Yeni Üyelik
23.
Bölüm

20. BÖLÜM - VAHŞET DOLU GEÇMİŞ

@shorosharpen

 

When marimba rhythms start to play

Dance with me, make me sway

Like a lazy ocean hugs the shore

Hold me close, sway me more

 

Sway - Michael Bublé

 

Mon cœur qui bat

Et dès que je l'aperçois

Alors je sens en moi

Mon cœur qui bat

 

La vie en rose - Zaz

 

Dert etme, o kadar kalmıy'ca'z

Bütün işler geçince anlayacaklar

Rahat ol, bizi kim susturucak?

Kin besledik ama kan kusturuca'z

 

Elbet Bir Gün - Wolker Canbay

 

-Çok uzun zaman önce. Ben henüz o zamanlar 4 yaşında olan kocan Harvey'in anne ve babası olan Meral ve İsiah İvy as cindy'lerin evinde basit bir hizmetçiydim. Sonra...

 

❤️⛓️🖤

(Bölüme başlamdan önce herkes bu yoruma aynı emojileri atabilir miii🥺)

 

-Dur biraz, ne dedin sen? Harvey'in evinde mi?

 

Kehribar dudaklarını dişleyip saçlarınım bir tutamını çekiştirdi.

 

- Hayır Karmen Harvey'in evinde değil, onların ailesinin evinde. Dediğimi duymadın sanırım Harvey henüz 4 yaşındaydı. Hatta hatırladığım kadarıyla 4 olmasına daha var gibiydi. O yüzden 3 desek daha iyi.

 

Bana anlatmaya çalıştığı olayın Harvey'in kendisi değil de onun henüz söz hakkı olmadığı zamanlarda ki, önemli sözleri söyleyen ailesinin olduğunu ikna etmeye çalışırken kriz geçirecekti.

 

Yine de odak noktamın Harvey olmasını değişmeden omuz silktim ve,

 

-Hımm, demek Kızıl Kehribar senin de geçmişin o kadar sakin değilmiş, diye bir laf attım.

 

Çünkü konuşmasına öyle bir girmişti ki anlatacağı her ne ise kesinlikle basit değildi.

 

-Ben hiç bir zaman sakin olduğunu belirtmedim. Fakat odaklanman gereken benim yaşadıklarım değil Karmen. Ben etkisiz bir elmanım, görenim, uzaktan izlemek harici pek bir şey yapmadım. Tabii o zamanlar.

 

-Yani şimdi -

 

-Sen sürekli lafımı kesip duracak mısın?

 

-Özür dilerim, heyecandan böyleyim. Sen anlatmana devam et. Elimden geldiği kadar çenemi kapalı tutarım.

 

Başından beri her şeyi biliyormuş gibi duran karakterinin ekmeğini bugün ben de biraz yiyecektim.

 

Ağzını her oynattığında oradan çıkacak olan kelimeler, altın değerindeydi.

 

Anlatırken sergilediği tavır, gözlerinin nerede dolacağı, nerede keskinleşeceği, bedeninin ne zaman kaskatı kesileceği veya önemsiz bir detay gibi yumuşayacağı her bir an da öyle.

 

Çünkü bir geçmişi anlatmaya çalışmak, kağıt üzerinde yazılı bir belgeyi okumaktan çok farklıdır.

 

Geçmişi anımsamak, o anı yaşadığımız da verdiğimiz tepkileri kimi zaman abartılı olarak hissetmektir.

 

Hele ki hatırlayacağınız geçmiş, öyle mutluluk dolu anlardan veya en üzgün anlarınızdan biri değilse.

 

Çünkü herkes kendini hatırlayabilir, herkes önceki hayatında onun üzerinde ağır etki bırakan bir vakayı, direkt anlatabilir.

 

Aile içi şiddetli bir kavga da, kişi kendi hisleri üzerine odaklanır. İleriye dönük zamanda bu kavgada bahsedecek olsa, nasıl tepki verdiğini, nasıl darbe aldığını veya nasıl sinirlendiğini anlatır.

 

Ama karşısında duran diğer kardeşlerinin anne veya babasının o anda ki konumunu hatırlamaz veya kendini anlatmaktan fırsat bulup anlatamaz bile.

 

Veya ailecek gidilen çok mutlu piknikte durum aynıdır. Kişi bu hatırasından bahsederken tüm yemekleri hatırlamaz. Sadece en çok yediği, beğendiği veya midesi bulandıranı hatırlar.

 

Yani geçmişe dönük hatıralar sadece bize aittir. Fakat Kızıl Kehribar da durum öyle değil.

 

Bana anlatmaya başladığı geçmiş kendi geçmişi değildi. Biri bana ilk defa anılarından bahsederken "bana odaklanma ben etkisiz elemanım" demişti.

 

Geriye dönüp anımsadığın geçmişte kendini yok saymak bir çeşit cömertlik mi yoksa bencillik miydi?

 

-Dediğim gibi basit bir hizmetçiydim. İsmim hala Nihaldi. İnsanlar bana öyle seslenirdi. Temiz ismimi saklamam gereken bir karanlık doğmamıştı henüz. Veya ben temiz ismimi kirletecek olaylara karışmamıştım.

 

Kehribar'ın dili her döndüğünde neyle karşılaşacağımın belirsiz olması beni içten içe korkutuyordu.

 

Bahsettiği zaman diliminde, kendini masum ve temiz olarak tanımlamıştı. Ama böyle olmasının sebebini de zamana vermişti.

 

Henüz karanlığa bürünmeden aydınlıklar.

 

Bana anlatacağı doğuş hikayesine kocam Harvey'in ailesiyle başlaması zaten gerilmem için başlıca sebepti.

 

Peki devamında ne anlatacaktı bana? Bir öldürülme mi? Benim gibi olan bir insanın intikam peşinde koşmasını mı? Kan davası mı? Hırsızlık mı? Yoksa güç savaşları mı?

 

Bu herkesi içine çeken, insanlara mezar, hayallere kazık, umutlara engel, ruhlara bitiş, olan Karanlık; kimin, hangi ağır vukuatı sonucu doğmuştu?

 

-24 yaşında genç, saf bir kadındım. Zayıf ve güzeldim. Saçlarım, senin saçlarından bile açık sarıydı. Gözlerim baktığında seni içine çekecek kadar derin mavi. Yüzümde kırışıklık yoktu. Etlerim sarkmamıştı. Bembeyaz tenliydim. İnanabiliyor musun Karmen? Benim bir zamanlar böyle bir insan olduğuma inanabiliyor musun?

 

-İnanıyorum, dedim.

 

Çünkü insanın başına kötü bir olay gelmeden önce ve geldikten sonra yaşadığı değişime ben bizzat şahit olmuştum.

 

-Ama seni bu kızıllığa iten neydi? Neden kızıl rengindesin? İnsanın sana baktığında görmesini umduğun şey ne?

 

-Kan ve Vahşet. Senelerce bu mavi gözlerimin gördüğü tek şey kan oldu. Karanlığın içinde kırmızıdan başka renk yoktu. Sadece akan kan değil, akmayan da. Sadece öldürülen değil öldürülmeyende.

 

Diz çöktüm karşısında. Siyahlıklar ve kırmızılıklar arasında sarı saçlı, mavi gözlü renkleri taşımayı kendime layık görmedim. Ve bende kan rengine boyadım kendimi. Vahşetin bir parçası oldum. Kızıllara büründüm.

 

Kehribar'a önceden her baktığımda onu yadırgamama rağmen sadece zevk uğruna yapılmış bir seçimiydi sanıyordum bunları.

 

Meğer basit bir saç rengi ve göz rengi altında yatan gerçekler hayat boyu süren bir vebaldi.

 

-Gençtim o zamanlar. Ailecek iş sıkıntısı çekiyorduk. Babam bir ayakkabı fabrikasında sabah akşam vardiya yapardı. Onu ancak pazar günleri görürdüm. O da ben işe gitmeden önce. Annem ile beraber evlere temizliğe çalışmaya giderdik.

 

Tabii aynı eve gitmemiz aldığımız ücreti azaltıyordu. Ve böyle yarım gün farklı evlerde çalışmam bana yeterince para kazandırmıyordu. Yaşını almış her genç kız gibi benimde evlilik hayallerim vardı. Ama bunun için ne ailemi ne de evleneceğim adamı zora sokabilirdim.

 

- Bir gece iştem eve gelmiştim. Annem ise çoktan oradaydı. Çok heyecanlı olduğunu hatırlıyorum. Sürekli gülüyordu. Ona sebebini sorduğumda bana bir iş bulduğunu söyledi.

 

Başta inanmadım. Veya bunu diğer işlerim gibi sanıyordum. Ama onu böylesine mutlu eden şey meğerse bulduğu evin, o zamanların ünlü Pizza sahiplerini olmasıymış.

 

-Cindy Pizza mı?

 

-Evet, Cindy Pizza. Meral ve İsiah İvy as cindy yurt dışından geldiklerinden sonra bir tane pizza şubesi açmıştılar. İlgi gördü, ikincisini açtılar. İlgi gördü üç derken o zamanlar neredeyse sayıları 10'a yaklaşmıştı.

 

Tabii ben de annemle aynı heyecanı paylaştım o gece. Görevim hizmetçilik yapmaktı. Hemde tam gün. Ve evime gidiş gelişle uğraşmayacak o güzelim malikanede geçirecektim günlerimi.

 

Çok heyecanlıydım. Anneme işi nereden bulduğunu bile sormadım. Babam da öğrenince bizden çok sevinmişti. O gece hiç yatmadan hayaller kurup durdum. Bu mükemmel iş teklifimin hayatıma neler getireceğini, çok para kazanırsam aileme alacağım hediyeleri, kendi evimi kurup çeyiz dizeceğimi, bu işin bana verilmiş bir şans olduğunu düşündüm.

