Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. BÖLÜM - TAKİPÇİ

@shorosharpen

 

Harap oldu duygularım ve kaçtı uykularım, benim kaygılarım var.
Acılarım.

 

Emir Şamur -Saçma Sapan

 

❤⛓🖤


3 gün sonra

Yeni hayatımın 3. Günü, eskilerinden çok daha kötü ilerliyordu. Mezardan ayrıldığımdan bu yana, 3 gün boyunca nereye gideceğimi kestiremeyip ortalıkta aylaklık etmiştim.

Evimin tehlikeli olduğu fikri, kafamı kurt gibi kemirirken, geceleri de ortalıkta savunmasız kalmak yerine otelde kalmaya karar vermiştim.

Kimliğim yanımda olmadığından, lüks oteller beni kapılarından içeri almamıştı. Bu yüzden otoban üzerinde ki, kimin girip çıktığı belli olmayan bir yerde günlerimi geçiriyordum.

Telefonum yoktu, cebimde iki kuruş bulmuştum onu da otel için harcamıştım. Kelimenin tam anlamıyla sefalet içindeydim. Sular kesik olduğundan günlerdir duşta almamıştım.

Bunlar önemsizdi. Benim kafamı asıl yorduğum konu içimde hiç dinmeyen intikam alevinin gün geçtikce harmanlanması ve benim bunu bastırmak için en ufak bir girişimde bulunamamdı.

Kimseyi tanımıyorum, ulaşamıyordum. Peperonni ekibinden hiç bir üye karşıma çıkmıyordu. Merkezlerinin yerini bilseydim yürüyerek olsa bile giderdim.

Bir ara Cindy pizza'ya gidip benim Karmen olduğumu söyleme fikri bile gelmişti aklıma. Ama beni sırf adımı söylediler diye, hemen tanıyacaklarını sanmadım.

Evet, çaresiz ve başıboştum. Kocamın katilleri İğima Gözlüklere gidip olay mı çıkartmalıydım?
En fazla tutuklanırdım. Sonra benim kim olduğumu anlar ve bir daha yanlarına yaklaşma fırsatımı ortadan yok ederlerdi.

Hayır, gerçekten tek bir çıkış yolu bile yoktu. Derken aklıma evim geldi. Gitmekten korktuğum evim.
Başkalarının beni yakalama ihtimalinden çok, o eve gitmek istemeyişim daha maneviydi.

Cesaretim yoktu. Acaba arka bahçede ki Harvey'in kanlarını benim için temizleyen biri var mıydı?

Evime girdiğimde ne yapacaktım? Çatışmanın izlerini inceler dururdum artık. Ama gitmem gerekiyordu. Orada ki binbir belgelerden birinde, işime yarayacak bilgilerin olduğuna emindim.

Ve sonra silah bulmalıydım. Elimde ki tabancanın iki tane kurşunu kalmıştı. Evde, Harvey'in minik bir silah deposu vardı. Depo dediğime bakmayın.

Duvarın içine saklanmış olan gizli bir hazneye şifre yazarak giriyordu. Ah, o haznede eminim ki özel belgeler de vardır. Düşünmeye devam ettikçe, en azından beni bu sefaletten kurtaracak ufak çözümler bulmuştum.

Küçük motel odamın, kahverengi ve yeşil lekelerle dolu çarşafın üstünden kalktım. Oda da, ufak beyaz demeye bin şahit bir masa ve yine ufak bir komidin vardı sadece.

Pencere manzarası, hiç kıskanılacak gibi değildi. Otoban kenarında olduğundan gece gündüz susmayan korna ve araba sesleri kafam şişmişti.

Yemek servisleri yoktu. Sadece aşağı da günde bir kereliğe mahsus, bayat yemek dağıtımı yapıyorlardı.

Önce banyoya geçtim. Açık kahverengi saçlarım, havaya diklenmişti. Musluğu açıp akan iki üç damlayı elimde biriktirdim ve saçlarımı biraz ıslatıp şekle soktum.

Açık kahverengi gözlerim damarlanmıştı. Beyaz tenim sararıp solmuştu. Aynada eskiden gördüğüm kadın yoktu artım.
Yüzümde belirgin bir çöküş izleri vardı. Bana sadece bir hafta içinde bu hale gelebileceğimi söyleseler inanmazdım.

Banyodan, temizlendiğim anın hayallerini kura kura çıktım. Masanın üzerinde bıraktığım, siyah ve gri karışımı tabancayı alıp, arka belime sokuşturdum.

Üzerimi son kez düzelttikten sonra artık bu sarayı terk etmem gerektiğini biliyordum.

Odadan çıktığımda, kulağıma yan odalardan gelen bağırışma, gülüşme vb. Sesler doluştu. Ortalıkta yürüyen insanların gözlerinin morluğu benimkini hiç zorlanmadan yenebilirdi.

Neyse ki burada herkes kendi pisliğine battığından bana karışan olmamıştı.

Kısa sayılacak bir koridoru geçtikçen sonra merdivenleri inmeye başladım. Son basamağı da indikten sonra ayağım, demirine takıldı ve yere kapaklandım.

