Yeni Üyelik
34.
Bölüm

31. BÖLÜM - ÖLÜ YA DA DİRİ

@shorosharpen

 

Choose your last words, this is the last time

Cause you and I, we were born to die

 

Born to die- Lana del rey

 

Tutte le genti che passeranno

O bella ciao, bella ciao, bella ciao, ciao, ciao

E le genti che passeranno

Mi diranno, "Che bel fior"

Questo è il fiore del partigiano

O bella ciao, bella ciao, bella ciao, ciao, ciao

Questo è il fiore del partigiano

Morto per la libertà

 

Bella Ciao - Manu Pilas

 

But I crumble completely when you cry

It seems like once again you've had to greet me with goodbye

I'm always just about to go and spoil the surprise

Take my hands off of your eyes too soon

 

505 - Arctic Monkeys

 

Ona diyecektim ki:

-Ben Karmen Ivy As Cindy. Oyunu oynayan, her hamleyi atan, şah yapan ve Mat ile bitirecek olan. Seni kendi çıkarları için yönetici yapacak ve o bilgilerle yönetici olduğun yeri çökertecek kişi. Seni yaşatacak ve Erdem Aker'i öldürecek olan kadın.

Karmen Ivy As Cindy, gözlerime iyice bakma Ceyhun Kozan. Çünkü bakarsan son göreceğin şey de onlar olur.

Ve bana ihanet etme. Çünkü edersen sana gözlerimi ezberletene kadar baktırır, ardından sonunu getiririm.

❤️⛓️🖤

Bu tersliklerin bizi bir düzlüğe çıkartması lazım.

Ağzımda gevelediğim tek gerçek bu.

Yokuş yukarı tırmanırken ya tepeye ulaşacaktım ya da ayağım kayacak ve yokuş aşağı yuvarlanacaktım.

Bu yorgunlukların ölümle değil uykuyla dinlendirilmesi lazım.

Bu kalplerin kuruması değil yeşermesi lazım.

Fakat ümitler içimde küfleniyor. Bildiğim tek şey, bu oyunu Erdem Aker'den başkaları da kaybedecek.

Ben, Karmen İvy As Cindy bugün 24 Temmuz 2023, yaşadığın son günün tadını çıkart.

Yarın 25 Temmuz Erdem ve Kozan arasındaki sarsıcı oylama yapılacak. T.G.İ.F 'in yeni yöneticisi belli olacak.

Oyun sonlanacak.

Tek sonlanacak olan şey oyun mu?

Sustum, düşüncelerimde boğulmadan önce sustum.

Sevgili kalbim, bari bugün bana son kez insaflı davranır mısın? Bugün son kez bana insan olduğumu hatırlatır mısın?

Son kez. İzin verin yeni kavuştuğum hayatıma son kez sarılayım.

Bari bunu bana fazla görme.

Ben zaten yok olmak üzere olan bir kadınım. Yakın gelecekte tükenecek, yanacak, külleri bile kalmayacak biriyim.

Biraz da siz bana acıyın.

Merhamet edin.

Merhamet...

Tanrım bana merhamet et, bir nefeslik, bir saniyelik, bir yudumluk...

Çünkü ben gerçekten parçalanıyorum...

Lime lime, vahşice, akan gözyaşlarım kimsenin umrunda değil.

Ölen kocamın ardından deliler gibi intikam peşinde koştum. Kimse bu fedakarlığımı görmedi.

Kocamın benim için öldüğünü söylediler. Fakat kimse benim, kocam için sadece kendimi değil başkalarını da öldüreceğimi zerre övmedi.

Kocam beni 11 yıldır güzel kalbi içinde sevgiyle hapis ederken, bir dakika içinde kalbinden vurulup öldü.

Benim için yaptığı fedakarlık, sadece bir dakika ve bir can kaybıyla sonuçlandı.

Benim onun için yaptığım fedakarlık ise bir ömür ve binlerce can kaybına bedel oldu.

Onun ölümü ani oldu. Bir dakika içinde kan kaybedip kalbi atmayı kesti.

Benim ölümüm ise yavaş yavaş, eziyet ede ede oluyor. Vücudumun her bir uzvu intihar etmek isteyene kadar sürüyor bu işkence.

Harvey benim gözlerime bakarak öldü. Ben kendi gözlerime baktığımda ölümü gördüm.

Harvey sevdiği kadının kolları arasına öldü. Ben ayaklar altında, düşmanların kucaklarında, karanlığın içinde kör, sağır, dilsiz bir şekilde öleceğim.

Harvey öleceğini sadece bir gece önceden tahmin etti. Ben ise her sabah bugün ölecek miyim sorusuyla uyandım.

Harvey.

Sevgili kocam, Harvey Ivy As Cindy. Sana soruyorum.

O sabah gözlerimiz önünde sıkılan silahtan çıkan kurşunun saplandığı beden sendin. Fakat öldürdüğü kişi sen miydin yoksa ben mi?

Sevgili kocam Harvey, bir kez daha soruyorum.

Sen o kurşunun önüne benim canımı kurtarmak için mi atladın yoksa kendi canını artık bu iğrenç dünyadan kurtarmak için bir bahane miydi?

Öyleyse sana bir haberim var. Keşke önüme atlamasaydın Harvey. Keşke ölmeme izin verseydin. İşte o zaman beni gerçekten kurtarmış olurdun.

Bana sunmadığın o özgür hayatı kendi ayaklarım üzerinde durarak almaya çalışıyorum. Bana sunmadığın özgürlüğü, arkadaşlığı, okul hayatını, gücü ve anneliği.

Belki de bir ayağın her zaman çukurda olduğu için hiç bir zaman çocuk istemedin. Çünkü bir gün geride bırakacağını biliyordun.

Son bir soru Harvey. Buna cevap vermen gerçekten çok önemli kocacığım.

Yanına geliyorum sevgilim. Orada benim için de bir yer var mı?

⛓️⛓️⛓️

Dibine kadar rehine ile dolan amacı dışında her şey için kullanılan garajdan ayrıldıktan sonra eve uğraşmış ve dosyalardan Erdem Aker'in pisliklerini bol bol yazan belgeleri almıştım.

Elimizde saatler önce kaçırdığımız dört rehine vardı. Bunun oyunda ki dengeleri ne denli sarsacağı hakkında fikrim yoktu. Fakat Erdem Aker'e vurduğum sonra yumruk buydu.

Şimdi gidip Kozan'a gerçekleri göstermekteydi sıra. Elimde bir dolu belgeyle dış kapımı açıp çıktığım anda karşımda mazlum bakmaya çalışan Ceyhun'u gördüm.

Dış kapıyı kapatıp bir elimi bel girintime dayayıp ona kısık, sorgulayıcı bakışlar atan gözlerimi sundum.

-Sanki ben sana dakikalar önce garajda nöbet tutmanla ilgili şeyler söylemiştim diye hatırlıyorum.

Canı sıkkın gibi omuzlarını kaldırıp indirdi.

-Ben sizi bırakalı beş dakika olmadı, birbirinizi mi yediniz?

-Yok henüz yemedik. Ama akşama kadar öyle kalırsak yer gibiydik.

Başımı iki yana sallayıp bu anlaşmazlıkları üzerine yorum yapmadan yanından geçip giderken,

-Garaja geri git Ceyhun. Bu sizin tartışma ihtimalinize bakılıp ihmal edilecek bir şey değil.

-O adamla beraber akşama kadar aynı garajın içinde nasıl durmamı bekliyorsun anlamadım. Ona baktığımda aklıma sadece seni ağlatması geliyor.

Gözlerimi birbirine bastırıp açtım. Bir an önce rehineler uyanmadan diğer işlerimi halletmem gerekiyordu.

-Gelmesin o zaman Ceyhun. Durum tehlikeli, evi basabilirler. Emir'i yalnız başına bırakmak istemiyorum.

Histerik bir şekilde güldü.

-Yavrum adamın eline bir silah ver, otur, yaslan arkana izle neler yapıyor manyak. Hatırlamıyor musun Hazar'ın bize gösterdiği fotoğrafları?

