."

Sonlara doğru sesi yine tıslar gibi kısıldığında alayla güldüm. "Erkek değil diye küçük gördüğünüz bu kadın nasıl dağıttı ama imparatorluğunuzu?"

"Öyle kolay dağılmaz o..."

Böyle bir bağlılık... gerçekten gözlerimi yaşartıyordu.

"Seni hiçbir zaman küçük görmedik biz. Sadece senin öyle düşünmeni istedik."

Kaşlarım duyduklarım karşısında çatıldığında bu defa sırıtan oydu. "Senin kimlere neler yaptığını tüm yeraltı dünyası biliyor Regina. Ama sadece biz oyunu kuralına göre oynadık."

"Ne demek istiyorsun?"

Reis seni hiçbir zaman öldürmek istemedi. Karan'ı buraya da senin karşına çıkarmak için apar topar getirdi zaten. Ona aşık olursan, güçlerinizi birleştireceğini düşünüyordu."

Sadece babamın benim için bu kadar ısrar ettiği kadını yakından görmek istedim. Ve gördüğüme de çok memnun oldum.

Karan'ın ilk karşılaşmamızda söylediği sözler aklıma geldiğinde bazı şeyler de kafamda şekillenmeye başlamıştı. "Benden korkuyordu yani?" dedim tepkisini ölçmek için.

"Hayır, ama sana saygı duyuyordu galiba. Reis kimseden korkmaz."

Konuşuyorduk ama pek yararlı bir bilgi vermiyordu bana. Gelip geçici şeylerden bahsediyor, beni oyalıyordu. "Bak ne güzel konuşuyoruz... Şimdi de ilk soruya geri dönelim. Depo nerede Nihat?"

"Bilmiyorum."

"Ateş." Adını söylediğim an bastığı düğmeyle Nihat yüksek voltajlı elektrik sayesinde çarpılmaya başladığında elimle durmasını işaret ettim.

"Depo... nerede?"

Tane tane sorduğum soruya başını iki yana sallayarak cevap verdiğinde kaldırdığım eli geri indirdim. Ve Ateş tekrar zevkle elektrik verdi.

Odada elle tutulur bir kaos ve korku duygusu hüküm sürüyordu. Herkes sıranın kendisine geleceğini bilerek izliyordu bizi. Elimi yeniden kaldırdığımda elektrik akımı geri kapandı.

"Evet Nihat seni dinliyorum. Depo nerede?"

"C-cehennem-in d-dibinde!"

Hala titreyen bedeniyle zar zor konuşabildiğinde kaldırdığım eli yeniden indirdim. Ve bu işkence bir süre daha devam etti..

Sonunda gözleri kapanıp, bilinci buradan uzaklaştığında Ateş'i durdurdum. "Erken pes etti. Sıradaki adayımızı alalım." Özel yapım eldivenleriyle baygın Nihat'ı sandalyeden kaldırdığında yine sürükleyerek eski yerine bağladı.

Gözlerim korkuyla olayları izleyen Orhan'a kaydığında tam kıvamına geldiğine emin olmuştum. "Sizi alalım Orhan Bey."

Gözlerini kaçırıp muhtemelen içinden ettiği dualarla işkenceden kaçınmaya çalışmıştı, ama nafile.

Ateş onu zorla yerinden kaldırıp sandalyeye kelepçelediğinde gözleri asla karşısında oturan bana dönmüyordu. "Nasılsın Orhan? Arkadaşlar ben yokken sana kötü davranmışlar galiba... Uyardım onları ama merak etme, seni benden başkası dövemez."

Sanki iltifat ediyormuşum gibi konuşmama gizlice göz devirdiğinde güldüm. Bu adamın şu triplerine de bayılıyordum ya.

"Nihat biraz salak çıktı Orhan. Şu sandalyeden hiç hasar almadan kalkabilecekken, çarpılmayı hatta ölmeyi göze aldı. Peki ne için ? Sizi asla kurtarmaya gelemeyecek bir adam için? Üzücü."

Cümlelerimi onun beynine yavaş yavaş işliyorken sonunda başını yerden kaldırabilmişti. "Neyse o zaman başlıyorum soru cevap oyununa. Uyuşturucuları ürettiğiniz depo nerede?"

"Cehennemin dibinde."

Gözlerimi devirdiğimde arkama iyice yaslanıp kollarımı göğsümde bağladım. "Soruları falan mı çaldınız siz? Aynı cevapları veriyorsunuz..."

Esprime gülmeyip yüzüme bakmaya devam ettiğinde Caner'e görevini yapması için işaret verdim. Suyu açıp Orhan'ı da sulamaya başladığında nefes almaya çalışan adamı izledim bir süre sessizce. Beni uğraştırmadan konuşsalar olmuyordu değil mi? İlla bu eziyeti yaşatacaklardı, hem bana hem kendilerine...

"Ben yokken dayak yemişsin, bir de çarpılmanı istemiyorum Orhan. Bu makine oyuncak değil, o yüzden adam gibi konuşalım."

"Neden konuşayım seninle? Konuşunca serbest bırakacak mısın beni? Her iki ihtimalde de öleceğim zaten. En azından yıllarca ekmeğini yediğim yere ihanet etmemiş olurum."

"Haklısın." dedim beklediğinin aksine. Ona hak vermem odadaki herkes gibi onu da şaşırttığında kaşlarını çatmıştı. "Ama kaçırdığın bir nokta var Orhan. Ben Ali Kıraç'ı bile serbest bırakmışken, seni neden bırakmayayım?"

Gözlerinde gördüğüm umut kısa süre içinde söndüğünde başını iki yana salladı. "Serbest bıraksan bile Reis öldürür beni. Bir kurtuluş yok artık."

"Ali Kıraç'ın yaşayacağı bile belli değil." dedim alayla.

"Oğlu var, o öldürür."

Doğru... Artık Karan vardı.

"Babasının ne haltlar karıştırdığını bile bilmiyor. Bir de başınıza Reis mi olacak?"

Başını iki yana salladı ve sıkıntıyla iç çekti. "Babasının ne iş yaptığını biliyor. Tek bilmediği uyuşturucu mevzusu... Onu da öğrendiğine göre, artık o daha büyük bir tehdit senin için."

