@shorosharpen
|
Que nadie me la vele O haré que todos vuelen Eso ya tiene dueño No hagan que yo me revele
Yo Voy -Daddy Yankee
Bak, bu son perde Oyun yok bundan sonra Işık yok, hiçbir şey yok Yok, yok, yok
Bir Derdim Var - Mor ve ötesi
You've got the devil in your eyes You went and took me by surprise Say what you wanna say I won't go back If you wanna hit the road then let's go then
Devil eyes - hippie sabotage
❤️⛓️🖤
3 gün sonra ne olacağını bilsem yine aynı azimle koşar mıydım bu yolları? Oynar mıydım bu oyunu? Yandaşları etrafıma toplar mıydım? Ölüm sadece bedenin ağır bir ceset torbası gibi yere düşmesiyle olmuyormuş. Bazen Ruh, bedenden çok daha hevesli oluyormuş çıkıp gitmeye. Yine de ayakta kalmanın hala insana ümit verdiğini düşünürdüm. Boş bedenim bende olduğu sürece içine istediğim duygulardan ilave edip, ihtiyacım olduğunda kullanabilirim sanıyorum. Gerçek hislerimi kendimden söküp atmaya bu kadar mı meraklıydım? İnsanlık bana çok mu fazla gelmişti? Ya da ben hep kendimi mi suçlardım? Geniş pencereden baktığımda bunca insan arasında Ceyhun'un dediği gibi belki de en masumu, en suçsuz günahsızı bendim. Bana karşı hassas bir bağlılık içinde olan adamın bir anlık duygusal konuşmalarından yaptığım çıkar ile avutuyordum kendimi. Üç gün sonra yine çıkacaktım Ceyhun'un karşısına. Ve soracaktım. "Ceyhun, koca ve sert bedeninde kendine yer edinmiş ufak ve yumuşak kalbin benim hala masum ve temiz bir insan olduğumu söylüyor mu?" Bunun cevabını erkenden öğrenmeye hevesli değildim. Hayatlarımız hakkında duygusal konuşmalar yapmak için henüz erkendi. Şimdi vahşetin çağrısı yapılıyordu. Duymamak elde değil, duyup da katılmamak işten değil. Her geçen gün oynanan kirli oyunlar, neşeli yüzlerimizi olağandışı bir savaşçıya dönüştürüyordu. Kanlar akıyordu. İçinde yüzüyorduk. Nefes almak için başımızı kaldırdığımızda üstümüze cansız bedenlerin parçalanmış uzuvları dökülüyordu. Yamyamlar. ⛓️⛓️⛓️ Güldüm. -Neye gülüyorsun patron. Bize de söyle, biz de gülelim. Kendi kafamda yaptığım amaç çıkar ilişki değerlerinden biri beni güldürmüştü. Maytap sulu karpuzdan dolayı ıslak ellerini Skar'ın üzerine silme tehditleri arasında beni görmüş ve hayat dolu bir istekle güldüğüm şeyi sormuştu. Sakince bana bakan gözlere tebessüm ederek, -Yamyamlar, dedim. Herkesin üzerine garip bir ruh hali düşmesi çabucak oldu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Skar ve Maytap'ın telaşlı gözleri aralarında gidip geldi. Aylin'in kaygılı karakteri yine bir terslik olduğundan yana ağır basıyordu. Hazar'ın ondan farkı yoktu. Aralarında yamyam benzetmesinden eksik tuttuğum Ceyhun'un kendini suçlar gibi bir düşünceye daldı. Aralarında yamyam benzetmesini önce onu ve kendimi düşünerek yaptığım Emir ise umursamaz ve düz bakışlarla bunu demem için haklı sebeplerim yokmuş gibi üzerine alınmayı reddediyordu. Yamyamlar. Açlığını insan etinden, susuzluğunu insan kanından gideren insan dışı topluluk. Bu sessizliği yeniden derlemek ve sanki kafamdan geçen gerçek imadan başka bir şey demek istiyormuşum gibi kahkaha attım. -Niye öyle sustunuz kaldınız be? Yamyam gibi karpuz yemişsiniz. Şu üstünüze başınıza bir bakın. Hele ki Maytap, bir kendine bir kazağına bir kendine bir pantolonuna yedirmiş cömert adam. Yamyam kelimesine bakış açısını değiştirip gülen ilk insan Maytap olmuş ve benim sahte gülüşlerime gerçekleriyle eşlik etmişti. Hemen ardından diğer tüm herkes üstüne başına bakıp bize katıldı. -Lan sende getirdin karpuzu, koydun ortamıza. Ye babam ye. İnsan bunu dilimler, tabaklara koyar, çatallarla nazikçe yer değil mi? Sahte gülüşlerim Ceyhun'un isyanı üzerine gerçekten içten gelen kahkahalarla dönüştü. -Öyle tadı çıkmaz, diye diretti Maytap. Gecenin sonuna geliyorduk artık. Yedi kişi burada yaklaşık iki saattir oturuyor şu devasa karpuzu tek oturuşta bitirmeye yemin etmiş gibi kalkmadan yemeye devam ediyorduk. Az önce ki ufak çaplı gerginlik, gecenin en kısa ve tatsız süren olayıydı. Yoksa dışarıdan geldiğimizden beri ben dahil, Emir dahil, Skar dahil herkes gülüp sohbet ediyordu. Tabii Hiltown Restoran'dan olaylı ve ışıltı çıkışımı sormuşlar ancak ben Bitti, gitti. Önümüzde ki hamlelere bakacağız." Dememle ciddi bir şekilde bu konunun üzerini kapatmıştım. Çünkü gerçekten vahşetin arasında bir köşeye korkarak sıkışmış olan içimde ki ufak kız çocuğunu sakinleştirmem gereken bir ortama ihtiyacım vardı. Aile bildiğim insanlarla değerli sohbetler etmek gibi. Artık herkes kalkar gibiydi. -Bu gece kim nerede olacak, diye sordu Hazar. Kafamda ufak bir iş dağılımı yaptım hemen. -Ceyhun, Cansu'nun yanına gider misin? Bu gece ikimiz tutalım nöbeti. Ceyhun üstünü başını silkeleyip başını sallayarak ayağa kalktı. - Tamam, dedi tek düze. -Geriye kalan herkes isterse burada isterse kendi evinde dinlensin. Bunu üzerine Hollanda kendi abilerine baktı. -Maytap, Skar bu gece eve gidelim mi isterseniz? Skar başını olumlu yönde salladı. -Siz isterseniz dışarda bekleyin ben şurayı toplayıp gelirim, demesi üzerine hemen itiraz ettim. -Hollanda yapmana gerek yok ben hallederim. Desem bile Aylin çoktan toplamaya girmişti bile. -Beş dakikamı almaz zaten, dedi sesinde hiçbir zaman tatlılık veya sevecenlik yoktu. Söylediği cümle dünyanın en sevgi dolu kelimelerinden oluşsa bile sanki hep öfkeli ve iğneleyici çıkardı ses tonu. Maytap, Skar ve Ceyhun kendi aralarında son konuşmlarını yaparken herkese iyi geceler dedikten sonra evden çıktılar. Karşımda oturmaya devam eden Hazar'a bir kaşımı kaldırıp, -Hala neyi dememi bekliyorsun çocuk, diye sordum. Bir anda çok sakar biri olmuş gibi elini bir düz saçlarına geçiriyor bir bacağına koyuyordu. -Ben de, ben de gideyim, deyip nihayet ayağa kalktı. Yüzeysel bir incelemeyle bile böyle olmasının sebebi kesin bir şekilde okunaklı yüzünden anlaşılıyordu. Ayağa kalkıp tembel adımlarla kapıya doğru giderken bir anda durdu. Ona baktığımı biliyordu. Bu yüzden rahat değildi. Onu böyle diken üstünde tutmak bana biraz zevk vermiş ve sırıtmıştım. Yine de yönünü birden değiştirip mutfağa doğru korkak adımlar atması takdire şayandı. Aylin mutfağı sırtı bize dönük bir şekilde hızla temizlerken Hazar döneceği tarafta put gibi dikildi. Elinde ki bıçağı yerine koymak için sağa dönen Aylin kendisinden uzun ve ve geniş bedene çarptı birden. Anında kaşları çatılmıştı. Yaydığı ürkünç enerjinin soğukluğu bana bile ulaşıyordu. -Çekil önümden, dedi sertçe. Sessiz konuşmaya çalışsalar bile evin sessizliğinden ben onları duyabiliyordum. -Biraz konuşalım mı önce, diye korkarak sordu. Zamanında bana hesap sorarken bu kadar korkak değildin Hazar efendi. Sana Aylin gibi biri lazımmış, çek şimdi cezanı. -Karmen, diye adımı söyledi Emir. Anında işaret parmağımı ona götürdüm. -Sus, zevkimi bölme. Dinlemek istiyorum. -Bizim konuşacak bir şeyimiz yok, minicik tipiyle iyi ayar bindiriyordu Hazar'a. Ama Hazar yenik düşmek için henüz erken kafasıyla, elinde bıçakla duran şu ufak sinir küpünün