 

Kehribar kendine has bir yüz ifadesini gözler önüne serdi. Yoksa yine titriyor fakat bunu gizliyor muydu? Üzgün mü yoksa pişman mı anlayamıyordum.

 

- Fakat, öyle olmadı mı?

 

-Hayır, oldu. En azından ilk aylar. İvy As Cindy'lerin evine girdiğim ilk günü hatırlıyorum. Mevsimlerden bahar. Tüm hayallerimi peşime takmış, o görkemli kapının zilini çalmıştım. Bana kapıyı kim açtı biliyor musun?

 

Deyip bir kaşını imalı imalı havaya kaldırdı.

 

-Bilmiyorum, kim?

 

-Götü boklu kocan Harvey.

 

-Nihal!

 

Sinirlenerek ona çıkıştım.

 

-Niye sinirleniyorsun ki, o zamanlar daha üç yaşındaydı. Ayrıca götü de gerçekten bokluydu.

 

Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemeye çalıştım. Ölü bir adamı o şekilde hayal etmek absürt kaçıyordu.

 

-Peki sonra ne oldu?

 

Nihal'in lensle gizlenmiş gözleri uzaklara daldı. Ben ise onun anlattıklarının her birini can kulağıyla dinliyordum.

 

-Sonra...

 

26 YIL ÖNCE / İSTANBUL

İVY AS CINDY MALİKANESİ

 

Karşısında bulduğu bir çift Kahverengi göz ile kapıda duruverdi Mavi gözlü genç kız Nihal. Harvey isimli bu bebeklik ve çocukluk arasında muamma da kalmış olan erkek, pantolonun parçasından aşağı inen ufak dışkısıyla kahkahalar atıyor ve Nihal'e bakıyordu.

 

Nihal, yanlış adrese geldiğini düşünecekti neredeyse. Herkes neredeydi? Onu karşılamaya kimse gelmeyecek miydi?

 

Derken merdivenlerden çivi gibi yere çakılan topuk sesleri yankılanmaya başladı.

 

-Harvey, Harvey neredesin?

 

Sesi güçlü çıkan kadın, telaşla tekrarlıyordu bu ismi. Nihal ne yapacağını şaşırmıştı. Bu karşısında ki çocuk onun aradığı Harvey olabilir miydi?

 

Genç kız, kadının ısrarla bu ismi çağırmasına dayanamayıp içeriye geçti ve kapıyı kapattı. Harvey şaşkın gözlerle Nihal'e bakarken, Nihal onun bir elini tutmuş peşinden sese doğru sürüklemeye başlamıştı.

 

Çocuk itiraz etmeden onu takip etti. Nihal geniş bir holü geçtikten sonra kendi evinin kaç katı büyüklüğünde olan bu salona yetiştiğinde büyülenmiş halde etrafı sürmeye başladı.

 

Gözleri önce klasik işlemeli, ahşap ve altın renkli oturma takımına oradan duvarı boydan boya kaplayan kitaplığa, oradan çevresine en az 10 kişiyi de sığdırabilecek masaya ve oradan da, gözlerini önüne çevirdiğinde ona doğru tutulmuş siyah silaha baktı.

 

Dili boğazına kaçmıştı anında, korkunun şiddetiyle Harvey'i de kendine doğru çekti. Ona doğru silah tutmuş olan siyah uzun saçlı, orta yaşlı kadının ela gözleri tehditkar şekilde parladı.

 

Nihal ayak uçlarından kafasının tepe noktasına kadar tir tir titriyor, ömründe ilk kez silah görmesi yetmezmiş gibi bunun ona doğrultulmuş olması bu evle ilgili kurduğu gelecek hayallerine kazık saplıyordu.

 

-Çek ellerini oğlumun üzerinden. Kimsin sen? Bizden ne istiyorsun? Eve nasıl girdin?

 

-Ben ben, diye kekeliyor ancak ne diyeceğini toparlayamıyordu.

 

Karşısında ki kadın, oğlunun hala bir yabancının elleri altında kalışını izlemeye devam ettikçe tuttuğu silahının üzerinde parmaklarını gezdirmeye başladı.

 

-Buraya her ne için geldiysen bunu araya masum oğlumu katmadan da halledebiliriz. Oğlumu bana ver.

 

Deyip elini uzattı kıza. Kız hiç itiraz etmeden elleri altında duran ve gülmesi hiç durmayan çocuğu omuzlarından annesine doğru itti.

 

Anne, çocuğuna doğru bir adım atıp onu hemen kolları arasına alıp başına bir öpücük kondurdu ve arkasına itti.

 

Nihal Harvey adındaki başına daha ilk dakikadan bela olan bu çocuktan kurtulduğu için rahatlayacaktı ama karşısında ki kadın, bu yabancıya hala aynı korkunç gözlerle bakıyordu.

 

-Evime nasıl girdin diye sordum sana!

 

Anne, Nihal'i baştan sona süzdü.

 

-Peki silahını niye çıkartmadan. Yoksa beni basit mi buluyorsun?

 

Kız çabucak başını iki yana salladı. Fakat kadın bu tepkileri kafasında ki meseleye göre yorumluyordu.

 

- O zaman buraya konuşmaya mı geldin? Silah çıkartmaman cesurca davranıştı. Kime ait bu mesaj?

 

-Bil- bilmiyorum ben, ben.

 

Hayır, bu bölük pörçük çıkan kelimeler kızın kendini anlatması için yeterli gelmemişti.

 

-Seni evime kim aldı?

 

Parmağını titreyerek kadının bacaklarına işaret etti. Kadın başta anlam veremeyip kendine baksa bile, bacaklarının arkasında saklanmış çocuğu görünce sıkıntıyla nefes verdi.

 

-Harvey, sana yabancılara kapı açmamanı kaç kere öğretmem gerekiyor?

 

- Çok kere, diyerek kahkaha atmaya başladı.

 

Anne odağını bir türlü ıslah edemediği çocuğundan yabancı kıza çevirdi.

 

- Son kez soruyorum, kimsin sen?

 

-Ben Nihal Kalkan.

 

-Kim adına buradasın?

 

Kız dudaklarını ıslatıp sorusuna cevap verdi.

 

-Annem.

 

-Annen mi? Annen kim?

 

-Annem Kübra Kalkan.

 

-Buraya ne için geldin? Ne istiyorsunuz?

 

-İş, iş için geldim hanımefendi. Annem bana buranın adresini verdi. Bana iş ayarladığını söyledi. Yemin ederim ben sadece bir hizmetçiyim.

 

Kadın Nihal'i duyar duymaz gerginliği birden uçuverdi. Beyaz teni, utançla kızarırken silahını çabucak beline koydu ve ellerini pantolonuna sildi.

 

Nihal'e doğru gülümsemeye çalışarak bir adım attı. Nihal bu ani ruh değişimlerine anlam verecek kadar çok bilmiş değildi.

 

Geriye doğru bir adım attığında karşısında ki kadın daha mahçup oldu.

 

-Lütfen benden korkma, özür dilerim. Böyle bir karşılanmayı hiç kimse hak etmez. Özür dilerim -deyip Nihal'in omzunu tuttu-Nihal, Nihaldi değil mi?

 

-Evet, ismim o.

 

-Öyleyse Nihal Bir kere daha özür dilerim. Son zamanlarda başım çok dolu. Oğlum için de endişelenceğim olaylar yaşadım. O yüzden hep diken üzerindeyim.

 

Kız tepkisiz kalmamak adına başını salladı.

 

-Kaç yaşındasın, diye sordu alelacele.

 

-24.

 

-O, Aman Allah'ım genceciksin. Bu işi yapmak istediğinden eminmisin?

 

-Hiç bir sorun olmayacak Hanımefendi. Bu benim mesleğim haline geldi artık.

 

Kadın boğazından çıkarttığı inkar sesiyle beraber,

 

-Hayır, asla böyle düşünme. Gözün daha da yüksekte olsun.

 

Nihal böyle hayalleri kurmayı çoktan bıraktığı için bu kadından nasihat almamak adına onun dediğini destekler gibi yaptı.

 

-Ah -dedi bir kez daha sevecenlikle kadın- Ne kadar kaba bir kadınım. Kendimi tanıtmayı unuttum.

 

Kadın yaşına göre yumuşak elini Nihal'in tazecik eline uzattı.

 

-Ben Meral Ivy As as Cindy. Evin sahibi ve hanımıyım. Kocam İsiah ile beraber yönettiğimiz Pizza şubelerimiz var. Onları hiç duydun mu?

 

-Evet, duydum.

 

-Harika, en azından bizi birazcık tanıyorsun. Pizzalarımızdan hiç yedin mi? Eminim ki tadına bayılıyorsundur.

 

-Hayır Meral hanım. Daha önce hiç yemedim.

 

-Canını sıkma, burada olduğun sürece bol bol yemen için fırsatın olacak.

 

Nihal tebessüm etti.

 

-Sevgili Nihalciğim senden bir kere daha özür diliyorum. Oturup sohbet etmek isterdim ama çıkmam gerekiyor. Sen lütfen şu koridorun karşısında ki mutfağa gider misin? Orada iki kadın daha bulacaksın sana yardım ederler.

 

-Nasıl emrederseniz efendim.

 

Demişti. Bu hitap şekli ona diğer temizlediği evlerden alışkanlık olarak kalmıştı. Ama Meral bunu duyduğuna hiç hoşnut olmamıştı.

 

-Bana sadece hanımefendi demen yeterli olacaktır. Ben artık kaçıyorum.

