Yeni Üyelik
25.
Bölüm

22. BÖLÜM - KİRALIK KATİL

@shorosharpen

 

Neden uzun uzun sarılmadın bana?
Veda eden sözlerindeyim hâlâ
Ama kendini öldürme
Kıyamam sana gitsen de

 

B. - Anıl Emre Daldal

 

It's been a long day without you, my friend
And I'll tell you all about it when I see you again

 

See You Again - Wiz Khalifa

 

But I'm holding on for dear life
Won't look down, won't open my eyes
Keep my glass full until morning light
'Cause I'm just holding on for tonight

 

Chandelier - Sia

 

- Çünkü arkamızda bir değil… -korku dolu bir nefes verdim- İki araba var. Ve ikinci arabadan dışarı taramalı tüfek çıkartıldı.

 

❤️⛓️🖤


İnsan bir kere ölür. Fakat binlerce kez ölümden döner.

Kafamızı yastığa koyup sabah kaldırana kadar geçirdiğimiz süre bir hayatta kalma mücadelesidir.

Her gün bin kez nefes alıp veririz. Ve hepsi vermeyeceğimiz ana kadar süren bir savaştır.

Arabaya binip ineceğiz ana kadar, yolda yürüyüp duracağınız ana kadar, konuşup susacağınız ana kadar hepsi insanın hayata tutunmak için verdiği çabadır.

Fakat bu bazen değişebilir. Bu değişim yemek yemek kadar basit veya silahlardan kaçmak kadar zor olabilir.

Fark ettim ki ben zaten bunca zaman hayatta kalmak için direniyormuşum. Ve bu her seferinde başarısız bir ölümle son buluyor. Ama gözün gördüğü yalanlanamaz. Bu sefer ki ölümden kaçma maceram, sanırım diğerlerine göre daha tehlikeli.

Boğazımdan geçmeyen lokmanın üzerine su içmiyorum. Denizin altında yüzerken bacağıma giren kramp sonucu çırpınmıyorum. Ağır bir vebaya yakalanmadım.

Ben şuan iki tane yabancı ve ağır silahlı araba tarafından takip ediliyor ve kurşunlar altında yatıyorum.

Ölüp ölmeyeceğim belli değil ve belirsizlik sadece benim içinde geçerli değil. Arabamı süren Ceyhun, belki şuan yüzüncü defa neden bu işe girdiğini sorguluyor. Çünkü hedefi belirsiz kurşunlar kime saplanmak ister bilemeyiz.

Hangimizin hayatının son bulması, onları mutlu eder? Karanlık dünya ile alakası olmayan bir masumun mu? Yoksa Karanlık dünyayı çökertmeye yemin etmiş bir kadının mı?

Eğer onlar gibi hastalıklı bir zihne sahip olsam, sanırım tek bir ölümle yetinmezdim. İki ölüm bana gece sonunda iki kat daha fazla zevk verirdi.

Yani bu yolun sonunda ya bu arabadakiler ya da arkamızdakiler geceleyin kat be kat sefahat sürecekti.

Bu kim olacaktı?

Bekle!

Geri sar.

En başa.

Her şey bir yanlış anlaşılma da olabilirdi. Ve sanırım öyleydi de...

⛓️⛓️⛓️

-Kadın, bana lütfen şaka yaptığını söyle. Tek bir kelime, dört harf. Şaka, şaka de Karmen. Her zaman ki lanet şakalarından biri olduğunu söyle!

Ölümün ensemizde bu kadar yakın gezmesi beni ve özellikle Ceyhun'u taş kadar sert hale getirene kadar germişti.

Ceyhun ona söylediğim bilgilendirme cümlesinden sonra gözlerinin nevri adeta dönmüştü. Biz bir arabayla zor baş ederken ikincisinin işe karışması kurtulmaya dair olan umutlarımızı yerle bir etti.

Terli avuçlarımda iki tane silah vardı. İçinde de kurşun doluydu elbette.

Fakat arkamıza yeni katılan koyu kahverengi ve klasik model arabanın bilerek delinmiş olduğu belli olan ön camında ki ufak delikten dışarı uzatılan taramalı tüfeğin yanında bu iki paçavranın işe yaramayacağını dile getimeye gerek bile yoktu.

Ceyhun, arabanın lastiklerininden kıvılcım çıkartacak kadar çok yüklenmişti üstüne. O bu kadar iyi araba kullanmasa çoktan yakalanmıştık bile.

Orta boylu saç tutamlarından damla damla ter akıyordu yüzüne. Hepsi kaşlarının üzerinde birikiyor ve sonra taşıyordu. Damlacıkların yüzünü gıdıkladığı, derisini oynatıp durduğundan belli oluyordu. Ama bir saniye olsa bile elini direksiyon ve vitesten çekemez terini bile silemezdi.

-Keşke o kelimeyi söyleyebilsem Ceyhun. Ama bu eşek şakası olmayacak kadar kötü.

Silahlarımı sıkı sıkı tutup, sol kolumu dışarı doğru uzatmaya yeltendiğim anda Ceyhun boğazını yırtacak kadar kuvvetle bağırdı.

-Hayır! Hayır Karmen. Sakın çıkartma bir yerini. Bak o silah ateşlenmeye başladığı anda sen benden daha iyi biliyorsun ki etrafa sayısız kurşun fırlayacak.

Sürekli kesilip duran nefesinden dolayı sustu ve yutkunup yeniden lafa devam etti.

-Bu yüzden bu sefer sadece eğileceksin. Beni duydun mu? Kafanın ucunu bile koltuğun altından çıkartmayacaksın.

Başımı arkamızdan deli gibi sürülüp gelen arabalara çevirdim. Silah henüz çalışmamıştı. Sanırım en arkadakinin amacı bize daha fazla yakınlaşmak ve diğer arabanın taramalı tüfekten zarar görmesinin önüne geçmekti.

Çünkü arabayı öyle sürüyordu ki, şuan tek kadim amacı öndekine yetişmek gibi duruyordu.

-Hadi ben eğildim. Peki sen ne yapacaksın Ceyhun? Sen nasıl eğileceksin?

-Bak ağzımı açtırtma. Kurşun önce arkaya sonra öne gelir. Sen daha önemlisin anladın mı? Ben bu yolun sonuna yetişemezsem bile senin sağ salim olman gerekiyor.

Silahun ters ucuyla şakağıma ritmik hareketlerle vurmaya başladım.

-İnsan canı arasında bir önem sırası yok ve olamaz Ceyhun. Şu durumun ortasında benim kafamı bozma. Eğileceğim, ama sen onlardan kurtulamazsan ne olursa olsun yerimden çıkıp ateş edeceğim.

-Hayır, hayır Karmen. Hayır, sen her zaman-

-İtiraz kabul etmiyorum Ceyhun. Ben senin patronunum. Ve ben ne dersem onu yapmak zorundasın! Anladın mı?

-Patronculuk mu oynuyorsun?

-Gerekirse oynarım. Gerekirse Ceyhun, eğer gerekirse sana arabayı köşeye çekip teslim olmanı ve sadece şoför olmaktan öte olmadığını söylettiririm.

-Allah Allah? Emirlerine uymazsam ne olur Patron?

-Eğer buradan ben de sağ çıkarsam, seni kesinlikle kovarım Ceyhun. Kesinlikle kovarım.

Kuruyup duran dudağını sürekli ıslattığı dilini içeriye geçirip burnundan soluyarak sustu. Ben de önce onun arabalardan kurtulması için ufak bir vakit toleransı gösterecektim.

O yüzden arka koltukla ön koltuk arasına eğilip ellerimle başımı kapattım.

- Eğer bir fatura kesilecekse bu benim başıma olmalı, derken yerimde hala uygun yer arıyordum.

Ceyhun beni duymuş olmasına rağmen umursamadı. Gözünü bir an olsun dikiz ve yan aynadan çekmiyordu.

-Ne kadar yaklaştılar?

-Aramızda ki araba bizden biraz geride kaldı. Az önceye göre gaza bastı ama nedense geride kalıyor.

-Biz de hızlandığımız için olabilir mi?

-Hayır, hayır. Odağı dağılmış gibi duruyor.

-Yeni gelen klasik araba ne halde?

-O ise maalesef gittikçe hızlanıyor.

-Sürücüleri görebiliyor musun? Tüfekte bir hareketlenme var mı?

-Hayır, hayır iki arabanında şoförü gözükmüyor. Silahta bir oynama yok.

Bahtsız kaderimi kabullenmiş gibi,
-Öndeki araç zarar almasın diye bize daha fazla yaklaşmaya çalışıyor, diye acıyla söylendim.

Ve zaten kendi kendine patlayacak olan bedenim, iki koltuk arasında sıkışık kaldıkça barutu yakmasına yaklaşıyordu.

-Yaklaşıyor, diye bağırdı.

-Hızlan Ceyhun, Hızlan.

-KARMEN, YAKLAŞIYOR.

-Az daha dayan Ceyhun. Az daha dayan lütfen. Lütfen kökle gazı.

-Hayır, hayır zaten çok hızlıyım Kadın. Olmuyor, araba bundan hızlısına yükselmez.

Sesinde ki bariz korku benim korkuma eklendikçe ortam garip hal alıyordu. Başımı aşağıda tutmuşken, kulaklarımı tıkayıp hiç bir sesi duymamak ve yolculuğumu öyle sona erdirmek istiyordum.

Fakat karşı çıkmak için bu isteğimi bekleyen hayat beni tam olarak bu duruma attı.

Çünkü dışardan gelen silah sesleri, makineli tüfeğin çalıştığını ve arabanın bize yeteri kadar yaklaştığını gösteriyordu.

-Eğil kadın! Başını sakla Karmen! Ulan böyle işin ben... -silah sesi durmadan artıyordu- Karmen iyi misin? İyi misin? Cevap ver bana!

-İyiyim, sen sür. Benim için endişelenme. Araba nereye yaklaştı? İkisi birden mi ateş ediyor?

-Evet, evet. Sikeyim sus sus, sus dikkatimi dağıtma.

Ceyhun'un küfürleri eşliğinde araba sürekli bir sağa bir sola yalpalanarak gidiyordu. Kurşunlardan kaçmaya çalışması, dışardan gelen onca sese rağmen şimdiye kadar başarılıydı.

Çünkü arabaya isabet eden en ufak bir temas yoktu hissettiğim kadar. Arkamızda ki diğer araba ya çok kötü bir nişancıydı ya da...

-Bir terslik var!

Şüpheli sesini bana duyurmak için ekstra bağırmıştı. Terslikler şuan aradığım en son şeydi. Yani bu terslik her ne haltsa bizi bir an önce düzlüğe çıkartsa iyi olur.

-Ne tersliği, derken başımı biraz ona doğru kaldırdım.

Bunu fark ettiği anda elini direksiyona vurup,
-Kaldırma başını kadın, dedi.

