Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM - KALBİ DİRİLTEN DUYGU

@shorosharpen

 


Gülünce ışık saçan o gözler yaşla doldu.
Ağlama dönmez artık, bir varmış bir yok oldu.

 

Manga- DURSUN ZAMAN

 

❤⛓🖤

 

Kalbim bir çiçek gibi solup kuruyordu.

 

-Hayır, hayır, hayır! Harvey, sevgilim, gözlerime bak. Ambulansı arayın! Ara! Arayın Lan! Emirr! Yardım edin! Hayır, Harvey. Kapama gözlerini. Harvey, sakin ol sevgilim. Derin nefesler al, yalvarıyorum sana beni bırakma. Harvey, beni düşün. Ardında bir başıma kalacağım. Harvey, ben sensiz bir hiçim. Sevgilim, yaşayacağımız onca şey var. Hayır, kapama gözlerini. Konuş, benimle konuş.

 

-Ekip Ronni, Harvey vuruldu. Tekrar ediyorum, Harvey vuruldu.

 

Diyordu bir ses arkamdan. Tüm sesleri buğulu duyuyordum.

 

Uyuşmuş ellerim, Harvey'in yerde kan kırmızısı içinde yatan bedeninde çaresizce atan damar arıyordu.

 

Gözleri, bir gidip bir gelirken yaşamın yavaşça terk ettiğini görüyordum onu.

 

Bana ateşlenen silahın önüne geçmişti. Tek hatırlayabildiğim buydu. Beni yere itip, o kurşunu kendi göğsünden yemişti. Ardından ikimiz yere yığılmıştık.

 

Ben, emekleye emekleye, yerde hareketsiz yatan bedene ulaşmaya çalışırken, Emir, o kurşunu sıkan caniyi, tek hamlede katletmişti.

 

Ama o silahtan çoktan çıkan ilk kurşun, sadece Harvey'in değil benim de canıma saplanmıştı.

 

Kocam kollarımda son nefesini veriyordu. Etrafta neler döndüğü umrumda değildi.

 

Kan gölüne batmıştım. Ellerim, yere değen dizlerim. Kıpkırmızı görüyordum her yeri. Her yer kana bulanmıştı. Tıpkı eski günler gibi.

 

Sevdiğim herkes, kırmızı rengini saçıyordu etrafa ölmeden önce. Sevdiğim herkes, benim bu lanetli kollarımda kapıyordu gözlerini.

 

Harvey, varlığıyla hayata tutunduğum tek dalım, kırılmıştı.

 

-Uyan, hayır gidemezsin. Harvey, beni bırakıp gidemezsin. Sevgilim, hayatım. Hayır, lütfen bana bak. Ölme, ölme herkes gibi ölme sen de.

 

Harveyin vücudu bir tür nöbet geçiriyormuş gibi titriyordu. Dudaklarından süzülüyordu ruhu. Gögsü inip kalmayı çoktan kesmişti. Ve gözleri, sadece pişmanlık ile bakıyordu bana.

 

Beni bırakmasının pişmanlığı, birinin daha kollarımda ölmesinin pişmanlığı.


Yıllarca beni bu tramvadan kurtarmaya çalışırken, kendisinin de bana tramva oluşunun pişmanlığı.

Akan gözlerim ve çığlıklarım, ona hiçbir etki etmiyordu.

 

-Seni seviyorum. Seni çok seviyorum sevgilim, dediğimde sol gözünden tek bir damla gözyaşı inmişti.

 

Kalbimi orta yerinden ayıracak kadar acı dolu bir feryat bırakmıştım havaya.

 

Harvey ölüyordu, ben nefes almaya devam ederken.

 

Feryadımın ardından hiç kesilmeyen çığlıklar atmaya başladım ağlarken.

 

Harvey'in bedenini var gücümle sarsıyordum. Ama tepki vermiyordu. Veremiyordu.

 

-Hayır! Harvey, hayır sevgilim. Beni lütfen bırakma.

 

Gözleri kapanmıştı. Göğsü inip kalkmıyordu. Ten rengi morarmıştı. Ve üstümüz kana batmıştı.

 

Ve kollarım ise birden çok güçlü ve emin bir şekilde tutulup geriye çekilmeye başladı.

 

-Bırak, bırak dedim sana, diye boğazım yırtılırcasına bağırdım.

 

-Karmen, kendine gel! Gitmemiz lazım, dedi Emir arkamdan.

 

Sol kolumu ondan kurtarıp tekrar Harvey'in yüzüne dokunmaya çalıştım. Ama Emir, beni öyle bir sürüklüyordu ki, ona değememiştim bile.

 

-Onu terk etmeyeceğim, aptal. Bırak beni, Harveyi orada bırakamayız. O henüz ölmedi. Hayır. Emir bırak beni bırak. Harvey, uyan!

 

Diye art arda inkar etsemde, bazıları benim aksime gerçekleri kabullenmişti.

 

Harveyden bir metre kadar uzaklaştırıldım. Emir beni kollarımın altından tutup yukarıya çıkarttı.

 

Arabanın soğuk demirlerine değmeye başlamıştım ama gözlerimi bir an bile ayıramıyordum o bedenden.

 

Sonra ölü gözleri yavaşça bana döndü. Ve dudakları son kez kıpırdadı.

 

-Özür dilerim, demişti.

 

Ve benim ayarlarım hepten bozulmuştu. Daha kuvvetli bir çırpınışla kendimi bir anlık kurtarıp sadece iki adım atabildim ona.

 

-Özür dileme, yaşa. Hayır, son kelimen pişmanlığın olmasın. Seni seviyorum Harvey, özrünü kabul etmeyeceğim.

