Yeni Üyelik
24.
Bölüm

21. BÖLÜM - OYUN BAŞLADI

@shorosharpen

Do you think I'm stupid?
Do you think I'm bat shit crazy, having you on my mind?
Do you think I'm helpless?
My algebra gon' equal you every time

 

Genius - LSD

 

Baby wanna be a queen, well alright
We all deserve the finer things, in this life
Me, I gotta be free, all my life
I want a little cream cheese, in my pie

 

Greenback Boogie - Ima Robot

 

Yordu gidişin
Seviyordum deyişin
Elin oldu ellerin
Sanma yine de seni beklerim
Bak, tüm anıları yak
Unut kenara at
Huzur bize uzak
Kavuşmamız yasak

 

Anıları Yak - Burcu Güneş

 

❤️⛓️🖤

 


OYUN BAŞLADI.

 

Artık geri dönüş ve kaçış yok.


Bugünün geleceği, ben intikam yemini ettiğim andan bile belliydi. Hayatta en çok neyden korkarsan başına ilk o gelir. Kafanda ne çok neyi kuruyorsan bir bakarsın hayallerden çıkmış hayatına atlamış.

Herkesin bir zamanlar güldüğü, yaşamaktan zevk aldığı, eski neşeli günleri vardı. Harvey ile geçirdiğim 11 yılımın hepsi neredeyse öyle geçmişti. Fakat bana sunulan mutluluk her ne kadar uzun senelere yayılmış olsa bile hepsi sadece bir sabah yok oldu.

Harvey'in ölümü ile geçtiğim hayatta geriye dönüp baktığımda sanki o mutlu günlerim hiç olmamış gibiydi.

Kimimiz intikam için oynuyordu. Kimimiz güç için, kimimiz itibarını korumak için, kimimiz sarı saçlarının mavi gözlerinin kana bürünmesinin acısını çıkartmak için.

Kimimiz girmek istemiyordu, kimimiz buna mecbur kalıyordu. Kimimiz hayalleri için vardı kimimiz hayatı için.

Birbirinden farklı insanlar için tek ortak kümede toplanmıştık.

OYUN.

Oyun istiyorduk, çocuklar gibi. Ama kazanmak istediklerimiz şeker kaybettiklerimiz bir iki göz yaşı olmayacaktı.

Birbirimizi sobeleyince eleme oyundan çıkmakla olacaktı. Fakat köşede beklemeyecektik bu sefer. Ancak ölen kurtulurdu oyundan.

Herkesin gözü kararmıştı. Beni intikam alevi yakıyorsa cayır cayır, Emir'i yemin verişi yakıyordu. Hollanda'yı elinden alınan gençliği yakıyordu. Ceyhun'u sokaklar yakıyordu.

Fakat hepimiz bir yere doğru dönmüş ve ondan ümit bekler olmuştuk. Bu oyunun sonunda, yüzlerimiz gülecek miydi?

Oyuna başlamadan önce kendi kafamda bir durum değerlendirmesi yaptım. Kazandıklarımız ve kaybettiklerimizi daha net görmek için bir tablo lazımdı bana.

Henüz başında olduğum işin sonunda o tabloya bakıp, nasıl bir süreçten geçtiğimizi, alnımızın akıyla çıkıp çıkmadığımızı görecektim.

Öncelikle bu oyuna kimlerle başlıyordum ve kimler yer alıyordu?

Karmen İvy as cindy, Emir Aybeyaz, Kızıl Kehribar, Ceyhun Dinç, Erdem Aker, Ceyhun Kozan, Hazar Onat, Hollanda, Skar, Maytap, İgima Dizable, Phiqz sahipleri olan Yakup Gedik ve Nezaket Gedik.

Benim henüz bildiklerim bunlardı. Oyuna sonradan kimler katılacak bilmiyordum.

Ve bir diğer değerlendirmeye geliyorum. Oyuna katılan veya katılacak olan bunca isim bana göre arasında şuan kimler neredeydi?

Yandaşlar : Ceyhun Dinç, Hollanda, Maytap, Skar, Kızıl Kehribar, Ceyhun Kozan

Ne olduğu belirsizler : Hazar Onat, Emir Aybeyaz, Yakup Gedik ve Nezaket Gedik

Düşmanlar : İgima Dizable, Erdem Aker.

Düşünmek bile istemesem bile bu ihtimalleri de göz önünde bulundurarak değerlendirmeme devam ediyorum.

Hayata olanların sayısı : 13

Yaralı sayısı: 0

Ölü sayısı: 0

Öldüren sayısı: 0

Hedef : Erdem Aker'i öldürmek ve T.G.İ.F'in başına köstebek olarak Ceyhun Kozan'ı geçiremek.

Gizli hedef: Phiqz araştırması ve İgima'ya karşı güç kazanmak.

Ve en önemlisi. Bir oyun onlarca kişi ile oynansa bile her zaman birisi tam olarak zaferin tadına varır. Hepimiz Erdem'i öldürmek ve Ceyhun'u yönetici yapmak istesek bile bunun ne sonuçlar getireceği belirsizdi.

Diğerlerinin galibiyet anlayışı nasıldır bilmiyorum ama benim bu oyunu kazandığımız kabullenmem için , Erdem harici kimsenin ölmemesi veya yaralanmaması, İgima'yı çökertecek sağlam vuruşlar yaptığım bir sonuç gelmesi gerekmekteydi.

Oyunun Galibi : Belirsiz

Oyunun Mağlubu: Belirsiz

Ve kafamda noktaladığım son şey.

Ölümcül Oyun : Başladı.

⛓️⛓️⛓️

Gözlerimi açar açmaz etrafıma bakındım. Hollanda hala uyuyordu. Saat sabah onu geçiyordu. Telefonda bir kaç işimi hallettikten sonra yatağımdan kalkıp düzenledim ve odadan parmak uçlarımda çıktım.

Kehribar'ın odası kapalıydı. Dibine kadar yaklaşıp içeriyi dinlemeye çalıştım. Hafif bir horultu sesinden başka ses yoktu. Eve mutfak tarafından güneş giriyordu. Ve dışarda ki kuşların cıvıltısı ile ara sıra çalan korna sesi birbirine karışıyordu.

Mutfağa sadece bir bakınıp salona sessiz adımlarla geçtim. Ceyhun yine Maytap'ın minderinde uyumuştu. Diğer minderlere baktığımda Skar ve Maytap'ın burada olmadığını gördüm. Biraz rahatlamış ve sessiz olma çabamı üzerimden atmıştım.

Ceyhun'un sırtı bana dönük yüzü duvara bakıyordu. Ağzından hoş bir tını yükselip alçalıyordu. Üzerinde onu beline kadar kapatan ince bir örtük vardı. Siyah Saçları dağılmıştı. Siyah tişörtünün altında ki kol kasları uykusundayken bile iri duruyordu.

Dizlerimin üstüne çöküp başımı sessizce yüzünün üzerine getirdim. Onu gördüğüm her an eşek şakası yapma isteğini içimden söküp atamıyordum.

Yüzü huzurlu duruyordu. Demek ki başını hala yastığa rahat koyabiliyordu benimle çalışmasına rağmen. Gün gelir uykusunda huzurla yattığı bu yüzünü ondan çalacak olsam kendimi asla affetmeyecektim.

-Ceyhun, diye fısıldadım kulağına karşı.

Uykusu çok ağır olan bir adamdı kendisi. Sesimi bu sefer biraz daha çıkartarak,

-Ceyhun, dedim son hecesini uzatarak.

-Hmm, diye ne dediği anlaşılmayan bir ses çıktı boğazından.

-Uyan hadi, kendimi biraz uzaklaştırıp kolunun pazu kısmını tutup dürtmeye başladım.

-Uyan ayıcık, uyan.

Genzinden gelen derin sinirli hırıltıyla beraber kolunu benden kurtarmak için yerinde pırdandı.

Sessizce güldükten sonra kolunu bırakıp kafasına yaklaştım ve kapalı gözünü elimle açmaya çalışmaya başladım.

-Aç gözünü artık ya, diye çocukça mızmızlanıp inatla birbirine bastırdığı göz kapaklarını çekiştiriyordum.

Onun yanında kaybolmuş çocukluğumu kısa bir anlığına yeniden buluyordum. Ceyhun bana bazen Harvey'i hatırlatıyordu. Onunla ne kadar uğraşırsam uğraşayım bana kızmayacağını biliyordum.

Ayrıca o kadar çaresiz kalıyordu ki karşımda bu bana daha farklı bir zevk veriyordu. Tıpkı şuan elleriyle, gözünü açmaya çalışan ellerimi savurmaya çalıştığı gibi.

-Bela mısın kızım sen? Değişik yaratık çek şu ellerini üzerimden.

Diye uyku mahmuru sesiyle çırpınırken kahkahalar atıyor ve ellerimi daha da delirmesi için birbirine geçiriyordum.

-Yeter kadın, senin dinin imanın benimle uğraşmak.

Diye çemkirip hiç beklemediğim anda, bana göstermediği o kuvvetiyle kollarımdan tutup resmen tek hamlede kaldırıp duvar ve kendi arasına fırlatırcasına koydu.

Kollarım hala tutulmuşken, iri bedeni ve soğuk duvar arasında ki ufak boşlukta kendimi bulduğumda kahkahalarım kesildi ve şaşkınlıkla bedenlerimizin neredeyse temas ettiği ve gözlerimizin birbirine kilitlendiği Ceyhun'a bakakaldım.

Fakat onun dudağının kenarı yavaşça yukarı kıvrılıyordu. Ben hala gerginlikten tükürüğümü yutarken karşımda üstün bakışlarıyla genişçe gülümsedi.

-Ee nasılmış kadın yaptığın şakaları yaşamak?

Donuk yüzüm gözlerimi devirirken geri çözülüyordu. Ve Ceyhun'un kafasının arkasında bize kapıda hareketsiz durup şok olmuş halde bakan Hollanda'ya takıldı.

Anında yerimde doğrulup ellerimle hayır yapmaya çalıştım.

-Sandığın gibi değil! Sandığın gibi değil Aylin.

-Ben, ben... -deyip eliyle gözlerini kapattı- Ben bir şey görmedim siz devam edin.

-Devam edeceğimiz bir şey yok Aylin, desem bile arkasını çabucak dönüp odadan koşar adım çıktı.

-Aylin, yanlış anladın. Aylin, diye seslendim.

Fakat çoktan yanlış anlamış utançla banyoya saklanmıştı. Sinirle Ceyhun'un bacağına bir tane tokat vurdum.

-Bizi ne hala düşürdün gördün mü?

Sitemkâr halime rağmen o pişkin pişkin gülerek oturur vaziyete geçti.

-Sen de aynısını geldiğimiz gece bahçede yapmıştın kadın, deyip işaret parmağıyla burnumun ucuna vurdu.

Kafamı ondan çekip yüzümü buruşturdum.

-Aptal, rezil ettin bizi kıza.

-İyi akıllanmışsındır artık, derken yatağından tamamen çıktı.

Gözleri boş yataklarda gezindikten sonra kollarını iki yana açıp esnedi.

-Neden uyandık?

-Neden mi? Gidiyoruz çünkü Ceyhun. Burada daha kaç gün kalmayı planlıyorsun?

Gözünün ucuyla bana baktı.
-Arabanı gidip getireyim o zaman sen beni bekle burada yarım saat kadar.

Yataktan kalkıp örtüğünü katlamaya başladım.