Zaten ucundan çıkarttım başımı geri ellerim arasına aldım.

-Ne terslik var Ceyhun?

Ceyhun şüphesinden emin olmak için gözlerini yol yerine aynaya dikmişti. Ve az öncekine göre de kaçmak için yaptığı manevraları azaltmıştı.

-Ceyhun, ne tersliğinden bahsediyorsun? Konuş artık.

Silahları sıkı sıkı kavradım. Her an yerimden çıkıp ateş etmem gerekebilirdi.

-Hayır, hayır, diye tekrarladı.

-Neye hayır adam? Sikeceğim konuş!

-Kadın, kadın emin değilim ama...

-Ne? Neyden? -silahımı öfkeyle on koltuğa geçirdim- Ne oldu?

-Sanırım yeni gelen arkada ki araba bizi değil, bizim peşimizdekini kovalıyor.

-NE?

Artık saklanmam imkansızdı. Önce başımı ardından tüm bedenimi iki koltuk arasından çıkartıp eski yerime geçtim.

-Bir daha söyle. Emin misin?

Ceyhun art arda yutkunuşlarla aynalardan yine kontrol etti.

-Eğer araba, gaza basmayı veya silahı nereye tutacağını bilmiyorsa o araba bizi takip etmiyor.

Başımı tedirginlikle arkaya çevirdim. Ve gördüklerim karşısında tüylerim ürperdi. Ceyhun ise hala haklılığını anlatma peşindeydi. Ya da tek niyeti kendini buna inandırmaktı.

-Klasik araba geldiğinden beri, her zaman alev modifiyeli bizi en baştan beri takip eden arabanın arkasında.
Ben sağa hamle yapsam ve takipçi sola yapsa, klasik araba önünde bomboş duran ben yerine yine o arabanın arkasına geçmek için sola hamle yaptı.

Ve arkamızda ki araba artık bizim hamlelerimizi takip etmeyi bıraktı. Buradan bakılınca tek niyeti onu gözüne kestirmiş olan klasik arabadan kaçmak.

Heyecanlı anlatımına kısa bir ara verdi. Benim gördüklerim de Ceyhun'un dediklerinin doğru olduğunu belirtiyordu.

Peşimizde ki takipçi, arabasını artık kovalamak için değil kaçmak için sürüyordu. Peki arkada ki klasik araba kimdi ve amacı neydi?

-Silah...

Diye birden konuşmaya girince silahlarımı camdan çıkartmaya yeltenmiştim.

-Ne yapıyorsun?

-Sen öyle birden silah diye bağırınca ben... Neyse, ne diyordun? Devam et.

Ellerimi içeri geçirdim.

-Silah, silah ateşlenmeye başladığında o kadar kurşundan biri bile bize isabet etmedi. Neden? Neden ben iyi sürdüğümden mi? Hayır, çünkü hedefi biz değil bizim arkamızdakiydi.

-Yani klasik arabanın bize yardım ettiğini mi söylüyorsun?

-Bilmiyorum Karmen. Amacı bize yardım etmek mi yoksa arkamızdakinin mi düşmanı bilmiyorum.

Tempolu sohbetimiz bitmiş yerini nabzımızın hiç düşmediği telaş almıştı.

Arkamızda ki alev modifiyeli kimdi? Neden ben her zaman uzun yola çıktığımda beliriyordu? Benim ne yaptığımı nereden biliyordu?

Peki diğer klasik araba. O kimdi? Bizi takip edenin burada olduğunu nereden biliyordu?

-Durum ne?

-Kendin bak, dedi Ceyhun.

Başımı tam olarak camdan çıkartmadan iki arabaya baktım. Bizi takip eden, resmen Ceyhun'un peşini bırakmış kendi canının derdine düşmüştü.

Arkadan gelen klasik araba ateş etmeyi kesmişti. Çatışma izleri, takipçinin arabasının her yerinde sergileniyordu.

Delik deşik olan arabanın aksine, klasik araba hiç zarar almamıştı. Kendi aralarında çekişmeli bir kovalamanın içindeydiler.

-Sence o araba kim?

Diye sordu Ceyhun klasikten bahsediyordu. Fakat bana göre önemli olan alev modifeyili araçtı.

-Herkes olabilir, herkes. Belki bir başka takipçidir. Nasıl ki bizi takip eden biri varsa belki onu da takip eden biri vardır.

Muammalı cevabımdan hiç memnun kalmayarak kulağını ve gözünü yola çevirdi.

-Benim aklıma birileri geldi.

Gözlerimi kaçırıp dudaklarımı ısırdım.

-Yavaşlama Ceyhun, her an bir tuzak çıkabilir. Klasik araba da bizim peşimizde olabilir.

Ceyhun başını bir kere sallayıp tekrar hızlandı. Bir gözüm arkadaydı. Alevli araba, klasikten kaçmaya çalışırken birden...

-CEYHUN EĞİL!

Diye çığlık atıp koltuğun önünde eğildim. Büyük bir ses çıkmıştı arabadan. Ellerim titriyor kalbim uyuşuyordu. Tehlike geçmiş miydi? Yoksa yine mi aniden silahını çıkartıp bize ateş edecekti araba?

-Ceyhun? Ceyhun beni duyuyor musun?

Ondan bir ses gelmemesi beni delirtiyordu. Ne olursa olsun başımı yerden kaldırdım ve öne doğru eğildim.

-Ceyhun -omzuna yetişip dürttüm- Konuşsana adam, niye sustun? -hala tepki yoktu- Ceyhun konuş! Konuş dedim sana.

Kolundan tutmuş sallıyor bir yandan kurşunun nereye saplandığını anlamaya çalışıyordum. Arka camda ilk delik harici kırık yoktu. Veya diğer camlarda. O zaman arabanın içine girmemişti kurşun.

Ceyhunun sırtına saplanma ihtimali de yoktu artık çünkü koltuğu sağlamdı. Ben onu sallarken arkadan yine çatışma sesleri çıktı. Bu ses taramalı tüfeğe aitti.

Ceyhun, hengame sesiyle kendine gelmiş gibi arabayı yeniden hızla sürmeye başladı.

-Neyin var Ceyhun? Neden sustun?

-Kusura bakma, ben kendimden geçmişim. Şey yüzünden...

-Ne yüzünden?

Direksiyonu tutan eli, sola doğru işaret etti. Arabanın sol dikiz aynası yerinde yoktu resmen.

-Ayna aniden kırılınca ben... -kelimelerinin sonunu getiremeyecek kadar şoka geçmişti- Ben, gerçekten korktum. Şey, bana saplana-

-Tamam, tamam sus. Sus Ceyhun devam etmene gerek yok.

Başını salladı. Fakat benim içimi kurt kemiriyordu. Arkadaki klasik arabada tahmin ettiğim kişinin olması ihtimali her şeyi değiştirirdi.

Bu telaş içinde salgılanan yüksek adrenalin, hızla atan kalp ve ölüm korkusu duygularının üst üste gelmesi, gurur ve utanç duygumun önüne geçip birini aramam gerektiğini söylüyordu.

Fazla düşünmedim, ölüm peşinde kol gezerken ne düşünürsem düşüneyim mantıklı olmayacaktı.

Telefonumu cebimden çıkartıp başımı tedbir amaçlı aşağı eğdim. Kişilere girip "usta" kişisini buldum ve araya bastım.

Bu onu bugün ikinci arayışımdı. Ve yine açılamaz ise üçüncüsünün olacağını sanmıyorum.

Çalıyor...

Çalıyor...

Arabaların çıkardığı sürtünme sesleri artmıştı sanki ya da silahlar... Ya da ben her şeyi fazla duymaya başladım. Özellikle kalbim kulaklarımda atıyordu. Ağzımda da olabilir. Ama yerinde olmadığı kesin.

Çalıyor...

Ve...

Açıldı.

"Karmen?"

İsmimi uzun zamandır bu sesten çıkarken duymamıştım. Hatta bu sesi de öyle...

"Karmen orada mısın?"

Emir Aybeyaz, her zaman ki gibi sesi sert ve kaygılı. İsmimi ikinci defa tekrar edişi daha duygu doluydu. Fakat sohbet etmek istemek yerine bir an önce ne için aradığımı öğrenmek istiyordu.

"Bir şey mi oldu? İyi mi-"

"Emir."

Diyerek sözünü kestim. Dilim tutulmuştu. Eğer arkamda ki kişi o olsaydı bana bu soruları sormazdı. Zaten telefondan da bu ortama dair en ufak bir ses duyuluyordu.

Ben adını söylediğimde, sert bir nefes almış ve susmuştu.

"Neredesin?"

Diye sordum. Arkandayım, demesini o kadar çok istiyordum ki.

"Neden? Ne oldu? Sen neredesin?"

Arkadan gelen sesleri duymasın diye telefonu elimle kapatmıştım.

"Aramana yetişemedim. Bir sorun mu var?"

"Hayır yok. Neredesin?"

Israrla nerede olduğunu sormam karşısında afallamıştı.

"Ben, ben bir otelin önündeyim."

"Tamam."

"Neden sordun? Karm-"

Arama sonlandırıldı.

Telefonu ismimi bir kez daha söyleyip beni etkilemesine izin vermeden suratına kapatmıştım.

Arkamda ki o değildi. Hatta o her şeyden habersiz bir otelin önündeydi. Sorun değil hayır, elbette sorun değil.

Hayır, hayır lütfen lütfen dolma yaşla gözlerim. Nasıl burada olsun ki? Benden haberi bile yok. Ama neden telefonumu açtı ki?

Hiç kimseye açmıyordu. Emindim, onu bir çok farklı numaradan aramış olmama rağmen başka kimseninkini açmayıp, asıl benim telefonumu açmayacağını düşünmüş olmama rağmen açmıştı.

Sağ yanağımda hissettiğim ıslaklıkla hemen kendime gelip yaşı sildim.

-Emir'i mi aradın? Açtı mı gerçekten?

-Evet, dedim sessizce.

-Ne dedi? Arkamızda ki o muymuş?

-Hayır.

-Ne demek hayır? Ben o olduğunu düşünmüştüm. Ondan başka kim olabilir?

-Bilmiyorum Ceyhun. Anladın mı? Bilmiyorum. Her kimse kim, ama Emir değil.

Bugünün ikinci hayalkırıklığı. Onunla yolumu ayırdığımda olması gereken olaylar zaten bunlardı.

Soğuk tavırlar, birbirine arka çıkmamak, iki kelimeden oluşan cümleler ve ilgisizlik.

Tam tersinin olacağını ummam masum isteklere sahip ruhumdan kaynaklıydı. Ama o ruh kendine burada rahat yer bulamaz. Burada tıpkı diğer herkes gibi siyahlar içinde olmam gerekiyor.