Ah, bir bu eksikti.

Dizim keskin bir ağrı ile sızlanırken, başımı çevremde beni gören birileri varmı diye hemen girişe yönelttim.

Oh, çok şükür ki herkes içeriye gelmekte olan 3 yeni müşteriyle uğraşıyordu.

Yerle olan kavuşmamızı hemen sonlandırmak adına, önce üst kısmımı kaldırdım. Ama dizimin ağrısı öyle şiddetlenmişti ki ayağa kalkmakta zorlanıyorum derken, biri resmen üzerime basarak merdivenlere çıkmaya başladı.

Sinirle kafamı ona döndüm. Merdivende arkası dönüktü. herhalde yanında gelen diğer iki adamı bekliyordu.

Önce sessiz kalıp diğer iki adamın nerede olduğuna bakacam derken, bana yardım niyetiyle ikisi de üzerimden geçmişti.

İçimden küfürler yağdırdım. Diğer iki adam, bekleyene katıldı. Sonradan gelen ikisi, siyah takım elbise giymişlerdi. Onları önde bekleyen ise, ceketi daha uzun olmak suretiyle onlarınkinden daha pahalı duran takımı-

Lafımı kesiyorum. Çünkü üzerime bir tükürük saçıldı! Bir tane şerefsiz arkasını dönüp yerde, yarı oturur pozisyonda duran bana tükürmüştü.

Bu kadar aşağılanmak yeter!

Merdivenden destek alıp ayağa kalktım ve bana tüküren o iki kişiden birine,

-Ap-, tal diyecekken adamların İgima markalı siyah gözlük taktığını fark ettim.

Bana tüküren serseri cümlemi bitirmem için bana bakıyordu.

Ama önce başlayıp sonra susmam, daha fazla dikkat çekeceğinden,

-I never saw before the rude boy like you! Oh , god , Shit!

Diye bağırıp, yabancıymışım gibi davrandım. Ah saçlarım yüzümü kapamasa belki fark edilebilirdim. Ama neyse ki adamlar beni hiç umursamadan merdivenlerinden çıkmaya devam etti.

Ayağa kalkıp silkelendim. Aradığım o müthiş fırsat ayağıma mı gelmişti? Ben onları ararken onlar kendilerini ortaya mı çıkartmışlardı?

İyi ama öyle türden adamlar bu pis yerde ne yapıyorlardı? Ah, gerçi onların pisliği buranın yanında hiçti.

Bir çıkış kapısına bir merdivenlere baktım. Ya çıkıp evime gidecek ve daha sakince bir başlama yolu seçecektim.

Ya da cebimde iki kurşunluk bir silah ile, hiç tanımadığım adamların peşini takip edip kendi hayatımı ve intikam planlarımı başlamadan bitirecektim.

Bana 2. Şık daha makul gibi geliyordu. Aptal kararlar, tam benim ve Harvey'in ağzına her zaman layıktır.

Ilk kat merdivenini hızlıca tırmandım. Burası zemin kat dahil toplam 3 kattı. Ve neyseki fazla odası yoktu.

Merdivenleri tırmandığımda, o boğucu hava ve kulakları tırmalayan sesler beni yeniden içlerine çekmişlerdi.

Bu katta 10 taneye yakın oda vardı. Onları bulabilmem için hepsini tek tek dinlemem gerekiyordu. Ama en gereksiz kişi tarafından yakalansam bile, ortalık velveleye verilirdi.

Ama bu riski almak zorundayım. Ben artık hayatımda risk almak zorundaydım. Düşlerim yerini kabuslara bıraktığından beri bu böyleydi.

İlk odanın kapısına sinsice sokuldum. Adımlarım, parmak uçlarındaydı. Hayır içeriden sadece televizyon sesi geliyordu. İkinci kapıya da sokulup dinlemeye çalıştım. Burası sessizdi.

Daha çabuk olmalıyım. Kalbim öyle bir sesle atıyordu ki, benden önce onu duyacaklar sanıyordum.

Üçüncü odada da aradığım şey yoktu. Zaten bu 10 tane odanın hepsinin kapısı kapalıydı. Benim az önce çıktığım 7 numara hariç.

Derken, 7 numaranın önünden geçen siyah bir gölge gördüm. Etrafıma bakınıp saklanacak yer arasam da bulamamıştım. Ama o da dışarıya çıkmamıştı.

Ya çıksaydı o zaman ne olacaktı? Birilerini takip edip gözetlediğim bariz belliydi.

Ama yine de, yavaş adımlarla önce 6 numaraya ulaştım. Tam da beklediğim gibi, 7 numaradan erkek sesi geliyordu.

Kendimi iyice yakınlaştırıp ne dediklerini anlamaya çalışıyordum.

-Bulabildiğimiz tek boş oda buydu efendim, diyordu bir ses.

Arada başka cümlelerde edildi fakat ben halen net duyamıyordum.
Başımı biraz daha yakınlaştırdım. Öne düşen saçlarımı nazik hareketlerle kulaklarımın arkasına aldım.

