Yeni Üyelik
29.
Bölüm

26. BÖLÜM - KORKAK KALPLER

@shorosharpen

 

Akşam dalgalar vurur sahil boyuna

Vurur içimi yıkar

Siyah kelebeklerim uçar delice

Ahım ölüme kadar

Gönül acılar çeker yalnız başına

Yeter bu kadar yeter

 

Emrin Olur - Gülşen

 

Sende açtığım yaraları iyileştirmek için bir yama arıyorum

Kendimden nefret etmek için sürekli gidiyorum

Ama hep sana varıyorum

 

Aşk Şarkısı - Şanışer'in

 

Günler alıyor bazen anlaması

Benle kötü bir şey paylaşır gibisin

Kime kalıyor zordur anlaması

Sende derdini saklayan birisin

 

Gece sever hüzünleri vardır yine bir bildiği

Yağmurundum yavaş yavaş diniyorum

Yakıp yine ışıkları arar mısın o günleri?

Bitiyor artık ve bunu çok net görüyorum

 

Hiç kimseyi seninle aynı tutmak olur mu?

Aşk bir keredir bir sonraki aynı yeri bulur mu?

Yürüyerek gidiyorum hiç acelem yok ayrılığa

Seninkisi bitmiş olabilir, benim duygum bir bela

 

Bir Bela - Hande Yener

 

Erdem Aker'in bomba patlatmasından 48 saat önce.

 

❤️⛓️🖤

 

Korku mu? Mutluluk mu? Telaş mı? Öfke mi? Şaşkınlık mı?

 

Bunların hepsi vücudumun her yanında dolanırken ben en çok hangisini öne çıkarmalıydım? Hangi hissimle hareket etmeli hangi hissimle kendimi dizginlemeliyim?

 

Bilmiyorum.

 

Bu hayatta her zaman bilmediğim pek çok şeyin olduğunu söylerim. Diğer insanlardan geride kalmışlık, sevgiyle göz boyayan bir esaret, konuşkan dilimin lal kesilmesi ile beraber ben gelişimi yarıda kalmış bir genç kız gibiydim.

 

Harvey'in ölümün ardından adım atmadan önce durup bir çok kez düşünüyordum. Birisiyle konuşmadan önce kendi içimde bir düzine prova yapıyordum.

 

Ben fena bir sefalet bataklığı içine düşmüştüm. Çıkmaya çalışsam bile, benim çırpınma kuvvetime inat bataklık kendine geri çekiyordu. Kendi başıma çıkmaya çalışmam büyük bir istekti ama dışardan destek almam gerektiğini tamamen batıp boğulmak üzereyken anladım.

 

Fakat bu kadar yardım elinin uzanacağı aklıma gelmezdi.

 

Ama hala değişen pek bir şey olmadı. Ben bataklıktan kurtulsam bile üzerime bulaşan pislikten nasıl temizleneceğimi bilmiyordum.

 

Bilmemek.

 

Benim son zamanlarda bildiğim en önemli şey.

 

Bilmemeyi çok iyi biliyorum.

 

Çaresiz kalmak artık yaşam alışkanlığım. Aksilikler ayağıma her adımımda çelme takıyor. Bunları güzel bir hisle düşündüğüme bakmayın.

 

Bilmemezlik bana nelere mâl oluyor, çelme sonucu yere düşmem dizlerimi nasıl kanatıyor, çaresizlik her anında karşıma çıktığında başımı çevirecek yer bulamıyorum.

 

Bilmiyorum, neler oluyor bilmiyorum. Takip edemiyorum artık, kestiremiyorum. Bu kadarını beklemiyor muydum? Hayır, benim gözüm artık daha beter yüksekliklerde.

 

O yüksekliklerden gelen serin ve nemli hava eşliğinde, uğruna canımı dişime taktığım gökyüzünü görebilmek, yıldızlar kadar güzel parlamak için yaşadığım olayların ardından Hollanda'nın sürdüğü pikabın arkasında yolculuk ediyordum.

 

Ceyhun'un yollarda tereyağ kadar pürüzsüz kayıp gitmesine alıştığımdan Hollanda'nın sürüşü bana acemi geliyordu. Belki yolda ki tüm delikleri göremiyor birinden kaçarken ötekine yakalanıyor böylece bata çıka gidiyorduk.

 

Yine de 21 yaşında arabayı böyle iyi kullanmayı bilmesi takdire şayan. Ben de araba sürmeyi bilirdim eskiden ve severdim de. Fakat o direksiyona dokunmayalı, ön koltuğa oturmayalı yıllar oluyor.

 

Evime gidiyorduk. Yandaşların geri kalanının yarısı Rengin'in kafesinde kalan eşyalarımızı alacaktı. Diğer yarısı ise direkt arkamızdan bizi takip edeceklerdi.

 

Kim şuan nerede, hangi konumdaydı bilmiyorum. Bizim evimize yetişmemize az kalmış ve ben eve yetişmeye yaklaştıkça karaya vurmuş balık gibi yerimde çırpınıyordum.

 

Yalnız değildim. Zaten her şeyi mahveden de bu kahrolası detaydı.

 

Peperonni baş sekreteri Cansu Akrep ile ne yapacaktım?

 

Benim planlarımın ne kadarını duymuştu? Kimlerle konuştuğumu biliyor muydu? Elimdeki belgelerin hepsini gördü mü? Peki ona ne yapacaktık?

 

Susması için masum birini, kendi iş yerinde, işinde gücünde olup hayatını kazanmaya çalışmak, cebine para sokmak için çalışan bir genç kadının hayatına son mu verecektik?

 

Bu kadar gaddar mıydık?

 

Bu kadar kolay cinayet işleyebiliyor muyduk?

 

Bu kadar kolay son verebiliyor muyduk hayatlara?

 

Hayır.

 

Kesinlikle hayır. Ben bunu kabul etmiyor hatta bir seçenek olarak bile görmüyordum.

 

İfşalanmak mı? Peki tamam, kabul. Ama ne olursa olsun bir masumun kanını daha elime lekelendiremem.

 

O yüzden başka şeylere odaklanmalıydım. Aklıma gelen ilk fikir onu bağlamaktı. Maalesef önce kaçmasına engel olmalıydım. Çünkü karşımda olduğu sürece onunla her türlü anlaşmalara gidebilirdim.

 

Evet eve yetiştiğimde hiç değilse ne yapacağımı artık biliyorum. Peki devamında? Onu yanımda kaç gün tutacaktım? Bizimle anlaşma yapacak mıydı? Ya da Peperonni baş sekreterlerinin yokluğunu ne zaman fark edecekti?

 

Henüz yandaşlar bile yanımda Cansu'nun olduğunu bilmiyor. Benim onlara hediye niyetine sunabileceğim güzel sürprizler ancak bu kadar olur.

 

Bu kadar sırt üstü yatmak ve rahatlayacağım derken düşünceler arasında boğulmak yeterli.

 

Bedenimle temas eden soğuk demir zeminden kalkıp yarı oturur pozisyona geçtim. Yollara baktığımda buranın bizim bir üst mahalle olduğunu fark ettim. Yani yetişmeye iki dakikadan az vardı.

 

Başımı sağa çevirdiğimde inip kalkan göğsü harici başka yaşam belirtisi göstermeyen kadını gördüm.

 

Yuvarlak ve beyaz tenli ufak yüzü üzerinde ince dudakları, eğimli minik burnu siyah iki çizgi halinde kaşları vardı. Gözlerinin ne renk olduğunu görmüyordum. Siyah düz kısa saçlarının bir tutamı yüzünün üstüne düşmüş bir tutamı da yere yayılmıştı.

 

Benden kısa boylu ve zayıf bir kadındı. Üzerine siyah kumaş pantolon ve beyaz gömlek giymişti.

 

Normal, işe gidiyordu çünkü. Ve o böyle giyinmeyi tercih ediyordu. Fakat normal şartlarda gecenin ilerleyen vaktinde bu kadının evinde üstünü soyup rahat bir eşofman takımı giymesi gerekirdi.

 

Hatta karnı aç bile olabilirdi. Evde onu bekleyeni var mıydı? Yokluğunda şüphelenecek sevgilisi, ev arkadaşı, ailesi var mıydı?

 

Başımı iç çekerek iki yana salladım ve önüne çevirdim. Kucağımda duran üç farklı dosyanın üstünde parmaklarımı gezdirirken Cansu'ya sergilediğim merhamet bakışlarını nefrete çevirip bakmaya başladım.

 

Aralarından en çok Phiqz'i merak ediyordum. En çok o hukuk bürosunun neden çöktüğünü, İgima'yla aralarında neler geçtiğini öğrenmek istiyordum.

 

Araba son bir rampanın üzerinden geçtiği sırada gözüm caddeye takıldı. Artık cadde de değildik burası benim evimin ön bahçesiydi. Hollanda arabayı evin dibine kadar geri viteste geçirdikten sonra durdu. Bahçeyi aydınlatan ışıklarım önümü görmeme yardımcı oluyordu.

 

Hiç durmadan ayağa fırladım ve pikaptan aşağı atladım. Hollanda arabadan inmiş elleriyle örgütlerini düzeltirken yanıma geliyordu. Yüzü gevşekti. Rahattı çünkü karanlık esnasında benimle beraber aşağı inen diğer kişiyi görmemişti.

Yanıma yetiştiğinde karşımda durdu. Mavi gözlerinde yeşeren bir umut vardı. Sivri bakışları azıcık törpülenmiş ve düz duran dudakları hafifçe kırılmıştı.

 

-İşte az önce şu el frenini çekene kadar bizi bir aksiliğin yakalayacağını düşündüm. Siz içerideyken, sizi dinlerken kalbimin daha önce bu kadar hızlı çarptığını hatırlamıyorum. Hazar denilen çocuk saniyeleri sayarken ben de istemeden ona eşlik ediyordum. Sanki sesli söylerken kabullenmek daha kolay oluyordu.

 

Ve sonra kargaşalar oldu anlamadığım sanırım bu sefer gerçekten boka battık diye düşündüm ama dakikalar sonra pikabın arkasına atlaman ile içim biraz olsun rahatlamıştı.

 

Ama yine de eve yetişene kadar gözlerim hep dikiz aynasında oldu. Peşimizden gelenler var mı diye.

 

Sözünü bitirip derin bir nefes çekti. Bu nefes saatler sonra onun da çektiği ilk unutulmaz özgürlük nefesiydi. Etrafına hevesle baktı. Sonra gözünü yıldızlara dikti. Bir süre orada oylandı ve tekrar odağını bana verdi. Omuzlarını indirip kaldırdı ve iki eliyle iki Hollanda örgüsünü başından sona kadar okşadı.

 

-Ama işte buradayız değil mi? Bizi takip eden veya gören yok. İçimizden yaralanan yok. Başardık değil mi Karmen? Planın işe yaradı. Belgeler sanırım artık bizde. O belgeler Erdem denilen şerefsizi koltuktan düşürebilecek değil mi?

 

Büyük bir hevesle benden güzel şeyler duymayı, onu onaylamamı bekliyordu. Hatta bana sarılmaya meyilli gibi duruyordu da. Ama gözlerime bakmaya devam ettikçe hevesi yavaşça kursağında kalacaktı.

 

-Evet, belgeleri aldık. Planımız neredeyse kusursuz bir şekilde ilerledi ve bitti. O belgelerle hem Erdem'in pisliklerini ortaya çıkartacağız hem de Kozan'a karşı tehdit oluşturacağız. Yani gerçekten kayda değer adımlar attık.

 

Soğuk yüzüne çocuksu bir gülümseme yayıldı. Onun zaten bir çocuktan farkı yoktu benim gözümde. Hayatı yarım kalmış ve kendini karanlık dünyada tamamlamaya çalışan bir kız çocuğu.

 

Rahat bir nefes aldı.

-Madem öyle, madem başardık ama sen... Karmen sen neden öyle bakıyorsun?

 

O anda yeniden zangır zangır titremeye başladım. Ellerimi açıp kapatıyor, ayaklarımı sert ritimlerle yere vuruyordum. Bu halime an be an şahit olan Hollanda'nın gözleri kırgınlık içinde üzerinde gezindi.

 

-Bir-bir sorun mu var?