-Hızlanmayı bırak Ceyhun. Bu sana patron olarak emrimdir. İtiraz istemiyorum.

Ona bu üstünlük kozumu kullanmak istemesem bile işinden korumacı iç güdüsünü uzak tutmalıydı.

İsteğim üzerine kaşlarını çatıp, hızımızı düşürdü. Ben de Ceyhun'un silahını koltuğun üzerine atıp, sağ elimle arabanın üst tutacağına tutundum.

Sol elimdeki kendi silahıma sıkı sıkı sarılıp üst tarafımı dışarı verdim. Parçalanmış araba beni yeniden görmesiyle, arkasından geleni umursamadan hızını arttırdı ve direksiyonu üzerime kırdı.

Bana çarpmaya gelen arabaya bakarken içimde korku hissetmiyordum. Silahı ona doğru doğrulttum ve fazla oylanamadan ilk kurşunu sağ tekerleğine sıktım.

Araba, asfalt zeminde bağırarak sola savruldu. Fakat bu bana yetmedi. Arabanın içine geçip Ceyhun'un arkasında ki pencereden çıktım bu sefer.

Ve silahı sol tekerine doğrultup anında ateşledim. Arabanın bu saatten sonra bize yetişmesi imkansızdı. Fakat benim gözüm çoktan dönmüştü.

O araca durması için artık silah sıkmama gerek yoktu ama benim canım tam tersini istiyordu.

-Hadi geç arabaya Karmen. Basıp gideceğim.

Onu duymamazlıktan gelip silahı, ön kaputuna tuttum. Aslında içimden şoför koltuğunun olduğu cama tutmak geliyordu ama hayır. Hemen ölmemeli, ölümün kendisine gelişini yavaş yavaş izlemeliydi.

Tetiğe bastığım anda uçup demire saplanan kurşunla beraber yukarıya doğru bir alev yükseldi.

-Karmen! Hızlanmam lazım, arabanın motoru alev aldı her an patlayabilir. Uzaklaşalım.

Ceyhun beni ikna etmek için can çekişiyordu resmen. Ama ben patlama ihtimali olmasına rağmen ikimizin canını kendi ellerimle tehlikeye atıyordum.

Bu davranışlarımı nasıl bir bilinçsizlikle yapıyordum?

-Hayır Ceyhun. Hızı sabit tut. Ne düşür ne arttır.

Şimdi silahı tam olarak onun oturduğu yere tutmuştum. Hayır onun kafasına sıkmayacaktım, ama o bunu nereden bilebilir ki?

Tetiğe bastım.

Kurşun hemen yanı başını delip geçti.

Sanki onun kafasını vurmak istiyorum da ıskalıyorum sanıyordu. Ve ben silahı her tuttuğumda "Acaba bu sefer saplanacak mı kurşun kafama? Bu sefer ölecek miyim?" Diye düşünecekti.

Tetiği çektim ve bastım.

Kurşun diğer tarafa saplandı. Dudaklarım istemsizce yukarıya doğru kıvrılıyordu. Az önce arabada ki benden masum olan adama yaşattığı ölüm korkusunu her bir yeriyle tatmalıydı.

Silahı oyun oynar gibi elimde döndürüp bu sefer tam kafasına doğru nişan aldım. Onu öldürecek miydim?

Bir masumun kafasına sıkıp öldürdüğüm o günden sonra birini öldürmek bana artık daha kolay mı geliyordu?

Kendi içimde verdiğim savaş, bana benim karanlık dünyamda hangi yere geldiğimi gösterecekti.

Onu öldürürsem onlardan biri, öldürmezsem canıma kast eden birini bağışlayan zayıf biri olarak gözükecektim.

Artık bu insanların gözüne kim olduğumu veya olabileceğimi sokmam gerekiyordu. Gerekirse lafla gerekirse icraatla.

Parmağımı tetiğe götürdüğüm anda, klasik araba birden çok hızlandı. Silahımı refleks olarak onun geldiği tarafa çevirdim. Yoksa bu plan mıydı?

Bilmiyordum, içim yeniden kasılırken klasik araba, şimdi tam olarak harabeye dönmüş alevlinin yanına yetişmişti.

Yani şuan bize doğru duran taramalı tüfeğe bassa, arabamız da ikimiz de yerle bir olurduk.

-Arabaya geç artık! Aklını mı yitirdin? Adamlar dibimize sokuldu.

-Haklısın, kendime gelmeliyim. -silahımı tekrar alevli arabanın şoförüne çevirdim- Ama önce bu kişiye haddini bildirmeliyim.

Ve tam o anda hayallerim elimden çalındı.

Karanlık insanların karanlık hayalleri, karanlığa gömüldü.

Silahı çekip kendimi arabanın içine attım. Çünkü ben ateşleme fırsat bulmadan klasik araba, sola doğru sert bir manevra yapıp diğer arabaya çarptı ve onu resmen şarampol'den aşağı yuvarladı.

Araba taklalar atarak aşağı doğru düşerken, Klasik araba gazı kökledi.

Hem Ceyhun hem ben arabanın içinde durmuş onu izliyorduk. Klasik araba bizim yanımıza yetişip geçerken bir kere dörtlüleri yaktıktan sonra başka yola sapıp gözden kayboldu.

-Selam verdi, dedi şaşkınlıkla.

-Ne dedin sen?

-Araba diyorum, giderken bir kere dörtlüleri yaktı. Bu selam verdiği anlamına geliyor.

Ceyhun sürmeye devam ederken durumun ironikliğine kahkaha atmıştı. Ben de olanların etkisi hala üzerindeyken telefonuma gelen bildirim sesiyle cebimden çıkarttım.

Kimden olduğuna dikkat etmeden gelen mesaja tıkladım.

" :) "

Yazılmıştı sadece. Bulanık bakan gözlerim, beynim mesajı algıladığında kocaman açıldı. Yani bilinmeyen numaranın tam da bu selam verip gitme üzerine gülücük atması Kesinlikle tesadüf değildi.

Az önce bana yardım edip, takipçiden kurtaran o muydu? Tıpkı ben Peperonni'den kaçarken gecenin bir vakti birden gelip kurtarması gibi.

Nerede olduğumu nasıl biliyordu? Hayır en önemlisi bu, bilinmeyenin düşman değil de dost olduğu anlamına mı geliyordu?

Numarayı geri aramakla uğraşmadım. Zaten açılmayacaktı. Fakst şansımı deneyip mesaj çektim.

" Tşk."

Mesajım görüldü olmuştu.

"Sen kimsin?"

Yazıp yolladım hemen. Ama bu mesaj iletilmemişti bile. Telefonu cebime koydum. Ve her şeyin tekrar eski sakinliğine kavuşmasıyla elim ayağım boşaldı resmen.

Yara sıcak kanlar akarken değil, sonrasında can yakardı.

-Arabayı sağa çek Ceyhun.

Ceyhun'un da durmaya ihtiyacı varmış gibi anında sağa çekti. Zaten yolları bitirmiş ağaçların ve toprak yolun yanına yetişmiştik.

Araba durduğu an kendimi dışarı atıp, toprağa dizlerimin üstüne kapaklandım. Boğazıma kadar çıkan bir öğürmeyle öksürdüm.

Ceyhun arabadan getirdiği suyu bana uzattı. Ve eliyle de sırtımı sıvazlıyordu.

-İyi misin? Miden mi bulanıyor?

Suyu içtikten sonra gözlerimi avuçlarımı geçirdiğim toprağa diktim.

-Başım dönüyor.

Yanıma diz çöküp yüzüme bakmaya çalışıyordu.

-İyi değilsen hadi kalk hastaneye gidelim.

Başımı iki yana salladım.

-Karmen, sakinleş. Çok normal, tabii bu olayları yaşaman değil bu olaylardan sonra böyle hissetmen.

-Ben, az önce birini öldürmek istedim resmen.

Yüzünü tereddüt içinde biraz benden uzaklaştırsa bile sırtımda ki eliyle daha sık okşadı beni.

-Tamam, ama önce seni o öldürmek istedi. Yani niyeti açıkça belliydi değil mi? Arabasını bize çarpmak ister gibi sürdü ve silah sıktı.

-Ama ben onlar değilim, dedim kendime hissetiğim kırgınlıkla.

-Onlar gibi oynaman onlardan olduğun anlamına gelmez Karmen. Onlar sana kurşun sıkarken sen şeker veremezsin ya.

Suyu Ceyhun'a uzatıp avuçlarımı açtım. Avuç içime dökülen su birikince ise yüzüme çarptım. Ellerim hala ıslakken Ceyhun'a dönüp yüzünü avuçlarım arasına aldım.

Belli etmemeye çalışsa bile onun da beti benzi atmıştı. Islak ellerimi bilerek yüzünde tutarken kahverengi gözlerine bakıp,

-Sen iyi misin? Bir şeyin yok ya?

Diye sordum. Başını hayır anlamında iki yana salladı.

-Tamamen iyiyim desem yalan olur. Fena korktum. -derin bir nefes alıp verdi- Ama atlattık, öyle ya da böyle atlattık. Önemli olan da sonuç.

İki baş parmağımla kaşlarının üzerinden geçip avuçlarımla alnına yapışan saçlarını geriye aldım.

-Özür dilerim, dedim tam yüzünün karşısında.

-Özrünü kabul ediyorum ama sırf bana patronluk tasladığın için. Çünkü gerisi senin özür dileyeceğin bir suç değil. Anladın mı kadın? Zaten ölümlerden dönüyorsun üstüne bir de kendini suçlama.

Kollarını kocaman açıp beni kendine çekip sarıldı. Merhamet dolu göğsüne yaslandım bir süre. O da çenesini başıma dayamıştı.

-Bütün bunlar ne zaman bitecek kadın?

-Henüz yeni başladık. Ama oyunu sona erdirip zaferi elde ettiğimde, son bulmasına çok az kalmış olacak.

Sırtımı dostane bir şekilde sıvazladıktan sonra kollarını indirdi ve kendini benden yavaşça çekip ayağa kalktı.

Bir elini de bana doğru uzatmış bekliyordu. Elini tutup ayağa kalktım.

-Verdiğin konuma neredeyse yetiştik. Şu patika yoldan iki dakika kadar yürüdükten sonra gelmiş oluyoruz.

Başımı gösterdiği yeşil yola çevirdim.

-İstersen bugün buluşma. Evine gidelim, dinlenirsin.

-Hayır hayır, gerek yok. Ben iyiyim. Dinlenmem için de zaman gelecek ama şimdi hamle yapmam gerekiyor.

-Nasıl istersen pardon emredersen.

Gözlerimi devirip Ceyhun'a baktım. O da ortam yumuşasın diye bir kaç espiri yapma niyetindeydi sadece.

-Yürüyelim mi yoksa arabayla mı gidelim?