 

Sonra etrafta siren sesleri yükselmeye başladığında, Emir artık beni takati kalmamışçasına tutup arabanın içine soktu.
Kapımı kapatırken ise Hazar denilen adam,

 

-Harvey öldü, tekrar ediyorum. Harvey Ivy as cindy öldü, diye anons geçti telsizlere.

 

Ve şoför koltuğunda ki Emir, arabanın gazına yüklenip bizi oradan uzaklaştırdı.

 

Geride ise bir daha asla kavuşamayacağım kocamın ceseti kalmıştı.

 

♧♧♧

 

Arabanın koltuğuna tünemiş, içim kuruyana kadar ağlamaya devam ediyordum.

 

Bana veda etmemişti. Beni son kez öpmemişti. Benim- ahh, her şey bir kabustan ibaretti.

 

Gerçek hayatta yaşanan kabus.

 

Emir, arabanın hızını hiç düşürmeden yola devam ediyordu. "Keşke, keşke kaza geçirip ölsem" diye düşündüm. Harveyin olmadığı dünya da benim olmam, ona yaptığım haksızlık olurdu.

 

Kime güveneceğimi bilmiyordum, kime yaslanacağıma.

 

Bir başıma kaldığım şu dünyada nasıl hayatta kalmam gerektiği bana öğretilmemişti.

 

Hangi duyguları hissetmem gerekiyordu.
Aşk mı? Mutluluk mu? Hüzün mü?
Kime hissedecektim peki bunları?

 

Hayır, asıl soru hissedebilecek miydim?

 

Başımı yasladığım camdan çekip, Emir'e göz attım. En az 10 dakikadır arabadaydık ve hiç ağzını açmamıştı.

 

Sanki bakışlarımı hissetmiş gibi, dikiz aynasından kıpkırmızı olmuş gözlerini üzerime dikti.

 

-Nereye gidiyoruz, diye sordum.

 

Cevap vermedi. Ve yolunda sürmeye devam etti.

 

-Emir, beni nereye götürüyorsun?

 

Bu sefer daha net ve keskin çıkmıştı sesim.

 

-Evime. Şimdilik buralardan uzaklaşmalıyız.

 

-Hayır, Harvey beni peperonni ana merkezine götürmeni istemişti.

 

-Harvey onu Hazardan istedi. Benden değil.

 

-Emir, beni Harvey'in dediği yere götür dedim sana.

 

Emir, öfkeyle oflayarak arabayı keskin bir hamleyle sağa kırdı. El frenini çektikten sonra bana döndü.

 

-Harvey öldü, duydun mu? Onun verdiği emirler artık önemsiz.

 

Beynime kan sıçramıştı. Olduğum yerden Emire uzanıp,

 

-Onun hakkında nasıl böyle konuşursun? Daha az önce ölmüş biri hakkında bu, bu aptal-

 

Kendi cümlemin gerçekliği altında ezilmiştim. Daha az önce ölmüş olan adam, Harvey. Ben onun öldüğünü kabullenmiştim. Ve o ölür ölmez ona sırt çeviren ilk kişi en yakın dostu sandığı Emirdi.

 

-Harvey benim dostumdu. Sen ise hiçbir şeyimsin. Ya benim sözümü dinleyip susarsın ya da seni burada indirir kendi yoluma bakarım.

 

Ve bir de utanmadan tehdit etmeye kalkmıştı. Kendimi o kadar ufalmış hissediyordum ki, Harvey o öldüğünde bana böyle davranacaklarını bilseydi... Ama o öldü, bu yüzden boşuna beni kurtarabilir hayallerini kurup kendimi tatmin etmeme gerek yoktu.

 

- Sen ne ara bu kadar alçak birine dönüştün?

 

Emir gözlerini devirip, el frenini indirdi. Ve sessiz kalıp, arabayı sürmeye devam etti.

 

Ben de, sinirle soluklanırken aklıma söylediği ilk cümlenin kaçırılmış ayrıntısı düştü.

 

-Aklıma geldi, buralardan uzaklaşmalıyız derken neden ız ekini kullandın Emir? Neden sadece ben değil sen de uzaklaşmalısın?

 

Emir bana, tekrar dikiz aynasından baktıktan sonra kendi ağzında bir şeyler geveledi. Ardından,

 

-Hatırlarsan Harvey benim dostumdu. Ölümünü kolay sindiremeyeceğim. Bu yüzden, cenaze işlerini Austin'e bıraktım. O zamana kadar da ortalıkta görünmek istemiyorum.

 

Başımı sallayıp, yerime geri döndüm. Söyleyiş şekli mi yoksa benim duyuş şeklimde mi kandırmaca vardı? Sanki, bu cümleleri öylesine söylemek istiyor gibiydi.

 

Ama bir yerde haklıydı. Ben, şimdiye kadar hiçbir ölümün peşinde cenazelere işlerine katılmıyordum. Onları gördüğüm son an, gri ve morarmış cansız bedenleri olmamalıydı.

 

Zaten onları kanlar içinde can çekişirken görmem bana ömrümün sonuna kadar acı olarak yetiyordu.

 

Aklım kendi kendine, Harvey'in o hallerini hayal ediyor ve en azından şimdilik dindirdiğim gözyaşlarımı tekrar akıtıyordu.

 

Hiç dinmeyeceklerdi. Harveyin kendisi bizzat gelip gözlerimi silmedikçe, ben ağlamayı bırakmayacaktım.

 

Ah kalbim. Ne kendimi yaşatıyorum orada ne de bir başkası baki yer ediniyor.

