Yeni Üyelik
26.
Bölüm

23. BÖLÜM - YANDAŞLAR

@shorosharpen

 

Beni affet bu gece
Sadece duy istedim
Ellerini elimde
Biraz tutmak istedim

 

Kar eriyince
Beyaz kalır mı gece?
Umut tükenince
Yine çarpar mı bir kalp?
Ah, düşünce
Gülümser mi çocuklar?
Düşler bitince
Başlamaz mı kâbuslar?

 

Sen unutsan ben unutmam
Ben unutsam aşk unutmaz
Bir yara bu, hiç kapanmaz
Kalbimde hep kanar, yanar içimde

 

Avuçlarında kalbimin kırıkları
Yüzümde paramparça bir acı
Ama son bir kere
Son bir kere
Duymalısın sözlerimi
Görmelisin gözlerimi

 

Beni affet bu gece

 

Beni affet bu gece - Cem Adrian

 

- Hoş geldin Tetikçi Emir Aybeyaz. Kiralık katilim olmaya hazır mısın?


❤️⛓️🖤

Saatler önce Kehribar'a "bana kiralık katil ayarla, en pahalısı olsun" dediğimde Emir'den bahsettiğimi anlamış ve bana onu ayarlamak için epey zora girmişti.

Emir Aybeyaz, son bir haftadır piyasaya girmiş olmasına rağmen kiralık katil olarak çok rağbet gören biriydi. Nasıl olmasın ki?

Peperonni'nin eski prestij sahibi üyesi, karanlık dünyanın en iyi silah kullanan tetikçisi.

Bu iki cümle, ona iş için binlerce lira baymaları için yeterli bile.

Peki ben onu neden çağırmıştım? Gerçek bir cinayeti Emir'in işlemesi için mi? Ona para verip pis işlerimi mi yaptıracaktım?

Hayır, onunla sadece konuşmak istiyorum. Ama benimle buluşmasının bundan başka yolu yoktu.

Fakat benimle sebepsiz yere oturup sohbet edeceğini de sanmıyordum, sahte bir hedef koyardım dilime. İşe yaramayacaktı biliyorum.

O yüzden çaresizim. Ve aklımdan ağzıma kadar gelen her bir düşünceyi söyleyecektim.

Gelir gelmez ona sunduğum teklifimden sonra ki şaşkınlığı paha biçilmezdi. Gözlerinden şerit gibi geçip giden hisler, karşısında beni bulmasıyla harmanlanınca Emir, bir kez daha deliye dönmüştü.

Pasif agresifti bu sefer. Bağırıp çağırmıyor ancak onu aratmayacak halde bakıyordu.

Ayakta dikili kalmıştı. Üzerinde kafeye geldiğinde giydiği aynı şeyler vardı. Siyah pantolon, siyah tişört, siyah kapşonlu Hırka. Ve kapşönünü başına geçirmişti.

İlk işim Rengin'in bahsettiği kan lekesini aramak oldu. Gözlerim göğüs bölgesinde gezinirken sol üst tarafında bende siyahlara karışmış o lekeyi görmüştüm.

Emir'in umursadığı son yerden gözlerimi çekip onu incelemeye başladım. Buraya geldiğinde dik olan omuzlarına beni gördüğünde çöküntü basmıştı. Üst üste giydiği siyahlar yüzünden bedeni hakkında yorum yapamadım.

Ancak yüzü, sabaha kadar anlatılırdı. Yabancı gözler yuvalanmıştı deliklere. O gözlerde nefret, kırgınlık, vahşet vardı. Göz çevreleri halkalanmış, morarmıştı. Uyumuyordu.

Sakalları son gördüğüm haline göre uzamıştı. Dudaklarında kuruluk, yüzünde solgunluk ile hasta bir adama benziyordu.

Belki bulunduğu yerden, olduğu kişiden, yaptığı işten nefret eden bir adamdı.

-Sen, diye oyuna getirilmiş olduğunu fark eden öfkeyle fısıldadı.

Sadece ilk anda gözlerime bakmış ama sonrasında hemen kaçırmıştı.

-Lütfen otur, dedim çok sakin bir şekilde.

Ama içimde kopan fırtınalar beni yerle bir ediyordu.

Başını iki yana sallayıp, sıkıntılı nefesler verdi. Sanırım benimle canlı olarak buluşmaya henüz hazır değildi. Benimle oturup konuşmaya cesareti mi yoktu yoksa hevesi mi?

-Sen. -diye tekrarladı- Sen...,gözlerini açıp kapıyor ve nefeslerini dizginlemeye çalışıyordu.

Bu anımız bana, ona ihanet edişimin ardından sonra ki geceyi hatırlatıyordu. Karşısında bulacağı gözlerden korkup bakamayan adam ve adamın gözlerine bakmak için hasret çeken kadın.

Fakat durumlar yüz seksen derece dönmüştü. O gece Emir, benimle konuşmak için her riski göze alırken şimdi benden kaçmak için yapıyordu bunu.

-Emir. -dediğimde bedeni ürperdi- Emir, lütfen oturur musun? Sana bir iş teklifinde bulundum.

Ağzından sinirle hafif bir gülüş sesi çıktı. Gözlerini gözlerim hariç yüzüme çevirip, sert, soğuk, fakat alev alev kızgınlıkta yanan ses tonuyla tek bir cümle etti.

-Ben sana çalışmam Karmen.

Kendini net ifade edişinin hemen ardından arkasını dönüp geldiği yoldan geri gitmeye başladı.

Sandalyemden fırlayıp hemen yanına yetiştim ve onu kolundan tutup durdurmaya çalıştım.

-Bana arkanı dönüp gidemezsin Emir.

Emir kolunu tiksinir gibi çekip benden iki adım daha uzaklaştı.

-Giderim, dedi kendi önüne bakarken.

Onu bu saatten sonra durdurmam yüzde doksan dokuz imkansızdı. Ne iş teklifimi kabul edecek ne de benimle oturup kavgamızı çözümleyecekti.

Ama ben yüzde bir ihtimal üzerine oynamaz isem. Ona menfaat borcunu hatırlatarak.

-Gitmeyeceksin Emir.

Elimi yine koluna uzattığımda, hızla kendini geriye attı. Ona en ufak temasta bulunmamı bile istemiyordu.

-Beni kim durdurabilir ki, derken sesi alay eder gibi çıkmıştı.

Ve cevap beklemeden yeniden yürümeye başladı. Peşinden gitmedim, çünkü söyleyeceğim şeyin onu durduracak kadar etkili olduğunu biliyordum.

-Bana borcun var.-diye bağırdım anda adımı kesildi- Bana hem maddi hem manevi borcun var Emir.

Bu konu, şu duruma düşmesem asla bahsetmeyeceğim bir meseleydi. Hele ki borç adı altında. Çünkü ben Emir'i ölmek üzereyken kurtardığım o zamanı, ona verdiğim paraları, onun için yaptığım her şeyi asla kendi haneme iyilik artısı diye eklemiyordum.

Bir kez daha onun canını kurtarmam gerekirse bir kez daha kurtarırdım. Ve isterse bana dünyanın en kötü insanı olsun, bunu kendi başına kalkmazdım.

Ama şu durumda bu reziliği yapmam gerekiyordu. Başka türlü durmazdı.

Durduğu yerden göz ucuyla yavaşça bana baktı.

-Durmak zorundasın çünkü bana borcun var. İki büyük borç, önce hangisini kapatmak istersen kapat. Ama bana borçlusun. O yüzden ben seni çağırmışken gidemezsin.

İkimiz birbirimizden uzakta sessizce durduk. Emir'in kendi içinde bir iç savaş verdiği aşikardı. Çünkü giderse gururu ezilirdi. Kendi canını kurtaran kadın, bunu yüzüne vurup karşılığını istediğinde gidilecek yolların sayısı sadece bire inerdi.

O da, borcunu kapat olurdu.

Gözlerim hala Emir'deyken ayakta durdukça titreyen bacaklarıma üst gelemeyip kendi sandalyeme geçip oturdum.

Benden bir dakika sonra Emir, başını yerden kaldırmadan sakin adımlarla masaya gelip karşıma oturdu.

Ellerini kaldırıp masaya koyduğunda, siyah, deri eldivenler takmış olduğunu gördüm. Ellerine kan bulaşmasını engellemek için mi veriyordu bu hassas çabayı?

- Kimi öldürmemi istiyorsun?

Diye direkt sorunca afallayıp sustum. Ona verecek bir ismim yoktu ki henüz. Emir gözlerini siyah eldivenli ellerine dikmiş, sükunet içinde isim bekliyordu.

-Bana öldürmem gereken kişinin ismini ver Karmen. İki saat sonra cesedini alırsın. Sonra sana olan borcum kapanır ve, -deyip yutkundu- ve sonra sen kendi yoluna, -bir kez daha sertçe yutkunmuştu- ben kendi yoluma.

Bu cümlenin ağırlığı söylerken değil, bir başkasından duyarken eziyordu insanı. Tükürüğümü yutup, kuruyup diken gibi batan boğazımı yumuşatıp ellerimi Emir gibi masaya koydum.

Emir göz ucuyla benim ellerime bakmaya başlamıştı.

-Sana vereceğim ismi birden söyleyip öldürmeni istemeyeceğim. Onu öldürmek için önce buna zemin hazırlamam lazım.

Gözlerini ellerimden çekti.
-İstediğin zemini hazırla, istediğin ana kadar bekle onu öldüreceğin zaman ise bana ismini ver, öldüreyim.

Benimle bu konu için tartışmaya bile girmiyordu. Kimi öldürmesini istediğimi merak etmiyordu. Ne işlere bulaştığımı, ona nasıl ulaştığımı.

Ya da beni merak etmiyordu. Başını kaldırıp bir an bile olsa bana bakmamıştı. O günden sonra neler olduğunu, nasıl kaçtığımı veya Erdem ve Kozan savaşında ne yapacağımı sormuyodu.

Ya benden iplerini tamamen kesmiş ya da öyleymiş gibi davranmakta çok iyi rol yapıyordu.

-Başıma kalkacak başka borcun kalmadıysa kalkıyorum, deyip ayaklandı.

Başımı ona çevirip,
-Kendine layık gördüğün hayat bu mu, diye sordum.

Yerinde durup çenesini sıkarken, masaya değen elini yumruk yaptı.

-Sen ne zamandan beri parayla insan öldüren biri oldun? Ne zamandan beri ellerine eldiven takıyorsun? -masadaki elini kendine doğru çekti- Seri katillik, kiralık katillik, suikastçilik yapmaya başlamışsın.

İnsanları öldürüyorsun, kalbe saplanan tek kurşunla. Herkesten kaçıyorsun. Telefonları açmıyorsun. Şu haline bak, kendini mahvetmişsin. Neden seçtiğin yol bu oldu Emir?

Sustum, o zaten suskundu. Yüzünün yarısını görüyordum sadece. İri vücudu dimdik tepkisizce ayakta dikilmişti.

Derin bir nefes alıp karşımda ki sandalyeye geri oturdu. Başını kaldırmadan ellerini masanın üzerine koydu. Ve önce sağ sonra sol elinden siyah eldivenleri yavaş yavaş soyduktan sonra cebine koydu.

Çıplak kalan elleri beyaz değildi. Eklemlerinin hepsi kanlı sıyrıklarla doluydu. Sağ avuç içinde derin bir kesik vardı.

Siyah eldivenin sakladığı şey yaralarıydı. Masanın altında ki elimi yavaş yavaş çıkartıp onun eline götürdüm.

Daha ben parmaklarına yetişmemişken beni fark edip ellerini kendine doğru çekti.

-Sen benim seçtiğim yollar hakkında, hak ettiğim hayat hakkında yorum yapacak en son kişisin Karmen.

Ağzından böyle laflar dökülüyordu ancak daha yüzüme bakacak cesareti bile yoktu.

-Ve unuttuysan hatırlatıyım, bana o gece bastıra bastıra ismim yerine tetikçi diye sesleniyordun ya, tetikçiler işte tam olarak bunu yapar Karmen. Madem Emir yerine tetikçi Aybeyaz'ım o zaman öyle davranayım.