 

Başımı öne arkaya salladım. Sesi korkusunu gizlemek için yüksek sesle çıkıyordu şimdi.

 

-Skar ve Maytap nerede? Onlar nerede Karmen? Niye hala gelmediler? Yoksa?

 

Cevabımı beklemeden arkasını dönüp arabaya doğru hızla koşmaya başlayacakken kolundan yakalayıp kendime çevirdim.

 

-Hayır, hayır sakin ol ikisi de iyi. Birazdan burada olurlar.

 

Skar ve Maytap bana sorduğu ilk isim buydu. Ya da korktuğu nadir şeylerden birisi ailesinin zarar görecek olmasıydı. Bir ailesini kaybetmiş iken ikinci ailesinden de mahrum kalmak istemiyordu.

 

-O zaman neden bu haldesin Karmen? Neden? Ne oldu?

 

Telaşla başımı pikaba çevirdim. İki tarafta arka kapıyı tutan kancalar vardı. Hızlı adımlarla parmaklarım birbirine karışırken bir kancayı yerinden çıkardım.

 

-Ne yapıyorsun Karmen?

 

Diye soruyordu arkamdan. Ben de diğer kancayı yukarı doğru çekip bırakıp. Ellerimle tuttuğum arka kısmı biraz geriye çekilip bıraktım.

 

Arka kapak şiddetli bir sesle pikaba çarptı. Fakat onun gürültüsünü Hollanda bastırmıştı. Gözlerimin ucuyla ona bakacakken kendisi şoka girmiş gibi yanımdan geçip önümde durdu.

 

-Bu, bu ne Karmen?

 

Sesi boğazından zar zor çıkıyordu.

 

-Bu kadın kim? Yoksa o ölü mü? -başını bana çevirdi- Karmen bu kadını öldürdün mü?

 

Ben konuşmaya başladığımda hemen yukarı doğru atlayıp kadının yanına çıktı.

 

-Hayır ölü değil, baygın. Ve kendisi Peperonni'nin baş sekreteri Cansu Akrep.

 

Elleriyle kadının boynunda ki nabzını yoklarken kafası koparcasına bana çevrildi.

 

-NE? Karmen, bu kadının burada ne işi var? Başımıza bela olacak bak şimdiden hissediyorum.

 

Hollanda'nın benden daha fena telaşa kapılmasıyla kendimde istemsizce gelişen koruma iç güdüsü fark ettim. Titremem durmuştu. Karmaşık kafamda sessizlik hakimdi. Tek bir yankılanma harici...

 

"Ayağa Kalk... Kendine Gel..."

 

Ellerimle yüzümü ovuşturup pikaba doğru yaklaştım.

 

-Hollanda! -diye sertçe seslendim-Bana yanında ki dosyaları ver.

 

Kız hiç itiraz etmeden ya da dosyalara bakmadan üçünü de diğer yanından sürükleyerek bana doğru attı.

 

-Ben şimdi dosyaları içeri götüreceğim. Ve garajımın anahtarını alacağım.

 

-Garajın mı? Ne garajı?

 

Önünden çekilip ona arkamızda ki demir kepenkleri gösterdim.

 

-Arkamda mi benim garajım. Ben gelene kadar Cansu'nun başında bekle. Gelen olursa da, neyse ben hemen gelirim. Sakin ol tamam mı? Halledeceğiz.

 

Başını salladıktan sonra gözlerimi yumup açtım ve arkamı dönüp koşarak evimin kapısına dayandım. Kapıyı açtığımda gibi lambaları açık olan evin üst katına çıktım.

 

Kendi odama geçip dosyları yatağımın üzerine bıraktım. Hemen ardından komodinin her hangi bir çekmecesini açıp karşıma çıkan anahtarı alıp oyalanmadan oradan çıktım.

 

Merdivenleri ikişer ikişer atlayıp bitirdikten hemen sonra kendimi yeniden bahçemde buldum. Hollanda hala kadının başındaydı. Ben ise kepenklere gidip anahtarı en altta ki büyük kilide sokup açmaya başladım.

 

Biraz eski olduğundan açılması zor oluyordu. Anahtarı yuvasında bastırarak bir kaç defa daha çevirdikten sonra ufak bir klik sesiyle kilit açıldı.

 

Böylece kepenkleri en yukarı doğru tüm gücümle itmeye başladım. Büyük garajımın önü artık açıktı. İçeriye geçtim. Dışarıdan gelen ufak ışıklar burayı aydınlatmaya yetmiyordu.

 

Ama sorun değildi. Çünkü bu az ötede ki duvarda anahtarlı priz vardı. Ivır zıvırlara basmamaya çalışarak karanlığın içinde yürüme konusunda az önce ustalaşmış gibi prize yetiştiğim gibi düğmeye bastım.

 

Harvey'in garajı şimdi her şeyiyle net bir şekilde ortaydı. Tozlanmış arabası garajın bir köşesinde sahipsiz bekleyiş içinde çürüyüp gidiyordu.

 

Ortada kalan bir boşluk vardı. Ayrıca burasının duvarlarında eşyalarla dolu raflar vardı. Duvar köşelerine atılmış araba lastikleri, araç gereçler, sulama hortumu gibi şeylerle doluydu.

 

Ve bir tane sandalye vardı elbet. Vakit kaybetmeden oraya koşup üzerinde ki şeyleri yere attıktan sonra sandalyeyi alıp boş duran yere koydum.

 

Hollanda bana dışarıdan bakıyordu. Yine koşarak onun yanına geldim.

 

-Durum ne, diye sordum.

 

-Hala aynı, baygın. Hiç mırıldanma felan da yok.

 

-Sorun değil. Ama onu artık oradan kaldırmalıyız.

 

-Ne yapacağız?

 

-Onu kaldırıp şu garajda ki sandalyeye götüreceğiz.

 

Başını önce sallasa da sonra duraksadı.

 

-Peki onu birini kaçırmışız gibi bağlayacak mıyız?

 

Hollanda soğuk kanlı biri gibi dursa da bazı yerlerde patlak veriyordu. Evet çevresine karşı duygusuz biriydi hatta vurdumduymaz.

 

-Aylin, diye acıyarak seslendim.

 

Fakat gözleri pörtledi. Temiz kalmasını istediği ismini bir adam kaçırma esnasında Söylemem uygun kaçmamıştı.

 

-Sakın bana adımla seslenme. Hele ki bu durumun içinde.

 

-Özür dilerim, kusura bakma Hollanda bir daha olmayacak, dedim mahçuplukla.

 

Onun özeline ya da kendisini mutlu hissettiği anlara saygı duyacaktım elbette.

 

-Onu bağlayacak mıyız, diye yeniledi sorusunu.

 

-Maalesef evet, öyle olması gerekiyor. Eğer uyanırsa... Yani bu riski göze alamam.

 

Başını şaşırtıcı bir şekilde onaylayarak salladı.

 

-Olması gereken bu. Bağlayalım, zaten kabul etmek istemesek bile birini kaçırdık. Bunu nazik dille söyleyince durum düzelmiyor.

 

-Haklısın, dedim içten içe sevinçle.

 

Pikabın yanına sokulup Cansu'nun ayaklarından tuttum.

 

-Nasıl yapalım, diye sordu.

 

-Onu önce aşağı indireceğiz. Sonra sandalyeye kadar taşıyacağız.

 

-Tamam, deyip kadının başına geçti.

 

-Hadi, dediğimde tuttuğumuz yerlerden kaldırmaya çalıştık.

 

Fakat ben kaldırsam bile Aylin yapamamıştı.

 

-Yer değiştirelim, deyip hemen yukarı çıktım.

 

Hollanda itiraz etmeden aşağı atladı ve benim tuttuğum gibi bacakları kavradı.

 

Ben de Cansu'nun kolları altına ellerimi geçirdim. Birbirimizin gözlerine bakıp başımızı salladık.

 

-Üç, iki, bir. Şimdi kaldır.

 

Cansu'yu kaldırmayı başarmıştık. Aylin yavaş adımlarla geriye doğru gidiyor ben de emekleyerek onu pikaptan indiriyordum.

 

Birini kaldırabilecek güce sahip olmuştum. Ve Hollanda'ya beraber bir iş yürütmeye çalışıyorduk. Erkeklerin gelmesini beklemeden, biz taşıyamayız onlar gelsin demeden hiç.

 

İkimizde sanki sadece ikimiz varmış gibi bu olayı şimdilik çözüme kavuşturmak istiyorduk. Başkasının gelip bunu bizim yerimize yapması için medet ummadan hemde.

 

Ben yeni yeni kendime yetmeye başlıyordum Fakat Aylin, bu yaşında bile öyleydi. Ona takdir eden hoş bakışlarımı attığımı fark ettiğinde utanarak gözlerini kaçırdı.

 

Pikaptan aşağı atlamıştım. Şimdi onu taşımak daha kolaydı. Koşar adım içeri doğru gittik. Garaja girdiğimizde Aylin daha fazla dayanamayıp ayakları bıraktı. Tut diye zorlamadan ben ters döndüm bedenle beraber ve kadını kolları altından sandalyeye kadar iki metre sürükledim.

 

Ayakkabıları taş zeminde sürtünürken ortaya rahatsız edici ses çıkıyordu.

 

Cansu'yu Nihayet sandalyeye getirdim. Hollanda hemen yanıma gelip sandalyeyi düşmemesi için sıkıca tuttu. Ben de Cansu'nun tüm ağırlığını artık üzerimden atıp sandalyeye bıraktım.

 

- Hadi nerede ip? Onu hemen bağlamak lazım değil mi?

 

Hollanda'ya kafa sallayıp gözümü etrafta gezdirdim. Fakat etrafta hiç ip bulamıyordum.

 

-İpin yok mu?

 

-Sanırım yok, dedim kırılmış sesimle.

 

- O zaman ne yapacağız?

 

Gözlerimi tekrar Cansu'ya çevirmiştim. Sanırım ip bulana kadar beklememiz lazımdı.

 

-Bilmiyorum Hollanda. Maytap ve Skar'ın gelmesini bekleyelim, onlar bulur.

 

-Evet! -diye bağırdı birden- Doğru Maytap ve Skar, sanırım ip getirmişlerdi gelirken.

 

-Ama ben evde ip görmedim, dedim şüpheyle.

-Tabii görmezsin ben arabadan indirmeyi unuttum, dediğinde aklına bir şey gelmiş gibi başını öne eğdi.

 

Sanırım unutma sebebi öyle basit değildi.

 

-Tamam sen arabaya koş hemen, getir ipi. Ben bekleyeceğim başında.

 

Hollanda başını salladığı gibi arabaya koşup içeri bindi. O sırada ise bir başka arabanın teker lastiği yerden ateş çıkartacak kadar etkiyle yere süründü.

 

Başımı hemen oraya çevirdim. Bu Emir'in siyah spor arabasıydı. Şimdi kalbim ekstra fazla atıyordu. Cansu'yu gördüklerinde ne tepki vereceklerdi?

 

Peki Emir, bu durum karşısında hiç çözüm yolu düşünmüş müydü? Bana kızacak mıydı? Peperonnide iken bir şey demeye fırsatı olmamıştı ama Cansu'yu gördüğünde ki gözleri gerçekten başımızın belaya girebileciğini gösteren bir işaretti.

 

Siyah araba Pikabın yanında acele manevralarla park edildikten hemen sonra arabadan ilk şoför kapısından Emir indi. Arabanın kapısını kapattığında uzaktan durup bana kısacık bir anlığına durup baktı.

 

Ve saniyeler sonra sandalyede baygın duran Cansu'ya ve başında bekleyen bana doğru garaja koşar adım yaklaşmaya başladı. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Ne gülümsüyor ne de somurtuyordu.

 

Başka bir şeydi bu anlam veremediğim. Emir beni duyacak kadar yanıma yaklaştığında çaresizliğim yüz bulup ortaya çıktı.

 

Ben duruyordum. Emir ise bana doğru koşuyordu.

 

-Emir ben, ben Cansu'yu bu hale getirmek iste-

 

Fakat ben daha cümlemi tamamlamadan bahsettiğim konuyu sanki bir hiçmiş gibi umursamayıp; ondan daha önemli ve önce halletmesi gereken bir iş gibi koşmasını, yanıma yetiştiği an kollarını açıp beni kendine çekerek sonlandırmıştı.