-Yürüyelim. -deyip yürümeye başladım- Böylesine temiz havayı almayalı uzun zaman olmuştu.

Ceyhun arabayı kilitledikten sonra yanıma yetişti ve bana eşlik etmeye başladı. Ayağımın altına batan çakıl taşlarını hissetmek masaj gibi geliyordu.

Uzun ağaçlar ve altlarına koyulmuş çardaklar vardı. Patikada ilerledikçe insan sayısı artıyordu.

Öte yandan kokularda değişiyordu. Yolun başında sadece taze ot kokusu alırken şimdi kahve, mangal dumanı, pişmiş et ve daha başkaları da dolanıyordu havada.

-Açsan şu büfeye gidelim, dedi Ceyhun ileriyi işaret ederek.

-Hayır, hiç gerek yok. Bir an önce buluşmak istiyorum o kadar.

-Nerede buluşacaksınız?

-Tam bir yer vermedi. Ama adamın neye benzediğini hatırlıyorum. İstersen sen git diğer çardaklara. Ben bulurum onu.

-Senden fazla uzaklaşmak istemiyorum, derken endişeliydi.

-İnsan içindeyiz bir sorun çıkmaz, desem bile ben de artık her an her şeyin olacağına inanıyordum.

-Bir şey olursa çığlık at, ben buralardayım, deyip benden uzaklaşmaya başladı.

Ceyhun gittikten sonra ise gözlerini dört açıp her bir çardağa baka baka ilerledim. Onu görsem tanırdım ama göremiyordum.

Fazla beklemeden ona mesaj attım.

"Ben geldim, siz neredesiniz?"

Ve hemen cevap verdi.

"Tam karşında"

Başımı telefondan kaldırdığım anda, ileride ki çardakta oturup bana el sallayan adamı gördüm. Maden benim nerede olduğumu biliyor, o zaman en başından belli etseydi ya kendini.

Üstümü başımı çekiştirip düzelttikten sonra ona bakmadan yanına kadar geldim. Ben yetiştiğimde heyecanla ayağa kalkıp bana sarılmaya uzandı.

Kendimi bir adım geriye attıktan sonra imalı bir tebessümle elimi uzattım. Utanarak el sıkıştıktan sonra hemen yerine oturdu. Ben de karşısına geçtim. Ortamızda tahtadan yuvarlak bir masa vardı.

-Az önce için üzgünüm. Herkesin desteğine muhtaç olduğumdan bu hareketlerime de yansıyor.

-Anlıyorum, sorun değil.

Ceyhun Kozan onu ilk gördüğüm haline göre daha da çökmüş duruyordu. Siyah saçlarında ki beyaz tellerin sayısı artmış, göz çevresinde ki halkalar da daha morarmıştı.

Çenesi sürekli bir tehlike altındaymış gibi gergin, parmakları ise oraya buraya oynuyordu. Erdem ile olan savaşı onu sarsmıştı.

-Ne zamandan beri burada oturmuş bana bakıyordunuz?

Sesimi olabildiğince dingin tutmaya çalışıyordum. Amacım ise onun, ölümcül oyun oynama riskine değer olup olmadığını anlamaktı.

-Sabahtan beri burada oturuyor ve düşünüyordum. Seni ise geldiğin andan beri izledim.

-Neden gelip yönlendirmeyi tercih etmedin?

Eliyle gözlerini ovup mahçup sesiyle,
-Yanında ki adamın kim olduğunu tanıyamadım. Seni de o yüzden riske atmak istemedim. Benimle görüştüğünü bilinmemesini istemiştin.

Başımı anlayışla salladım.

-Yanımda ki adam Ceyhun, benim özel şoförüm.

İki kere üst üste şaşırdı.

-Onun da ismi Ceyhun mu? Şaşırdım, demek adaşmışız ne güzel. Ama senin bir şoföre neden ihtaycın var anlayamadım.

-Araba kullanmayı pek sevmiyorum, diye bir yalan attım.

Titrek sol elini cebine sokup bir paket sigara çıkarttı. Önce bana uzatıp,
-Alır mıydın, diye sordu.

- Yalnızca yas tutarken içerim, almayayım, dedim.

Kendine bir tane alıp yaktı ve bir duman çektikten sonra acı bir gülüş attı.

-İşler ters giderse benim yasımı tutman için bir sigara içecek olman pek uzak durmuyor.

Cevap vermeden başımı öne eğdim. Onun işinin ters gidip gitmemesi veya ölüp ölmeyeceğinin benim elimde olduğunu bilse ayaklarıma kapanıp yalvarırdı her halde.

Sigarasından ardı ardına çektikten sonra bitmemiş izmariti söndürüp masanın üzerinde bıraktı.

-Beni tanımadın mı geldiğinde?

- Tanıdım elbette ama itiraf edeyim ki seni bir şapka takarken veya takım elbise yerine eşofman takımı giymiş halde bulmayı beklemiyordum.

Gülümsedi.

- Böyle bir yere takım elbiseyle gelsem, ben buradayım diye bağırmaktan daha fazla dikkat çekerdim.

-Saklandığınız birileri mi var?

Kozan, ellerini eşofmanında silip etrafa bakındı.

-Sana bir şeyler anlatmamı istiyorsan Red, öncelikle bana benimle neden buluştuğunu açık bir dille anlatman gerekiyor.
Kişisel algılama, son zamanlarda kime güvenilmesi gerektiğini kestiremiyorum.

Onun içini ısıtacak güzel bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.

-Anlatırım. Peperonni'nin her yerinde ikinizin bu rekabeti konuşuluyor. Erdem de sen de bize bilgi satmamız için teklif getirdiniz.

Erdem'in adını duyar duymaz kaşları çatıldı.

- O şerefsizin sizden bilgi istemesine hakkı yok.

-Ama istedi, dedim sanki ben çok içindeymişim gibi.

-Siz ne yaptınız?

-Elbette satmadık. Peperonni heyet kararınca bu savaştan uzak kalınacak.

Çatık kaşları birden gevşedi ve aşağı düştü. Dudakları da bu karardan dolayı büzülmüştü.

-Ama ben, bu olayın öyle kestirip atılmasından yana değildim hiç.

-Öyle mi? -derken bana doğru eğildi- Sen ne istiyorsun?

-T.g.i.f'in başına senin geçmeni.

Adeta sevinçten yerinden hopladı.

-Beni destekliyor musun? Doğru duydum değil mi? Peperonni paketçisi Red, beni destekliyor mu?

-Evet, biraz daha bağırsan sanırım Peperonni de bu haberi duyacak.

Eliyle ağzını kapayıp yerine sindi.

-Özür dilerim, kusura bakma lütfen.

-Anlıyorum destek arıyorsun, ama sana bunu dediğim için o kadar heyecanlanma. Senin için yapabileceğim şeyler kısıtlı.

-Eğer benim yanımda durup bana çalışırsan Red, işin sonunda yüklü miktarda ödeme alırsın.

Elimi masaya uzatıp sigara paketini aldım. Beni izliyorken paketten bir tane dal çıkartıp ona verdim.

-Buyrun duyduklarınızdan sonra içmek isteyeceksiniz, dedim.

Kozan gözlerini üzerimden çekmeden sigarayı alıp ağzına koydu ve yaktı.

-Sizin yanınızda olmamdan kastınız, sizin için Peperonni'den bilgi çalmaksa bunu yapmayacağım. Sizi desteklemem kendi işime ihanet edeceğim anlamına gelmiyor. Sizin için yapabileceğim tek şey Peperonni'yi ikna etmek.

-Ne için ikna etmek?

-Sizi desteklemek için. Fakat benim bunu yapabilmem için sizin de bana bir şeyler yapmanız gerekiyor.

Sigarasının sonuna yetiştiğinde ağzından çıkartıp attı. İşte asıl sormak istediğim soruya gelebilmiştim. Ve Kozan, bunu cevaplamaya öyle istekli kıvama gelmişti ki, vereceği cevapları özenle seçecek fakat gerçek hislerini de saklayamayacktı.

O şuan mantığıyla düşünmüyordu. Üst üste içtiği sigaralarda bulunan nikotinler dikkatini arttırıyor ama bu artış duygusal yönde oluyordu. Ona bir sıcak bir soğuk davranıyordum.

Benden, söyleyeceğim her kelimeden kendine yararı dokunacak bir detay yakalamak istediği için hevesi yüksekti. Fakat ben karışık cümleler kurup, sonra net bir dille olumsuzluk belirtince Ceyhun Kozan tamamen ruhsal olarak çaresizlik içine giriyordu.

-Benden ne yapmamı istiyorsun?

-Anlatmanı.

Kozan'a bakarken gözlerim kararmış görüşüm bozulmuştu. Belli etmemeye çalışarak yerimde kıvrandım.

-Neyi anlatmamı istiyorsun Red?

-Neden T.G.İ.F.'in başına geçmek istiyorsun?

Gözlerini benden çekip ormanlık alana baktı. Hazır bana bakmıyorken, parmak uçlarımla hızla şakaklarıma masaj yaptım. Sabahtan beri üst üste gelen olaylar silsilesi gerçek mana da başıma ağrılar sokmuştu.

Ve açlık midemde kramplara sebep oluyordu. Kozan başını bana çevirdiğinde zorla kendime gelmeye devam ettim.

-Orayı istemem de birden fazla sebep var. İtibar, güç, para, sahiplik. Biraz ortam, yeni insanlar.

-Bu saydıklarınız beni bile ikna etmemişken Peperonni için asla yetmez. Her güç ve para düşkünü insana neden yardım edelim?

Yanlış anlaşılmanın verdiği huzursuzlukla içini dökmeye hazır birine döndü. Beni ikna etmesi için biraz da duygusal oynaması gerektiğine emin olmuştu artık.

-T.g.i.f 'te ölümler olduğunu biliyorum, diye girdi konuya.

-Daha başa alayım. Seninle konuştuğumuz zamanı hatırlarsan sana genel alıcı olduğumu ve her ağacın meyvesinin yenmesi gerektiğini söyledim. Kimseyle düşmanlık yapmamanın senin için iyi olacağını da.

Fakat bu kadar iyimser olmak bana bir yerden sonra istediğim itibarı vermedi. Sadece alıcı olup mal alıp mal satan basit bir tüccardan ötesi olmak istedim. Mesela ahlaklı bir yönetici.

-Ahlaklı bir yönetici mi?

-Evet, öyle. Erdem Aker'i biliyor musun?

-Sadece isim olarak.

-Onunla tanışsan ne demek istediğimi anlarsın. Erdem Aker ahlaksız bir adam. Bencil, egoist ve kendi uçkuruna düşkün. Benden on üç yaş küçük otuz iki yaşında bir adam. Ama saygısız.

Onun karakteri elbette kötü olabilir. Ama bu karakter başka insanları etki etmeye başlarsa bu herkesin ortak sorunu haline gelir.