-Nereye kadar?

Sözleriyle yaralıyordu beni. Sesim yüksek değildi, hayır normal bile değildi. Kısık ve halsizdi.

-Tekrar Emir olduğumu hissedene kadar.

Sanırım bir şeyleri itiraf etmemin zamanı gelmişti. Çünkü ben onu buraya seri katil olarak çağırmıştım, ona yine tetikçi Aybeyaz olduğunu hatırlatarak.

-Seninle sadece iş için buluşmak istemedim Emir, dedim.

Ellerinde ki gergin hareketlenmeyi gizlemek ister gibi masanın altına indirdi.

-Ben ise sadece buraya iş için geldim. Karmen, seninle başka bir mesele hakkında konuşmak isteseydim önce ki çağırmanda gelirdim.

-Biliyorum, ama lütfen beni sadece beş dakikalığına bile olsa dinle.

-Boşuna kendini yorma, benim de vaktimi çalma. Deminden beri naziklik olsun diye çekip gitmiyorum. Yoksa sözünün sonlarını duymaya meraklı değilim.

-Biliyorum, öfkelisin, derken aniden lafımı kesti.

-Öfkeli değilim. Öfkeli değilim Karmen, o sonüp gitti.

Ne yazık ki bunu duymak bana iyi gelmemişti. Öfkesiyle yaptığı hareketlerden daha sonra pişman olurdu Emir. Ama şimdi öfkeli değilse ve bu yaptıklarını bilinçli olarak yapıyorsa onu bu küskünlükten vazgeçirmek hiç kolay olmayacaktı.

-Nasıl hissettiğini bilmiyorum Emir. Ama kendimin ne hissetiğini çok iyi biliyorum. Hissettiğim tek şey sana ihtiyacım olduğu.

İlk tepkisi gözlerini sıkıca kapamak olmuştu. Omuzları kasılmış, başı yavaş bir ritimle sallanmıştı. Bana bunu söyleyeceğimi söylemişti zaten ama duymayı gerçekten beklemiyordu.

-Tetikçi Aybeyaz'a değil, Emir'e ihtiyacım var.

Histerik bir gülüş atmıştı. Ama hala bana karşılık vermiyordu. Devam etmem için son fırsatımdı bu.

-Yanımda yer almanı istiyorum.Yandaşım olarak. Erdem ve Kozan savaşına çoktan katıldım ve oyuna başladım bile. Yardımına ihtiyacım var.

-Hani Tetikçi Aybeyaz'a değil de-

Daha sözünü bitirmeden sonunun ne olduğunu bildiğim cümleyi tamamlamasına izin vermedim.

-Varlığına ihtiyacım var. Düştüğümde bir elin uzatılacağına emin olmaya, arkama bakmadığımda birinin kollayacağına emin olmak istiyorum.

-Ve bu saydıklarını yapacak kişi ben miyim?

Dilimi ağzımın içinde yuvarlayıp durdum. Emir'e nasıl kelimeler kullanmam gerektiğini bilmiyordum. Onu benimle barışmaya nasıl ikna edecektim ki?

Utanarak,
-Evet, tabii ki sensin. Senden başka kimse olamaz, dedim.

Yine az önceki gülüşünü attı.

-Neden? -derken sesim korkudan titriyordu- Neden cevap vermiyorsun Emir? Sen ne diyorsun? Evet o gece aptalca bir tartışma içindeydik. Ama, geçti. Ben unuttum, ben bu küslüğe daha fazla dayanamıyorum da.

Ondan resmi bir şekilde özür diliyordum, yaşadığım acının üstünü örterek anlatıyordum. Unuttum diyordum ama kalbimin yokluğuyla hırpalandığını söylemiyordum. Acıtasyon içine girmek istemiyordum.

-Emir?
Diye seslendim yine. Başını lokantadan bana doğru çevirdi. Gözleri üzerimdeydi ancak bana tam olarak bakmıyordu. Onun gözlerinde acıyan birini görmüştüm, ama bana değil kendi haline acıyor gibiydi.

Yaralı eliyle boğazını biraz ovduktan sonra, kendini dikleştirdi. Konuşma sırası artık ondaydı.

-O geceyi hatırlıyor musun Karmen? O siktiğimin gecesini hatırlıyor musun?

Konuşmama izin vermiyordu benden cevap istemiyordu. Tek derdi o geceden bu geceye kadar içine dolup duran acıları taşırmaktı.

-Şahsen ben, -burnundan soludu- unutamıyorum. Tekrar tekrar hatırlıyorum. Yattığımda, kalktığımda, yürürken, öylesine otururken; her dakika her saniye, her an tekrar tekrar, tekrar tekrar -diye bastırdı- hatırlıyorum.

Beni siktir edişini, benden vazgeçişini, yoluna benimle devam etmek istemeyişini, beni dostumun intikamından uzak tutuşunu, ne halin varsa gör deyişini, kendini gebert deyişini, sürün deyişini... Hım? Sen söyle Karmen, unutmuşa benziyor muyum?

Burnumun direği sızlıyordu. Ağlamamak için dilimi ısırıyordum.

-Kin tutan biri değilim, ama unutamıyorum. Çünkü sen Karmen bu söylediklerini öfkeyle söylemedin. Öfkeyle söylemiş olsaydın bu kadar zoruna gitmez, bu kadar mahvolmazdım.

Sen bunları, -derken susup yutkundu. Derin bir hayalkırıklığına uğraşmıştı- içinden geldiği için söyledin.

-Hayır, diye inkar ettim.

-Evet. Evet Karmen, ben o gece hata yaptım. Kabul ediyorum, büyük bir hata yaptım. Pişman oldum Karmen, sana o gece yaşattıklarım için pişman oldum. Austin'i vurduktan bir dakika sonra, öfkem dindiğinde gözüm görmeye başladı.

Gözümün gördüğü ilk şey, iki tane adamın altında yere yatırılmış olan sendin. Çaresizce, masum, neler döndüğünü anlamayan.

O an bir kurşunda kendi kafama sıkmak istedim. Kocasının ölümünün ardından dimdik ayakta durmaya çalışan seni, öfkeme yeni düşüp ayaklar altına aldırdığım için. Öfkeme yenik düşüp, evini basan adamların merkezine seni peşimden sürüklediğim için.

Köpek gibi pişman oldum. Orada oturmuş beklerken içim içimi yiyordu. Sana ne yapıyorlar, neredesin? Nereye koydular? Hesap mı soruyorlar, sorguya mı aldılar?

Acaba bir kargaşa daha mı çıkartsam? Senin peşinden nasıl gelebilirim? Diye diye düşünürken Hazar gelip bana, senin benimle konuşmak istediğini söylediğinde nasıl sevindim bilemezsin.

Tabii odasına gittiğimde karşımda bulduğum yüz bunu sikip attı. Özür dilemeye gelmiştim, ayaklarına kapanıp beni affetmen için yalvaracaktım. Hatalıydım, biliyorum. Ama sen benden çoktan ümidini kesmiştin.

Konuşmama bile izin vermedin. Benden ümidini kesmiştin Karmen, bana güvenmeyi bırakmıştın. Beni olmadığım biri konumuna koydun. Beni yıktın geçtin, orada yalnız bıraktın. Kaçarak değil, beni hayatından çıkartarak.

Susup kabuk bağlamış yaralarını tırnaklarıyla soymaya başladı.

Nöbete girmiş gibi titriyordum, Emir'in dudaklarından dökülen zehri tadan ruhum ölmüyor fakat ölecek gibi kıvranıyordu.

Bir çeşit şoka girdiğimden dolayı ağlamıyordum tıpkı Harvey'in ölümünden sonraki halim gibi.

-Öfkeydi. Öfkeydi Emir, söylediklerimim hepsi öfkeydi. O sözlerimin bir önemi yok. Ben pişman oldum, o gece dediğin gibi pişman oldum.

-Öfke değildi. Bana işin düşmese pişman da olmazdın.

-Saçmalama Emir, sakın saçmalama bu kadar. Öfkeydi tamam mı, senin şuan hissetiğin öfke gibi ben de o zaman-

-Öfkeli değilim Karmen! -dedi sesini yükselterek- Öfke hissetmiyorum ben, benim...Benim kalbim kırık. Kalbim kırık ve kırık bir kalp ile ne yapılır bilmiyorum?

Bu kırık kalbin üstesinden nasıl gelirim bilmiyorum Karmen bana akıl ver. Adam öldürerek mi? Sokaklarda yatıp kalkarak mı? Ağlayarak mı? Bağırarak mı? Nasıl?

Sonunda bağırıp çağırmıştı. Kusmuştu nefretini. Kalbi kırılmıştı demek, kırık bir kalp insanı alt üst ederdi. Kırık bir kalbi tekrar ne yapıştırır belli olmazdı.

Benim kalbimi, İgima'yı öldürmenin verdiği intikam sarmıştı. Emir'in kalbini ne saracaktı? Bana karşı duyduğu nefret mi? Yoksa bir başkasına duyacağı sevgi mi?

Sanırım bunun cevabını almam çok uzakta değildi. İçini döktüğü için soğuyan Emir, geldiği andakinden daha buz gibi bir hale girmişti.

-Sanırım ikimizde diyeceklerimizi dedik.

-Hayır Emir, bu konuşma burada bitemez. Senden beni affetmeni ve benim yanımda olmanı istiyorum.

Kısa bir sessizliğin ardından kahkaha atmaya başladı. Gülüşlerinin arasından ismimi sayıklıyor, sonra yine gülmeye devam ediyordu.

-Sen ne sanıyorsun Karmen ya? Ha? Siktir git Emir, sonra hayatıma tekrar gir Emir. Gel Emir, git Emir, sus Emir, konuş Emir. Hayırdır Karmen? Sen kendini ne sanıyorsun? Sana nereden geliyor bu otorite?

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanmış ve kaslarım çatılmıştı.

-Ne diyorsun Emir? Ne otoritesi? Ben sana böyle mi davranıyorum?

-Bak Karmen, -dedi sesi aşırı rahatsız edici bir kibirle çıkıyordu- sana, seni affetmeyeceğimi de yanında olmayacağımı da söyledim. Yani Emir olarak. Tetikçi Aybeyaz ise sana olan borcunu ödeyecek ve Ondan sonra yollarımız tamamen ayrılacak.

-Hayır, hayır bunu bana yapamazsın Emir. Hayır, hayır olmaz.

-Neden? -derken dudağının kenarı ile güldü- Sen kimsin ki?

-Ben? Kim miyim?

Bana bakmayan gözlerinde aşağılayıcı bir tavır vardı. Yüz hatları, inadıma sinsice şekilleniyordu. Benimle konuşmaktan bıkkın bir şekilde nefes verdi.

-Sen, Karmen sen bir yeminden fazlası değilsin. Olmadın da hiç. Senin üzerine iki kere yemin ettim, yanında olmamda bu yüzden zaten.

Kocan ölmeden önceki gece, Harvey ile bahçede sigara içiyorduk. Bilirsin ikimizde sigara içmeyiz, o sigarayı ne için içtiğimizi tahmin ediyorsundur sanırım.

İnanmak istemesekte son sohbetlerimizi ediyorduk. Öyle havadan sudan. Sonra birden bana dedi ki "senden bana yemin etmeni istiyorum."

Ne yemini, diye sordum. Ama biliyordum neyden bahsedeceğini.
"8 yıllık arkadaşlığımızda senden isteyeceğim en önemli şeyi isteyeceğim" dedi. Sigarasından bir duman daha almıştı. " Şimdi yukarıda her şeyden habersiz yatan eşim Karmen, yarın hayatı mahvolacak" dedi.

Öleceğini de senin çaresiz kalacağını da biliyordu. Ama ecelinden kaçamazdı. Kaçmadı zaten, şerefiyle öldü. Ona yakışır bir şekilde öldü, sevdiği kadın için can vererek. Sonra bana dedi ki "Karmen, sana emanet." İstemiyorum dedim. Karını çok seviyorsan yaşa ve kendin koru.