Karan'ın gülümseyen yüzü gözümün önüne geldiğinde son görüştüğümüz anın pek de iyi olmadığının ben de farkındaydım. Sanırım biz artık gerçekten düşmandık.

"O zaman onun da sonu babası gibi olur." dedim kendimden oldukça emin çıkan sesimle.

"Yapabilecek misin?"

Sorduğu soruyla vicdanımı ölçüyorken duygularımı ustaca gizleyerek gülümsedim. "Nihat'ın da dediği gibi... ben kimlere neler yaptım."

"Yazık olur o zaman o genç adama... senden hoşlanmış gibi duruyordu."

Gülümseyen yüzüm donduğunda ifademi düz tutmak için çabaladım. "Bunu da nereden çıkardın?"

"Kör değilim. Karan hiçbir zaman babasına sesini yükselten bir çocuk olmadı. Hele ki onu karşısına almak... senin için yaptı işte."

Ali Kıraç'la arama girdiği sahneler gözümün önünde canlandığında başımla onayladım. "Haklı olabilirsin. Ama sonuçta ben onun babasını vurdum. Artık bana karşı beslediği tek duygu nefret olabilir."

Bir şey demeden beni onayladığında bu konuyu hızla kapatmak istedim. Ali Kıraç toparlanamazsa onun yerini alacak ve benim yeni baş düşmanım olacak kişinin Karan olduğunu düşünmemeye çalıştım. O kadar yaşanandan sonra onunla gerçek bir düşman olmak üzücü olurdu.

"Neyse... biz seni konuşalım Orhan. Bana istediğim bilgileri ver, ben de sana özgürlüğünü vereyim. Nasıl fikir?"

"Öldürürler." dedi hiç düşünmeden. Ama ben onu da düşünmüştüm.

"Ölen bir adamı öldüremezler."

Şaşkın gözleri beni bulduğunda umut verici bir şekilde gülümsedim. "Seni öldü bilirlerse, peşine de düşmezler. Sen de istediğin yere gider, istediğin kişinin yanında hayatını yaşarsın. Zaten yaşlanmışsın bırak bence bu işleri."

Kırklarının sonlarında olan adamı bu yolla tavlayabileceğimi düşünüyordum. Genç ve hırslı biri olsaydı ağzından tek bir kelime bile alamayacağımı ben de biliyordum, neyse ki o öyle değildi.

"Yapabilir misin?" Sesinde çaktırmamaya çalışan bir umut varken başımla onayladım. Ben bir söz verirsem tutardım.

"Açık konuşmak gerekirse seni hiç sevmiyorum Orhan. Sen de beni sevmiyorsun. Ama söylediklerimi yaptığımı da biliyor olman lazım."

Bir süre yere bakıp düşündükten sonra kırışmış gözleri beni buldu. "Tamam, bildiklerime cevap vereceğim."

Yüzümde bir zafer gülümsemesi belirdiğinde onu onayladım ve oturduğum sandalyede dikleştim. "Depo nerede?"

"Pendikte. Cehennem diye bir gece kulübü var. Onun altında da depo..."

Gözlerim baygın Nihat'ı bulduğunda duyduklarımın şokuyla güldüm. "Bu salak o yüzden mi cehennemin dibi deyip durdu?"

Orhan beni onayladığında kendimi daha fazla tutamayıp kahkaha attım. Sanki çok geniş bir beyine sahipmiş gibi bir de bana akıl oyunu yapıyordu gerzek.

"Peki deponun başında kim var ?"

"Sinan Dikenoğlu. Gece kulüpleriyle ünlüdür. Tam bir kahpe ama iş de görüyor, sahibine sadık bir köpek yani."

Edindiğim bilgilerle gitgide güçlendiğimi hissedip yeni bir soruya geçtim. "Başka üretim yaptığınız depolar var mı?"

"Hayır, üretim yapılan tek depo var. Diğerleri dağıtım için... Zaten üretim yapılan depoya girebilirsen, diğerlerini de bulursun."

Girebilirsen...

Sesinde belirgin bir inançsızlık varken bu tavrı onaylamasam da sustum. Kararından vazgeçmesini istemiyordum, daha ona soracak sorularım vardı. "Ali Kıraç'ın benim bilmediğim bir zayıf noktası var mı?"

Saçma bir soru sormuşum gibi güldü. "Kendi karısını bile elleriyle öldürmüş birisinin nasıl bir zayıf noktası olabilir? Bir tek Karan var... onu da biliyorsun zaten."

Sessiz kaldığımda bir süre düşündüm. Kendi karısını öldürmüş olması beni şaşırtmamış ama düşündürmüştü. Peki ya... Karan bunu biliyor muydu?

"Evi nerede ?" Kaşları hızla çatıldığında bana şüpheci bir tavırla bakmaya başlamıştı. "Evi mi? Oraya girebileceğini falan mı düşünüyorsun? Sen harbiden kafayı yemişsin."

Ses tonundaki küçümseme yine beynimdeki o noktaya bastığında bir hışımla oturduğum sandalyeden kalkıp çenesini sıktım. "Benimle konuşma şeklin hoşuma gitmiyor Orhan. En başa dönelim ister misin?"

Beklediğim korku gözlerine şimşek hızıyla ulaştığında sertçe yutkundu ve sustu. Gerekli mesajı çabuk alabildiğine sevinmiştim.

"Yaz şuraya adresi." Uzattığım telefon ekranına çözdüğüm tek eliyle tek tek adresi yazdığında arada gözlerini bana çeviriyor, sonra korkuyla yeniden telefona dönüyordu.

"Gelelim son ve en önemli konumuza..."

Beklenti içinde sustuğunda aklıma gelen parça parça mesajlaşmalarla kaşlarımı çattım. "Selim'e nasıl bulaştınız? Onunla mesajlaşan kimdi? Onu neyle tehdit ettiniz?"

Bu sorunun gelmesini bekliyormuş gibi yüzü yumuşadığında ben huzursuzca onun söyleyeceklerini bekledim. "Tam adını öğrendiğimizde hakkında küçük bir araştırmaya gittik. Annesi ve babası ölmüş, bu da bizim işimize yaradı tabi. Hemen uygun bir senaryoyla onu bir kız kardeşi olduğuna inandırdık."