sınırlarını zorlamaya devam ediyordu. -Aylin eğer beni biraz durup dinlersen sana pişman olduğumu açıklayabilirim. Aylin elinde ki bıçağı tehditkâr bir şekilde Hazar'ın karnına doğru götürüp ucunu değdirdi. -Bana bir daha adımla seslenirsen seni bıçaklarım. Hazar derin bir nefes verip başını tavana kaldırdı. Aylin ise yanından geçip bıçağı da yerine koydu. Onun için artık gitme zamanıydı. -Seni öyle görünce birden eskileri hatırladım. İçime hem öfke hem hayal kırıklığı doldu. Ne yapacağımı bilemedim. Anladın mı? Umursadığım bir insan- Daha Hazar lafını bitirmeden Aylin ona doğru dönüp dibine kadar yaklaştı. -Bak Hazar, sen henüz benim hayatımı umursayıp bana bu yüzden karışabilecek kadar söz sahibi olan biri değilsin. İki bakışma iki gülüşme sonrası gelip suratıma bağırabilecek biri hiç değilsin. Hâlbuki ben Hollanda'nın birisi karşısında heyecanlandığını ya da gülümsediğini ilk defa görmüştüm. Fakat demek ki bir bağırma ve tek bir kavgayla ona karşı ilgisini anında silip atacak kadar gururlu bir kızdı. Hazar'ın kara gözleri canlılığını yitiyordu. Karşısında ki kız ona merhamet göstermeden kuruyordu cümlelerini. -Bak Hazar, benimle yandaşlık ya da bu oyun hakkında konuşabilirsin. Fakat fazlası olmasın. Hazar daha fazla konuşmadı, Aylin'de dinlemek için durmadı. İkisi birbirleri ardından hızla kapıdan çıkıp gittiler. Başımı yüzümde dudaklarımın yukarıya ufak kıvrılmasıyla önüne çevirdim. Karşımda duran Emir bana bön bön bakıyordu. -Herkese tek tek evine gidebileceğini mi söylemem gerekiyor? Tek kaşını havaya dikip "sence?" Diye sorar gibi imada bulundu. Ne için hala karşımda oturduğunu bilsem bile onu alıkoymak için hemen konuyu değiştirdim. -Hazar ve Hollanda için ne düşünüyorsun, diye dedikodu yapma isteğiyle sordum. -Beni ilgilendirmediğini, dedi dümdüz. - Hadi ama Emir fikrini söyle. Hazar'ı benden daha iyi tanıyorsun. Emir bu konu hakkında gereksiz bir konuşma yapmadan onu bırakmayacağımı anlamış ve ciddiyetle fikrini söylemişti. -Onun bu hallerine ilk kez şahit oluyorum. -Hangi hallerine? Sıkıntılı bir nefes verdi. Hazar hakkında yorumlarda bulunmak yerine gidip Erdem'le uğraşmayı bile buna tercih ederdi. -Hazar böyle bir adam değil. Ana merkezde genellikle başını işinden kaldırmaz. Biliyorsun Harvey'i örnek alıyordu. Onun gibi genç yaşta bir çok başarıya imza atmak istiyordu. -Bunun bir kıza olan tavrıyla ne ilgisi var? -Şu ilgisi var, Hazar normalde çok emrivaki, gıcık ve işkolik birisi. Peperonni' de kendisiyle konuşmak isteyen kızlara bağırdığı ve yanından kovduğu hakkında şikayetler almıştık hatta. Yani ilgisi hiç bir zaman bir aşk ilişkisi ya da kızlar üzerine olmadı. Sadece iş. Ayrıca bir başka kız ona bu lafları etse çoktan kavga etmesini beklerdim. -Götü boklu Hazar'a bak sen ya, dedim saçlarımı omuzlarımdan arkaya atarken. -Öyle işte, oldu mu? Aldın mı cevabını? -Yok, almadım daha. Söylesene Peperonni'de sana yürüyen kızlara sen nasıl tepki veriyordun? Kahverengi hafif yorgun gözlerini kısıp üzerimde gezdirdi. Saçlarının birbirine karışıklığı yüzüne ayrı bir çekicilik katarken, uykusuzluğu da onda hayranlık uyandırıyordu. -Kimsenin bana yürüdüğü yoktu, dedi sert ve soğuk bir sesle. Omuz silktim. -Yalancı olma. Onun duygu değişimleri benim kadar esnek değildi. -Karmen, Peperonni'de bana yürüyecek kadar kendine güvenen tek bir kadın oldu. Onunla da sevgili oldum. Devamı da yok. -Didem Deren'den bahsediyorsun, dedim sebepsizce titreyen sesimle. Ölü sevgilisinin ismini duyan Emir, kendini dizginleme niyetiyle gözlerini kapatıp bir kaç nefes alıp bıraktı. Bu konu hakkında konuşmaktan her zaman kaçardı. Ama ben merak ediyordum. Emir gibi sert ve kendini herkese kapatmış olan bir adam nasıl olurda aşık olmuştu? O kızı bana anlatmasını istiyordum. Nasıl biri olduğunu, en çok hangi huyunu sevdiğini, ve eğer yaşasaydı onunla ne kadar ileri gideceklerini de. Ama bu konunun ikimiz arasında hiç bir zaman sohbet sebebi olmayacağını ciddi şekilde kafama kazımıştım. Öyleyse konuyu da hemen değiştiriverdim. -Peki Harvey, diye sordum tedbirli bir şekilde. Emir önceki konuyu hiç adı geçmemiş gibi arkada bırakıp huysuz yüzüne piç bir gülümseme taktı. -Ooo, ona yürümeyen bir Varis Gani kalmıştı, demesiyle suratımın düşmesi ani oldu. -Ne? -Ne bekliyordun ki Karmen? Yakışıklı, başarılı, zengin, zeki, Ronni ekip lideri üstelik herkes tarafından bekar biliniyor. Berbat bir kıskançlık krizine girmek üzereydim. Bunu fark eden Emir üzerime oynamayı uzatmadan, -Ama Harvey birine bile dönüp bakmazdı tabii, diye dediğinin üstünü örtmeye çalıştı. Parmaklarımı tek tek çıtlatıp kaşlarımı çattım. -Ama o orospu Elvin Gani, benim kocama aşıkmış bunca sene. -Bak Karmen her ne kadar birilerinin aşk hayatı üzerine konuşmak istemesem bile Harvey'in ilgi alanına asla Elvin girmedi ya da bir başkası. İkimizde onun sana ne kadar düşkün olduğunu biliyoruz değil mi? Başımı zoraki bir şekilde salladım. Artık bu konuların üzerine diyecek bir şey kalmamıştı. Onun sevgilisi de benim sevgilim de ölüp gitmişti. Bizim aşklarımızda onlarla beraber toprağın altına girmişti. Geride ikimiz kalmıştık. İki muhtaç insan. İki sahipsiz insan. Emir karşımdan o konuları konuşmadan kalkıp gidecek gibi değildi - Şu kızdan biraz taktik alsam iyi olur, diye bir laf geveledim ağzımda. -Kimden? -Hollanda'dan işte. Seni bıçaklarım felan gibi. -Kim için alacaksın? -Bilmiyorum. -dedim onu tepeden tırnağa süzerek- Kim için acaba? Karşımda kendi üzerine alınmamak için can çekişen Emir'i bırakıp zarif bir şekilde ayağa kalkıp ellerimi yıkamak için mutfağa doğru gittim. Başından beri sakin kalmaya çalışıyordum. Sudan bir avuç yüzüme çarptım. Emir'in suçlu bakan gözlerine denk geldikçe beni İgima'ya benzetişi aklıma düşüyor ve kafama doğru öfkeli bir yılan zehrini akıtmak için harekete geçiyordu. Mutfaktan geri geldiğimde Emir hala gazetenin üzerinde oturmuş başıda benim oturduğum yerde ki İgima'nın resmine doğru kaymıştı. Kirlenmiş gazeteye doğru eğilip, özellikle İgima'nın olduğu yerden başlayarak buruşturup top haline getidim. Emir ise umursamadan çıplak parke zeminde oturmaya devam ediyordu. Tek fark sırtını arkasında ki koltuğa yaslamış olmasıydı. Ben de karşısında ki koltuğa geçip oturdum. Zaten baştan beri oturmamız boyunca gözleri kaçamak bakışlar atarak bana bakıyordu. Yüzü ise nadiren gülüyordu. Oma rağmen ben gülüyor ve sohbeti bir sorun yokmuş gibi sürdürmeye devam ediyordum. Emir hala saatler öncesindeki olayda kalmıştı. Belkide yaptığı benzetmeden sonra kendini kaybeden kişinin ben değil kendisi olduğuna inanmıştı. Bana bir süre baktı. Ben de ona. Gergin hissediyordum, tehlikedeymiş gibi, sanki her an kendimi kaybedip Peperonni' de Hazar'ın odasında ettiğimiz bir kavga ve yol ayrımına benzer bir şey yaşayacak gibi. Sol elim istemsizce rahatlamak adına boynumdan hiç çıkartmadığım kolyeme doğru gidip onu okşamaya başladı. -Özür dilerim, dedi birden. -Tamam, çıkmıştı ağzımdan. -Özür