Çok seviyorum, dedi. Ama sana da karımı emanet edecek kadar çok güveniyorum.

Yok, dedim. Ben karını emanet bir mal gibi yanımda taşımam. Çünkü o zaman bile senin özgür olması, kendi ayakları üzerinde durması gereken bir kadın olduğunu savunuyordum.

"Emanet gibi taşımak istemiyorsan, onu koruyacağına yemin et. Sana yaptığım tüm iyiliklere karşılık say bunu." Dedi.

Ne diyeyim ki? Bana yapılan iyilikleri nasıl karşılıksız bırakayım? O yüzden tamam dedim.

"Adam akıllı yemin et, orangutan taşşağı gibi değil" dedi. Görüyor musun Kocan bu durumda millete laf atıp uğraşıyor.

Ben de "Karmen'i koruyacağıma yemin ederim" dedim. Net bir şekilde.

Ve işte o zaman daha yarım saatten bile fazla konuşmadığım kadın tüm yaşantımın en büyük vebali olarak girmişti hayatıma. Bir yemin olarak.

Zaten acıyan kalbim Emir'in tiksinircesine anlattığı bu hikayeden sonra derbeder olmuştu. Gözlerime ağlamasın diye engel olmuyordum. Çünkü içimde tutarsam beni boğarlardı.

Harvey'den bahsetmek bile yetmişti gecemi daha kötü hale getirmeye.

-Ama, ama sen... Sen bana sahilde, Harvey'e verdiğin yeminden fazlası olduğumu söylemiştin, dedim kırgın sesimle.

Sanki gözlerimden yaşlar akmıyor gibi. Ama Emir'in vurdumduymaz tavrında değişim olmadı.

-Ha o geceden bahsediyorsun. Doğru Harvey'in yemini olmadığını söyledim ama sen o zaman da benim kendime verdiğim yemindin.

Şimdi soracaksın, kendine mi yemin verdin diye? Evet verdim. Beni kurtarmaya geldiğin gün gözlerim ölüm döşeğinde aranıyordu. Orada ölüp gideceğine emindim çünkü beni kurtaracak olduğuna inandığım tek kişi çoktan ölmüştü.

Ve sonra bir ses duydum, zihnimde ki hırıltıları köşeye itip tam ortada yer bulan bir ses. Bir cümle "o benim ailem."

Tam cümlenin ardından kendine yeniden toparlanmak için süre tanıdı.

-Sonra gözlerimi hafif araladım ve karşımda seni gördüm. Beni kurtarmaya gelmiştin. Ben o anda orada bir yemin daha verdim. Hayatımı ne olursa olsun kurtaran bu kadının bundan sonra ayağına taş düğmesine bile izin vermeyecektim.

Yani Karmen senin yanında oluşum, hep yeminler sayesinde. Sana olan başka hiçbir şeyden dolayı değil.

Ardından elini ceplerine sokup siyah eldivenlerini tekrardan giydi. Ben karşımda bana bu cümleleri sarf eden birine ne diyeceğimi bilmiyordum bile.

-Yalan söylüyorsun Emir, biliyorum.

Boğazından gülüşe benzer ses gelmişti.

-Bunları benim kalbimi kırmak için söylüyorsun. Ve eminim ki her bir kelimen yalan. Senin için yeminden fazlası olduğumu biliyorum.

Beni kandıramazsın böyle atarlı giderli sözlerinle. Anladın mı? Duydun mu?

Başı öne eğik iken sadece sırıtıp kafasını iki yana sallıyordu.

-Kalbinin kırık olması illa ki karşındakinin de kalbini kırman gerektiğine gelmiyor. Eğer rahatlayacaksan söyleyeyim, benim kalbim zaten kırık.

İşlediği hatayı telafi etmek gibi bir niyeti asla yoktu.

-Karşımda durup öyle aptal gibi sırıtma, diye uyarıda bulundum.

Sesim buruk bir sinirle çıkıyordu. Emir artık gitmek için dakika sayıyordu.

-Bak Emir bu dediklerini bir de bana bakarak söylersen sana inanırım. Ve ondan sonra karşına bir daha asla çıkmam.

-Boş bir bir şart, söyleyemez miyim sanıyorsun?

-Hayır söyleyemezsin. Kaldır kafanı, gözlerime bak. Ve bana gözüme baka baka, tek tek benim senin için sadece bir yeminden ibaret olduğumu söyle.

Emir ya gözlerime bakmaktan çekiniyordu ya da onları görmeye bile tahammül edemiyordu. Yüzündeki piç gülüşü yavaş yavaş söndü. Gergindi, ellerini nereye koyacağını bilmiyordu. Alnından ufak terler damlamıştı.

Taktığı kapşön onu boğazlıyormuş gibi hemen geriye savurdu. Açığa çıkan saçları da biraz uzamış ve dağınıktı.

-Hadi. -dedim- Hadi söyle Emir. Bak artık bana ve söyle. Gözlerime bak be söyle.

Yapamayacağına emin olduğum tavrımdan rahatsızlık duymuş ve oturduğu yerde kendini düzeltmişti.
Masaya bakan başını yavaş yavaş bana çevirdi. Önce üst bedenime, ardından yavaş yavaş yüzüme. Dudaklarım, burnum, yanaklarımda oylandı.

Çenesi kasılmaktan yerinden çıkacaktı. Suratında kızgın bir ifade geziyordu. Gözleri ise solgundu.

-Ya senin daha gözlerime bakacak cesaretin yok. Bir de gelmiş atıp tutuyorsun öyle böyle.

Kışkırtıcı ithamlarım onun zoruna gitmişti. İri bedeni ufalıp köşeye sıkışmıştı. Ağzını açmak şöyle dursun o daha nefes bile alamıyordu.

Ve sonunda gözlerini kaldırıp gözlerime denk getirdi.

Büyük bir patlamada yaralanmışa döndü hali. Gözlerimi bir an olsun ondan kaçırmıyordum. Solgun irislerinde ki ufak parıldamayı benden saklayamamıştı.

-Şimdi söyle, kalbimi kırmak için söylediğin o sözleri şimdi söyle.

-Sen, dedi ilk defa benim gibi titreyen sesiyle.

Sonra sustu, sanki dipsiz kuyuya düşmüş gibiydi.

-Sen -diye tekrar etti- Sen...

-Ben?

-Sen öyle sanmaya devam et.

Söylediği tek cümlenin ardından apar topar masadan kalkıp arkasına bir daha dönüp bakmadan koşar adım uzaklaştı benden.

Arkasından bakakaldım. Yani her şey daha ne kadar kötü olabilir diye düşünürken hayat beni her seferinde şaşırtıp daha kötüsünü veriyordu.

İşte eve gidip bu kafayla uyumaya çalışacaktım. O sözler aklımda uçuşurken gülmeyi hatta onu geç en ufak yaşamsal faaliyetimi yapmayı deneyecektim.

Masaya biraz para bıraktıktan sonra kalkıp yavaş adımlarla çıkışa doğru yürümeye başladım. Bir ruh gibi geçip gidiyordum başıma gider ayak üşüşen garsonların yanından.

İyi geceler dileklerine cevap bile vermeden. Çıkış kapısından dışarı adım attığım an kendimi merdivenlerde oturup göz yaşı dökerken buldum.

Kalbim'in katılaşmış olduğunu sansamda, sevdiğim insanlara karşı yumuşaklığı hiç öyle değildi. Geride bırakılmış olmama katlanamıyordum. Her seferinde bana arkasını dönüp giden sırtlara bakmaktan yorulmuştum.

Hava çoktan kararmış ve serindi. İnce ince eserken biraz üşüyordum. Fakat birden kollarımdan tutulduğumu hissedip başımı kaldırdım.

Ceyhun halime içi gidiyormuş gibi bakışlar atarak beni kaldırmaya çalıştı.

-Hadi kadın, hadi kalk oturma taşta. Kalk seni evine götüreyim artık yeter. Ağlama, deyip parmaklarıyla nazik olmak için ekstra çaba göstererek gözlerimi sildi.

Ona karşı direnmedim ve ağırlığımı ona vererek ayağa kalktım. Hemen beni kendine yaslayıp arabaya götürdü. Yetmedi, kapımı açıp arka koltuğa oturduğumdan emin olduktan sonra kendisi de şoför koltuğa geçti.

Ve yangından mal kaçırır gibi benden bir başka yere gitmemizi söyleyecek emir beklemeden hemen sürmeye başladı.

-Ne oldu böyle yine ya? Kimle buluştun içeride? Yabancı bir kiralık katil seni nasıl ağlatabilir yav?

Merak içinde sorduğu sorulara yanıt vermek istesem bile konuşmaya mecalim yoktu.

-Emir, dedim sadece.

-Ne Emir? Ne olmuş Emir'e? Ya Kadın yapma Allah aşkına hala kafede ki olayı mı düşünüyorsun? Siktir et diyorum sana, umursama.

-Hayır içerde buluştuğum kişi Emirdi.

"Haa" dedi dalgınlıkla. Sonra birden,
-Ne? -diye ciyakladı- Emir'le mi buluştun?

Cevap vermeyip başımı cama dayadım. O da kendi içinde çıkarımlar yapmakla meşguldü.

-Lan şimdi anladım. -derken son harfini uzattı- Sen bana kiralık katil ayarla derken Emir'den bahsediyordun demi seni uyanık kadın?

Kırmızı ışıklara yetişip durduk. O da ben cevap vermesen bile kendi kendine konuşup duracaktı yol boyu.

-Yani allem ettin kallem ettin illa ki buluştun o adamla. Ne oldu? Sonuç ne oldu? Al bak, ağlıyorsun. Yani varya, -yeşil yanmasıyla harekete geçtik- ben sana kızmıyorum aslında.
Yok ben sana niye kızayım ki? Aralarında en suçsuz günahsız sensin.

Kısa bir süre susmuş, bana dikiz aynasından baktıktan sonra ise yine konuşmuştu.

-Bak kadın, biliyorum bunu sana söylemek bana düşmez. Ama yine de söylemek istiyorum. Bak sen ne zaman Emir'le konuşsan, onunla buluşsan, mesajlaşsan bile böyle etkileniyorsun.

Bak niyetimi kötü anlama, aranıza girmiyorum. Ama bana kalırsa seni böyle üzüyorsa bu adam ben bir daha Emir'le buluşup konuşmanı istemiyorum.

Yani yok, kusura bakma götürmem seni onun yanına. İstersen beni kov istersen maaşımdan kes. Ben dayanamıyorum bu haline.

Yine suskunluk. Yolları sakin hızda geçip gitmek, benim uzaklara dalıp gitmem ama bir kulağımın mola vererek konuşan Ceyhun'da olması.

-El insaf ya, vallahi el insaf. Bu kadar da olmaz. Sikeyim karanlık dünya saçmalığını da, insanlarını da. Bir insanın üzerine bu kadar yüklenilmez be.

Lan kocası ölmüş, kendini birden yamyamların içinde bi çare bulmuş, pamuk gibi kalbiyle şeytanlarla oynamaya çalışan bir kadının üzerine bu kadar gidilmez.

Bak illa Emir'den bahsetmiyorum kadın. Sanma sana onu kötülüyorum. Ben hepsinden bahsediyorum. Lan daha sabah ölümden döndün, akşam ağlıyorsun.

Derin bir yutkunuş ardından kendi ağzının içinde gerek yazık günah deyip gerek sövüp sürmeye devam etti.

Keşke ben dahil herkes, yüreğinde Ceyhun kadar merhametli biri olabilseydik. Canım Ceyhun'um.

Sana ay sonu milyonlar vermezsem şerefsiz olayım. Sözüm olsun.

-Kadın, silah kullanmak çok mu zor?

İlgimi tuhaf bir şekilde çektiğinde başımı camdan kaldırıp ona döndüm.

-Neden soruyorsun?

-Ben diyorum ki, yani şimdi düşündüm. Sen bu Emir adamını niye ısrarlara yanında istiyorsun bilmiyorum. Zekasından mı, tetikçiliğinden dolayı mı?

Yani maden yanında olmayacak, ki sana böyle davranacaksa olmasın zaten. Diyorum ki...