 

Deyip salondan koşar adım uzaklaştı. Nihal ise mutfağa gitmesi için Onun evden ayrılmasını bekliyordu. Tam ayakalandığı anda,

 

-Nihal son bir şey daha. Lütfen Harvey'in herkese kapı açmasına engel olur musun? Biliyorum işin bebek bakıcılığı değil ama bir tane ondan bulana kadar idare etsek ya?

 

-Olur efendim. Zaten akıllı bir çocuğa benziyor.

 

Meral otuziki diş göstererek sırıttı.

 

-İşte bu dediğine pişman olacaksın genç kız. Çünkü Harvey, görebileceğin en yaramaz çocuklardan biridir. Tabii ben daha çok zekadan kaynaklı hiperaktiflik demeyi tercih ediyorum ki, biraz olsun sinirlerim yatışsın.

 

Sevimli konuşmasının ardından yine odadan çıktı. Bir kaç topuk sesinden sonra,

 

-İnanmıyorum! Harvey sana inanmıyorum. Yere tuvaletini mi yaptın gerçekten? Nihal, lütfen şu kapının önünü de temizlemeyi unutmayın.

 

Diye haykırdıktan sonra dış kapının çarpma sesinin gelmesiyle Nihal göz ucuyla bir köşede durup ona sinsice sırıtan çocuğa baktı.

 

-Bana neden öyle bakıyorsun? Gerçekten annenin dediği kadar yaramaz mısın?

 

Çocuk gözlerini kıpırdatmadan Nihal'e bakmayı sürdürdü. Sonra ne konuştu pek anlaşılmasa bile demek istediğini iyice dinleyebildiğiniz ağzıyla,

 

-Yeni hedef, diye mırıldandı.

 

-Hayır, götü boklu çocuk. Ben hedef değilim.

 

Çocuğun yüzü yeni bir şeyi keşfetmesiyle sevinçle doldu.

 

-Götü bo-boklu, diye söyledi.

 

Nihal daha ilk günden hanımefendinin çocuğuna kötü örnek olmasından kendine sinirlenmişti. Hemen Harvey'in yanına yetişip yere diz çöktü.

 

-Bak ufak çocuk, az önce söylediğin o kelime çok ama çok fena kötü bir kelime. Onu bir daha söyleme olur mu?

 

Çocuk bu uzun konuşmadan pek bir şey anlamamış gibi aval aval Nihal'e baktı.

 

-Ne, ne kelimesi, dedi bazı harfleri yutarak.

 

-Az önce söylediğin kelime.

 

-Ya, yani götü boklu mu?

 

Nihal tatlığıyla kendine çeken fakat yaramazlığıyla kendinden uzaklaştıran bu çocuktan bir an önce uzaklaşmak isteyip kendisine göre verilen tarife göre koridoro çıktı ve mutfağı buldu.

 

Mutfakta ise kahverengi boydan boya duvara asılmış ahşap dolaplar, ortada büyük bir masa ve oradan oraya koşuşturan, ocak fırından gelen sıcak hava dalgasıyla ter içinde kalmış olan iki insan vardı.

 

Kiz içeriye etrafa baka baka girip onların dibine kadar sokulmaya çalışırken ayağını yere koyulmuş bir kaba çarptı. Diğer iki orta yaşlı kadın, kızı ancak bu ortaya çıkan başka ses ile fark ettiler.

 

Üçü donmuş halde birbirlerine bakarken, içinden birisi orta kilolu başında pembe oyalı bir eşarp olan kadın Nihal'e yetişip kolundan tuttu ve onu bir tezgahın başına getirdi.

 

- Sen yeni hizmetçisin değil mi kızım?

 

-E- evet.

 

-Çok güzel, çok sevindim. Adım Ayfer. Tanışmayı, sohbetleri şu işler bittikten sonra yapalım, olur mu?

 

Kadın öyle hızlı konuşuyordu ki Nihal itiraz edemedi.

 

- Olur, olur tabii ki.

 

-Çok nazik ve narinsin, ne güzel.

 

Kadın sırtını sıvazladıktan sonra yerde devrilen kap için Nihal'e hiç kızmadan yere savrulan kuru maddeleri topluyordu.

 

-Özür dilerim, kabı göremedim. Ben toplayabilir miyim?

 

Kadın kafasını yerden kaldırmadan eliyle ona hayır yaptı.

 

-Sen işine bak kızım, bu karmaşa da olur öyle şeyler. Asuman, kıza ne yapacağını göster.

 

Diğer tarafta, mantar soymakta olan zayıf ve sırtı eğik kadın elindekileri bırakıp çabucak Nihal'e yetişti. Nihal'in önüne koyulmuş patlıcanlardan bir tanesini alıp soymaya başladı.

 

-İşte bunları böyle soymalısın.

 

Kız bıçağı tuttuğu gibi patlıcanları soymaya başıladı.

 

- Sana gelir gelmez iş vermek istemezdik. Ama bugün çok önemli bir misafirleri geliyor. O yüzden yetiştirmemiz gereken tonlarca iş var.

 

-Sorun değil. Ama şey -dediği anda iki kadın işlerini bırakıp Nihal'e bakmaya başladı- Şey, kapının önünde...

 

-Ne olmuş kapının önüne?

 

-İçerde ki küçük çocuk-

 

-Harvey mi? Yine mi? -deyip ellerini bacaklarına vurup ayaklandı- Yine mi ortalığa yaptı?

 

Nihal başını salladı. Kilolu kadın topladığı kabı masanın üzerine bırakarak mutfaktan çıkıp gitti.

 

- Şu çocuğun derdi ne anlamıyorum.

 

-O henüz çok küçük duruyor, onun bir suçu yok aslında.

 

Firuze yoğun iş ortasında bile bir kulağını genç kıza verip dedikodusundan eksik kalmadı.

 

-Daha buraya geleli 10 dakika olmadı, yoksa kafandan geçen bir şeyler mi var? Bana söyle, çekinme. Bu mutfakta konuşulan her şey mutfakta kalır.

 

-Annesiyle karşılaştım, bakıcı aradığında felan bahsetti.

 

-Hım, yani sorunun Meral hanımda mı olduğunu söylüyorsun?

 

Nihal, iş verenin evinde onun hakkında kötü imada bulunmanın kendi ahlakına ters olduğu için hemen itiraz etti.

 

-Hayır, ortada bir suçlu yok. Demek istediğim, sanırım Meral hanım oğlu Harvey'le ilgilenecek kadar müsait olmuyor.

 

-E olmaz tabii. Zamanla sen de göreceksin, kadın başını işten kaldırmıyor Kocasıyla beraber.

 

Genç kız omuz silkti fakat Firuze kendince biraz düşünüp yeniden sitemkâr sesle konuştu.

 

-Başımıza da yeni moda oldu bu sözler. Neymiş anne ilgisizmiş diye oğlu böyle yaramaz olacakmış. Çok yeni kafalısınız. Biz böyle mi büyüdük? Annem veya babam bizimle oturup iki kelime bile edemezdi.

 

Nihal anlayışlı halinden taviz vermeden patlıcanları soydu.

 

-Hayır, ben de modern kafalı bir kız değilimdir. Ya da anacım babacım tarafından eller üstünde büyütülmedim. Ama annem ne olursa olsun, edepten yoksun kalmayayım diye bana tuvalet eğitimi de vermişti. O küçük çocuk bundan bile eksik kalmış.

 

Firuze mantarları yağa attıktan sonra şaşkınlıkla yerinde durdu. Minik Harvey'in süregelen bu altına yapma problemine hiç bu gözle bakmamıştı.

 

Şimdi ise, genç pek konuşkan durmayan Nihal'e hak veriyordu. Nihal ve Firuze son sohbetlerinin üstüne daha da bir şey eklemeden yemek hazırlıklarına devam ettiler. Mantar soteler, taze söğüşlerden salata, bol peynirli börek, karnıyarık gibi çeşit çeşit ana yemeklerin yanında mezelerde yaptılar.

 

Diğer kadın onların yanına bir süre uğrayıp durumu kontrol etti ve ev temizliği için yine çıktı.

 

İlk günden bu kadar yorulmayı beklemeyen Nihal saatler sonra bir sandalyede kendini yayarak otururken buldu.

 

-Herhalde akşama hanımın yanına bir ordu misafir gelecek.

 

Diye tavanı izlerken bir yorum yaptı. Firuze ise artık yemeklerin hepsini bir masada servise hazır hala getirirken güldü.

 

-Çok yanılıyorsun Nihalciğim. Akşama sadece bir kişi gelecek.

 

Nihal gözlerini tavandan çekip yerinde sıçradı.

 

-Sadece bir kişi mi? Benimle makara geçiyorsun sanırım. Bu kadar yemek benim tüm sülalemi doyurur. Ve sen sadece bir adam için hazırladığımızı soyledin öyle mi?

 

-Hımm hım. Sadece bir insanoğlu için tüm bu hazırlıklar.

 

Nihal oldum olası hiç meraklı olmayıp kendi haline bakan bir kızdı. Ama bu kadar hazırlığa layık bir kişinin kim olduğu onda kocaman bir merak uyandırmıştı.

 

- Peki kim bu bir kişi? Bir başkan mı? Meslek sahibi mi? Konuşmacı mı?

 

-Ah, hayır. Bizde de onun kim olduğuna dair net fikirlerimiz yok. Fakat İvy as cindy'lerle çok iç içe. Baya samimi olmalarına rağmen ona verdikleri değeri hiç düşürmezler.

 

Nihal sandalyeden kalkıp Firuze'nin karşına geçti ve ona yardım etmeye başladı. Kafasında ise bu kadar değer hak eden kim olduğu düşüncesi dolanıp durdu.