-Ceyhun bak son kez rica ediyorum Emir'in yanına git. Acelem var gitmem lazım.

Ceyhun yine itiraz etmeye hazırlanırken gözlerimi onun üzerinden çekip bahçede dolandırdım. Ve gözüme garajın başında, ellerini cebine sokmuş bir şekilde bize pür dikkat bakan Emir çarptı.

-Gideceğim diyorsun da nasıl gideceksin?

-Taksiye bineceğim, dedim gözlerim hala Emir'in üzerindeyken.

Cümlenin arından Ceyhun'un sesi birden çok sinirli çıkmıştı.

-Ben varken onlara ne oluyor lan hayırdır?Hem ben seni götürürüm Kozan'ın yanına. Zaten en son gittiğimizde başımıza gelmeyen kalmamıştı.

Gözlerim yıldırım hızıyla karşımda benimle gelmek için yırtınan adama döndü.

- Nereden biliyorsun, diye sordum şüpheyle yanan sesimle.

-Neyi nereden biliyorum?

-Kozan'ın yanına gideceğimi nereden biliyorsun Ceyhun?

Karşımda birden susan adama imalı gözlerle bakmamak için bakışlarımı yüzünden bedenine çevirdim.

Acaba ben Emir'le konuşurken laf arasında mı kaynamıştı? Yoksa nasıl bilebilirdi ki?

-O adamın yanına gideceğimi nereden biliyorsun diye sordum Ceyhun, cevap ver bana.

Gözlerim yeniden onu buldu. Neden gözleri benden kaçıyor ve nefesleri düzensizleşiyordu?

Derin bir yutkunuş...

-Dün sadece önemli bir alıcı değil yanında 3 kişi daha kaçırdın. Ondan önce Peperonni'ye girip belge çaldın. Kazanmak için yapabileceğin her şeyi yapıp en büyük riskleri alıyorsun. Bu risklerden sonra Kehribar denen kadının gölgesi altında saklanmak istemezsin. O yüzden Kozan'a gidip kendini göstermek istiyorsun.

Dudaklarım bir şey diyecek gibi olup sustu ve sadece titredi. Gözlerim güneşten değil, içeriden yanmaktan dolayı kamaşıyordu.

Onun üzerine kondurmak istemediğim düşünceler kafama dolandıkça kalbim adeta istila ediliyordu.

Ceyhun bu cümleleri kuracak adam değildi. Ben onu hiç bir zaman böyle tanımamıştım.

-Ceyhun sen... Sen hayırdır? Sen ne ara düşünüp bu sonuca vardın? Bu cümleler neyin nesi?

Pot kırmış gibi omuzları içine çekildi. Karşımda ufalmak ister gibi kendini bastırdı.

- Şaşırtıcı olan ne? Ben aptal mıyım? Bunları söyleyemez miyim?

- Estağfurullah, aptal değilsin Ceyhun. Ama bunları anlayacak kadar da iç içe değilsin.

Başını hafifçe sağa yatırdı.

-Neyi ima ediyorsun kadın. Açık açık söylesene.

Hayır, açık açık söyleyemezdim çünkü ben bu cümleyi kendi içimde bile birleştirmekten korkuyordum.

Ceyhun'un gözleri ilk defa böyle kararmış ve kaşları çatılmıştı.

-Çok merak ediyorsan söyleyeyim sana Karmen. "Karmen'in tek başına gitmesi güvenli olmaz. Benimle kavganı bahane et ve seninle gitmesi için onu ikna et" dedi Emir adamı. Ben de o yüzden geldim peşinden.

Gözlerimi garaja çevirdiğimde Emir'in orada olmadığını gördüm. Ve sessizlik içinde tekrar Ceyhun'a dönüp cebimde ki anahtarları çıkartıp, sertleşmiş avuç içine bıraktım.

Ve tek kelime etmeden arabama doğru gittim.

Ben mi abartıyordum yoksa herkes mi çok şüpheliydi?

Ceyhun benimle gelmek için neden bu kadar ısrar ediyordu ve o çıkarımı nasıl yapmıştı? Emir neden Ceyhun'u yanından yollamak ve orada tek kalmak için böyle uğraşmıştı?

Yoksa bunlar her zaman olan şeyler miydi ve ben mi uykusuzluktan kafayı yiyordum?

Arabaya binip kafamı geriye yasladım. Telefonumu kontrol ettiğimde Kozan'dan gelen bir mesaj gördüm.

"Sevgili Red, benimle buluşmak istediğin için teşekkür ederim. Senin için de uygunsa seni ofisime davet ediyorum."

Ardından gelen konum mesajı.

Telefonu elini artık alışmış bir şekilde arkaya uzatan Ceyhun'a verdim. Atılan konuma ve yol güzergahına kısa bir süre baktıktan sonra telefonu elime fırlatırcasına bıraktı.

Telefonu alıp cebime koydum ve başımı cama yasladım.

Ne olmuştu şimdi? Biz küsmüş müydük? Çocuklar gibi, Emir'den ayrı tuttuğum Ceyhun bana yüz çeviriyor ve öfkeyle soluyup benimle tek kelime bile etmiyordu. Tıpkı ona benzemişti.

Daha az önceye kadar kalbimi kırmasından şikayetçi olurken şimdi benim bu zor ve ağır geçirdiğim zamanlarda tavır mı alıyordu?

Harekete geçmiş, sessizlik içinde şehrin caddelerini tek tek arkamızda bırakıyorduk. Araba sürüşü biraz agresifti. Özellikle rampalardan geçerken yavaşlamıyor ve arabayı zıplatıyordu.

Başımı camdan hafifçe çekip göz ucumla Ceyhun'a baktım. Yüzünün gördüğüm kısmı kasıntı duruyordu. Elleri direksiyon ve vites üzerinde aceleyle hareket edip duruyordu.

Onu tanıyordum, şu geçici öfkesini sırf bana bir anlık ters yaptığı için kendisine duyuyordu.

Ya da öyle değil miydi? Ben insanları gerçekten tanıdığına inanan saf salak biri olabilir miydim?

Bence öyleydim.

Arabanın fren yapmasıyla başımı dışarı çıkartıp etrafa bakındım. Yan tarafımızda ki caddenin üzerinde Kozan'ın mütevazı yaklaşık dört katlı, boydan boya camla döşenmiş şirketini gördüm.

Ona ait olduğu belliydi çünkü kapının üzerinde kocaman harflerle C.K. yazıyordu.

Emin olduğum anda, asık suratımla Ceyhun'la birbirimize tek kelime etmeden kapımı açıp indim.

Şirketin kapısına kadar gelip girmeden önce derin bir nefes aldım. Özgürlüğümü her köşeye sıkıştığımda yeniden tatmayı ve hala bana ait olduğuna emin olmayı seviyordum.

İçeriye geçtiğimde bir güvenlik üstümü taradı. Elinde ki dedektör belime denk geldiğinde ötmeye başladı.

Sakindim. Belimde ki silah benim bir parçam haline geldiğinden onunla bu durumla sık sık karşılaşmaya alışmış olmam lazım.

Güvenlikçi adam telaşla elini üzerime atmaya çalıştığında ileriden bize doğru hızla yaklaşan takım elbiseli Kozan'ı gördüm.

-Bırak onu, bırak dokunma, diye bağırıp yetiştiği gibi güvenliğin kolunu yakalayıp aşağı itti.

Güvenlik yanımızdan uzaklaşırken hiç bakmaktan bıkmadığı o muhtaçlık ifadesi vardı yüzünde.

-Tatsızlık için özür dilerim. Seni ben karşılayacaktım ancak-

-Sorun değil. -diyerek sözünü kestim- Güvenlik ise sadece görevini yapıyordu.

Kozan yürümeye başladı ben de hemen arkasından onu takip etmeye.

-Seni her gördüğümde saçlarına biraz daha beyazlık düşmüş oluyor, dedim.

Hakikaten de öyleydi. Ne ilginç, oyunu oynayıp Erdem'e baş kaldıran benim fakat bundan yorulan kendisi.

Histerik bir gülüş atıp elini saçlarına daldırıp çıkarttı.