Utanıp lafları ağzında geveliyordu. Aklına gelen fikrine saçma deme ihtimalimden çekiniyordu.

-Bana silah kullanmayı mı öğretsen? Kimse yanında durmuyorsa ben senin için elimden geleni yapmak istiyorum. Her şeye varım yani anladın mı?

-Bak Ceyhun eğer ağlamam seni bu kadar rahatsız ettiyse, -başını olumlu salladı- heh o zaman sesini kes. Çünkü sen böyle konuşmaya devam ettikçe ben bir tur daha ağlayacağım.

Beni etkilediğini fark ettiğinde hemen susup arabasına baktı. Fakat yüzünde belli etmeye utandığı gururlu bir gülüş vardı.

-Ayrıca, senden isteyeceğim son şey sana temkin olsun diye verdiğim silahı kullanman. Ondan nefret ettiğini biliyorum ve gerçekten diyorum ki gerek yok. Bakma ağladığıma, ben her gün çalışıp kendimi geliştiriyorum.

-Helal olsun sana, dedi.

-Hem görmedin mi bugün nasıl silah sıkıyordum?

-He gördüm gördüm. Böyle camlara felan çıkıyorsun, iki silah tutuyorsun. Ulan dedim ben ne taşıyorum arkamda? Savaş makinesi mi?

Kahkahalara boğulduk ikimizde. Bu seferde gözümden yaş akıyordu. Ama gülmekten.

⛓️⛓️⛓️

Eve yetişmiştik en sonunda. Ceyhun'da benimle beraber arabadan inmiş eve geçtiğime emin olana kadar peşimden gelmişti.

Kapımı açıp ışıkları yaktım. Ve bahçeye çıkıp arabanın anahtarını Ceyhun'a uzattım.

-Hadi al şunu da evine git. Yarın beni almaya gelirsin. Ben zaten kullanmıyorum.

-Yok yok kalsın. Bugün bana yetecek kadar bindim ona. Kendim giderim. Sen de eve geç, yemek ye, uyu, dinlen. Kendine gel tamam mı?

-Tamam, sen de dikkat et kendine.

-İyi geceler yavrum, dedi arkasını dönüp giderken.

-İyi geceler Ceyhun, diye sesimi duyurdum ona.

Ve sonra eve geçtim. Önce duşa girmeliydim. Hayır, açım yemek yemeliyim. Hayır, tek başımayım daha fazla çalışmam lazım spor odasına geçeyim. Çok saçmaladım, benim plan yapmam lazım.

Ne yapacağıma karar vermek için salonuma geçip koltuğa oturdum. Fakat bu anda aklıma gelen ilk şey olan uykuyu uygulamam saniyelerimi almıştı.

Gözlerimi kapattım ve kendimi uykunun şefkatli kollarına teslim ettim.

Fakat bunun ne kadar sürdüğü hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Şefkatli kollardan alınıp gaddar kollara verilmem ani oldu.

Bu anilik, kapıma vurulma sesleri duyup uykumdan uyandığımda olmuştu. Sabaha bu kadar çabuk mu varmıştık? Sanırım Ceyhun bugün erkenciydi.

Koltuğun üzerinde kollarımı iki yana açıp esnedim. Ve kapımı açmak için ayaklandım. Uykum hala vardı. Eve geldiğimde saat gece on olmuştu. O saatten sabaha kadar kaç saat yatmıştım ki?

Telefonumu çıkartıp saate bakarken bir yanda kapımın önüne yetişmiş kolu tutmuştum. Gördüğüm saat ile kolu bırakıp, belimden silahı çıkartmam bir oldu.

Çünkü saat gece 02.38'di. Uykumdan eser kalmamıştı saniyeler içinde. Silahımı kapıya doğrultup köşeye çekildim. Benim evimi bilip beni öldürmek isteyenler vardı hayatımda.

Eğer dalgınlık içinde kim o diye seslenseydim kapının hemen arkasına duran bana, ateş açıp öldürebilirlerdi bile.

Silahı yanımda tutup kulağımı ses verdim. Ama arkadan tıkırtı bile gelmiyordu. Tetiği çekip kapı kolunu tuttum.

-Kimsin, diye seslendim ciddiyetle.

Gecenin bu saatinde evime gelip kapımı çalan kişi kim olabilirdi? Bir katil olsa geldiğini haber eder miydi bana? Aniden uyanmışlığın verdiği sersemlik ve durmadan salgılanan adrenalin yüzünden kafam bir gidip bir geliyordu.

-Benim Karmen, Emir.

Ne? Gecenin bu saatinde alacaklı gibi kapımı çalıp benden ne isteyebilir ki? Ayrıca restorandanda ki olaydan sonra bana gelmeye nasıl katlanmıştı?

Ne olur ne olmaz silahımı kaldırmadan kapıyı açıp geriye adım attım ve silahımı ona doğru tuttum.

Az önceki son halinden daha beter bir haldeydi.
İçeriye iki adım attığında bir bana bir ona tutulmuş silah arasında gözleriyle gel git yaptıktan sonra silahımı indirip belime koydum.

-Gecenin bu saatinde burada ne işin var?

Diye sordum. Ancak cevap vermeden yanında getirdiği siyah renkli ağzı bağlı bez çantaları ayaklarımın dibine tek tek fırlatmaya başladı.

-Bunlar on milyon lira, evimi alırken ki param. -bir diğer elindeki 5 torbayı fırlattı- Bunlar on sekiz milyon lira, araba param.

Sonra bana doğru yaklaşıp sağ elimi tuttu ve havaya kaldırıp avcumu açtı. Gözlerimin içine baka baka, iç cebinden bir deste para çıkartıp avcuma bıraktı.

-Bu ellibin lira. Telefon param.

Ellerini benden çekip kapının girişine kadar geri adım attı. Elime bırakılan parayı avcumu tere çevirip yere düşürdüm.

-Artık aramızda ki maddi borçta kapandı, deyip arkasını dönüp evden çıktı.

Neye uğradığıma şaşırmış halde para torbalarının arasından üstüne basarak geçip onun peşinden dışarı çıktım.

Etraf bahçemde ki lambanın ufak ışıklarıyla aydınlanıyordu. Emir az ileride park edilmiş arabasına yetişmeden,

-Dur, diye bağırdım.

Durmuştu, yanına yetiştiğim gibi kolundan tutup bana çevirdim.

-Sen ne yaptığını sanıyorsun Emir? Aklını mı kaçırdın?

-Borcumu ödedim Karmen, kusura bakma geç oldu ödemem.

-Sen, gerçekten kafayı yemişsin. Gecenin bu saatinde mi aklına geliyor kapıma dayanmak? Aptal, elim ayağım titriyor senin yüzünden.

Gözlerini şüpheyle kıstı.

-Sen niye korktun ki?

-Niye mi korktum?

Çünkü peşimde beni öldürmek isteyen biri var aptal, diye geçirdim içimden.

-Kusura bakma. -dedi pişkin pişkin- Seni korkutmak istemedim, ama bir an önce de paranı verip kurtulma isteğim daha ağrı bastı.

-Emir, Emir benim sabrımı taşıma. Bak, derken kolundan tutup tüm gücümle onu evime kadar sürükledim.

-Bak cinayet işlemekten kazandığın bu paraları al ve benden uzaklaştır.

-Para da beğendiremiyoruz sana.

-Evet beğenmiyorum. Bu parayı beğenmiyorum.

-Paşa gönlün bilir ama beni ilgilendirmez. Çalışıyorum Karmen, bunlarda emeklerimin karşılığı.

-Bambaşka biri gibi konuşma karşımda.

Artık dayanmayarak Emir'i tutup yanıma doğru çektim ve evin kapısını çarparak kapattım.

-Karmen çekil, çıkıp gideceğim.

Başımı iki yana salladım.

-Hayır gitmeyeceksin. Hayır, bana söyle beni affetmen için ne yapmam gerekiyor? Benden ne istiyorsun? Ha? Böyle davranmanı kesmen için ne yapmam lazım?

-Belki affetmek istemiyorumdur.

Güldüm.
-Hayır, istiyorsun ama yapamıyorsun. Seni tanıyorum Emir. Bu hoşuna gitse de gitmese de seni tanıyorum.

-Öyle mi? -derken yanıma yaklaştı- Beni ne kadar iyi tanıyorsun?

İyice dibime sokulmuştu. Tek bir geri adımımda kendimi duvara yaşlanmış halde buldum. Emir buna dudağının kenarı ile gülümseyip tam önümde durdu.

-Bu yaptıkların için deli gibi pişman olacağını bilecek kadar iyi tanıyorum.

Bir adım daha attığında bedenlerimiz arasında ki mesafeyi kapattı.

-Pişman olması gereken, ben miyim?
Sesi boğuk çıkıyordu.

-Hayır, sen- derken lafım yarıda kesildi.

Emir iki kolunu kaldırıp beni arasına alacak şekilde sol kolunu yumruk yapıp başımın yanına, sağ kolunu ise omzumun yanına koymuştu.

İkimiz arasında çarpan tuhaf bir hisse kapılmıştık. Gözlerini ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Kendinden geçmiş gibi bakıyordu bana. Boyu benden uzun olduğu için başımı yukarıya doğru kaldırmıştım. O da bana bakabilmek için başını aşağı eğmişti. Biraz daha eğilse burnu, burnuma değecekti.

-Ne diyordun en son, diye boğuk sesiyle fısıldadı yüzüme karşı.

-Beni affetmeni istiyorum, benim de sesim zar zor çıkıyordu.

Yüzüne çarpan nefesimle beraber gözlerini sıkıca birbirine bastırdı.

-Seni affetmem için ne yapacaksın? Özür mü dileyeceksin? Hım? Yalvaracak mısın?

-Evet, dediğimde vücudu kasılmıştı.

-Neden?

-Çünkü sen de bana Peperonni'ye gitmenin hata olduğunu ve benden af dilemek için ayaklarıma kapanacağını söylemiştin.

Başını bir kere hafifçe salladıktan sonra omzumun yanındaki sağ elini yavaşça kaldırıp yüzüme doğru getirdi. Ve önüme düşen saçları kulağımın arkasına doğru parmak uçlarıyla itekledi.

-Neden birbirimizle barışmak için bu kadar çok uğraşıyoruz, diye sordu.

-Bilmiyorum, dedim.

Sustu ve kendisine bir karıştan az mesafede olan yüzümün her bir yerini inceler gibi gözlemledi. Son durağı ise dudaklarım olmuştu.

Ve benim de iyice gerilmemi sağlayacak olan şeyi yaptı. Yavaşça yüzüme doğru eğiliyordu. Dudakları arasından çıkan sıcak nefes benim buz gibi dudaklarıma değdiğinde tüylerim ürpermişti.

Artık aramızda santimler kaldığında, neler olacağını kestiremediğim dudaklarının yönünü değiştirdi. Kirli sakalını yanağıma sürterek kulağıma doğru pişmanlık dolu sesiyle fısıldadı.

-Beni bu hale sen getirdin.

Ve hemen ardından sol elini indirip kapıyı açıp evden çıktı. Kısa süren afallayışımın ardından arkasından koşup bağırmaya başladım.

-Yatağımda yatmaktan kaçıyorum hala kokusu hala Harvey'i hatırlatıyor diye.

Adım atmayı anında bırakmıştı.

-Uyku bile uyumuyorum aslında. Gidiyorum spor odasında yorgunluktan bayılıp düşüyorum, ya da koltukta, ya da başkasının evinde. Ama asla kendi odamda rahatça yatamıyorum.

Yemek yiyemiyorum, rahat geçen bir günüm yok, uykum yok, ne hissedeceğimi bilmiyorum. Çaresizim. Evet çaresiz ve yalnızım.

Yalnızım Emir, çok yalnızım. Hiç bir şeyim yok, hiç kimsem yok. Annem yok, babam yok, bir kardeşim yok. Kocam yok, tanıdığım kimse yok. Arkadaşım yok, bir işim yok, bir hayatım yok.