-Gerek yok, taksiyle gideriz.

-Beş yüz bin lirayı sen taksiye binesin diye almıyorum her halde. Gidip getiririm arabayı.

Örtüğü yatağın ucuna düzgünce yerleştirdikten sonra iki adımda yanına yetiştim.

-Tek istediğim buradan bir an önce çıkmak.

-Veda etmeyecek misin, dedi bıyık altından gülerek.

-Bu utançla onun yüzüne bakabilir miyim sence? -kolundan tutup kapıya doğru itekledim- Yürü hadi, gidiyoruz.

Sessizce gülerek salondan çıktık. Aylin hala ortalıkta görünmüyordu. Koridoruda koşar adım geçip kapının sürgüsünü sessizce çektim.

⛓️⛓️⛓️

Ve sonunda dışarı çıkmıştım. Parlak sabah ışıkları gözümü kamaştırmıştı.
Evdekiler arkamızdan gelmesin diye hemen ufak bahçeden çıkıp günlerdir sesini duymakla kaldığım ve ilk defa gündüz gözüyle gördüğüm mahallede yürümeye başladık.

Ceyhun ellerini cebine geçirmiş, sanki etraftakilerini senelerdir tanıyormuş gibi halısını silkeleyen kadına, dükkanını açan adama, yeri süpüren işçiye başıyla selam veriyor ve "kolay gelsin" diyordu.

Ben ise sadece büyülenmiş gözlerle izliyordum onu ve etrafı. Hayatım boyunca mahkum olduğum altın kafesimden kanatlanıp geldiğim bu yerlerde sürülen hayatlara özeniyordum. Acı acı gülümseyip asla kavuşamayacağım bu huzura içim giderek bakmaya devam ettim.

-Ben de bu sokaklarda az koşturmadım veletken.

Sokakta top koşturan çocuklara bakıyorduk.

-O günleri özlüyor musun, diye sordum hüzünle yutkunarak.

-Özlesem kaç yazar? Zamanı geriye alabilir misin?

-Hayır, ama alabilseydin döner miydin?

Yürümeyi bırakıp yerinde durdu ve mahalleye şöyle bir göz attı. Ben de onu taklit ederken bize seslenen çocukları ancak duymştum.

-Abi! Abla! Abi, bir bakar mısın?

Ceyhun elini havaya kaldırıp ne var hareketi yaptı.

Üzerinde takım formalı olan kısa boylu çocuk hevesle Ceyhun'un ayaklarının dibini işaret ediyordu.

Ceyhun az ötede ki topu görünce ona sol ayağını uzatıp vurmaya hazırlandı. Fakat ayağı tam topa değecekken durup bana gülümseyerek baktı.

- Sen vurmak ister misin?

Gözlerim aniden çocuklardan Ceyhun'a döndü.

-Ne, diye sordum alık alık.

-Topa diyorum. -derken ayağıyla topu ayaklarıma itekledi- Sen vur.

-Ben, ben vuramam ki. Bilmiyorum.

Her ne kadar öyle desem bile gülümsemem ufalmıyor veya içimde ki çocuksu heyecan geçmiyordu.

-Hadi ama Karmen. Silahla adam vuruyorsun ama bir topa vurmaktan mı çekiniyorsun?

-İkisi aynı şey değil.

-Kesinlikle değil. Hangisinin daha zor ve tehlikeli olduğu konusunda hemfikir olduğumuza inanıyor ve şu çocuklara artık toplarını göndermeni söylüyorum.

Gerginlikle başımı sallayıp topun arkasında hizalandım. Hem çocuklar hem Ceyhun'un bana bakışları altında sağ ayağımı geriye atıp topa hızla vurdum.

Yuvarlak sarı top aldığı vuruşla önce havalandı ve sonra çocukların yanına kadar süzüldü. Topuna kavuşan çocuklar "teşekkür ederek" oyunlarına geri dönmüştü.

Yerimde zıplayıp ellerimi çırptım.

-Gördün mü? Attım gördün mü?

-Gördüm gördüm.

Dedi gururla gülümseyip ve ellerini cebine geri sokup yürümeye devam etti. Ben de hemen dibinde bittim.

-Şu heyecana bak, görende maçı kazandıran golü atmış sanacak.

Göz ucuyla bana bakıp sinirimin bozulduğuna emin olmaya çalışıyordu.

-Sanane Ceyhun. İstersem havaya taş atar sonra yere düştü diye bir ömür sevinirim. Sanane.

Cevap vermeyip yoluna baktı.

-Eğer zamanı geriye alabilseydim, dedi birden.

Gözlerinde tuhaf bir hüzün dağlanmıştı. Sıcacık sesinin titreyek çıkması kalbimi üşütüyordu.

-Eğer gerçekten zamanı geriye alabilseydim -diye yavaşça konuşurken son cümlesini söylerken birden hızlandı- senin işini kabul etmeden bir dakika öncesine alırdım.

Yerime çivi gibi çakıldım. Duygusalmış gibi rol kesip beni kandıran Ceyhun'a bozuntuya uğramış suratımla bakıyordum. O ise bugün üzerinde ki ekstra muziplikle hiç bıkmadan beni üst üste şakaya getirmesinin başarısıyla övünerek gülüyordu.

-Seni kovmam için şansını adeta zorluyorsun, dedim zar zor çıkan sesimle.

Bir kaşını yay gibi havaya kaldırıp yüzüme kadar yaklaştı.

-Sen beni kovamazsın ki, dedi melodi gibi çıkarttığı uyuz sesiyle.

-Bundan kesinlikle emin misin?

-Evet, kesinlikle eminim.

-Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun ki?

-Çünkü ben, derken sesi kontrol edemeyip ağzından kaçırdığı bir tuhaflıkla çıkıyordu.

-Çünkü sen?

Gözlerimi kısmış kulağımı ona vermiştim.

- Senin arabanı sürecek olan tek kişiyim.

"Hıh" deyip omuz silktim.

-İstesem yüzlerce şoför bulurum.

-O zaman neden beni seçtin?

Dudaklarımı birbirine bastırıp onu aşağılayacak bir cevap arasam bile elim boştu. Geniş omuzlarını kaldırıp indirdi. Yürümeye devam ettim. Benim isteklerim, onun gibi şakalaşacak kadar komik değildi. Dönecek bir geçmişim, hatırlayınca yüzümün hoş olacağı bir çocukluğum var mıydı ki?

- Peki sen kadın? Zamanı geri almak ister miydin?

-Sadece bir hakkım mı olacak?

Bir anlığına duraksadı.

-Bir tane yetmez mi? Kaç tane anını yaşamadan geriye sarmayı istiyorsun?

Yaşanmamasını istediğim kaç tane olay olmuştu? Harvey'in ölmesinin öncesine mi almak isterdim zamanı? Böylece onun önüme atlamasına izin vermezdim.

Ya da o geceye, Harvey'le tanıştığımız o gece ya ben...

Ya da daha öncesi...

-Neden bu kadar düşünüyorsun?

Yanımızdan geçen insan sayısı ve kalabalık şehrin gürültüsü mahalleden çıkıp ana caddelerde yetiştiğimizden bu yana artmıştı. Birbirimize sesimizi duyurabilmek için dip dibe sokulmuş ve desibelimizi yükseltmiştik.

-Hangi anımdan öncesine gitmek istediğime karar veremedim.

-Hayret, şaşırdım doğrusu. Ben kocanın ölmesinden önceye gitmek istiyorum diye demeni bekliyordum.

Cevap vermeyip dilimin ucuna kadar yetişen kötü anılarların zehriyle kuruyan dudaklarımı ıslattım.

- Gerçekten hala bana hak vermedin kadın. İyice işkillenmeye başladım. Ondan kötü daha ne olabilir ki dönmek istediğin?

Yerin yedi kat dibine gömdüğüm geçmiş, ölüp çürümeden, diriliğini asla yitirmeden ve bulduğu her deliklerden acımasızca gün yüzüne çıkmaya çalışıyordu.

Gözümün önüne gelip beni olduğum yerden koparıyordu.

-Karmen! -deyip koluma yapıştı ve beni kendine çevirdi- Neler geçiyor o aklından?

Kendimi ondan kurtarıp yoluma çevirdim.

-Hiçbir şey. -dedim- Haklısın Harvey'in ölümünden önceye dönmek isterdim.

-Yalan söylüyorsun, diye itiraz etti.

-Saçmalama. Kocamdan daha önemli hiç bir şey yok.

Sesim artık kızgın bir acelelikle çıkıyordu.

-Apaçık yalan söylüyorsun. Bari bunu itiraz etme.

Dudaklarımı dişleyip aramızda ki iki kadının geçmesini bekledikten sonra direkt Ceyhun'un dibine yaklaştım.

-Evet yalan söylüyorum.

Gözleri irice büyüdü. Ve dudaklarını aralayıp bir kaşını duyduğuna inanmayarak kaldırdı.

- Geçmişinde kocan Harvey'in ölümünden daha beter ne yaşadın kadın sen?

- Seni ilgilendirmiyor.

Alınmış gibi kendini geriye çekti. Boyu benden uzun olduğu için aramızda ki mesafe açılmıştı.

-Sana ailemi anlatmıştım ben Karmen. Hem de nasıl hissediyorsam öyle.

Başımı iki yana salladım hayal kırıklığı ile bakan yüzüne karşılık.

-Sen anlattın diye ben anlatmak zorunda değilim.

-Değilsin tabii. -dedi çene kaslarını zorlayıp- Ama bana ne kadar güvenmediğini de göstermiş oldun.

-Güvenmemek mi? -deyip histerik bir gülüş attım- 9 yıllık kocamın bile bilmediği geçmişimden bahsediyoruz. Sence ben Harvey'e güvenmiyor muydum?

Yüz ifadesi birden değişti. Kocamın bile bilmediği gerçeklerin onun bilmemesi artık çok uçuk kaçık bir olay gibi gelmiyordu ona.

-Benimle dalga mı geçiyorsun?

-Hayır.

-Gerçekten kocan bile bilmiyor muydu? Peki ya Emir?

-Kimse Ceyhun.

Cebimden telefonumu çıkartıp saatime baktım. Ve yerine hızlıca sokup yürümeye geri döndüm.

-Geçmişim çizdiğim sınırın arkasında kaldı. Ben o sınırın bir santim bile içine ne giriyor ne kimseyi sokuyorum.

Başımı sağa çevirdim ancak Ceyhun hala bıraktığım yerde durmuştu.

-Neden bana acıyor gibi bakıyorsun?

Yere sert bastığım iki adımdan sonra elimi çenesine uzatıp tuttum ve yaşla dolmuş olan gözlerini üzerimden çekmek için başını başka tarafa çevirdim.

-Aptal mısın oğlum sen? Kendine gel!

Elimi çenesinden öfkeyle çektim. Acınacak hale düşmek isteyeceğim son şeydi.

-Bana bak!

Ceyhun başı hala başka yerdeyken elinin tersiyle bir gözünü sildikten sonra dediğimi yaptı.

- Çok mu merak ediyorsun geçmişte ne zamana gideceğimi?

Sessizce başını hayır anlamında sağa sola salladı.

-Bence merak ediyorsun. -sesim tehditkar çıkıyordu- İyi söyleyeyim o zaman.

Ayak uçlarımda yükselip kulağına doğru fısıldadım.

-Sana iş teklif etmeden bir dakika öncesine.