 

Etrafımı çepeçevre saran kollarının kuvveti altında büzüşmüştüm. Başım göğsüne yaslanmış, onun çenesi kafamın üstüne dayanmıştı. Kulağım gittikçe sakinleşen nefes hırıltılarını dinliyordu. Burnuma ise cüretkar taze toprak ve odun hissiyatı veren aromalı kokular geliyordu.

 

Bana öyle sıkı sarılıyordu ki...

 

Biz Peperonni'ye gittiğimiz andan beri Emir'de benim kadar yakalanmak adına korkuyordu. Fakat kendisi ya da diğerleri için değil. Çünkü yakalansaydık tek suçlu yine ben kabul edilecektim. Ve özgürlük sadece benim elimden alınacaktı.

 

Attığım her adım riskliydi ve biz bunu dakikalar içinde binlerce kez yaşamıştık. Her yaşayışımız da işte burada sonlanacak planlarımız ve hayallerimiz diye düşünüyorduk.

 

Bu korku sadece beni esir almamış ayakları altına. Emir de onlardan biriymiş. Çünkü bana kaybetmekten korkar gibi sarılıyordu. Ya da ölümün kıyısından, uçurumun yamacından çekip kurtarmış gibi.

 

-İPİ BULDUM!

 

Diye telaşlı heyecanla bağıran Aylin'in sesiyle kendimi Emir'in kollarından geriye doğru çekmeye çalıştım. Ancak ilk saniyeler kollarını gevşetmemişti.

 

-Emir, diye fısıldadıktan sonra kollarını sırtımda genişletmiş ancak yine tam olarak bırakmamıştı.

 

Kendimi biraz geriye doğru attım. Birbirimize bakıyorduk.

 

-İyi misin? Nasıl hissediyorsun? Ağıran bir yerin var mı?

 

-İyiyim. -dedim hevessizce- Yaralanmadım ama, deyip gözlerimle yanı başımda duran Cansu'yu işaret ettim.

-Sen iyisin değil mi? Bırak şimdi Cansu'yu, çok korktun mu? Korktuysan git hemen dinlen, uyu.

 

Aceleyle konuşup kelimeleri art arda sıralıyordu.

 

-Emir iyiyim. Evet korktum ama korku bana hiçbir zaman engel olamadı.

 

İntikamım konusunda ki inatçılığıma yüzde yüz arka çıkmasa bile gözü pek durmam onu gururlandırıyordu.

 

Gözlerini kontrol amaçlı son kez üzerimde gezdirdikten sonra iyi olduğuma emin olup kollarını indirdi ve Cansu'ya döndü.

 

Hollanda elinde ip tutuyor ve ikimize bakıyordu. Başımı ikisinden arkaya çevirdiğimde arabadan inip elleri eşya dolu Maytap ve Skar'ı gördüm.

 

Bize doğru döndüklerinde yerlerinde durup adım atmayı kestiler. Skar'ın ifadesiz yaralı yüzü büyük bir şekilde kasıldı. Maytap içeri göçmüş gözlerini yerinden çıkartırcasına açıp elinde ki bazı eşyaları yere düşürdü.

 

O tangırtı sesine herkes başını dönmüştü. Maytap elini Cansu'ya doğru uzatarak,

-Lan bu kadın kim? Diye sordu.

 

Sonra yanımıza hızlı adımlarla yetişti.

 

-Ölmüş mü, diye sordu masum bir korkuyla.

 

-Sadece baygın, diye yanıtladı Hollanda.

 

Hemen arkasından Skar ağır adımlarla yanımıza geldi. Bir Cansu'ya bir bana bakışlarını getirtip götürdü. Ve hemen cebinden telefonunu çıkartıp hızla parmaklarını klavye üzerinde gezdirmeye başladı.

 

Emir herkesin birbirine bakıp durduğu bu ortamda kendini öne atıp Hollanda'nın elindeki ipi aldı.

-Durup bakışmalarınız bittiyse hadi kendinize gelin. İşimiz daha bitmedi. Karmen bana Cansu'yu bağlamamda yardım et. Uyandığında kaçmaya çalışabilir ya da kendini savunmak için saldırıya geçebilir. Seni görmüş ve belli ki ne konuştuysan hepsini duymuş. Yani uyandığında maalesef bir çok bilmemesi gereken şeyleri bilmiş olacak. Ne yapacağımıza o zaman karar veririz. Anladın mı Karmen? Hadi gel karşıma bağlayalım.

 

Başımı sallayıp itiraz etmeden Cansu'yu sandalyede düzelttim.

 

-Skar, Maytap siz eşyaları alıp salona geri götürün, deyip başımızda ki kalabalığı azaltmaya çalıştı.

 

Skar elinde ki telefonla işini bitirmiş gibi cebine koyduktan sonra, Maytapla beraber arkalarına baka baka eşyaları içeri taşımaya başladılar.

 

Hollanda başımızda durmuştu. Emir bacağındaki cebinden bir bıçak çıkartıp ipi ortadan ikiye kesti.

 

Ve Cansu'nun arkasına geçti.

 

-Ellerinden sandalyeye bağlayacağım, diye bilgilendirme yaptı.

 

Ve iplerden birisiyle ellerini bağlamaya başladı. Bunu yaparken vicdan azabı duyuyor gibi durmuyordu. Sanırım böyle şeyler yapmaya alışmış olduğundan dolayıydı.

 

Fakat bağladığı kişi masum olunca yine bir değişiklik olmuyor muydu? Hem masumu hem suçluyu aynı bu surat ifadesiyle mi bağlıyordu?

 

Elleri bittikten sonra başını yukarı kaldırıp ona eleştiren gözlerimle bakan gözlerime baktı. Ve gözlerini kısıp başını hafifçe sola yatırdı.

 

Bakışlarımı onun üzerinden çekip arkamı döndüm. Emir ayaklarını bağlamaya başlamıştı şimdi. Ve o anda bir sessizlik çöktü içime.

 

Sanki ihtiyacım olan bir gerekliliğin varlığı çevremde değilmiş gibi. Yokluğunu hissedecek ve onu arayacak kadar çok bağlandığım birisi.

 

Duygusal olarak yaşadığım vicdani çöküntüme el atacak birisini arıyordum etrafta. Ama o kişi yoktu.

 

O kişi Emir değil miydi? Ben neden hala eksik gibi hissediyordum?

 

Başımı arkaya çevirip göz ucumla sırtı bana dönük olan adama baktım. Sarıldığımızda her şey iyiydi fakat konuştuğumuzda neden öyle olmadı?

 

Şuan yanımda olmasını istediğim adam Emir değilse kimdi?

 

Kim olduğunu anladığım da hafif bir gülüş attım.

 

Ceyhun Dinç, aranılan kan oydu. Ben resmen o adama artık bir ihtiyaç gözüyle bakar olmuştum.

Fakat Ceyhun neredeydi? Neden Emir'le beraber gelmemişti? Yoksa bu gecelik aksiyon ona yetmişte kendi evine mi gitmişti?

 

-Emir.

 

Diye seslendiğimde bana dönmeden,

-Hım? Dedi.

 

Bağlamayı çoktan bitirmiş fakat yerde oturup Harvey'in tozlu arabasına bakarken dalıp gitmişti.

 

-Ceyhun en son seninle beraber çıkmıştı Peperonni'den. Şimdi nerede?

 

Sessizliğini korudu.

 

-Yoksa sizinle gelmedi mi? Eve felan mı gitti?

 

Emir bıkkınlıkla nefes verdi.

 

-Birazdan gelir, geldiğinde kendin sorarsın, diye düz bir şekilde konuştu.

 

Böyle olmasının sebebi Harvey'in arabasına bakması mı yoksa Ceyhun'a karşı mıydı bilmiyorum.

 

Gözlerimi ondan Hollanda'ya çevirdim. Bizden uzakta Harvey'in araba eşyalarına bakıyor ve inceliyordu. Zaten mesleğinin araba tamircisi olduğunu düşünürsek o eşyalara karşı ilgisini saklayamaması normaldi.

 

Garajdaki tuhaf sessizliği, başka bir tuhaflık bozmaya başlamıştı. Bahçemin girişinde ki caddeden motor ve bir insan sesi geliyordu. Tüm ilgimi o tarafa verdim.

 

Gözlerimi kısmış bahçenin başına kimin gireceğini bekliyordum. Uzun sürmedi.

 

Çünkü resmen Ceyhun bahçeye koşarak girmişti. Ve bahçeye öyle girmesi yetmezmiş gibi önce durdu, etrafa bakındı. Beni gördü, hedefine kestirdi ve yeniden koşmaya başladı.

 

Hemen arkasından ise Hazar'ın sürdüğü motor gelmişti. Hazar motoru garajın önüne kadar getirip park etti.

 

Ceyhun ise onunla saniyeler farkla garajın önüne yetişmiş ve durmuştu. Ayaklarına kadar eğilip soluklanırken Hazar kaskını çıkartıyor ve ona başını iki yana sallayarak bakıyordu.

 

Göz ucumla arkaya baktım. Emir ayağa kalkmış Ceyhun'a sinir olmuş gibi bakarken, Hollanda da Aynı tarafa bakıyor fakat gözleri sürekli olarak Hazar'a kayıyordu.

 

Önüme hemen geri döndüm. Sonunda Ceyhun karşımda duruyordu.

 

-Ceyhun, diye seslendiğimde başını kaldırıp bana baktı.

 

Gülümsememi gördüğü an ise ne yapacağımı anlamış hemen kendini dik hale getirmişti. Çünkü tebessüm ettikten saniyeler sonra ona doğru koşmaya başladım.

 

Ceyhun duruyordu. Ben ise ona doğru koşuyordum.

 

Yanına yetiştiğim gibi kollarımı açıp onu yetebildiğim kadar dolayıp sarıldım. Ona sarıldığımda bir yandan nefesini normale döndürürken bir yandan gülmeye başladı.

 

Şuan olaylar umrumda değildi. Neden buraya koşarak geldiği ya da Neden Emir'in öyle baktığı. Tek isteğim Ceyhun'a sarılıp rahatlamak ve hızla atan kalbimi sakinleştirmekti.

 

Biraz soluklandıktan sonra o da yorgun kollarını kaldırıp sırtıma doladı. Başını da omzuma koymuş dinleniyordu.

 

-Hayırdır kadın iki gittik geldik beni bu kadar mı özledin, dedi gülerek.

 

Ellerimi geniş sırtında sıkarak birleştirmeye çalıştım ama sadece parmak uçlarım birbirine değiyordu.

 

-Evet, özledim, dedim hiç çekinmeden.

 

Sonra kollarımı indirip geriye çekildim. Ceyhun'da elinin tersiyle akan terini sildi.

 

-Sen niye bu haldesin, sesim hesap sorar gibi çıkıyordu.

 

-Çünkü buraya koşarak geldim, dedikten sonra eliyle göğsünü okşamaya başladı.

 

-Peperonni'den buraya koşarak mı geldin?!

 

Diyerek inlettim garajı. Ceyhun korkar gibi olup başını hemen iki yana salladı.

 

-Hayır, hayır Rengin kadının kafesinden buraya koşarak geldim.

 

-Ee niye koştun ki sen?

 

-Gelecek başka bir şey mi vardı?

 

-Nasıl yani? Emir'in arabası var. Diğerleri öyle geldi.

 

Susup başını öne eğdi.

 

-Yoksa seni... -derin bir nefes aldım ve fısıldadım- yoksa seni arabasına almadı mı?

 

-Yok yok, öyle değil. Tch, puff, neyse anlatayım en iyisi sana ben.

 

-Bence de anlatsan iyi olur. Yoksa yanlış anlayacağım bazı şeyleri.

 

-Bak şimdi biz Peperonni'den ayrılırken hep beraber adamın arabasına bindik tamam mı?

 

-Tamam.

 

-Sonra ben ön tarafta oturuyordum. Ve arabayı felan inceliyordum. -gözlerini utançla kaçırdı- Yalan yok, bayağı beğendim. Sonra kafeye yetiştik eşyaları almak için de durduk. Eşyaları aldık arabaya yerleştirdik.