-Her geçen gün biraz daha yoruluyorum. Ama yarın son gün. Büyük gün ve son gün. Oylama yarın yapılacak biliyor musun?

Diye sorup çağırdığı asansör açıldığında içeri girip yüzüme doğru döndü. Ben de üstün bir gülüşle içeri girerken,

-Biliyorum, dedim.

Kaşları yukarı kalktı. Buna hayli şaşırmıştı.

-Nasıl bilebilirsin? Oylamanın haberi çok kişiye yayılmadı.

Dilimle dudaklarım üzerinden geçip ellerimi sırtımın arkasında buluşturdum.

-Ben haberin yayıldığı az kişilerden biriyim.

-Red.. -deyip yutkundu- Bazen sadece Peperonni' de bir paketçiden fazlası olduğunu düşünüyorum.

Asansör kapıları açıldığında ondan önce dışarıya çıkmış ve yine bana öncülük yapmasını beklemiştim.

Uzun koridorda biraz yürüdükten sonra suit bir oda olduğu her halinden belli olan yerin kapısını gözünü okuttuktan sonra açtı ve beni girmem için eliyle davet etti.

Açılan şatafatlı altın ve beyaz renkli kapıdan içeriye geçtim. Oda boydan boya pencereliydi. Ve manzaramız bir çok binanın üst katlarını gösteriyordu.

Uzun bir kitaplık, geniş bir masa ve önünde koltuklar standart bir ofiste bulunan eşyalardan sadece bir kaçıydı. Farklı olarak pencerenin önünde bir dart tahtası mevcuttu.

-Nereye oturmak istersin, deyip bir masanın önünde ki bir de pencerenin önünde ki koltukları gösterdi.

Pencerenin önünde ki koltuğa gidip oturduğumda peşimden gelip karşıma geçti.

-Böyle net olman hoşuma gidiyor. İçecek bir şeyler alır mıydın?

-Yok, böyle iyiyim.

Dediğimde kendi cebinden paket çıkartıp dudakları arasına bir dal sigara yerleştirdi. Ardından paketi bana uzatıp,

-Sigara?

Diye sordu. Daha ben cevap vermeden,

-Özür dilerim sadcee yas tutarken içiyordun değil mi?

Başımı salladım.

-Hatırlıyorsunuz.

Öyle olduğuna emin olunca ağzında ki Sigarayı paketine itekleyip iç cebine koydu. Elini oradan boş çıkartmamıştı.

-Peki ya puro içmekle ilgili katı kuralların var mı?

Bana uzattığı kahverengi geniş paketin içinde ki dört purodan birisini çekip aldım. Ve masada ki kibritle tutuşturup sigaradan çok daha sert olan dumanını çektim. Dumanı ağzımın içinde dolandırıp acı aromasını tattıktan sonra dışarı üfledim.

-Gördüğün üzere yok, deyip bir kez daha dudaklarımla buluşturdum puroyu.

Kendisi için bir tane yaktıktan sonra artık derin bir sohbete dalmamamız için hiç bir sebep yoktu.

-Saat sabah on bir. Benimle böyle erkenden buluşmak istemenin sebebi ne?

Belli ki kaçırılma haberleri henüz Kozan'ın kulağına gelmemişti. O zaman hepsinden önce konuya bodoslama girmek en uygunu olurdu.

-Kendimden emin ve net olmamı seviyorsun değil mi Ceyhun Kozan?

-Evet, herkesin isteyip de sahip olamayacağı bir özellik.

Bakalım Kozan, benim Peperonni'de bir üye olmadığımı, Red olmadığımı, Harvey'in karısı olup yetmezmiş gibi senin sadakatini sunmak zorunda olduğun kişi olduğumu öğrendiğinde ne tepki vereceksin?

Cebimden telefonumu çıkartıp kılıfın arkasına soktuğum kimliğimi çıkarttım. Beni dikkatlice izliyordu. Kimliğimi sol elime alıp, sağ elimi yavaşça belime doğru kaydırmaya başladım.

Kozan'ın gözleri elime isteklice bakıyordu. En sonunda elimi ona doğru uzattım. Parmaklarım arasından kimliğimi aldı ve baktı.

Gözleri anında pörtlemiş, vücudu ürpertiyle diklenmişti. Kimliği tutan bir eli titremeye başladığında diğer eli hızla beline gitti.

Saniyeler içinde ikimiz birbirimize belimizden çıkarttığımız silahı doğrultmuş şekilde ayağa kalktık.

-Silahını indir Kozan, dedim elimde ki silahı daha sıkı tutarak.

Başını transa girmiş gibi iki yana salladı. Ve silahını yüzümden göğsüme doğru indirdi.

-Kimsin sen?

-Kimlikte okuduğun gibi. Karmen Ivy As Cindy.

-Ivy As Cindy mi? Bu mümkün olamaz.

-Sana yalan söylüyordum. En başından beri.

Bu mülayim gibi duran adamın neden karanlık dünyanın bir parçası olduğu şimdi ortaya çıkıyordu. Çünkü silahını hiç tereddüt etmeden, bende düşmanlık içeren bir davranış gördüğünde sıkmaya hazırdı.

Gözüm titremiyordu. Onun sıkacağı kurşundan korkmuyordum.

Ama piyonum olacak bu adamla oylamaya bir gün kala aramızı açmayacaktım.

-Neden? Neden bana yalan söyleyip beni kandırdın? Amacın ne senin?

-Harvey'in ölümünden sonra kimliğimi saklamam gerekiyordu.

Hala Harvey'in karısı olduğumu kabullenmiyordu.

-Bu söylediklerinin de yalan olmadığını nereden bileceğim?

Silahımın tehditkâr havasını bilerek yavaşça söndürüp tutuşumu hafiflettim.

-Sana bir sorum olacak Kozan. Erdem ile olan taht kavganda kimseden yardım aldığın oldu mu?

Dilini ağzının içinde dolandırıp,

-Bu seni hiç ilgilendirmez. -dedi sertçe. Senin bana söyleyeceğin tek şey benden ne istediğin? Eğer mantıklı bir sebep vermezsen yemin ediyorum ki seni öldürürüm.

Güldüm. Hatta bu tehditini ciddiye almadığımı göstermek için silahımı tamamen indirip belime geri soktum.

Kozan bu halim karşında kafası karışmış nereye savrulduğu belli olmayan bir saman parçasına benzemişti.

-Alıyor musun yoksa almıyor musun Kozan?

-Alıyorum, dedi dişleri arasından.

-Peki bu yardımı aldığın kişi Kızıl Kehribar olabilir mi?

Ve adamı yerinden sarsan bir şok daha. Başını iki yana sallarken, art arda gelen streslerinin üzerine bir de benim dediklerimden dolayı tiremekten tutmayı beceremediği silahı parmaklarından düştü düşecekti.

-O kancık karıya güvenmemem gerektiğini biliyordum.

-Bana bak! -diye birden çatılmış çehremle bağırdım- Bir daha sakın onun için bu kelimeleri kullanma. Yoksa ne yapacağımı bilemezsin.

Kehribar benim için çok büyük anlamlar ifade eden birisi olmasa bile, herkesin karşımda yer aldığı bu karanlık dünyada kendisi arkamda duruyordu.

Ve ben arkamda duran herkese sahip çıkardım.

-Bak Karmen misin Red misin ne olduğu belli olmayan kadın. Beni tehdit edemezsin, ikinizi de benimle oyun oynadığına pişman ederim.

Benim için gözlerime bakarak ettiği bu tehdit bardağı sakin olarak taşıran son damlaydı.

Bir kere gözlerine baktım ve sonrasında saniyeler içinde bir ayağımla aramızda ki masanın üzerine çıkıp Kozan'ın silah tutan eline ayakkabımın ucuyla vurup havaya uçurdum.

Silah aşağı düşerken Kozan'ın boşta kalan elini ters çevirip sırtına dayadım ve arkasına geçtim. Silah yanımıza yetişmesi saniyeler içinde olurken sol elimle yere düşmeden yakalayıp kafasına dayadım.

Arkasından kulağına doğru hafifçe eğilip,

-Sadakatsizlik, -diye fısıldadım- en nefret ettiğim şey. Ve sen, şuan bunu yapıyorsun.