Yüzüme piç bir gülümseme takılıp kulağından geri çekildim. Ceyhun bir gülüşüme bir gözlerime ciddi ciddi bakıyordu. Sabah bana yaptığı gibi işaret parmağımla burnun ucuna vurup,

-Bu kadar umursama Ceyhun, her şey bir oyundan ibaret, dedim gülerek.

Sinirleri bozulduğu belliydi. Onun aksine neşeli halimle koluna geçip zorla yürütmeye başladım.

Böyleydim işte, hatırlamadığım sürece geçmişin üzerimde etkisi olmuyordu. Bu sefer de çıkmaya çalışan yaramaz hatıraları bana veya karşımdakine hiç zarar vermeden gömmeyi başarmıştım.

Fakat bir gün başaramazsam buna gücüm yetmezse ne olacağını asla merak etmiyordum.

-Hadi artık Ceyhun yürü. Yetişmemiz gereken bir yer var.

Boğazını temizleyip konuşmaya eski hali gibi devam etti.
-Nereye yetişecekmişiz?

Telefonu açıp haritaya girdim. Yola çıktığımızdan beri bana gösterdiği konuma göre gidiyordum aslında. Ceyhun'a gösterip,

-Bu yerde kahvaltı yapmaya gidiyoruz. -dedim.- Ve konuma göre yetişmemize beş dakika kalmış.

-Nereden çıktı şimdi bu?

-Ay Ceyhun, niye yaşlı dedeler gibi her şeye itiraz etmeye başladın? Zaten gelmişsin otuz üç yaşına.

-Ee, ne varmış yaşımda?

Dedi hesap sorar gibi. Girdiğim koluna daha sıkı sarılıp,

-Bir şey yok. Bu yaşında bile nasıl bu kadar çekici olduğunu anlamaya çalışıyorum, dedim gülerek.

O da sonunda gerginliğini kırmış, bana gülmüştü. Bir süre seslerimizi kesip yolumuza devam ettik. Fakat bir huzursuzluk kaplamıştı beni. İçimi ürpertiyordu. Bu enerjiye daha fazla dayanamadan Ceyhun'a çaktırmadan başımı etrafta gezdirmeye başladım. Ne arıyordum?

Beni izleyen bir çift göz mü? Yoksa alev modifeyili takip arabası mı? Gözlerimi iş yerlerinin önünde oturanlara, kaldırımda yanımızdan geçip gidenlere, kırmızı ışığa takılmış araçlara dikiyordum. Burada binlerce insan yüzlerce araba vardı.

Beni böyle etkisi altına alan hangisiydi? Yoksa ben kendi kafamda mı kuruyordum? İnsan arasına çıkmak beni korkutuyordu. Belki bu yüzdendir.

Fakat neden şimdiye kadar bu psikolojik rahatsızlığımla şikayetçi olmamıştım? Hayır bu hissiyat insan korkumdan değildi.

Birden yanlış bir hareket yaptığım hissine kapılıp kolumu Ceyhundan çektim ve ondan uzaklaştım. Ceyhun pek umursamadan yoluna devam etti.

Kalbimin atışları hızlanmış, tüylerim diken diken olmuştu. Boyunum etrafında ki kolyem boğazımı sıkıyor ve beni nefessiz bırakıyordu.

Kendimden geçmiş gibi ulu orta sağ elimi belimde ki silaha ve sol elimi de darlaşan kolyeme attım.

Eğer şüpheli tek bir hareket görürsem çevremde bilinçsizce silahımı ona doğrultmaya hazırdım.

Fakat kolyem, beni ne kadar sıkarsa sıksın onu çıkartmaya gücüm yoktu.

-Kadın!

Kulağıma uzaktan gelen sese anlam veremedim. Artık sadece gözlerim değil bedenim de arkaya dönmüştü.

-Karmen, diye daha yüksek bir seslenmeyle başımı ona çevirdim.

-Nereye bakıyorsun?

Diye sordu Ceyhun ve sonra kendi de benim baktığım yere bakmaya başladı. Sol elimi kolyemin üzerinden çekip yüzümü sildim.

Kendime gelmemle hemen silahımdan çektim elimi. Yoksa bilinmeyen o numara mıydı? Beni ben Kehribar'la konuşmaya giderken de takip eden arabanın sahibi olabilir miydi?

- Kadın, nereye daldın gittin böyle?

-Bir yere değil, dedim başta.

Fakat Ceyhun yanında her şeyimi korkmadan paylaşabildiğim tek kişi olduğu için doğruyu söylemekten geri durmadım.

-Aslında içime tuhaf bir ürperti geldi.

-Nasıl bir ürperti? Bir şey mi oldu?

-Bilmiyorum. -dedim çaresiz gözlerimle Ceyhun'a bakıp- Birinin bizi takip ettiğini sandım.

-Kim takip ediyor lan bizi?

Benden bir kaç adım ilerleyip etrafa daha dikkatli bakıp yanıma geri geldi.

-Kimi arayacağımı da bilmiyorum ki anasını satayım.

Sıkıntılı bir nefes verdim. Ceyhun beni omzumdan tutup kendine doğru çekti.

- Kafana takma. Kimse yok etrafımızda. Sen bilinmeyen numaradan etkilendin o yüzden.

-Peki bizi takip eden o araba kimdi?

-Bilmiyorum Kadın. Ama eğer yine etrafımızdaysa buyursun gelsin yanımıza. Götü yiyorsa tabii.

Başımı sallayıp önüme döndüm.

-Peki sen niye bana seslendin?

-E çünkü yetiştik. Seninde aklın beş karış havada.

Bedenimi soluma doğru çevirdiğinde aradığım kahvaltı yerinin ismi yazılı olduğu koca tabelayı gördüm. Dışarıda daha fazla durmadan hemen kapıyı itip içeriye geçtim.

⛓️⛓️⛓️

İlk tattığım, burnuma partiküllerinin dağıldığı sıcak hamur işlerinin kokusu oldu. Hoş kokuları içime çekmek için ara vermeden gözlerim insan dolu masalardan boş olanı aramaya başladı.

Fakat o sırada arkamda ki Ceyhun çoktan bu işi üstlenmişti.

-Ustam bir bakar mısın?

Elinde tepsi olan genç Ceyhun'un yanına geldi.

-Buyur abi.

-Boş masanız var mı?

Genç etrafa baktıktan sonra,

-İçeri ki tarafta var abi gelin, deyip bizi peşine taktı.

Uzun bir resepsiyon masasının yanından geçip sola döndük. Restorantın içi kahverengi renkli ve odun döşemeliydi.

Gencin bizi götürdüğü boş masaya oturduk ve hazır yanımızdayken hemen sipariş vermeye başladım.

Masada duran mönüden bir kaç çeşit kahvaltılık istedikten sonra genç başını sallayıp yanımızdan ayrıldı. Telefonu cebimden çıkartıp bir kaç şey yapmaya başladım.

Ceyhun'da kendi telefonuyla uğraşıyordu. Ben işimi bırakıp cihazı masaya koyduğum anda o da aynısını yaptı.

Bir elini yumruk yapmış başını ona yaslamıştı. Öteki eliyle de masada ki tuzlukla oynuyordu.

-Kahvaltıdan sonra ikimiz kendi evine gitse iyi olur, dedim.

-Bugün bir yere gitmeyecek misin?

-Gideceğim, seni de o zaman çağırırım.

-Sen nasıl istersen patron.

Başımı sallayıp beklemeye başladım. Fakat beklediğim şey sipariş ettiklerimiz değildi...

Aradan çok geçmeden, Ceyhun'un delilikle arkama bakan gözlerini gördüğümde beklentimin sona erdiğini anladım.

-Bu adamın ne işi var lan burada?

Diye kızgınlıkla ayağa kalkıp masaya elini vurdu. Ona göre daha sakin duran ben Ceyhun'u yerine oturtmak için kalkıp ittim. Ve arkamı döndüm.

Karşımda tam da beklediğim kişi duruyordu. Uzun siyah saçlarını Harvey'in ölümünün hemen arkasından yas sembolü niyetine kulaklarının yarısına kadar kesmişti.

Teni ne çok açık ne çok esmerdi. Yaşından mı kaynaklı bilinmez hafif sakalsız genç duran yüzünde ki ince renksiz dudakları, koyu kahverengi gözleri ve her zaman telaşla kıvranıp duran kaşı ile benden uzun, Ceyhundan kısa boyuyla gelmişti Hazar Onat.

Buraya alelacele geldiği her halinden belliydi. Benim isteklerimi geri çevirmek istese bile, Harvey'e olan saygısından dolayı vicdanı izin vermiyor ve her seferinde onu benim sözümü dinlerken buluyordum.

Peperonni'den olduğu ve evimde bana orospu yaftası yapıştırdığı için ona öfkeliydim. Ama bana Peperonni gecesinde yaptığı iyikleri görmezden gelecek kadar unutkan değildim. Ona olan yoğun öfkem, ondan çok daha kötüleriyle karşılaşınca azalmıştı.

Hazar'a doğru iki adım atıp elimi uzattım.
-Geldiğin için teşekkür ederim, dedim.

İstemeyerekte olsa elini uzatıp benimle el sıkıştı.

-Çek oğlum elini!

İnsanları rahatsız etmemek için verdiği özel çabanın uçup gitmesine az kalmıştı Ceyhun'un. Elimi çekip onun yanına yetiştim ve yerine geri oturmaya çalıştım.

-Sakin ol Ceyhun. Onu buraya ben çağırdım. Lütfen gitmesini istemiyorum, dedim.

- Onu ne zaman çağırdın?

-Bu sabah uyanır uyanmaz. Sakin kal, ne yaptığımı biliyorum.

Ceyhun dediğime uyup fazla üstelemedi ancak sert bakışlarını ondan çekmeden yerine oturdu. Neyse ki onun, Emir gibi kontrol edemediği öfke problemleri yoktu.

Ancak onun kadar korumacı tavrı vardı. Ben yerime geçecekken elimden yakalayıp çekti.
-Sen burada otur kadın. O karşımızda tek otursun.

Başımı sallayıp oturdum ve elimle Hazar'a gelmesini işaret ettim. Üzerinde siyah bir kot pantolon ve haki yeşili tişört giymişti. Elinde ise orta boyutta bir iş çantası vardı.

Masaya gelip karşımıza oturdu, çantasını ise yanına koydu.

-Günaydın.

Demek ilk işim oldu. Ona dediğim gibi bu sabah uyanır uyanmaz, haritadan eve ne uzak ne yakın olan bir yer bulup gelmesi için mesaj atmıştım.

Onunla konuşmam gereken bir kaç önemli detay vardı. Bu oyun oynarken yapmaya başladığım gelişme hamleleriydi. Henüz saldırıya geçecek güçte değildim.

-Günaydın, dedi ketum çıkan sesiyle.

-Seni sanırım işinden ettim sabah sabah, diyerek gözlerimle çantayı işaret ettim.

-Bugün işe yarım saat geç gitsem pek bir sorun olmaz.

-Yine geldiğin için teşekkür ederim.

Başını sallayıp lafına devam etti.

-Benim de sana söyleyecek bir kaç şeyim olduğu için geldim.

Bu cümlesi ani olmuştu. Hazar her zaman işime yarayan bir piyon olmuştu. Eğer ki bundan vazgeçecek olsa, ön saflarım çaresiz arkasındakiler de savunmasız kalırdı.