Ben şaşkınca anlattıklarını dinliyorken o sanki çok sıradan bir şeyden bahsediyormuş gibi rahattı. "Aylarca bu senaryo üzerinde çalıştık, iyice inandırdı kız da onu kardeşi olduğuna. Sonra bir gün kardeşini kaçırdığımıza dair bir haber yolladık buna. Gizli gizli konuştuğu bir telefon vardı kızla, oradan."

Selim'in neden bundan bize hiç bahsetmediğini düşünürken ruhumu az öncekinden daha da kırgın hissediyordum. "Sonra her şey tıkırında işledi tabi... Bize verdiği bilgiler karşılığında onu sahte kardeşiyle telefonda konuşturuyor, iyi olduğuna falan inandırıyorduk."

Ömer'in yumruklarını sıktığını fark ettiğimde elimle Orhan'ı susturup arkadaşlarıma döndüm. Her an üzerine atlayıp onu öldürecekmiş gibi bakıyorlardı. Bunu yapmayı ben de deli gibi istesem de onunla bir anlaşma yapmıştım. Sözümden istesem de dönemezdim.

"Siz ikiniz... dışarı çıkın." Şaşkın ve kızgın gözleri beni bulduğunda tavrımdan asla taviz vermedim. "Çıkın dedim."

Ömer tartışmaya girmeyip bir hışımla dönüp gittiğinde, Caner onun aksine bana öfkeyle bakmayı sürdürdü.

"Regina..." Ses tonu beni uyarır gibiyken gerilen sinirlerimle sandalyeden kaktım ve tam karşısında dikildim. "Bana karşı mı geliyorsun Caner? Bu tavrından ne anlamalıyım?"

Gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı beni üzse de ona aynı şekilde bakmaya devam ettim.

Ben bunu yalnızca onları korumak için yapıyordum. Burada kalırlarsa kendi kendilerini yiyip bitireceklerdi. Selim'e davranışları için kendilerini suçlayacaklardı. Yaşadıklarını nasıl fark edemedik diye de kendilerine yükleneceklerdi. Bu yük onlara fazla ağırdı.

"Çık dışarı."

Elimle kapıyı gösterdiğimde o da aynı Ömer gibi hızla çekip gitti. Ben ise arkasında bıraktığı boşluğa dalgınca bakıp derin bir nefes aldım. Bunu gerçekten yapmak zorundaydım.

O an göz göze geldiğim Ateş'in bakışlarında gördüğüm anlayış duygusu beni az da olsa rahatlattığında tekrar Orhan'ın karşısına oturdum. "Evet... nerede kalmıştık?"

Ürkmüş bakışları tereddütle üzerimde gezindiğinde kendi adamlarıma bile böyle sert davranmam onu da korkutmuştu belli ki. Üstelik ben bile bir an korkmuştum kendimden.

"Bir süre sonra verdiği bilgilerin çelişkili olduğunu fark ettik işte. Senin en yakın adamlarından biriydi ama adını bilmediğini söylüyordu. Reis gerçek adını bir şekilde öğrenene kadar ağzını aradık ama o hiçbir şey söylemedi."

"Ali Kıraç nasıl öğrendi?"

Bilmiyorum der gibi omuz silktiğinde onlara böyle bir bilgi vermediğinin zaten farkındaydım. Bilselerdi burada tutuldukları herhangi bir anda beni oradan vurmaya çalışırlardı zaten.

"Bize hiçbir şey söylemedi. Biz de sormadık..."

"En yakın adamlarıydınız bir de.." dedim alayla. Benim adamıma laf ediyorken dönüp de kendilerine bakmıyorlardı.

"Biz Reis'in istediği kadar şey biliriz. Gerisini sorgulamak demek, ölmek demektir."

Ali Kıraç'ı gözlerinde öyle bir büyütmüşlerdi ki kulağa çok saçma geliyordu. O da insandı sonuçta, görüldüğü üzere kurşun da geçiriyordu vücudu.

"Adamını bir süre kullandıktan sonra işimize bu şekilde yaramadığını fark edip yeni bir plan yaptık. Kızı serbest bıraktığımızı söyledik, o da paşa paşa geldi. Tabi kardeşim diye sarıldığı kızın karnına bıçak saplaması da ona büyük bir sürpriz olmuştu."

Selim'in o anki umutlarını, mutluluğunu düşündüğümde bir anda karnına saplanan bıçakla neler hissettiğini hayal ettim. Çok acı çekmiş olmalıydı..

Hem kardeşi sandığı kişiyle tehdit edilirken, hem de onların elinde o kalp kırıklığıyla işkence görürken..

Zaten onu bulduğum ilk anda bana gülümseyişi gözümün önünden bir an bile gitmiyorken daha iki saat önce ona ne kadar kötü davrandığımı düşündüm.

"Ama sana çok sadıkmış... Kardeşinin bizim elimizde olduğunu düşünüyorken bile hep eksik, yalan bilgiler verdi. Şaşırmıştım."

Anlattıklarıyla duygularımın işimin önüne geçeceğini anladığımda oturduğum yerden kalkıp hızla ceketimi ve silahımı masanın üzerinden geri aldım. "Bilgiler için sağol, gerisini bana bırak."

Odadan çıkmadan önce Ateş'e dönüp arkada her şeyi duyan o adamları işaret ettim. "Sen ne yapacağını bilirsin."

Beni sessizce onayladığında kapıyı ardımdan kapatıp merdivenleri çıktım. Biraz ileride Selim'in odası duruyorken o an yanına gidip gitmemek arasında kendimle büyük bir savaşa girmiştim. En sonunda yüzleşmeye hala hazır olmadığımı fark ettiğimde adımlarımın yönü değişti ve deponun ön kısmına doğru ilerledim.

Kapının önünde duyduğum yüksek sesler ilgimi de bir anda üstlerine çektiğinde sahiplerine doğru biraz daha yaklaştım. "Asla affetmeyeceğim! Asla!"

Caner'in kızgın sesi beni o an fazlasıyla yaraladığında birkaç adım daha atıp yanlarına ulaştım. "Benden mi bahsediyordunuz?"