 

Deyip sustu. Bir çocuk gibi başını öne eğmiş parmaklarıyla oynuyordu.

 

-Ceyhun! Sonra ne oldu? Anlatmaya devam et, diye bastırdım.

 

-İşte binip sana geleceğimiz zaman ona dedim ki arabayı ben sürebilir miyim? Bak kadın vallahi onun sürüşüne güvenmediğimden felan değil sadece arabayla bir tur atmak istedim.

-Ee sonra Ceyhun?

 

-İşte yok dedi benim arabamı benden başka kimse süremez felan. Yani kabul etmek zorunda değil tabii ama işte ben de ısrar ettim bir kere daha. Yine yok dedi, sonra ben de gurur yaptım binmedim arabasına. O da bastı gitti zaten.

 

-Bu kadar mı?

 

-Evet, sonra bende koşmaya başladım buraya geç yetişmemek için.

 

Ellerimi belime dayayıp Ceyhun'a manalı manalı bakmaya başladım.

 

-Yani, ne desem bilemiyorum. Hani olay o kadar saçma ki...

 

Başımı iki yana sallarken Gözüme bizi durup başından beri dinleyen Hazar takıldı.

 

-Senin motorun yok mu? Niye almadın Ceyhun'u?

 

Bunu öyle sert bir ses tonuyla söylemiştim ki Hazar ne diyeceğini bilemedi.

 

-Ne kızıyorsun bana Karmen ya? Teklif etmedim mi sanıyorsun?

 

-Koşarak gelmiş ama. Belki de içten teklif etmemişsindir?

 

-Hayır, gerçekten Karmen. Bak Ceyhun'u koşarken gördüm yanına yanaştım kaç kere bin dedim, yok binmedi.

 

-Niye binmedin?

 

-Gurur yaptım yavrum işte.

 

-Ya Ceyhun gururu niye herkese yapıyorsun? Binseydin motora. -başımı hala suçlu oymuş gibi Hazar'ın kara gözlerine çevirdim- Sen de utanmadan motorla gelmişsin.

 

-Karmen başka ne yapsaydım? Zaten sırf arkada kalmasın ayıp olmasın diye vitesi boşa taktım. Ayaklarıma ilerletip durdum motoru Ceyhun'la aynı hizada olayım diye.

 

Hazar'ın çaresizlikle başına gelenleri anlatmasına gülmemek için zor duruyordum ama başkası hiç bu uğrasa girmeden arkamda kahkaha attı.

 

Herkes başını birden oraya çevirdiğinde Hollanda ince sesinden çıkan tiz kahkaha ile gülüyordu. Hem Ceyhun'a hem Hazar'a alaylı bakışlar atarak yanımıza geldi.

 

-Üzülme yaşlı amcacım. Spor yapmış oldun, bacaklarına kara sular inmiş sanacaktım artık neredeyse, dedi Ceyhun'a sürekli böyle sesleniyor ve laf atıyordu.

 

-Bak örgülü ufak uğraşma benimle, diye çıkıştı Ceyhun.

 

-Ne yaparsın? Beni kovalar mısın?

 

Ceyhun gözlerini devirdi ve dilini ağzının içinde yuvarladı. Hazar ikisi arasında ki bu sohbeti hayretle izliyordu.

 

- Yok. O örgütlerini alırım...

 

-Ee, diyerek dibine bir adım attı Aylin.

 

-Sonra, dedi Ceyhun sırıtarak.

 

-Ceyhun! Diye bir uyarıda bulundum hemen.

 

-Dur kadın dur sen de. Ne diyeceğim sanki? O örgülerini alır sen uyurken keserim diyecektim.

 

Hollanda nispet yapar gibi iki örgüsünü öne attı.

 

-Sen hele örgülerime dokunmaya kalk o zaman bastonunu kırmazsam bana da Hollanda demesinler yaşlı amcam.

 

Ceyhun biraz daha uzatıp cellalenecek iken Hazar'ın yüksek sesle küfür söylemesi herkesin dikkatini dağıttı.

 

İşte şimdi gelmiştik asıl meseleye. Hazar dahil artık tüm herkes birini kaçırdığımızı görmüştü.

 

Hazar gözlerine inanmayarak temkinli adımlarla sandalyeye bağlanmış duran Cansu'ya yaklaşmaya başladı.

 

-Karmen sen ne yaptın?

 

Deyip kadının yanında durdu. Emir ellerini göğsünde bağlamış Hazar'ı izliyor eğer ani bir tepki verirse de tetikte duruyordu. Ceyhun'da ben önünden çekildiğimde arkamı gördü ve ilk tepkisi,

 

-Lan bu kadının burada ne işi var, diye sormak olmuştu.

 

Hazar yetmezmiş gibi Ceyhunda hemen oraya gitti. Ben tek başıma girişte beklerken iki yanımdan Maytap ve Skar geçmişti içeri.

Herkes olay yerinin etrafına toplandığında artık bu meraklı gözleri biraz olsun bastırabilmek adına ben de yürüdüm ve onların karşısına Cansu'nun yanına geçtim.

 

Karşımda 6 farkli kişi vardı. Hepsi bir bana bir sandalyede bağlı olan kadına bakıyordu. Hazar dehşet içindeydi. Çünkü yine ve yine tehlikenin boyutunu bilen iki kişiden biri oydu.

 

-Karmen hayır, hayır, hayır, hayır bu olmaz. Karmen olmaz birini kaçırmış olamayız. Hele ki bu biri Peperonni baş sekreteri ise.

 

Hazar'ın haklılığı karşısında kendimi savunacak geçici bahaneler aradım.

 

-Yapmak zorundaydım Hazar. Beni duydu, beni elimde belgelerle beraber gördü. Bak en başından beri orada o odadaydı. Her şeyi duymuş olabilir. Hem de her şeyi.

 

Hazar gerçekler kafasına yeni dank etmiş gibi yerinde sarsıldı. Yüzü içinde gerçekleşen patlamaları bize göstermek için şekilden şekile giriyordu.

 

Ve birden üzerime atlayıp beni iki yakamdan yakaladı.

 

-O odaya geçtiğin andan Cansu'yu bayıltana kadar adımı hiç söyledin mi?

 

Bana en yakın duran Emir Hazar üzerime yapıştığı anda omzundan geriye doğru sertçe itti.

 

-O ellerinle bir daha aynı şeyi tekrarlarsan kırarım çocuk!

 

Ceyhun da aynı öfkeyle Hazar'a bakıyor, Hollanda ise Hazar için endişelenmiş gözüküyordu.

 

Ama ben onların yerine aklıma o dakikaları getirmeye çalıştım. Hazar'ın ismini söylediğimi hiç hatırlamıyordum.

 

-Sanırım söylemedim Hazar.

 

Beklentisini karşılamamıştı cevabım.

 

-Sanırım olmaz Karmen. Sanırım olmaz, adımı söylemişsen ve Cansu duymuşsa ben biterim. Köstebeklik yaptığım ortaya çıkar, senin için çalıştığım öğrenildiği an Peperonni'den atılırım.

 

Bir düzine dert birliğine her geçen saniye yenisi katılıyordu. Hazar Emir tarafından itilip kakıldığına dikkat etmemişti bile. Aklı sadece geleceğini belirleyecek olan ağzımın içindeydi.

 

-Hayır. Hayır söylemedim ismini. Eminim Hazar, senin ismini söylemedim.

 

Hazar birazcık rahatlamış olsa bile durumun vahyeti yine aynıydı.

 

-Yavrum, diye seslendiği anda Emir benden önce baktı Ceyhun'a.

 

-Efendim, diye cevap vermem ve o kelimenin bana karşı kullanılan alıştığım bir hitap şekli olmasını kabullenmemiş halde kararmış gözlerini bana çevirdi Emir.

 

-Ne oluyor? Diye en sade haliyle sordu sorusunu.

 

Ve diğer tüm herkes bana bakıyordu. Saatler önce Peperonni de ne olmuştu? O hengame neydi? Ve bu kadın kim olarak, neden burada bağlı baygın duruyordu?

 

Gözlerimi herkesin üzerinde teker teker gezdirdim. Dilimle dudaklarımı bir kere ıslattıktan sonra,

 

-Özür dilerim. Bu özrüm gerçekten en içten geliyor. Özür dilerim, başımıza bu belayı getirmek istemezdim. Ben-

 

-Sen niye sürekli özür dileyip duruyorsun güzelim? Başka çaren mi vardı? Suçlu değilsin o yüzden özür dileme. Ve anlatmaya öyle devam et, dedi bana ve özellikle diğerlerine bakarak bastıra bastıra.

 

-Emir'in dediği gibi başka çarem yoktu.

 

-Gerçekten yok muydu, diye sordu Hollanda.

 

-Gerçekten yoktu. Dinleyin, ben belge odasına girdiğim andan beri Cansu zaten içerdeymiş. Çünkü öncesinde girmiş olsa bunu görürdük. Fakat biz görmeden o çoktan oradaymış. Ben oraya girdim. Her şey harika ilerliyordu. Belge raflarını buldum, sakindim. Saniyelerle yarışsam bile sonunda başarıyla oturuyordu taşlar yerine.

 

Belge raflarında iki dosyayı aldıktan sonra elektrikler geldi ve ben Cansu'yla göz göze geldim.

 

-Seni duyduğuna nasıl emin oldun? Belki o senden uzaktaydı, dedi Ceyhun.

 

-Hayır Ceyhun'um, beni duydu. Çünkü oda da tek bir ses bile yoktu benim heyecanla gürleyen sesim harici. Ayrıca aynı odada olduğumuz için duymamış olması pek mümkün değil.

 

-Karmen peki seni tam olarak nerede ve ne zaman gördü?

 

Hazar'dan gözlerimi kaçırdım. Çünkü yalan söylemek üzereydim. Cansu beni ben Phiqz dosyası aldıktan sonra görmüştü.

 

-Ben elektrikler kesikken belgeleri aldıktan hemen sonra gelen aydınlık boşluğunda. Arka taraftaki rafın yanına sokulmuş bana bakıyordu.

 

-Ama ben orada bir ses duydum.

 

-Sanırım Cansuyla boğuşma seslerinden bahsediyorsun.

 

-Hayır sen Cansuyu henüz görmeden önce. Hatta sana sordum Karmen hatırla. Sana o sesten sonra koşup koşmadığını sordum. Çünkü hareket halinde gibiydin.

 

Emir çaktırmadan bana baktı ve o koşma sesinin benim Phiqz dosyası almak için verdiğim çaba olduğunu anladığında kaba bir tavırla,

-Bunlar nasıl sorular Hazar? Hesap sorar gibi ha?

 

-Ne hesap soracağım Emir? Olanı öğrenmeye çalışıyorum sadece. Çünkü ses duyduğuma emindim.

 

-Bak hala ses diyor. Oğ-

 

-Evet. Evet bir ses duydun ve haklısın. Koşma sesiydi.

 

Emir hemen bana döndü. Hazar haklı bir gururla omuzlarını dikti.

 

-O ses benden geliyordu. Olduğum yerde heyecandan koşar adım zıplıyordum. Bunu söylemeye utanıyorum diye saklamaya çalıştım ancak duyan duymuş zaten.

 

Vay canına, senelerdir mesleğinde profesyonel yalancıymışım gibi duraksamadan döktüm yalanları.

 

-Beni gördü. Elimde ki belgeleri de öyle. Sonra koşmaya başladı içeride kapıya doğru. Peşinden koştum ama çığlık atmaya başladığında çaresizce başına vurup onu bayıltmak zorunda kaldım.

 

Olayı dinleyen yandaşların diyecek pek bir şeyi yoktu.

 

-Şey yapsaydık. Bu kadını orada bıraksaydın kendi kendine bayılmış sanarlardı.

 

Olanaksız bir fikir sunmuştu Maytap.

 

-Ama uyandığı zaman her şeyi anlatabilirdi.

 

-Peki şimdi ne yapacağız, diye sordu Skar.

 

Ve bir yandan sürekli telefonuyla oynuyordu. Hatta daha çok duyduklarını birisine iletir gibi. Ki o birisinin kim olduğu bas baya belliydi.

 

-Bilmiyorum, Cansu baygın ve bağlı bir halde burada yatıyor. Sonrasında ne yapacağımız hakkında her türlü fikre açığım.