dilerim Karmen. Bir kez daha... Titrek ve lekeli özürler... -Tamam dedik ya Emir! -Ama özrümu kabul etmiyorsun. Çaresizce mırıltı döküldü dudaklarından. -Beni kocamın katiline benzetirken aklından ne geçiyordu Emir? Sertçe yutkundum. Sakin ol Karmen, sakin ol. Bu muharebe içinde, birbirimize ihtiyaç duyduğumuz anda bir ayrılığı daha kaldıramayız ikimizde. -Kafam karışmıştı. Seni olduğundan başka biri olarak gördüğümde ya da öyle olduğunu sandığımda ne dediğimi bilmedim. -Anladım. Açıklama istemiyorum. Özrünü de kabul ediyorum. -Ama samimi değilsin. İçten söylemiyorsun bunları. -Elimden ancak bu kadar geliyor Emir. Bağışla. Sol elim kolyemden uzaklaşmamıştı bir türlü. Bu kadar çok mu ihtiyaç duyuyordum ona? -Pişman oldum Karmen, hemde söyledikten dakiklar sonra. Gerçekten, gerçekten o imayı yapmadan saniyeler öncesine geri dönmek isterdim. -Ama dönemezsin Emir. Ayrıca olduğumdan başka biri mi? Nasıl mesela? Üzerime oturmayan huyum neydi? Emir dudaklarını birbirine bastırdı. -Öncesinde görmeye aşina olduğum masum gözlerinde... -Evet Emir? Devam etmiyordu. -Söyle Emir. Söyle, diye bastırdım. -Kana susamışlık geziniyordu. -dedi tek hamlede- Tıpkı yamyamlar gibi, diye devam ettirdi. -Yamyamlar gibi, diye tekrarladım onu. Alçakça bir benzetme daha... Kasvetli bir ses tonuyla bana sertçe emretti karşımda oturup bir ayrılık ihtimalinden son derece korkan adam. -Gözlerime bak Karmen! Bakışlarım itaatkâr bir şekilde onun gözlerini buldu. -Bana karşı ne hissediyorsun, diye sordu. -Nefret değil, dedim onun içini rahatlatmak amacıyla. -Peki sence ben sana karşı ne hissediyorum? -Nefret değil, diye tekrarladım bu sefer kendimi rahatlatmak için. Başını salladı. Gözlerine bakmaya devam ediyordum. -Senden nefret etmiyorum Karmen, senden korkmuyorum, senden iğrenmiyorum. Gözlerin kana susamış derken ya da Yamyam gibi derken de. Bu bakışların beni hayal kırıklığına uğratmıyor. Başka birine dönüştüğünü iddia etmiyorum. Sadece korkuyorum. Masumluğunu kaybedersin diye, ruhunu bizler gibi karanlığa satarsın diye. Çünkü bir zamanlar benim gözlerimde senin ki kadar temizdi. İradem kuvvetli sanardım. Asla onlardan biri olmayacağımı. -Fakat oldun, diye devam ettirdim onu. -Oldum. Çünkü karanlık dünyada herkes karanlıktır. Artık iki elimle sarılmıştım kolyeme. -Beni hiç tetikçilik yaparken gördün mü? Başımı iki yana salladım. - Asla görmemeni umuyorum o zaman. Ve ayrıca bunu asla o piçi yüceltmek için söylemiyorum ama kimse İgima Dizable gibi olamaz. Kimse o kadar kötü, vahşi, şeytan, yırtıcı bir hayvan olamaz Karmen. Senden çok daha fazla adam öldürdüm ve emin ol ben İgima'nın seviyesine bir katman daha fazla bile yaklaşmadım. İgima'nın karanlığı konusunda Emir'i desteklemek ve hak vermek yerine başımı onu anlamışım gibi salladım. Çünkü bu cümleler benim onu öldürmeye dair olan yeminimi basite indirgiyordu. Ulaşılmaz bir adam olduğunu reddediyordum. Çünkü ben ona ulaşacak, yeminli kurşunumu kafasının ön tarafından geçirip arkasından çıkartacak ve beynini akıtacaktım. -Ya bu sözlerini gerçekten ciddiye almış olsaydım? Kendime başka gözle bakmama sebep olurdu. Aynalara bakmaktan korkan ben görecek olduğum kadından artık iyice kaçar olurdum. -Özür dilerim, özür dilerim Karmen. Ama istersen bana neden aynalara bakmaktan korktuğunu anlatabilirsin. Kazara Emir'in ağzından kaçmış bir istek gibiydi bu. -Güzel teklif. Fakat biliyoruz, ihtiyacım olduğunda derdimi anlattığım kişi sen değilsin. -Bu omuzlarım üzerinde sadece yük taşıyor Karmen. Bazen bana yaslanıp başını omzuma bırakıp ikimizi de dinlendirmeni isterdim. -Ne diyebilirim ki? Benim derdim senin omzuna sığamayacak kadar büyük. Acı bir gülüş attı. -Ceyhun mu... Başımı hemen iki yana salladım. - Hayır Ceyhun'da değil.Bu enkaz altında yalnız başıma eziliyorum. Bir zamanlar Harvey'in derdimi taşıdığına inanırdım. Fakat o zamanda bende dert gezmiyormuş bile. Taşıdığı yük bir ceviz kabuğu bile doldurmazmış. Emir'in yorgun ve kırgın tavrını gördüğümde hafifçe gülerek, -Ayrıca üzülme Emir, bir nevi ödeştik sayılır. -dedim- Erdem'in sana yaptıklarına bana anlatışına karşılık senin benzetmen. Bana azarlar gibi baktı. - Erdem Aker'in dedikleri icin kendini mi suçluyorsun? - Suçlamıyorum olanı kabul ediyorum. Çünkü onun eline düşmen benim yüzümdendi. İnkâr etmeden kendini arkasında ki koltuğa doğru bırakıp gerindi. Gerindikçe üzerinde ki siyah tişört ufak bir hal alıyordu. Tişörtün alt tarafı belinin yarısına kadar yukarıya çıkmış ve karın kaslarının yarısını açıkta bırakmıştı. Ayrıca üst kol kasları ekstra sişmişti Gerinmeyi bırakıp eliyle hafif çıkan sakallarını sıvazlayarak terkar eski haline döndü. -Ayrıca Erdem demişken, -deyip sustu- Senin yanakların niye bu kadar kızarmış, diye ciddiyetle sordu. Dilimle kuruyan dudaklarımı ıslattım. -Hasta mısın yoksa? Az önceye kadar iyiydin sanki. Başımı olumsuz salladım. -Her neyse, Erdem demişken o restoranda son beş dakika içinde neler oldu? Dansa kaldırmasının yanı sıra, silah sıkılmasından bahsediyorum Karmen. Ve sonra bir cümle duydum birinden. Benim olandan uzak duracaksın diye. Bunlar ne demek oluyor biliyor musun? Zaten geldiğinden beri üzerinde durmamak için kırk takla attın. Önümde kabarık bir bilinmemezlik dosyası vardı. Bu gece olanlarda arasına eklenmişti. Aklıma gelen bazı tahminler vardı. Ama Emir'le ya da bir başkasıyla bu konuyu deşmeyecektim. Benden verimli sonuçlar çıkarttığım bir cevap bekleyen Emir'e baktım. -Benim de sana iki sorum olacak Emir Aybeyaz. Birincisi, saçlarımı örerken bana söylemek istediğin fakat yarım kalan şey ne? Son güzel anımızın bu olmasını istemiyorum da demiştin ekleyeyim. Çenesi kasılmıştı. -Ve İkincisi. -diye devam ettim- Biz Peperonni'ye gittiğimizde Dedektif Seller'a kağıtta ne yazıp verdin? İşte şimdi cevap vermekte bir hayli sessizliğini uzunca korumuştu Emir. Uzatmadım, cevap vermesi için ısrar etmedim. - Öyleyse Emir Aybeyaz, bu iki soruya verecek cevabın olduğunda Hiltown Restoran'da geçenleri tekrar konuşalım olur mu? Ayağa kalktığında ben de onunla beraber kalktım. Gitmek için benimle vedalaşmayı bekliyordu. Yanına iki üç adımda yetişip yere doğru eğilmiş olan başını çenesinden kavrayıp kendime doğru çevirdim. Zar zor yutkunmuştu. Elimi hiç çekmeden yanak kısmını avcumla kavrayıp sakallarının üstünü hafifçe okşadım. -Sana sadece biraz kırgınım Emir ama bu küs olduğum anlamına gelmiyor. Kırgınlıkta sabaha kalmadan gider. Gittikçe ısınan yanağından elimi çektiğimde hiç beklemeden hızlı adımlarla kapıya doğru giderken, -Kendini kaybetme olur mu, diye seslendim arkasından. Ama Emir olumlu veya olumsuz hiç bir cevap vermeden evden çıkıp gitmişti. ⛓️⛓️⛓️ -Selam. -Selam. -Nasılsın? Zoraki bir tebessümle, önüne düşen perçemlerini arkaya attı. -İyimserim. Olanlara pozitif yönlerinden bakıyorum. Mesela bir haftalık tatildeymişim gibi. Tabii sandalyeye oturmaktan popomun düzleşmesini hesaba katmazsam. Ya da yirmi dört saat bu dört duvar