İkisinin de gözleri hızla bana döndüğünde o gözlerde sırasıyla öfke, kırgınlık ve hüzün gördüm. "Hayır, kendimizi affetmeyeceğiz." diye düzeltti Ömer.

Dudaklarımı birbirine bastırıp ağlamamak için kendimi tuttuğumda bunu fark etmiş gibi acıyla gülümsedi. "Öyle davrandığın için kızmadık sana, merak etme."

Ciddi olup olmadığını anlamak için yüzünü incelediğimde omzumdan tutup beni kendisine çekti. Çenesini kafama koyup bana sıkıca sarıldığında bu davetine memnuniyetle icabet ettim.

"Böyle olması gerekiyordu."

"Biliyoruz. Sen ne yaparsan yap hep iyi bir sebebin vardır zaten. Sana istesek de kızamıyoruz." Caner'in bu durumdan memnun olmayan sesini duyduğumda Ömer'den ayrılıp kollarımı bu defa da onun çıplak beline sardım. Bir süre öylece durduğumuzda ondan da ayrılıp geri çekildim ve boğazımı temizleyip ciddi bir tavra bürünmeye çalıştım.

"Kendinize yüklenmeyin, durumun böyle olduğunu bilemezdik. Sizin hatanız değildi."

Bana cevap vermediklerinde ellerimi kaldırıp ikisinin de kafasına sert bir tokat geçirdim. "Ah, ne vuruyorsun be?"

"Şu ruh halinden çıkın diyorum size. Her şeyi birlikte halledeceğiz." Onlar hala kafalarında vurduğum yeri okşuyorken ben başımı iki yana salladım. Bu çocuklar cidden hiç büyümüyordu.

"Şimdi gidiyorum ben, sonra tekrar geleceğim. Ben gelene kadar mahalle size emanet. Döndüğümde aynı yerinde bulabilirsem mutlu olurum."

"Merak etme." diye geçiştirdiklerinde ben daha şimdiden merak etmeye başlamıştım.

"Orhan'a da dokunan olursa gerçekten elini kırarım. Bir anlaşma yaptık, koruyacağız." Bu söylediğimi de robot gibi ruhsuzca onayladıklarında bu hallerine gülmeden edemedim. "Salaklar..."

"Hem dövüyor hem de hakaret ediyor ya!" Caner sitemle bağırdığında Ömer de gözlerini kısmış dik dik bana bakıyordu.

"Çok konuşma da git üzerine bir şey giy. Edep de kalmamış bunlarda be!" Mahallenin teyzelerini taklit etmeme güldüklerinde onlarla vedalaşıp yanlarından ayrıldım.

Ayaklarımı sürüye sürüye Kadir'in odasına çıktığımda kapıyı açıp sessizce içeriye girdim. Onur yine kameraların başında oturuyorken Kadir telefonla konuşuyordu.

"Tamam, anladım."

Gözleri içeri giren beni bulduğunda "Patron mu?" diye sordum. Bakışları garip bir hal aldığında birkaç saniye durmuş ardından da başını onaylar gibi sallamıştı.

Onur da aramızdaki bu garip iletişime anlam vermeye çalışır gibi bakıyorken eliyle koltuğu işaret etti. İstediğini yapıp oturduğumda masanın üzerindeki sulardan birini tutup bana doğru fırlattı. Havada yakaladığım suyu açıp içtiğimde Kadir de telefonu kapatıp yanıma oturmuştu.

"Helal olsun be sana, nasıl bülbül gibi öttürdün herifi!"

Sesindeki saçma gurur beni de istemsizce gülümsettiğinde yorgun bir nefes verdim. "Ali Kıraç'ı hiç beklemediği bir anda, hiç beklemediği bir yerinden vuracağım. Canını öyle çok yakacağım ki... bu defa gerçekten o gözlerinde sadece korku olacak."

Karanlık bakışlarım o an Kadir'i de ürkütmüş olmalı ki kaşları havalandı. "İnanıyorum, sen onu da yaparsın."

"Patron ne diyordu?" Konuyu beklenmedik bir şekilde değiştirdiğimde, yüzümdeki bakışları dondu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra suratına yapmacık bir gülümseme yerleştirdiğinde bu hallerine bir anlam veremedim.

"Bundan sonra daha akıllıca davranmamızı falan söyledi işte, her zamanki şeyler. Planları daha detaylı yapmamız lazım."

Kaşlarım şaşkınlığımla havalandığında dudaklarımı da alayla büzdüm. "Hale'yi görevden al gibi şeyler söylemedi yani? Hayret." Kadir'in yüzüne yine o memnuniyetsiz ifade yerleştiğinde ben şişenin kapağını açıp yeniden büyük bir yudum su içtim.

"Patronun senden nefret ettiğini falan mı düşünüyorsun? Onu dinlemediğin için kızdı evet, ama o sözü de zaten senin iyiliğin için söylemişti."

"Benden nefret etmesi için bir sebep yok. İşine çok yarıyorum."

Mantıklı bir argüman sunduğumda Kadir söylediklerini anlamadığımı düşünüp kaşlarını çattı. "Patron'a düşmanınmış gibi davranmaktan vazgeç Hale. Ne ara ondan bu kadar nefret eder oldun sen?"

Yükselen sesine aldırmadan oturuşumu düzelttim ve bacak bacak üstüne attım. Bu tavrımla da ondan daha rahat olduğumu açıkça belli ediyordum zaten. "Nefret etmiyorum. Hatta aksine ona çok saygı duyuyorum."

Kadir'in bakışları anında yumuşadığında artık öfkeli değil meraklı bakıyordu bana.

"Böyle bir mahalleyi kurduğu, buradaki insanlara sahip çıktığı için saygıyı fazlasıyla hak eden bir adam. Ama bana karşı oldukça katı davranıyor, sebebini hala anlayamadım."

Düşünceli bakışlarımı yere diktiğimde omzumda Kadir'in elini hissettim. "O kadar inatçısın ki arkadaşın olmasam seni çoktan öldürürdüm."

Beklemediğim iltifat karşısında şok olsam da kendimi tutamayıp kahkaha attım. O kadar içten söylemişti ki bunu, ona kızamadım bile.