 

Yemek hazırlıkları, ev hazırlığı derken artık yemek masası kuruluyordu. Akşam saatlerine geçmiştiler. Baharın hafif esintisi ahşap ama klasik pencerelerden içeri tatlı tatlı süzülüyordu.

 

Nihal böyle bir evi yaşam gözüyle göreceğini hiç tahmin etmezdi. Daha önce gittiği evlere aşırı lüks derdi.

 

Fakat bu malikaneyle karşılaştırıldığında onlar birden orta dereceye indi. Firuze ve Ayfer, Nihal'i işten uzak tutarak masayı onlara öğretildiği gibi düzene soktular.

 

Yemekler özel altın renkli servis tabaklarına koyuluyordu. Nihal onları uzaktan izlerken bir yanda bacağına sarılıp ısırmaya çalışan ufak çocuğu itmeye çalışıyordu.

 

-Hedef, hedef, hedef, diye tekrarlayıp ekmeği bile zor ayıran dişlerini baldırına geçiriyordu Nihal'in.

 

-Evladım çekil şöyle, deyip ince kollarından tutup kendinden uzaklaştırdı.

 

Ve Harvey hedefinin dişleri arasından gitmesine öfkelenmiş halde Nihal ile göz göze geldi.

 

Fakat bu öfkesinin sönmesi ve yerini gülücüklere bırakması çok uzun sürmedi. Bir süredir aklından uçup giden o büyülü iki kelimeyi hatırlayınca çarpık dişleri arasından sırıtarak,

 

-Götü boklu, diye bağırdı.

 

Ve herkes birden sustu. Ayfer ve Firuze dantel detaylı bez içine koyulmuş kaşıkları masaya bırakıp Harvey'e baktı.

 

Minik çocuk ona böyle bakan kadınlar arasında sessizce pişkin pişkin baka gözlerini gezdirdi. Ve gerilim hattının gevşemesine vesile olacak bir davranışa el attı.

 

-Götü boklu, götü boklu, diye etrafa koşuşturmaya başladı.

 

-Harvey! Harvey bana bak!

 

Çocuk durup Ayfere baktı.

 

-O kelimeyi bir daha kullanma olur mu canım evladım? Çok ayıp ve terbiyesizce. Annen duyarsa sana gerçekten çok kızar.

 

-Götü boklu, götü boklu.

 

Harvey kadını umursamdan kollarını iki yana açıp koşmasına devam etti.

 

-Bu kelimeyi sen mi öğrettin?

 

Diye atarlı ve kaşları çatık sordu Ayfer.

 

-Be, ben öğretmedim. Sadece onun önünde ağzımdan kaçırdım.

 

Eliyle başını ovuşturdu.

 

-İlk iş gününde yapabileceğin en büyük hatayı yapmışsın resmen.

 

-Özür dilerim

 

-Meral hanım oğlunun önünde lan dememize bile izin vermiyor.

 

Fakat oğlunun önünde hiç çekinmeden silah çekebiliyordu, diye geçirdi Nihal içinden.

 

-Ah be genç kız. Belki sırf bu yüzden atılman an meselesi.

 

Ve Malikanenin kapısı girmeye istekle çalındı. Sesi işiten iki kadın, Nihal'e eliyle "gel" yapıp hızlı adımlar attılar. Fakat tam kapının önüne gelselerde teğet geçip açmadan yollarından şaşmadılar.

 

-Kapı çalmıştı, kapıyı açmalıyız.

 

-Sen bize ayak uydursana Nihal, derken nihayet mutfağa geçip kapılarını kapattılar.

 

Bu malikanenin duvarları içinde kalmaya devam ettikçe daha ne kadar tuhaf olaya maruz kalacaktı?

 

-Önemli misafirleri geleceği zaman kapıyı çalıp ortalıkta durmamamızı ve kapıyı kendilerinin açacağını söylerler.

 

Başını salladı. Ve beklerken ayakta durmakta mana bulamayıp sandalyeye oturdu. Ama diğer iki kadının toparlanıyor gibi bir hali vardı. Dakiklar sonra gerçekten de toparlanmışlardı.

 

-Nihalciğim dediğim gibi tanışma sohbetlerini yarın yaparız. Bizim vardiyamız doldu, dedi Ayfer.

 

-Ama nasıl olur? Ben burada yalnız mı kalacağım?

 

Firuze göz çevresini ovuyordu.

 

-Biz de kalmayı isterdik ama benim ayakta durmaya mecalim kalmadı. Zaten yatılı hizmetli değiliz ikimiz. Sen ise bizim tersimize yatılısın.

 

İkisinin haline dışardan bile bakıldığında yorgunluklarını görmemek aptal işi olur.

 

-Tamam, tamam üstesinden gelmeye çalışırım.

 

-Gelirsin gelirsin zor bir şeyi yok. Kulağın şu ufak ses yerinde olsun. İçeriden bir zil sesi geldiğinde yemekleri servis etmeye gidersin. İçecekleri de öyle.

 

-Anladım.

 

İkisi daha fazla durmadan mutfağın arka kapısından çıkıp gittiler. Nihal bildiği her şeyi unutmuş gibi hissetti. Ama sakin olmalıydı. Burası sadece bazı işlerin normal insanlardan farklı yürütüldüğü bir evden fazlası değildi.

 

Ve çalan Zil sesiyle bir tabağı eline alıp içeriye geçiş yolunu tuttu. Belki o çok kıymetli adamı da görebilirdi.

 

Salona hemen yetişmişti. Yemek masasının etrafında oturan üç yetişkin ve bir çocuk görünce yine heyecana bağladı. Bacakları titreyerek masaya ulaştı ve tabağı yerine bırakıp servis başına geçti.

 

Nihal soğuk başlangıçı tabaklarına servis ederken, masanın en başında oturan adamı inceledi. Bu adamı bir kere gazetede görmüştü. Masaya koyduğu elinin parmağında, Meral ile aynı yüzüğü taktıklarını görünce bu adamın evin babası olduğunu çözdü.

 

Orta yaşları geçmesine rağmen pek yaşlı durmuyordu. Kahverengi saçları klasik bir beyefendi gibi yana yapıştırılırmıştı. Yüzü kemikli yapıdaydı. Sakalları ise henüz ufacıktı. Oturuşu, duruşu, sergilediği tavırlar ile kendinden emin oluşu ona ağır bir hava katıyordu.

Sonra gözlerini sabah karşılaştığı Meral'e çevirdi. Sabah ki düzgün hali biraz kaymıştı. Ama yine de çok güzeldi. Hemen yanında ufak Harvey oturuyordu. Nihal onunla göz göze gelmemek için hemen işine baktı.

 

Ve büyük misafir olan adama yemek servisi yapmaya başladı. Adamın mülayim sinek kaydı yüzü vardı. Siyah saçlarını geriye doğru jöleleyip taramıştı. Üzerinde şık ve pahalı olduğu belli takım elbisesi ve kolunda parlak gri saati vardı.

 

Ve gözleri ise kendi gözleri kadar maviydi. Servisi yaptıktan sonra geriye çekilirken adam,

-Teşekkür ederim, dedi.

 

Ses tonu hiç kaba saba değil, naif ve kibardı. Nihal başını bir kere öne getirdikten sonra masadan çekilip bir daha ki zil sesine kadar mutfağa gitti. İçeriye masadakilerin yemeğine başladığını belirten sesler geliyordu.

 

On dakika sonra zil bir kez daha çaldı. Nihal üstünü başını düzeltip ana yemeği aldı ve içeriye geçti. Masa da herkese yeni tabaklarda yemek koyuyordu.

 

-Senin için büyük gün neredeyse gelmek üzere Varis. Heyecanını ancak tahmin edebilirim, dedi elleri masanın üzerindeyken İsiah.

 

İsiah'e göre daha genç duran misafir ağzını peçeteyle silip,

 

-Neredeyse derken bir ay olduğunu unutuyorsun.

 

-Hayır sevgili dostum, büyük işler için yapılan geri sayımlarda tutulan sürenin kıymeti de değişir.

 

-Bu konulara hakim olan sensin İsiah, sözüne hak veriyorum.

 

İsiah başını sallayıp daha yeni fark ettiği Nihal'i izlemeye koyuldu.

 

-Sen aramıza yeni mi katıldın?

 

Nihal ona seslenildiği duyunca eli ayağı birbirine dolandı. Meral hanıma yemek koyarken titriyordu.

 

-Evet, evet efendim yeniyim.

 

-Peki bir ismin var mı?

 

-Elbette, her insan gibi, diye küstah bir cevap vererek Masada ki herkesin odak noktası oldu.

 

-Çekinme, ismini bizimle paylaşmanda sakınca yok.

 

-Nihal, efendim.

 

-Ne güzel. Memnun oldum Nihal, ben İsiah İvy as cindy.

 

Nihal sadece başını salladı. Yemek koymayı bitirdikten sonra sessiz adımlarla mutfağa geçip ikinci bir emre kadar yerinde beklemeye başladı.

 

İsiah otoriter ve çok özgüvenli bir adamdı. Varis ise, ona göre çok daha yönetici biriydi. Meral, en grileriydi. Onun işi hep başından aşkın gibi duruyordu. Yemekte bile düşüncelerinde çalıştığı hissediliyordu.

 

Bu adama hizmet edecek olması kızı biraz ürkütmüştü. Hayatın yukarı batı kesimlerinin insanlarından her zaman uzak durmasını tembihlerdi annesi ona. Öyle insanlarla ne ye, ne iç, ne de arkadaşlık et, derdi.

 

Onların yemeklerinden yersen, onlara benzersin. Onlarla sohbet edersen zamanla onlara dönüşürsün. Onlara sadece uzaktan bak ve pastadan kendi payına düşeni aldıktan sonra kendini güvenli hissettiğin evine geri dön.