T.g.i.f ihtişamlı bir klüp. Pis işlerin en temiz haliyle yürütüldüğü ve temiz insanların da her gün gelip eğlenebildiği bir yer.

Erdem Aker, o genç serseri oranın kıymetini bilmiyor. Olgun bir kafada değil, yönetemiyor. Oraya gelen kıymetli alıcılara hak ettiği değeri vermiyor. Hatta işlerini bozuyor ve t.g.i.f'in değerini düşürüyor.

Karşımda oturup, İgima'nın pis paravan şirketini övüp durması sinirlerimi germişti. Ne zaman Erdem'den bahsetse gözleri koyulaşıyor ne zaman t.g.i.f'e gelse mesele gözleri parlıyordu.

-Henüz ikna olmadım, diye bir hatırlatmada bulundum.

-O zaman dinle, t.g.i.f 'te ölümler gerçekleşiyor. Cinayet desem daha doğru olur. Erdem piçi masum, haksız, iyi veya kötü fark etmeksizin keyfine göre orada ki çalışanları öldürüyor.

Erdem'in bu huyuna bizzat şahit olmuşken bir başka ağızdan duymamla tüylerim diken diken olmuştu.

- Buna kimse engel olamıyor mu?

Başını iki yana salladı.

-Hem yönetici olduğu için bir gücü var hem de keskin zekası yüzünden gücü var. Acımasız bir adam olduğu için hakkında söylenilen en ufak eleştiri de sen lafını bitirmeden bir bakmışsın ki ölüsün.

-İnanmıyorum, o kadar mı gerçekten?

Beni şaşırtmış olmasıyla gurur duydu.

-O kadar hatta daha fazlası. Ben onun koltuğuna göz diktiğimden beri bana savurduğu tehditlerin ardı kesilmiyor. Hiçbirinin de içi boş olduğunu sanmıyorum. Onunla oyun oynamak her yiğidin harcı değil bence. Üstesinden gelir miyim o yüzden emin değilim.

Onunla asıl oyun oynayacak kişi bendim. Ve Kozan'ın bu anlattıklarından sonra atacağım her adımı atmadan önce en az 10 kere düşünmem gerektiğini anladım.

- Şimdi sen söyle Red, Erdem Aker böyle bir konumu hak ediyor mu? Ya da daha güzel bir soru sorayım. Orada ki suçsuzlar bu işkenceyi hak ediyor mu?

Elimi dönüp duran başıma yaslayıp, derin düşüncelere dalmış gibi yapmaya başladım.

-PATRON!

Ceyhun'un sesini duymamla elimi indirip başımı ona çevirdim. Elinde bir tabak tutmuş bana gülerek yaklaşıyordu. Umarım adımı söylemez...

Bize yetiştiğinde durup ikimize baktı.

-Konuşmanızı mı böldüm?

-Yok sorun değil. Bir sorun mu oldu?

Ayaklarımı birbirine bastırıyor ve Ceyhun'a uyarıcı bakışlar atıyordum.

-Yoo, hiç bir sorun olmadı patron, deyip elinde ki tabağı masaya önüne bıraktı.

Tabak üzerinde büyük ekmek, iki şiş kebap ve salata duruyordu. Şaşkın gözlerle Ceyhun'a döndüm.

-Bu nereden çıktı be?

-Aşağıda gençler mangal yakmaya çalışıyordu. Ben de oturmuş onları izliyordum. Baktım bir türlü beceremiyorlar ben kalktım yaktım. Sana da getirdim.

Bir tabağa bir Ceyhun'a baktıktan sonra güldüm.

-Kusura bakma sana getirmedim. Patronumdan başkasını düşünmedim, dedi Ceyhun diğer Ceyhun'a bakıp.

- Hayır, sağ olun. Ben aç değilim zaten. Ve sanırım adaşız, deyip elini uzattı Kozan.

Ceyhun elini kıpırdatmadan Kozan'a boş boş baktıktan sonra Kozan utanıp karşılık bulamadığı elini geri çekti.

-Neyse Patron, bu tabak bitmiş olsun ben gelene kadar. Gitmek istersen de şu aşağı ki çardağın oradayım.

Yüzüme gülümsedikten sonra, Kozan'a ters ters bakıp yanımızdan uzaklaştı.

-Önünde yemek yemem ayıp olur mu?

-Hayır, lütfen ye. Yoksa o adam gelip beni suçlu bulacak gibi duruyor.

Onayıda aldıktan sonra açlıktan sırtıma yapışan mideme sonunda yemek gönderiyordum. Acaba Ceyhun'a beş yüz bin teklif etmekle az mı yapmıştım? Bence o bir milyonu da hak ediyordu.

-Dediklerimi düşündün mü?

-Henüz düşünüyorum, derken bir yandan da yemeğe devam ediyordum.

-Sen düşünürken hali hazırda bekleyen bir sorumu da sorabilir miyim?

-Sorabilirsin, deyip ağzıma lokmayı attım.

-Rahmetli Harvey'in bir karısı olduğu doğru mu?

Ve o lokma ben yutamadan boğazıma takıldı. Ardı ardına öksürüyordum. Gözlerimden yaşlar akarken Kozan bana su uzattı.

Kapağı açıp kafama diktim ve koca lokma boğazımdan kayıp gitti.

- Red İyi misin? Red, nefes alıyor musun?

Yanan gözlerimi Kozan'a çevirdim.

-İyiyim, lokmayı iyi çiğnemedim o yüzden. Her neyse.

Kozan bu soruyu gercekten meraktan sormuş gibiydi. Çünkü kimliğimi bilse sohbetin başından beri bunu açığa yanlışlıkla vurur bende anlardım.

-Magazinle mi ilgileniyorsun?

-Hayır, sadece duymuştum.

-Peki nereden duydun?

-Herkes bunu kulaktan kulağa konuşuyordu. Aslında Emir Aybeyaz'ın da Austin Seller'ı vurduğu konusunda da duyumlar aldım.

-İki söylediğiniz de doğru. -dedim istifimi bozmadan- Harvey'i sizin kadar bile olsa tanımıyorum ancak bir karısı olduğu haberi benim de kulağıma geldi. Diğeri ise kesinlikle doğru. Aybeyaz, Seller'ı vurdu.

-Peki dedektifin durumu şimdi nasıl?

-Gayet yerinde. Magazinle işiniz bittiğine göre asıl konumuza dönelim mi?

Tabakta ki son etleri de yedikten sonra, ağzımı sildim. İyice gerilmiş, üçüncü sigarasını yakmıştı o.

-Cümleleriniz kalbe dokunan türden, evet. Fakat herkesin kalbi benimki kadar yumuşak mı bilmiyorum.

-Bu ne anlama geliyor?

İçine çektiği dumanları üflemeyi unutuyordu. Boğulmasına ramak kalmıştı.

-Peperonni ile konuşmayı deneyeceğim.

Sigarayı ağzından düşürüp kısa bir alkış tuttu.

-Ama -dediğimde yine sustu- bu buluşmamızdan hiç kimseye bahsetmeyeceksin. Asla hemde Ceyhun Kozan, sizi tehdit etmek istemem. Ama aramızda ki samimiyete güvenip geliyorsam beni buna pişman etmeyin.

Başını iki yana sallamaktan kafası kopacaktı artık.

-Bana güven Red. Bu sırrımızı kimse bilmeyecek.

-Memnun kalırım, deyip ayağa kalktım.

-Öyleyse, benim size haber etmemi bekleyin. Eğer hiç haber almazsanız benden şüpheye kapılmayın. O zaman bilin ki sizi reddettiler.

Kozan'da benimle beraber ayağa kalktı.

-Geldiğin için çok teşekkür ederim Red. Bunun benim için ne kadar anlamlı olduğunu bilemezsin. Hele ki şu kara günlerde.

-Yardımım dokunursa ne mutlu bana, dedim seslice.

Fakat senin bana yardımın dokunacak sevgili her şeyden bir haber köstebeğim.

Elini önce o uzattı ben de karşılık verdim. Vedalaşan baş sallayışlarımızın ardından istediğimi elde etmiş halde yanından gülümseyerek arkamı döndüm.

-Red!

Başımın yarısını ona çevirdiğimde yanıma iki adımda geldi.

-Efendim?

-Bunu söyleyip söylememek arasında kararsız kaldım.

-Neyden bahsediyorsun?

-Benim, benim bir sevgilim var, dedi utanarak.

-Ne güzel, umarım mutlu olursunuz, diye tepki verdiğimde neden bundan bahsettiğini anlamaya çalıştığımı belli ettim.

-Evet, evet ama asıl söylemek istediğim, eğer kendini veya birilerini ikna etmek için sebep arıyorsan buna duygusal olarak çok sevdiğim ama yanında kendimi yetersiz gördüğüm sevgilimi etkilemek istediğimi de ekleyebilirsin.

Sanki kendi hakkında sakladığı önemli bir sırrı vermiş gibi diken üstünde duruyor ve benden dönüt bekliyordu.

-Olur, eklerim.

Deyip arkamı yeniden döndüm ve Ceyhun'un bana az önce bahsettiği yere doğru yürümeye başladım.

Arkamda bıraktığım adamdan uzaklaştığımda Ceyhun'un bahsettiği mangalcı gençleri gördüm ilk.

İki kız iki oğlan, bir çardağın yanında yere bez sermiş üstüne oturmuştu. Ceyhun ise, çardakta oturuyor ve onlarla konuşuyordu.

Yanlarına yetişmeme az kala, gençler dönüp bana bakmaya başladı. Biraz gerilmiş olsam bile onları es geçip,

-Ceyhun, diye seslendim.

Beni duyan Ceyhun, gençle konuşmasını sonlandırıp ayaklandı.

-Bitti mi işin?

-İstediğimi aldım.

-Gidiyor muyuz?

-Kalmak mı istiyorsun?

-Yok canım. Gençler kendinize iyi bakın, mangal için teşekkür ederim, deyip hepsiyle tek tek tokalaştı.

-Aa ben sizin tabağınızı yukarda ki çardakta unuttum, dedim birden.

-Sorun değil abla, alırız biz.

-Elinize sağlık, dedim Ceyhun da yanıma gelmişti.

-Ne demek yenge afiyet olsun. Zaten hepsini enişte yaptı, deyince çocuk sus pus oldum.

-Baya da yakışıyorsunuz. Enişte mangalı pişirirken resmen sana getirmek için en iyisini yapana kadar uğraştı.

Ceyhun'dan itiraz eder gibi mırıltılar gelirken birden koluna girdim.

-Yaa öyle mi yaptın enişteleri, dedim gülerek.

-Karmen uyma şu çocuklara, dedi sessizce.

-Hadi gidelim enişteleri, seninle yapacak işlerimiz var daha, dediğimde gençler tezahürata benzer ses çıkartırken ben de Ceyhun'u çekiştirerek yürüdüm.