arasında hapsedilmekten boğulduğumu es geçersem. Gür bir sesle iç geçirdi. Söylediklerini yüzüme vurmak veya öfkesini dışa çıkartmak için söylememişti. Hatta yüzü sevimli bakıyor, sesi ise gerçekten çaresiz çıkıyordu. Bana olan sinirleri yatışmıştı. Hatta burada ki herkese alışmış gibi dost canlısı duruyordu. Benim manevi acılar içinde kalan sessizliğimden huzursuzlandı. Bu duvarlar arasında kalacaksa en azından etrafında ki insanlar da kendisi gibi güler yüzlü olmalıydı. -2 gündür gelmiyorsun. Yoksa garajında bir rehine olduğunu unuttun mu, sesine alınmış gibi bir tonlama yapmıştı. -Ne mümkün? Ömrü kısa süren bir gülüşümün ardından yüzüme yine eski haline döndü. -Özür dilerim. Haklısın, o kadar dolu geçiyor ki her bir saniyem yerimde duracak vaktim bile olmuyor. Ama bu gece buradayım. Ufak gözlerini üzerimde gezdirdi. -Yüzün solmuş. Ve gözlerin yorgun. Ama uykusuzluktan değil. -Biraz daha incelersen ruhsal sorunlarıma kadar inecek gibisin, dediğimde garajın öteki tarafında sırtı bize dönük olarak yere çömelmiş olan Ceyhun'un gülmesini duydum. Bu tozlu duvarlarda gülüş yankılandığında Cansu her birine muhtaç gibi kolları arasına almak istedi. -Ben sekreterim. Tüm işim insanlar ve onların çözemediği bana göre ufak onlara göre dev problemlerle ilgili. Ceyhun ayağa kalkıp bize doğru yürümeye başladı. Yetiştiğinde ise hiç hesapta yokken yanağımdan bir makas alıp Cansu'ya döndü. - Aman diyim kendini fazla övmeye kalkma. Sonra bir bakarsın kapına dayanmış sana, gel benim sekretim ol diye iş teklifi yapıyor. Reddetme şansın da yok ha. Bil diye söylüyorum yani. İkisi gülmeye başladığı da gözlerimi devirdim. -Ha- ha- ha! Çok komik Ceyhun. Çok meraklı isen istifa etmeye, bak kapı orada. Bir bana bir garajın çıkışına baktıktan sonra bir kez daha güldü. - Yok yavrum yok. Sen beni kovmadığın sürece beni bu işten kimse ayıramaz. Omuz silktim. Ama içten içe verdiği güven beni rahatlatıyordu. Biz konuşurken Cansu tuvaletin olduğu yere gitmişti. Boş sandalyesine baktığımda hep kafamda olup ertelediğim şey aklıma geldi. -Ceyhun bak sana ne diyeceğim. Şu benim spor odasının yanında bir kapı var. Kullanmadığım eşyaları koyduğum bir yer. Oraya geçip tek kişilik koltuğu getirir misin? -Altın kafes misali ha, dedi ne yapmak istediğimi anladığında. -Getir hadi, diye tekrarladım yorum yapmadan. Ceyhun garajdan çıkmıştı. Ben ki seneler boyu altın kafeste kalmış biriydim. Cansu'yu en iyi ben anlamama rağmen ona istemeden aynısı yaşatmaya sıkı bir şekilde devam ediyordum. Az sonra Ceyhun elinde kocaman koltukla içeriye girdi. Yardım etmeye gitsem de, ihtiyaç duymadan taşıdı ve az önceki sandalyenin yerine koydu. Şimdi daha fazla mı rahat edecekti yani? İyileşmeyen vicdanım için bulduğum ucuz tedaviler ancak dışarıya sunduğumuz benliklerimizi kandırırdı. Cansu oradan çıkıp yerine tekrar gelirken kahverengi, kauçuk koltuğu görünce gözleri irice büyüdü. -Vay vay vay! Koltuk mu? Karmen, bu jestini neye borçluyum? -Sen benim v.i.p rehinemsin, diyerek biraz olsa onun pozitifliğine yatkınlık göstermeye çalıştım. Koltuğa yetiştiğinde dudakları yırtılacak kadar iki yana açıldı. Daha günler öncesinde kendi yatağında rahatça yatan bir insanın şimdi bir koltuk için bu kadar mutlu olması beni çok zorluyordu. Onu bu hale ben getirmiştim. Ama o bana bile kibar davranacak kadar alçak gönüllüydü. Koltuğu test etmek amaçlı kendini üzerine bıraktığında vücuduna yayılan rahatlamaya şahit olmuştum. O bunun zevkini çıkartırken birden huysuzlandı. -Bir sorun mu var koltukta, diye sordum telaşla. -Evet bir sorun var. -dedi ince ama sert çıkan sesiyle- Ama koltukta değil. Niye senin suratın geldiğinden beri asık? Bana öyle acıyarak öyle suçlulukla bakıyorsun ki, kendimi zorla alıştırdığım bu durumdan uzaklaştırıyorsun. Karmen ben senin kadar sağlam duran ruh haline sahip biri değilim. Karşımda durup bana sürekli ne kadar berbat bir durumda olduğumu hatırlatırsan kendimi kaybederim. Tokat gibi çarpan bu cümlelerden hemen sonra silkelenip negatif yüz ifademi pozitif yapamıyorsam bari nötrde tutmaya çalıştım. -Özür dilerim. Ben.... -Artık şunda anlaşalım.-diyerek sözümü kesti- Bir daha benden özür felan dileme. Histerik bir ses çıktı ağzımdan. -Nasıl dilemeyim ya? Aksine sen bu kadar güler yüzlü olma. Çünkü ben sürekli bana kızman suratını asman, bağırman, küfretmen, suçlaman gerekiyor gibi hissediyorum. Anladın mı? Çünkü seni kaçırdım Cansu. Bir suçun yokken seni bir koltuğa muhtaç bıraktım. Unutulmuş bir garaja tıktım, yetmezmiş gibi eski bir tuvalete geçirtiyorum. Bunlar insanlık dışı muameleler. İğrenç olduğumu söyle bana, kötü biri olduğumu. - Peki ben öyle şeyler söyleyince elimize ne geçecek? Buradan kurtulacak mıyım? Daha mı az acı çekiyor olacağım? Hayır, aksine günlerim zehir olacak. Buraya nöbet tutmaya gelen her bir kişi saatlerin bir an önce geçmesi icin lanetler okuyacak. Fakat ben böyle olmasını istemiyorum. Çünkü alıştım. Mecburen de olsa alıştım. Ayrıca Karmen günlerim o kadar iç kararıtıcı değil. Tam depresyona gireceğim diyorum bir bakıyorum ki Maytap ve Skar geliyor nöbete. Ceyhun hafifçe gülmüştü. -Maytap ve Skar demek, dedim buruk bir tebessümle. -Evet. İkisi şimdiye kadar tanıştığım en iyi ikili olabilir. Hele Maytap o kadar komik birisi ki. Skar da başta sessiz ve ağır bir adamdı. Fakat konuştukça içinde ki masum çocuk ortaya çıkıyor. Üçümüz her nöbete kaldıklarında gülmekten çenelerimiz ağırır. Sonra birden fısıldayarak konuşmasına devam etti. -Aramızda kalsın ama ikisi de bana gerçek isimlerini söylediler. -Gerçekten mi? Skar bile mi? -Evet ve o an kendimi daha fazla güvende hissettim. Acaba buradan çıktığımda benimle hâlâ arkadaş olmak isterler mi? -Eminim ki isterler. İkisiyle gurur duyuyordum. Ben de ikinci Kehribar olmuştum resmen. O da Maytap, Hollanda, Skarı sanki evlatları gibi koruyup kolluyor, evinde barındırıyordu. Yanlış yaptıklarında azarlıyor, doğrularında gurur duyuyordu. -Karmen, diye seslendi. -Efendim? -Tüm bu yıkıcı suçlar altında kaçırdığın bir şey var Karmen. Sen bunları iyilik için yapıyorsun, başkaları ise kötülük. Tüylerim diken diken olmuştu. Benim Emir'e kızarken söylediğim cümleydi bu. Böyle düşünen sadece bendim sanıyordum. Ama benim bu vahşilikleri iyilik için yaptığımı savunan başkası da vardı. İçim öyle yoğun sevgiyle dolup taştı ki Cansu'ya sarıldım birden. O da ince kollarını etrafımda doladı. Fazla uzun sürmeden geri indirdiğinde gülerek, -Aslında madem burayı tatil gibi görüyorsun o zaman çıktığında sana gerçek bir tatil ayarlamak istiyorum. Hiç umut vadetmeyen bir ifade şekillendi suratında. -İşte o pek mümkün değil. -İyide neden? İzin konusunu dert etme ben şeyle konuşurum. -tam Hazar'ın ismini verecekken sustum.