 

Diye sürekli tecrübelerinden yola çıkarak anlatırdı annesi. Nihal sarı saçının bir ucunu serçe parmağıyla oynamaya başladı.

 

Bir kez daha on dakika sonra zil sesi gelmesiyle, başka yemeği alıp mutfaktan çıktı. Masadakiler, resmiyet dışında kahkahalara dalmıştı.

 

Nihal masaya yetişip başları aldı. Ve herkesin önüne yeni tabak yerleştirdi. Ne zaman ki yemek servisine başlayacak, Meral gülmesinin arasında Nihal'e durmasını söyledi.

 

-Dur yemeği koyma Nihal. Biz pizza siparişi verdik.

 

Bunu duyan Nihal korkudan dört döndü.

 

-Kusura bakmayın Meral hanım. Az önceki yemeği beğenmediyseniz özür dileriz. Mutfakta başka çeşitler de var hemen getireyim sizlere.

 

-Hayır hayır, sorun yemekte değil.

 

-Kesinlikle değil, Yemeği beğendiğini belli ederek onayladı kocası.

 

-Yemeklerin hepsi çok lezzetli ellerinize sağlık. Biz pizza sipariş ettik çünkü buraya toplanmamızın sebebi daha eğlenceli bir akşam yemeğini hak ediyor diye düşündük.

 

Nihal'in zengin olmalarına rağmen bu ailede ki samimiyeti gözünden kaçırmadı. Başka hangi iş veren, işçisine böyle nazik davranırdı ki.

 

-Peki efendim, siz nasıl isterseniz.

 

-Birazdan gelir, deyişinin ardından Nihal getirdiklerini ve kirlileri mutfağa götürdü. Şimdi beklediği zil, kapıdan gelecekti.

 

5 dakika sonra çalan kapıya doğru hızlıca gidip açtı.

 

-İyi akşamlar Cindy Pizza'dan 6 kutu pizza siparişinizi getirdim.

 

-İyi akşamlar beni takip edin lütfen, deyip kapıyı kapattı Nihal.

 

Ve ellerinde kutu olan kuryeci adamın önünde yürüyerek beraber salona yetiştiler.

 

-Ah pizzalarımız da geldi, dedi sevinçle Meral.

 

Birden dikkati annesinden Nihal ve kuryeciye takılan Harvey sandalyesinden atlayarak,

 

-Yeni hedefler, diye koşmaya başladı onlara doğru.

 

Nihal, iki adım geriye atıp ilgi alanından çıktı ama kuryeci onun sıfır etki veren ısırışlarına maruz kalmıştı.

 

-Harvey, Harvey oğlum insanları rahat bırak, annesinin yakarışlarını umursamadı.

 

Siyah kısa saçlı ve siyaha yakın koyulukta gözlü, hafif esmer tenli kuryeci genç adam bacağına yapışıp kendisini ısıran bu çocuğa üstten şaşkın halde bakıp durdu. Nihal dayanamayıp Harvey'i kollarından tutup havaya kaldırdı ve kucağında annesine doğru götürdü. Annesi mahçup bir ifadeyle çocuğu alırken Harvey kendilerine yaklaşan adama zıplamak için özel çaba veriyordu.

 

-Cindy Pizza'dan 6 kutu siparişiniz efendim, diyerek üzerinde ki yükten kurtulurcasına masaya bıraktı.

 

Kuryeci tek düze ve çok soğuk bir sesle konuşuyordu.

 

-Borcumuz ne kadar, diye gülümseyerek sordu İsiah.

 

-Müessesemizdendir efendim. Afiyetle yiyin.

 

İsiah iki kere yüksek sesle güldü.

 

-Lütfen, kendi pizzacım diye bana indirim yapmanıza gerek yok.

 

Kuryeci hiç ısrar etmeden,

- O zaman yirmi bin türk lirası ödeme yapmanız gerekmektedir.

 

Herkese kısacık bir kal gelmişti. Kuryecinin ısrar etmek yerine parasını istemesini kimse beklemiyordu. İsiah ödemesini yaparken gözlerini, taş gibi yerine sabitlenmiş ve gözleri duvara bakan adamı inceledi.

 

-Bugün siparişte sen mi varsın?

 

-Evet efendim.

 

-Haftanın kaç günü siparişe çıkıyorsun.

 

-Yalnızca ben, 4 gün efendim.

 

-Geriye kalan üç ne yapıyorsun?

 

-Mutfakta çalışıyorum efendim.

 

İsiah, kendi işçisine sorduğu peş peşe soruların ardından ödemesini bitirdi. Kuryecinin ona hiç tereddüt etmeden cevap vermesi ise dikkatini çekmişti.

 

-İyi akşamlar efendim, afiyet olsun.

 

Diyerek uzaklaşan adama arkadan seslendi.

 

-Dur!

 

Kuryeci anında durdu ve kabalık olmasın diye yüzünü patronuna döndü.

 

-Yemekte bize katılmak ister misin genç adam?

 

-Teklifinizi nazikçe reddediyorum efendim. Size rahatsızlık vermek istemem.

 

-Hayır, hayır. Ne rahatsızlığı? Masada herkese yetecek kadar sandalye ve pizza var. Değil mi sevgili dostum ve eşim?

 

-Evet İsiah haklı. Genç lütfen soframıza buyur, diye destek çıktı karısı.

 

Varis ve Nihal ise sessizce izlediler. Kuryeci üzerinde ki motorcu ceketinin fermuarının üstününü biraz indirip Meral'ın yanında ki boş sandalyeye oturdu.

 

-İsmin neydi genç adam? Senin hakkında kulağıma olumlu şeyler gelmiş mi bir bakayım, dedi espiriyle karışık.

 

Kuryeci sol elini masanın üzerine koyup, başını havaya dik olarak kaldırdı. Pek gülümsemeyen yüzüne zoraki bir tebessüm ekleyerek konuştu.

 

-İgima efendim, ismim İgima Dizable.

 

-Memnun olduk İgima. Evet sanırım senin hakkında iyi şeyler duymuştum.

 

-Müteşekkir olurum.

 

İgima isimli adamın soğukkanlılığı tüm masaya saçıldıktan sonra,

-Haydi o zaman, pizzalarımızı yemeye başlayalım soğumadan, dedi İsiah.

 

-Nihal, sen de gel otur masaya.

 

-Ben mutfağa gidebilirim hanımefendi.

 

-Hayır, lütfen gel masamıza otur. Bak -deyip karşısını işaret etti- Varis'in yanı boş. Oraya geçebilirsin.

 

Nihal usulca başını sallayarak Varis isminde ki adamın yanına geçip oturdu. Harvey etrafında ki insanları izlerken, sonunda o kızla yeniden göz göze gelmişti. Ve yavaş yavaş sırıtmaya başlayınca, Nihal kimseye çaktırmadan başını iki yana sallıyordu.

 

-Götü boklu!

 

Diye bağırdığında herkes gözlerini Harvey'e çevirdi. Nihal, zorla yutkunarak başını masaya eğdi. İşte herkesin içinde kovulmasına ramak kalmış derken, kahkaha seslerini duyarak başını yavaşça kaldırdı.

 

İsiah ve Meral yüksek sesle gülüyor, Varis onlara göre daha kısık sesle gülüyordu. Hatta şu buz gibi bakışlara sahip olan kuryeci İgima bile tebessüm etmişti.

 

Basit gerginliğin tatlıya bağlanmasıyla herkesin önüne bir kutu pizza düştü ve yemeye başladılar. Yerinde duramayan Harvey bir kere daha yapacağını yaptı ve yanında oturan adamın kucağına atladı.

 

Anne ve babadan yükselen sayıklanmaya karşı,

 

-Sorun değil, kucağımda kalabilir, dedi İgima.

 

Ve Harvey'in başını okşadı. Pek merhametli veya sevecen bir tavrı yoktu ama bu çocuktan nefrette etmiyordu. Hatta pizza yerlerken Harvey, İgima'nın elleriyle oynuyor İgima ise buna karşılık veriyordu.

 

Bu ahşap, binlerce liralık akşam yemeği masasında gülerek, şakalaşarak, kimsenin kimseye nefreti hissedilmeyen, birbirlerini öldürmek isteyenler olmadan, masaya kan saçılmadan, aydınlık sönmeden, katil olmadan, hayat bitmeden, hayatları bitirmeden oturuyorlardı.

 

Bu masada canlı olarak oturanlar İsiah Ivy As Cindy, Meral Ivy As Cindy, Varis Gani, Nihal Kalkan, Harvey Ivy As Cindy ve İgima Dizable idi.

 

İşte bu aydınlık karanlık dengesi birazdan söylenilecek iki üç kelime sonra alt üst olacaktı.

 

İsiah elinde ki dilimi bitirdikten sonra ellerini peçeteyle sildi. Ve elini dostu Varis'e uzattı.

 

-Tekrardan tebrik ederim sevgili dostum. Buraya beraber geldik bundan sonra da beraber devam edeceğiz. Şimdiden hayırlı olsun.

 

Varis ile el sıkışırlarken onlardan uzakta oturan İgima, bir yandan Harvey'in saçlarını okşarken bir yandan onları şüpheyle izledi. Ve sonra basit bir kuryeci ve İsiah'tan 10 yaş Varis'ten 5 yaş küçük olan bu adam dikkat çekmeden şu soruları sordu meraktan.

 

-Ne için tebrik ediyorsunuz?

 

İsiah ve Varis İgima'ya baktı.

 

-Zaten bir ay sonra hepinizin kulağı duymuş gözü görmüş olacak ama şimdiden bir kaç kişiye söylemenin zararı olmaz herhalde. Varis, dostum sen söylemek ister misin?