Hayatımda ki tek şey intikam. Ve o olmasa ben neye sarılacağım bilmiyorum. Sen bu günleri kimse sığınarak geçiriyorsun Emir bilmiyorum ama benim kimsem yok.

Bazen Harvey'in öldürülmesine sevindiğim günler oluyor.

Bunu duyduğunda başı biraz bana doğru çevrildi.

-İyi ki diyorum, iyi ki Harvey'i birisi öldürdü. Eğer Harvey doğal yollarla ölseydi, kalp krizinden , hastalıktan ölseydi ben o zaman kafayı yerdim.

Ama şimdi tutturmuşum intikam diye, ya sığındığım şeye bak. Kocamın ölümünün üstesinden nasıl geliyorum sanıyorsun? Her gün koşuşturma içinde olup, birinin peşine takıldığım için.

Benim bunca yıllık hayatımda bana ait olarak gelen ilk ve tek şey intikamdı. Ama sonra benim de kendi arkadaşlarım olacağım hissine kapıldım.

Ama hayatıma giren insanların Harvey gibi çıkıp gidecek olması ödümü koparıyor. Gitmenden korkuyorum Emir, yalnız kalmaktan.

Göz yaşlarım sel gibi akıp gidiyordu. Boğazıma ağrılar saplanıyor, itiraf ettiğim gerçek hayatım ve hislerim açığa çıkmanın isyanını yapıyordu bana.

- Evet sana bağırdım sana olmayacak laflar ettim ama ne olmuş yani beni alttan alsan? Sana yemin ederim ki benim niyetim kötü değil sadece duygularımı nasıl kontrol edeceğimi bilmiyorum.

Affet beni lütfen, lütfen ben hayatımda ki tek şeyin intikam olmasını istemiyorum. Bir hayat istiyorum, imkansızı mı diliyorum?

Hala cevap vermeyip öylece beklemesi gözümü döndürüyordu.

- Korkaksın, diye bağırdığıma bana döndü.

-Korkaksın Emir, beni sadece bir yeminin arkasına saklıyorsun ama ben senin için bir yeminden fazlasıyım bunu çok iyi biliyorsun.

Başını inkar eder gibi iki yana salladı.

-Her zaman ama her zaman hislerinden kaçıp saklanmayı tercih ediyorsun.

-Benim hislerim hakkında atıp tutmayı bırak.

-O zaman niye benden kaçıyorsun?

Yanıma sert adımlar atarak geldi.

-Ben senden çok mu farklıyım sanıyorsun? Benim hayatım insanlarla mı dolu? Ben de seninle aynı gün aynı adamdan aynı acıda ağır bir darbe aldım.

Harvey, benim tek arkadaşımdı ama ölüp gitti. Büyük bir hata yaptı ve öldü. Ben de yalnız kaldım. İşimi bıraktım. Ama tüm bunlara rağmen, hayatıma hiç beklemediğim biri girdi.
Ve o biri birden hayatımın merkezine oturdu.
Ve sonra o biri, beni hayatından çıkarttı.

Aklımı oynattım biliyor musun? Sen bana o cümleleri derken aklımı oynattım. Boktan bir hale düştüm. Dediğin gibi oradan oraya savruldum, acımı nereden çıkartacağımı bilemedim.

-Seninle barışmak istemiyorum Karmen, çünkü bir daha beni böyle bırakıp gitmene dayanamam. O anları hatırlamaktan bile korkarken bir daha yaşama ihtimalime göz yumamam.

- Böyle sürüp gidemez Emir. İçinde ki öfkeyi kusman gerekiyor. Yoksa seni kendine mahkum eder.

-Karmen bu yolun geri dönüşü olma-

Sol elimi yumruk yapıp birden suratının ortasına geçirdim. Lafı yarıda kalıp yere düşen Emir, patlayan üst dudağına elini sürtüp baktı.

-Bu, bu, bu neydi Karmen?

-Sana bir gün, seni bir yumrukla bayıltacağımı söylemiştim.

Gözlerini kocaman açıp bana baktı.

-Bayılmadım, yere düştüm.

-Beni ilgilendirmiyor.

-Çünkü aniden vurdun.

-Aa öyle mi? Bundan sonra sana yumruk atmadan önce haber veririm.

Gözlerim hala onun üzerindeyken geri adımlar atarak eve geçtim.

-Gel.

-Saçmalıyorsun şuan.

-Gel, Emir. İçeriye gelmezsen bu geceyi sana zehir ederim. Seni de sabaha ulaştırmam.

Hoşuna gitmiş gibi bakarak, hala şaşkınlıkla ayağa kalktı.

Bana doğru yaklaşırken ben de ona doğru bir adım attığımda çekinip bir adım geriye attı. O geriye doğru sendelerken sol kolunu tutup ters çevirdim ve sırtına dayadım.

Elimin altında çırpınsa bile bileğini burkacak kadar eğik tutuyordum. Parmak uçlarımda yükselip kulağına doğru ensesinin arkasından,
-İlk kural. Karşında kim olursa olsun asla geri adım atma, dedim.

Dişlerinin arasından güldü.
-Sana hiç ikinci kuraldan bahsetmedim, değil mi Karmen?

-Bahsetmedin, deyip elini sırtına daha da bastırdım. Bu hamleyle onun kolunu felaket acıtıyordum.

-İyi dinle o zaman. İkinci kural, dövüş ortasında durup sohbet edilmez.

Daha ne dediğini idrak edemeden, boşta kalan kolunun dirseğini karnıma geçirdi. Emir'i bırakıp acıyla karnımı tutup eğildim.

Emir, telaşla yanıma gelip beni omzumdan tuttu ve başını bana eğdi.
-İyi misin? Karmen, sert vurmamaya çalıştım. İyi değilsin, gel otur.

Öne dökülen saçlarımdan dolayı gülümsediğimi fark etmemişti. Bu yüzden bana eğilen ensesine vurmam ani oldu.

-Karmen, ismimi bastırarak söylerken ensesini ovdu.

-İkinci kural Emir, sohbet etme.

Başını tehditkar şekilde sallayıp ellerini yumruk haline getirip bana yaklaşmaya başladı.

-Temiz bir dövüş olsun, dedi yumruğunu savurmaya hazırlanırken.

-O zaman hayallerine küs, deyip elimin uzandığı yerde ki bibloyu alıp üzerine fırlattım.

Yumruk yaptığı ellerini açıp yüzüne gelmesine engel olurken üzerine doğru koşup karnına bir tekme savurdum.

Tekmem onu yerinden oynatmamıştı. Hazır vaktim varken ikincisini dizine doğru attım. Kaval kemiğine denk gelen tekme canını kabul etmesede acıtmıştı.

Bana şok olmuş gözlere bakarken,
-Seni terbiyesiz çırak, ustaya böyle mi davranılır, dedi.

-Elimizde ki malzeme bu. Ustamdan ne gördüysem onu yapıyorum.

-Sen kaşındın, deyip sol tarafıma yumruk attı.

Tabii ben bu kolpayı yutmuş onu savurmaya çalışıyordum. Ama şerefsiz çoktan sağ omzuna tekme atmıştı.

Sırıtan suratına yumruk atmaya çok hevesli gibi durup elimi savurdum. Ama bilmiyordu ki ben gördüklerimi çabucak öğreniyordum.

Benim ona, onun hamlesini yapacağımı beklemediğinden benim yaptığım gibi kendini korumaya aldı.

İstediğim gibi boşta kalan karın boşluğuna art arda yumruklar atmaya başladım. Benim bu hareketimle beraber durak bilmeyen bir dövüşün içine girdik.

Benim tekmemi savuruyor, ama bir yandan yumruk yiyor. Ardından ben darbe alan taraf oluyordum.

Gün gelip, biriyle böyle karşılıklı profesyonele yakın dövüş yapacağımı söylese ona asla ama asla inanmazdım.

Dakikalarca tekniklerle dövüşürken bir anlığına Emir'in gözüne denk geldim. Az önce ki gibi gülmüyordu. Tuhaf bir şekilde beni ilk gördüğü anda ki gibi bakmaya başladı.

Onun bu bakışıyla bir anlığına vurmayı geciktirmiş ve Emir'in kuvvetiyle yere sırt üstü düşmüştüm.

Emir kalkmama fırsat vermeden üzerime doğru eğilip yumruk attı. Kollarımı yüzümün önüne koyup kendime siper etsem de vuruşları kesilmiyordu. Hatta kollarım ağrıdan sızlamaya başlamıştı.

-Ben tetikçi Aybeyaz değilim, diye sayıklandı kendi kendine. Gözlerinde onu arasam bile bulamamıştım.

-Emir, Emir yeter vurma, diye bağırıyordum.

-Ben senin için Emir'im, beni öyle hayatından kolayca çıkartıp atamazsın.

-Emir, dur artık. Kendini kaybettin.

Yumrukları yüzüme her geldiği zaman ya kolum bu sefer engelleyemezse diye düşünüyorumdum. Onu itmeye çalıştım ama olmadı.

-Emir, Emir yeter artık. Dur, dur.

-Benim adım Emir, Karmen! Başka bir şey değil.

-Emir dur artık, çekil üstümden.

Ve korktuğum başıma geldi. Daha fazla dayanamayan sol kolum yere düştüğünde Emir'in sert yumruğu burnuma geçmişti.

Ne yaptığını o zaman fark etmiş üzerimden şok halinde çekilmişti. Başımı yere eğip cayır cayır yanan burnumdan akan oluk oluk kanları engellemeye çalıştım.

-Karmen? Karmen, ben ne yaptım? Ben elimi sikeyim Karmen?

Yere oturup başımı kendine doğru çevirdi. Nefesi gittikçe hızlanıyor, bakışları derinleşiyordu.

-Özür dilerim, özür dilerim. Özür dilerim Karmen.

Elimin tersiyle burnumu sildim.

-Sorun değil. Emir bana bak, sorun değil. Dövüş içindeydik.

-Hayır, hayır bunu yapmış olmamalıyım. Allah benim belamı versin.

-Emir, diyerek yerinde doğruldum ve onun yumruk yapmış elinden birini tutup avuçlarım içine aldım.

-Sorun değil, karşılıklı bir dövüş içindeydik. Hem bak, bak. -deyip elimi göğsüne doğru çıkarttım- Buran, kanıyor. Ben de sana vurmuşum istemeyerek. Sanırım burada bir yaran vardı ve şimdi benim yüzümden kanıyor.

Sesi çıkmıyor ancak dudaklarını kıpırdatıp bir şeyler saydırıyordu.

-Emir, sorun yok. Olabilir böyle şeyler.

-Burnun kanıyor, diye dalgın dalgın söylendi.

-Kurudu bile, deyip hemen ayaklandım.

Orta sehpamın üzerinden bir peçete alıp alelacele burnuma sokup kanamanın önünde geçtim.
Sonra hemen yerde öylece oturmuş Emir'in yanına geldim. Göğsünün üzerinde ki gittikçe koyulaşan lekeyi fark ettiğimde korku her yanımı sardı.

Orada nasıl bir yara vardı ki böyle kanıyor?

-Hadi kalk koltukta oturalım. Bak, deyip onu çenesinin altından yüzüme doğru çevirdim.

-Bak burnum artık kanamıyor. Gel koltuğa oturalım da senin yarana bakalım.

Emir transa geçmiş ruh halinden kendine gelmiş elini titreyerek yüzüme getirmişti.

-Ağırıyor değil mi?

-Hayır, hayır alt üstü birden kanadı ve durdu.

Fakat burnum hala çok kötü acıyordu.

-Özür dilerim Karmen, özür dilerim.

Gözlerinden damla damla yaş akıyordu.

-Özür dilerim, dedi başını öne eğip.

-Sorun değil Emir, ben de özür dilerim.

-Sana yaşattıklarım için. Sana kullandığım kelimeler için, kalbini kırdığım için. Telefonunu ilk aramanda açmadığım için. Özür dilerim, kendimi kaybettiğim için.

Ağlarken sessizdi ama o göz yaşları hıçkırarak ağlarken akardı. Ben, o kavgadan sonra benim zorlandığımı düşünüyordum Emir'in bu halini görene kadar.