- Emir'le yani. Orada hatrının geçtiği birileri elbet vardır. -Hayır Karmen, sağ ol. Benim çalışmam lazım. Gece gündüz fark etmeksizin hemde. Ailem için yeteri kadar para kazanmamaktan korkuyorum. Annemin tedavi masraflarını karşılayamamaktan da öyle. En lüks evde otursunlar istiyorum, babamın altında en lüks araba olsun. Ellerinin sıcak sudan soğuk suya geçmesini bile istemiyorum. Çünkü ikisi de çok zorluk çekiyor. -Peperonni baş sekreterisin Cansu, paran yeterli gelmiyor mu? -Elbette geliyor, ama ben yine de ne olur ne olmaz diye onlar için bir sürü birikim yapıyorum. Onlardan bahsettiği anda ince dudakları aşağı kıvrıldı. Omuzları düştü, başı öne eğildi. Göz ucuyla Ceyhun'a dışarı çıkmasını işaret ettim. Ben de hemen arkasından gidecektim ki, -Burada daha ne kadar kalacağım, diye sordu. - Saat on ikiyi geçti mi Ceyhun? Kol saatine baktıktan hemen sonra, - Evet saat biri kırk sekiz geçiyor, dedi. -Harika, bugün dahil son üç gün kaldı. Hatta iki gün diyeyim. Çünkü üçüncü günün yarısında ben oyunu sonlandırdığımda çıkmış bile olacaksın. -Bu arada Cansu, bugün veya yarın yanına birisi daha gelecek. Haberin olsun, dedim. -Bir rehine daha mı? -Bu isteyerek kaçıracağımız bir rehine daha evet, dedim. Seyrek bir gülümseyişin ardından Ceyhun'la beraber oradan çıkıp yürümeye başladık. Hedef noktamız, konuşmasak bile aynıydı. Salıncak... Düşünceli adımlarım ağacın altına yetiştiğinde, tahta parçasına oturdum. Hemen arkamdan gelen Ceyhun, kendi isteğiyle beni yavaş yavaş sallamaya başladı. -Arabama ilk bindiğin zaman neyin vardı? Ceyhun'dan hiç bir zaman bir şeyleri saklamamıştım. - Gelmeden önce Emir'le ufak bir sürtüşme yaşadık. -Şaşırmadım. Bu sefer niye? - Sana Emir'i ispitlemek istemiyorum. -Ama ben yine Emir'e ters ters bakacağım. Tabii bu sefer sebebini bilmeden. -Emir sana karşı baya sabırlı davranıyor. Eskiden onunla aramda ki ilişkiye bu kadar karışmazdın. -Birincisi bende Emir adamına iyi sabrediyorum. İkincisi öncesinde ben daha yeniydim ve sen Emir'le yakındın diye ses etmiyordum. Yoksa biliyorsun Karmen onunla ne zaman baş başa kalsan sonrasında üzülen sen oluyorsun. O benden daha çok üzülüyor aslında diye geçirdim içimden. Fakat Ceyhun'un ilgilendiği bir gerçek değildi bu. -Beni kocamın katiline benzetti. Yani İgima Dizable'ye. Salıncağın iplerini birden bıraktığında kendimi boşlukta buldum. Etrafı kırıp döken, Emir gibi kontrolsüzce öfkelenen bir adam değildi. Ama sinirlendiğinde içinde kopan fırtına, yansıtmasa bile epey korkutucu oluyordu. -Bak sırf senin hatrına susuyorum hep. Ama bak Karmen bu adam...-deyip sert bir nefes aldı- Ben Emir'den haz etmiyorum. -Ceyhun sakin ol, sen arabana binmeden önce olan şeyi sorduğun için söyledim. Yoksa az önce konuşup hallettik bu sorunu. Beni yeniden sallamaya başladı. Bu sefer benim için değil, kendi içinde ki siniri akıtmak için. -Günün sonunda kırılan hep mazlumun kalbi oluyor. Benim canımı da en çok bu yakıyor, dedi. İçerlenmişti benim için. -Sağ ol Ceyhun. Sağ ol ve hep var ol. Beni hala mazlum olarak gördüğün için. Gözlerimi kapatmış, kasvetli arbedenin ardında kalan yamalı insanlardan biri olmaktan kaçmaya çalışıyordum. Ceyhun sanki bana yardım etmek için her seferinde beni biraz daha yükseğe sallıyordu. Biraz daha yükseğe... En yükseğe... Belki de gökyüzüne... Parıl parıl yıldızlarla gösteriş içinde olan gökyüzünde bana da yer var mı? -Parçalanmak istiyorum, diye fısıldadım sessizce tam tepeye yetiştiğimde. Fakat nereden bilecektim ki dileğimin bu kadar çabuk kabul edileceğini... ⛓️⛓️⛓️ -Bak bir daha elini tişörtümün altına sokmaya çalışırsan, ben ne yapacağımı iyi biliyorum. -İyi de elimi tişörtünün altına sokmuyorum ki. Sokuyormuş gibi yapıyorum. -Ama bunu dikkatimi dağıtmak için yapıyorsun Karmen. Buna da hile denir. -O zaman hakem niye müdahale etmiyor? -Çünkü hakem de senin tarafını tutuyor. -Hop, hakeme iftira atıyor. Hakeme sözlü taciz var. Diye itiraz etti Skar oturduğu yerden. -Tamam sakin olun, kızıştırmayın ortalığı sorun değil. Ben alttan alırım bu gergin adamı. Elinde ki Flütü Emir'e tehdit eder gibi salladı. -Skor kaç kaç Hakem? - Emir Aybeyaz 3 , Karmen Ivy As Cindy 7. Emir'in terlemiş ve kızarmış öfkeli suratına bakıp kahkaha attım. Seyirciler yani Hollanda ve Skar "Karmen" diye ismimi tekrarlayarak tezahürat yapmaya başladılar. -O yedi skorun altı tanesini elini tişörtümün altına sokmaya çalışırken yaptın. -Senin de dikkatin hemen dağılmasın Emir. Dağılmasın, yeme yumruğu. Verme bana skor. -A öyle mi diyorsun? Peki, peki bunu sen istedin Karmen. Deyip tişörtünü uçlarından tuttuğu gibi tek hamlede çıkartıp arkasına attı. Onun bu hileli hamlesinden sonra herkese bir kal gelmişti. Çünkü Emir resmen üst bedeni tamamen çıplak bir şekilde karşımda duruyordu. Sol göğsündeki derin bıçak yarası izi kendini biraz belli ederken bu ona resmen çekicilik katmıştı. Geniş omuzları, şişkin pazuları ve özellikle kaç tane olduğunu sayamadığım karın kasları ile Emir bir kere daha, kendini kanıtlamıştı. Bir saniyelik dona kalmanın ardından herkes kendine geldiğinde Skar, hemen Aylin'in gözlerini eliyle kapatmaya çalıştı. -Ana artı on sekiz! Kapat kızım gözlerini. Bu maç iyice fena hal almaya başladı. -Hakem hile var görmüyor musun, dedim Emir'in bedenini işaret ederek. -Sorun ne Karmen? Dikkatin mi dağılıyor? -Meydan okuyorsun demek Emir? Pekala ben de soyarım üstümü. Cümlemi bitirdiğim an mutfaktan evi titreten bir ses geldi. -HAYIR! Diye bağırdı yememiz için kendi özel tarifini yapmak için mutfağa geçmiş olan Ceyhun. Bu kesin ve sert çıkan hayır emrine karşı çıkmak Ceyhun'u iyice çileden çıkartacağı için çıkartmaktan vazgeçtim. -Hadi pozisyonlarınızı alın. Ve başla! Maytap'ın yarım yamalak ve kesinlikle benim tarafımı tuttuğu hakemliği eşliğinde bir rounda daha başladık. -Şimdi göster bakalım marifetlerini İvy As Cindy, deyip eliyle beni kendine doğru çağırdı. -Göreceksin merak etme Aybeyaz, dedim ona doğru yürürken. İkimiz kollarımızı yüzümüzün yanında tutarak siper etmiştik. -Mesaj geldi! -diye bağırdı birden Hazar- Tam 8 farklı t.g.i.f alıcısının bilgileri. En başından yan tarafımızda ki koltukta oturmuş bilgisayar başında iş yapıyordu. Kafamı bir anlık refleksle ona döndüğümde Emir göğsüm ve sağ omzum arasına yumruk indirmişti. Dikkatim başka yerde olduğundan dengemi kuramayıp yere düştüm. Hakem deyip bir kaşını Maytap'a kaldırdı. - Emir 4, Karmen 7 . -Daha yeni başlıyoruz güzelim. Gözlerimi devirip ayağa kalkarken, -Bana mesajları okumaya başla, dedim Hazar'a. Hazar yan taraftan okurken ben ve Emir dövüşmeye devam ediyorduk. Emir bana doğru sol bir yumruk salladığında hızla aşağı eğildim. -Jose Traynor. Bu gece saat on bir'de silah siparişi üzerine İspanya'dan Türkiye'ye gelecek. -Geç, tehlikeli, derken Emir'in alttan gelen dizinden kaçmadım. -Emir 5, Karmen 7, dedi Maytap yenilgilerim üzerine kısılan sesiyle. Hazar'a artık isimleri söylemesine gerek olmadığını söylediğimde hızla teslimat tarihleri ve siparişleri okumaya başladı. O sırada Emir'le birbirimizin darbelerini sürekli olarak blokladığımız bir dövüşün kırkıncı saniyesine gelmiştik. Hızlı hareketlerle, gözlerimiz hırsla kararmış halde bu dövüş teknik oyunlarına dönüyordu. Seyirciler ekstra heyecanla bağırırken Hazar ise hala bana isim okuyordu. -Yarın saat öğlen on üçte ne olduğu belirsiz bir teslimat var. -Geç! -dedim gözlerim Emir'in gözlerine kilitlenmiş, gelen darbeleri bakmadan hislerimle engellerken.