 

♧ ♧ ♧

 

O günün üstünden 2 gün geçmişti. Bugün Harvey'in cenaze günüydü.

 

Emir'in evindeydim. Derme çatma bir yerdi burası. Fikrimce gerçek evi değildi. Tahta ve eski ahşaptan yapılmış, içinde tozlanmış mobilyalar yerleştirilmişti.

 

Emir beni buraya getirdiği gece, bıraktığı gibi gitmişti.
Iki günden beri onu görmüyordum. Yalnız, şu sarkan örümcek ağlarının başıma düşmesi harici farklı bir olay yaşamadım.

 

Ama isterdim ki, başım beladan kurtulmasın. İsterdim ki buraya da birileri gelsin.

 

Çünkü kendime baş başa kaldığım tüm bu anlar, vicdanımla, sevdiğine muhtaç aç yüreğimle, çözümler arayan çaresiz zihnimle sürekli bir tartışma içindeydim.

 

Yorgundum, geceleri uyku uyuyamıyordum. Yatağımda Harveyi arıyor, bulamayınca da sabahlara kadar ağlıyordum.

 

Gözyaşlarım tükendiğinde, ayağa kalkıp yorgun adımlarla evi turluyordum.

 

Ne yapabilirdim? Yeniden yaşama tutunmak için neye sarılmam gerekiyordu?

 

Yaşama tutunmalı mıydım? Bunu hak ediyor muydum?

 

Ben kimdim?

 

Karmen Ivy as cindy olarak sadece Harvey'in eşi olmak dışında neye sahiptim?

 

Gün geçtikçe kalbimde ki acı, henüz isimlendiremediğim farklı bir tada dönüşüyordu.

 

Yorgunluğum, ayağa kalkacak sebepler bulmaya çalışırken hiç uğramadığım pencereleri açıyordu.

 

Değişmekten korkuyordum. Değişmek zorunda kalmak beni daha çok korkutuyordu.

 

Harveyin cenazesini düşünüyordum. Ne uğursuz ve uyumsuz bir kelimeydi. Harvey'in düğünü olabilirdi. Veya Harveyin doğum günü. Ama asla Harvey'in ölüm günü olmamalıydı.

 

Kendi kendime konuşmayı sürdürürken, tahta kapının çalınmasıyla tüylerim ürperdi.

 

Burayı Emirden başka kimsenin bildiğini sanmıyordum. Fakat, nedensizce kendimi savunma ihtiyacı duyup, masanın üzerinde duran geleneksel desenli vazoyu aldım.

 

Tık sesi bile çıkarmayan adımlarla kapıya ulaştım. Gözetleyebileceğim bir delik mevcut değildi. Bu yüzden içimden dualar ederek, kapının ardında ki kişinin Emir çıkmasını bekleyecektim.

 

Kapı tekrar çalındığında, "kim o" sorusunu sormak aklımın ucundan bile geçmeden, uzun tahtayı ardına kadar açtım.

 

Dudaklarım titremeye başladı. Vazoyu tutan elim sanki bir silah tutmuşum gibi terliyordu. İçeriye atılan bir ayakkabı sesi geldi.

 

Nefesimi tuttum. Ve vazomu havaya kaldırdım. Bir adım daha atıldığında, acemi ve korkakça davranıp vazoyla hemen gelen kişinin karşısına çıkıp vurmaya yeltendim.

 

Ani bir reflekse kolumu havada yakalayan kişiye, sıkıca kapadığım gözlerimi aralayarak baktım.

 

Emir, bana ilk kez gülmüştü. Çok kısa süren tebessümün ardından, sanki tanıdık biri özlemi çekiyormuşum gibi ona sarıldım.

 

İlk saniyeler biraz bekleyip, hiç karşılık vermeden beni geriye ittirdi. Kaşlarını çatmıştı.

 

-Bana hiç öyle bakma. Burada yalnız kalmaktan ne kadar korktum bilemezsin, dedim.

 

Emir, dediğime kafa sallayıp salonunun yolunu tuttu.

 

-Elinde ki vazo ne iş?

 

Diye sordu, oturacağı koltuğa örtü attıktan sonra.

 

-Yabancı birisi gelirse diye.

 

Emir, hızla gözlerini bana çevirdi. O yuvarlakta minik bir endişe parlaması yakalamıştım. Ama %99'unu öfke kaplamıştı.

 

-Ben yokken birilerinin geldiğini hissetin mi hiç?

 

-Hayır - derken karşınında ki koltuğa oturdum- kimse beni rahatısz etmedi.

 

Emir kafasıyla beni onaylayıp etrafı süzmeye başladı.

 

-Neden bu kadar yorgun duruyorsun? Yemek yemedin mi?

 

Diye sorduğunda, acaba iki gün önce kocamın öldüğünü unutmuş mu diye geçirdim içimden. Ardından,

 

-Evde yemek mi vardı, diye sordum.

 

Emir iki kere nefes alıp sessizce verdi. Bana böyle davranmasının nedenini anlamıyordum. Kocam yaşarken, beraber sohbet ettiğimiz zamanlarda gayet sevecen ve komik biriydi.

 

-Dolaba bakmak aklına hiç gelmedi mi? İki gün aç dolaşırken ne düşünüyordun?

 

-Dolap o kadar eski ve pisti ki içinde yenilebilecek bir şey olabileceği aklıma gelmedi.

 

-Yani seni burada aç bırakacağımı düşündün, deyip sinirle ayağa kalktı.

 

-Bana sebepsiz yere olan bu öfken yüzünden neler düşündüğümü bilemezsin.

 

-Seninle laf dalaşına girmeyeceğim. Buna değmezsin.