O benden daha farklı yaşıyordu duygularını. Benim sığınacak intikamım varken onun yoktu. Ve kendine intikamı yuva olarak bilmişken, ona intikamdan uzaklaştırmıştım.

Bir haftadır yuvasız ve başıboş kalan oydu. O yüzden bu kadar yitirmişti kendini. Benim Ceyhun'um vardı veya oturup konuştuğum insanlar. Hatta bir gece hollandaya az da olsa içimi dökmüştüm.

Peki Emir ne yapmıştı? İçini dökecek kimse bulamadığı için acılarla dolmuştu. Ona tetikçi Aybeyaz olup adam öldürmekten başka çare kalmamıştı.

-Emir, hadi kalk. Kalk koltuğa oturup yarana bakalım.

Başını usulca sallayıp, yerden destek alarak ayağa kalktı. Ve yavaş adımlar atarak koltuğa oturdu.
Ben de hemen mutfaktan sağlık çantasını getirip, karşına geçtim.

Başını yan yatırmış, bana bakışlarıyla dalıp gitmişti. Kutuyu açıp içine baktım. Önce yarayı görmeliydim ki, nasıl tedavi etmem gerektiğini çözeyim.

Elimi kutuda gezdiriken ufak bir talimat broşürü gördüm. Ve çıkartıp Emir'in önüne tuttum.

-Bak.

-Ne var burada?

-Burada adam kadını tedavi ediyor.

-Yani?

-Hiç öyle, biraz feyz al.

Ortam yumuşasın diye yaptığım saçma şakadan sonra Emir'in tepkisizliği eklenince kağıdı hemen bir yere bıraktım.

-Soy şu üstündekileri de yarana bakalım.

-Ne? Hayır. Hayır olmaz boşver. Gerek yok.

Gözlerimi devirip üzerinde ki siyah cekete elimi attım. Fakat kendini uzaklaştırıp hemen ceketini soyup köşeye attı.

-Bitti mi yani?

-Daha ne kadar soyunayım? Diye çocukça inatlaştı.

Yüzümü asıp ellerimle tişörtünün altından tuttum. Emir o kadar gergindi ki ellerini dizlerinin arasına almış dudaklarını dişliyordu.

Tişörtü tuttuğun uçtan yukarıya doğru kaldırmaya başladım.

-Kaldır kollarını, dememle hemen kaldırmıştı.

Bu haline gülmemek için kendimi zor dizginliyordum. Tişörtünü kafasından soyup attıktan sonra artık kendimi dizginlememe gerek kalmamıştı.

Çünkü tam sol tarafında göğüsünün üzerinde derin bir kesik kan akıtıyordu. Ellerimi hemen kutuya sokup pamuk çıkartıp yarasına bastırdım.

-Bu nasıl oldu?

Dehşet içinde yarasına bakıyor ve sürekli temiz pamuklarla değişiyordum.

-Birini öldürürken, adamı bana bıçak sapladı.

-Emir dalga mı geçiyorsun? Ya ciddi bir hasar alsaydın? Ya tam saplansaydı? O zaman ne yapacaktın?

Cevap vermedi. Başımı iki yana sallarken aklıma benim de az kalsın kafamın ortasına bir kurşun yiyeceğim gelmişti.

Bu konudan artık Emir'e bahsetmem gerekiyordu. Fakat önce yarasını düzgünce kapatayım.

Üzerinde ki atlet yüzünden, yarasına pamuk basmak dışında bir şey yapmaya el verişli değildi.

Kutuya eğilip makas aldıktan sonra üzerine tuttum. Makas tutan elimi havada kavrayıp,
-Ne yapıyorsun, diye sordu.

-Atletini keseceğim.

-Böyleyken yap.

-Yaraya doğru düzgün dokunamıyorum bile. Hatta biliyor musun ne yapalım?

Makası kutuya geri bırakıp aletinin altından tuttum.

-Karmen, derken sesi titremişti.

-Sus!

Tüm soğukkanlılığımla atletini tutup yukarıya doğru kaldırdım ve çıkarttım. Fakat atletin altında Emir'in çıplak bedeniyle karşılaşacağımı unutmuştum sanırım.

Beklediğimden daha kaslı ve fit duran bedeni karşısında elim ayağım birbirine dolanmış gözlerimi etrafa kaçırmıştım.

Emir'in benden daha gergin olduğu hızla inip kalkan göğüsünden belli oluyordu. Başımı iki yana sallayıp ilk yardım kutusundan gazlı bez ve Tentürdiyot aldım.

Sıvıyı, beze döktükten sonra elimi kalbinin üzerine doğru götürüp yaraya bastırdım. Hissettiğim tek şey elimin altında deli gibi, yerinden çıkacak gibi atan kalbiydi.

Onun suratına bakamıyordum bile, yarayı sildikten sonra bezi arkaya attım. Ve kutudan uzun bir sargı bezi çıkartıp ayağa kalktım.

-Ka-kaldır, diye zar zor çıktı ağzımdan kelime.

Sol kolunu hafifçe yukarı kaldırdıktan sonra bezin bir ucunu yaranın üstünde tutup elimle sabitlerken, diğer ucunu diğer elimle vücudunun etrafında döndürmeye başladım. Sol elim, kalbinin üzerinde ki yarada iken sağ elim sırtına, koluna, göğsüne değiyordu.

Sargı bezinin sonuna yetiştiğimde iki ucu üst üste koyup,
-Tut böyle, dedim ve hemen kututdan bant çıkarttım.

Banttan bir parça kesip Emir'in elinin üstüne değerek yaraya yapıştırdım. Adamın adeta gıkı çıkmıyordu sert yutkunmalarından hariç.

İşim bittiğinde kendimi geriye doğru çekip yüzüne baktım. Gözleri bana mahmur mahmur bakıyordu.

-Bitti, dedim.

Başını sallayıp ayağa kalktı. Sesini çıkarmadan yerden sadece ceketini alıp üzerine geçirip fermuarını çekip kapüşonunu taktıktan sonra bir kelime bile etmeden evden çıkıp gitti.

⛓️⛓️⛓️

Bugün plan için adım atacağım en önemli gündü. Günlerden beri insanlarla konuşup, peşlerinden koşup benimle beraber yürümeleri hakkında ikna edici davranmaya çalışıyordum.

Son konuşmam ise sanırım artık barıştığımız Emir ile olmuştu. Gerçi hiç biri garanti değildi. Kimin yanımda olup olmayacağını bu gece öğrenecektim.

Masanın üzerinde ki telefonu alıp ben hariç 6 kişiye toplu mesaj yazıp gönderdim.
Mesaj ise tam olarak şuydu.

"Yandaşım olmaya karar verdiysen bu akşam saat 20.00 'da benim evime gel."

Ve son olarak bilmeyenler de vardır diye evimin adresini atmıştım.

Bu mesajı Ceyhun Dinç'e, Hazar Onat'a, Hollanda'ya, Skar'a, Maytap'a ve Emir Aybeyaz'a atmıştım.

Hayatlarını göz göre göre riske attığım 6 farklı insan. Fakat bu riski almazsak, ömürlerinin sonuna kadar karanlıkta çürüyüp güneşten ve aydınlıktan mahrum kalacaklardı.

Emir'in gidişinin ardından,olay üstüne olay yaşayıp uçmuş kafamla oyun için detaylandırmalar hazırlamıştım. Normal bir kafayla oluşturulacak planlar bu sıradışı olay için yetersiz kalırdı.

Bazı planları yerine oturtturduktan sonra kendi yatağımda uyumuş ve daha iki saat önce uyanmıştım. İki saatlik boşlukta kendi kişisel bakımımı yapıp yeniden insan olmaya dönmüştüm.

Saat şimdi on sekizdi. Onların gelmesine iki saatim vardı. Bu iki saat içinde de evimi temizleyecek ve gelecek olan yandaşlarıma hazırlık yapacaktım.

Çok oyalanmadan mutfağımı temizlemeye başladım. Ama içim heyecandan kıpır kıpırdı. Tek başıma çıktığım, hiçbir şey bilmediğim bu yolda şimdi yanıma başkaları geliyor ve o başkaları ilerlemek için de benim yapacağım planlara sırtını dayıyordu.

Aradan geçen bir saat sonra, kapım çalmıştı. Gelmelerine henüz bir saat varken bu gelen kimdi? Mutfakla işim neredeyse bitmek üzereyken elimde ki bezi bırakıp kapıya gittim.

Kapıyı açtığımda, ellerinde poşetlerle bana kocaman gülümseyen Ceyhun'u buldum.

Yandaşlardan ilk gelen Ceyhun Dinç olmuştu.

Bu sefer elleri poşetle dolu olsa bile kapıyı nazikçe çalmıştı.
Hemen poşetleri elinden alıp onu eve buyur ettim.

-Ceyhun? Bir saat erken geldin.

-Eğer müsait değilsen gideyim, deyip kapıya döndü.

-Hayır hayır, gel mutfağa. Müsaitim de, biraz temizlik yapıyordum.

Poşetlerle mutfağa geçip masanın üzerine bıraktık. Poşetleri açıp baktığımda, tebessüm ettim.

-Ceyhun ne gerek vardı?

-Nasıl ne gerek var Kadın? Akşama o kadar kişi çağırıyorsun evine. Önlerine ne koyacaksın?

-Teşekkür ederim, çok düşüncelisin. Peki niye bir saat erken geldin?

-Of kadın sana da iyiylik yapılmıyor. Koskoca evi temizlemeye vaktin yetmez diye düşündüm yardıma geldim.

Omuzlarını düşürüp ona bakakaldım.

-Sana hayran kalıyorum biliyor musun, deyip son kalan yerleri silmeye devam ettim.

Ceyhun masadakileri dolaba yerleştirmeye başlamıştı benim ona söylememe gerek kalmadan.

-Bugün sende garip bir değişiklik var?

Silmeyi bırakıp göz ucumla Ceyhun'a baktım.

-Ne gibi bir değişiklik? Banyo yaptım, ondandır.

-Yok ya, ondan değil belli.

Masada ki boş poşetleri alıp yanımda ki çöpe doğru geldi. Çöpleri attıktan sonra yüzümü inceledi.

-Böyle bir rahatlık gelmiş üzerine. Gözlerin parlıyor. Omuzlarında dik.

Utanarak başımı geri tezgaha çevirdim. Ceyhun elinde bir elmayla masanın başına geçip oturmuştu.

-Biz Emir'le barıştık.

Arkadan öksürük sesi duymamla, hemen masada ki sürahiden bardağa su koyup ona uzattım.

-İç şunu, iç. İyi misin?

Ceyhun suyu içtikten sonra kızarmış yüzüyle bana dediğime inanmayarak baktı.

-O nasıl oluyor lan? Ne dediğini biliyorsun değil mi?

-Evet.

-Tamam da kadın, siz dün gece buluştuğunuzda kavga ederek geçirmemiş miydiniz geceyi?

Bezle işin bitince onu da çöpe atıp, onun karşında ki sandalyeye geçip oturdum.

-Tüm gece öyle geçmedi, dedim lafı ağzımda geveleyerek.

-Ne diyorsun inan anlamıyorum.

-Emir, dün gece evime geldi.

-Buraya mı?

-Benim kaç tane evim var Ceyhun? Buraya geldi işte.

-Gecenin bir vakti, ne yapıyormuş burada?

-İlk zamanlar benden borç almıştı. Onu ödemek için gelmiş.

-Ee? Siz o kadar kavga dövüş haldeyken nasıl barışabildiniz?

Susup dün ki mahşer gecesine benzer geceyi aklıma getirdim. Hiç boşuna tekrar dile getimeye gerek yoktu.

-Oturduk konuştuk, dedim.

-Oturdunuz ve konuştunuz?

Bu ihtimale hiç kanmamıştı.

-Tamam ya, dövüştük.

Kaşlarını yay gibi kaldırdı havaya.

-Lan yoksa senin burnun o yüzden mi morarmış?

Elimle hemen burnumu elledim.

-Çok mu belli oluyor?

-Anası ağlamış gibi kadın nasıl belli olmasın? Ulan seni ağlattığı yetmiyor bir de gelip sana mı vuruyor?