Ellerimin altında hapis kalan Kozan'ı koltuğuna sertçe geri bastırıp oturmasını sağladım. Ve silahım hala ona tutulmuşken kendi yerime geri geçip oturdum.

Korkuyla bana bakıyordu. Kendi fikrince oyuna gelmişti. Kehribar onu kandırmıştı. Silahın şarjörünü çıkartıp odanın bir köşesine doğru fırlattım. Ve boş kalan gövdeyi masaya Kozan'ın önüne attım.

-Beni iyi dinle Ceyhun Kozan. Sana her şeyi sadece tek seferliğine anlatacağım.

Sessizliğini uslu durmasına yorup yeniden lafa girdim.

-Ben Karmen Ivy As Cindy, Red değilim. Ve Peperonni'de çalışmıyorum. Ölen Harvey'in eşiyim. Onu İgima Dizable öldürdü belki biliyorsundur. Ve ben İgima'dan intikamımı alacağım.

Bu cümleyi söylememin ardından yüzünde alaylı bir gülüş çıktı. Umursamadım.

-O yüzden adım adım ilerliyorum. Bunlardan bir adımda T.G.İ.F'in başına bana ait olan bir köstebek yerleştirmek.

Durdu... Düşündü... Kafasında neler dediğimi tarttı... Terazisinin dengesi şaştı... İtiraz etmek istedi... Edemedi...

-Yoksa bu bahsettiğin köstebek, ben mi oluyorum.

-Harikasın! -deyip bir kez alkışladım- Tam olarak sensin.

Düştüğü küçük duruma hayret etti.

-Bu nasıl mümkün olabilir? Ben, ben Kehribar'la gizli bir anlaşma yapmıştım. Kehribar'la yapmıştım başka kimseyle değil.

-Kehribar benim adamım. Ben kimliğimi gizlediğim sırada benim yerime seninle anlaşma yaptı. Anlaşma neydi? Üzerinden geçmek ister misin?

-Bana Erdem'i devirip yerine geçmemde yardımcı olacaktı. Ben de karşılık olarak ona t.g.i.f hakkında alıcı satıcı ve mal bilgilerini sızdıracaktım.

Kocaman gülümsedim.

-İşte bu saydığın şey benim isteğim. Kızıl Kehribar'ı unut. Senin oyununu oynayan kişi benim.

-Sen misin?

-Evet Kozan, Erdem'i devirecek her hamleyi ben yapıyor sonra sana iletmesi için Kehribar'ı kullanıyordum. Kehribar sadece bir aracı. Sadakatini sunacağının kişi ise benim. Uyanık ol Kozan. Başkası değil, benim.

O yemin veya sözleşme her neyse senin ve benim aramda yapıldı. Kehribar'ın yaptığı bir şey yok, Aker'i devirecek ve öldürecek kişi benim. Tüm planı kuran kişi de öyle.

Akıl almaz bir gerçeklikle yüzleşiyordu şimdi. Belki de Kehribar'ı kandıracaktı. Onu kullanıp atacaktı. Fakat ben çıkmıştım ortaya. Ruhu intikamla yanıp tutuşan bir kadın.

Ve bu kadını kandırmakta onu yarı yolda bırakmakta hayatının hatası olacaktı. Bunu yavaş yavaş anlıyor ve istemeyerek olsa kabulleniyordu.

-Şimdi oyunun gerçek sahibinin kim olduğunu öğrendiğine göre asıl meselemize gelelim. Yarın olacak olan oylama. Bana bilgi ver. Elinde neler var, yarın orada Erdem karşısına ne yapacaksın? Oylamaya kimler gelecek ve saat kaçta olacak?

Kozan bu saatten sonda değiştireceği bir şey kalmadığını fark etti. O artık bir başkasının yardımıyla yönetici olacak ve olursa da bir köstebek olarak devam edecekti.

-Oylama yarın, yani 25 Temmuz saat 18.00'da olacak. Oylamayı yapacak 8 kişi olacak. 2 kadın 6 erkek. Bir de heyet birliği. Bu topluluk fikirleri tartışıp konuşacak ve isterlerse saf tutabilecekler. Ancak son söz o sekiz kişiye bağlı.

-Asesten alıcı veya yöneticiler gelecek mi?

-Evet, öyle sanıyorum.

-Devam et. Elinde neler var?

-Aslında şimdiye kadar Kehribar'dan bana gelecek son yardımı bekliyordum. Elimde onun bir kaç kötü işler yaptığına dair bilgiler var.

Aşağılayıcı bir tavırla güldüm.

-İşe yarayacaklarını sanıyor musun?

-Bilemiyorum Karmen Ivy As Cindy. Benim oraya çıkmamı istedim kadar sen de istiyorsun anlaşılan. Oyunun sahibi de sen isen beni yönlendirmen gerekmez mi?

Resmen kendini muhtaç duruma düşürmemek için dolaylı yoldan ona çözüm bulmuş olmamı istiyordu.

Yanımda getirdiğim kağıtlar işte bu yüzdendi.

-Al bunlar onun Peperonni'den çaldığım özel dosyasından işine yarayacak derecede önemli bilgiler içeren bazı belgeler.

Kağıtları alırken bana dikkatlice baktı.

-Benim satın almak için milyonlar teklif ettiğim dosyayı mı çaldın?

-Evet çaldım. Aynı zamanda seninkini de çaldım. Ve o dosyanın içinde beni rahatsız eden çok şey yazılıydı hakkında.

-O dosyayla senin ne işin olabilir ki? Dostluk kurduğumuza inanıyordum.

Dilimi damağıma art arda vurdum.

-Biz sadece birbiri üzerinden geçinen parazitleriz.

Ona uzattım belgeleri alıp okumaya başladı. Ancak ben süreci hızlandırmak için uzun paragrafları kısalttım.

-Orada Erdem Aker'in işlediği toplu cinayet vakasından bahsediyor. 8 ay önce, iş üzerinde oldukları eski bir depoda işlerin ters gitmesi sonucu yüklü miktarda mal heba olmuş. Bunun üzerine Erdem, orada ki tüm adamlarını silahla öldürmüş. Toplam 7 farklı ceset.

Bununla heyete Erdem Aker'in kendi çalışanlarının canını hiçe saydığını onun adeta bir vahşi hayvan gibi insan öldürüp bir çok soruna yol açtığını söyleyeceksin.

Kanıt olarak ta bu belgeleri önlerine sunman yeterli.

Belgeye bir kez daha göz attıktan sonra başını salladı. Ve ben tam ona kaçırma operasyonundan bahsedeceğim derken cep telefonu çalmaya başladı.

Kozan telefonu iç cebinden çıkartıp baktı.

-Bu önemli olabilir, açmam gerek, deyip telefonu hızla kulağına dayadı.

Ayağa kalkıp benden biraz uzaklaştı. Birden ofisteki tüm camları titretecek kadar gür sesle bağırmaya başladı.

- NE DİYORSUN LAN SEN? NASIL OLDU LAN BU?

Sessizlik

-NE DEDİN SEN?

Telefonu kulağından indirdiği gibi bana doğru dehşetle bakan gözlerle döndü. Ben hızla ayağa kalkıp ne olduğunu soracakken dibime kadar sokulup beni boğazımdan yakalayıp sıkması ani olmuştu.

Kuvvetli kolu boğazımı öyle bir sıkıyordu ki nefes alamadığımdan düşünemiyordum bile. Ciğerlerimde soluyacak hava kalmadığında çırpınmaya başladım.

Eli bir anlık genişlediği anda nefesi içime çekmiş ve var gücümle onun karnına tekme vurup geriye doğru savunmuştum. Üzerime ipini kopartmışçasına geri koştuğu sırada belimde ki silahı çıkartıp ona tuttum.

-Bir adım daha atarsan kurşunu kafana yersin.

Adeta hayvan gibi soluyordu karşımda.

-Sen, sen ne yaptın böyle, dişlerini dudaklarına geçiriyordu.

-Sana telefonda ne dediler? Diye sordum sert ve otoriter bir şekilde.