"Beni istesen de öldüremezsin sen." İnatla ona diklendiğimde gözlerini devirdi. "Şu kızın bitmek bilmeyen özgüveni beni yoruyor ya.."

Arkasına yaslanıp gözlerini kapattığında ben inatla gülmeye devam ettim. Bir süredir konuşmayıp bizi dinleyen Onur'un sesini duyduğumdaysa bakışlarım hızla ona dönmüştü.

"Hadi gidelim."

Ayağa kalkmasıyla ben de ayağa kalktığımda Kadir'in ters bakışlarını umursamadan arka kapıyı açtım. Yine sessizlik içinde arabaya binip yola çıktığımızda bana bir şeyler sormadığı için de oldukça mutluydum.

Yol nedense bir türlü bitmek bilmediğinde uykusuz gözlerim bir açılıyor, bir kapanıyordu. En sonunda kendimi ciddi bir uykuya teslim etmek üzereydim ki bahçe kapılarının açılma sesi beni hızla kendime getirmişti.

Duran arabadan kemerimi söküp indiğimde seri adımlarla kapıyı açıp eve girdim. Onur da hemen ardımdan gelip kapıyı kapattığında merdivenden çıkmak üzereyken durup ona döndüm. "Şimdi konuşmak ister misin?"

"Gözünden uyku akıyorken mi?" Gülmemek için kendini sıkıyormuş gibi duruyorken gözlerimi devirdim. "Sen bilirsin."

Arkamı döndüğüm sırada tuttuğu bileğimle yerimde durmak zorunda kaldığımda yeniden yüzümü ona çevirdim. Bu defa fazla ciddi bakıyordu.

"Üzerinde bir yük hissetmene gerek yok. Ne zaman ve ne kadarını anlatmak istersen, ben beklerim."

Bu defa kaçırmadım bakışlarımı. İçimden geldiği gibi, istediğim kadar durdum öyle.

Ne o geri çekildi, ne de ben.

Ne o konuştu, ne de ben.

Ama biliyordum ki bu böyle daha fazla devam edemezdi.

Tavrı ve anlayışlı gözleri beni istemsizce duygulandırdığında kendimi gülümsemeye zorladım. "İyi geceler."

Bileğimden kayan parmaklarıyla arkamı döndüğümde kaçar gibi odaya çıkıp kapımı kilitledim. Sırtımı yasladığım kapıyla birlikte yere çöktüğümde dizlerimi kendime doğru çekip bacaklarıma sarıldım. Düşünecek o kadar çok şeyim vardı ki... ama ben hiçbirine odaklanamıyordum.

Bugün çok zor bir gündü evet. Ama yarın... yarın daha da zor olacaktı.

Bir türlü kaçamadığım Onur'la birlikte yıllardır benden kaçan babamı bulacaktık. Ki o babamı aradığımı bile bilmiyordu.

Aslında hiçbir şey bilmiyordu. Yine de benimleydi işte, yine de yanımda duruyordu.

"Neden?" Kısık sesime sol gözümden bir yaş eşlik ettiğinde acıyla fısıldadım. "Neden yapıyorsun bunu bana ?"

🔱

Bitmek bilmeyen toprak yollar yavaş yavaş midemi bulandırmaya başladığında elimi uzatıp camı açtım. Bu lanet mekan nasıl bir yerdeydi böyle?

"Az kaldı."

Aradan geçen bir saatin ardından Onur'un sesini yeniden duyduğumda kafamı ona doğru çevirdim. "Sen konuşabiliyor muydun?"

Onunla dalga geçmeme göz devirdiğinde ağzının içinden mırıldandı. "Sen de konuşmuyorsun."

Haklıydı. Kafam o kadar doluydu ki ne konuşacağımı bile bilmiyordum ben.

Peki şu an nereye mi gidiyorduk? Edirne'ye.

Sabah uykumu güzelce alıp uyandığımda Onur'u evde görememiş ve hızlıca kahvaltı etmiştim. Eve geri döndüğündeyse tek dediği küçük bir valiz hazırlamam ve birkaç saat sonra yola çıkacağımızdı. Ne bir plan yapmış, ne de oturup adam akıllı konuşmuştuk.

Aslında bu sıralar asla kendim gibi davranmadığımı düşünüyordum. Onu ne sorguluyor, ne de karşı geliyordum. Ve bu beni ne kadar kızdırabilirse o kadar kızdırıyordu.

"Sence notta yazan 'A' kim ? Aklına birileri geliyor mu?" Bir süre sessiz kalıp ardından başını iki yana salladı. "Notun sahibinin kim olduğunu bilseydim, belki bir tahminim olurdu."

Ona hiçbir şey anlatmadığım için bu dediğine de tekrar hak vermiştim. Ama bilseydi de bir şey değişeceğini sanmıyordum. Babam bir çete, örgüt ya da mafya lideri değildi. Yalnızca yaşlı ve şeref yoksunu biriydi o. Böyle birinin de kimlerle bağlantısı olduğunu anlamak, neredeyse imkansızdı.

"Edirne'nin en büyük pavyonunu işletiyor bu adam. Pavyon işin görünen kısmı tabi. Arkada fuhuş, kumar gibi ne ararsan var."

Bir şey söylemeyeceğimi anladığında konuyu değiştirip bulmaya gittiğimiz Muzaffer Kaya hakkında bildiklerini anlatmaya başlamıştı birden.

"Bu gece güzel şarkılar dinleyeceğiz yani.."

Kafamda hızlı bir plan kurduğumda benimle beklediğimin aksine bir tartışmaya girmedi.

"Geldik."

Gözlerim önünde durduğumuz oldukça lüks villaya kaydığında merakla kaşlarımı çattım. "İki günlük bir şey için villa mı kiraladın?"

"Hayır, satın aldım."

Beni beklemeden arabadan indiğinde şaşkın gözlerim hala onun boş koltuğuna bakıyordu. Az önce satın aldım mı demişti o?

Kemerimi çözüp peşinden indiğimde o çoktan valizlerimizi indirmiş ve eve doğru yürümeye başlamıştı. "Parayı harcayacak yer mi bulamıyorsun artık ?"