 

Acı bir gülüş attım. İki gün içinde suçlu biri haline gelmiştim. İki gün içinde, dostum sandığım insanlar düşman safında yer alıyordu.
Bunlar henüz başlangıç mıydı? Yoksa Ronni ekibinin hepsi, bana gelecek kurşuna, Harvey atladı diye suçu bende mi bulmuşlardı?

 

Ne aptal bir fikir, benim onu, onlardan binlerce kat daha fazla sevdiğimi çok iyi bilmelerine rağmen elimde olsaydı, Harveyin bunu yapmasına izin verecegimi sanıyorlardı?

 

Peki ben haklı olsam bile kendimi nasıl ispat edecektim ki? Onlar bir kere beni suçlu olarak görmüşler. Ya bana savaş açacaklar ya da şu çaresizliğime acıyıp, yoksulluğumla beni köşeye atacaklardı.

 

-Bunlar bozulmuş, diye bir ses duydum.

 

Başımı kaldırdığımda Emir'in, elinde yeşil beneklerle dolu olan bir ekmek tuttuğunu gördüm. Küflenmiş ekmeği, masanın üstüne koyup başımda dikilmeye başladı.

 

-Ekmeğin küflenmesinin suçunuda mı bana atacaksın?

 

Gözlerini üstümde gezdirip kıstı.

 

-Ne suçundan bahsediyorsun?

 

-Harvey, beni isabet alan kurşunun önüne atlayıp öldü diye beni suçladığınızı biliyorum! Ama eğer ki bir şansım olsaydı, bu suçlamaları yiyeceğimi bilseydim bir silahta ben kendime sıkardım.

 

-Açlık sana kafayı yedirtmiş.

 

-Öyle mi? Bana kafayı yedirten Harvey'in ölümü. Ardından gördüğüm şu muamele.
Ah, şimdi anladım beni neden Peperonni merkezine götürmediğini. Beni suçlayacaklarını sen de çok iyi biliyordun değil mi?

 

Boğazım kurumuştu. Elimle deriyi ovuşturuken, Emirden çok daha öfke dolu gözlerimle vereceği cevabı bekliyordum. Ayrıca kendime şaşırmıştım. Ben, bu kadar uzun konuşmayı ne ara çözmüştüm?

 

Emir ise oturduğu koltuğa gidip cebinden düşmüş olan anahtarlığı aldı.

 

-Gerçekler yüzüne vurulunca kaç tabii.

 

Yutkunuşunun sesi odayı inletmişti. Sonra bana yavaşça yüzünü döndü.

 

-Gerçeklerin ne olduğu, senin anlattıklarının yanından bile geçmez. Ayrıca Karmen, ben dahil hiç kimse Harveyin ölümü hakkında seni suçlamıyor. Çünkü onun bunu yapacağı çok aşikar bir durumdu. Anladın mı?

 

-O zaman bana neden böyle davranıyorsun?

 

-Sus. Artık sus. Ve kalk hazırlan. Önce Cindy pizzaya, yemeğe gideceksin. Ardından kocanın cenazesine.

 

Yerimden kalktım.

 

-Cindy pizzaya gitmek istemiyorum.

 

-Orası artık senin, unuttun mu?

 

Gözlerimi fal taşı kadar açtım. Hayır, bir de bununla uğraşamazdım. Bu kadar bayiiye sahip bir yemek yerini nasıl yönetmem gerektiğini bilmiyordum.

 

Ne çok bilmediğim şey vardı. Okula yeni başlamış çocuklar gibiydim.

 

- Orayı istemiyorum.

 

-Ah, istediğin kişiye devredebilirsin elbet. Ama sonrasında sana geçimini sağlaman için parayı kim verecek bilemem.

 

Dişlerimi sıkıp cevap vermeden, yattığım odaya gidip valizimi topladım. Ve açlık kendini daha şimdi göstermeye başlamıştı.

 

Yemek yemeliydim, ardından kocamın cenazesine gidecektim. Evet, biraz ayakta durmam için iki lokma yeterliydi.
Bayılmamam gerekiyordu. Ben bayılırsam beni tutacak kimse yoktu.

 

Neyse en azından artık yalnız olduğumu yavaştan idrak etmeye başlamıştım.

 

-Karmen, haydi!

 

Diye bir kez daha seslenme gereği duydu Emir, ben tam yanına yetişmişken.

 

-Zaten gelmiştim.

 

-Öyle mi, görmemişim, dedi bıyık altından sırıtarak.

 

İstediği gibi davranabilirdi. Onu umursamayacaktım.
Nihayet evden çıkmıştık. Güneş, henüz aşağılardaydı. Yani saat en fazla 9'du.

 

Arkama dönüp evin dış görünüşüne baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi terk edilmiş bir yerdi burası. Etraf uzun servet ağaçlarıyla doluydu.
Çıkarttıkları temiz oksijeni içime çekip çekip durdum.

 

Çünkü günlerdir toz yutmaktan bi hal olmuştum. Emir benden iki adam ileride yürüyordu. Ben de hemen arkasında onu takip ediyordum.

 

Baştan aşağı siyah takım elbise giyinmişti. Ben de, bavulumda ne varsa onu geçirmiştim üstüne. Kot pantolon ve basit bir bluz.

 

Ağaçları aştığımız patika sona erince parke yolda, siyah spor bir araba gördüm.
Bu geldiğimiz jeep değildi. Tahminimce Emir'in kendi arabasıydı.

 

Elinde ki anahtar ile uzaktan kilitleri açtı ve yanına yetişir yetişmez binip motoru çalıştırdı.

 

Ben de, komut vermesini beklemeden arabanın arka kapısını açıp bindim.