-Ne mi dediler? OROSPU ÇOCUĞU ERDEM SEVGİLİMİ KAÇIRMIŞ LAN. Öldürecek lan onu. Öldürecek. Benim o piçten saklamak için kırk takla attığım biricik sevgilimi yarım saat önce evime baskın yaparak kaçırmış.

Ağız dolusu küfürler mırıldandım. Ve karşımda duran bu şerefsiz de sonuna kadar maalesef haklıydı. Şimdi Cansu gibi bir masum daha birileri tarafından kaçırılmıştı.

Tek fark Kozan'ın sevgilisini kaçıran kişinin psikopat acımasız bir katil olduğuydu.

-Ne yaptın sen böyle? Konuş kadın? O şerefsizi böyle sinirlendirecek ne yaptın? Bana mesaj iletmiş, ya müşterilerini ona geri vereceğim ve olayın üstüne kapatılacak ya da bana sevgilimin cesedini yollayacakmış.

Bir çıkmaz yol daha. Karmen, çıkış sandığın yol duvarlarla örülü. Ne yapmalısın? Düşün Karmen, hemen düşün. Hızlı düşün hızlı hareket et. Diye saniyeler geçmeden kafamın içinde binbir farklı olasılık ve ihtimaller, sorunlar ve çözümler geçiyordu.

-NE YAPTIN SEN DİYE SORDUM!

-Bu sabah Erdem'in önemli bir alıcısını kaçırdım. Ve onun yanında iki t.g.i.f ve bir ne olduğu bilinmeyen kişileride öyle.

-Böyle bir boka nasıl bulaşırsın? Erdem'in karşılık vermeyeceğini düşünmedin mi?

-Boka mı? Nasıl mı? Aptal adam elinde ki kağıt parçası yeter mi sanıyorsun? Sana neyin var diyorum susuyorsun. Seni harika olduğun için yönetici yapmayacaklar. Erdem çok kötü olduğu için yapacaklar. Ama ne gülünç ki şerefsiz işini iyi yapıyor. O yüzden alıcısını kaçırdım.

Yarın oylamada bunu da öne sunacaksın. Müşterilerine vermediği değeri ve güveni. Anladın mı şimdi?

-Sikerim t.g.i.f'i de yöneticiliği de. Ne istiyorsa vereceğim, o rehinelerin de dahil. Sadece kız arkadaşımı istiyorum. Duydun mu? Yoksa onu öldürecek.

-Saçmalama. Öldürmeyecek. Senin elinde daha fazla rehine var.

-Ne önemi var. Onda bir tane elmas bende bir sürü kömür var. Sevgilim diyorum, benim en önemlim.

-Senin için önemli Kozan. Erdem için değil. O aşktan anlamayan bir adam. Onun elinde şuan gereksiz bir kadın var sadece. Senin elinde ise Kolombiya da Martinez kartel sahibi Gustavo Martinez ve isimlerini bilmediğim 3 kişi daha var.

Kozan biraz sakinleşince silahımı belime temkinlice geri koydum. Artık oturmam mümkün değildi. Çünkü planına katmam gereken bir başka etken daha vardı.

Ani stresimi atmak için duvarda yer alan dart tahtasına doğru gidip okları aldım.

- Ben burada kız arkadaşımın canı derdine düşmüşüm. Ne bu sende ki rahatlık? Bak Karmen onun bu işlerle hiç bir ilgisi yok. O masum, o suçsuz.

O böyle dedikçe aklıma ben ve Harvey gelmişti. Bunun üzerine birinci oku dart tahtasına fırlattım. Orta noktadan çok uzakta düşük puanlı bir yere saplanmıştı.

-Sevgilin ölmeyecek Kozan. Sen sadece yarın ki oylamaya hazır ol.

Kozan yanıma ağır adımlarla yaklaşmıştı.

-Onu hemen kurtarmam lazım.

-Onu yarın kurtaracaksın.

Tam itiraz edip bağıracakken sertçe ikinci oku fırlattım tahtaya.

-Sus Kozan, herkes bu oyun boyu kendinden bir şeyler feda etti. Yarına kadar sabret ben planı ayarlayacağım.

Adamı gerçek manada kederli bir hal kapladı. Ceyhun Kozan'ı sırf aşkına bu denli sadık olduğu için tebrik edebilirdim. Tabii gerisi tükürülecek bir karakterdi.

-Yarın bende oraya geliyorum, dedim .

-Neden?

-Oylama sonuçlandığı an Erdem Aker'i öldürmek için. Sonuç Olumlu veya olumsuz olsa bile yarın ölecek.

Ve 3. Oku da fırlattım. Alt ve uç tarafa denk gelmişti.

Kozan'ın çaresizlikten artık dili tutulmuştu.

-Bana şeyden bahset. -dedim zorlanarak- İgima Dizable'den. Bu konudan haberi var mı?

Kozan aklı başka yerde olsa bile istemeden cevap verdi.

-Bireysel olarak onunla hiç konuşmadım ya da t.g.i.f'te görmedim. Biliyorsun işlerini titizlikle gizliden yönetiyor. Sadece bir kere birisi gelmişti. Dizable'den mesaj var.

"Savaşınız gürültülü olacağı kadar sessiz ve vahşi olacağı kadar masum gözüksün. Kendinizi karanlığa teslim edin ve bilinmezlikle bir olun. Bir hayalet insanların gözü önünde her şeyin sahibi olabilir. Fakat insanlar hala kendilerine ait sanacak kadar salak dururlar. "

Diye bir mesaj iletmişti bize. Hala ezberimde çünkü düşünmekten onlarca kez okumuştum.

Şimdi de ben düşünüyordum. Ve düşünürken 4. Oku 1. Ok ile aynı hizaya sadece biraz altına fırlatıp sapladım.

-Birini bile tutturamadın. -dedi tahtaya bakıp- Hem sen kimsin ki kendine bu kadar güveniyorsun?

-Ben Karmen Ivy As Cindy. Oyunu oynayan, her hamleyi atan, şah yapan ve Mat ile bitirecek olan. Seni kendi çıkarları için yönetici yapacak ve o bilgilerle yönetici olduğun yeri çökertecek kişi. Seni yaşatacak ve Erdem Aker'i öldürecek olan kadın.

Başımı Erdem'e doğru tamamen çevirdim. Yüz yüzeydik.

Dart tahtasındaki okları noktaları birleştirdiğinde ortaya K harfi çıkacak şekilde atmıştım hepsini.

Ve sonuncusu da ortaya gidecekti. Tam ortasından vuracaktım K harfini. Yani Kozan'ı.

-Karmen Ivy As Cindy, Gözlerime iyice bakma Ceyhun Kozan. Çünkü bakarsan son göreceğin şey de onlar olur.

Ve bana ihanet etme. Çünkü edersen sana gözlerimi ezberletene kadar baktırır, ardından sonunu getiririm

Gözlerimi Kozan'ın üzerinden çekmeden başım hala ona dönükken Elimde ki son oku tahtaya bakmadan fırlattım ve gülümsedim. Ardından odasından çıktım.

Kaça vurduğuma bakmayacaktım.

Çünkü tam on ikiden vurduğuma kesinlikle emindim.

⛓️⛓️⛓️

Kendimi önce suit odadan sonra şirketten dışarı attığımda içimde kimliğimin artık yakın çevre hariç başkalarınım tarafından da bilinmesinin verdiği huzursuzluk dolduruyordu.

Şirket kapısının önünde, caddenin ortasında durup kaldırım kenarlarına bakındım. Kendi arabamı diğer arabaların önünde görmeyince omuzlarım düştü.

Sırf konuşmayıp haberleşmedik diye beni burada bırakıp gitmiş miydi?

Hayır bu kadar da olmaz. Ceyhun bunu yapacak bir adam değildi.

O yüzden yürümeye başladım. Orada durmasa bile tamamen uzaklaşmış olamazdı.

Biraz yürüyüp köşe başında boşluğa yetiştiğimde orada tek başına park edilmiş arabamı gördüm. Hızlı adımlarla yanına yetişip arka kapısını çektim.

Kilitliydi.

Artık yeter.