 

-Şey yapsak, diye ağzının içine konuştu Hollanda.

 

Herkes bu iki kelime üzerine önce Hollanda'ya sonra birbirine çekinerek baktı. Ve herkes gözleriyle hem fikir olmuş gibi başlarını itiraz kabul etmeden iki yana salladılar.

 

Şey yapsak demişti Hollanda ama o şey yapmak Cansu'yu öldürmek anlamına geliyordu. Böyle bir teklifi ciddi olarak sunması zaten ayrı bir delilikti.

 

-Şimdilik yapacak bir şeyimiz yok. Peperonni Cansu'nun yokluğunu ne zaman fark eder bilemeyiz. İşten çıkıp evde dinleniyor da olabilir kadın sonuçta.

-Ya evde kalan Ailesi, arkadaşı, sevgilisi varsa?

 

Ceyhun'un yakaladığı beklenmedik detay üzerine Emir biraz düşündü.

 

- O zaman onlarda Cansu'yu Peperonni de mesaiye kalmış olarak bilecek.

 

-Yani işimiz şansa kaldı. İki taraftan biri birbirini aratıp Cansu'yu sormadığı sürece güvendeyiz.

 

Hazar'ın istemsizce Alay eder gibi konuşması Emir'i sürekli geriyordu.

 

-Başka dahiyane fikri olan varsa buyrun konuşsun, susmasın.

 

Herkes birbirine bakarken gözlerden ırak kalan Skar telefonundan uzun uzun bir şey okuduktan sonra okuduğunu aklında tutmaya çalışarak,

-Bence telefonunu bulalım. Telefon size kadının birinci derecden, yok dereden pardon dereceden özel hayatına ulaştırır. O sırada sürtü-

 

Deyip sustu ve başını tekrar öne eğdi.

-Diyeceklerim bu kadardı, dedi.

 

Tabii Kızıl Kehribardan gelen mesajları okumak zor iş olsa gerek. Benden başka onun ne yaptığını anlamayanlar arasında yer alan Emir Skardan çıkan bu mantıklı fikre anlayışla başını salladı.

 

- Mantıklı, telefonumu göz önümüzde tutalım. Erken saatlerde uyanmaz ise ona arayanlara sanki oymuşuz gibi cevap veririz. Tabii umalım ki buna gerek kalmasın.

 

-Peki şimdi ne yapacağız? Belgeleri aldık, elimizde birisi kaldı.

 

-Bu gecelik bu kadar yeterli. Herkes evine gidip uyuyabilir. Yarın öğleden sonra yine evimde buluşup belgeler hakkında değerlendirmeler yaparız.

 

-Peki Cansuyla ne yapacaksın?

 

-Uyanana kadar bekleyeceğim. Başında nöbet tutacağım.

 

-Tek başına ne nöbeti tutacaksın kadın? Uykun gelir, bir ihtiyacın olur. Gece gece bir garajda durma sadece. Ben gitmiyorum eve, senin için de uygun olursa burada kalayım devirleşerek nöbet tutarız.

 

Ceyhun'un içten gelen teklifini ben reddetsem bile kendisi yine edecek ve benimle beraber nöbet tutma konusunda ısrarcı olacağını gösterecekti.

 

Hatta o kadar rahatlamıştım ki yükünün hafiflediğine, birinin daha benimle bu yükü kaldırdığına öyle mutlu olmuştum mi Ceyhun'a kocaman gülümsedim.

 

-Hayır hiç sorun yok, bu gece burada kalabilirsin.

 

Ceyhun başını salladı. Hemen arkasından Maytap,

-Yav Patron madem bu işe beraber başladık o zaman öyle de devam ederiz. Ben de nöbete kalayım, sizin de uykunuz gelirse devriye bana döner, dedi.

 

-Yani aslında gerek yok kalmana. Zaten bu gece yeterince yoruldun.

 

-Gerek var, dedi balgamlı çıkan sesiyle Skar.

 

Maytap Skar'ın onu desteklemesine sevinmiş ve omzuna dostane bir şaplak atmıştı.

 

-ikişer ikişer nöbet tutarız. Önce Ceyhun ve Sen tutun biz dinlenelim. Sabaha karşı da uyanır yerinize geçeriz olur mu?

 

Başımı olumlu şekilde salladım.

-Nasıl rahat edersiniz öyle olsun Skar. Lütfen hiç çekinmeyin.

 

-Madem herkes nöbete kalıyor, ben de yarın akşam kalayım. Eğer uyanırsa ve onu hala burada tutmak zorunda kalırsak diye.

 

-Şimdiden çok teşekkür ederim Hazar.

 

-Bana da yarın boş kalıyor sanırım, dedi Aylin çekinerek.

 

-Aynen sen bugün eve gidip dinlenmene bak. Yarın yine konuşuruz.

 

Kendi aramızda anlaştıktan sonra herkes bir yere dağıldı. Ben giderken Aylin pikaba, Hazar ise motoruna biniyordu. İkisi bu gece evden ayrılacaktı. Geriye kalan Skar ve Maytap'ın ağırlamak için beraber eve geçtik.

 

Ceyhun ve Emir ise garajda kalmıştı. Acaba diğerleri de benim gibi her olaya bir yandan duygusal olarak bakıyor muydu? Yoksa sadece ben mi gittikçe birbirine bağlanan insanlar görüyordum?

 

Evdeydik; ben, Maytap ve Skar. Onlara evi tarif ediyordum. Mutfaktan ne isterlerse yiyip içebileceklerini söylediğimde Maytap kan emmeden önceki sinekler gibi ellerini birbirine sürttü.

 

Fakat Skar bu gece nöbet değişimi olana kadar uyuyup dinlenmek konusunda onu ikna etmeye çalıştı.

 

Evin alt katında ki benim pek kullanmaya alışkın olmadığım banyo ve lavaboyu da gösterdiğimde yine bir dizi hayranlık dolu övgüler aldım.

 

Hele ikinci kata çıktığımızda Maytap,

-Bir kat neyinize yetmedi de bir de ikinci katınız var, demişti.

 

Hepsine buruk bir gülümseme ile tepki veriyordum genelde. Skar sessiz bir adam olsa bile Maytap'tan farkı yoktu.

 

Belki o Maytap gibi kendi duygularını açıkça dışarı vurmaktan utanan bir adamdı. Ya da yaşından kaynaklı bir utanç durumu söz konusuydu.

 

Evin içinde neredeyse yarım saat kadar durdum. Onlara alt katta koltuklar üstünde yatak açtıktan sonra artık yapacak bir görevim kalmamıştı.

 

Işıkları kapatıp hafif yanıp etrafına pek ışık vermeyen Led ışığı açtım. Loş bir aydınlık altında gitmeden önce salonuma baktım.

 

Koltukta yatan hiç tanımadığım iki farklı adam ve silah, bıçak, telsiz gibi bir sürü tehlikeli teçhizat ile dolu olan masam, hatta yerlere kadar dağılmış olan diğer eşyalar...

 

Bu duruma üzülmek yerine sevindiğimden kendimi suçlu hissediyordum. Fakat yine de elimde değildi.

 

Önceden sadece iki kişiye yuva olan bu duvarlar şimdi başkalarını da çatısı altına alıyordu büyük bir cömertlikle.

 

Ve hepsi bana aitti. Benim yandaşlarım, benim dostlarım, benim teçhizatım.

 

Sonunda bana ait bir şeyler olmuştu hayatımda onca seneden sonra. Son kez her yere baktıktan sonra evden çıkıp kapıyı sessizce kapattım.

 

Dışarısı artık gece yarısıydı. Neyse ki yaz ayının ortasında olduğumuzdan soğukluklar işimize geliyor bizi biraz serinletiyordu.

 

Garaja doğru yürümeye başladım. Görünürde hiç araba yoktu. Sanırım Hollanda ve Hazarla birlikte Emir'de gitmişti.

 

Girişin başında durduğunda Ceyhun'un yere oturup elinde ki sopayla toprağa bir şeyler çizerek şarkı mırıldandığını duydum. Cansu hala baygın yatıyordu.

 

Hiç ses etmeden minik adımlarla Ceyhun'un yanına yetişip yanına oturdum.

 

-Emir de mi gitti, diye sordum çizdiği şeye bakarken.

 

-Yok hala burada, dediğinde başımı havaya kaldırdım.

 

-Allah Allah ben niye görmedim o zaman, diye sorarken Ceyhun sağ eliyle başımın rotasını bahçemin girişine çevirdi.

 

Ortalıkta Emir yoktu fakat arabası bahçe girişinde karanlığın içinde durmuştu.

 

-Neden sessizsin ben gittikten sonra onunla tartıştınız mı yoksa?

 

Ceyhun hala sopayla yere bir şeyler çizmeye devam ederken sadece "tch" yaptı.

 

Ben de üstelemeden önüme dönüp yarısı karanlıkta kalmış olan arabaya bakmaya başladım.

 

Etrafta ki yapay sesler kesilmiş yerini, az ötedeki çimlerden gelen cırcır böceği, hafif rüzgarda savrulan ağaç yaprakları ve doğanın çözemediğim sesleri doldurmuştu.

 

Karanlık böyleyken güzeldi. Ortasında oturmak tehlikedeymiş gibi hissetirmiyordu. Ama işler bizim karanlığa geldiğinde bir nefesi bile rahatça alamıyorduk.

 

-Bak, dedi Ceyhun çizdiği resim bitmişti.

 

Başımı hemen önce ona sonra yere çevirdim. Fakat karışıklıktan ne olduğunu anlamıyordum.

 

-Bu bitmiş hali mi?

 

-Evet, dedi başını sallayıp.

 

Durgun ve sakindi.

 

-Kusura bakma ama pek bir şey anladığım söylenemez.

 

Ceyhun yanına koyduğu sopayı tekrar eline aldı ve yerdeki çizgilerin üzerinden geçerek bana anlatmaya başladı.

-Bu sensin, dedi çöp adamın çizgilerini göstererek.

 

-Beni bu kadar çirkin mi görüyorsun ya, deyip güldüm.

 

Ama Ceyhun tebessüm bile etmeden anlatmaya devam etti.

 

-Burası bir uçurum kenarı, dedi başka çizgileri gösterip.

 

-Sen de uçurumun kenarında yürüyorsun.

 

-Beni yürütecek başka yer bulamadın mı, dedim yine şakayla karışık.

 

-Bilmem. -diye ciddiyetle konuştu- Sen söyle başka yürüyecek yer bulamadın mı?

 

Sonra tekrar çizgilerin üzerinden geçmeye başladı.

 

-Bu uçurumun kenarındasın. Hatta bazen koşuyorsun. Ama tehlikeli ama sen yine de koşuyor, yürüyor ve oradan vazgeçmiyorsun. Peki ayağın takılır da düşersen ne olur?

 

Deyip beni uçurumun kenarından düşerken çizdi hemen.

 

-Sanırım ölürüm.

 

Bunu böyle rahat söylemem onun sinirlerini bozmuştu. Kaşlarını çatıp bana ters ters baktı. Ona haksızsın diyemezdim çünkü ben tıpkı resmettiği gibiydim.

Fakat eline uzanıp sopayı kendi elime aldım ve bende toprağa çizmeye başladım.

 

-Bu benim. -deyip bir insan ekledim- Bu da uçurum, derken bir tane çizgi çektim.

 

Sonra hemen arkamda iki farklı kişi daha çizdim.

 

-Bu sensin. -deyip birini işaret ettim- Bu da Emir. Eğer ben olurda uçurumun kenarındaysam ikiniz her zaman arkamda duruyorsunuz. Eğer ki ayağım takılır ve aşağı düşmeye başlarsam ikiniz beni tutmak için her şeyi yaparsınız.

 

-Ya yapamazsak? -diye çıkışıp ayağıyla kendini ve Emir'i sildi- Ya seni düşerken kurtaramazsak?

 

Bende ayağımla düştüğüm resmi silip yerine yine uçurum kenarına birini ekledim.

 

-Ya ben düşmezsem? Ya ben başarırsam?

 

Histerik bir gülüş attı. Ve başıyla arkayı işaret etti. Bakmaya bile gerek duymadım çünkü Cansu'dan bahsediyordu.