 

Arabanın kontağını çalıştırmış halde durmuş bekliyordu.
Ben ise umursamadan, ellerimle oynuyordum. Sonra öksürüğe benzer bir ses duydum.
Herhalde boğazına bir şey kaçmıştır derken, ikincisi daha kuvvetli çıktı.

 

-Duymuyor musun?

 

-Neyi?

 

-Öksürüyorum.

 

-Su mu istiyorsun?

 

-Hayır Karmen. Sana sesleniyorum. Neden arkada, dış kapının dış mandalı gibi oturuyorsun. Öne gelsene.

 

"Haa"dedim uzatarak.

 

-Ben öne oturmam ki.

 

-Neden?

 

-Harvey beni hiç bir zaman ön tarafa oturturmazdı.

 

Başını sallayıp "Şu Harvey..." diye mırıldandı ve arabayı sürmeye başladı.

 

-Seni neden öne oturtmuyordu?

 

-Benim onun yanında oturmamı istemezdi. Beni kimseye de tanıtmaz ve her zaman saklardı. Hatta 3 sene önce babasının ve annesinin arabanın içinde suikaste kurban gidip can verdiklerinde beni yaklaşık 1 sene arabaya bile bindirmemişti.

 

Emir içi acımış gibi iç çekti. Ama Harvey'e ben her zaman hak vermiştim. Ne zaman arabaya binsek benim de, başıma silah sıkılıp öleceğimi sanıyordu.

 

Ve ona tramvalarını hatırlatmak yapmak isteyeceğim son şeydi. O yüzden bana davranış şeklini sorgulamayı hep bırakmıştım.

 

-Seni kötülüklerden böyle mi koruyordu?

 

-Evet, bunda yanlış bir şey mi var?

 

Emir, başını iki yana sallarken, vitesin üzerinde ki eliyle hızlı bir ritim tutmuştu.

 

-Hiçbir şey bilmiyorsun değil mi Karmen?

 

-Hayır, hiçbir şey bilmiyorum, dedim acıyla.

 

Bana bu soruyu öyle yumuşak bir sesle sormuştu ki şaşırmıştım. Ben ise sert bir şekilde yanıtlamıştım.

 

Sanki böyle cahil kalmamım sebebi çevremde ki herkes gibiymişçesine. Kendimi zeki veya en azından biraz akıllı biri olarak görüyordum.

 

Ama benim yerime kararları veren kişi ortadan kalktığında, gerçek kapasitem şimdi meydana çıkıyordu.

 

Harveyin ölümüyle sanki çıplak kalmıştım. Kendimi nasıl örtmem gerektiğini bilmiyordum. Duvarlarım yıkılmıştı ve ben geri inşa etmem için ne hangi çeşit tuğladan kullanmalıydım?

 

Harveyin ardında bıraktıklarıyla nasıl baş edecektim?

 

Ben günün birinde güçlü bir kadın olabilecek miydim?

 

Ah Harvey, bunca zamandır sen beni insanlardan mı yoksa kendimden mi saklıyordun?

 

♧ ♧ ♧

 

Uzun süren bir yolculuk ardından araba sokaktaki park yerinde durdu. Geldiğimiz yer, Cindy Pizza şubelerinden en işlek olanıydı.

 

-Emir, buraya giremem, dedim kaygılanarak.

 

O telefonuyla oynamaya devam ederken, yüzüme bakmadan umursamazca konuştu.

 

-Neden? Seni görürler mi? Seni tanırlar mı? Harvey'in mantığına bakacak olursak seni buraya daha önce getirmemiştir. Yani burada ki hiç kimse senin Karmen Ivy as cindy olduğunu bilmiyor.

 

-Öyle, ama ya tanırlarsa?

 

-O zaman yazık olur, dedi ve arabadan indi.

 

Endişelenmeme gerek yoktu. Emirin dediği gibi, benim kim olduğmu bilen yoktu. Harvey ile beraber genelde şehir dışında ki restorantlara yemek yemeye giderdik.

 

Aç karnımla ayakta zar zor duruyor iken hemen otamatik açılan kapıdan içeri girdim.

 

Mekan epey genişti. Nefis pizza kokusu, müşteriyi cezbetmek için bire birdi. Yuvarlak masalar, boydan boya camlar, bu güzel mekandan 20 tane dahası şimdi bana mı aitti?

 

Tam o sırada Emir kulağıma yaklaşıp,

 

-Beğendin mi, diye fısıldadı.

 

-Etkileyici.

 

-Bunlar sana ait.

 

-O zaman korkutucu.

 

Dediğime dudaklarının arasından güldü kısacık.

 

-2 tane orta boy siparişi verdim şimdilik. Yetmezse yine istersin, dedi ardından.

 

Ben de "Tamam" deyip cam kenarında ki masaya oturdum. O da karşımda durmuş telefonuna, ekşimiş bir suratla bakıyor parmaklarını hıp hızlı hareket ettiriyordu.

 

-Bir sorun mu var, dedim sessizce.

 

O ise çevredekilerin duyup duymamasını hiç önemsemden,

 

-Birden fazla sorun var, hangisini duymak istersin, diye yanıtladı.

 

-Beni veya Harvey'i ilgilendirenleri.

 

-Neredeyse hepsi seni veya Harvey'i ilgilendiriyor.

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ve gözlerimi çevrede biri beni tanıyorda gözetliyor mu diye gezdirdim. O sorunları hem merak ediyor hem de hiç duymak istemiyordum.

 

Benim tek sorunum, birazdan eşimi toprağa gömecek olmamdı. Benim kalbimi bunun acısı ve aklımı bunun tehlikeliği meşgul ediyordu.