-Hayır o 5 gün önceydi efendim, dedi yine aynı ses.

Sonra hepsinden daha soğuk ve daha sert çıkan bir erkek sesi daha,

-Yaş aldıkça günleri karıştırmaya başlamışım, dedi gülmeye karışık bir sesiyle.

-Henüz genç sayılırsınız, diye yanıtladı onu diğeri. Ve sonra üçü de kahkaha atmaya başladı.

Kötü insanlar gülebiliyor muydu? Belki de ben ülkenin her yerinde binlerce satılan İniga gözlük takan herkesi, o ekipten sanmayı bırakmalıydım.

Gülüşler yerini sessizliğe bırakmaya başladığında o sert sesli adam,

-Ben size gittiğimiz yerlerde tedbiri elden bırakmayın demiyor muyum? İlla gülmek yerine kızayım mı?

-Ha-hayır efendim.

-Harika seni akıllı şey. O zaman git şu kapıyı kapat.

Ah! Adamın ayak sesleri yaklaşıyordu. Ne yapmalıydım? Beni göreceklerdi. Beni yakalayacaklardı.

Ben, ben kaçmalıydım. Diye körlemesine bir adım arkaya atayım derken, kirişin çıkık kısmına takıldım ve yaralı dizimi 6 numaranın kapısına çarpıp üstüne bir de çığlık bıraktım.

7 numaralı kapının açılma sesini duyduğum aynı anda ben 6 numaralı kapıdan içeriye çekilmiştim.

Ve kapı sert bir şekilde kapatıldı.

-Sonunda geldin bebeğim.

Dedi dilini ağzının içinde oynatıp duran ve kulağına kadar yetişen uzun seyrek saçlı adam. Elleriyle saçlarımı karıştırıyordu.

-Nerede kaldın bunca saattir?

Gözlerimi odada telaşla gezdirirken bir yandan kendimi ondan uzaklaştırmaya çalışıyordum. Bu adam ne kadar şerefsiz olursa olsun, benim hayatımi kurtarmış sayılırdı.

-Aa, a ben, ben gelmek için çok sabırsızdım.

-Biliyorum bebeğim. Ah, çok güzelsin.

Odanın diğer köşesine çabuk adımlar atarak ona sırıtmaya çalışıyordum.

-Kaçmasana güzelim. Oyun mu oymuyoruz?

-Ha -hayır elbette, dedim dudaklarımla tebessüme edip.

Pencereden aşağı bakıp ne kadar yüksekte olduğumuzu hesaplamaya çalıştım.
Ama hayır, ben henüz buradan atlayıpta sağ çıkmayı bekleyecek kadar güvenmiyordum kendime.

-O zaman bunu unutmazsan iyi edersin şekerim, ehh.

-Unutmam, unutmam, deyip elimle başına bir kez dokundum.

Unutmam değil mi?

Unutmamalıydım. Ben yoksa odada bir şeyimi mi unuttum?

Zaten geldiğimde eşyam yoktu. Silahım vardı. Hala belimde olduğunu hissediyorum.

Evet tokam felan yoktu. Peki ya kolyem?

Ellerimi çabucak boynuna götürüp yerini yokladım. Ve ne şans ki boştu.

Bu sefer gerçekten sheet!

Hayır çabuk telaşlanmamlıyım. Kolyemi unutsam bile, oraya giren çıkan belli olmadığından benim olduğunu düşünseler bile, hani bir ihtimal yine de umursamazlar.

Ah çünkü benim kim olduğumu zaten bilmiyorlar. Ve herkes bu otelde giderken bir şeylerini bırakıyor değil mi?

-Ah, şekerim! Kaçma diyorum sana.

-Ben, yani şekerim. Sanırım girişte kimliğimi unuttum.

-Boşver şimdi kimliği giderken alırsın, diyerek üzerime yeniden çullandı.

Ben de tüm güçümle onu itip, ani bir hareketle belimden silahı çıkartıp ona doğrulttum.

Kendisi hemen ellerini havaya kaldırıp yüzünü düşürdü.

-Neler oluyor şekerim? Hı, o silah ta neyin nesi?

-Ben şimdi gidip unuttuğum kimliğimi alacağım. Anladın mı?

Diye tane tane bastırarak konuştum. O ise kekeliyordu.

-Ta-tamam.

-Harika şekerim, deyip silahı hala ona doğrultmuşken, kapıya doğru iki adım atıp, arkamda olan kolu indirmekle uğraştım.

Kapı açıldığında, dışarıyı kontrol etme fırsatım olmadan, yüzüm ve elim hala ona dönük bir biçimde kendimi dışarıya atıp kapıyı kapattım.

7 numaranın kapısı hala kapalıydı. Ama bu sefer onları bekleyemez veya dinleyemezdim. Elimde ki silaha bakıp "ben ne yapıyorum?" Dedim.

Ben ne yapıyordum? Silahı hemen yerine geri geçirdim ve koşar adım merdivenlerden indim. Girişte bir iki insan vardı. Böyle bir yerde çıkış işlemlerine gerek olduğunu sanmadan motelden kaçıp gittim.