Korkarakta olsa nezakatimden ödün vermedim.

-Önce sen konuşmak ister misin?

-Hayır acelem yok. Önce sen konuş.

-Pekala öyleyse.

Karşımda durup bana öyle bakmaya devam ettiği sürece benim dilim sürekli tutulacaktı anlaşılan.

-Dedektif Seller nasıl oldu?

Onu buraya kesinlikle bunu sormak için çağırmamıştım ama konuşacağım konuya ancak alıştıra alıştıra girmem gerekiyordu.

Sesli bir nefes verip elini masaya koydu. Kınayan sesiyle,
-Onu gerçekten merak mı ediyorsun, diye sordu.

-Evet, merak ediyorum.

-Dedektifin durumu gayet iyi. Kolunu kullanmaya henüz başlamadı. Ama sağlığı yerinde. Ayakta, yürüyor.

-Sevindim.

Gözlerini devirdi.
- Pek öyle durmuyor.

-İçimden ancak bu kadarı geliyor.

Hazar yerinde huzursuzlukla kıpırdandı. Söylemek istediği bir çok şey vardı. Bunlardan birini de lafa dökmekten geri kalmadı.

-Dedektif Seller'ın eskiden dost olduğu adam tarafından herkesin önünde vurulmasını ve neredeyse ölümden dönmesini hak ettiğini mi düşünüyorsun?

-Gerçek hislerimi duymak istediğine emin misin? Sonrasında kalkıp gitmeyeceksin ama.

Cevap vermeden eliyle devam etmemi istedi.

-Evet, hak ettiğini düşünüyorum.

Yanaklarını sinirle ısırdı.

- Peki sen, Harvey'in neredeyse on senelik dostu olan Austin'in onu evine geçiren, ona yemekler koyan dul karısının evine birden karşısında üç tane kendisine doğrultulmuş silahlarla duran adamları bulmuş olmasının hak olduğunu mu düşünüyorsun?

Ceyhun dibimde sessizce küfür mırıldanırken Hazar suspus kesildi. Ben pek tepki vermiyordum. Aklımda ki konu bu geçmiş meselelerden daha mühimdi.

-Onlar adına senden özür dilemiştim, dedi.

-Sen özür dilemiş olabilirsin Hazar. Ama Austin benden özür dilemedi. Hoşuma gittiğini mi sandın yoksa? Ben ayakta duracak hal bulamazken kendimde, iki tane adamla dövüşmeyi zevk olsun diye mi istedim sence?

Dövüşmeyi başaramazsam diye ne kadar korktum biliyor musun? Peki yorgunluktan bayılacak haldeyken Austin'e artık evimden gitmesi için yalvarırken ne kadar utandım biliyor musun?

Kendim daha fazla uzatmadan, benim ve Emir'in öfkesinde haklılık payı bulan Hazar'a sessizce bakmaya başladım. O da benim için bir şey demeden,

-Dedektif Seller sana özel olarak teşekkür etmek istiyor, dedi yutkunarak.

-Bana mı? Önce suçlu ben olarak bulundum şimdi de kahraman mı oldum?

Anlam veremeyen gözlerle ona baktığımda Hazar başını iki yana salladı.

- Sana değil Karmen, -parmağıyla kollarını göğsünde birleştirmiş Ceyhun'a işaret etti- o adama.

Ben şaşırsam bile Ceyhun istifini bozmadan burun kıvırdı.

-Gerek yok. Ben onu sarışın için değil Emir için yapmıştım.

Havada asılı duran parmağını masaya indiren Hazar gözlerini yine bende durdurdu. Ceyhun'a kesinlikle bu konuda ısrar etmek gibi bir hataya düşmeyecekti.

- Seni buraya asıl çağırmamın sebebi ikimizin arasında ki ilişki.

Bulaşıcı vebaya sahip bir cümle kurmuşum gibi kendini benden uzaklaştırıp koltuğa yasladı.

-Aramızda bir ilişki yok Karmen. Beni işlerine bulaştırma. Sana bazen yardım etmemden dolayı yüz bulup daha fazlasını isteme.

Başımı oyuncu bir tavırla yana yatırdım. Gözlerimi kırpıştırıp dudaklarını büzdüm.

-Hadi ama Hazar. Niye öyle diyorsun? Ben her zaman aramızda farklı bir ilişki olduğunu düşünürüm.

Çocuksu siniriyle yüzü iyice kasıldı. Kafasında her an çok sadık olduğu ekibi Peperonni'ye ihanet etme korkusu dolanıyordu.

-Benimle dalga geçme Karmen. Benim sana bir kaç defa haline acımamdan ve Harvey'e saygımdan kaynaklı ettiğim yardımlardan ötesi yok.

Gülümseyen dudaklarımı düzleştirip başımı ciddiyetle arkaya yasladım. Eğer beni reddederse planımın büyük bir parçası sekteye uğrayacaktı.

Masada oluşan sessizlik arasında, garson genç yanımıza siparişlerimizi getirdi. Genç, ikimiz arasına eğilip servis arabasındakileri tek tek yerleştiriyordu masaya. Birbirimize oluşan boşluklardan göz atıyorduk.

Bu adamı nasıl ikna edeceğime dair hiç bir fikrim yoktu. Genç arkasında ki arabayı tamamen masaya boşalttıktan sonra,

-Afiyetler olsun, diyerek uzaklaştı.

-İstediğinden yiyebilirsin, dedim masadakilerden zeytine ulaşarak.
Ceyhun da bana eşlik edip yemeye başladı. Sonuçta ikimizde açtık.

- Sağ ol, ben tokum, dedi.

Bir iki lokmanın ardından ağzımı peçeteyle silip,
-Bana niye bu kadar mesafeli davranıyorsun Hazar, diye sordum.

- Olması gereken bu zaten. Ayrıca senin de pek yakın davrandığın söylenemez değil mi?

-Nasıl yani?

-Kendi menfaatin olmasa benimle iki dakika bile konuşmazsın.

Öyle olmasında bir sakınca mı vardı? Yoksa arkadaşlıkların hepsi bundan başka sebeplerle mi kuruluyordu? Peki ya ben? Bunu fark edip yüzüme vuran Hazar haricinde diğerlerine de böyle miydim?

Emir Aybeyaz, onunla yollarımız intikam amacında kesişmişti. Ve bu yüzden konuşuyorduk. En son, yollarımız ayrıldı. Çünkü menfaatime ters bir davranışta bulunmuştu.

Bu kadar mıydık? Çıkarcılık ilişkisinden fazlası yok muydu aramızda?

-Benim için böyle düşünmene üzüldüm açıkçası.

-Palavra atmayı bırak artık Karmen. Beni sadece bana işin düştüğü için çağırdın.

Artık gına gelmiş gibi kollarımı iki yana savurdum.

-Başka ne için çağırmamı istersin Hazar?

-Bilmem. Özür dilemek için? Teşekkür etmek için? Ya da öylesine havadan sudan konuşmak için. Bak yanlış anlaşılma olmasın seninle bunları yapmak için heyecanlı değilim. Ben olanı söylüyorum.

Söyler misin Karmen, insanlara işin düşmediği sürece onlarla hiç oturup konuşmuşluğun var mı?

Boğazıma yumru oturmuş gibi nefesim kesilerek göz ucumla Ceyhun'a bakmaya başladım.

Onunla bile durumum aynı mıydı? Ama o bana geçmişini anlatmıştı. Bu da havadan sudan sohbetler içine girerdi eminim.

Fakat bunu neden anlatmıştı? Tabii ki Ona sunduğum iş teklifi yüzünden. Parmak uçlarımla açık saçlarımın dibine masaj yapmaya başladım.

Sanırım bu konuşmanın galibi biraz daha zorlarsa Hazar olacak ve beni elim boş bırakıp zafer naraları atarak uzaklaşacaktı.

Saçlarıma geçirdiğim parmağı dibinden tutarak yavaşça aşağı kaydırdım. Ve sonra hepsini iki elimle arkama doğru atıp sırtımı dikleştirdim.

Henüz ilk hamlemden yenilmeyecektim kimseye. Gerekirse menfaat gerekirse masum hisler.

Fakat bu oyun kural tanımaz bir gerçeklikti. Ya kazanırsın ya kaybedersin.

Hayatımın bu evresine kadar duygusal olmanın bana kazandırdığı şeyler koca bir sıfırdı. Fakat menfaat aracılığıyla olsa bile günün sonunda bana kalan arkadaşlıklar yapmıştım.

Ellerimi masaya koyup Hazar'a doğru yaklaştım.

-Buraya bana ahlak dersi vermek için gelmedin Hazar. Doğru ben seni bir iş için çağırdım. Ve bunu konuşacağım. Hoşuna giderse kalırsın gitmezse beni reddeder ve gidersin.

Yine onun zoruna gidecek bir konuşma yapmamla morali bozulmuştu.

- Benim de fikrim o yönde zaten. Ama insan bir kere bile olsa teşekkür etmekten bu kadar kaçmaz.

Dişlerimi gıcırdatıp yüzümü gerdim. Sesim şiddeti bastırılmış zoraki bir sakinlikle çıkıyordu.

- Ne teşekküründen bahsediyorsun? Sana niye teşekkür etmem gerekiyor?

Histerik bir gülüş çıktı ağzından.

-Niye mi? Seni o gece kodese kapatmam emir edilmişken, senden çıkar gütmeden, bak yeniden bastırıyorum. Çıkarım olmadan seni rahat et diye odama getirdim. Ve emin ol oradan rahatça kaçabileceğini de biliyordum.

Ben sessiz kaldım ve o konuşmaya devam etti.

-Bunu herkes yapar mıydı? Sen yapar mıydın? Hayır. Sen o gece Emir'i istedin gittim sana getirdim. Saldırgan olduğunuz için sizi engelleyen güvenliklere çekilmelerini söyledim.

Ama gel gör ki gün sonunda köşeye ilk atılan, ismi güvenilmeze çıkan ben oluyorum.

Hazar'ın art arda ve hızlı konuşmasının altında yatan acı bir şey vardı. Bu çocuk takdir görmek istiyordu. Zaten evime geldiğinde bana anlattığına çıkıyordu. Harvey'i kendine örnek aldığını çünkü onun genç yaşına rağmen yönetici olmayı başardığını gıpta ettiğini söylemişti.

Şimdi ise kendisi yirmi beş yaşına gelmişti ve sanırım hedeflediği konuma yetişemediğinden kaynaklı geçirdiği işe yaramazlık krizine tutulmuştu.

Masada ki çay ile dudaklarımı ıslattım.

-Haklısın o gece benim için ve Ceyhun için yaptıklarını görmezden gelmem hataydı. Bunun için senden özür diliyorum.

Ağzını açıp bir süre kapatamadı sonra yutkunarak şaşkınlıkla masada ki bir şeyden ağzına atıp gerginlikle çiğnemeye başladı.

Sırtımda bir şeyin varlığını hissetmemle başımı yana çevirdim. Ceyhun doğru olanı yaptığıma dair eliyle sırtımı sıvazlıyordu. Ona gülümseyerek baktıktan sonra yarım kalan işi tamamlamak için Hazar'a döndüm.

-Ayrıca, -dediğimde zeytin kadar büyümüş şaşkın gözlerini bana dikti- Ayrıca gayet içten bir şekilde de yaptıkların için teşekkür ederim. Harvey, eğer bunları görseydi seninle gurur duyardı.