Telefonumu cebimden çıkartacağım anda arabadan kilit açılma sesi çıktı. Binmeden önce sıkıntılı bir nefes verdim.

Bu Ceyhun'la ilk kavgamızdı.

Planları, oyunları, Erdem'i de Kozan'ı da siktir etmiştim. Onun için canımı bile feda edebileceğim adamla kısa ve uzun sürecek olsa bile hiç bu hallere düşmek istemiyordum.

Ceyhun benim dostumdu. Hemde bu kararmış kalbimde ona layık saf ve temiz bir sevgi bahşettiğim dostum.

Arabanın kapısını açıp içeriye geçtim ve oturduğum gibi kapıyı çarparak kapattım. Başımı hemen cama doğru çevirmiş, Ceyhun'a hiç bakmamıştım.

Birazdan harekete geçtiğimizde ona bir diğer konumu gösterirdim o kadar.

Fakat araba bir türlü hareket etmiyordu. Ön tarafta oturan adam sanki yerine sığmıyor gibi hareket edip duruyor ve boğazından hırıltılar çıkartıyordu.

Ve yarım dakikalık sessizlikten sonra,

-AL! Diye yüksek sesle bağırdı.

Başımı neyden bahsettiğini anlamak için ona çevirdiğim sırada, üzerime pembe paketli bir buketi fırlatarak atmıştı.

Asla yaşayacağımı beklemediğim bu durum karşısında ne yapacağımı bilemedim. Yüzüm kireç vurmuş gibi donup kaldı.

Dizlerime düşen bukete gözlerimin ucuyla baktığımda içinde bir demet beyaz laleler olduğunu gördüm.

Aynı şaşkınlıkla gözlerimi Ceyhun'a çevirdim. Yüzü utançtan mı, heyecandan mı belli olmayan sebepten kızarmıştı.

Fakat bana bakmamış sadece direksiyonuna kilitlenmişti.

-Bunlar ne, diye sordum titrek çıkan sesimle.

Ceyhun boğazını temizlemek için bir defa öksürüp hafifçe bana döndü. Göz ucuyla bir benim suratıma bir de dizlerime duran bukete bakıp başını iki yana salladı.

-Böyle olmadı, dedi kendi kendine.

Sonra ani bir hamle yapıp dizlerim üzerinde ki paketi aldı. Kendine biraz çeki düzen verdikten sonra koltuğunda bana doğru tam olarak dönerek beyaz laleleri düzgünce uzattı.

Bu sefer biraz gülümseyebilmiştim. Tam elimi uzatıp alacağım derken daha yetişmeden,

-Yok, böyle de olmadı, deyip kendini de çiçekleri de uzaklaştırdı benden.

Bir kaç saniye sonra kapısını açtı ve bana,

-Arabadan in, diyerek hışımla indi.

Bu adam... Bu adam başlı başına apayrı bir mesele ya.

Arabadan indiğimde Ceyhun hemen karışma gelip bana bir defa baktı. Ve işte bu bakışlarında ne hissettiğini anlamıştım. Kendisine suçluluk bana ise acıma duyuyordu.

Elinde ki beyaz lale buketiyle karşımda birden diz çöküp başını toprağa doğru eğdi ve çiçekleri bana doğru kaldırdı.

-Ne, ne, ne bu? Evlilik teklifi mi ediyorsun,dedim gülerek.

Ve yan taraftan gelen bir alkış sesi yükseldi.

-Bir ömür boyu mutluluklar dilerim, dedi rastgele bir genç adam ve alkışına devam ederek karşı kaldırma geçti.

Ceyhun yandan yana adama ters ters baktı. Ve sonra mahcup yüzünü bana doğru kaldırdı.

Çok yakışıklıydı. Koyu kahverengi saçları ve kesimi, can yakan bakışları, yüzüne ayrı bir hava katan sakal ve bıyığı... Her şeyiyle çok yakışıklı bir adamdı fakat bunun farkında değildi.

-Evlilik teklifi etmiyorum. Özür diliyorum. Özür diliyorum Karmen. Beyaz Laleler, özür dilerken verilirmiş.

Gözlerimin içi yanıyor, burnumun direği sızlıyordu. Bunca zamandır içimde yük gibi taşıdığım kalbim pamuk kadar hafiflemişti.

Beyaz Laleleri öylece durup izledim. Ceyhun'un ağzından çıkan bana atfedilen özürleri dinledim. Bana hala kıymetli ve masum bir kadın gibi hissetirdiği bu anın tadını çıkardım.

Tanrıdan merhamet dileniyordum.

Merhamet edin bunlar benim son günlerim, diyordum.

Edilmişti. Bu günler içinde bana edilecek ilk ve tek merhamet şu beyaz laleler kadar temiz adamdan gelmişti.

Çiçekleri hala almadığımı görünce telaşlanmıştı. Ayağa kalkıp bana doğru kendini hafifçe eğdi.

-Karmen, affet lan beni. Affet kızım, istediğin kadar özür dilerim ama lafta değil yüreğinde affet.

Ellerimi yavaş yavaş kaldırıp bukete uzanıp parmakları arasından aldım. Çok güzellerdi. Üstlerine doğru eğilip derin bir nefes aldım. İnce ve zarif bir kokuya sahiplerdi.

-Çok güzeller, çok beğendim.

-Özrümü kabul ediyor musun peki?

Başımı sağa sola salladım.

-Sen özür dileyecek bir şey yapmadın Ceyhun.

Asla bu dediğime hak vermedi.

-Hayır yaptım. Evden çıktığında benimle konuşmadan önce yüzün asık değildi. Benimle konuştuktan sonra asıldı. Yani bunu suçlusu benim. Ayrıca sana küs kaldım. Bu zor durumda, herkesten ayrı bir tepik yerken yetmezmiş gibi ben de onlardan biri oldum.

Sustum. Çünkü hayır desem bile o neler olduğundan kesin emindi. O yüzden suyuna doğru gittim.

-Özrünü kabul ediyorum Ceyhun Dinç. Hem kavlen hem kalben.

Nihayet yorgun yüzünde bir tebessüm genişlemişti.

-Ve bu beyaz laleler, -deyip bir kez daha kokladım- çok güzeller.

Onu affetmemin ardından çocuksu bir heyecanla yerinde kıpırdandığında hiç düşünmeden üzerine atlayıp ona kocaman sarıldım.

O da geniş bedeni ve kolları arasına aldı beni. Ve çenesinin altını başımın üzerine yasladı.

-Seni seviyorum. -diye fısıldadım- Söylemek için geç kalmadan söyleyeyim.

-Eyvallah kadın. Duygularımız karşılıklı.

Tam boğazımdan bir hıçkırık kopacakken bunu fark eden Ceyhun beni hemen kendinden uzaklaştırdı.

-Sen çok duygusala bağladın. Sana biraz aksiyon lazım. Söyle nereye götüreyim seni?

Deyip hızla arabaya doğru gitti. Belki engel olmak istediği şey benim değil kendi gözyaşlarıydı.

Ben de hemen arkasından arabaya bindim. Arabayı çalıştırmış ona verdiğim konuma baktıktan sonra harekete geçmişti.

-Bir şey daha var, dedi gözlerini kaçırarak.

-Daha ne var be adam?

Elini yan taraftaki koltuğa uzatıp bir poşet aldı ve onu da arkaya doğru fırlattı.

-Bu ne şimdi, deyip poşetin içine baktım.

-Ivır zıvır işte kadınsı şeyler. Kusura bakma olur mu? Bu işlerden anlamıyorum ne alacağımı bilemedim. Acelem de vardı, düşünemedim.

Gülüp hevesle poşeti karıştırmaya başladım.

-Aa bir çikolata, yenir.

-Afiyet olsun.

-Aa, saç bakım kremi mi? -deyip gülmemek için birbirine bastırdım dudaklarımı- Ne demek istiyorsun Ceyhun? Benim saçlarım çok mu kötü?

-Ya ne alakası var? Ne bileyim kadın, bilmiyorum aldım işte.

-Vay vay vay. Bir adet törpülü tırnak makası ha?

-Bilmiyorum indirimdeydi.

Kahkahalarla gülerken birden hıçkırıklarla ağlamaya başladım.