 

Varis tebessüm etti ve mavi gözlerini İgima'nın kara gözlerine çevirdi.

 

-Bir ay sonra Peperonni isimli yeni bir şirket kurmuş olacağım.

 

İşte bu bir dakikalık sohbetten sonra yemekler yense, herkes evine gülerek gitse bile ertesi günden başlayan karanlık nokta giderek büyümeye başladı.

 

Bu şirket haberi masada ki tüm isimler için dengeleri sarstı hatta alt üst etti.

 

Bu ahşap, binlerce liralık akşam yemeği masasında ağlayarak, şakadan yoksun, birbirlerine hissettikleri nefretle, birbirlerini öldürmek isteyenlerle, masaya kan saçılarak aydınlık sönerek, katil olarak, hayat biterken, hayatları bitirirken oturuyorlardı.

 

Bu masada canlı olarak oturanlar 29 sene sonra hayatını elinde tutmayı başaran Varis Gani, Nihal Kalkan ve İgima Dizable idi.

 

Ölü olarak oturanlar, cansız cesetleri pizza kutularının üzerine yüz üstü devrilenler ise İgima tarafından öldürülen İsiah İvy as cindy, Meral İvy as cindy ve Harvey İvy as cindy idi.

 

Bu yemek gecesinden sonra karanlık hiç kaybolmamıştı. Masumluk yitirilmiş ve kanlar akmıştı.

 

Bu hikaye bazı eksikliklerle anlatılmıştı fakat dinleyici bunu anlayamadı. O eksikliklere zamanı gelince değinilecekti. Ama şimdilik herkes elindekiyle idare etmeliydi...

 

GÜNÜMÜZ.

 

-Siktir, ah, hayır bir sik anlamadım. İgima o cümleden sonra ne yaptı ki?

 

Konuşmaktan ağzı kurumuş olan kadın yanında ki şişeye eğilip su içti. Ben ise anlattığı hikayenin etkisiyle sarsılmıştım. Hele ki 29 sene sonra öldüreceği çocuğu kucağında oynatan İgima'yı duyduktan sonra.

-İgima'nın o geceden bir hafta sonra ayağı kırıldı. Mecburen Motor kuryecilik işini bırakıp sadece mutfakta çalışmaya başladı. Yani bu haftanın 7 günü Pizza şubesinde olacağı anlamına gelir. Eskiden 3 gün mutfakta 4 gün kuryecilikte çalışıyordu. Bu olaydan sonra açıkta kalan 4 günü, İgima'yı muhasebe bölümüne yerleştirdiler.

 

Bir ayrıntı daha vereyim, muhasebede çalışan kadın İgima'nın ayağının kırıldığı aynı hafta ne hikmetse işten kişisel sebeplerle ayrıldı.

 

-Yani bu açıkça İgima'nın istediği yere girebilmek için kurduğu bir komplo.

 

-Kesinlikle öyle.

 

-Ama bu hala ne senin ne İgima'nın ne de karanlık dünyanın nasıl bu hale geldiğini açıklamıyor.

 

-Devam edeyim o zaman. O gece sofralarına oturup minik Harvey'i kucağında oynatan, basit bir şubenin kuryecisi olan adam nasıl mı onların düşmanı oldu?

 

Onları çökertmenin eşiğine getirdi. İgima muhasebede çalışmasının üçüncü haftasında, Peperonni'nin açılmasına 1 hafta kala Cindy Pizza'nın açılmış 10 şubesinin tüm ganimetlerini çalmayı başarıp ortadan kayboldu.

 

Korku uyandıracak bir gerçek daha son derece şiddetli şekilde gün yüzüne çıkmıştı.

-İgima, İsiah'ın paralarını mı çaldı?

 

-Evet, tabii Ivy As Cindy'lerde para biraz boldu. Ama mesele İsiah'ın parasız kalması değil, birinin ona darbe vurmaya çalışması ve bunda başarılı olmasıydı.

 

-Ama Cindy pizza ve Peperonni hala çalışıyor. Yani ne Varis'i ne de İsiah'ı çökertebilmiş.

 

-Onun amacı zaten birini çökertmek değildi. İgima Dizable'nin amacı kendi devrini başlatmaktı. Önce karanlık işlerle girdi piyasaya. Fakat en başından beri olduğu gibi kendini gizlemeyi çok iyi başarıyordu.

 

Sonra İgima gözlük adında ufak bir dükkan açtı. Elindeki paralarla istese büyük bir şirket bile kurabilirdi. Ama bu iş dünyasına yeni adım atan birisi için fazla dikkat çekerdi. Gittikçe büyüdü, ama gözlük şirketi bildiğin üzere onun paravanlığını üstleniyor.

 

Ve İgima karanlık işlerine hız kesmeden devam etti. İsiah ve Varis'in başına ne kadar çok bela açtığını bilemezsin.

 

-Neden İgima'nın gerçek kimliğini ifşalamayıp ona karşı saldırıya geçmediler?

 

-Geçemediler bilmiyorum. İgima, ünlü iş adamı İsiah'ten paralarını çalmadan önce her şeyini planlamış olsa gerek. İsiah'ın güçlü ve inatçı yapısı, kendi kuryecisinden gelen bu darbeyle çöktü.

 

Kehribar bana bunları hiç ara vermeden anlatsın istiyordum.

 

-Ama ben hala senin neden bu işe bulaştığını anlayamadım. Sen neresindesin?

 

-Çizginin en dışında duruyorum ama gölgem içerideymiş gibi düşüyor. Hizmetçilik yaptığım o zamanlar, İsiah ve Varis gece gündüz demeden bu darbenin altından nasıl kalacaklarını veya İgima'ya ne yapacaklarını tartışıp duruyorlardı.

V

 

e bana güvendiler. Yaptıkları bir diğer hata ise güvenmekti.

 

-Onlara ihanet mi ettin?

 

Sesimde yargılayıcı bir tını vardı.

 

-Karmen, ben basit bir hizmetçiden başka kimdim ki? Dostları mı? Aileleri mi? Akranları mı?

 

-Yani sana nazik davranıp sofralarına oturtturan bir aileye ihanet etmende arkasına sığındığım bahane bu mu?

 

Ona yaftaladığım hakareti es geçip fazladan seçeneği bulunmayarak kendini temize çıkartmak adına hikayesine devam etti.

 

-Bir iş çıkışı aile evine gidiyordum. Akşam olmak üzereydi ve yorgunluktan kırılmıştım. Sonra karşıma eli silahlı bir adam çıktı. Kafasında şapka yüzünde siyah biz bez vardı. Kim olduğunu anlamadım ama kalbim korkudan tir tir titriyordu.

 

Benden İsiah'ın odasından belirli yıllarlar etiketlenmiş dosyaları getirmemi ve ertesi gün aynı yerde ona vermemi istedi.

 

Kabul ettim, çünkü etmesem yalnızca beni değil gariban anne ve babamında canına son vereceğini söyledi.

 

Ertesi gün dosyaları alıp ona götürdüm. Kim olduğunu hala bilmiyordum. Ama ben dosyaları verdikten sonra silahını indirdi ve önüme koca bir çanta bırakıp gitti.

 

Zehiri ilk orada taddım. Çantanın içinde ki parayı ben aylarca çalışsam bile kazanamazdım. Ve sonra bir bakmışım ki ben de artık karanlık dünyanın bir parçası olmuşum. İşten çıktım, onlara mecburiyetten ihanet etmiş olsam bile sonuçta ihanet etmiştim.

 

Fakat Karmen, şunu asla unutma-

 

Lafını bölüp ezbere bildiğim kelimeleri dile döktüm.

 

-Karanlık dünyada herkes karanlıktır.

 

Başını sallayarak devam etti.

-Ve hiç kimseye güvenmemelisin.

 

-O gizemli adam kim çıktı?

 

-İgima, tahminimce öyle. Ondan başkası olamazdı zaten o belgeleri kullanacak.

 

-İgima -dedim tiksinircesine- evinde yemek yediği iki insanı ve kucağına onunla oyun oynayan ufak çocuğu öldürüyor.

 

-Değişim kaçınılmazdır.

 

-Bu orospuluk ve pezevenklik dışında başka hiç bir şey değil.

 

-İşte böyle sevgili Karmen, sana anlattığım bu olayı kocan da dahil hiç kimse bilmiyor.

 

-Ne demek bilmiyor?

 

-Bilmiyor Karmen. İsiah ve Varis, ikisini oyuna getiren bir amatörü anlatmakla gurur duymuyor.

 

-Harvey, senin onların evinde hizmetçi olduğunu biliyor muydu?

 

-Hayır, bilmiyor. Karmen İgima'nın yükselişini, oraya nasıl geldiğini ben, sen ve yaşayan üç kişi harici başka kimse bilmiyor. Bu olayı başkalarına anlatabilirsin ama sana bir getirisi olmayacak. Tavsiyem sessiz kalmandan yana.

 

Sana bu hikayeyi, öldürmeye yemin ettiğin adam olan İgima'nın ne derece tehlikeli biri olduğunu göstermek için anlattım.

 

Ama ilk hedefimiz Erdem'in öldürülmesi ve Ceyhun Kozan'ı içeriye köstebek olarak koymamız.

 

Artık kalbimden halk tarafından verilen yoğun ilgi altında olan İgima'ya karşı ayrı boyutta bir nefret büyüyordu. Bu adam ona güvenen insanları kandırmakta en önde bayrak taşıyanlardandı.

 

-Doğru, haklısın. O yüzden artık bu savaşın oyununu oynama vakti geldi.

 

- O zaman artık içeriye geçelim ve hep beraber konuşalım.