Alaylı sesime aldırmadan kapının yanında asılı olan saksıdan bir anahtar çıkarıp kapıyı açtığında sesini de ancak duyabilmiştim. "Otelleri sevmiyorum. Ayrıca yatırım sayılır bu."

Bir şey demeyip sessiz kaldığımda o da benim gibi etrafına garip bakışlar atıyor ve evi keşfediyordu. Belli ki ne aldığına, daha doğrusu neye yatırım yaptığına dair onun da en ufak bir fikri bile yoktu.

"Odalar yukarıda galiba."

Merdivenleri çıkıp odalara tek tek baktığımızda istediğimi seçmem için bana öncelik tanımıştı. İki gün kalacağımız için çok umurumda olmasa da ön kısıma bakan odayı aldım.

"Yemek söylüyorum." Yaptığı bilgilendirmeye tam itiraz edecektim ki elini kaldırıp beni susturdu. "Hiç yorma kendini."

Bir şey dememe fırsat bile vermeden aşağı indiğinde arkasından abartıyla gözlerimi devirdim. Evet, yine onun istediği oluyordu işte...

Seçtiğim odaya girip havalanması için doğrudan camları açtığımda güzel gözüken manzaradan bir süre dışarıyı izledim. Kendimi gereksiz derecede gergin ve heyecanlı hissediyordum bugün. Peki ama tam olarak ne için?

Oyalanmak için valizimi yatağın üzerine koyup fermuarlarını da açtığımda kendime gece giyecek bir şeyler aradım. Yanıma her ihtimale karşı birkaç takım kıyafet getirmiştim neyse ki...

Gözüme ilişen kırmızı etek-crop gömlek takımımla sırıttığımda daha fazla düşünmeme gerek bile kalmamıştı. Kırmızı giyecektim.

Kıyafetleri yatağın üzerine özenle koyup tekrar aşağı indiğimde telefonla konuşan Onur'un yanına gidip oldukça rahat olan koltuklardan birine oturdum. Burası belli ki fazla zevkli biri tarafından dekore edilmişti. Genellikle beyaz ağırlıklı olan bu ev insanın gerçekten içini açıyordu. Yeni taşınacağım evimi ben de böyle dekore etsem güzel olabilirdi.

"Çok dolu bir mekan olduğu için son gün rezervasyon kabul etmiyorlarmış. Ama ben hallettim." Bu hızlı iş çözücülüğü hoşuma gitse de ona bir cevap vermemeyi tercih ettim. Gözlerim hala odanın dekorasyonunda dolanıyorken Onur yeniden dikkatimi üzerine çekmeyi başarmıştı.

"Aptalca bir şey yapmayacaksın değil mi?" Şüpheci gözleri üzerimde geziniyorken aptalca'dan kastının adama kendi mekanında saldırmak olduğunu açıkça anlamıştım.

"Benim ne zaman aptalca bir şey yaptığımı gördün?"

O an benim bile aklıma sayabileceği bir sürü örnek geldiğinde, o sadece susmayı tercih etmişti. Fazla zekice bir tavırdı bu, örnek vermeye kalksa tartışacağımızın o da farkındaydı.

"Peki, güveniyorum sana."

Bu iki kelime içimde garip bir his ortaya çıkardığında gözlerimi ustaca kaçırdım ve evin iç açıcı duvarlarına bakmaya devam ettim. Bu sırada çalan kapı Onur'u ayaklandırdığında siparişlerin geldiğini de kuryenin sesinden anlamıştım.

Bir anda önümdeki sehpaya bırakılan poşetlere şok içinde bakakaldığımda hayretle Onur'a döndüm. "İki kişi olduğumuzun farkındasın değil mi?"

"Hangisini sevdiğini bilmiyorum."

Yaptığı açıklama beni aldığı onlarca hamburgerden daha çok şaşırttığında kendiliğinden açılan ağzım kapattım. "Sorabilirdin mesela ?"

Şaşkın sesime aldırmadan omuz silktiğinde sanki yaptığı çok normal bir şeymiş gibi savunmaya geçti. "Sipariş verirken yanımda değildin."

"Yanıma gelseydin?" Olayın saçmalığına dayanamayıp gülmeye başladığımda dik dik yüzüme baktı. "Son geldiğimde pek de müsait değildin."

Gözümün önüne gelen o geceyle gülümsemem yüzümde donduğunda açık sözlülüğüne bir kere daha şok oldum. Bu adam beni her şekilde şaşırtmayı başarıyordu zaten.

"Neyse... teşekkürler." Sesimi toparlayıp ciddi bir tavıra büründüğümde onun benim aksime gülmemek için kendini sıktığını da fark etmiştim. Ve bu beni hem daha fazla utandırmış, hem de kızdırmıştı. Ona sataşıp tartışma çıkarmak üzereyken çalan telefonuyla ayaklandığında arkasından dik dik bakmakla yetindim.

"Gıcık..." Hamburgerlerden rastgele bir tanesini alıp iştahsızca yediğimde Onur da hala odaya geri gelmemişti.

Onu daha fazla beklememin saçma olacağını anlayıp ayağa kalktığımda kaldığım odaya geri dönüp kendimi yatağa bıraktım.

Kalkıp hazırlanmam gerekiyordu ama buna bile halim olmadığının farkındaydım. Yorgun olmamama rağmen uyuyup deli gibi kaçmak istiyordum sorumluluklarımdan. Ama yapamazdım. Hayat da beni o kadar sevmiyordu zaten.

Bedenimi zar zor yataktan kaldırdığımda lavaboya girip yüzümü defalarca kez soğuk suyla yıkayıp stresimi atmaya çalıştım. Odaya geri döndüğümdeyse üzerimi hızla değiştirmiş ve makyaj masasına oturmuştum. Fazla abartılı olmayan ama beni güzel gösterecek birkaç parçayla makyajımı tamamladığımda saçlarımı da açık bırakıp son halime baktım.

"Kırmızı bana gerçekten yakışıyor." Kendi kendimi tatmin etmeye çalışmama yine kendi kendime güldüğümde delirmeye başladığıma da artık emin olmuştum.