Özellikle son cümlemden utandığı kızaran yanaklarından belli olmuştu.

-Bir de Emir'i bulmanda sana yardım etmiştim. Onun için hem özür hem teşekkür bekliyorum.

-A, hayır hayır hayır. O sayılmaz. Orada ilk ben sana orospu dedim sonra de bana orospu dedin ödeşmiş olduk.

Cümlemi noktaladığım anda yanımdan boğulmaya benzer bir ses yükseldi. Hemen Ceyhun'a baktığımda içtiği çayı üzerine püskürtmüş ve gözlerini kocaman açmış ikimize bakıyordu.

Masada ki peçeteye uzanıp Ceyhun'a uzattım. İlk işi ağzını silip şokunu yüksek sesle dile getirmek oldu.

-NE? Ne? Karmen Ne? Ne yaptınız?

Sonra gözlerine perde inmiş gibi birden öfkelenip ayağa kalktı.

-Kalk çık lan dışarıya! Seninle dışarda hesaplaşacağım. O kelimeyi bir de benim önümde söyle.

Hazar Ceyhun'un ona göre çok daha kaslı ve iri vücudunun harcından gelemeyeceğine emin olduğu için korkudan yerinde kıpırdayamadı.

Tam şuanda içimden katıla katıla gülmek geliyordu. Hatta gülmemek için dudaklarımı dişliyordum. Ayağa kalkıp Ceyhun'un İki omzuna el attım ve onu koltuğuna indirmeye çalıştım.

-Sakin ol koca adam, diye bastırıyordum omuzlarından.

Ceyhun'un en sevdiğim huyu da sakin olmasını istediğim an da sözüme uyup sakin kalabiliyordu. Fakat şimdi burada Emir olsa, şu yemek masasını Hazar'ın kafasında parçalamıştı bile.

Emir olsa... Fakat Emir yoktu.

-Bak çocuk ağzını ortadan ikiye ayırırım senin! Sana ömründe hiç duymadığın küfürler ederim o zaman görürsün hakaret neymiş.

-Tamam tamam, tamam sakin ol canım, dedim "ı"harfini uzatırken gülerek.

-Karmen, ben gülmüyorum, dedi gözleri hala Hazarda iken.

Gözlerinin önüne parmaklarımı getirip şıklattım. İş konuşmak için bile oturduğumuz masa da illa ki bir olay çıkacaktı. Medeniyet bizden kaçarak uzaklaşan bir kelimeydi.

-Ka-Karmen, diye kekeledi Hazar.

-Ne oldu?

-Artık gerçekten fazla vaktim kalmadı. Şey, ne diyeceksen demenin tam zamanı.

-Doğru. -derken tam karşına geçtim- Seni buraya kendi tarafımda yer almanı istediğim için çağırdım.

Yüzü anında düşmüş başını da iki yana sallamıştı.

-Sana bu savaşa katılmamanı o gece tavsiye etmiştim. Ve dediğim gibi ben de uzak duracağım.

-Çok geç.

-Hiç bir şey başlamadan geri dönebilirsin.

-Hayır, geri dönmek istemiyorum.

-O zaman sana bu yolda şimdiden kolay gelsin.

-Bu kadar kolay vazgeçme Hazar.

-Hiç peşine düşmedim ki vazgeçeyim. Karmen, Peperonni'ye ihanet yapacağım son şeylerden biri.

-Hayır, bunun Peperonniyle ilgisi yok. Hazar, oyun Ceyhun Kozan ve Erdem Aker arasında. Biz onlara karşı oynayacağız.

-Peperonni tarafsız kalmayı seçti ve kimseye bilgi satmadı. Sen de benden bilgi çalmamı istiyorsun.

-Eğer mesele çalmayı istememen ise o işi kafana takma. Ve ayrıca tüm oyun senin Peperonni'den bilgi çalmanla bitmeyecek. Başka şeylerde olacak ve orada da senin yardımına ihtiyacım olduğunu açıkça söylüyorum.

Gözlerini benden kaçırıp lokantayı süzmeye başladı. Onu biraz afallatmış olmam bile ikna etmeye yakın olduğumu gösteriyordu.

- Yine de kabul etmem için herhangi bir sebep yok. Sana kazancı olabilir ama bana yararı ne olacak.

-Dolaylı yoldan bakacak olursak, ben Harvey'i öldürmelerinin intikamını almaya çok yaklaşmış olacağım.

Lokanta incelemeleri bitmiş belirsizlikle bana bakmıştı.

-Amacın tam olarak neydi?

-Erdem Aker'i öldürmek ve Ceyhun Kozan'ı onun yerine geçirtmek. Bildiğin üzere ikisinin koltuğu için yarıştığı t.g.i.f İgima'nın önemli paravan yerlerinden birisi.

Eliyle çenesini ovuyordu. Ve amacım üzerinde fikir yürütüyor gibi bir hali vardı.

-Tek nefeste söylediğin iki cümlenin aslında ne kadar zor olduğunu anlatacak binlerce kelimem var.

-Ne kadar zor olduğunu biliyorum. O yüzden yalnız hareket etmeyeceğim. Ve her bir hamlemi ilmek ilmek işleyeceğim.

-Harvey'i bir kurşunla öldüren adamlar, bunun öylece kapanıp gitmeyeceğini görmeleri lazım, diye mırıldandı.

Ama bunu bana karşı değil benim yanımda durmak için kendine sebep olarak söylüyordu.

-Evet, Harvey'i öldürüp bir çok hayatı alt üst ettikten sonra kendi hayatlarına kaldıkları gibi devam etmemeliler, diye fısıldadım.

Hazar'ın beni duyduğunu biliyordum ancak o hala kendi içinde boğuşuyordu.

-Harvey, bana her zaman savaşmam gerektiğini öğretirdi. En ufak şey için olsa bile.

-Evet, savaşmalıyız, arkadan onu fitilleyen sözlerimle beraber adeta nefesimi tutmuştum.

- Ama kaybedeceğim bir oyundan uzak durmamı da söylerdi.

Harvey'in, Hazar'ın akıl hocası olması işime kesinlikle yarayacak bir unsurdu. Çünkü Hazar yeri geldiğinde eğer derslerini iyi dinlemişse Harvey kadar zeki hamleler yapmamda yardımcı olabilirdi. Tıpkı Kehribar'ı bana bulduğu gibi.

-Ben...

-Evet?

-Ben...

-Evet sen Hazar?

Pür dikkat kesilmiştim ona. Dalgınlığından kurtulup oturuşunu düzeltti.

-Ben, senin yanında olup bu oyunun bir oyuncusu olmak için emin olana dek kendime makul sebepler arayacağım.

İçimde tuttuğum nefesi rahatlayarak bıraktım.

-Olsun, olsun bunu da bir ilerleme olarak sayabiliriz değil mi? Eminim ki kendine sebepler bulacaksın.

Başımı hızla sallıyordum. İçimde de garip bir heyecan vardı. Kendime resmen yandaşlar topluyordum.

-Eğer diyeceklerin bittiyse Karmen benim de son olarak söylemek istediğim-

Hemen lafını yarıda kestim ve aklımda ki diğer konuyu açtım. Çünkü her ne söyleyecekse benim önemli meselem arada kaynamamalıydı.

-Aslında son bir isteğim daha olacak.

-Tabii, dinliyorum.

-Bana Emir'le bir buluşma ayaralayabilir misin? -gözlerini kocaman açtı- Biliyorum biliyorum, zor bir istek. Belki benimle buluşmak istemeyecek ama onunla konuşmam gerekiyor. Telefonlarımı açmıyor ve ortalıkta yok. Sanıyorum ki Peperonni'ye geri döndü.

Ağzını tam açacaktı ki yine devam ettim.

-Beni yanlış anlama. Kesinlikle orada tekrardan işe başlaması benim için sorun değil. Ama, ama onunla kesinlikle görüşmem lazım.

Onun yargılayıcı bakışlarına rağmen zorla gülümsemeye çalışıyordum.

-Ka-Karmen sen, sen ne diyorsun?

-Yapma Hazar, buluşma hazırlamak bu kadar mı zor? Yoksa bana hala çok mu öfkeli?

Parmak kemiklerini çıtlatıp, boğumlarına telaşla masaj yapmaya başladı. Nefes alış verişi belli bariz hızlanmıştı.

-Karmen bir dakika durur musun? Sen niye Emir'le buluşmak istiyorsun?

-Onunla konuşmak için.

Gerek nefes verişi gerek yüz ifadesi olağanüstü bir durumdaymış gibi tepkiler veriyordu karşımda.

-Yani sen, onunla konuşmuyor musun? Bir dakika bir dakika, sen Emir'le en son ne zaman konuştun?

Elimin tersiyle alnımdan akan teri sildim.

- O gece, sen Emir'i yanıma getirdiğin zamandan beri konuşmuyoruz.

-Siktir, inanmıyorum Karmen. O geceden sonra Emir'in seninle hiç görüşmediğine inanmıyorum. Bana yalan söylemene gerek yok çünkü bende tam olarak bu konuyu seninle konuşacaktım.

Gülüşümden eser kalmamıştı çünkü korku bedenimi dört bir yandan ele geçirdi.

-Hazar, -dedim yalvarırcasına- Hazar beni korkutmaya başladın.

-Hayır, asıl sen beni korkutuyorsun. Emir Peperonni teklifini reddetti Karmen.

-Siktir, diye tepki verdi dakikalardır varlığını bile unuttuğum Ceyhun.

Ağzımı zar zor araladım.

-O gece, benim kaçışımdan başka neler oldu Hazar?

-O gece, senin kaçışın zaten başlıca olaydı. Ortalık elli altı oldu desem yerinde olur. Kaçışınım ardından beni de sorgu altına aldılar. Özellikle Elvin, seni kodes yerine kendi ofisime koymamın Peperonni'ye yapılmış bir ihanet olduğunu söyleyip durdu.

Fakat ben senin kaçışınla bir alakam olmadığını ve tek niyetimin Harvey'in karısına saygı göstermek olduğu konusunda onları ikna etmeyi başardım.

Emir ise kaçışın sırasında sebebi bilinmeyen bir öfke patlamasıyla onun önünde bekleyen güvenliklerle kavga içine girmiş.

-Ne dedin sen? İyi mi? Bir şey oldu mu ona?

Diye bilmemezlikten gelip abartılı bir tepki verdim çünkü kavganın sebebi olmaktan şuan yerin dibine giriyordum.

Gözlerini devirdi.

- Güvenliklerin durumunu sorsan daha insancıl olur. Emir gayet iyi durumdaydı ama iki güvenlik o geceliğine kontrol amaçlı hastaneye yatışa alındı.

-Sonra ne oldu? Onu kodese mi kapattılar?

-Hayır Karmen. Sanırım Emir'i böylesine sinirlendirenin biz olduğunu sanıyorsun. Ya da bize suç atmaya çalışıyorsun. Ama biz ona karşı hiç bir ters hareket yapmadık. Ha bu arada sen kaçarken, sana her kim yardım etmişse evraklar odasının camını ağır silahlarla indirdiğiniz sırada güvenliklerden üçü vuruldu.

O gece bu kadar yaralanmanın ardından senin hakkında polisten arama emrinin alınması istendi. Ve kimin istediğini bence tahmin ediyorsun. Fakat hepimizi susturan tek bir kişinin gelmesiyle ortalık yatıştı.

-Kim?