Ana caddeye indiğimde, arkama bile bakmadan bir süre ileride ki üstü kapalı, durağa yürümeye başladım.

Az önce bir insana, ömrümde ilk kez gerçek bir tehdit amaçlı silah doğrultmuştum. Hayatım pahasına birilerine kulak misafirliği yapmıştım.

Hem de henüz yeni başlamışken. Harvey'i düşündüm. O bana her zaman işinin çok tehlikeli olduğundan bahsederdi. Şimdi neyi anlatmaya çalışıyordu kavramıştım.

Durağa yetiştiğimde hemen oturağa oturdum. Ve başımı plastiğe yasladım. Elimi boynuma götürüp kolyemin yokluğuna alışmaya çalıştım. Onu 14 yıl boyunca boynumdan bir kere bile çıkartmamıştım.

Peki nasıl olurda otelde unutabilmiştim ki? Geri dönüp başka kimse girmeden almalıydım. Bir kolye için canımı bir kez daha tehlikeye atabilirdim.

Ama o kolye için buna değerdi.

Arkama bakıp, uzakta kalan otelde göz gezdirdim.

Aptal kararlarımın sonunu getirmem gerekiyordu. Benim şuan tek yapmam gereken otostop çekip evime gitmemdi.

Ama kalkmadan önce, acıyan sol dizime baktım. Pantolonum parçalanmıştı. Ve dizim ufakta olsa yarılmış duruyordu. Ama kan akıtmayı bırakmış kuru bir kabuk tutmuştu.

Herneyse, bu yaralar beni bir gün elbet güçlendirecekti. O zamana kadar yara almaktan şikayet etmeyecektim.

Ayağa kalkıp kaldırım kenarına yaklaştım. Ve elimi otostop çekme hareketiyle gelip geçen arabalara uzattım.

Bir kaç tane pikap geçmişti, biri durmak için selektör bile yakmıştı. Ama sadece ön koltuklar olduğu için binmeyi reddettim.

Çocuklu aile arabalarına otostop çekmiyordum. O masum ruhların, bu ne idüğü belirsiz kadını görüpte etkilenmelerine gerek yoktu.

Biraz daha seçicilikten sonra, içinde sadece erkek bir sürücülü Ford markalı siyah bir araba yanıma yaklaştı.

Pencere camına kafasını eğdiğinde ben de aynısı yaptım. Herhalde otuzlu yaşlarında biriydi. Ben de zaten 27 yaşımda olduğumdan çok rahatsız olmadım.

-Yolculuk nereye?

-Şehir merkezine.

Dedim açık adres vermekten kaçınarak. Beni en fazla mahalleme kadar götürmesini isteyebilirdim.

-Atla.

Arabanın arka kapısını açıp bindiğimde, o klasik soruyla yine karşılaşmamı bekledim. Ve çok geçmeden,

-Yanıma gelsene, niye arkalardasın, dedi muzipçe.

-Yerimden memnumum, diye hem ters tavrım hem de güleryüzümle onu susturdum.

Adamda uzatmadan arabayı sürmeye başladı. Kafamı cama yaslayıp dışarıyı seyretmeye koyuldum. Yollar uzadıkça uzuyordu.

Adam ise şarkı mırıldanıyordu. Ara sıra bana dikiz aynasından baktığını görebiliyordum ama umurumda değildi.

Siyah saçlarının yanlarını kazımıştı. Ve giydiği gömleğin ilk dört düğmesi açıktı.

Pek tekin görüntüsü yoktu.

Şehrin merkezine yetişmek üzere olduğumuzun alarmını, yoğunlaşan trafik çalıyordu. Uzun bir kırmızı ışık kuyruğunda durduğumuzda adam,

- Bu halde nereden geliyorsun, diye sordu.

Hiç tanımadığı birisini arabasına alma nezaketini gösterdiği için ben de ona öyle davranacaktım.

-Biraz aksilikler yaşadım.

-O durakta genellikle ASES motelde kalanlar bekler.

-Doğru, orada kaldım.

Verdiğim cevap sanki adamın hoşuna gitmiş gibi dudaklarını oynattı.

-Ve orada kalanlar genellikle pis işler kırıştırır.

-Herkes için geçerli değil bence bu kural.

Verdiğim cevaplar, sanki başka birinin ağzından çıkıyormuş gibiydi. Ama şunu anladım yuvadan tekmelenen yeni doğan yavru kuş, yere çakılmadan kanatlanırdı her zaman.

Ben de öyleydim. Tam yere yetişecem derken bir kanat çırpışıyla tekrar havalanıyordum. Bir başka serserinin arabasına binmek, o serseriye kendi arabasında ters çıkışmak deli saçması hareketlerdi.

İşte uçmayı yeni yeni öğrenen bir kuştan ancak böyle kanat çırpması beklenilirdi.

Kırmızı ışık yeşile döndüğünde, araba tekrar yol almaya başladı. İşte şimdi az da olsa nerelerde olduğumu biliyordum.