-Dövüştük diyorum Ceyhun. Ben de ona vurdum.

-Ee sonra birden oturdunuz artık barışalım mı dediniz?

-Boş ver Ceyhun ya. Barıştık işte. Yani pek samimi olmayız herhalde, aramızda mesafe olur ama bakalım.

-Akşama gelecek mi?

-Bilmiyorum, onu o zaman öğreneceğiz.

Başını salladı. Onunla barışmamla pek ilgilenmemişti ama benim rahatlamış olmam onu sevindirdi.

-Peki bu bilinmeyenden, seni öldürmek için peşinden gelen arabadan felan bahsettin mi?

-Dün gece vaktin olmadı. Bugün toplantıdan sonra anlatacağım her şeyi.

-Her şeyi mi?

-Evet.

-Sen onunlayken de sana gelen güvenme mesajını bile mi?

-Her şeyi anlatacağım Ceyhun. Artık nasıl tepki verecek bilmiyorum.

-Desene akşama bir kıyamet daha kopacak.

-Lütfen, lütfen iyiyi çağır Ceyhun. Hadi ya, çok konuştuk bir saatten az kaldı gelmelerine. Sen gidip salonu düzeltir misin biraz?

-Sen emret yeter patron, deyip sandalyeden indi ve salona geçti.

Ben de mutfakta kalan son işlerimi yapıyordum. Gelecekler deyip duruyordum ama buna yüzde yüz emin değildim. Hele ki Emir ve Hazar konusunda.
Birinin bile gelmemesi planlarımda büyük değişikliklere gitmeme sebep olacaktı.

-Karmen?

-Efendim Ceyhun? Diye seslendim sırtım ona dönükken.

-Bir baksana, bu atlet ve tişört sana büyük gelmiyor mu ya?

-Ne atleti Ceyhun ya, deyip arkamı döndüğümde Ceyhun Emir'in atletini kendi üzerine doğru tutmuş şaşkınlıkla bakıyordu.

-Yani bana bile bir beden büyük.

Mutfaktan depar atarak Ceyhun'un üzerine atlayıp elindekileri çekip aldım.

-İşine baksana sen be adam.

-İşimi yapıyorum zaten. Atmışsın yere bunları. Ne pasaklı kadınsın ya. Bir de evine misafir çağırıyorsun. Tch, tch, tch.

Emir'in atletini ve tişörtünu alıp üst kata çıkıp yatak odama fırlatıp aceleyle geri aşağı indim.

-Saat kaç oldu?

-Saat sekize on dakika kaldı, dedi Ceyhun saatine bakıp.

Onun yanına gelip, koltuğa gerginlikle oturdum.
O da oturup ayak ayak üstüne attı.

-Sence ilk kim gelecek?

-Emir gelir, dedim.

-Nereden biliyorsun?

-O dakik biridir. Saat tam sekizde burada ol dediysem, tam sekizde gelir. Ne bir dakika geç ne erken.

-O zaman -yine saate baktı- tam beş dakika sonra kapıdan içeri geçecek.

Oflayarak saçlarımı karıştırdım.

-Son üç dakika.

-Ay Ceyhun dakika sayarak germe beni. Zaten bayılacağım.

-Tamam tamam sustum. -demesinden hemen ardından- Son bir dakika, diye fısıldadı.

Onun yüzünden içimden resmen saniyeleri geri geri sayıyordum.

10… 9… 7… 5… 3, 2, 1

Ceyhun'un saat tam saat sekize geldiği için ufak bir ses çıkardı. Birbirimize gözlerimizi dikmiş bakıyorduk. Ve saniyeler sonra kapım çaldı.

-Beş saniye geç kaldı, derken Ceyhun ben yerimden fırlamıştım.

-İnsanlık hali, deyip kapıya yetiştim.

Ve üstümü başımı düzeltip kapıyı ardına kadar açtım. Karşımda gördüğüm bir çift Kahverengi gözle, yüzüme tebessüm yerleşmişti.

- Tam vaktinde geldin, dedim saklamaya çalıştığım hevesimle.

-Tam olarak bu saatte gelmemi istemiştin, dedi Emir.

Gelen ikinci yandaş Emir olmuştu.

Sakal ve saç tıraşı olmuştu. Üzerinde ise temiz duran, kan lekesiz Beyaz bir tişört, siyah paraşüt pantolon giymişti. Sanırım benim yüzüme gelen aydınlanma dışarıdan böyle belli oluyordu.

-İçeriye geçmek ister misin?

-Zaten bu yüzden geldim ya, deyip zoraki bir tebessümle yanımdan geçip içeriye geçti.

Salona doğru yürürken, ben de arkasından neredeyse seke seke gidiyordum. Koltukların yanına yetiştiğinde Ceyhun ayağa kalkıp, düz bir surat ifadesiyle ona el uzattı.

Emir, Ceyhun'a ve eline kısa bir bakış attıktan sonra onu kolundan tutup kendine biraz çekti ve bedeninin yarısıyla sarılıp sırtını iki kere sıvazladı.

-Ben yokken sen var olduğun için teşekkür ederim, deyip resmiyetle ondan geri çekildi.

Ceyhun'un lafını esirgeyecek gibi bir hali yoktu.
-Eyvallah, yalnız varlığımın sebebi sadece kadın için. Teşekkür istemem.

Emir'in Ceyhun'a asabı bozulacak sandım ama hiç sinirlenmeden,

-Kimin için olduğunun bir önemi yok. Ben yine de teşekkür etmek istedim, deyip koltuklardan bir tanesine oturdu.

-Hadi ne yapacağımızı konuşalım o zaman, deyip bir ayağını önce diğer ayağının üstüne atacak gibi oldu. Fakat gözleri Ceyhun'a kaydıktan sonra normal bir şekilde oturdu.

-Henüz tamamlanmadık.

Gözlerini kıstı.
-Beklediğin başka kişiler de mi var?

-Dört kişiyi daha bekliyorum, dediğimde yerinde bana doğru eğildi.

-Dört kişi mi? Kim bunlar?

-Birazdan gelmiş olurlar, o zaman tanışacaksınız zaten, dedim.

Başını sallayıp koltuğa geriye atıp yasladı. Göz ucumla beyaz tişört'ünün altında ki sargılı yaraya baktım. Tekrar kanamışa benzemiyordu.

-Burnun nasıl oldu, diye sordu başı hala tavana bakarken.

-Nefes almaya devam ediyorum. İşe yarar durumda.

Ceyhun morluğa kaşlarıyla işaret edip ters ters bana bakmıştı.
"Önemli değil" diye dudaklarımın arasından sessizce konuştum.

Hemen ardından kapım çaldı ve aynı anda telefonuma bildirim geldi. Cebimden telefonu çıkartırken kapıya doğru koştum.

Kapıyı açıp gelenlere bakarken, bir yandan mesajı okudum.

"Benim çocuklar, senin adamların geldi. Dediklerimi unutma. Onlar senin adamların herkes bunu böyle bilsin. Ayrıca yolun açık, talihin parlak olsun sürtük. Önce kendine sonra senin arkanda duran yandaşlarına sahip çık.

Kendine iyi bak.

Kızıl Kehribar."

Başımı telefondan kaldırıp karşımda duran üç kişiye baktım. Skar, Hollanda ve Maytap üçü de bana bakıyordu.

Gelen üçüncü, dördüncü ve beşinci yandaş onlardı.

-Hoş geldiniz, dedim köşeye çekilip onları eve davet ederek.

-Hoş bulduk yav, diye sırıtarak Maytap girdi içeri ilk önce.

-Hoş buldum, diyen Hollanda da tepkisiz ve isteksiz sıfatıyla eve geçti.

Skar sadece baş salladı.

Hepsinin geçişinin ardından kapıyı kapattım.

-Ulan ev diye konum attılar saraya gelmişiz, diye büyülenmiş gibi bağırdı Maytap etrafa bakarken.

Hollanda imrenen gözlerle evimi baştan aşağı süzdükten sonra önüne baktı. Skar sadece önüne bakıyordu.

-Buradan içeriye geçelim, diyerek onları salona yönlendirdim.
Maytap en önde yürüyordu. Ceyhun ve Emir ayaklanmışlardı.

Ceyhun'u gören Maytap ince sesiyle,
-Vay, Ceyhun Reisss! Sen de mi buradaydın ya?diye seslendi.

Sonra sanki senelerce arkadaşmış gibi paytak adımlarla koşup ona sarıldı.

-Vay Maytap reis. Tabii buradayım ya. Patronumu yalnız bırakır mıyım sanıyorsun?

Gözlerim birden Ceyhun'a kıskanır gibi bakan Emir'e kaymıştı.

-Bırakmazsın tabii ya. Adamsın valla, deyip kendini geri çekti.

-Sizde gelmişsiniz, dedi gururla.

Sonra kendisine yaklaşan Skarla el sıkıştı. Ardından yüzünü birden bilerek ekşitip Hollanda'ya bakmaya başladı.

Hollanda da aynı şekilde yüzünü buruşturup ona elini uzattı.

-Naber dünkü şoför, dedi Ceyhun örgülerinden bir tanesini tutup arkaya atarak.

-Seni görene kadar çok iyiydi yaşlı amca, deyip örgüsünü geri önüne attı.

Hepsinin arkasından gelip ortalarında durdum. Üçü Emir ve Ceyhun'un karşında durmuş Emir'e bakıyorlardı.

Sonra Maytap, Emir'i yabancı olarak bulduğundan onun önünde hemen benim adamlarım oldukarını belirtme ihtiyacı duydu.

-Tabii ki geldik Ceyhun reis. Biz Karmen'in adamlarıyız. Onun için ne gerekirse de yaparız.

Skar ve Hollanda'da özellik Emir'e bakarak kafa salladılar.

Emir, bu yeni gelen değişik isimli kişilerin kim olduğunu çözmeye çalışıyor gibi dikkatli inceliyordu onları. Üstelik benimle ve yetmezmiş gibi Ceyhun'la daha önceden tanışıklı olmaları da onu daha şaşırtmıştı.

-Karmen, beni tanıştırmayacak mısın, -bastırarak- adamlarınla?

-Elbette tanıştıracağım, deyip aralarına geçtim.

En başta duran Skar'ı işaret edip,
-Emir, bu Skar. Skar, bu Emir.

Skar yine başını sallayıp elini uzattı, Emir yaralı yüzüne fazla bakmadan elini sıktı.

Tam Hollanda'yı tanıtacaktım ki Maytap onun önüne atlayıp,
-Beni tanıştır önce şu gergin tiple, dedi sırıtarak.

Emir öncesinde kesinlikle gergin değildi ancak bu cümleden sonra bir kaşını çatmıştı.

-Kendisi Maytap olur, dedim.

-Evet Karmen'in bir numaralı adamı olurum, dedi dökülmüş saçlarını havalı olmaya çalışarak geriye atıp.

-Memnun oldum Karmen'in bir numaralı adamı, deyip elini uzattı.

Maytap gergin tip dediği adamdan bunu duymayı beklemediğinden bir donup kalmıştı. Ardından kesik kesik güldü ve geriye çekildi.

Hollanda soğuk suratına ufacık bir gülümseme bile takınmadan burnu havada bir şekilde yürüyüp Emir'e yaklaştı.

-Ben Hollanda, dedi elini uzatıp.

Benim onları tanıştırmama gerek bırakmadan.

-Ben Emir Aybeyaz, dedi Emir ve elini sıktı.

-İsmin neden Hollanda, diye sormuştu bir de.

Hollanda Emir'i sorgular gibi bakmasının ardından elleriyle siyah saçlarında ki örgüleri gösterdi.

-Çünkü hep Hollanda örgüsü yaparım.

-İyi. Peki sen Karmen'in kaç numaralı adamısın?

Hollanda mavi gözleriyle bana ters ters baktıktan sonra ince dudaklarını yalayıp,
-Ben de bir numaralı adamıyım, diye zorlandığını belli etmeden söyledi.

Emir dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı. Hollanda bana dönüp,
-Kafanda ki diri adam bu mu, diye sordu.