 

Ayağa kalkıp kırık kapısını zorlayarak açtı. Tam çıkmak üzereyken,

 

-Nihal, diye seslendim.

 

-Efendim?

 

-Annen baban ve kocan nasıl öldü?

 

Gülümseyip kapıyı biraz itti.

 

-Çok şükür ki, ikisi de hastalıktan öldü. Kocam ise kalp krizi. Eğer benim bulaştığım pislikten öldürülmüş olsalardı ben de bu dünyada bir dakika daha kalmaz kafama sıkardım.

 

-Yani, kendini mi öldürürdün?

 

- Öldürürdüm. Çünkü ben bunu yapacak olanlardan intikam alacak kadar güçlü bir kadın değilim. O yüzden senin arkandayım Karmen, seni destekliyorum. Çünkü sen bu oyunu korkarak bile olsa oynamaya kalkan tek kişisin.

 

Ve kapıyı tekrar açıp odadan çıktı. Bende üstümü başımı düzeltip arkasından salona geçtim.

 

Herkes bir tarafa yayılmış telefona dalmıştı. Hollanda onu bıraktığım yerde miskin miskin oturuyordu. Ceyhun pencerenin altında Maytap'ın minderine oturmuş sırtını duvara yaslamıştı. Skar ve Maytap ise önlerine koydukları cipsleri yerken bir filmi izliyordu.

 

İkimizin içeri girmesiyle dikkati ilk dağılan Ceyhun oldu. Beni görünce sıkıntısını belli edecek halde bir oh çekip telefonu cebine koydu ve ayağa kalkıp yanıma geldi.

 

-Of be kadın of be kadın. Patladım sıkıntıdan.

 

Gülümseyerek,

-Kusura bakma konuşmamız gerekenler vardı, dedim.

 

Geldiğimizi anlayan diğer üçüde Ceyhun gibi telefonları kaldırıp sokuldukları yerden biraz ileriye hareket ettiler.

 

-Artık sizinle de konuşmamız gereken zaman geldi, deyip birden yere oturdu Kehribar.

 

O yere oturduğu anda diğerleri yerlerinde emekleyip Nihal'in çevresinde oturdular. Ceyhun ve ben onlara şaşırarak bakarken Nihal, bacağıma bir tane hafifçe vurup,

 

-Bize ne diye öyle üstten bakıyorsunuz. Sizde oturun yere, dedi şakayla karışık.

 

Skar ve Maytapın arkasından geçip Kehribar'ın karşısında oturduk.

 

-Artık vakit geldi, dedi özellikle kendi ailesine bakarak.

 

-Neyin vakti, diye muzipçe sordu Maytap.

 

-Oyun vakti, diyerek lafı Kehribar'ın ağzından aldım.

 

Ve o anda herkes bana döndü.

 

-Ama bu oyun çocukken oynadığımız eğlendiren oyunlardan değil. Tehlikeli bir oyun, dedim hollanda'nın mavi gözlerine bakarak.

 

-Ve yaralayıcı, diye devam ettim lakabının anlamı yara olan Skar'a bakıp.

 

-Kan akacak, derken kan rengine bürünmüş Kehribar'a baktım.

 

-Ama o kan hangimizden akacak belli değil, derken sözümü gözlerini kocaman açmış olan Maytapta bitirdim.

 

-Hiç kimseyi benimle beraber aynı yola çıkması için zorlamıyorum. Hiç kimseye yüzde yüz güvenlik sağlamıyorum. Kimseye bu işin sonunda bir ödül teklif etmiyorum ama isteyen olursa reddetiğiniz kanlı paramdan yüklü bir miktar ödeme yaparım.

 

Susup gözlerine baktım. Hiç kimse teklif işine istekli bakmıyordu.

 

- Ama siz olsanız veya olmasanız bile benim yemin ettiğim bu yolda yürümem gerekiyor. Bu tehlikeli oyunu oynamam ve onu kazanmam gerekiyor. Kabul ediyorum, hiç kimseyi benimle olsun diye zorlamıyorum ama bu yolda tek başıma yürümek gerçekten çok zor.

 

Benimle kimler aynı safta yer alıp yandaşım olur bilmiyorum. Ama sizin hayallerinizi süslememe devam edeyim istiyorsanız sizinde birazcık benim yanımda durmanız lazım.

 

Hollanda bana rahatsız olmuş gibi baktığında,

 

-Durmazsanız süslemeyeceğim gibi bir kaide yok. Elimden geleni yapmaya devam edeceğim ama başaracağıma dair söz veremem, diyerek onu rahatlatmaya çalıştım.

 

Aylin henüz 21 yaşında genç bir kızdı. Fedakarlık yapmasını ya da cümlelerinin ağırlığını anlamasını ondan beklemiyordum.

 

- Ben size sadece bir kere soracağım ama ısrar etmeyeceğim. Erdem Aker'i öldürüp t.g.i.f'e Ceyhun Kozan'ı oturtmamda bana yardımcı olacak mısınız?

 

-Olacaklar!

 

Dedi Kehribar hemen.

 

-Nihal, lütfen. İzin ver herkes kendi fikrini söylesin. Eğer birini yanıma zorla alırsam ve sonrasında başına bir şey gelirse o ağır vebal altında ezilmek istemiyorum.

 

Kehribar başını sallasa bile kendi adamlarına uyarıcı bakışlar atmaktan kaçınmadı. Gözlerim önce Skar'a kaydı.

 

Eliyle yüzünde ki yarayı elliyor ve düşünüyordu. Yoksa yüzünün diğer yerinde de bir yarası olmasından mı korkuyordu? Kehribar onlar daha fazla sessiz kaldıkça sinirleniyordu.

 

-Ben, dedi kalın ve balgamlı sesiyle.

 

Gerginlikten avuç içlerim terliyordu.

-Ben, ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.

 

Islanan elimle birden gülümseyen elimi kapattım. Kehribar sol eliyle Skar'ın sırtını sıvazladı.

 

Ve hemen ardından herkes Maytap'a döndü. Onda fazla oylanamadık çünkü o adamın kanı felakat hızlı akıyordu. Hatta tüm dişlerini göstererek güldü.

 

-Ben aslında dünden hazırdım da beni davet etmeni bekliyordum.

 

Herkes kısacık güldü. Kehirbar'ın gözleri sevinçle parlarken Maytap'a doğru eğildi ve onu kafasından tutup alnından öptü.

 

-Aferim sana Sezer, her zaman böyle cesur ol.

 

Yerine geri geçtikten sonra herkes çekingen duran ama asi bakışlarıyla bana bakan kıza çevirdi kafasını.

Aylin dilini ağzının içinde yuvarladı bir süre.

 

-Aylin, diye seslendi ona Kehribar.

Ama ilk defa onu umursamadı kız.

 

-Bu işin sonunda ölüm olacak mı?

 

Diye sordu fısıltı kadar çaresiz çıkan sesiyle. Hayır deyip yalan söylemeli miydim Harvey gibi? Ölmeyeceğimizi garanti edebilir miydim?

 

Başımı iki yana salladım yavaşça.

 

-Neredeyse yüzde doksan dokuz ihtimal.

 

-Peki ya o yüzde bir ihtimal hepimizin sağ çıkacağı ihtimali mi?

 

Hevesle soruyordu bunu. Zaten kendi ailesini kaybetmiş olan kız bir daha aynı acıları tatmak istemiyordu.

 

-Yüzde bir ihtimal çok düşük bir ihtimal Aylin. Ama elimden geldiği kadar o yüzde bir ihtimal için oynayacağım.

 

-İlla ki aramızdan biri ölecek diye bir kural yok! -diye atarlandı Kehribar- Ölüm Erdem için gelecek, bizler ise kendimizi kurtarmayı bileceğiz.

 

Aylin ona göz ucuyla baktıktan sonra yine baka döndü.

 

-Seçecek başka seçenek yok-

 

-Hayır Aylin, başka seçenek var. İstersen bana katılmak zorunda değilsin. Sakın Nihal'in dediklerine aldanma, günün sonunda kendi hayatıyla baş başa kalacak olan yine sen olacaksın.

 

Ellerini Hollanda örgülerinin en tepesinden aşağı kadar üzerinden sürterek indirdi ve uçlarından tutup öne attı.

 

-Başka seçenek olsa bile ben, -maytap ve Skar'ı işaret ederek- ailemin yanında olmak istiyorum, dedi.

 

-Teşekkür ederim, dedim konuşmanın başından beri tuttuğum nefesi bırakarak.

 

Sonra Ceyhundan biraz uzaklaşıp yüzümü ona çevirdim.

 

-Ceyhun, aynı şey-

 

Lafımı agresif haliyle bozdu.

 

-Hey hey hey, saçmalama. Bana gerçekten sormayacaksın değil mi?

 

-Sormak zorundayım.

 

-Yok yav, Allah Allah. Öyle mi?

 

-Ceyhun, sonuçlarını görüyorsun. İhtimalleri söylüyorum. Bu iş tehlikeli ve-

 

-Şşş, sus Kadın. Çok konuşuyorsun.

 

Yanımda olduğunu teyit etmemize gerek kalmadan birbirimize gülümseyerek önümüze döndük.

 

-Vay, gözlerim yaşardı. Biraz daha zorlasanız ağlayacağım.

 

Gözlerimi devirdim.

 

-Eğer diyecekleriniz bittiyse benim de bir kaç sözüm var. Özellikle benimkiler için. Aylin, Dilaver, Sezer sadece yanındayım demekle bunu gerçekleştirmek farklı şeyler. Bu kadın -diyerek gözleriyle beni işaret etti- bizim yapamayacağımızı yapmak için kendini öne atıyor.