- Varis Gani. Toplantı odasına girip aynen şunları dedi. "Eğer kaçmayı başardıysa, onun peşinden gitmeyeceksiniz." Sonra Elvin'e döndü. "Onu bu kadar yakalamak istiyorsan önce elinden kaçırmayacaktın kızım." Dedi.

Sonra bize Emir'i sordu. Ve birimizle bile tek kelime etmeden odayı terk etti. Onun işi biz değildik. Ki biz onunla tek kelime edecek kadar vasıflı değildik.

Emir'in tutulduğu odaya gittikten sonra en az yarım saat oradan çıkmadılar. Biliyor musun? Varis Bey'in Emir'i gerçekten ikna edeceğine inanmıştım.

Fakat bekleyişimizin ardından odadan sadece Emir çıktı. Tutsak değildi, öfkeli değildi. Nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlamamıştım. Yanıma yaklaşıp bana "kaçabildi mi?" Diye sordu. "Evet" dedim. Ve arkasına bakmadan gitti.

Uzun soluklu konuşmasını bitirdikten sonra gıcık olan boğazından dolayı bir kaç defa öksürürken Hazar'ı dikkatle dinleyen Ceyhun ona su uzatmıştı.

Ben ise hala anlatacağı bir olay varmış gibi ya da öyle olmasını deli gibi umarak,
-Sonra? Sonra ne oldu? Nereye gitti? Emir nerede, diye sordum titreyen sesimle.

-Sonrası yok. Emir Aybeyaz kayıplara karıştı. Günlerdir nerede olduğu bilinmiyor. Telefonlarımıza da çıkmıyor. Bu adama benim odamda iken ne yaptın sen Karmen? Her ne yaptıysan, bir an önce düzeltmeye bak. Çünkü o, bence kendini kaybediyor.

Hazar'a orada ki kavgamızdan bahsetmeyi reddettim. Fakat anlattığı olaylar ve Emir'in günlerdir kayboluşuyla beraber kaburgalarım tek tek kalbime batıyormuş gibi oldu.

-Hazar, o kendini kaybediyor ne demek Hazar? Neden böyle dedin? Ha, neden?

Gözlerinde ilk defa Harvey'den bahsederken ki hüznü Emir'den bahsederken de ortaya çıkmıştı.

-Kulağımıza gelen bazı duyumlar var.

Derken eli yanında getirdiği siyah çantaya uzandı.

-Ne gibi duyumlar?

Sertçe yutkundu ve çantayı masada ki boşluğa yatırdı. Ceyhun o sırada hemen masayı toplaması için birini çağırmıştı.

Konuşmaya devam etmek için garsonların gitmesini bekledik. Gittiklerinde ise, çantanın kilidini açmaya başladı.

-Art arda gerçekleşen ölümler.

Damarlarımda sıcacık aktığını hissettiğim kanım anında buz kesmişti.

-Peperonni'nin isimlerini kara listeye aldığı karanlık dünya işçilerinin öldürülmesinden bahsediyorum.

-Bunun Emir'le ne ilgisi var, Dedim.

İçim kan ağlıyor gözlerim ise yanıyordu. Korkunç bir hissin etkisine kapılmıştı masada ki herkes.

-Emir Aybeyaz olduğunu düşünüyoruz. Ben ise eminim. Yani Emir geceleri suikastçilik, tetikçilik, kiralık katillik yapıyor. Fakat izi? Sanki hiç orada olmamış gibi.

-Emir, bunu yapan Emir değildir.

Başını iki yana sallayıp çantayı açtı ve içinden üç farklı kağıt çıkardı.

Bize göstermeden önce ise,
-İkinizden birini kan tutuyor mu, diye sordu.

-Hayır beni tabii ki tutmuyor, deyip Ceyhun'a baktım.

-Benden de sorun yok, deyince onayımızı alan Hazar etrafta kimsenin gezinmediğine emin olduktan sonra kağıtları ikimizin ortasına bıraktı.

Mideme gelen iğrenç bir öğürmeyle ağzımı kapattım. Fakat kana bürünmüş cansız insan bedenlerinin bulunduğu fotoğraflara bakmayı sürdürdüm.

-Has, sikeyim. Bu ne lan? Bunları Emir adamı mı yapmış?

Değil konuşmaya yüksek sesle tepki vermeye bile mecalim yoktu. Mesele kötü adamları öldürmesi değildi, ben de birini öldürmek için çıkmıştım bu yola.

Zoruma giden bunu benimle küsmesinin ardından yalnız kalışından dolayı kendini böyle bir vahşete vurmasındandı.

Hazar işaret parmağını üç resimde aynı noktanın üzerine koydu.

-Kalbe saplanan tek kurşun. Hepsinde de aynı yerde. Bir insanı saniyeler içinde öldürecek kan akışını kesecek hızda etkili.
Bu atışı ondan daha iyi yapabilecek başka bir tetikçi tanımıyorum.

Fotoğraflara daha fazla bakamadan elimle ona doğru ittim. Hazar kağıtları alıp çantaya geri koydu.

-Sana bunu soracaktım. Seninle iletişimini koparacağı aklıma gelmedi hiç.

-Yalan söyleme, diye azarlar bir şekilde yükseldi Ceyhun.

Hazar ve ben aynı anda ona baktık. Ve Hazar hesap sorar gibi bana baktı.

-Yani sen onunla iletişimdesin ve beni deminden beri kandırıyor musun Karmen?

-Hayır, hayır öyle bir şey yok. Ceyhun, sen yalan söylediğimi nereden çıkardın?

-Onu defalarca aradın doğru. -dedi- Ama bir kerecik bile kendi telefonundan aramadın.

Tedirginlik içinde ağzımdan nefes gibi bir gülüş çıktı.

-Ne fark eder ki Ceyhun?

-Tabii ki de fark eder, dedi Hazar.

-Hayır, açacak olsa zaten açardı. Değil mi? Onu çok kez farklı numaralardan aradım-

-İstersen yüz farklı hattan ara Karmen, hiç biri senin aramanla denk değil, diye sözümü kesti.

-Çıkart telefonunu ara onu, dedi kararlı halde.

Beni ikna etmeye çalışıyorlardı. Dize gelmek istemiyordum.

-Açmayacak, neredeyse ağlamak üzereydim.

Telefonumu açmayacak olması düşüncesi bile aklımı oynatacak kadar ürkütücüydü. Benimle tamamen bağlarını kopartmış olduğunu kabullenmek istemiyordum.

-Ara kadın şu adamı. Ara da görelim açacak mı açmayacak mı?

İkisi üzerinden gelen baskıya alt gelip titreyen elimle telefonumu çıkarttım ve rehbere girdim. Bende hala "usta" diye kayıtlıydı. Ve ben onu o kaçırılmadan önce "iş ortağım" diye değiştirmiş olmama rağmen ne hikmetse telefonumu Emir aldıktan sonra yeniden "Usta" haline gelmişti.

Öylece durup numaraya baktım. Onlar için basit bir açacak veya açmayacak denemesinden ötesi değildi. Ama benim için hala benimle mi yoksa değil mi? Sorusunun cevabıydı.

-Ara artık, dedi Hazar.

Ve daha fazla duramadan araya basıp kulağıma götürdüm.

Çalıyor...

Çalıyor...

Çalıyor...

Ve...

Açılmadı.

Acı gerçeği böylece teyit ettikten sonra telefonu avcumun içinde kıracak kadar sıkıyordum. Hazin bir başarısızlığa uğramıştım.

-Gördüğünüz üzere açmadı, dedikten hemen sonra masaya bir kaç banknot bırakıp ayağa kalktım.

Önce Hazar'a bakıp,

-Vereceğin cevabı bekliyor olacağım Hazar. -dedikten sonra Ceyhun'a dönüp- ben evime gidiyorum. Seni arayacağım, dedim.

Ve orada bir dakika bile durmadan yürümekte zorluk çektiğin titreyen bacaklarımla zar zor kendimi lokantadan dışarı attım.

Hayır, kendimi tutmalıydım. Ağlamanın sırası değildi. Şimdi olmaz, hayır.

Gelen geçen taksilerden birini durdurup kendimi içine attım. Evimin adresini verdikten sonra geçen yol boyu boğazımda düğümlenen hıçkırık kopmasın diye nefesi bile az alıyordum.
Gözlerimde biriken yaşlar ağırlık yapıyordu.

Eve giden yolda harcanan dakikaların eziyetten farkı yoktu. Kulaklarımda tiz çınlama ve başımım içinde binlerce sesten oluşan hırıltı vardı.

-Yetiştik, sesini duymamla taksiden inip eve koşmaya başladım.

Az daha dayanmalıyım, eve yetişmeme az kaldı. Biraz sonra Karmen, biraz sonra rahatlayacaksın.

Bahçeyi geçtikten sonra kapımın koluna yapışıp açtım ve kendimi evimin soğuk zeminine bıraktım.

Şimdi akabilirsiniz göz yaşlarım.

Boğazımı işgal eden hıçkırık koptuğu anda, gözlerim ağırlığını bıraktı. Yaşlar sel gibi akıp giderken yüreğimde hissettiğim acıyla çığlık ata ata ağlıyordum.

Önce Harvey, sonra Emir... Sığındığım limanlar beni tek tek geride bırakıyordu. Fakat Harvey mecburen giderken Emir, gitmeyi tercih etmişti.

İkisinin de ortak suçlusu bendim. Benim suçumdu. Emir'in bu hale düşmesinin, aramızdaki ilişkiyi sikip atmamızın suçlusu da sorumlusu da bendim.

Böyle çırpınarak ağlamayı, acı içinde kıvranmayı hak ediyordum. Bir oyuna başlamıştım ancak en büyük darbeyi yolun başında almıştım.

Gerçekten bitmiş miydik?

Soruma cevap duymak istemiyordum. Gerçeklerin her seferinde kor alev gibi beni yakmasına katlanamıyordum. Gözyaşlarımla ıslattığım zeminden destek alıp ayağa kalktım.

Gideceğim tek bir yer vardı.

Spor odama geçip yine kendimden geçene kadar antrenman yapmaya başladım. Kâh koşu başında saatlerce ayaklarımı yormak, kâh boks yaparak kollarımı kaldıramayacak hale getirmek.

Acı farketmeksizin her seferinde geldiğim bu yerde, yaşadıklarımı kısa süreliğine olsa bile unutabiliyordum.

Silah sıkarken kurşunun parçaladığı, bıçak attığımda yarıp saplandığı hedef tahtalarında gittikçe orta noktasına yaklaşıyor olmak bana geliştiğimi haber ediyordu.

Ara vermeksizin devam ettiğimde saatler gün ortasına geçtikçe terden sırılsıklam hala gelmiştim. Emir'in acısını bastırmış numarası yapıyordum kendi kendime.

Oyunuma odaklandım.

Bugün, planımda öncelikle kim için bu riski aldığıma bakmak vardı.

Yani Ceyhun Kozanla görüşme yapacaktım. Düşmanım olan Erdem'le hatrı sayılır bir gecemiz olmuştu. O piçin ne türden bir manyak olduğunu biliyor idim. Fakat Ceyhun Kozan ile, şimdiye kadar dışarda denk gelişimiz hariç hiç sohbetimiz olmadı.

Hiç tanımadım bir adamı, t.g.i.f koltuğuna oturtturmak için çabalamam aptal işi olurdu. O adamla biraz sohbet etsem içeriye güvenerek gönderebileceğim bir köstebek olup olmadığını anlardım.