 

-Üzgün duruyorsun, dedim sıkıntıyla.

 

-Çünkü sen üzgünsün, dedi.

 

Yutkunup bahçeyi seyretmeye koyuldum. Ve gözlerime bir köşede duran bir zamanlar üzerinden inmediğim salıncağım takıldı. Hiç kuşku etmeden ayağa kalktım.

 

-Beni takip et, deyip yürümeye başladığımda o da sorgulamadan dediğimi yaptı.

 

Bir kaç metre sonra salıncağa yetişip üzerinde biriken hafif tozu üfledikten sonra diktörtgen tahtaya oturdum.

 

-Şimdi seni sallamamı mı istiyorsun?

 

-Çok mu çocukça olur?

 

-Evet. Ama iyi ki öyle olur.

 

Hafifçe güldüm. Ceyhun'da beni aynı tempoda sallamaya başladı.

 

-Üzgün olduğumu nereden anladın?

 

-Beni görür görmez gelip sarılmandan, demişti.

 

-Peki niye üzgün olduğumu anladın mı?

 

-Evet, anlamak zor değildi.

 

-Peki niye üzgün müşüm?

 

Kısa bir süre susup beni sallamaya devam etti. Gözlerimi kapatıp özlediğim salıncağın tadını çıkarttım. Her havaya gidişimde sanki gökyüzüne daha yakın oluyormuşum gibi rahatlıyor ve ciğerlerimi temiz havayla dolduruyordum.

 

-Çünkü bir kadını kaçırmak zorunda kaldın Karmen. Ve bunun için bizzat kendini suçlu buluyorsun.

 

Artık sallaması hafifledi. Olduğum yerden ancak bir metre ileri ve bir metre geri gidiyordum. Gözlerimi henüz açmamıştım.

 

-Kendimi suçlamasam bile birini kaçırdık. Bu inkâr edilemez değil mi?

 

-Tabii ki öyle.

 

-O kadının uyandığında yaşayacağı korkuyu tahmin edebiliyor musun? Kendi kendine, ben ne suç işledim de bir garajda ellerim kollarım bağlı bir şekilde oturuyorum, diye soracak.

 

-Ama biz de ona onun tek suçunun yanlış zamanda yanlış yerde olduğunu söyleyeceğiz.

 

-Hayır Ceyhun, yanlış yerde olan bizdik.

 

Yine susmuştuk. Bu sefer bir hissiyat bedenimi rahatsız ediyordu. Sallanırken her ileriye gidişimde üzerimde yoğunlaşan bir enerji vardı.

 

Gözlerimi açtığımda ise ilk gördüğüm şey arabasına yaslanmış ellerini cebine geçirmiş bir şekilde bizi izleyen Emir Aybeyaz olmuştu.

 

Işığın bir kısmı yüzünü gölgelendiriyordu. Fakat Emir orada öylece durmuş gözlerini hiç kaçırmadan bize bakıyordu. Ben de geri adım atmadım ve ona bakmaya başladım. Yüzünü incelemek ve neden öyle baktığını anlamak zor olmadı.

 

Çünkü bu ifadeyi tanıyordum.

 

Çatık ama aynı zamanda mahçup kaşları, pek kırpmadığı kirpikleri, sinirden mi yoksa üzüntüden mi belli olmayıp delilikle yanan gözleri, sürekli kasılan çenesi ve ağzının içinde dolanıp duran dili.

 

Emir Aybeyaz, kıskanıyordu. Evet şimdi baktığım o suratında tam olarak bu dolanıyordu. Kıskançlık.

 

Ama bu kıskançlık içinde birden fazla duygu vardı. Önce beni bir başkasından kıskanıyordu. Bir başkasıyla gülmemi, bir başkasından iltifat almamı, bir başkasıyla yakınlaşmamı.

 

Fakat sonra en çok o bir başkasını kıskanır hale geldi. Diğerlerinden fazla olarak Ceyhun'u kıskanıyordu. Bunu öncesinde pek anlamamıştım ama şimdi, o karanlığın içinde yüzün düşen ufak ışık huzmeleri arasında zar zor seçilen yüzünde bile kıskançlık bakışları keskin bir şekilde kendini belli ediyordu.

 

Ceyhun'u kıskanıyordu. Benim arabamı sürmesini, o yokken yanımda onun oluşunu, o küsmüşken Ceyhun'un asla küsmeyişini, o giderken Ceyhun'un yanımda kalışını, o yanımda olsa bile benim derdimi Ceyhun'a anlatışımı...

 

Ceyhun gibi olmak istiyordu. Belki masum bir adam, belki merhametli bir yürek sahibi. Fakat öyle biri değildi ve olamazdı da. O yüzden ben kalbimde ihtiyaç duyduğum aile sıcaklığını Ceyhun'da bastırmaya devam edecektim.

 

Bunu değiştiremeyeğini bildiği için kendine kızgındı. Her şekilde yanımda olamadığı için, bana sadece kendisi yetmediği için.

 

Ben içi sıkıntıyla dolduğunda Emir'in dertleştiği kişi olmamıştım. O kişi Rengin'di. Emir de benim dertleştiğim kişi değildi. O biri Ceyhun'du.

 

Ceyhun beni sallamayı bıraktığından yerimde kendi kendime hafifçe hareket ediyordum.

 

İkimizde birbirmizin gözlerinin içine bakıyorduk

 

Neden aramızda mesafeler var der gibi. Neden birbirimizi herkesten çok önemserken yine de herkesten çok kaçıyoruz der gibi.

 

Emir bana, neden seni sallayan kişi ben değilim diye sorar gibi bakıyordu. Neden ben yanında olmama rağmen kendini yine eksik hissettin der gibi. Neden gülmelerini ve şakalarını duyan kişi ben değilim diye hesap sorarak bakıyordu.

 

Yutkundum, ne benim ne de onun buna verecek bir cevabı yoktu.

 

Bu yüzden Emir daha fazla dayanamadı. O bakışlarını üzerimizden çekip bir hışımla arabasına binip kapısını çarparak kapattı ve bahçeden çıkıp gidişi en az en az bakışları kadar kırgın ve öfkeliydi.

 

-Karmen?

 

-Efendim Ceyhun?

 

-Sen Emir'le benim meselem yüzünden kavga mı ettin?

 

Başımı salıncağın ipine yasladım.

 

-Hayır, arabasını kime verip vermeyeceği kendisinin bileceği iş, dedim iç çekerek.

 

- O zaman sıkıntı ne?

 

-Sıkıntı sensin, deyip güldüm.

 

-Ben miyim, dedi cidden inanarak.

 

-Sıkıntı seni çok sevmem Ceyhun. Seni aramam, sana ihtiyaç duymam, seninle böyle yakın olmam.

 

-Sanki bu saydıkların kulağa sıkıntı yerine güzel şeymiş gibi geliyor ama. -deyip kırkırdadı- Sorun bu dediklerini Emir için hissetmemen mi?

 

Bu soruya resmen kahkaha atmıştım. Çünkü Emir için hissettiklerim saydıklarımdan çok daha fazlasıydı.

 

-Sen benim dostumsun Ceyhun. Gerçek bir dost hemde. Ama Emir...

 

-Emir senin için ne?

 

-Biz Emir'le bir yere varamadık Ceyhun. Varamıyoruz da. Onunla oturup dertleşemiyorum, seninle olduğum kadar rahat olamıyor, heyecandan bazen ağzımı bile açamıyorum. Bizim sıkıntımız bu. Aramızda engeller var, duvarlar örülü. Birbirmizden çekiniyoruz.

 

Ceyhun verecek bir tavsiyesi olmadığından beni sallamaya devam etti. Bunun bir çözüm yolu yoktu. Zaten olsa Emir bana uzaktan bakmak yerine şuan arkamda olup salıncağımı sallayan olurdu.

 

O gece sabaha kadar birbirimizle sohbet ede ede geçirip nöbetimizi tuttuk. Tabii ki uğraşmazsak olmazdı. Ceyhun beni bilerek öyle kuvvetle sallıyordu ki midem bulanmıştı. Sonra ben de onu sallamak için ısrar ettim. Fakat beni uçurduğu kadar güzel sallayamamıştım.

 

Sabaha doğru uykumuz gerçekten bastırmıştı. Evin içinden sesler duyduğumda Maytap ve Skar'ın uyandığını anladım. Ceyhun evine benim arabamla gitmek için hazırlanıyordu. Arabaya binmeden önce uykulu suratıyla, birine karışmış saç sakalıyla dibime kadar gelip beni omuzlarımdan tuttu.

 

O gecenin sabahında bana bir söz vermişti.

 

-Bak Karmen sen, ben intikamımı aldım, artık uçurum kenarlarında işim yok. Artık rahat bir hayat sürmek istiyorum diyene kadar senin yanından, arkandan, önünden hiçbir zaman ayrılmayacağım.

 

Sen beni kovana kadar şoförün olacak, arabanı da en hızlı en güvenli ben süreceğim. Asla istifa etmeyeceğim, asla seninle beraber tehlikelere bulaşmaktan şikayetçi olmayacak, olsam bile bir sonraki sefer yine hiç düşünemeden peşinden geleceğim.

 

Sana bu yolda kim yamuk yapar bilmem. Ama benim adım Ceyhun Dinç ise sana bir kere bile olsun asla ihanet etmeyeceğim. Eğer gün gelir bu sözümde duramazsam bana verdiğin o lanet silahı alacak ve ömrüm boyunca öldüreceğim ilk kişi kendim olacak şekilde namluyu kalbime dayayıp tetiğe basacağım.

 

Sözüm sözdür. Bunu asla unutma.

 

 

Verdiği sözün ardından daha fazla durmadan arabaya binip gitti. Ben de artık nöbet sırasını diğer ikisine devretmek için eve geçmiştim.

 

Salonda doğru yürürken ikisinin yataklarında olmadığını fark ettim. Tam isimlerini seslenecekken mutfaktan gelen seslerle kendimi istemsizce saklanırken buldum.

 

Elim otomatikmen belime gitse bile biraz daha dikkat kesilip dinlediğimde ikisinin kahvaltı yaptığını anladım.

 

-Sence de Patronumuz çok iyi birisi değil mi, dedi Maytap ağzında bir lokma çiğnerken.

 

Benden bahsettiklerini anladığımda ister istemez kulak misafiri oldum.

 

-Baksana bize evini açıyor, evinde yatırıyor, yatağımızı bile kendi hazırlıyor. Yemeğinden yediriyor. Bence ondan iyi patron yok, deyip yine ağzına bir şeyler aldı.

 

-Çünkü o zengin, diye lafa girdi Skar.

 

-İyi de her zengin böyle mi yapar?

 

-Doğru yapmaz. Çünkü onun derdi para değil.

 

-Nasıl yani Dilaver reis?

 

Ona benim mutfağımda ismiyle seslenmişti. İkisi yalnız diye mi yoksa? Çünkü bildiğim kadarıyla sadece evlerinde isimleriyle sesleniyorlardı.

 

-Bak Maytap, patronun derdi para değil. Olsa kocası öldükten sonra ne diye kendini tehlikeye atsın ki? Zaten sayamadığımız rakamlarca parası var. Patron aile arıyor kendine. Bir dost, bir yandaş, bir sırdaş arıyor.

 

-Neden ki?

 

-Çünkü yalnız. -dedi direkt- Sen kocası öldükten sonra Patronun etrafına hiç kimseyi gördün mü onu koruyup kollayan?

 

-Gergin adam var işte, derken Emir'den bahsediyordu.

 

-Öyle değil o kocasının arkadaşıydı. Bak mesela Patronun Annesi var mı? Babası? Ablası abisi veya kardeşi? Bu kadının hiç mi kimsesi yok? Kuzeni amcası dayısı akrabası, kocası ölmeden önce sahip olduğu bir arkadaşı, yakını. Sen gördün mü hiç onlardan birini?

 

-Yok vallahi hiç görmedim.

 

-İşte bundan bahsediyorum.

 

-Yani Patron yalnız mı, diye sordu ağlamaklı sesiyle Maytap.

 

-Senden benden bile yalnız ve aslında fakir, dedi.