Çantanın içine cüzdan, telefon gibi şeyleri koyduktan sonra silahımı da attığımda son kez etrafıma bakıp giyecek bir ayakkabı aradım. O an aklıma yanıma hiç topuklu ayakkabı almadığım geldiğinde kendime sövmek istesem de bir yerden almak için hala geç olmadığını fark edip hızlıca spor ayakkabılarımı giydim.

Odadan çıktığım sırada karşılaştığım Onur beni baştan aşağı hızlıca süzdüğünde beklediğim tepkinin aksine kaşları çatıldı. "Kırmızıya karşı bir bağımlılığın mı var senin?"

"Peki senin kırmızıya karşı bir takıntın mı var?" diye hızlı bir cevap verdiğimde çatılan kaşları düzeldi ve umursamazca omuz silkti. "Yok."

Yanımdan geçip merdivenlerden hızlı hızlı indiğinde giydiği siyah takımı da ancak inceleyebilmiştim. Gömleğinden ayakkabısına kadar siyaha bürünmüştü bugün. Ve kabul etmeliydim ki, böyle fazla iyi gözüküyordu.

"Topuklu ayakkabı almam lazım benim."

"Tamam."

Oturma odasına girip yenilmeyen yiyecekleri aldığında elindeki paketlere hüzünle baktım. Ziyan olan yemeklere çok üzülüyordum. Bizim israf ettiğimizi bulamayan insanlar vardı...

Evden çıkıp arabaya bindiğimizde yemekleri çöpe atacağını düşünsem de o tam tersine arka koltuğa koymuştu. Bunu neden yaptığını anlamasam da bir şey sormadım ve hiç bilmediğim şehirde kısa bir gezintiye çıktık. İstanbul'un aksine oldukça sakin ve huzurlu bir yerdi Edirne. Gördüğüm kadarıyla yani, oldukça beğenmiştim.

Ben önünden geçtiğimiz evleri, sokakları incelerken Onur arabayı durdurup bir şey söylememe bile fırsat vermeden indi. Arka kapıyı açıp poşetleri çıkardığını gördüğümde ne yapacağını sessizce izlemeye başladım.

Sol tarafımızda dikkatli bakınca fark edebildiğim bir parka doğru yürüyüp top oynayan birkaç çocuğun yanına gitti. Bir şeyler konuşup çocukları kahkahalara boğduğunda benim de bu güzel tabloya bakarken istemsizce yüzümde bir tebessüm oluşmuştu.

Elindeki poşetleri uzatıp her biriyle tek tek yumruk tokuşturduğunda yüzündeki gülümsemeyle bana doğru gelmeye başladı. Yanağımda hissettiğim ıslaklıkla önüme döndüğümde saçma bir şekilde akan gözyaşımı elimin tersiyle yok ettim. Bu ara her şeye karşı fazla duygusallaşmam hiç hoşuma gitmiyordu.

Yerine oturup bana dikkatli bir bakış atan Onur'a hiçbir şey olmamış gibi döndüğümde gözlerini kısmış ve yüzüme daha dikkatli bakmaya başlamıştı. İşte bunu yapmasını da hiç sevmiyordum.

"İyi misin sen?"

"Evet." Tereddüt etmeden cevap verdiğimde uzatmadan önüne döndü ve arabayı çalıştırdı. Hava artık tamamen karardığında, bu defa da cadde gibi bir yerin önünde durmuştuk.

"Beş dakikaya gelirim."

Kemerimi açıp arabadan indiğimde Onur'un da benimle birlikte indiğini görüp kaşlarımı çattım. "Sen niye geliyorsun?"

"Arabada sıkılırım."

Çocuk gibi saçmalamasına gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda onu umursamadan yürümeye devam ettim.

Bilindik bir ayakkabı markasının mağazasını açık bulup girdiğimde mağaza çalışanları gülümseyerek etrafıma toplandı. Ama ben bunu ne zaman iyi niyetli de olsa yapsalar kendimi diken üstünde hissediyordum.

"Hoşgeldiniz efendim, nasıl bir şey arıyordunuz ?"

"Üzerimdeki takıma uygun bir şeyler.." diye cevap verdiğimde gülümseyip bana birkaç ayakkabı seçeneği göstermeye başladı. Ama gösterdiklerinin hepsi fazla abartılı ve benim tarzımın çok dışındaydı.

"Bu nasıl?" Buradan vazgeçmek üzereyken duyduğum Onur'un sesiyle arkamı döndüğümde elinde tuttuğu ayakkabıya şaşkınlıkla karışık hayranlıkla baktım.

"Bu... çok zarif."

Bu görseli ancak böyle tarif edebileceğimde yanımdaki kadının ayakkabının tarihçesi hakkında konuşmasını dinlemeyip doğrudan Onur'un gözlerine baktım. Dudaklarının aksine gözleri gülüyordu..

Ayakkabıyı bana verdiğinde yanımdaki koltuğa oturup dikkatle giydim. Ayakkabı ayağımda beklediğimden daha iyi durduğunda kıyafetimle de sanki bir bütün gibi gözüküyordu. Beğeniyle kendimi süzdüğümde alaycı bakışlarımı Onur'a çevirdim. "Kırmızıyı sevmeye başlıyorsun galiba?"

"Siyahı da vardı, getirebilirim?" Beni hiç vakit kaybetmeden bozduğunda elimle durmasını işaret ettim. "Hayır, bunu sevdim."

Dudakları bir anlığına yukarı doğru kıvrıldığında gerçek mi gördüm diye kendimi sorgulamaya başlamıştım. O kadar kısa bir andı ki bu, yaşandığından pek de emin değildim.

Mağaza görevlisi spor ayakkabılarımı şık bir pakete koyup bana uzattığında gülümseyerek teşekkür ettim. Artık yanımda olmadığını fark ettiğim Onur'u kasada görmek beklediğim bir şey değilken kaşlarımı çatıp hızla yanına yaklaştım. Ama o çoktan ayakkabının parasını ödemişti bile.

"Hadi gidelim." Yanımdan geçip çıkışa doğru yürüdüğünde topuklunun izin verdiği kadar koşup kolundan tuttum. Temasımla birlikte yürümeyi kesip bana döndüğünde dik dik suratına bakmaya devam ettim. "Neden benim ayakkabımı sen ödüyorsun?"