 

Zaten son bir saattir sebepsizce ağlamayı kesmiştim. Sanki hüzün artık kendini dışarıya vurmuyordu.

 

Onun yerine içimde farklı bir yılan sürünüyordu. Bana farklı hayaller gösteriyor, huzurumu bulabileceğim gizemli sandık bu diye kendini tanıtıyordu.

 

Istıraptan solmuş olan kalbime uğraması an meselesiydi. O uğrayınca ne olacağını kestiremiyordum.

 

Az sonra garson bir kadın elinde iki tepsi ile pizzalarımızı masaya getirdi. Emir kendisine teşekkür ettikten sonra, kendi yuvarlağından bir dilim alıp yemeye başladı.

 

Yemek gelene kadar aç olduğumu düşünüyordum. Başımın ağrısı, vücudumun titremesini sadece basit bir açlığa bağdaştırmıştım.

 

Yemek şuan önümde cızır cızırdı. Fakat tek bir lokma bile alasım yoktu.

 

-Yemeğini ye. Belki aç olduğunu hissetmeyebilirsin ama cenazede bayılmanı istemem.

 

Göz devirip bir lokma aldım.

 

-Aklımı mı okuyorsun?

 

-Hayır, tahmin ediyorum. 2 gün önce kocasını kaybetmiş çaresiz bir kadın. Aklına acısından başka bir şey gelmiyor. Ne iki damla su ne bir lokma yemek.

 

-Ekibin zeka kübü sensin herhalde.

 

Elindekini kutuya bırakıp,

 

-Ben zeki değilim sen çok basitsin, dedi.

 

-Basit bir kadın olmak istemiyorum.

 

Ayranını içerken duraksayıp bana baktı.

 

- Ama hayatın seni böyle biri olmak için zorlamış.

 

-Bu benim suçum değil, diye inkar ettim sinirle.

 

-Ben sana senin suçun demedim ki, deyip sırıttı ve yeniden yemek yemeye devam etti.

 

Bende, önümde ki pizzanın 6 dilimini de bitirdim. Hissetmesem bile midem, iki günlük açlık ile sırtıma yapışmıştı.

 

İkimiz de kutuların sonunu gördüğümüzde artık kalkma vaktinin geldiğini anladık.

 

Ben kalkıp kapının çıkışına gittim. Emir peşimden gelirken,

 

-Hesabı ödemeyecek misin, diye sordum şaşkınlıkla.

 

-Burası zaten senin. Neden ödeyeyim?

 

-Sessiz olur musun -diye dişlerim arasından konuştum- Git hesabı öde.

 

-Tamam ya, deyip kasaya gitti.

 

Kapının önüne çıkıp arabanın yanına gittim. Ve o gelene kadar, etrafı seyretmeye başladım.

 

Bir hayata sahip olan insanlar vardı. Akışkan yaşam döngüsünde kendilerine yer edinmiş bireyler. Koşuşturmacalar ve öfkeli araba sürücüleri.

 

Okulu asan öğrenciler, çocuklarından hesap soran ebeveynler. Ben de hayatın şeffaf olan kısmında yer almak isterdim. Kocam öldüğünde, acısından kıvranan bir kadın olmak isterdim.

 

Başka şeyleri düşünmesine gerek kalmayan, tehlikede hissetmeyen.
Ama ben öyle bir hayatta değilim. Benim bulunduğum yer hayatın, karanlık kısmı.

 

Burada ışıkları kapatıp ortalığı karanlık yapan, pis insanlar dolanıyordu. Kocam hayatından bir kere bile şikayet etmemişti. O, bu sahtekar kılıklı insanları yakalamak veya alt etmek için elinden geldiğini yapardı.

 

-Emir Aybeyaz!

 

Emir'e seslenen yabancı bir adamın sesini duymamla başımı birden ona çevirdim. Bana doğru yaklaşmakta olan Emir, olduğu yerde donmuş, ona seslenen kişiye kilitlenmişti.

 

Orta yaşlı, saçları hem siyah hem beyaz karışımından oluşan adam gülümseyerek yanımıza yetişti. Ve elini Emire uzattı.

 

-Emir Aybeyaz, görmeyeli uzun zaman oldu.

 

Emir adamın elini kısa bir kavrayıştan sonra bıraktı.

 

-Ortalıkta aylaklık yapmaya fırsatım olmuyor.

 

Adam bilmiş bir ifadeyle gülümsedi.

 

-Her zaman çok meşgulsünüz değil mi? Sen ve ekibiniz peperonni.

 

-Öyleyizdir tıpkı şuan ki gibi.

 

-Mesajını aldım. Seni hemen rahat bırakacağım. Fakat duydum ki yakın zamanda çok önemli birini kaybetmişsiniz. Harvey'i.

 

-Maalesef, trajik bir olaydı.

 

-Ne yapacağınızı şaşırmış olmalısınız.

 

-Peperonni kolay kolay çaresiz bırakılacak bir kuruluş değil.

 

Adam kafasını sallayıp bana baktı. Ben yorgun gözlerimi ondan kaçırıp Emir'e baktım.

 

-Sen kim oluyorsun?

 

-O Red. İngiletereden yeni geldi, diye konuştu Emir yerime.

 

Adam bir adım atıp önüme geçti. Gözlerimiz kesişmişti.

 

-Yeni paketçiniz mi?

 

-Öyle, dedi.

 

Sesi öyle zorlama çıkıyordu ki her an adamın suratına ulu orta bir yumruk patlatacak sandım.

 

-Harvey'in yerine mi?

 

-Evet, dedi yeniden. Koyu kahverengi gözleri görülemeyecek kadar çok kısılmıştı.