- Değerli bir müşteriye benzemiyor. -Bunu nereden anladın, diye sordu bana nefes nefese iken. -Önemli olsa öğlen vaktine atmazlardı, dediğimde bana zekamdan ötürü gururlu bir ifadeyle baktığında gülümsedim. Ve tabii bu ise bir skor daha kaybettirdi bana. -Emir 6, Karmen 7. -Sen de hile yapıyorsun farkındasın değil mi Emir? Kibirli gülüş oturttu dudaklarına. -Şimdi de seni hile yapmadan yeneceğim. Ve hakemin flüte üflemesiyle yeniden dövüş içine girdik. Bu sefer daha temkinli davranıyorduk. Ne o ne de ben hileye başvurmadan temiz bir roundun içine girdik. -Bakın bu adamı ben daha önce görmüştüm. Saftirik biri. Belki, -derken sustu ve sonra burukluk ile devam etti- Ama iki gün önceymiş teslimatı. -Tüh geç kalmışız, dedikten hemen sonra çekişmeli ve hilesiz geçen maç ikimizin de birbirimizin bacağına aynı anda vurmamızla bitmişti. -Skor ikisine de gidiyor. Emir 7, Karmen 8. Ve soluklanmadan bir maça daha girdik. Fazla uzun sürmedi. Çünkü Emir bana öğretmediği ve ilk defa maruz kaldığım bir taktikle beni kilit altına almıştı. -Emir 8, Karmen 8. Maçın galibi ona ilk yaklaşan kişi olacaktı. - Bakın bu olabilir aslında. İki gün sonra olacakmış hemde. Henüz geç kalmadık -İki gün sonra oylama var Hazar. O gün kaçırmamız artık bir sike yaramaz. Ve konuşma arasında bir kez daha... -Emir 9, Karmen 8. -Yeter Emir ya! Bilmediğim şeyler deniyorsun üzerimde. Ne bu? Uzak Doğu tarzı mı? -Tch. -yaparken dilini damağına vurdu- Tetikçi Aybeyaz tarzı. O zaman benim de Karmen tarzına geçmem gerekiyordu. Maç başlama Flütüne henüz üflenmeden gözlerimle bariz bir şekilde Emir'in çıplak bedenini süzmeye başladım. Emir fark ettiğinde yine hile yapmama sinirleri bozulmuş ancak hayran bakışlarımı onun göğüslerinden çekmediğimde ister istemez utanmıştı. Şimdi kesinlikle sıra bendeydi. Maytap flüte üfledi. Ve ben ellerini özellikle yukarı kaldırsın diye başının yanına yetişen tekmeler atıyordum. Ve boşta kalan beline iyice yaklaşıp tırnaklarımla karın kaslarından sert olan beline çimdik attım. Çimdiğin ani etkisi ile fırsat bulduğum ilk anda döner tekme ile onu yere indirmiştim. -Emir 9, Karmen 9. -Bir de ceza yerine sayı mı verdin ona? Şu karnımı görmüyor musun, deyip eliyle kızarmış ve kan toplamış olan noktayı gösterdi. -Nereyi görmüyor muyum? Görmemiş ayağına yatan Maytap'a seyircilerden tam destek gelmişti. -Helal be kardeşim. Adam olmayı sana ben öğrettim, dedi Skar gülerek. Tıpkı çocukları andırıyordu gülüşü. Saf ve içten... Yerde oturmuş ve bize hayretle bakan Emir'e doğru gidip elimi uzattım. Başını iki yana saklarken tuttu ve benim ivmemle ayağa kalkıp beni kendine doğru çekti. Yüksek tempoyla inip kalkan göğsüm onun çıplak bedenine temas ediyordu. Başımı yukarıya doğru kaldırıp ona baktım. O da kafasını hafifçe yüzüme doğru eğmişti. -Ustana karşı çok acımasızsın. -Bu çırağa rakibine merhamet göstermek öğretilmedi. -Bu yemeğin tadı tuzu da bozulmak üzere, diye bağırıyordu kendi kendine. Neyin mesajını vermeye çalışıyordu Ceyhun bilmiyorum ama bu çok komikti. Elimi bırakmış ve geriye gitmemi işaret etmişti. Son round. Zafer için son bir şansım. Ve flüt son bir kez o iğrenç sesini duyurdu bize. - Biri daha var. -diye haykırdı Hazar- Yarın saat sabah üç sularında limana portekizden bir gemi gelecek. -Devam et, diye bağırdım dövüşe odaklanmıştım fakat bu kişi ilgimi çekmişti. -T.G.İ.F için 45 kilogram çeşit çeşit uyuşturucu nakliyatı yapacak. -Kim bu? Ceyhun yemek yapmayı bırakmış ta mutfaktan Hazar'ı dinliyordu. Maytap, Skar ve Hollanda ise yine aynı yere odaklandılar. Hatta Emir'le aramızda ki maç soğumuş sadece yavaş yumruklarla devam ediyordu. Fakat herkesin kulağı, işteydi. - Kolombiya doğumlu Gustavo Martinez. Kırk yedi yaşında. Martinez isimli kendi çapında kartel sahibi. Türkiye'ye üç günlük iş seyahati için geliyor. Emir'e doğru sessiz adımlar atıyordum. -Tamam, kendinizi yarın sabah saat üçe hazırlayın. Kaçıracağımız adam Gustavo Martinez olacak. Sesimi kulağının yanında duyduğu son anda kafasını önüne çeviren Emir, tam dibinde durup ona sırıtarak bakan beni fark ettiğinde artık her şey için çok geçti. Sol yumruğumu suratının ortasına geçirdim. - Emir 9, Karmen 10. Kazanan KARMEN IVY AS CİNDY. ⛓️⛓️⛓️ Hava insanın kanını donduracak kadar soğuk esiyordu. Temmuz ayının sonuna yaklaşsak bile gündüz olan yakıcı sıcaklıklar gece ortadan yok oluyordu. Güneş sadece gündüz yaşayan aydınlık insanları ısıtıyordu. Gecenin karanlığı ortasında hala dışarıda olanlara ise, nefret eder gibi yaptıkları işin kötülüğüyle kendilerini ısıtmalarını bekliyordu. Gecenin saat üçünde insanlar yataklarında olmalıydı. Liman kenarında, insan kaçırmak için saklanarak bekleyen iki arabanın içinde değil. iki araba. Benim olduğum arabanın içinde şoför Hollanda, yan tarafında Hazar ve arkalarında ben oturmuştum. İkinci araba mı? Orada durum biraz trajikomikti. Emir ve Ceyhun'u yan yana oturtmak için kırk takla atmışım. Tabii kırk taklanın oduz dokuzu şoförün Ceyhun olması gerektiğini söylememle tükenmişti. Dedim ya trajikomik... Emir'in son model spor arabasının sonunda şoför koltuğuna binen Ceyhun'un yüzünde ki sevincin görülmesi lazımdı. Cansu'nun yanına Skar ve Maytap'ı bırakmıştık. Çünkü gecenin bir yarısı ordu dolusu kalabalık çok dikkat çekerdik. Bu gece yanımıza kulaklıklar yerine telsizler almıştık. Çünkü sert esen rüzgar içinde ancak bu doğru dürüst iletişim kurmamıza yarardı. -Saat üçü on beş geçiyor. Gemi hala limana varmadı, tamam, diye bilgilendirme anonsu geçti Hazar. -Beklemedeyiz, tamam, dedi Emir. Arabanın içinde nefes alıp vermek ve telsizden gelen cızırtılar harici dışında başka ses yoktu. Gözlerimi ise limana dikmiştim. Az sonda karanlığı yaran bir orta büyüklükte bir beyazlık kıyıya yanaşmaya başladı. -Karmen bir hareketlenme oldu gördün mü? Tamam. Teyit etmek için yanında ki dürbünü alıp gemiyi inceledim. İki katlı, beyaz geminin üzerinde büyük harflerle "Vazamento" yazıyordu. Dürbünle yazının aşağısına kaydığımda bir dolu kısaltmalar gördüm. "Made in Portuguesa... 121012, C.