Onlardan uzaklaşıp geldiğimiz yola yetişene kadar kolundan ayrılmamıştım. Arabamıza yetiştiğimizde önce binmek yerine incelemeye başladık.

Ceyhun'un aynası kırılmış ve yolda düşmüştü.

-Aynanın kırılması bir soruna yol açacak ise binmeyelim arabaya.

-Hayır, ben yine sürerim ama ceza yiyebilirsin.

-Sorun değil o zaman, deyip ön cama eğildim.

Nokta halinde kurşun deliği ve etrafına oluşan çatlaklar arabayı mahvetmişti. Ceyhun arka tarafa giderken ben de ona yetiştim.

Arka camda kurşunun geçtiği yer ön camdan daha kötü haldeydi. Tamponu ise bir kaç başka kurşunlarla parçalanmıştı.

-Bu arabanın tamiri sana fena patlayacak.

-Parası sorun değil, tamir edilsinde.

-Edilir ama dediğim gibi hem uzun hem pahalı olacak.

Omuzlarım düşmüş halde arabama bakarken Ceyhun yanıma gelip sırtımı sıvazladı.

-Canını çok sıkma, hallederim ben, dedi güven verici sesiyle.

-Harvey'in hediyesiydi. -derken gözümden bir damla yaş aktı- Bu hediyenin içinde ölebilirdimde.

-Ah be kadın, ah be yavrum.

Gözlerimi silmeme gerek olacak kadar ağlamadan hemen arabanın arka koltuğuna gidip geçtim. Ceyhun şoför koltuğuna oturmuş ona talimat vermemi bekliyordu.

-Evine mi gideceğiz?

Cebimden telefonu çıkarttım.

- Buna bir dakika sonra karar vereceğiz, dedim ekranı açarken.

-Ne yapıyorsun?

-Emir'e mesaj atıp buluşmak istediğimi söylüyorum.

"Emir, bir dakika bakar mısın?"

Mesaj anında görüldü olmuştu fakat yazması biraz uzun sürdü.

"?"

Ne yani dakikalardır bir soru işareti için mi bekletmişti beni?

"Seninle buluşup konuşabilir miyiz?"

Görüldü.

-Ne diyor?

-Henüz cevap vermedi, dedim suratımı asarak.

Ceyhun bir elini direksiyonun üzerine koymuşken bana dönmüştü.

- Onunla neden buluşmak istiyorsun sen?

-Barışmak için tabii ki, desem de bana inanmayan gözlerle bakmaya devam etti.

-Sadece bunun için mi?

Sertçe yutkundum. Hazar'ın bana dediği gibi biri miydim yoksa? Birisiyle menfaat ilişkim olmadığı sürece iletişim kurmuyor muydum?

-Yanımda yer almasını isteyeceğim, ona ihtiyacım var.

-Bahsettiğin oyun için mi?

-Evet. Oyun için.

-Yani kendine piyonlar topluyorsun, dedi kınayarak.

-Ceyhun. -nefes verdim- Benim intikamdan başka hiç bir düşüncem yok. Kabul etsem de etmesem de bu böyle. Ayrıca kimseyi piyonum olarak görmüyorum. Beni tanımıyormuş gibi konuşma.

Aynı imayı Ceyhun'unda yapması beni kırmıştı. Onlar bilmiyordu ama ben onların sandığından daha yalnız biriydim. 11 senedir kocası hariç başka biriyle konuşmayan birinin, kocasını kaybetmesinin ardından ne kadar profesyonelce davranabilirdi ki insanlara?

Emir için neler hissediyordum bilmiyorum ama kaçırıldığında ölümü bile göze alıp onu kurtarmıştım.

Ceyhun benim için şoförden başka ne idi tanımlayacak kelimelerim yoktu. Ama az önce o vurulmasın diye ben kendim vurulmayı tercih etmiştim.

Tüm bunlardan sonra bana sadece menfaat ilişkisi mi kurduğumu söylüyorlardı?

Elim daha yeni yeni silah tutmaya başlasa bile, karanlık dünyanın en cahil insanı olsam bile onlara karşı durup, masumların hayatını da kocamın intikamıyla beraber kurtaracağımı söylemiştim.

Bunu kimse görmüyor muydu? Nankör olan ben miydim yani en sonunda?

-Tamam ya, özür dilerim kadın. Lütfen böyle dalıp gitme, dalıp giderken de suratını asma.

Cevap vermeyip telefonuma baktım. Hala cevap yoktu.

-Karmen, -deyip eliyle burnuma dokundu- yavrum valla öyle bir şey demek istemedim ya. Hem seni öyle biri olarak görsem yanında ölümüne kalır mıydım?

-Anladım Ceyhun ama moralim bozuldu işte ne yapayım?

-Dilimi eşek arıları soksun emi, deyip önüne döndü.

Ve telefona bildirim geldi.

"Hayır Karmen. Sen kendi yoluna ben kendi yoluma. Buna alışsan iyi olur."

-Sikecem senin yolunu da benim yolumu da, deyip sinirle telefonumu yanıma attım.

-Buluşmak istemedi değil mi, derken arabayı çalıştırdı.

-Hayır istemedi. Yollarımız artık ayrı buna alış yazmış.

-Artık adamı nasıl delirttiysen nuh diyor peygamber demiyor.

Cevap vermeyip bir sonra ki hamlemi düşünmeye başladım. Eğer kafama bir şeyi koyduysam onu gerçekleştirene kadar vazgeçmeyecektim.

-Şimdi söyle nereye gidiyoruz?

-Benim evimin ana caddesine sür. Orada uzun zamandır gitmediğim bir yer var. Uğramak istiyorum.

Onaylayıp arabayı sürmeye başladı. Buluşacaktım, Emir'le isteğiyle veya istek dışı ne olursa olsun buluşacaktım. Ve onu gördüğüm ilk an özellikle gözlerine bakacaktım.

Çünkü o adam benim gözlerime baktığında, daha önce de şahit olduğum değişik bir hal içine giriyordu.

Ceyhun aynasız halde hiç zorlanmadan sürmeye devam ettikçe aklıma uçuk bir plan gelmişti.

Ve hemen telefondan Kızıl Kehribar'ı aradım.

"Sürtük?"

"Kehribar."

"Biraz daha geç aramış olsan Ceyhun Kozan ile işlerin ters gittiğini düşünecektim. "

"Yanılıyorsun, onunla işlerim tam da istediğim gibi gitti. Ayrıntıları sorma."

"O zaman beni daha başka bir sebepten dolayı aradın."

"Çok akıllısın. Senden bir şey isteyecektim. Zor ve tehlikeli bir iş."

Sustu, sadece hırıltılı nefes sesleri gidip geliyordu.

" Söyle bakalım sürtük. Ne istersen yapacağım."

"Bana seri katil bulabilir misin?"

Ceyhun ayarını kaçırmış gibi arabayı tekletti.

-Ne dedin sen az önce?

Ceyhun'a cevap vermeden önce Kehribar'ı duymak istiyordum. Eğer sandığı kadar akıllı ise ne demek istediğimi anlamış olmalıydı.

"Demek seri katil peşine düştün?"

"Kirli işlerimi yaptıracak biri lazım. Sen bulabilir misin onu söyle?"

"Ne zamana kadar?"

"Bu akşam olsun."

Hayret eder gibi tepki verdi.

"Bu kadar erkene bulabilir miyim bilmiyorum."

"Bence bulabilirsin Kızıl Kehribar. Sınırlarını zorla. "

"Zorlarım. Ne kadar pahalı olsun?"

"En pahalısını istiyorum."

Yine biraz durmuştu.

"En pahalısı."

"En pahalısı ve en iyisi Kehribar. Bu geceye ayarlamış ol."

"Onunla nerede buluşmak istersin?"

"Sakin bir restoranda. Palandöken'e ne dersin? Orada ki garsonlarda bizim karanlık konuşmalarımızı duymamızlıktan gelir mi?"

Palandöken Kehribar ile buluştuğumuz ve t.g.i.f meselesini konuştuğumuz yerdi.

"Ceplerini şisirirsen ne duyarlar ne görürler ne bilirler." Diye tavsiyesini verdikten sonra telefonu kapattı.

Ben de telefonu kapatıp cebime koyduğum anda hazırda bekleyen Ceyhun hararetle konuştu.

-Kadın ne oluyoruz? Seri katiller felan? Yoksa o it herif seni tehdit mi etti? O yüzden mi seri katil arıyorsun?

-Ceyhun, sakin ol canım. Kozan ile işler beklediğim gibi iyi gitti. Seri katil meselesi ise bambaşka bir şey.

-Karmen, sakin olamam. Yavrum akşam saatinde seri katille mi buluşacaksın bir de? Sana bir şey yapmaya kalkarsa? Nasıl güveniyorsun?

Dudak kenarımla güldüm.

-E sen boşuna mı yanımdasın? Sen korursun beni.

Direksiyonu sıkıca kavradı. Ve dişleri arasından,
-Sen dalga geçmeye devam et, dedi.

Akşam saatlerine giriş yapmıştık. Hava biz şehire yetişene kadar kararmış olurdu. Her adımımı her saniye planlamak beni yormuyor aksine zihnimi hiç olmadığı kadar diri tutuyordu.

Ve kendime şaşırıyordum. Aklıma bu planların gelmesi kendimden beklediğim hareketler değildi.

Radyodan açılmış olan kısık sesle çalan müzik ile sessizce yetişene kadar kafamı cama yasladım.

Arabama bakmaktan kaçınıyordum. O kocaman kurşun izlerini görmek moralimi bozuyor plan yapmama engel oluyordu. Duygusallık bu yolda ihtiyacım olan son şeydi.

Ceyhun benim mahalleme yetişmek üzereydi artık. Arabayı fazla şehir içinden geçirmiyor ara yolları tercih ediyordu.

-Şuralarda bir yerde park yeri bul, inelim, dedim.

Beş dakika sonra araba bir ara sokakta durdu. Arabadan inip ana caddeye yürümeye başladık. Daha doğrusu ben yürüyor Ceyhun ise takip ediyordu.

Beş dakika sonra hedefim olan yere gelmemle yüzüme gülümseme yayıldı. Tıpkı o gece ki gibi her karanlığa inat parlak ışıldayan bir yer.

RENGİN KAFE.

Kapının önünde durup içeriyi seyretmeye başladım. Sadece iki masada insan oturuyordu. Benim geçen gelip oturduğum pencere kenarı boştu.

Kapıyı ardına kadar itip bembeyaz renkte ki kafeye geçtim. Kapının üzerinde ki Zil iki kere hafifçe çalmıştı.

Ceyhun yanıma gelip etrafı incelemeye başladı. Ben de yerimde durmuş, o kızın gelmesini bekliyordum.