Duşumu alıp üzerimi yeni kıyafetlerimle değiştirdikten sonra uzun zamandır bakmadığını aynanın karşısına geçtim.

Açık kahverengi saçlarım ıslak ve yıpranmıştı. Göz altlarım ağlamaktan sişti. Aynaya bir adım daha yaklaşıp Harvey'in gidişinden bu yana tanımaya yabancılaştığım tuhaf kadına baktım.

Açık kahverengi gözlerim, bir yandan yas tutarken bir yandan uçmuş gibi bakıyordu. Bu oyun için istemeden olsa bile hoşlanmayı engelleyemiyordum.

Ellerimi havaya kaldırıp incelemeye başladım. Beyazdı dışarıdan bakılınca ama içinde gizlenmeye çalışsa bile gördüğüm o masum kanına bulanmış lanetli ellerim kırmızılığından eksiltmemişti hiç.

Ellerimi indirip, giydiğim göğsümden başlayıp boynuma kadar ince, çaprazlama dizili ip dekolteli ve sırtı yarısına kadar açık olan siyah bluzumu, siyah paraşüt pantolonumun içine geçirdim.

Islak saçlarımı alttan bağlayıp misafir odasından çıkıp karşıda ki kendi odama geçtim. Ceyhun Kozan'ın kartı sanırım bende vardı. Onunla karşılaştığımız gün verdiğinden emindim.

Kıyafetlerimi yıkamaya attığım zaman içinden çıkartıp şuraya bir yere atmış olmalıyım. Yatak odamda ki ıvır zıvırları, rafları, çekmeceleri aramaya başladım.

Görünürde hala yoktu. Sonra çare olarak gardıropumu açıp kıyafetlerimin cebini karıştırmaya başladım. Arkaya atılmış bir pantolonumu çekip ceplerine baktığımda nihayet elime bir kart gelmişti.

Dolabın önünden çekilip gün ışığına yanaşıp kartı cepten çıkardım.

Siktir!

Shit! Sıçayım bu, ben bunu neredeyse unutuyordum.

Elimde bana Emir'e saat aldığım zaman yaşlı nene tarafından elime tutuşturulan ufak mektup zarfı vardı.

Mektubun dışını iyice incelesem de üzerinde bir harf, nereden gönderildiğine dair bir işaret yoktu.

Bir saniye bile rahat nefes alacam derken o nefes götüme girmezse olmazdı.

Mektupun üçgen kısmını yavaşça yırtmaya başladım. Avcumun içine sığacak kadar ufaktı açık kahverengi renkli zarf. Üst kısmı açıp içine baktım.

Ufak bir kart duruyordu. Fark etmemişim ama kalbim neredeyse ağzımda atacaktı. Parmaklarımı zarfa sokup kartı çekip çıkarttım.

Ön yüzünü kendime çevirdiğimde kesinlikle aptalca bir şaka için kendimi bu kadar gerdiğime inamadım.

Çünkü üzerinde üst tarafta uzun bir sıra yan yana dizilmiş anlamsız harfler, altında ise yine aynısının kısa hali yazılıydı.

DBİS, İDSD
BGQF

Yoksa bir çeşit gizli mesaj mıydı? Bu harfler ne anlama geliyordu? Birilerin baş harfi mi? Yoksa t.g.i.f gibi bir mekan mıydı?

D harfiyla başlayan tanıdık ismi düşündüm. Aklıma ancak Dizable gelmişti. Peki B neydi? Peki ya İ?

Bu kadar ne gizlenmeye çalışılmıştı? Veya benim kafamı karıştırmak için oynanan bir oyun muydu bu?

Kartın üzerinde daha fazla durmadan zarfa geri koydum ve dolabımda en uca doğru düzgünce sakladım.

Bu kart her ne ise, onunla daha sonra oyalanacaktım. Hiç bir şeyin oyunumda hamle yapmama engellemesine izin vermeyecektim.

Ceyhun Kozan'ın bana verdiği kartı da bulamamıştım. Mecburen Kehribardan isteyecektim numarasını. Cebimden telefonumu çıkartıp aç tuşuna bastım. Ancak ekran siyahtı. Aynı tuşa uzunca bastım bu sefer.

Sinirle telefonumu sıkarken kapatmıştım yüksek ihtimalle. Bir ayağımla yerde ritim tutmuş telefonun açılmasını bekledim. Nihayet ana ekran geldiğinde, şifremi girdim.

Fakat ekran birden üst üste bildirimle dolmuştu. Gözlerimi kısıp bakınca bildirimlerin sahibinin "usta" isimli kişiden geldiğini gördüğüm anda kalbim teklemişti.

Ellerim öyle bir titriyordu ki telefon elimden kayıp düşecekti. Sabit tutamadım parmağımla kayıtlara tıkladım.

Usta kişisinden gelen 16 mesaj ve 7 cevapsız arama.

Ve benim onu bir kere arayışımından tam 1 dakika sonra gelmişti hepsi.

Gülümsüyordum ama aynı zaman da gözlerimden yaş akıyordu.

Mesajlara tıkladım.

"Sikeyim"

"Karmen"

"Aramaya yetişemedim"

"Karmen, bir şey mi oldu?"

"Neredesin?"

"Telefonumu aç"

"Neden açmıyorsun?"

"Karmen, özür dilerim aramana yetişemedim"

"Ne oldu?"

"Nerdesin?"

"İyi misin?"

"Neden ulaşılmıyor bu sikik telefona"

"Günlerdir neden evinde değilsin"

"Neredesin"

"Karmen telefonu aç, ne oldu?"

"Beni neden aradın"

Aynı mesajları en az beş defa baştan sona kadar okudum. Telefonumu aramaya yetişemediği için açmamıştı demek. Bu boktan bir cümlenin beni ne kadar mutlu edeceğini bilse... Tekrar yazar mıydı?

Emir'in içi gerçekten bana karşı soğumuş muydu? Yoksa sadece beni korumayı kendine görev olarak bildiği için mi böyle sorgulamıştı?

Günlerdir evde olmadığımı biliyordu. Kapıma kontrole mi gelmişti yoksa özür dilemeye mi?

Sanmıyorum, Emir affetmeyeceğim dediyse affetmeyecekti. Bu mesajlar ise koruma iç güdüsünden dolayıydı. Emir'in mesajlarından çıkıp Kehribar'a geçtim.

"Bana Ceyhun Kozan'ın numarasını at"

Mesaj bir dakika içinde görüldü olmuştu. Ve sebebini sormadan, ne yapmam gerektiğini söylemeden direkt numarayı atmıştı.

Çünkü onun beni uyarmasına veya yönlendirmesine artık ihtiyacım yoktu. Numarayı arayıp kulağıma koydum.

"Alo Ceyhun Kozanla mı görüşüyorum"

"Merhaba efendim iyi günler. Ben Ceyhun Kozan'ın sekreteri Gülistan Evgin. Ceyhun bey ile konuşmak için çift aşamalı güvenlik kontrolünden geçmeniz gerekiyor. Onaylıyor musunuz?"

Sikeyim.

"Onaylamıyorum, bana direkt Ceyhun Kozan'ı bağlar mısınız? Ona Red'in aradığını söyleyin."

"Maalesef mümkün değildir hanımefendi."

"Mümkün Gülistan hanım, mümkün. Sen patronuna ismimi söyle görüşmek istemiyorsa kapatırsın telefonu"

Kısa bir bekleyiş içine girdim. Hemen sonra,
"Alo, Red. Arayan gerçekten sen misin? Senin tarafından unutulduğumu düşünüyordum."

"Evet, arayan benim. Aradığıma göre unutmamışım demek ki."

"Başta ki sekreter olayı için özür dilerim. Son zamanlarda tehlike içindeyim. Biliyorsundur, sizin Peperonni'den bilgi istesem bile bana satılmadı."

"Evet, olayları biliyorum."

Sesi birden heyecanlandı.

"Yoksa beni araman, Peperonni'nin artık benden yana çektiğini mi gösteriyor?"

Beni Emir'in beni ona tanıttığı gibi biliyordu hala. İngiltereden gelen "Red" lakaplı Harvey'in yerine geçen paketçi.

"Hayır, bu aramayı Peperonni'den gizli yapıyorum. Eğer sen de bu gizliliği koruyscaksan-"

"Tabi tabi, elbette korurum."

Ceyhun'un zor durumda olduğu belliydi. Herkesten gelen bir yardım eline muhtaçtı. Fakat o sadece Kehribarla basit bir anlaşma yaptığını sanıyordu.

Ama Kehribarın bu görevi bana verdiğini ve benim resmen yandaş toplayıp oyunu elime aldığımı asla bilmiyordu.

"Seninle bugün buluşabilir miyiz? Konuşmak isterim. Bana kartınızı siz vermiştiniz hatırladınız mı?"

"Ah, hatırlamaz olur muyum hiç? Nerede ve hangi vakitte olursa olsun buluşmak isterim."

"Aklımda bir yer yok aslında. Sizin beni çağırabileceğiniz ve görülmeyeceğimiz bir yer biliyorsanız-"

O kadar heyecanlanmıştı ki, sürekli lafımı kesiyordu.

"Tamam o zaman, ben sizin için en iyi yeri seçip atıp yalnızca beş dakika içinde konumu atacağım."

"Harika olur Ceyhun Bey, geldiğimde görüşürüz. Kendinize dikkat edin. Canınız bizim için kıymetli"

Sevgili köstebeğim, canın hele ki benim için önem sırasında birinci de, diye geçirdim içimden.

"Sen de kendine iyi bak Red. Güvenli gel. Çok sevindim aramana"

Telefonu kulağımdan çekip kapattım ve yeniden mesajlara girip benim Ceyhun'a,
"20 dakika içinde yanımda olabilir misin?" Diye yazdım.

Yazıyor...

"Sen iste 15 dakikada geleyim."

Gelen mesaja kahkahalarla gülüp telefonu cebime koydum. Ve yatağımın yanına gidip bazayı yukarı kaldırdım. Harvey'in ganimetleri parıl parıl ışıldıyordu.

Uzun zamandır cephane yenilemesi yapmıyordum. Yapışkanlı ceplerden alıp bacağımın etrafına sardım. İçine iki tane parmak geçişli ufak bıçak koydum. Belimde ki silahı baştan sona doldurdum.

Yeminli kurşunum yerinden hiç oynamamış hala en altta duruyordu. Ne olur olmaz diye iki tane daha dolu şarjör aldıktan sonra, işimi bitirip odadan çıktım.

Ceyhun'u beklerken mutfağa geçtim. Masanın üzerinde geçen geceden kalan bardak ve tabaklar duruyordu. Ocağın üstünde de küflenmiş et parçaları. Tavayı alıp olduğu gibi çöpe attım.

Fakat masaya durup bakakaldım. O gece burada huzurla yemek yemiş olsaydık şimdi her şey nasıl olurdu?

Sanırım yine oyunun içine girmiş olurdum. Ama o zaman arkamda Emir'in varlığını biliyor olmam bana ayrı bir güç kazandırırdı.

Sandalyeyi çekip oturdum ve Emir'in attığı mesajları tekrar okumaya başladım. Hangi duyguyla yazdığını canlandırmaya çalışıyordum kendi kendime.

-Siktir!
Diye bağırdım. Öfkeli miydi?

-Siktir...
Diye mırıldandım. Aramayı kaçırmasına pişman mıydı?