 

Boğazıma oturan yumru nefesimi kesmişti. Skar'ın sessiz durup aslında her şeyin farkında olup nokta atışı gibi analizler yapması beni şaşırtmıştı.

 

Hele ki hakkında böyle can yakıcı gerçekleri anlaması ve kabullenmek istemediğim halimi kendisi iki cümle arasına sığdırmış olması uykulu bedenime bir ağırlık gibi çöktü.

 

Sessiz adımlarla kapıya doğru gidip sertçe açıp geri kapattım. Ve sanki hiçbir şey duymamış gibi mutfağın girişine kadar yürüdüm.

 

Beni gören Maytap ve Skar hemen ellerini kahvaltıdan çektiler.

 

-Patron biz özür dileriz, sana sormadan-

 

Uykulu sesimle ve yaşlarla dolmakta olan mahmur bakışlarımla,

-Lütfen devam edin, ben uyumaya gittiğimi söyleyecektim. Nöbete birazdan geçer misiniz?

 

Skar ellerini silip masadan kalktı.

 

-Doydum. -dedi Maytap'a bakıp- Ben şimdi gideyim oraya.

 

Başımı sallayıp salına salına oradan çıktım ve merdivenleri çıkmaya başladım. Yatak odama yetiştiğimde yatağımın üzerinde ki pislik dosyaları elimin tersiyle tiksinirce yere fırlattım.

 

Ve yatağıma girip sessizce akan gözyaşlarımla beraber kendimi uykuya teslim ettim.

 

-Karmen! Karmen uyan yavrum kâbus görüyorsun.

 

Omzumdan tutulup nazikçe sarsılıyordum.

-Karmen, uyan yavrum. Haydi bak ağlama, bu sadece bir kötü rüya.

 

Dudaklarım arasından sayıklanıyordum. Gözlerimi açmaya çalışıyor ama beceremiyordum.

 

-Haydi yavrum, evladım. Uyan güzel kızım Karmen.

 

Annemin hoş sesine kulak verip gözlerimi yavaşça araladım. Fakat etraf biraz karanlıktı. Ve yanı başımda oturan annem beni arkamdan daha hızlı sallamaya başladı. Sesi de artık çığlık atar gibi korkunç geliyordu.

 

-KARMEN, UYAN. UYAN ARTIK, KALK.

 

Son çığlıkla gözlerimi çığlık atarak açtım. Ama benim sesim ufak bir kız çocuğu gibi çıkıyordu. Yerimde doğrulup ellerimle gözlerimi ovuştururken ellerimin ufak olduğunu gördüm.

 

Telaşla ayağa kalkıp kendime baktım. Üzerimde kırmızı renk bir elbise vardı. Boyum ise kesinlikle ufaktı. Etrafa bakındım.

 

Ufak neredeyse karanlık bir odada yerdeki yatak hariç başka bir şey yoktu. Az önce beni dürten ve adımı seslenen annem nereye kaybolmuştu?

 

Nerede olduğumu bile bilmeden kapıya doğru yürümeye başladım. Kolunu indirip dışarı çıktığımda başka bir odayla karşılaştım.

 

Tavanda yanan sarı lamba odayı loş ışıklarla aydınlatıyordu. Başımı aşağı indirdiğimde karşımda birden bir masa ve iki tane boş sandalye buldum.

 

Korkuyla elimi belime götürdüm ancak Küçük bir kız çocuğunun bedeninde olduğumu tekrardan hatırlayınca gözlerimi sıkıca kapayıp geri açtım.

 

Ve açtığım anda çığlık atarak geriye atladım. Az önceki iki boş sandalyede sırtı bana dönük bir adam ve bir kadın oturuyordu.

 

-Anne? Baba?

Diye seslendim kısık sesimle. Fakat geri cevap almamıştım. Hatta onlar kıpırdamıyorlardı bile.

 

- Annecim? Babacım? Neden bana bakıyorsunuz?

 

Ufak adımlarla yanlarına doğru yürümeye devam ettim. Kısa kolumu sandalyeye doğru uzatıp kadını sırtından iki kere ittim. Hala varlığımı fark etmemişlerdi.

 

-Arkanızdayım, beni duymuyor musunuz?

 

Kadından iki adım geri attım. Ve ikisi yavaş yavaş bana yüzlerini dönmeye başladı. İçinde olduğum ufak beden kendinden geçer gibi titremeye başladı.

 

Ve annemle babam bana yüzlerini tam olarak döndüğünde boğazım yırtılırcasına çığlık attım.

 

İkisinin yüzü paramparça olmuş ve oluk oluk halde kanıyordu. Hiçbir uzuvları yerinde değildi. Gözleri yarılmış, dudaklarının etleri çenelerinden aşağı akmıştı.

 

Çığlık ata ata geriye doğru giderken dengem kaydı ve küçük beden geriye doğru düşüp kaydı.

 

Kafamı yastıktan terler içinde kaldırıp etrafıma baktım. Odamdaydım, kimse yoktu, yani kabus bitmişti. Fakat hala bir ses duyuyordum. Sanki şey gibi...

 

Telefonum çalıyor gibi.

 

Gözlerimi etrafta gezdirip telefonumu bulmaya çalıştım. En son yatağımdan çekilip örtüyü silkeledim. Telefonum kayıp yere düşünce hemen üstüne eğilip aramayı açtığım gibi kulağıma koydum.

 

"Ne oldu?" Diye sordum.

 

Bir sessiz elektrik gerildi hatlar arasında.

 

"Karmen mesaj atmıştım ama cevap vermedin diye aradım. Rahatsız mı ettim? Özür dilerim."

 

"Emir sen miydin ya?"

 

"Neden soruyorsun? İyi misin Karmen? Sesin kötü geliyor. "

 

"İyiyim uyuyordum. Telefonu kimin aradığına bakmadan açtım o yüzden. Neyse sen neden aradın?"

 

"Aşağıdayım. Eğer uygunsan hazır vaktimiz varken Phiqz dosyasını inceleyelim diyecektim."

 

"Evet, evet ama beni biraz beklesen olur mu?"

 

"Ne kadar istiyorsan bekleyebilirim."

 

"Tamam ben yirmi dakika sonra dosyayla beraber inerim yanına."

 

Dedikten hemen sonra aceleyle duşa girip üzerimi değiştirdim. Siyah atlet ve siyah kot pantolon giymiştim. Saçlarım hala ıslaktı ama bu sıcakta kuruması çok uzun sürmezdi.

 

İşlerimi bitirdikten yere atılmış üç dosyadan ikisini geri yatağın üzerine bıraktım ve sadece Phiqz dosyasını alıp saklamaya çalışarak odadan çıktım.

 

Aşağı indiğimde evde sandığım gibi birilerini bulmadım. Saat öğlen iki olmak üzereydi. Skar ve Maytap beni uyandırmadıklarına göre hala nöbet üzerindeydiler. Onlara şimdilik gözükmemek adına mutfağa doğru gidip arka bahçeden çıktım.

 

Emir'in arabası ön tarafta ki girişte duruyordu. Evin duvarının arkasından gizlice garaja doğru baktım. Kepenkler yarıya kadar inmişti. Ama alt taraftan hareket halinde ki bacaklar görünüyordu.

 

Duvarın arkasından çıkıp koşar adım arabaya yetişip hemen arka koltuğa bindim. Yine baştan aşağı siyah giyinmiş olan Emir, güneş gözlüklerinin üstünden dikiz aynasından bana baktı.

 

-Birinden mi saklanıyorsun, derken el frenini indirip sürmeye başlamıştı.

 

-Elimde dosyayla dışarı çıkarsam dikkat çeker diye düşündüm, deyip dosyayı yanıma fırlattım.

 

Emir sürekli olarak beni kontrol ediyordu. Islak saçlarımı geriye doğru savurduğumda ise Emir yerinde kıpırdanıp başını hafifçe bana çevirdi.

 

-Hoş, dedi tekrar yola bakarken.

 

-Hoş olan ne?

 

Teyit etmek istercesine derin bir nefes çekti.

 

-Kokun.

 

Gözlerimi utançla dışarı kaçırdım. Bunu ondan duymayı beklemiyordum. Emir ise benim tam tersime umursamadan şarkı mırıldanmaya başladı.

 

Yolculuk pek uzun sürmedi. Çünkü geldiğimiz yer Rengin Kafeydi. Emir arabayı park ettiğinde konuşmadan inip kafeye geçtik.

 

Güvenli bölgemiz.

 

Burada ne yaparsak yapalım tüm her şey masummuş gibi hissettiriyordu. Rengin'i girişte görmedim. Yine de her zamanki oturduğumuz masaya geçip oturduk.

 

Emir camdan dışarı bakarken sağ avcunu açıp önüme kadar getirdi. Ne yapacağımı bilemeyip elimi boş avcunun ortasına bıraktım.

 

Emir bir anlığına elimi kavradı fakat sonra ne tuttuğunu anladığında başını camdan hızla bana çevirdi. Elimi hala tutmuşken, bir elime bir bana bakıp yandan bir gülüş attı.

 

Ardından,

-Dosyayı istiyorum Karmen, dedi.

 

Elimi hemen çekip dosyayı ona uzattım.

 

-Bugün üzerinde bir dalgınlık var, dedi dosyayı alırken.

 

Cebinden özel bir kutu çıkartıp içinden çipe benzer bir şey kaldırdı. Bu Harvey'in özel çipiydi. Dosyaların kilitleri bununla açılıyordu ancak.

 

Emir tüm odak noktası dosyaymış gibi başını masadan kaldırmıyordu.

 

-Sizi hala beraber görmeye alışamıyorum.

 

Emir, Rengin'in dediğini duyunca başını kaldırmadan dudağının kenarı ile gülümsedi. Ben ise ayağa kalkıp kendisiyle sarıldım. Kadın resmen çiçek bahçesi gibi kokuyordu.

 

Yerime geri oturduğunda kendisi elinde tepsiyle hafif yana doğru eğilip beni süzdü.

 

-Nasılsın? Dün baya ağır geçmiş gibi duruyor.

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım.

-Gerçekten öyleydi. Ve bize o zor durumumuz da kafeni açtığın için teşekkür ederim. Gerçekten, pis işlerimizi buraya sıçratmak istemezdim ama mecbur kaldım.

 

-Sorun değil Karmen. Beni biraz olsun arkadaş olarak görüyorsan aynısını sen de bana yapardın.

 

Tebessüm ettim.

 

-Görüyorum. -dedim- Ama böyle sürekli ayak üstü konuşuyoruz.

 

-O zaman bir gün tek başına gel ve gerçekten oturarak sohbet edelim.

 

-Geleceğim.

 

-Madem sözünü aldım o zaman ben gideyim. Ah bir de şey var, deyip kasanın arkasına koştu.

 

Geri geldiğinde elinde bir fotoğraf vardı.

-Dün geceki fotoğraf, deyip uzattı.

 

-Aa, öyle mi? Aklına nereden geldiyse bunu yapmak.

 

Fotoğrafı aldıktan sonra masaya bıraktığı tepsiyi geri eline aldı.

 

-Güzel anılar biriktirmeyi seviyorum. -dedi- Bu arada bana Rengin kadın diyen arkadaşın varya.

 

-Ceyhundan mı bahsediyorsun?

 

-Aynen ismi oydu sanırım.

 

-Ne olmuş ona?

 

- Dün kafeyi kapatıp eve giderken onu koşarken gördüm. Bir sorun mu vardı?

 

Anlaşılan Ceyhun kendini yedi düvele göstermişti.

 

- Hayır hayır, bu onun normal halleri. Alışırsın zamanla sende.

 

-Değişik biriymiş, deyip yanımızdan uzaklaştı.

 

Bana verdiği fotoğrafa daha şimdi bakabilme şansım olmuştu. Çok ani çekildiği o kadar belliydi ki. Gözüme ilk çarpan gözleri kapalı çıkan Ceyhun olmuş bu yüzden gülmüştüm.

 

Sonra Hollanda, Skar ve Maytap'a baktım. Skar ve Maytap kollarını birbirinin omzuna atmıştı. Hollanda çekingen bir şekilde kameraya bakarken arkada ki Hazar biraz bulanık çıkmıştı.

 

Rengin fotoğrafın en başında kocaman gülümsüyordu. Ve arkasında benle Emir vardık.