Çok kısa süre sonra, birden önümüzdeki rafların arkasından nefes nefese halde çıktı. Eli ve yüzünde un izleri duruyordu. Saçları hala kısaydı ve yüzü ise çok masum.

Onu bıraktığım gibi neşeli bir tatlılıkla beni görür görmez elinde ki eleği önünde ki masaya düşürdü.

-SEN! -diye bağırıp masanın arkasından koşarak çıkıp yanıma geldi- Sen, sen gelmişsin.

Sanki kırk yıllık arkadaşmışız gibi boynuma doladı kollarını ben de ona karşılık verdim. Sonra beni kendinen uzaklaştırıp vücudumu incelemeye başladı.

-Sağlamsın, diye çığırdı.

-Sağlamım, dedim otuziki diş sırıtırken.

-Kendine dikkat etmeni söylemiştim sana, dedi benden bir adım uzaklaşıp.

-Ben de dikkat ettim, dedim.

Derin bir nefes alıp verdi. Üzerinde çok tatlı bir hırka altında ise dizine kadar yetişen pembe bir etek vardı.

-Geleceğini asla ama asla beklemiyordum.

-Ben de öyle. Ama pastanın tadı damağımda kaldı, kahvende güzeldi. Bir daha neden gelmeyeyim ki dedim?

Ellerini birbirine çırpıp pastalarını gösterdi.

-Bir sürü çeşit pastam var. Hangisini istiyorsan onu sipariş et. Bugün bendensin.

-Ama ben-

-Biliyorum kimseye borçlu kalman istemiyorsun. Ama borçlu değilsin geçen sefer bana hesapta yazan paranın iki katı fazlasını verdin. Yani kasamda harcanmamış paran duruyor.

-Maden öyle, tamam öyle olsun.

Rengin bana eski yerimi gösterip oturmamı söyledi. Fakat biz giderken de Ceyhun hala yerinde put gibi durmuştu.

-Gelsene be adam, niye donakaldın, deyip kolundan tuttum.

-Burada ne işimiz var kadın ya, nasıl bir mekan burası?

-Pardon senin yaşlı olduğunu unutmuşum, bir dahakine kahvehaneye gideriz olur biter.

Suratını ekşitmiş olsa bile kolundan sürükleyerek oturduğum sandalyenin yanındakine de onu oturtturdum.

-Karşına otursaydım daha iyi olmaz mıydı?

-Anlatacaklarımı sana duyurmak için bağırmayacağım, dedim.

İkimiz oturmuş Rengin'in masamıza uğramasını bekliyorduk. O ise diğer müşterilerle işini güler yüzle hallettikten sonra nihayet masamıza gelmişti.

-Ne istediğine karar verdin mi, derken kağıdı kalemi hazır bekliyordu.

-Hayır, geceyi yine senin ellerine bırakacağım.

Memnuniyetle tebessüm edip not defterine bir kaç şey karardıktan sonra,

-Peki ya arkadaşınız, diye sordu.

-Kendisi Ceyhun. Yakışıklı ve bekar.

Rengin bal rengi gözlerini kocaman açıp bana baktı. Ceyhun ise başını aşağıya eğmiş hiç kaldırmadan masanın altından ayağıma ufak tepikler atıyordu.

-Şey, şey ben sipariş isteyecektim Karmen.

-Benim hatam özür dilerim. Başka bir sipariş istiyorsunuz sandım, dedim gülmemek için zor duruyordum.

Rengin ise ne olduğunu pek anlamamış halde şokuna devam etti.

-Neyse bana ne getireceksen Ceyhun içinde onu getir olsun bitsin.

Rengin kağıda iki çizik attıktan sonra seke seke mutfağa doğru gitti. Rengin'in gidişinin hemen ardından hiç bozuntuya vermeden durmaya çalışan Ceyhun'a döndüm.

-Tatlı bir kadın, değil mi?

-Bilmiyorum, bakmadım kadın, dedi kaşlarını çatarak.

-Neyse bırak şimdi bunları. Gelelim Ceyhun Kozan'a.

Ceyhun sandalyemin ayağından tutarak beni kendine doğru iyice çektikten sonra başını başıma kadar sokup, fısıldar gibi çıkan sesimi dinlemeye başladı.

-Sanırım Kozan'dan yana bir sıkıntımız olmayacak. Tahmin ettiğim gibi yardıma muhtaç ve manipüle edilmesi kolay birisi.

Ağzını aradım fakat Kızıl Kehribar ile iş birliği içinde olduğundan bahsetmedi bile. Ağzı sıkı, çünkü eğer sıkı tutmazsa başına geleceklerden korkuyor.

-Ya öyle biri değil de öyleymiş gibi gösteriyorsa kendini?

-Öyle yapsa bile ne kazanacak ki? Benim Karmen olduğumu ve onun savaşında arka planda olduğumu bilmiyor. Beni kandırması için hiç sebebi yok.

Ceyhun masada ki elinin parmak uçlarıyla hafif bir ritim tutmuştu.

-Yani iki saat konuştun ve onun uğruna oyun oynamaya hazır mısın?

-Elbette, ama onun uğruna değil Ceyhun. Burada ben kendi çıkarlarım için savaşıyorum. Kozan T.g.i.f'e geçerse, bu zor gününde ona el uzatan insanlara karşılığını vermeye de hazır.

-Ya geçtikten sonra değişirse Karmen? Ya sana içeriden bilgi sızdırmaz ise?

-Sence bu ihtimali düşünüp her şeyi riske mi atacağım? Onu tehdit edecek belgelerim olacak. Ve bu belgeler yeri gelecek onu yöneticilikten düşürecek yeri gelecek ona düşmanlar kazandıracak. Çok derine inersem ölüm infazına bile sebep olurum.

-Yani sonuç olarak ne diyorsun?

-Yani Ceyhun, arabayı hemen tamir ettir. Çünkü artık bu oyunu oynamamam için bir engel yok önümde.

-Ne oyunu, derken Rengin elinde ki tabakları masaya bıraktı.

-Bir kaç yalan dolan, diye karşılık verdim.

Rafa doğru uzanıp üzerinde ki iki bardak limonatayı getirip önümüze bıraktı.

-Oturmam da bir sorun var mı?

-Lütfen otur, dedim önümde ki sandalyeye onu davet ederek.

Tam karşıma geçip oturdu. Kısa bir anlığına birbirimize bakıp güldük.

-Geçen sefer ki gelişinde hiç iyi değildin. İçini yiyip bitiren bir sorun vardı. Onu halledebildin mi?

Aklıma Emir'i kaçırdıkları zaman gelmişti.

-Evet, halledebildim, dedim yaşanmışlıkların ağırlığı üzerime çökerken.

- Yine de yorgun duruyorsun, dedi yüzüme ilgiyle bakarak.

-İnsanın duygularından anlıyorsun.

-Sadece belirli insanlar için öyle.

-Belirli insanlar nasıl oluyor?

-Gerçek duygularını bastırmaya çalışıp aslında daha fazla gün yüzüne çıkaran tipler. Ben görmesem bile siz çoktan göstermiş oluyorsunuz.

-Ne desem bilemedim, deyip kekime çatalımı soktum.

Ceyhun gıkını çıkarmadan kendi pastasını yiyor ve başını tabaktan ayırmıyordu.

-Buraya sık sık gelecek misin?

-Yolum düşerse gelmeye çalışırım.

-Seni her zaman bekliyor olacağım.

-Rengin, benimle nasıl anlaşıyorsun? Ben senin aksine cıvıl cıvıl biri değilim.

-Herkesin cıvıl cıvıl olması gerketiğini kim demiş ki?

Yine lafı ağzıma tıkmıştı. Bir kaç kelime, sadece bir kaç kelime ile sanki uzun sohbetler ediyormuşuz havasına girebiliyorduk.

Rengin konuşkan bir tipti ama boş laf çıkmıyordu ağzından. Dedikleri kalbime dokunduğu için belki beni bu kadar etkiliyordu.

Kısa sessizliğimizin ardından arkamdan gelen kapı açılma sesi ile Rengin ayağa dikildi.

-Kusura bakma, müşterimle ilgilenmem gerekiyor. Sizi yalnız bırakayım hem, biz yine konuşuruz, diye mahçup mahçup konuştu.

Ağzımda kek olduğu için konuşmadan kaşlarımla sorun olmadığını belirtiyordum. Rengin, yüzüne tatlı bir gülümseme takınıp yanımdan süzülüp gitti.

Ceyhun ve ben de sessizce pastalarımızı yerken,

-Vay vay, kimleri görüyor bu gözler, dedi Rengin.

-Bir kahve versene, dedi yeni gelen müşteri.

Ve o anda Ceyhunla göz göze geldik. Lokmamı çoktan yutmuştum ancak boğulma hissi boğazımı düğümlemişti.

Çatalı elimden tabağa bırakıp anında dolan gözlerimle, gözleri zeytin kadar koca açılmış Ceyhun'a baktım.

İkimiz birbirimize sokulmuş halde göz göze duyduğumuz sesi sorguluyorduk.

O Emir'di.

Gelen Emir'di.

Emir Aybeyaz şimdi arkamda duruyordu.

Emir şimdi arkamda, Rengin'den kahve istemişti. O buraya gelir miydi? O burayı nereden biliyordu? Emir neden gelmişti? Neden Kahve istedi?

Sesi neden boğazından geliyordu? Arkamı dönüp bakmalı mıydım? Beni fark etmiş miydi? Ne yapacaktım?

Ellerim ayaklarım nöbet geçiriyor gibi titriyordu. Gözlerimden yaşlar sessiz ama hızla akıp gidiyordu. Ceyhun varlığını belli etmek istemeyerek sessizce elleriyle dizlerimi, kollarımı tutuyordu.

-Sakin ol, sakin ol, diye fısıldadı kulağıma.

-Burada, dedim zar zor çıkan sesimle.

-Biliyorum, biliyorum yavrum sakin ol. Sakin ol, kendine gel.

Yalvararak konuşuyordu kulağıma. Ben başımı bir santim bile çevirmiyordum arkaya. Sadece konuşmalarına kulak vermekle yetindim.

-Kahveni vereceğim ama istersen önce masaya otur. Şu haline bir bak, felâket durumdasın. Sana neler oldu?

Bu Rengin'in Emir'le ilk konuşması ve ilk görüşü değildi. Sanki onu çok iyi tanıyormuş gibi görmeyeli diyor, halinin kötü olduğunu anlıyordu.

-Şimdi olmaz Rengin. Kahvemi ver gitmem gerek.

Sesi öyle yorgun öyle ağır çıkıyordu ki, kalbimi üzüntüden yıkıyordu.

-Hayır dedim ya, otur şu masaya. Hadi müşterim var bana zorluk çıkartma.