-Siktir?
Dedim bu sefer. Belki onu aramama bayağı şaşırmıştı.

Of Ceyhun gel artık. Ne zaman yalnız kalsam kafayı yiyecek gibi oluyordum.

Hadi Emir'in mesajlarını önemsiz diyelim, peki ya o zarf?
O harfler neyi anlatmak istiyordu? Ne vardı direkt demek istediğini açık açık yazsa!

Özür diledi.

Mektup mu?

Hayır mesaj.

Hani mesajı unutacaktık?

Unutamıyorum. Özür dilerim yazmıştı. Ama bu özür sadece arama içindi. Ama evde olmadığımı biliyordu. Sikeyim. Keşke evime gelseydim. Ona denk gelir miydim?

Emir'le neden barışmak istiyordum? Pişman olduğum için mi? Yoksa bu ölümcül oyunda yanımda yandaş olarak durması için mi?

Belki de onu özlemişsindir.

Neden özleyeyim ki onu? Agresif bir adam. Ayrıca her adımıma karışıyor.
Ama şakacı da. Bana yemekte yapıyordu. Bir de beraber çalışıyorduk.

Düşündükçe kendime şaşırıyordum. Ben ona ne ara bu kadar bağlanmıştım?

Az sonra kapıma iki kere sertçe vurulduğunda Ceyhun'un geldiğini anladım. Gidip kapıyı açtım ve karşımda günlerdir görmediğim arabamın anahatarını sallarken buldum onu.

Kırgın bir tebessüm ettim. Ceyhun anahtarı aramızdan çekti.

-Neyin var senin?

- Bir şeyim yok Ceyhun.

İnanmadığı her halinden belliydi.

-Şu gözlerine ne olmuş o zaman?

Gözlerimi topraktan çekip ona diktim.

-Biraz ağladım, dediğimde yutkunmuştu.

-Sadece biraz mı?

-Biraz fazla.

-Emir telefonunu açmadığı için mi?

Gözlerimi arkasında duran siyah arabama çevirdim.

-Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum. -diyerek yanından geçtim- Yetişmemiz gereken bir yer var gidelim artık.

Cevap vermesini beklemeden arabanın arka koltuğuna geçtim. Ceyhunda öne oturmuş arabayı çalıştırmıştı.

-Konum alayım, diyerek avcunu arkaya uzattı.

Telefonu açıp Kozan'dan gelen mesaja tıkladım ve eline bıraktım.

-Biraz uzakmış, deyip telefonu bana geri uzattı.

-Ne kadar uzak?

-Bir saat kadar. Ve daha çok çevre yollardan gideceğiz.

-Konum nereyi gösteriyor ki?

Ceyhun el frenini indirip arabayı harekete geçirdi. Ve sürmeye başlamıştı.

- Aile çay bahçesi, dedi dikiz aynasından bakıp.

-Tamam sorun değil, gidelim.

Başımı cam tarafına yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım. İşlek caddeleri geçip gitmiş ve daha şimdiden çevre yoluna girmiştik. Kozan neden öyle bir yeri seçmişti ki?

-Müzik açayım ister misin?

-Keyfine göre takıl.

Gözlerimi yoldan çekmemiştim hala. Ceyhun radyodan gelen sesi arttırıp sürmeye son gaz devam ediyordu.

Hareketli bir yabancı şarkının çalması buhran dolu halime baya ters gelmişti.

-Başka şarkı varsa çevirir misin?

-Çeviremem, keyfim bunu dinlemek istiyor.

Pencere kenarından başımı çekip ona bakmaya başladım.

-Ama benim keyfim de istemiyor.

-O zaman keyfini bir an önce düzeltsen iyi olur. Her ne olmuşsa olsun. Suratını böyle asık tutma.

-Neden? -diye bağırdım- İnsanlar zayıf yönümü mü görür?

Ceyhun sakinlikle "tch" yapıp kahverengi gözlerini yoldan bana çevirdi.
-Çünkü sana gülmek yakışıyor.

İtiraf etmeliyim ki moralim aniden iyiye doğru gitmişti. Ceyhun'un dediğine gülmüştüm.

-Çok gülmemi istiyorsan seninle uğraşmama izin ver.

-Ben izin vermesem bile uğraşmıyor musun sanki?

-Doğru, izin verme. Sen sinirlenince daha komik oluyor.

Direksiyonu birden sağa kırıp,
-Bak atarım bizi aşağı ha, dedi gülerek.

Korkuyla ön koltuğa sarılmıştım.
-Ya Ceyhun, yapma ya. Korkuyorum.

Kısa bir sessizlikten sonra,

-Zaman makinem olsa, sen ön koltuğa binmeye korkmadan öncesine alırdım, dedi Ceyhun.

Omuz silktim.

-Arkada da mutluyum. Ama benim zaman makinem olsa, sen araba sürmeyi öğrenmeden öncesine alırdım.

-Yok ya. Benim olsa, sen araba nedir öğrenmeden öncesine alırdım.

-Sen araba kelimesini bilmeden önce biliyordum ben sürmeyi. Ama zaman makinem olsa annenin seni emzirmeden öncesine alırdım. Hayır hayır babanla annen seni yap-

-Karmen! Sus artık yavrum. Abarttın sende.

-Kusura bakma gaza geldim, dedim kahkahalar atarak. Ama yok yok son kararım, zaman makinem olsa sen yaşlanmadan önceye alırdım.

-Ben yaşlı değilim, dedi aynadan gözlerini kısıp çekici bir bakış atarak.

Ama sonra bakışları büyüdü ve odağı başka yere düştü.

-Bir sorun mu var?
Diye sordum çekinerek.

-Bir makinem olsaydı yavrum -deyip gaza daha tüm ağırlığı ile yüklendi- şu arkamızda ki orospu çocuğu'nun bizi takip etmediği zamana alırdım.

-NE? YİNE Mİ? Aynı araba mı?

Ceyhun bizimle beraber hızlanan arabaya fark atmakla meşguldü. Açık pencereden başımı çıkarttım.

Alev modifiyeli siyah araba. Bizi yine takip ediyordu. Bu her kimse benim evimin başında mı yatıp kalkıyordu?

Başımı geri arabaya soktum.

-Ceyhun, bu sefer ondan kaçmayacağız, dedim.

-Hayır! Kaçacağız. Arabanın içinde kaç kişi var, elinde silahları var mı biliyor musun ki?

-Kaçmayacağız dedim Ceyhun. Yavaşla bize yaklaşmasına izin ver, dedim.

Ceyhun istemeyerekte olsa dediklerimi yapmak zorundaydı. Belimden kendi silahımı çıkartıp emniyet kemerimden kurtuldum.

- Ne yapıyorsun Kadın?

- Yapmam gerekeni. Sen sürmeye devam et.

Silahımı sol elime alıp, pencereden geriye doğru çıktım. Sağ elimle içeriden tutunmuştum. Ceyhun bir yandan arabayı sürüyor bir yandan boşta kalan eliyle beni bacaklarımdan tutmaya çalışıyordu.

Ortada ki tek şeritli yol hariç çevremiz ormanlıktı. Ve ikimizden başka araba geçip gitmiyordu.

Arkamızda ki arabanın camları kara filmlerle kaplıydı. Ve benim arabadan ona doğru tutulmuş silahla çıktığımı gördüğünde hızını arttırmıştı.

Amacı bana çarpmak mıydı?

-ŞİMDİ! YAVAŞLA!

Dediğimde takipçiyle aramızda ki mesafe azalmıştı. Silahın tetiğini çekip, ön lastiğine ateş ettim. Araba keskin bir hamleyle kurşundan kaçmış ve bana yönlenmişti.

-HIZLAN!

-Kadın arabaya gir, kaçarız diyorum sana. Bin, atlatırım bu adamı.

-Hızlan, Ceyhun!

Silahı bu sefer ön cama doğrultup ateşledim. Kurşun camı delip geçmişti. Ön koltukta veya arka koltukta oturan kimse yoktu. İyi bari tek kişi olduğunu öğrenmiştim.

-Tek kişi var sorun değil, diye bağırdım telaştan geberen adama.

Arabada yerimi sabitleyip sol kolumu yeniden uzattım. Bu sefer silahı ön kaputa doğru tutup ateşledim.

Şoför arabadan çıkan hengame sesiyle dengesini kaybedip yolda zikzak yapmıştı. Fırsattan istifade edip silahımda kalan diğer üç kurşunu da aynı yere ateşledim. Ama ikisinden kaçmayı becermişti.

Ve bununla yetinmemiş, arabasını deli gibi öfkeyle sürmeye başlamıştı. İçeriye geçip silahımda ki şarjörü çıkarttım. Şimdi yeminli kurşun üstüne başka kurşun doldurmakla uğraşamazdım. Kendi silahıma dolu şarjör koyduktan sonra,

-Ceyhun, diye seslendim.

-Ne var?

-Silahını ver.

-Bir tane yetmiyor mu? Dört elin yok Karmen, dört elin yok. Nasıl tutunacaksın?

-Silahını ver Ceyhun, sorgulama.

Derken kafamın arkasında ki camın patlama sesiyle aşağı eğildim. Kurşun ön camı delerek çıkıp gitmişti

-ANASINI SİKEYİM! ANASINI AVRADINI SİKEYİM! KARMEN EĞİL, EĞİL!

Ceyhun arabaya öyle odaklanmıştı ki, silah patlama sesi duyuyor ancak arabayı ıskalıyordu arkadakinin atışları.

Yarı eğik halde önce doğru eğilip torpido gözünden Ceyhun'un silahını çekip aldım.

-Hala silah derdinde. Karmen, delirdin mi kafayı mı yedin? Eğ şu kafanı.

-Karşı ateş açmazsam vurmaya devam edecek.

Cama sokulup bir ayağımı ön koltuğun önünde ki boşluğa bir ayağımı arka koltuğun altında sıkıştırıp, bedenimin yarısını dışarı çıkarttım.

Hem sağ hem sol elimde ki silahı, gözümü karartıp orospu çocuğuna çevirdim.Ve ardı ardına ateş açtım.

Bir, iki, üç... Silahlarımdan çıkan kurşun sayısının hesabı yoktu. Eğer bize ateşlediği o tek kurşun ikimizden birine saplanmış olsaydı. Onu da Arabasını da alır anasının karnına geri sokardım.

İçimde ne ara bu kadar öfke biriktirmiştim bilmiyorum. Ama kurşunlarla yarısını parçaladığım arabaya ateş etmeyi birden kestim ve nefes nefes halde yerime geçtim.

-Niye durdun?

Diye bağırdı Ceyhun sesini duyurmak için.

Silahlar elimde titriyor ben zar zor yutkunuyordum. Ölümcül oyun tehlikeli olduğunu gösteriyordu bana.

Birileriyle uğraşmaya başlarsam onlarında bana karşılık vereceğini ve onların vereceği karşılığın benim henüz yeni yeni alıştığım şiddetten daha kuvvetlisi olduğunu yaşatıyordu.

Ölüm, bu yolun sonuna kimin ulaşmasına engel olacaktı?

- Çünkü arkamızda bir değil… -korku dolu bir nefes verdim- İki araba var. Ve ikinci arabadan dışarı taramalı tüfek çıkartıldı.

21. BÖLÜMÜN SONU

 

BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ???

 

Sizin zaman makineniz olsa ne yapardınız?

 

Oyun sizi korkutuyor mu?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere

 

 

Loading...
0%