 

Ben Kameraya şaşkınlıkla bakarken Emir başını bana çevirip gözlerini üzerime dikerken tuhaf bir tebessüm etmişti.

Fotoğrafı inceledikten sonra masaya bıraktım.

 

-Az önce üzerinde dalgınlık olduğunu söyledim. Neyin var, dedi Emir yine.

 

-Uyurken kötü bir kabus gördüm o kadar.

 

Fazla ilgisini çekmemişti dediği.

 

-Gece nöbet tutarken yorulmuşsundur o yüzden.

 

-Yok aslında yorumladım. Hatta baya eğlendik Ceyhun'la, dediğimde kaşlarını hafif çatıp göz ucuyla bana baktı.

 

-Yine de uyandığında unutmuş olduğun rüyalar üzerine bu kadar takılıp moralini bozma. Onlar sadece bulanık bilinçlerimizin yansıması.

 

-Aslında hayal değildi gördüklerim. Geçmişimi gördüm, dediğimde başını anında dosyadan kaldırdı.

 

-Şu Harvey'e bile bahsetmediğin geçmişin mi?

 

-Sayılır. Bir parçası evet. O yüzden bu kadar etkilendim, dedim.

 

Emir neyden bahsettiğimi bilmediğinden nasihat vermek istese bile veremiyordu.

 

-Neyse bırak şimdi beni. Asıl önemli yere gelelim. Dosyalarda ne buldun? İşe yarar neler var?

 

Emir ısrar etmeden başını yine kağıtlara çevirdi.

 

-Neredeyse hepsi işe yarar şeyler. Öncelikle sevindirici bir haber vereyim. Phiqz kurucuları Yakup Gedik ve Nezaket Gedik'in güncel adreslerini artık biliyoruz.

 

-İşte bu çok iyi oldu. Bugün bile gidip kendileriyle konuşabiliriz.

 

-Ve Phiqz bürosu hakkında her bilgi. Girdikleri her davanın dosyası, sonuçları, büroda çalışan avukatlardan tut, temizlikçiye kadar hepsinin bilgilerini içeren özel belgeler.

 

-Peperonni bu kadar bilgiyi nereden buluyor?

 

-Araştırıyorlar.

 

-Peki neden herkesin? Her bilgisini alma gereği duyuyorlar.

 

-Çünkü karanlık dünyada her taşın altından bir şey çıkabilir. Kimin ne olduğunu anlayamazsın. Temizlikçi sandığın biri bir bakmışsın başkası çıkmış.

 

Ve o an aklıma İgima Piçi geldi. Kuryeci adam, şimdi nereye kadar yükselmişti.

 

-Hukuk Bürosu 2006 yılında açılmış ve 2019 yılında ise çökmüş.

 

-Belgelerde İgima tarafından çökertildiği yazıyor mu?

 

-Tuhaf bir şekilde hayır.

 

-Peperonni oranın İgima tarafından çökertildiğini bilmiyor muydu yani?

 

Dedim durumun ironikliğini gösterecek iğneli sesimle.

 

-Hayır biliyorlardı ama belgede bunu yazmamışlar.

 

-Orada başka ne yazıyor?

 

-Bekle biraz daha inceleyeyim, deyip kafasını kağıtların içine gömdü.

 

Gözüm kağıtların üzerinde dolanırken masada duran fotoğraftan aklıma gelen alakasız şeye engel olamadan ağzımı açtım.

 

-Emir bana telefonunu verir misin?

 

Emir'in yüzünde değişen bir ifade olmadan ve hiç durup düşünmeden gözleriyle bir belgeyi okumaya devam ederken elini cebine atıp telefonunu çıkarttı ve parmak iziyle kilidi açıp önüme uzattı.

 

Bu kadar çabuk vermesi beni biraz afallatsa bile telefonu alıp galeriye girdim. Fakat yok denecek kadar az fotoğraf vardı.

 

Fotoğraflara tıkladım. Arabamda ki kurşun izlerinin her açıdan fotoğrafını çekmişti.

 

-Arabama sıkılan kurşunlar hakkında bir şey bulabildin mi?

 

-Evet, dediğine şaşırdım.

 

-Nasıl yani? Sıkan kişiyi mi buldun?

 

-Hayır kurşun'u analiz ettim. Bunlar Türkiye'de üretilmiyor veya bulunmuyor. Yurtdışından getirilmiş. Tahminimce İspanya çünkü bunlar sadece orada üretiliyor ve kara borsada satışa koyuluyor. Tabii alan kişi bir başkasından temin etmediyse.

 

-Bir kurşun izinden mi tüm bu bilgileri elde ettin?

 

-Evet, dedi düz bir ses ile.

 

Kurşun izi fotoğraflarını geçtim. Şimdi de karşımda mektup vardı.

 

-Peki ya Mektup?

 

-Üzerinde çalışıyorum.

 

Fotoğrafı geçtikten sonra karışma Emir ona pansuman yaptığım tarafın çekilmiş fotoğrafı çıkmıştı.

 

-Yaran nasıl oldu?

 

-İyileşiyor.

 

Ve bir kaç fotoğrafı daha geçmiş ancak aradığımı bulamamıştım. Bu galeride benim çekilmiş fotoğraflarım olduğuna emindim halbuki.

 

Telefonu kapatıp Emir'in önüne ittim. Ve alınganlıkla,

-Silmişsin demek, dedim.

 

Kafası Phiqz dosyasıyla uğraşmaktan yoğun olan adam elinde ki belgeyi masaya bırakıp bana baktı.

 

-Neyi silmişim?

 

-Telefonunda benim fotoğraflarım vardı, dedim.

 

Bilmeme şaşırmamış gibiydi. Telefonu masadan alıp bir şeyler yaptı ve ekranı bana çevirdi.

 

-Bunlardan mı bahsediyorsun?

 

Gözlerimi kısıp baktım. Evet bunlar benim geçen gördüğüm fotoğrafların ta kendisiydi.

 

-Ama ben az önce baktığımda bulamamıştım. Emindim galerinde onlar yoktu.

 

Emir başını gülerek iki yana salladı ve başını önüne eğdi.

 

-Onları boşuna okuyorsun. Phiqz'i İgima'nın çökertiğini bile yazmamışlar. En iyisi direkt adreslerine gitmek ve adamların kendileriyle konuşmak.

 

-Boşuna mı okuyorum? Hımm, Phiqz hukuk bürosu açıldıktan sene sonra İgima Gözlük şirketinden aldığı teklif üzerine artık bireysel dosya alımını kapattı ve tamamen onlar adına çalışmaya başladı. Burada İGİMA gözlük Şirketinin dava dosyalarının kopyaları da yer alıyor.

 

Fakat heyecanlanma hepsi neredeyse kırık gözlük, boyası akmış gözlük, ödenmemiş tazminat davaları üzerine.

 

Fakat bir ayrıntı var. Phiqz henüz çökmeden 2 ay önce Gözlük şirketiyle yollarını ayırmak için bir başka dava açmış.

 

Dava olumlu sonuçlanmış ve Phiqz İgima ile çalışmayı bırakmış. Fakat nedense tam iki ay sonra koskoca hukuk Firması birden çökmüş.

 

-Çöküş sebebi nedir?

 

-Burada müvekkillerinin kendilerine borçlarını ödemediğini, İgima Gözlük şirketinden kalan davalıların bir daha dava açmaları üzerine borça batmaları olarak gözüküyor.

 

Aklıma İgima'nın Cindy Pizza'nın paralarını çalması ve Varis ile İsiah'ın bunu gizlemiş oldukları geldi. Bu da ona benzer bir kumpastı.

 

-Her ne yaşanmış ise eminim ki Phiqz Sahiplerine bu ağır vurmuştur. Düşünsene senelerce uğraştığın büron ellerinden kayıp gidiyor. Ve artık mesleği bırakıp bir keşe dönüyorsun.

 

-Kesinlikle haklısın. Onlarda bilmemiz gereken önemli bilgiler olduğunu hissediyorum.

 

-Bugün buluşmaya gitsek mi ne dersin?

 

-Biraz düşüneyim. İkimizin gitmesine nasıl tepki verirler? Beni tanıyor olabilirler. Sonuçta Peperonni'de çalışan özel Ronni ekibi tetikçisiydim. Ayrıca son olarakta Yurt dışında yaşayan Evli bir kız çocukları var. 3 tane de torunları.

 

Gerçekten o dosyaları deminden beri boşuna okumuyordu Emir.

 

-Haklısın seni tanırlarsa belki konuşmak istemeyebilirler. En iyisi-

 

Derken telefonumun çalmasıyla lafımı yarıda kestim.

 

"Ne oldu Hollanda?"

 

"Eve hemen gelmelisin" dedikten sonra telefon kapandı.

 

-Ne olmuş, derken Emir kağıtları toparlıyordu.

 

-Bilmiyorum, hemen gel dedi kapattı.

 

-Kalk gidelim o zaman.

 

-Ama Phiqz buluşması ne olacak?

 

-Sorun değil konumları elimizde yer alıyor. Yarın vakit bulur gizliden hallederiz, deyip masaya biraz para bıraktı ve ayaklandı.

 

Masada ki fotoğrafı alıp Emir'le oradan çıktık. Arabasına bindikten hemen sonra hızla eve yetişmiştik.

 

Araba bahçede durur durmaz inip yürümeye başladım. Garaj hala yarıya kadar kapalıydı. Sanırım beni evde bekliyordu Aylin.

 

Kapıyı açıp eve geçtim ve salona doğru yürüdüm. Karşımda ayakta durmuş bana öfkeli gözlerle bakan insanlar vardı.

 

Hazar ve Hollanda bana ters ters bakarken, Ceyhun ne olduğunu anlamadan bakıyordu.

 

-Ne oldu bu kadar acil?

 

-Sen ne yaptığını sanıyorsun Karmen? Gerçekten neyin peşindesin?

 

-Ne demek istiyorsun anlamıyorum Hazar?

 

-Demek anlamıyorsun. Duydunuz mu? Sizde duydunuz mu? Karmen ne diyorum anlamıyormuş. Bak belki bu sana yardımcı olur.

 

Derken Hollanda masaya eğildi ve şerit gibi bir kağıdı gözümün önünde tuttu.

 

-Demek Phiqz Dosyası ha? Demek Sen sadece Erdem ve Kozan'ın peşinde değilsin. Demek sen o gece orada başka şeylerde yaptın hemde bizden gizleyerek! Bunun hakkında demek istediğin bir şeyler var mı Karmen? Bizi nasıl kandırıp kullandığını açıklayacak bir konuşman?

 

Shit!

 

Büyük sıçış anım işte gelmişti. Yerime çivilenmiş dilim zincirlenmiş gibi ne tepki veriyor ne de ağzımı açabiliyordum.

 

Fakat bu büyük tartışma konusu yetmezmiş gibi evimin kapısı neredeyse kırılacak kadar sert bir şekilde açıldı. Koşan bir adamın sesi kulaklarıma gelirken Maytap önüme yetişip bana nefes nefese kalmış halde baktı.

 

-Baygın kadın uyandı Patron.

 

İki farklı felaket üst üste geldiğinde içinden sağ kurtulmak çok nadiren görülen bir durumdu.

 

Hazar dahil herkes benim Phiqz Planımı öğrenmişti.

 

Kaçırdığımız ve her şeyi gören kadın Cansu Akrep uyanmıştı.

 

Peki ya ben şimdi ne yapacaktım?

 

26. BÖLÜMÜN SONU

 

BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ???

 

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhaba 💖

 

Kan Kader'i özlediniz mi???

 

Bu bölüm yeni aksiyonlara temel atan ve biraz da duyguların yoğun olduğu bir bölüm oldu.

 

Salıncak sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz???

 

Phiqz ve İgima arasında sizce ne oldu??

 

Karmen'in rüyası hakkında ki yorumlarınız neler???

 

Arkadaşlarr bu bölüm sınır koyacağım. Çünkü koymadığımda kimsenin aklına yorum yapmak veya vote atmak gelmiyor maalesef 🥲

 

Sınır : 130 Vote ve 600 yorum

 

Teşekkürler bölümü okuduğunuz içinnnn...

 

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE

 

 

Loading...
0%