"Çünkü param var." Yaptığı saçma açıklamaya gözlerimi devirdiğimde inatla kolundaki elimi çekmedim. "Benim de param var, ödeyebilirim."

"Biliyorum."

Kestirip atması beni daha çok sinir ettiğinde o benim aksime gülümsedi. Bu defa oldukça gerçek bir gülümsemeydi bu. "Ben seçtim ve hediye etmek istedim. Büyütecek bir şey yok bunda, sen de bana alırsın."

Göz kırpıp yürümeye devam ettiğinde derin bir nefes alıp arkasından ilerledim. Onunla tartışmaya girmeme gerek yoktu, çünkü hep kaybediyordum.

Elimdeki paketi arkaya koyup, ben de ön koltuğa oturduğumda kemerimi bağlamamı bekleyip arabayı çalıştırdı. Dar sokaklardan geçip kapısındaki ışığıyla neredeyse mahalleyi aydınlatan bir mekanın önünde durana kadar ikimiz de tek kelime konuşmadık.

"Gece Ateşi..."

Tabelada yazan mekanın ismini mırıldandığımda hemen arabadan inmek istemiştim ki bir anda kapılar kilitlendi. Şaşkın bakışlarımı Onur'a çevirdiğimde o benim aksime düşünceli bir şekilde mekanın önündeki güvenliklere bakıyordu.

"Silahını arabada bırak."

Kendi silahını çıkarıp torpidoya koyduğunda itiraz etmek için ona dönmüştüm ki itiraz kabul etmeyen gözleriyle karşılaştım. "Silahla içeri almayacaklar, tek yaptığın dikkat çekmek olacak."

"Zayıf mı kalalım yani?"

Ben senin aksine silahımı hep yanımda taşıyorum, zayıflık göstermiyorum.

Bunu ilk tanıştığımızda bana kendisi söylemişti. Şimdi de tam tersini yapmamı söylüyordu, üstelik adamların ne kadar tehlikeli olduğunun altını defalarca kez çizdikten sonra.

"En kötü ihtimalle onların silahlarını alırız. Seviyorsun sen zaten bunu yapmayı."

Benim onu kendi lafıyla vurmama daha büyük bir karşılıkla cevap verdiğinde gözlerimi devirdim. Silahsız olduğum iki anda da adamlara saldırıp silahlarını aldığım için laf sokuyordu. Çünkü bu çok tehlikeliydi, ölebilirdim falan filan işte.

"Eteğinin altına saklaman için bir bıçak verirdim aslında ama, o da pek mümkün değil. Malum fazla kısa..." Sonlara doğru sesi memnuniyetsiz bir tona büründüğünde bu tavrına şaşırsam da üstüne düşmedim. "Neyse şüphe çekmeden gidelim."

Silahı çantamdan çıkarıp onun gibi torpidoya bıraktığımda yanıma aldığım siyah kürkü de üzerime geçirip arabadan indim. Hava karardıkça daha da soğuk oluyordu.

Neredeyse adamların önüne vardığımda durup, Onur'un bana yetişmesini bekledim. Adım sesleri gitgide bana yaklaşıyorken o anda Onur, asla beklemediğim o hareketi yaptı.

O... benim elimi tutmuştu.

Kalp atışlarım nedensizce düzensizleştiğinde ağzımı açıp da tek kelime edemedim. Yalnızca birleşmiş olan ellerimize bakıyor ve susuyordum. Bunun için bile dövmek istiyordum kendimi..

Hiçbir şey söylemeden yürümeye devam ettiğinde ben de mecburen peşinden onu takip ediyordum. Mekanın girişine yönelip rezervasyonumuz olduğunu söylediğinde adamlar bizi isim bile sormadan içeri almıştı. Sanırım dışarıdan bakıldığında hiç şüphe çekmeyen gerçek bir çift gibi duruyorduk.

Nargile dumanlarının hakim olduğu loş mekan günümüz gece kulüplerinden oldukça farklıyken hayatımda ilk defa bir pavyona gelmenin şaşkınlığını yaşıyordum.

Uzun ve dar koridoru bitirdiğimizde gözüm sahnede çok abartılı ama şık bir kıyafetle şarkı söyleyen kadına kaydı. Ahmet Kaya'dan Nereden Bileceksiniz şarkısını seslendiriyorken aynı zamanda da sahnede şarkıyı yaşıyordu.

Gözlerimle etrafı hızlıca taradığımda görmeyi beklediğim ama aslında hiç hazır olmadığım o görüntüyle karşılaştım.

Oradaydı...

Sahnenin tam karşısında elindeki rakıyla şarkıyı dinliyor, kenarları kırışmış yaşlı bakışları da boşluklarda geziniyordu.

10 yıl...

Acı siyah gözlerini görmeyeli, sesini duymayalı geçen onca sene...

İçinde büyüttüğüm nefretin sahibi, işte buradaydı.

Benden bağımsız olarak titremeye başlayan vücudumu Onur da fark ettiğinde istemsizce birleşen ellerimizi sıktım. Bir anda kaybettiğim gücümü ve cesaretimi bana geri vermesini diler gibi tutundum ona.

"Hale..."

Endişeli sesiyle gözlerimi zar zor ona çevirdiğimde titreyen çenemi bastırmaya çalıştım. Sol gözümden yuvarlanan bir yaş görüş açımı bulanıklaştırdığında zoraki bir nefes almayı da sonunda başarabilmiştim. "Aradığım a-adam burada..."

Gözleri ilk defa bu kadar endişeli bakıyordu bana. İlk defa onun babama benzettiğim bu acı siyah gözlerinde belirgin bir duygu görüyordum ben.

"Kim?" dedi bir çocukla konuşur gibi güven verici bir ses tonuyla. Gözleri etrafta gezinmiş, şüpheli bir şeyle karşılaşamayınca da yeniden bana dönmüştü.

Kendimde bulduğum son bir güçle gözlerimi yeniden o masaya çevirdiğimde acıyla fısıldadım. Yıllardır dillendirmediğim o gerçeği adeta saf bir nefretle tükürdüm bu geceye.

"Babam... o burada."

Loading...
0%