Beklenmedik soruyla karşılaştığımda gözlerimi birden Emir'e çevirdim.

-Anlamadım, dedi Emir.

-Boş ver seni ilgilendirmiyordu zaten, deyip önünden çekilip Ceyhun'un yanınada ki boş yere oturmaya gitti.

Ceyhun o gelir gelmez örgülerinden birini alıp çekiştirmeye başladı.
Onların arasında birbirleriyle uğraşmayı seven tuhaf bir abi kardeş ilişkisinin olduğunu hissediyordum.

-Niye sadece Hollanda'nın lakabını sordun bakalım? Ha?
Diyerek iki elini beline dayayıp öne çıktı.

-Senin lakabın Maytap.

-Evet bunu zaten biliyorum, dedi tiz sesi her yeri inletiyordu.

-Herkesle maytap geçen bir karaktere sahip olduğundandır. Skar'ınki ise yüzünedeki yara izinden dolayı.

Maytap Emir'e üstün zekalı biriymiş gibi bakıp kendini ondan uzaklaştırdı.

-Eksik söyledin, bir de Maytap'a benzediğim için.

-Seni Maytap'a benzetemediğim için kusura bakma. Hollanda'yı sordum çünkü örgüler hakkında bilgim yok.

Herkes tanışma faslından sonra yerlerine geri oturdu. Ceyhun, Hollanda ile kendi aralarında sohbet ediyordu.

-Drift atmayı biliyor musun, diye sordu Hollanda.

Ceyhun ona küçümser gibi bir bakış atıp göğsünü kabartarak,
-Ben drift atmayı arabayı altıma aldıktan bir ay sonra öğrendim, dedim.

Hollanda ona biraz inanmış gibiydi.

-Gerçekten mi? Ben iki senedir araba kullanıyorum ama daha tam anlamıyla öğrendim.

-Hatırlat bir ara, sana drift atmak neymiş göstereyim.

-Araban var mı?

Diye hevesle sordu Hollanda. Ama Ceyhun önce biraz yutkundu ardından,
-Biricik Patronumun arabasıyla şimdilik. Ama yakında benim de olacak, dedi.

- Ne kadar yakın?

-Bilmem patronuma sorayım dur, dedi nispet yapar gibi.

Başını bana çevirip,
- Patron benim maaşı ne zaman ateşleyeceksin cebime yav?

Gülüp elimi cebime soktum ve bulduğum ellilik kağıt parayı çıkartıp ona yaklaştım. Parayı alnına gülerek yapıştırıp,
-Al sana maaş, dedim.

-Canın sağ olsun be yavrum, deyip gülerek parayı aldı.

Ve Hollanda'nın eline,
-Al harçlık, deyip verdi.

Başımı onlardan Skar ve Maytap'a çevirdim. Maytap heyecanlı heyecanlı Skar'a evimle ilgili şeyleri gösterip anlatıyordu.

-Bak ben inanıyorum, bir gün bizimde böyle evimiz olacak.

Skar başını sallıyor, Maytap ise her baş sallamadan farklı cevaplar almış gibi davranıp konuşmaya devam ediyordu.

Hazar'ın gelmesini ayakta bekliyordum resmen. Beş dakika sonra gelmezse artık toplantıya onsuz başlayacaktım.

Gözlerimi odada gezdirirken bir Hollanda ve Ceyhun'a bir Skar ve Maytap'a bakan Emir'i gördüm. Fakat bu bakışları incelemek için değildi.

Onlara uslu uslu bakıyor sohbetlerini dinliyordu. Benim şu ortamda konuşacağım dört farklı insan vardı. Ya da Ceyhun'un ya da diğerlerinin.
Ama Emir'in yoktu. Sessizce kendi köşesinde oturmuş konuşanları dinliyordu.

Bahsettiği yalnızlık buydu. Onun gerçekten benden başka kimsesi yoktu. Ve bu yüzden yalnız kalma korkusu onu böylesine delirtmişti.

Gözleri iki taraf arasında gidip gelirken benimkine takılmıştı. Konuşmadan sessizce birbirimize bakıp durduk. İkimiz de içimizden geçen acıların ne olduğunu anlıyorduk.

Emir benim içimde ki intikam tutkuma ben onun içinde ki sadakate şahit olmuştum.

-Biz kimi bekliyoruz dakikalardır, diye sordu Hollanda.

Beklemekten herkes sıkılmıştı.

-Son iki dakika daha bekleyeceğiz. Ardından gelen olmazsa, toplantıya başlayacağız.

-Bizi niye bu kadar bekletiyorsa? Anlamadım, saat belli, yer belli? Ne bu uyuşukluk yani, diye şikayetlerini dile getirdi.

Ortamı kışkırtmak yerine her zaman yatıştırmalıydım.

-Sadece bir dakika daha- derken kapı çalındı.

Derin bir nefes verip kapıya doğru yürüdüm. Umarım Hazar bana katılmak için gelmişti. Kapıya yetişip, her zaman ki davetkar hareketimle ardına kadar açtım.

Karşımda arkası dönük biri duruyordu. Ben kapıyı açtığımı fark ettiğinde yüzünü döndü. İçim rahatlamıştı çünkü planlarımda hiç bir değişiklik yapmama gerek yoktu.

Altıncı ve Son olarak gelen yandaş Hazardı. Benimle beraber 7 yandaş olmuştuk.

-Geldin, dedim ilk olarak.

-Harvey için, diye net bir şekilde belirtti sebebini.

-Harvey için, diye destekledim onu.

İçeriye davet etmemi beklemden yanımdan geçip salona geçti. Ben de hemen kapıyı kapatıp arkasından yetiştim.

Emir karşısında Hazar'ı bulunca ve Hazar karşısında Emir'i bulunca gözleri bir süre birbilerine bakıp durdu.

Emir hariç herkes ayağa kalkmıştı. Ben Hemen hazar'ın yanına gittim ama diğerleri tanışma faslına hemen alıştıklarından Maytap elini uzattı.

-Ben Maytap, Karmen'in bir numaralı adamıyım, dedi.

-Ben Hazar Onat. Ronni ekibi tetikçisiyim.

Maytap Peperonni'yi ve tetikçi lafını duyduğunda elini ondan çekti. Ben direkt Emir'e baktım. Kendi konumunun ondan Hazar'a geçmesine ve Hazar'ın bunu herkese söylemesi hakkında nasıl hissediyordu?

Hayır başını yerden kaldırıp Hazar'a bakmamıştı bile.

Hazar Skarla da tanıştıktan sonra, Emir'in önüne geldi. Emir Hazar'ın başında bekleyen ayaklarını görmüş ancak tepki vermemişti.

Hazar yüzünde ki hayal kırıklığını saklayıp Hollanda'nın önüne geçti.

-Ben Hazar Onat, Ronni ekibi tetikçisiyim.

Hollanda onun yüzünü soğuklukla süzdükten sonra yüzüne ilk defa garip bir gülüş takmış ve elini uzatmıştı.

-Ben Hollanda.

-Saç örgülerinden dolayı mı, demesiyle herkes onlara odaklanmıştı.

Hollanda ilk kez lakabının anlamı söylemeden bilen bu çocuğun karşında afallamıştı.

Ve sonra elini cebine atıp benim Ceyhun'a, Ceyhun'un kendisine verdiği elli lirayı Hazar'ın eline tutuşturdu.

Hazar şaşkın gözlerini eline çevirdi.

-Bu, bu ne içindi?

-Bildin diye ufak bir ödül, diye kekeledi Hollanda.

Hazar başını sallayıp parayı cebine koyduktan sonra Ceyhun'la konuşmadan el sıkışmadan Maytap'ın yanına gidip oturdu.

Sonunda benim sıram gelmişti.
Sonunda beklenen an gelmişti.

-Başka kimse gelmeyecek, deyip dikkatleri üzerime çektikten sonra Emir'in yanında ki köşeye gidip ayakta durmaya devam ettim.

-Başka kimse olmayacak aramızda. Bu kadarız. Herkes buraya ne için geldiğini biliyor değil mi?

Deyip herkesin gözüne bakıp tek tek beni onaylamalarını bekledim. Ve sonra teyit etmek amaçlı,

-Buraya toplanma sebebimiz Erdem Aker'i öldürmek ve Kozan'ı T.G.I.F başına geçirmek, dedim.

Harekete geçmeden önce sormak istediğiniz genel soruları alabilirim, dedim.

İlk el kaldıran Emir olmuştu.
-El kaldırmanıza gerek yok, direkt konuşabilirsiniz, dedim.

-Pekala, sormak istiyorum neden direkt Erdem'i öldürmüyorum da böyle uğraşıyoruz?

Ceyhun ve Maytap Emir'e hak verir gibi başını salladı.

-Onu öldürmeden önce tüm pisliklerini ortaya çıkartmamız gerekiyor.

-Neden, diye sordu yine Emir.

- Çünkü Erdem Aker, birden ölürse bunun suçu kesinlikle Kozan'a kalır. Kozan suçlu olarak bulunursa ya infaz edilir ya da asla yönetici olamaz. Ki sen onun infaz edilme ihtimalinin yüksek olduğunu benden daha iyi biliyorsun.

Emir'in şimdilik ikna etmiştim. Bu konulara yine değinecektim. Fakat bir başka el daha yükseldi ardından hemen indirip konuştu.

-Bu işin sonunda ölüm olacak mı?

Tüm gözler ona çevrilmişti. Fakat Hazar'ın gözleri Hollanda da gereğinden fazla uzun takılmıştı.

-Bu konuyu zaten konuştuk Hollanda. Ölüm elbette olacak. Zaten amacımız birini öldürmek. Ölüm hakkı onun olacak. Biz daha fazlasının önüne geçmek için elimizden geleni yapıp dikkatle hareket edeceğiz.

Herkes yine susmuştu. Üstünkörü geçiyordum her şeyi, çünkü uygulama zamanı gelince daha iyi anlayacaklardı.

-Benim de bir sorum var, dedi Hazar.

-Tabii ki Hazar. Nedir?

-Ya bu çok güvendiğin Ceyhun Kozan sana ihanet eder ve yönetici olduktan sonra senin için köstebeklik yapmaz ise?

Biraz susup diğerlerinin tepkisine baktım. Hepsi bu konu için şüpheye düşmüştü. Bundan cesaret alan Hazar bana cevap isteyen gözlerini dikti.

Fakat ben bunu da düşünmüştüm.

-Her şeyimizi riske atmadan önce kendimizi garantiye almamız gerekiyor, dedim.

-Evet öyle, dediler.

- Bir saniye sonra bile ihanete uğrayabiliriz. O yüzden baştan beri elimizde bulunması gereken kanıtlar olacak. Ceyhun Kozan hakkında ona karşı kullanacağımız ve tehdit edeceğimiz kanıtlar.

-Çok haklısın Karmen ama bunu nasıl yapacağız?

Gözlerimin içine bakan 6 farklı göze baktım.

-Peperonni'ye gizliden girip belgeleri çalarak.

⛓️⛓️⛓️

Heyecandan kavrulan 7 farklı göz 7 farklı insan.

Karanlığın ardından Güneş doğacak sanarız ama bulutlar sürpriz yaparak ışığı engeller.

Ölümcül bir oyun oynarken her şeyin iyi gideceğine inanmak, adalet terazisinin iki tarafa dengeyle basmasını ummak kadar saçmaydı.

Fakat biz öyle sanmıştık... Ne kadar aptaldık...

7 farklı oyuncu.

Biri ölecek, biri çaresiz kalacak, biri suçlanacak, biri masum sanılacak, biri yaralanacak, biri güvenecek, biri öldürecek.

23. BÖLÜM SONU

 

BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ???

 

SONUNDA özleminizden geberdiğiniz Emir geri döndü.

 

Emir ve Karmen'in sahneleri hakkında ki tüm düşüncelerinizi buraya alayım.

 

Yandaşlar hakkında ne düşünüyorsunuz??

 

Agagagaga tam çıldırmak bir bölüm oldu 😋😁

 

Kendinize iyi bakın okuyan gözlerine sağlık💘

 

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE

 

 

Loading...
0%