 

-Gidenin yerini çabuk dolduruyorsunuz.

 

-Siz ise, Peperonni hakkında fazla yorum yapıyorsunuz Bay Ceyhun Kozan.

 

Adam eliyle yüzünü sıvazladı gülerek.

 

-Ben artık gitsem iyi olur.

 

Emir sadece kafa sallamakla yetindi. Adam da yanımızdan çekip gitti.

 

Emir arabayı açıp, rüzgar kadar sert bir şekilde koltuğa oturdu.
Ben de her zaman ki gibi arka koltuğa geçtim.

 

Sürmeye başlamıştı. Benim aklımda binlerce soru işareti dolanırken, hangisini sorarsam, sinirlenmeden cevap verir diye düşünüyordum.

 

- İstediğini sorabilirsin Karmen.

 

Demesiyle şok oldum. Bu adam gerçek mana da içimi görüyordu.

 

Hayır ona şuan bu özelliği yükleyip zeki haline koymayacaktım.
Evet durum çok basitti. Hiç tanımadığım biri geliyor ve Harvey hakkında yorum yapıyor.
Sonra ben birden Red isminde bir paketçi oluyorum.

 

Elbette durumu anlamamış ve sorularım olacaktı. Yani bunu tahmin etmesi zeka gerektiren bir olay değildi.

 

-O adam kimdi?

 

-Tanımazsın.

 

-Paketçi ne demek?

 

-Bilmezsin.

 

Harika, çok net cevaplar beni kesinlikle memnun ediyordu(!)

 

-Harvey'e neden paketçi dedi?

 

-Anlamazsın.

 

-Dalga mı geçiyorsun Emir?

 

-Hayır, tıpkı Harvey'in yaptığı gibi seni tehlikeden koruyorum. Ne kadar çok bilgi o kadar çok düşman.

 

-Ama ya ben öğrenmek istiyorsam?

 

-O zaman öğren. Ama sana öğretecek kişi ben değilim.

 

Sesli bir nefes verip, başımı cama yasladım ve mezarlığa giden yolun bitmesini bekledim.

 

Bir süre sonra ağaçlıkların artmasıyla mezarlığa geldiğimizi anladım.

 

Arabanın ön kısmı mezarlığa denk gelecek şekilde park ettikten sonra. Olduğu yerde arkasını döndü.

 

-Cenaze en geç 10 dakikaya burada olur.

 

-Tamam, ben şimdiden inmek istiyorum, deyip arabanın koluna dokundum.

 

-İnmeni tavsiye etmiyorum, dediğinde sinirle "ineceğim" dedim.

 

Ve kolu ileriye itmeye çalıştım. Fakat araba kilitliydi.

 

-Aç şu arabayı Emir! Ne yapmaya çalışıyorsun?

 

Emir çok sakindi. Gözleri, Harvey'in öldüğü ilk gün ki gibi bakıyordu. Yorgun ve çaresiz.

 

-Karmen, önce izin ver sana neden gelmemen gerektiğini anlatayım. Sonra sen kendin karar verebilirsin ne istediğine.

 

-Emir, hiçbir sebep beni kendi kocamın cenazesine katılmama engel olamaz tamam mı?

 

Nefes katsayım artıyordu. Bu rezillik, sessizce katlanacağım türden bir saçmalık değildi.

 

-Sakin ol. Karmen, orada şuan peperonni ekibinin neredeyse tamamı var. O kalabalıkta aralarında benim bile tanımadığım siviller dolanıyor. İgima ekibinden birileri olabilir. Ya da diğer düşmanlarımızdan biri.

 

Tek niyetleri, kendilerini açıkça sergileyen Ronni üyelerini tanımak. Görünüş olarak, ses olarak. Bindikleri arabayı takip edeceklerdir. Bugün bir çok Ronni üyesinin evi ifşa edilebilir.

 

-Harveyin evini zaten biliyorlar. Bir şey yapacak olsalar gelirlerdi.

 

-Evet Karmen, onlar sadece Harvey'in evini biliyor. Onlar seni tanımıyor. Harvey'in evli olduğunu Ronnidekilerin tamamı bile bilmiyordu. Harvey bunun için çok dikkat etti. Seni bilselerdi emin ol o suikastte kurban sen olurdun.

 

Sana doğrultulmuş o silah, muhtemelen seni bizden biri sandılar diyedir. Karmen, bana böyle bakma.

 

-Emir, bana şuan kendi kocamın cenazesine katılmamam için sebepler sayıyorsun. Ben, ben iğrenç bir haldeyim.

 

Emir, elini elime uzatıp kibarca tuttu. Tam gözlerimin içine bakıyordu. Hemde yalvararak.

 

-Özür dilerim. Keşke böyle olmasaydı. Ama lütfen, Harvey'in seni gizlemek için verdiği onca emekleri boşa çıkartma. Yalvarıyorum Karmen, gelme. Git.

 

Birazdan cenaze biter, bizler gideriz. Sen ise sonradan gelirsin. Kimse yokken. Ama sonrasında git. Cindy pizzadan 5 şubeyi sat. Sana yeterli parayı çıkartır. Ülke dışına kaç. Ya da nereye istiyorsan.

 

-Hiçbir yere gidemem. Ben, evimi ve kocamı burada bırakamam.

 

-Karmen, yapmak zorundasın.

 

-Hayır.

 

-Ölmek mi istiyorsun?!

 

Diye bağırdığında yerimde sıçramıştım. Emir önüne döndü.

 

Yeşil cenaze arabası artık görünürdeydi. Ve arkada bir tabut.