Bu yollar sanırım evimin mahallesine, hayır sanırım şehrin tam göbeğine, yok yok bu yollar benim istediğim yere ters düşen kesimdi. Çabucak,

-Şehrin merkezine ters saptın, diye bir uyarıda bulundum ona.

Adam umursamadan,
-Biliyorum tatlım. Zaten gideceğimiz yer benim evim.

Gözlerim yerinde fıldır fıldır oynamaya başladım. Nefeslerim artıyor ve kafam hemen bir çıkış yolu aramaya çalışıyordu.

Silah, aklımda tek canlanan nesne silahtı. Hayır, ona başvurmak istemiyordum. Ben sadece kocamın katillerine çekecektim o silahı. Başka insanlara değil.

Ama araba gittikçe hızlanıyor ve yolumuzdan da uzaklaşıyordu. Konuşmalıyım, her zaman ki gibi. İki insan konuşarak anlaşabilirdi.

-Bak beni lütfen evime götür. Ben, ben kocamla kavga edip orada kalmıştım. Kendisi beni aramaya gelecektir. Emin ol beni bulur.

-Yaa, öyle mi canım. Madem evlisin o zaman yüzüğün nerede?

Ellerimin on parmağını da açıp gözümün önünde tuttum. Hepsi boştu. Yüzüğüm parmaklarımda değildi.

Hayır, hayır onu da unutmuş olmayayım. Ben gerizekalı mıyım? Telaşla elimi önce sağ cebime soktum. Boştu!

Sonra yan yatıp sol cebimi karıştırmaya başladım. Elime değen o ince zinciri çekip çıkarttığımda kolyemin başından beri cebimde durduğunu öğrendim.

Unuttuğm şey kolye değil yüzüğümdü.

Ve iç tarafında Harvey&Karmen yazan yüzüğüm.

İşte şimdi kanatlarım parçalanmış ve ben yere çakılmıştım. Doğru olup olmadığı umurumda değildi. Arka belimde, çıkmaya meyilli olan silahımı bir hamlede özgürlüğüne kavuşturup adama doğrulttum.

-Beni on dakika içinde, şehir merkezine yetiştirmez isen, 11. Dakika da ben seni öteki tarafa yetiştireceğim. Anladın mı?

Adamın direksiyonda ki eli titremeye başlamıştı. Bana gelişigüzel kafasını sallayıp,

-Evet, evet, dedi.

-Harika, o zaman sür. Çünkü geriye sadece 9 dakikan kaldı.

"Vay canına Karmen, tehdit işinde de hiç fena sayılmazsın" diye kendime aptalca övgüler saydım.

Demek karanlık tarafta hayatta ancak bu yollarla kalınabiliyordu. İki kurşunluk silahım, boş olsa bile bir çok kapıyı açabilecek ve bir çok kişiye diz çöktürecek güce sahipti.

Tutanın bir önemi yoktu. Tıpkı Peperonni ekip lideri Harvey'i gereksiz bir ajanın öldürmesi gibi.

-Kaç, kaç dakikam kaldı?

Diye sordu korkuyla. Ben çoktan sakinleşmiştim ama sesimi sert yapmaya çalışıp,

-Beş, beş dakikan kaldı, dedim.

-A-ama ne hemen?

-Kes sesini, sür!

-Tamam, tamam sakin ol.

-Bana ne yapacağımı söyledin sen az önce? Pekala sen bilirsin. İki dakikan kalıverdi birden.

Adam küfürler edip arabanı gaz pedalını kıracak kadar hızlı sürmeye başladı. Hatta korkudan kırmızı ışığı bile geçmişti.

-Aferim sana aptal. Akşama telefonuna gelecek ceza bildirimine bakıp bakıp ağlarsın artık.

Şehir merkezine girdiğimizde, kendisine mahallemizin iki sokak ötesininin ismini verdim. Ayrıca silahı, kafasından biraz uzaklaştırıp koltuğun arkasına gizledim. Sonuçta heryer insan doluydu. Polis yakalarsa sonum iyi olmazdı.

-Köşeye çek, diye emrettim.

-Bir daha arabama elin yabancısını alırsam varya-

-Sayıklanma!

Burası bizim üst mahallemizdi. Araba durduğunda, silahı belime geri yerleştirip kolyeyide boynuma taktım. Ve adamın suratına bakmadan arabadan inip kapıyı kırarcasına çarpttım. Belki kırılmış bile olabilir.

Ben iner inmez araba, gaza basıp tozu tumana kattı. Gerizekalı. Gün gelir bir başkası senin de hesabını keser.

Ortalık günlük güneşlikti. Yakıcı güneş tepemizin biraz daha aşağısında dikilmişti. Hava sıcaktı. Ve ben fazlasıyla terlemiştim.

Bu mahalleyi çabucak yürümeye başladım. Burada beni tanıyan kişilerin çok az olduğunu var sayıyordum. Ama yine de ara sokakları tercih ederek ilerledim.