 

O yüzden yanındayım derken bunu, Karmen'e iliklerine kadar hissettireceksiniz. Başka insanların yanında, size kim olduğunuz neden bu işin içinde olduğunuzu soran olursa onlara "bizler Karmen'in adamlarıyız, sadece onun için bu oyuna katıldık" diyeceksiniz.

 

-Ama sen bunca yıldır, bize kimsenin adamı olmamamız gerektiğini hep senin gibi kimseden yana çekmememiz gerektiğini öğretmiştin, dedi Aylin.

 

-Evet öyle, ama bu kadın için ve bu durumda bu öğrettiğimi değiştiriyorum. Bu tehlikeli oyunun sonuna gelene kadar öyle hissetmeseniz bile sizin karakterinize ters gelse bile, başkalarının önünde bunu belli etmeyeceksiniz.

 

-Bunu yapmanıza gerek yok, dedim Kehribar'a bakarken.

 

-Var. -dedi bastırarak- Kim olursa olsun, Emir dahil kim olursa olsun, kendini zayıf gösterme. Birlikler adama güç kazandırır. Skar, Maytap ve Hollanda senin adamların. Herkes bunu böyle bilmeli.

 

-Ama ben ne dediğini duydum, dedi Ceyhun garip bir şekilde gülerek.

 

-Olsun duyman önemli değil, sen o insanlardan değilsin, dedi Kehribar.

 

-Doğru, ben sadece basit bir şoförüm, dedi ilk defa şahit olduğum o garip ses tonuyla.

 

Gözümün ucuyla Ceyhun'a baktıktan sonra, diğerlerinin ayakalandığını gördüm.

 

-Bizim konuşacaklarımız bitti, dedi Nihal.

 

Başımı salladım. Fakat aklıma bir şey gelince hemen ayaklanıp Aylin'in peşine düştüm. Yattığımız odaya geçmişti.

 

-Aylin.

 

-Ne oldu?

 

-Şey soracaktım telefonun var mı?

 

Cebinden çıkartıp bana uzattı ve yatağını düzeltmeye gitti.

 

-Birini arayacağım sorun olur mu?

 

-İstediğini yapabilirsin sahibim.

 

-Aylin, ben sizin sahibiniz felan değilim, desem bile beni umursamdan işine devam etti.

 

Bende üzerine gitmeden hemen telefonu açtım ve Emir'in numarasını tuşlayıp aradım.

 

Çalıyor ...

 

Aradığınız numara şuan da meşgul, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.

 

Diye otamatik mesaj gelince numarayı arama kayıtlarından silip Aylin'e uzattım.

-Saçlarını sürekli örgü mü yaparsın?

 

-Evet neden sordun?

Kafasını yastığa gömdüğü için sesi boğuk geliyordu.

 

-Bugün eve geldiğinde saçların açıktı.

 

Yastığa gömdüğü kafasını aniden havaya kaldırdı.

 

-Saçlarım arasına takılan bir pisliği çıkartmak için açmıştım, dedi.

 

Ve Yüzüme bakmadan telefonu alıp yanına koydu. Üstelemeden odadan çıkıp mutfağa geçtim. Ceyhun masanın başında oturmuştu.

 

- Geçip uyusana neden buradasın, diye sordum karşısına oturup.

 

-Birazdan geçerim. Aklıma takılan bir kaç şey vardı.

 

- Nedir?

 

-Ölüm derken Karmen, gerçekten ölmekten mi bahsediyorsun?

 

Sıkıntılı bir nefes verip yüzümü sıvazladım.

 

-Ceyhun, lütfen bari sen yapma. Bu yolda bana karşı çıkanlar yeterince var.

 

-Karşı çıkmıyorum Karmen. Buna zaten hakkım bile yok. Ben sadece, lafını yarıda kesip mutfak zeminine baktı.

 

Bir elimi Ceyhun'un bir eline uzatıp tuttum ve önüme çektim. Gözleri hala bana bakmıyordu.

 

-Sana veya bir başkasına zarar gelmemesi için çok dikkatli davranacağım. Sonuçta her ne kadar benim yanımda duracak olsanız da bu benim meselem.

 

-Sence benim derdim sadece kendi canım mı? Kadın, sen benim tek sahip olduğum arkadaşsın.

 

-Bir de sana aylık beşyüz bin lira veren tek enayi, deyip kıkırdadım.

 

-Şakanın sırası hiç değil Karmen.

 

-O zaman sana ciddi bir şeyler anlatayım.

 

Sesimde ki ciddiyeti yakalayan Ceyhun elini elimden kendine çekip bana doğru döndü.

 

-Ben gittikten sonra bir şey oldu değil mi?

 

-Vay, artık sen de leb demeden leblebiyi anlamaya başlamışsın.

 

-Neden söylemek için gecenin bir yarısına kadar bekliyorsun Kadın?

İşaret parmağımı dudaklarıma bastırıp "şşş" yaptım.

-Diğerlerinin önünde anlatmayı istemedim. Kehribar'ın bana öğrettiği ilk şey ne de olsa kimseye güvenmememdi. Aslında en iyisi sana da söylemeyeyim, dedim tebessüm ederek.

Gülmeyerek bana bakmaya devam ettiğinde gerginlikten yaptığım şakalara son verip sessizce konuşmaya başladım.

 

-Sen gittikten sonra bana sana bahsettiğim bilinmeyen numaradan mesaj geldi.

 

-Ne mesajı?

 

-Al kendin oku ve sessiz ol, derken telefonu çıkartıp önüne ittim.

 

Ceyhun mesajları okudukça gözü seyiriyordu.

-Evde değil miydin yoksa?

 

-Evdeydim Ceyhun, beni evden duyuyordu.

 

-Yoksa bu iş bu evdekilerin başının altından mı çıktı?

 

-Hiç sanmıyorum. Eve yabancı olarak gelen biziz, asıl tehlike hissetmesi gerekenler onlar.

 

-O zaman bu şerefsiz seni nasıl duyuyor Kadın?

Diye sessizce dişleri arasından konuştu. Sonra son mesaja yetiştiğinde duraksadı.

 

-Ben senim mi? Kayıp bir ikizin mi var yoksa?

 

-Saçmalama Ceyhun, aslında bilmiyorum, ama üzerinde çok durmak istemiyorum. Çünkü onunla ne kadar az ilgilenirsem benim dikkatimi çekmeye çalışıyorsa daha fazla ilgim için bana daha da yakınlaşacak. O zaman ben üstüne atlarım.

 

Ceyhun avuç içiyle masaya vurdu. İçeriden gelen mırıltı sesi yükseldiğinde ise öfkesini yatıştırdı.

 

-Sikeyim böyle işi ama ya. Yok bir bilinmeyen var yok bir oyun var ucunda ölüm getiriyor. Karmen, kendine gel.

 

-Ceyhun işin tehlike boyutunu konuşmak veya vazgeçme nutuklarını dinlemek istemiyorum.

Artık önüme bakmam gerekiyor. Bana öyle bir tempo lazım ki, işlerim tıkırında ilerlesin. Çünkü silahımı çekip hop diye Erdem'i öldüremem.

 

Adım adım ileryeceğiz. Ve benim kafamda sadece Erdem'i öldürmek geçmiyor. Madem bir şeyleri yapmam için yanıma adamlar geliyor ve önüme fırsat sunuluyor o zaman bu işten de İgima'ya olan intikamım'da nasiplensin.

 

-Ne demek istiyorsun?

 

Dediğinde cevap vermeden gülümsedim. Kendi intiharımın eşiğine yetişmiştim. Bu yüksek ve dik yamaçta atacağım her bir adımın sağlam olması gerekiyordu.

 

Kafam ilk defa bu kadar doluydu. Aklıma binlerce farklı senaryolar planlar geliyor, eksisini artısını belirliyor ve doğrusunu seçmeye çalışıyordum.

 

Canlarımız ne kadar değerli olsa bile ölüm semptomlarını gösteriyordu. Ben ve peşimden gelecek olan kişiler; ben ve karşımda duracak olan kişiler.

 

Bunlar kim olacaktı?

 

Peki ya bu oyunun galibi kim olacaktı? Tek bir galip demiştim önceden. Tek bir galip ve geriye kalan herkes mağlup.

 

Öldüren bombanın pimini çekmiştim. Geriye sadece kimin üzerinde patlayacağı kalmıştı.

 

Ayağa kalkıp Ceyhun'un karşısında durdum.

 

-Her şey yarın başlayacak Ceyhun. Ama ne zaman bitecek bilmiyorum.

 

20. BÖLÜMÜN SONU

 

BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ???

 

Selamlarrrrrr💕💕💕💕💕

 

Nasılsınız?? Umarım iyisinizdirrr.

 

Bir kaç soru ardından size haberler vereceğim ve sonra DELİRECEĞİNİZ ANLARA GELECEĞİZZZ.

 

Siz İgima Varis Ve İsiah'ın hikayesini böyle bekliyor muydunuz?

 

Karmen'in etrafına yandaş toplayıp ölümcül oyuna başlaması hakkında ne düşünüyorsunuz???

 

Dikkat❗

 

Bu bölümden sonra ölümcül oyun başlayacak ve bu yaklaşık 10- 15 bölüm arası olacaktır.

 

Her bölümün yaklaşık 10.000 kelime olmasını planlıyorum. (Bu bölüm 7500 kelime)

 

Bölümler boyunca size hiçbir şekilde spoi vermeyeceğim.

 

Bölümlerin sonunda bu tür anektodalar olmayacak.

 

Bölümler haftada bir kere gelecek. Bu tarih ya cuma ya da cumartesi olacak.

 

Şimdilik bu kadar.

 

Sınır ; 60 vote ve 300 yorum💘

 

ÖLÜMCÜL OYUN'A HAZIR OLUN.

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere

 

 

Loading...
0%