 

Emirden hırıltı sesleri geliyordu. Telefonunu cebine sokup, arabanın kilitlerini açtı.
Tam inmeden önce bana son kez baktığında, gözleri bardaktan boşanırcasına yaş akıtıyordu.

 

-Seçim senin Karmen. Ben şimdi aptal seçimler sonucu canını kaybeden kocanın tabutunu taşımaya gideceğim.

 

Dedi cızırtılı sesiyle ve kapıyı sertçe kapatarak cenaze arabasının yolunu tuttu.

 

Ben ise hala arabadan inmiyordum. Bunun sebebi ise yavaştan kendi beynime yüklenmeye başlamıştı.

 

Kendimi arabanın camına yasladım. Kocamın tabutunu en az 10 tane adam sırtlanıp içeriye geçiriyordu. Ağlıyordum, kalbim parçalanıyordu.

 

İgrenç insanlar, beni Harvey'in cesetinden uzak tutmayı bile başarmıştı.

 

Gözlerimin önünde tabut açılıp, beyaz kefenlere sarılı olan beden çıkartıldı.

 

Harvey orada olmadığımı hissediyor muydu? Biricik karısının onu yalnız bıraktığını bilse, beni eskisi kadar çok sever miydi?

 

Hayır, o beden şimdi toprağa koyulmuştu. Bir daha asla sarılamayacaktım ona.

 

Sesini duymayacaktım, kolları arasında güvenle uyuyamayacaktım. Hayatımda ki tek insanın üzerine kürek kürek toprak atılıyordu. Kalbim tir tir titremeye başladı.

 

Kendimi kaybediyordum. Gözlerim kararıyordu. Doğada ki tüm renkler solmuş yerini griye bırakmışlardı.

 

Ve gri, üzerine süs misali benim sevdiklerimin kanlarını saçıyordu.

 

Toprağın üstü yığın olmuştu işleri bitince. Dualar edilmeye başlanılmıştı.

 

Kocam son yolculuğuna da uğurlanmıştı artık.

 

Camdan uzaklaşıp başımı iki elim arasına aldım. Sanki zehir yudumlamışım gibi bir hissiyat tüm bedenimi gıdıklıyordu.

 

Ağlamalarımın yolu gülüşlerimle kesildi birden. Ya ben kafayı yiyordum ya da-

 

Hayır, anlamıştım. Ben o gizli sandığı açıyordum. Solmuş kalbimi yeniden canlandıracak olan o his, aşk değildi.

 

Nefret değildi, sevgi değildi.

 

O his...

 

Emir arabaya doğru gelmeye başladığında, ben hemen valizime atladım.

 

Fermuarını açıp, elbiseleri etrafa fırlattım. Aradığım şey kimliğim,pasaportum, param değildi.

 

Biraz daha boşalttıktan sonra elim, o soğuk metale denk geldi. Soğukkanlılık ile o ağır yükü elime alıp arabanın arka kapısından çıktım.

 

Emire bakmak için başımı gizliden çıkarttığımda biriyle konuştuğunu gördüm.

 

Hiçkimsenin buraya bakmadığına emin olduktan sonra, arkamda ki bir metrelik duvarın arkasına atlayıp saklandım.

 

Kalabalık yavaştan dağılıyordu. Emir ise, arabaya yaklaşıyordu.
Kapıyı açtığında önce tüm bedenini içeriye soktu.

 

Ardından aceleyle arabadan çıkıp başını bir oraya bir buraya çevirmişti.

 

Ben yerime iyice tüneyip onun da kaçtığımı kabullenip gitmesini bekledim.

 

Emir, telefonu çıkartıp kulağına dayadıktan sonra arabasına binip gazı kökledi.

 

Nihayet yalnızdım. Ama yine de yaklaşık on dakika daha yerimde bekledikten sonra duvarın önüne atlayıp mezarlığın yolunu tuttum.

 

Taze toprağın oluşturduğu birikintiyi görünce koşarak yanına kapaklandım. Kafamı toprağa gömüp Harvey'den özürler diledim.

 

-Sevgilim, beni senin mezarına gizliden gelmek zorunda bırakan herkesten hesabını soracağım.
Seni mezara koyan, o kişiler tek tek sıralanacak yanına.

 

Ben, ben biraz güçsüzüm. Belki kafamda çok basmıyor. Ama kendimi ilk kez bu kadar kendimde hissediyorum.

 

Ölümünden beri solmuş olan yüreğim bugün yeniden canlandı.

 

O his ise sevgilim, beni olmadığım kişilere dönüştürse bile artık umursamıyorum.

 

Artık sen yoksun, bu yüzden kendim olmama gerek yok. Ama bana bu acıları yaşatan herkes, bunun yanlarına kalmayacağını bilsin.

 

Elimde tuttuğum silahı parlak mavi gökyüzüne doğrulttum. İşaret parmağımı tetiğe getirdikten sonra, bu halimin son demlerini nefesimle salıverdim rüzgara.

 

Elimin bir parçası olacak olan şu silahın tetiğine ise sertçe bastım.

 

TAK.

 

-Ben Karmen Ivy as cindy. Ve İNTİKAM için geliyorum.

 

2. BÖLÜM SONU

 

Ben bile ne düşüneceğimi bilmiyorum. Ama önemli olan sizinkiler. 2.BÖLÜM NASILDI?

 

Emir Aybeyaz hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Karmen, nasıl bir kadın?

 

Sizden ricam, Bol Bol ☆Voteniz☆ ve satır arası yorumlar. Öpüldünüz...

 


3. Bölümde görüşmek üzere.

 


İnstagram : @kankaderoffical2

 

Loading...
0%