Kendi mahallemize yetiştiğim zaman beni garip bir sessizlik karşıladı. Sanki Harvey'in ölümü tüm mahalleyi etkilemiş gibi. Ortalık kavurucu havayla pişerken ben de köşeden köşeye kendi 3 katlı evimizin yanına yetiştim. Önce ağaçların arkasına saklanıp evin etrafında bekleyen birileri var mı diye kontrol ettim.

Benim gördüğüm kadarıyla bomboştu. En azında öyle olduğunu umarak olduğum yerden ayrıldım. Tam ön kapıdan içeri girecekken az önce benim durduğum yerde çıtırtı sesleri duydum.

Başımı oraya savurduğumda elim farkında olmadan yine silaha uzanmıştı. Hayır bu tamemen psikolojik bir korkuydu.

Ben takip edilmiyordum. Kimse beni takip etmezdi. Yüzük, yüzüğü ise belki bulmamışlardı. Peki ya bulduysalar...
Bu ihtimalleri düşünerek kendimi daha fazla strese sokmayacaktım.
Adımlarımı evimizin ön bahçesine atınca, gözlerim doldu.

Attığım her adımda ayağıma batan boş mermi kovanları doluydu etraf. Cam kırıkları büyük salonun penceresinden dışarı saçılmıştı. Çimenlerde ayakkabı izleri ile araba tekerleğin ezdiği lekeler vardı.

Bahçe tahminimce o günden kaldığı gibi aynen bırakılmıştı. Gözüm ağaca asılı olan salıncağa kaydı. Tam bir hafta önce, Harvey beni orada sallıyordu. Ben ise bu koskocaman yemyeşil bahçede, çocuklarımızın koşuşturduğu hayalini kuruyordum.

Tüm hayallerim ayaklar altına alınmıştı. Mutlu olduğum her şey bu evde başladığı gibi bu ev de bitmişti. Ne dengesiz bir dünyanın içindeydik!

Bahçede durmaya daha fazla takatim kalmadığında evin kapısına yetiştim. Kapıyı ayağımla biraz dürtüklemem ile hemen ardına kadar açılıp duvara çarpttı. Çarpmanın sesi tüm evde yankılanmıştı.

Sağ ayağımı bir türlü içeri atamıyordum. Gözümün önünde duran merdivenlere baktım. O gün oradan koşarak inmemiz canlanmıştı gözlerimde. Eve girmeliydim. Her tarafında bir anı saklayan evime girmeli ve yaşamımı sürdürmeliydim.

Sağ adımımı nihayet attığımda, sol hemen peşinden geldi. Eve geçip, kapıyı arkamdan kapatıp kilitledim. Yürümeye devam ettiğimde, salonumuzun altı üstüne getirilmişti. Daha hızlı adımlarla ortalığa dağılmış eşyaların yanına koştum.

Burada da boş mermi kovanları ve cam parçaları vardı. Ayrıca biraz kurumuş kan...

Koltuklar ters yatırılmıştı, masa orta yerden taa diğer uca fırlatılmıştı.

Ellerim hemen yerdeki kağıt parçalarına gitti. Birini tutup yazılı kısmı kendime çevirdim.

Bu da neydi böyle? Resmen pizza siparişi fişi yazılıydı. Sinirle buruşturup attım. Yere çöküp diğer kağıtlarında ön yüzünü çeviridim.

Hayır işimie yarayacak tek bir bigli bile yoktu burada. Hepsi peperonni ekibiyle ilgili saçma yazılardı. Herneyse, sakinim. Sırayla halledilmeli her şey. Önce kendime gelmem lazım.

Yemek yemem, banyo yapmam, belki biraz uyumam. Ayağa kalkıp mutfağa ilerledim. Bahçeye açılan arka kapı kapalıydı. Bir iki adımla kapının önünde duraksadım. Boğazım düğümlenmişti. Dizlerimin bağı çözülmüş yere oturmuştum.

Benimle canlı olarak geçirdiği son anları tam burada yaşamıştık. Bunları hissetmek zorunda mıydım ben? Harvey ölmek zorunda mıydı?

Tıpkı seneler öncesinde ki gibi. Aynı anda yetim ve öksüz kaldığım o geceyi yaşamıştım tekrar.

Bir insan hayatı boyunca kaç defa yetim kalabilirdi?

Harvey benim hem kocam, hem annem hem en yakın dostum hem sırdaşımdı.

Beş parasız olduğum bunca zaman, henüz kendisi de o kadar zengin değil iken beraber aynı tostu yediğimizi bile hatırlıyordum. Yine ağlıyordum. Yine ve yine. Dökülecek göz yaşım kalmayana kadar da sürecekti bu. Kalbimin yarası gün geçtikçe kabuk baglamak yerine, daha taze kalıyordu.

En az bir saat kapının önünde ağlamayı sürdürdüm. Başıma bıçak saplanmış gibi ağrılar girmeye başladığında, kapıya tutunup ayaklanmaya çalıştım.

Fakat tuttuğum yer kapı kolu olduğundan, kapı birden açıldı ve ben dışarıya devrildim. Çığlık atıp gözlerimi sıkıca kapadım. Hayır, görmek istemiyordum burayı. Ellerimle çimlere dokunup kendimi doğrultmaya çalıştım. Hem ağlıyor hem görmüyor iken dengemi bir türlü bulamadım.