Ceyhun'un sürüşü bozulmamış ancak kafasını bana çevirip duruyordu.

-Lan kadın, niye ağlıyorsun yav şimdi?

Tutamıyordum kendimi. Ağlıyordum, uzun zamandır içimde yalnızlığım için biriken gözyaşının ufak bir kısmıydı bu.

Nefes almadan, dakikalarca ağladım. Poşetin içinde ki diğer şeyleri de gördüm bir kez daha ağladım. Lalelere baktım, ağlamaya devam ettim.

O kadar yoruldum ki, böyle güzel şeyleri bir daha asla yaşamayacağım sanıyordum.

-Ağlama yavrum ya, Allah'ını seviyorsan ağlama, dese bile onun da gözleri kıpkırmızı olmuştu.

Gözlerimden acı verici yaşlar süzülürken zar zor dudaklarımı oynattım.

-Harvey'in ölümünden sonra kimsenin, beni çiçek almaya layık görecek kadar çok değer vereceğini sanmıyordum.

Kelimelerim ağlamalarım arasında boğuldu. Buğulu gören gözlerim Ceyhun'a iliştiğinde onun da yola bakan gözlerinden yavaş yavaş yaşlar aktığını gördüm.

Şiddetle akan gözyaşlarım arasında içimden çıkmak isteyen acı feryatlara engel olamadım.

-Herkes, herkes bana çok kötü davranıyor Ceyhun. Harvey öldü diye beni sahipsiz gördüler. Üzerime çıkıp tepindiler. Beni insan yerine koymadılar. Biri çıkıp özür dilemedi. Kocam öldü, kimse acımı anlamadı.

Ceyhun gibi koskoca olan adamın boğazından aciz bir ses gelmişti. Yumuşak kalbi benden çok kırılıyor, halime en az benim kadar yaş döküyordu.

-Patlayacak olan kafamı dağıtmak için intikam peşinde koştum kocamın katiline benzetildim. Daha ayakta duracak gücü zor bulmuşken, bana sadece kocamın değil tüm masumların intikamını almam için yalvardılar.

Ama kimseyi suçlayamıyorum. Kendim hariç kimseyi suçlayamıyorum. Ve korkuyorum. Bu oyunun sonundan korkuyorum.

Ama en çok kendime acıyorum. Yok, yaşayamıyorum Ceyhun. Yemek yiyemiyorum, uyku uyuyamıyorum. Kalbim bir yük taşıyamıyorum. Kafamın içi susmuyor sağır olmak istiyorum.

Niye lan? Niye lan Ceyhun? Niye be adam? Niye ben bu hallere düştüm? Ben bunları hak edecek ne yaptım?

Verecek cevabı yoktu, o benim halime acıyan tek kişiydi. Beni hala masum gören, bana ağlayan tek kişi.

Bir kez daha bağırarak ağlamaya başladım. Belki de bu kadar yüksek sesle ağlamamın sebebi yarın atılacak olan çığlıkların korkunç sesini bastırmak içindi.

⛓️⛓️⛓️

Güney Emlakçılık.

Kızıl Kehribar'ın ufak iş yeri. Tam önünde duruyordum. Buraya az önce yetişmiştik.

Ağlamamızın arından kendime gelmek için biraz daha Ceyhun'un aldığı poşetin içindekilerle alay etmiştim. Özellikle tırnak makası. Ve pembe ayıcıklı anahtarlık.

"Burada da ayı gibi bir kadınım demek istiyorsun" demiştim o da daha fazla dayanamayıp " evet öylesin diye aldım" demişti.

Evet, bu kadar ön hazırlık yeterli. Zaten onunla hal hatır gidermekten başka yapacağım bir şey yoktu.

Kapıyı itip içeriye geçtim. Buraya sadece bir kere gelmiştim. O da Emir'in kaçırıldığı zaman. Fakat hiç değişiklik yoktu. Kutu kadar ufak bir hol, eski bir koltuk yine köşede ve vezne.

Veznede duran kadın bile aynıydı.

-Buyrun Karmen hanım. Nihal hanım içeride sizi bekliyor.

Kadına göz kırpıp yan tarafta ki kapıya doğru gittim. Üç kere tıklattıktan sonra hiç beklemeden içeri daldım.

Karşımda sandalyesine yayılmış bir şekilde oturan uzun zamandır görmediğim Kızıl Kehribar duruyordu.

Üzerinde eski moda desenli kısa kollu bir beyaz gömlek vardı. Saçları biraz daha kısalmış ve kırmızılığı seyrekleşmişti. Kırmızı lensli gözleri iştahla bakıyordu.

Beni gördüğünde ayaklandı. Her zaman düşük olan göz altları ve kuru olan dudakları beni görünce sevinçle kıvrıldı.

Dişlerini göstererek sırıtıyor ve bana doğru yaklaşıyordu.

-Kapıyı çaldın ama ben gir demedim, dedi gözlerini kısarak.

-Senin gir demen için çalmadım zaten. Kendime gösterişli bir giriş yapmak istedim, dedim sinsi ve kibirli bir tonlamayla.

-Vay sürtük! Deyip elini bana doğru uzattı.

-Oo Kehribar hanım. Pardon lakap yasaktı değil mi Nihalciğim?

Dedim ve bende elimi uzatınca kısa bir el sıkışması devamında Nihal'in beni elimden tutup kendisine doğru çekmesiyle bir sarılma anı yaşanmıştı.

İkimiz birbirimize sanki yıllardır görüşmediğimiz bir dost edasıyla bakıyorduk.

-Gel oturalım. Kahve, çay ne içersin?

Masasının önünde ki iki koltuktan birine oturunca ben de karşına geçtim.

-İkisi de olmasın. Çünkü fazla kalmayacağım. Seni görmeye geldim. Hasretimden yanıp tutuşuyordun, bensiz yataklara düştüğünü öğrendim. Fazla naz yapmadan geleyim dedim.

Hafif titrek sesiyle güldü.

-Ha, ha, ha sürtük. Seni depresif görmeyi bekliyordum onca şeyin ardından.

-Öyleyim zaten. Sadece bunu iyi saklamayı bana sen öğrettin.

Gözlerini kısıp beni baştan aşağı süzdü.

-Gerçekten de özlemişim, dedi kısık sesle.

Hemen ardından konuyu değiştirdi.

-Kozan'la konuşmuşsun haberi geldi.

-İyi olmuş anlatmama gerek kalmadı.

Biraz susup dilini ağzının içinde yuvarladı. Ben de her şey normalmiş gibi oyuncu bir rahatlıkla ona bakmaya devam ettim.

-Neden buluşup kimliğini açığa verdin, diye ben merkezli bir soru sordu.

Fakat bunun altında yatan anlam ise "neden buluşup oyunun sahibinin sen olduğunu söyleme gereği duydun? Bana güvenmiyor musun?" Olacaktı.

Normalde bunu kendisi dobra bir şekilde söylerdi. Fakat bu kısa hatır buluşmamızda tatsızlık çıksın istemiyordu.

-Bunu kişisel algılama Nihal. Bana sürekli ne olursa olsun kimseye güvenmememin dersini sen verirsin. Bu da onlardan biri. Sadece önlem. İleriye dönük basit bir önlem.

Sertçe yutkundu.

-Senin Karmen olduğunu öğrendiğinde ne yaptı?

-Şaşırdı.

-Başka?

Başımı iki yana saldım.

-Sevgilisini kaçırmışlar.

-Beni ilgilendirmiyor, risk almasını bilecek, dedim vicdandan yoksun bir acımasızlıkla.

-Gel bir şeyler içelim öyle kuru kuru dedikodu gitmiyor.

-Dedim ya fazla kalamam. Bu sabah bereketli geçti. Garajım tıka basa rehine dolu.

Kuru dudakları kahkaha atınca hafif çatlamış ve kanamıştı. Gözlerinin morluğu ve içe göçmüşlüğünün hala devam etmesi kendisinin içmeye devam ettiğini gösteriyordu.

-Onlarla ne yapmayı düşünüyorsun?