İ, V.U.D, indústria, propriedade privada " -Hazar beklediğimiz geminin markası neydi? -Kişiye özel üretim olduğu yazıyor bu Vazamento gibi bir şey yazıyor mu? Başımı salladım. Ve hemen telsiz tuşuna basıp, -Hareketlenmeyi gördüm Emir. Beklediğimiz gemi o. Gözünüzü dört açın. Gustavo'yu nereye bindirip, kaç kişiyle beraber taşıyacaklarına bakın, tamam. - Peki teslimat için ne yapalım? Tamam. -Sakın teslimata dokunmayın Emir. Bizim tek görevimiz adamı kaçırmak. Tamam. Ayrıca Hazar bu bir gemi değil yat, diye düzelttim yanlışı. Beklediğimiz yat durmuştu. Limanda sadece yattan biraz uzakta ki sarı lamba yanıyordu. Belli ki işlerini karanlık içinde yürütmek istiyorlar. Dürbünü tekrar elime alıp inen herkesi incelemeye başladım. Limanda duran siyah araba birden yata doğru harekete geçti. -Siyah arabaya dikkat edin. Yatı karşılıyor, tamam. Telsizi dizlerime bırakıp yeniden dürbüne sarıldım. Yattan inen, gecenin bu karanlığında siyah gözlük takmış olan bir sürü adam vardı. Yüzleri ayırt edilmiyordu. -Aradığımız adam hangisi, diye sordu Hazar. -Bilemiyorum heralde aralarında tek takım elbiseli ve siyah gözlüklü olmayan kişi, dedi. Yattan ellerinde siyah çantalarla beş kişi art arda inip siyah Arabın içine koydular. Büyük ihtimalle uyuşturucu onların içindeydi. Arabaya nakliyat tamamlandıktan sonra yatın önünden biraz uzaklaşarak ilerledi. Hemen ardından diğer taraftan bir başka siyah araba daha geldi. -Bir araba daha Karmen, adamımız ona binebilir, Tamam. Emir'in uyarısından sonra limanda ki ruhsuz ve renksiz hareketlilik birden orta yerinden parçalandı. Gustavo'nun siyah giymeyen biri olduğunu bir ihtimal olarak söylemiştim ama bu kadarını beklemiyordum. Yeşil palmiye desenli kısa kollu gömlekli, ve altına dizlerine kadar gelen sarı şortlu, kısa boylu adam yattan şen şakrak bir çakır keyif haliyle inmeye başladı. Kafasında ki krem renkli hasır şapkasıyla resmen kolombiyalı olduğunu bağırıyordu. Yattan inip siyahlı adanların arasında durdu. Dudaklarının oynadığını görüyordum dürbünden ancak sesi elbet gelmiyordu bize. -Aradığımız adam renkli giyinen, Gustavo Martinez o, tamam, diye uyarıyı yaptıktan hemen sonra dürbünü ve telsizi bıraktım. Çünkü adam siyah arabaya binmişti. Bindiği araba diğer arabanın arkasına kadar yetiştiğinde ikisi hareket haline geçti. -Takibe başlayın Ceyhun. En az beş yüz metre arkasından git. Gecenin bir vakti peşlerinden gelen arabayı görseler pek iyi yorumlamazlar. Tamam. -Takibe başladık yavrum. Örgülü duyuyor musun? -Duyuyorum söyle. -Peşimizden sürme arabayı. Hedef nereye giderse sen ara yollardan gel. Ve bir takip daha başlamıştı. Bu sefer yüksek tempolu bir kovalamaca yaşanmıyordu. Benim arabamı süren Hollanda Ceyhun'un komutlarıyla ara yollardan geçiyordu. Ceyhun ve Emir ise Gustavo'yu sıkı takibe almışlardı. Telsizden önce cızırtı sesleri ve ardından Ceyhun'un konuşması geldi. -Yük kamyonu sağa selektör atarken Gustavonun özel arabası sola atıyor. Haberin olsun Karmen. Tamam. -Gustavo'yu takibe devam edin. -Tamam, örgü, derken Ceyhun'un sesi Emir'in şikayeti üzerine yarıda kesildi. -Senin yaptığın yemeği yiyen aklımı sikeyim, dedi öfkeyle - Yemeseydin adam. Zorla mı yedirdik? - Evet zorla yedirdin. Kalkacağım dedim izin vermedin. Başka yemek yerim dedim. Yok bu yaptığın emeğe saygısızlık dedin hakaret ettin. Konuşmaları bittiğinde düğmeye basıp, -Lütfen ateşli kavganıza sonra devam eder misiniz çifte kumrular? Tamam, dedim dişlerim arasından bastıra bastıra. Yarım saati aşkın süren yoldan sonra artık yavaşlamaya başladık. Şehrin karanlık ve tehlikeli sokaklarından birine geçmişti hedef arabamız. T.g.i.f klüp ters tarafta kalmıştı. Oraya geçmemesi içime kurt düşürmüştü. Fakat illa gecesini orada geçirmek zorunda da değildi. Dakikalar sonra Emir bize Gustavo'nun tek başına bu bölgede ismini duyurmuş olan bir bara geçtiğini söyledi. Onlar barın arka sokağında durmuş iken biz ise yanlarına yanaşıp park etmiştik. Saatler artık sabaha karşı olduğundan gece kuşları bile yuvasına döndü. Boş caddede ulu orta adam kaçırma planı yapmak yerine arabadan arabaya haberleştik. Telsiz sınırlı iletişim sağladığı için Emir'i telefondan aramıştım. -Gustavo bara yalnız girdi. Arkasından müşteri gibi girebiliriz ikimiz. -Hayır Emir ikinizin girmesi dikkat çeker, riske atamayız. Siz arkadan dolanın. Depo kapısından geçin. -Yalnız orada birileri olursa onları indirmem gerekecek. -Sorun değil, ortalığı ayağa kaldırabiliriz. Gelmeden önce ayarladığımız gibi Emir'in kendi evinden getirdiği ve bir süre önce kara borsadan almış olduğu bayıltıcı hapı Hollanda'ya verdim. Kendisi arka kapıdan Emir ve Ceyhun'la beraber içeri girecek ve bir şekilde o hapı içeceği veya yiyeceğine katacaktı. Şu durumda kurduğumuz en mantıklı plan buydu. Eğer hiçbirini yapamazsak adamı direkt kaçırıp buradan uzaklaşacaktık. Ben ise içeriye müşteri gibi girecek olan tek kişiydim. Onları uzaktan izleyip, olası bir tehlike içinde müdahale etmek için hazırda bekleyecektim. Arabadan önce Hollanda indi ve önde ki iki adamla beraber bara doğru gitmeye başladılar. -Hazar şoför koltuğuna geç. Ve hazırda bekle. Dedikten sonra bende arabadan indim. Ve üstümü başımı biraz dağıtıp gecenin bir vakti kendinden geçmiş bir kadın gibi aksak adımlarla bara geçmeye hazırlandım. T.g.i.f gibi yoğun kontroller olmamıştı. Hatta kapıda ki tek güvenlik başını telefondan kaldırmıyordu. İçerisi canlı renkler yerine kahverengi tonlarında dizayn edilmişti. Işıklar insanların yüzlerini ayırt edemeyecek kadar loş yanıyordu. Ben de göz ucumla etrafı süzerken barmenin önünde ki masaya oturmaya gittim. -Ne içersin, diye sordu genç adam gözleri yorgunluktan kapanıp açılıyordu. -Su yeterli. Önüne yarısını masaya dökerek bir bardak su bıraktı sertçe ve arkasını dönüp işine bakmaya başladı. Başımı hafifçe arkaya çevirdiğimde yuvarlak masada oturan hafif esmer tenli adamı gördüm. Gustavo Martinez işte oradaydı. Tek sorun yalnız değildi. Yanında ki iki adam ve bir kadınla gülerek derin bir sohbete dalmıştı. Onlara kulak kestiğimde içlerinden sadece biriyle kendi dili ile konuşuyor, o kişi ise diğerleri için çeviriyordu. Yanımda birisinin varlığını hissettiğimde başımı hemen öne çevirdim. Hollanda benden iki sandalye ötede oturmuştu. -Buraya bu kadar çabuk gelmeni beklemiyordum, diye fısıldadım. -Emir arka kapının kilidini kırdıktan sonra içeri geçtik. -Kimse yok muydu? Kafasını bana çevirmeden benim kadar kısık sesle, -Hayır, kimse yoktu, dedi. İçime bir kurt daha düşmüştü. Her şeyin düz gitmesi bende terslik yaratıyordu. Göz ucumla etrafa baktım. Kapının önünde bir, Gustavo'nun yan tarafında bir olmak üzere sadece iki silahlı koruma duruyordu. Müşteri sayısı parmakla sayılacak kadar azdı. -Her şeyin bu kadar kolay olması doğru gelmiyor. -Şans belki bizden yanadır. İçinde ki ümitli inancı zedelememek için sessiz kaldım. Cebimden çıkarttığım telsizi saçlarımla kamufle ederek kulağıma götürdüm. -Emir beni duyuyor musun, tamam. -Duyuyorum. Ne zaman harekete geçelim? -Hızlı olmaya gerek yok. Önce tek kalmasını bekleyelim. Yanındakiler gittiğinde ve Hollanda ilacı suyuna kattığında uygulamaya geçeriz. Tamam. -Anlaşıldı,deyip telsiz kanalından çıktı. Uslu bir bekleyişe girdim. Hollanda ise yanımda telefonuyla oynuyor gibi yapıyordu. Cebimin titremesiyle bende telefonuma sarıldım. Kızıl Kehribar'dan bir yeni mesaj. "Naber sürtükten bozma? Sana sabahın saat dördünde günaydın mesajı atmadığını için üzgünüm. Fakat bir haber var. Söylemezsem çatlarım." "?" Diye yazıp gönderim. "Köstebeğimden haber var. Erdem Aker, şuan olduğu bara Gustavo