Vazgeçip kabullendim. Ne eski zamanlar geri dönecekti ne de ben artık eskisi gibi mutlu olacaktım. Gözlerimi kapasam bile Harvey işte burada can vermişti.

Gerçekler beni tokatlarken, ben yanağım hiç kızarmamış gibi davranamazdım.

Esen sıcak yel, beni duymuş gibi yanağımı okşarcasına hissetirmişti kendini. Gözlerim hala kapalıyken başımı gökyüzüne çevirdim.

Hissettiğim sıcaklık sanki ben sustukça serin ve hırıltılı bir şeye dönüşmeye başlamıştı.

Serin ve hırıltılı hava neden tam ensemin arkasından geliyordu? Başımı kopacak kadar çabuk bir hareketle arkama çevirip gözlerimi açtım.

Boşluk.

Yeter, beni kimse takip etmiyordu. Böyle hissetmeye devam edersem tek başıma bir gece bile geçiremezdim korkudan.

Ayağa kalkıp silkelendim. Ve gözlerim direkt yere kaydı. İnanmıyorum. Yerler temizdi. Yere çöküp başımı iyice yaklaştırdım otlara. Kan lekesinden eser kalmamıştı.

Bu iyiliği benim için her kim yaptıysa, umarım bir an önce aydınlık tarafa geçer.

Tekrar ayaklandım. Bu sefer gerçekten mutfaga geçip kapımı kilitlemiştim. İlk işim koşarak dolabı açmak oldu. Neyse ki hala çalışıyordu.

İçinden yiyebileceğim ne varsa kucaklayıp masaya koydum. Ve ellerimi yıkamadan hemen paket paket ağzıma sokuşturmaya başladım. Adeta yamyam gibiydim. Son bir haftada eminim ki 5 kilo vermişimdir.

Etrafa dökülen kırıntıları ağzıma bulaşan sosları umursamadan yemeğimi karnım doyana kadar hunharca yedim.

Doyduğuma emin olduktan sonra ortalığı olduğu gibi bırakıp üst kata yol aldım. Alışkanlık olarak yatak odama yönelmiştim fakat elim kapıya gittiğinde, gerçekten hazır olmadığımı biliyordum.

Girseydim soluksuz ağlayacağım bir an beni bekliyordu. O yüzden şimdilik bunu erteleyip misafir yatak odasına gittim. Orada ki misafir bornozunu alıp, üstümü olduğum yerde soydum. Bornozu üstüme geçirip banyonun yolunu tuttum. Ve geçer geçmez ise kendimi hemen küvete attım.

Her şeyden sanki aylarca mahrum kalmış gibiydim. Sıcak ve soğuk suyu aynı anda sonuna kadar açıp küvetin ılık suyla hemen dolmasını sağladım.

Ağzına kadar dolduğunda, suyun üstünde sadece çenemin üstü kalmıştı. Bana nankörlük edilmişti. Olduğum yerde, her şeyden bi haber olan ben, kimseye zararım dokunmayan ben bir anda herkesin hedefi haline getirilmiştim.

Yorulmuştum. Şimdiden, çok yorulmuştum. Nefesimi tuttum ve kendimi suyun altına gömdüm. Su beni, kendine çekiyordu. Dört bir yanımı işgal ederken ben, suyun içime de girmesini istedim.

Ağzımdan vücuduma dolsun, ardından ciğerlerime ve sonra hepsi tek tek patlasın. Su ile bir bütün olayım.

Düşüncelerimin boğuculu ile gözlerimi açtım. Etraf aydınlanınca Su, şeffaf ve masum haline döndü.

İçime çektiğim nefesin süresi bitmek üzereydi. Gözlerimi suyun altından tavana dikmişken, gözlerimin önümde beliren siyah, insan siluetinde ki karaltı ile çığlık atmaya ve çırpınmaya başladım. Ağzımdan baloncuklar çıkıp yukarıda patlıyordu.

Ama o karaltı ise gittikçe netleşiyordu. Yüzü bulanık görünen adam, elini suyun altına yavaşça uzatınca, elimi birden çıplak belimde aranırken buldum.

Ama silahım yanımda değildi. O karaltının eli bana iyice yaklaştığında, nefesimin kesildiğini anlayıp kendimi kalan tüm gücümle küvetten dışarı çıkarttım.

Boşluk.

Kimse yoktu. Ben aklımı yitiriyordum.

Küvetin içine dalmadan başım etrafı kolaçan ederek sağ kolumla gider tıpasını bulup kaldırdim. Su giderek azalmaktaydı.

Onun yerine duş başlığını açtım ve derimi kopartana kadar keselenerek yıkandım.

İşim bitince, misafir odasında ki yedek kıyafetlerimden siyah bol paça kot pantolonu ve siyah fitilli desenli üzerime yapışan kalın askılı, bir çeşit atlet mi yoksa kısakol mu anlamadığım o parçayı giydim.