Emir gitmesi gerektiğini üstelemeden adım attı ve bir sandalyeyi geriye çekip oturdu. Göz ucumla ancak Rengin'e bakıyordum. Elinde bir bardak kahve almış, telaşla Emir'in sesini geldiği yere doğru gitmişti.

-Neyin var anlat, diye sordu.

-Bir şeyim yok, dedi Emir.

-Hayır var, aptal mı kandırıyorsun? Şu haline bak, sokak serserisi gibi giyinmişsin. Siyah siyah, kapşön bile takmışsın.

Rengin konuşuyor ancak Emir sessiz kalıyordu.

-Bana bak, -bir an sonra- yüzünün hali ne böyle? Uyumuyor musun? Yoksa kavgalara mı karıştın? Emir, neler oluyor? Seni son bir haftadır görmüyorum. Ve bir hafta sonra geliyorsun tabii resmen bambaşka birine dönüşerek.

-Son bir haftam bok gibiydi, dedi acıyla.

-Senin, deyip sustu Rengin.

Bu sefer neyi fark etmişti Emir'de?

-Senin derdin uyku veya kavga değil. Sen, sen üzgünsün, öyle şaşkın söylemişti ki bunu.

-Üzgünüm, diye tek hamlede tasdikledi kadını.

-Seni böyle üzen şey ne?

-Şey değil biri, dedi çekinmeden.

Renginle her zaman böyle oturup dertleşir miydi? Benimle hiç yapmazdı. Bana duygularından yok denilecek kadar az bahsederdi.

-Biri mi? Seni bir insan mı üzdü? İnanılmaz Emir bu an tarihe geçmeli.

-Gerek yok, çünkü zaten unutabileceğimi sanmıyorum.

-İstersen bu gece bana gel, demesiyle yüzüm kirece döndü.

Yaşadığım ani şoku hisseden Ceyhun, kolunu sırtıma dolayıp başını yine yüzümün önüne kadar eğdi.

-Kendine hakim ol Karmen, lütfen sakin ol. Bırak konuşsunlar, onları duyma.

-Bu gece siparişte ben yokum.

-Ne olur yani? Evimi biliyorsun, sık sık geliyorsun. Sadece sipariş için gelmesen bir kere ne olur? Sevdiğin oyunu oynarız. Hem bu sefer hile yapmam.

Gözlerim cayır cayır yanıyordu. Kulaklarımda tiz bir çınlama yankılanıyor beynim uyuşmuşa dönüyordu.
Kendi aralarında ettikleri bu sohbetin amacı neydi?

Onlar arkadaş mıydı? Dost muydu? Yoksa bir aşk ilişki içinde miydiler? Rengin denilen kadın Emir hakkında nasıl bu kadar bilgiye sahipti?

En sevdiği oyun mu? Emir oyun mu seviyordu? Emir iş harici havadan sudan konuşmayı bilen biri miydi?

Ama neden benimle her zaman iş konuşmuştu? Neden benimle oyun oynamak yerine dövüşmeyi tercih etmişti? Beni asla arkadaşı olarak görmemişti demek ki. Ben onun için bile sandığım kadar değerli değildim.

Ben onun gözünde neydim? Kimdim? Ne ifade ediyordum?

-Hayır dedim Rengin, bu gece veya sonraki geceler olmaz. İşlerim var.

-Bir dakika, o göğsünde ki leke ne? Emir, o kan lekesi mi?

Emir Rengin'in kendine uzatılmış elinden kurtulmak ister gibi sandalyesini yerde sürterek geriye itmişti.

-Neden göğsünde kan lekesi var?

-Yanlışlıkla kestim Rengin, endişelenme.

Ne kadar nazik. Rengin'e karşı ne kadar nazik. Ben ona bu kadar hesap sorsam bir yerde cevap vermeyi bırakıp terslerdi.

-Ceyhun, diye inledim dudaklarımın arasından.

-Efendim yavrum, ne oldu? Söyle.

-Dayanamıyorum, olmuyor kalbim parçalanacak gibi Ceyhun, olmuyor.

Ceyhun hala belimde duran kolunu daha sıkı sarıp eliyle çenemin altını nazikçe okşadı.

-Dinleme kadın, duyma onları. Dinleme gerek yok. Sen kendi işine bak. Boşver. Tamam mı? Hı?

-Gitmek istiyorum.

-Ama şimdi kalkarsan seni fark edecek. Duyduğunu anlayacak, ağladığını görecek. Yavrum, az daha sabret zaten kalkacak gibi. Olmaz mı?

Ceyhun'un sesi çok naif ve acıyarak çıkıyordu. Bana dokunmaya kıyamadığı biri gibi davranıyordu.

Onları dinlememeye çalışsam bile tam arkamdan gelen seslerden kaçmıyordum.

- Seni böyle kimlerin üzdüğünü hala söylemedin.

-Kimler değil, kim. Beni bu hale sadece bir kişi getirdi.

-Vov, yani şok oluyorum Emir. Senin kalbinin kırılacağı kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

Acı bir gülüş attı.
-Yaşayana kadar benim de aklıma gelmemişti.

Derin derin nefes alıp verirken kendimi dizginlemeye çalışıyordum. Telefonum cebimde titreyince hemen çıkartıp mesaja baktım.

Kızıl Kehribardan bir yeni mesaj.

"Seri Katil buluşmayı kabul etti, Palandöken restorantta yarım saat sonra. Orada ol. Senin kim olduğunu bilmiyor."

Ceyhun telefonu elimden alıp mesajı okudu.

-Çok iyi, çok iyi şimdi kalkıp gideriz. Biraz daha dayan.

Başımı bir kere salladım. Mesajı okurken Emir ve Rengin'in ne konuştuğuna odaklanmamıştım. Ve çok geçmeden Emir, kapıyı açıp çıkıp gitti. Emir'in gidişinin hemen ardından ben ve Ceyhunda ayaklanmıştık. Hesap ne kadardı yine bilmiyorudum. Fakat Rengin hazır mutfağa geçmişken cebimden para çıkartıp masaya bıraktım ve orayı kaçar gibi terk edip çıktım.

Sanırım o kadınla konuşacak kadar iyi değildim şuan. Yolda yürüyüp ara sokakları geçtikten sonra park halinde ki arabamıza bindik. Ceyhun benim için tek kelime etmeyip direkt konuma doğru sürmeye başladı.

Duyduklarım zihnimin içinde cirit atarken, kalbim ağıtlar yakıyordu. Emir, ona ne kadar öfkeyle siktiri çekmiş olsam bile benim için paha biçilmez bir insan haline gelmişti.

Onunla armada güzel bir ilişki olacağına dair inancım tamdı. Her zaman sohbet etmeye çalışıyor veya şakalar yapıyordum. Ama o bana asla böyle karşılık vermiyordu.

Ya veriyordu ama bir ciddiyet her zaman vardı arada. Bunun sebebi beni kendine Rengin kadar yakın göremeyişi miydi?

-Karmen düşünme artık be kızım, belki kafandan geçtiği gibi değildir.

-Ne değildiri Ceyhun. Duydun, onunla sohbet ediyordu iki medeni insan gibi. Ya ben ondan azar işitmeden durmadığım bir anı bile zor buluyordum. Ben, ben onun için- Siktir et Ceyhun. Sen arabayı sürmeye bak.

Düşünmeye kısa bir süre ara vermiştim. Üzerinde durulması gereken daha mühim konu birazdan gerçekleştireceğim buluşmaydı.

Bir seri katil istemiştim. Peki neden? Kimi öldürmek için? Planımın hangi parçası için? Ben biliyordum, zamanı gelince bunu sesli olarakta düşünecektim.

Araba durmuştu.

-Seninle geleceğim, dedi Ceyhun kemerini soyup.

-Hayır bu benim buluşmam. Benim işim, kendim giderim.

-Seni bir seri katilin eline, kendi ellerimle teslkm etmeyeceğim Kadın. Ben de geleceğim.

-Patronculuk mu oynamak istiyorsun Ceyhun? Bana güven. Üstesinden gelirim. Hem zaten ben bu yola, beni elbet birileri zora düştüğümde kurtarır kafasıyla girmedim. Ben, beni elbet birileri yaralayacak ona göre yaşamalıyım kafasıyla girdim.

Ceyhun dilini ağzının içinde yuvarlayarak kendini geriye bıraktı. Benimle gelmemesine ikna etmişken hemen arabadan atlayıp kapıyı kapattım.

Kendimden emin adımlarla, sanki az önce ağlamamış gibi yürüyüp kapıdan içeri geçtim. Beni karşılayan üç farklı garson vardı. Cebimde ki paranın yarısını çıkartıp ellerine tutuşturdum.

-Özellikle benim oturduğum masanın etrafına başka hiç kimseyi oturtturmayın. Misafirim geldiğinde, onu bana yönlendirin.

Başını sallayıp "emredersiniz" dedikten sonra iç tarafa doğru gittim. Dışarıda ki karanlık manzaraya bakan masaya sırtım girişe dönük halde oturup beklemeye başladım.

Kalbim ağzımda atıyordu evet ama yüzüm öyle buz gibiydi ki, bu halimi Rengin bile anlayamazdı.

On dakika sonra arkamda bir kişinin adım attığını duydum. Sesler gittikçe bana yaklaşıyordu.

Tak, tuk, tak tuk...

Nefes alış ve veriş. Tekrar alış tekrar veriş.

Bir insanın varlığını belli eden her ayrıntı. Derin bir yutkunuş ve duruş.

Masaya yetiştiğini belli etmek için iki tane kıytırık öksürme.

Ve sırtı dönük olan benim yerimde yavaşça ona doğru dönüşüm.

Göz göze geliş.

İtiraz, red, inkâr, haykırma, nefret, şaşkınlık, kırgınlık, geri adım atma, yerine çakılma, nefesin hızlanması, sürekli olarak salgılanan hormanlar, insan tabiatının en zayıf anı, beklenmedik bir olay anında ne yapacağını bilememesiydi.

Ben onun geleceğini zaten biliyordum. Ama o karşısında beni bulacağını asla tahmin edemezdi.

- Hoş geldin Tetikçi Emir Aybeyaz. Kiralık katilim olmaya hazır mısın?

22. BÖLÜM SONU

 

BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ???

 

Ay geç kalınmış ama sonunda gelmiş olan o bölüm. Geç kalma sebebim moralimin biraz bozuk olmasıydı. Kendimde yazacak hal bulamamıştım

 

Sizce Klasik arabada ki kim?

 

Emir Ve Karmen arasında neler olacak?

 

Rengin ve Emir nereden tanışıyor ve aralarında ne tür bir ilişki var???

 

Ölümcül oyun tüm hızıyla devam ediyorrrrr, gelecek sahneler için çok heyecanlıyım.

 

Sınır ; 70 vote ve 300 yorum 💕

 

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE

 

 

Loading...
0%