ile buluşmaya geliyor. On dakika sonra orada olmuş olur." Gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım. "Şu sikik mesajların niye hep kara haber oluyor?" "Ah be sürtük ben de isterdim mağazada ki indirimlerden bahseden mesajlar atmayı ;) Ne yapıyorsun?" "Adam kaçırmakla meşgulüm." "Kendini özlettin bana. Görüşelim." Attığı mesajı okuduğumda gülmüştüm. "Afedersin ama siktir git." Ekrana bir süre daha baktıktan sonra, "Yarın gelirim yanına." Diye ekledim Ve hemen Kehribar'ın Erdemle ilgili mesajını Emir, Ceyhun, Hazar ve Hollanda'ya ilettim. Mesajı okuyan Hollanda yanımda belli bariz kıvrandı. Telaş, onu dört bir yandan kıskaçları arasına almışken telsizin cızırdadığını duymamla kulağıma dayadım. -On dakikamız kaldı, gitmelerini bekleyecek miyiz? -Bekleyin biraz, deyip hemen telefonla o masayı çekip Hazar'a gönderdim. "Çabuk kim olduklarını öğren" Dakiklar sonra gelen bir mesaj. "İçlerinden ikisi t.g.i.f'te alıcı olarak gözüküyör" Benim için bu bilgi yeterliydi. Onları burada bırakamazdım. Bizi elbet göreceklerdi. Ve bu Erdem'e sunduğumuz açık ifşa olacaktı. İki koruma ne beni ne de Hollanda'yı tam olarak görmüştü. Bizi tarif etmeleri zor olacaktı. Dakikalar içinde kopacak olan kıyamet. Elim telsize gitti. -Emir beni dinle. Hazırlanın işaretimle harekete geçeceksiniz. -Diğerleri hala orada. -Kalkacak gibi değiller, vaktimiz daraldı. İşareti aldığınızda içeri dalın. Hepsini kaçıracağız. -Ne dedin sen, diye bağırdı birden. Hepsini kaçırmanın akıl kârı olmadığı konusunda Emir'le hemfikir olsam bile fikrim sabitti. - Karmen sen kafayı mı yedin? Orada tanımadığımız üç kişi daha var, dedi Ceyhun. -Sikeyim üçünü de dördünü de! Hepsini diyorum size! Hepsini kaçıracağız. İşareti duyduğunuz da içeri girip karşınızda olan yuvarlak masada ki herkes hedefimiz. - Karmen sana öğrettiğini bayıltma yöntemini hatırlıyor musun? -Evet. -O zaman birine uygula. Çünkü onlar daha beni göremeden on saniye içinde ancak üç kişiyi bayıltabilirim. Telsizi biraz uzaklaştırdım. Bu nasıl bir yetenek amınakoyayım. Kanalı tam kapatmak üzereydim ki, -Karmen işaret ne olacak, diye sordu Emir. -Silah sesleri, deyip başımı Hollanda'ya çevirdim. -Yanında silah var mı? Başını salladı. -Kapının önünde ki adamı bacağından vurabilir misin? Göz ucuyla uzaklığa baktı. Ve yine kafasını salladı. Belimde ki silahı yavaşça yerinden çıkarttığımda o da beni taklit etti. Göz gözeydik. Ve gözlerimi kırptığım anda ikimiz arkamızı dönüp aynı anda tetiğe bastık. Benim kurşunum Gustavo'nun yanında duran güvenliğin bacağına saplanırken içeriye Emir ve Ceyhun hızla daldı. Emir masaya yetiştiği gibi silahının tersiyle Gustavo dahil üç kişiyi tek vuruşta bayıltırken ben de yanına koştuğum gibi son kalan kadını indirdim. Ceyhun ve Hollanda önce Gustavo'yu taşımaya başladı. Onlar kapıdan çıkarken Hazar koşarak elinde silahla içeri geçti. -Silah sesleri duydum, diye bağırdı nefes nefese. -Çabuk birini sürüklemeye başla! Emir ve Hazar iki kişiyi sürüklerken Ceyhun bu sefer tek gelmiş geriye kalan kişi için hamle yapmıştı. Hepsi saniyeler barın ana mekanından çıkmıştı. Bende çıkmadan silahımı barmene doğrulttum. Gözleri yerinden fırlayacak gibi açılan genç Barmen önünde ki içki dolu bardağı kafasına dikleyip tek yudumda içti. -Ben sarhoştum, hiç bir şey hatırlamıyorum. -Ve tek gördüğün şey takım elbise giymiş ve siyah gözlük takmış bir sürü adam, diye ne demesi gerektiğini söyledikten sonra oradan koşarak çıktım. ⛓️⛓️⛓️ -Bu da sonuncusu, derken ellerini silkeleyerek geriye doğru bir adım attı Ceyhun. Dört yeni rehinemiz elleri zincirlerle duvarda ki demirlere bağlı halde sırtları duvara yaslanmış ayakları beton zemine yayılmış baygın halde duruyorlardı. Cansu rahat koltuğunun üstünde dikenler varmış gibi oturmayı reddediyor ve yerinde neler gördüğüne inanmadığı gözlerle bakıyordu. -Çekinme çekinme. Gel de misafirlerine bir merhaba de, dedim ironik bir gülümseme ile. -Karmen ben, ben bir kişi bekliyordum. Ama bunlar, çok fazla değil mi? -Eh işte ne yapalım. Biz de böyle insan kaçırmayı çok sever hale geldik. Her bulduğumuzu kaçırıyoruz. Emir omuzlarımı iki üç kere sıkıp yanıma geldi. Bir yerde yatan dört farklı insana bir de bana baktı. -Turnayı gözünden mi vurduk, yoksa turna bizi götümüzden mi sikti bilemiyorum. Ben kahkaha atarken Ceyhun da bıyık altından gülmüştü. -Neyse, evde sadece ikiniz kaldınız biliyorsunuz. Nöbette size ait. Bu sefer gerçekten dikkat edin, fark edilen bir açığımız olursa, kimliğimiz ortaya çıkarsa nerede olduğumuzu biliyor olacaklar. Tetikte olun. -Bir yere mi gidiyorsun, diye sorduktan sonra ağzımı aramaya başladı. -Evet, bir buluşmam var. Ona gidiyorum. Kimle olduğunu sorup sormamak arasında kararsız kalmıştı. -Sonra görüşürüz Emir. -diyerek özelimi gizlemeyi tercih ettim- İkinizde önce kendinize sonra bu garaja iyi bakın. Bir yere gidiyordum evet. Bir buluşma. Beklenmedik bir buluşma. Bu sabah Erdem'e vuracağım son darbeyi atmıştım. O benden kan akıtırken ben onun kanlarını oluk oluk dökmüştüm. O kendini yukarıya çıkartmak için başkalarının üzerine basarken ben onun üzerine basıyordum. Fakat bir yerde kabuklar içine hapis ediliyordum. Ayağımı aşağı çeken bir şey vardı. Ben, bir gölgeydim. Kızıl Kehribar Kozan'a onun köstebeği olması için oyunu kendisinin oynayacağını söylemişti sahteden. Fakat bu oyun bittiğinde benim işime yarayacak olan Kozan'ın sadakati Kehribar'a olacaktı. Benim Kehribar'la aram bozulsa, Kehribar kartlarını benden saklayacaktı. Kimseye güvenmemeliydim. Karanlık dünyada kimseye güvenme, diye kafama çivi çakar gibi sokmuşlardı bunu. Ceyhun Kozan'ın artık bu oyunun gerçek sahibinin kim olduğunu öğrenme vakti gelmişti. Ben kendimi ilk kez karanlık dünyanın bir parçası olduğumu kabullenerek açığa vuracaktım kendimi. Ona diyecektim ki: -Ben Karmen Ivy As Cindy. Oyunu oynayan, her hamleyi atan, şah yapan ve Mat ile bitirecek olan. Seni kendi çıkarları için yönetici yapacak ve o bilgilerle yönetici olduğun yeri çökertecek kişi. Seni yaşatacak ve Erdem Aker'i öldürecek olan kadın. Karmen Ivy As Cindy, gözlerime iyice bakma Ceyhun Kozan. Çünkü bakarsan son göreceğin şey de onlar olur. Ve bana ihanet etme. Çünkü edersen sana gözlerimi ezberletene kadar baktırır, ardından sonunu getiririm. 30. BÖLÜMÜN SONU
BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ???
SELAM🫀
Uzun süren bir ara nihayet sona erdi ve biz kavuştuk.
En çok etkilendiğiniz sahne neresi oldu?
Emir & Karmen bol hileli bol çekişmeli boks müsabakası nasıldı?
Cansu Akrep hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gustavo Martinez kaçırma operasyonu ile ilgili görüşleriniz?
Sınır koymak istemiyorum ama gelen vote ve yorum sayısı beni üzüyor:(
Geçen ki bölüme 2k okunma ve 100 vote bence hiç adaletli değil.
Lütfen vote ve yorum atalım 💖
Sizleri seviyorum... Beni instagramdan takip etmeyi unutmayın ✨ @ kankaderoffical2
BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE
|
0% |