Saçlarımı havluyla kurulayıp açık bıraktım. Koluma da siyah bir toka geçirdikten sonra etrafın eskisi gibi temiz olmadığını ve cam kırıklarıyla dolu olduğunu hatırlayıp siyah spor ayakkabımı giydim.

Yemek yemiştim, temizlenmiştim, psikolojimi bozmuştum, ağlamıştım, evet her şeyi yaptığıma göre geriye sadece hiç uyanmayı istemediğim şu uykuya dalmak vardı.

Kendimi olduğu gibi, misafir odasında ki tek kişilik yatağa bıraktım ve göz kapaklarım anında kapanıp beni kontrolsüz bıraktı.

-Harvey?

-Efendim sevgilim?

-Elinde ki ne?

-Bir silah sevgilim.

-Ne-neden kalbine doğrultmuşsun?

-Ahahah, başka nereye tutmalıydım?

-Harvey? O silahı ateşleyecek misin?

-Evet sevgilim. Tam kalbime, sonra öleceğim.

-Ama sen zaten öldün.

-Tekrar öleceğim. Sonra tekrar ve yine tekrar.

-Ahh, hayır. Harvey hayır!

-Ölmek zorundayım Karmen.

-Neden? Neden sevgilim.

-Çünkü ben bunu hak ediyorum.

-Seni istiyorum Harvey. Sana ihtiyacım var.

-Arkanda biri var Karmen dikkat et.

-Arkamda mı?

-Tam arkanda duruyor. Sana doğru bakıyor.

-Kim?

-Dikkat et Karmen. Arkanda, arkanda bekliyor.

-Kim? Harvey! Arkamda ki kim?

-Kaç Karmen, ondan kaç. Sana doğru yaklaşıyor.

-Kim Harvey? Cevap ver.

TAK.

-HAYIR! HAYIR! HAYIR!!!

"Hayır, hayır, hayır" diye art arda çığlıklarımla kan ter içinde doğruldum. Ellerimle elimi yüzümü yokladım. Odam karanlıktı. Körü körüne ayağa kalkıp titreyerek ışığı bulmaya çalışıyordum.

Arkamda biri nefes alıyordu. Hayır, çok yakınımdaydı. Ellerinin havaya kalkıp bana doğrultulduğunu hissediyordum.

Işık neredeydi?

-Hayır, yaklaşma!

Diyereke iki elimle de duvara vurmaya başladım. Sağ yumruğum bir çıkıntıya denk geldiğinde oda çok kuvvetli bir ışıkla aydınlandı.

Arkamı döndüğümde boşlukla karşılaştım. Buna sevinmeli miydim yoksa üzülmeli miydim?

Hala nefes nefeseydim, ve gördüğüm kabus zihnimde dolanıp duruyordu. Odaya göz gezdirip komodin üstünde ki silahımı alıp belime koydum. Ve aşağı inene kadar bulduğum bütün lambaları yaktım.

Salona indiğimde, soğuk hava tüylerimi ürpertmişti. Kırık salon camım evi daha güvensiz hissettiriyordu. Mutfağa gidip ışıkları yaktım. Şimdi evin her yeri aydınlıktaydı.

Dolabı açıp su şişesini kafama dikledim. Sonra kapağını kapamadan yere bırakıp salona doğru gittim.

Ters dönmüş koltuklardan birine asılıp düz haline geri getirdim. Ve üstüne oturup etrafı izlemeye başladım. Telefonum yoktu. Ezberimde numara yoktu. Kimsenin adını veya soy adını bilmiyordum.

Nasıl ilerleyecektim? Onlara nasıl ulaşacaktım?

Başımı elime yaslayıp düşünmeye başladım.

Ama korkmamalıydım değil mi?

Her şey sadece bir hayal. Beni takip eden kimse yok. Hayır, ben tehlikede değilim.

Şuan arkamdan gelen nefes sesleri sadece kabus. Zihnimim bana oyunu.

Hayır bahçemde birileri dolanmıyor. Duyduğum ayak sesleri birazdan kaybolacak.

Kendi kendimi sakinleştirmeye çalışsamda bahsettiğim sesleri duyduğumdan çok net emindim.

Ama artık buna katlanamayacaktım. Ayağa kalkıp ışıkları kapadım. Ve silahımı çıkarttıp iki kurşundan birini sıktım.

Havaya.

Anında kapım sert bir şekilde açılıp kendini geriye vurdu. Ben de tam o sırada ışıkları açıp içinde tek bir tane kurşun bulunduran silahımı gelen kişiye doğrulttum.

Yabancı siluet bana önünü döndüğünde ise gördüğüm kişi...

3. BÖLÜM SONU

Abi ben de anlamadım bu bölüm niye korku filminden bir kesitmiş gibi oldu?

 

Bölüm nasıldı???

 

Karmen'in giderek dönüştüğü kişiliği tehlike arz ediyor mu?

 

Buraya kadar gelen herkese binlerce kez teşekkür ediyorum.

 

Sonra ki bölümde görüşmek üzere♡

 

Instagram @kankaderoffical2

 

 

Loading...
0%