-Kafamda sevgilisi ve bendekiler arasında rehine takası var. Yarın için planları düşünüyorum hala. Şimdi bir şey demek için erken.

Birbirimizi gördüğümüz anda başladığımız sorgu sual silsilesi ardı kesilmeden devam ediyordu.

-Benimkiler nasıl? İş görüyorlar mı?

-Onlar artık benimkiler de sayılır. Ayrıca her biri on numara beş yıldız iş görüyor.

-Fark ediyorum. Hepsinde bariz değişimler var. Hele ki Dilaver'de. Duygusal olarak biraz daha açılmış ve kendini yalnız hissetmekten kurtulmuş gibi.

Bakışlarımla Nihal'i derin derin süzdüm. Saklamaya çalıştığı fakat beceremediği bir şeyler vardı.

-Çekinme Nihal, bana ihtimalleri sor. Onlar için endişeleniyorsun.

-Tabii ki endişeleniyorum Karmen. Onlar benim ailem. Çocuklarım gibiler. Ve oynadığımız oyun tehlikeli.

Başımı salladım.

-Arkamda yandaş olarak duran herkesi kanımın son damlasına kadar korumak benim boynumun borcu. Elimden geleni yapıyorum. Gelmeyen içinde zorluyorum. Fakat bu oyunun başında sen de ölümcül bir tehlikeyle baş başa olduğumuzu biliyordun. Sona geldik ancak bu ihtimal sanki ilk kez karşınıza çıkıyor gibi korkakça beni suçlamaya kalkma.

Elleriyle sakinleşmem için ricada bulundu. Ani yükselmem yine aniden sönüverdi. İşte bu kadardı sohbetimiz. Birazdan kalkıp eve gitsem iyi olurdu. Garaj şuan için en önemli noktaydı.

-Aklıma takıldı da sana bir şey sorayım dedim.

-Ne oldu, derken gerilmişti.

-Sen bana verdiğin tüm bu bilgilere nereden ulaşıyorsun?

Gözlerini benden kaçırmıştı. Sonra bunu yapmak bir hastaymış gibi kaçırdığı gözleri üzerime dikti.

-İçerde köstebeklerim var. Niye sordun?

Dudaklarımı büzdüm.

-Bilemiyorum, öyle aklıma takıldı sadece. Neyse ben artık kalksam iyi olur. Oyun bitince, rahat kafalarla tekrar konuşuruz. Yani yarından sonra.

Benim ayağa kalkmamla o da kalkmıştı.

-Yarın bahtınız açık olsun. Her şeyden önce kendine ve yandaşlara dikkat et sürtük. Yaşamaya çalış olur mu?

-Olur, çalışırım.Teşekkür ederim, deyip el sıkıştık.

Bu sefer sarılmadan ben ufak ofisinden çıktım. Veznedeki kadına giderken de göz kırptıktan sonra kendimi beni bıraktığı yerde bekleyen arabamın içine attım.

-Şimdi nereye süreyim?

-Eve.

⛓️⛓️⛓️

Evin bahçesine yetiştiğimizde arabayı park etmiş ve inmiştik. Hediye dolu poşetimi ve lale buketimi alıp arabadan indim.

Bir kaç adım önümde yürüyen Ceyhun'un yanına koşar adım yetişip onunla beraber yürümeye devam ettim.

Garaja doğru gidip hafif indirilmiş kepenkin altından eğilip içeriye geçtik. Cansu rahat koltuğunda oturmuş telefonuna bakıyordu.

Emir ve Hollanda ise garajın iç tarafında bir şeyle uğraşıyorlardı. Yerde ki dört rehine hala baygın yatmaktaydı.

-Biz geldik, diye seslendim.

Hepsi başlarını işinden kaldırıp bana doğru döndü. Cansu telefonunu cebine sokup bana başıyla selam verdi.

Emir işini bırakıp bana doğru yaklaşıyordu. Ben ona gülümserken onun suratını birden öfke kapladı. Ayrıca bakışları beni korkutacak derecede sertti. Yanıma iyice sokulup eliyle başımı yumuşakça tutup yukarıya doğru kaldırdı.

-Boğazının etrafı niye kırmızı, diye hiddet dolu sesiyle sordu.

Elini tutup aşağı indirmek istesen bile o elinin tersiyle beni itti ve cani bakışlarını arkamda ki Ceyhun'a yöneltti.

-Karmen konuşacak gibi değil. Sen söyle, bu kadının boğazının bu hali ne?

Ceyhun Emir kadar dikkatli olmadığından daha ilk kez şimdi fark ediyordu kırmızılıkları.

-Bilmiyorum, dedi şaşkınlıkla.

-Bilmiyor musun? Onunla beraber değil miydin? Nasıl bilmiyorsun? Bu kadın bu hale gelirken sen neredeydin?

Emir'in gazap içinde ki sinirleri tamamen bana bunu yapana karşıydı. Fakat bunu nereye savuracağını bilememesi onu kontrolsüzleştiriyordu.

-Emir, diye ismini seslendiğimde gözleri hemen beni buldu.

-Efendim söyle güzelim, kim yaptı bunu?

Derken baş parmağıyla boğazımı narin dokunuşlarla okşadı.

-Basit bir iş kazası, deyip ondan geriye bir adım attım.

Boğazından gelen aksi bir sesle nefes verdi. Gözlerini sakin kalmak için birbine bastırıp açtı. Ancak başarısız olmuştu.

-Bana yalan söyleme Karmen lütfen. İsim ver sen de rahatla ben de rahatlayım.

-Emir, lütfen. Önemli bir şey olsa veya ben halletmesem söylerdim. Ama benim hatırım için sakin ol. Tamam mı?

Dilini dişleri arasına almış sertçe eziyor ve adeta burnundan soluyordu. Başını mecburiyetle aşağı yukarı sallarken gözleri elimde tuttuğum beyaz lale buketine takıldı.

Orada bir süre öyle kaldı ve sonra gözleri hızla yukarı çıkıp ben ve Ceyhun arasında gidip geldi.

Hemen önünden çekilip rehinelerin yanına gittim.

-Hiç uyandılar mı?

-Hayır, dedi Emir dümdüz

-Hollanda yanıma gel.

Genç kız elindekileri bırakıp bana doğru geldi.

-Nasılsın?

-İyiyim sağol, dedi örgülerini öne getirip.

-Biz gittiğimizde üstlerine bol bol su dök. Hepsini uyandır. Önce bağırıp çağırır boş tehditler savururlar. Kaçırıldıklarını kabullenip seslerini kestiklerinde beni o zaman çağır.

-Tamam yaparım.

-Yanına birazdan başkalarını gönderirim.

Başını salladığında çıkışa doğru döndüm.

Emir'in gözleri elimde ki lalelere kayıp duruyordu.

-Hadi eve geçelim, deyip önlerinden çıkıp gittim.

Evime geçtiğimde hemen salona doğru yürüdüm. Koltuklarda Maytap, Skar ve Hazar oturuyor ve sohbet ediyordu.

-Bakıyorum da keyifler yerinde, dedim ortalarına geçip.

-Patron! Nerelerdesin özledik seni ya? Bu sabah ne yapmışsın öyle?

Maytap'ın kocaman gülümseyen gözlerine bakıp gururla göğüslerim kabarttım.

-Erdem Aker'e büyük vurgun. Karmen bu işi iyi biliyor, dedi buruk bir gülümsemeyle Skar.

-Tabii canım öyle. Arabada sükunet içinde oturuyorum bir baktım içeride silahlar patlıyor, dedi Hazar çok yaşamış geçirmiş gibi.

-Helal olsun, hemen de geldin içeri.

-Neden yalnız bırakayım ki sizi, dediğinde bu cümleyi önceki Hazar'a onun söylediğini söylesem asla inanmazdı.

Ceyhun Skar'la tokalaşıp onun yanına geçip oturdu. Onu görmemle aklıma karpuz kabuğu sokuldu.

-Çok mutluyum, diye bağırdım birden.

-Neden Patron?

Parmak uçlarımı şıklatırken bedenimi hafifçe ritim içinde hareket ettiriyordum.

-Çünkü Ceyhun bugün bana evlilik teklifi etti.

-Bakın çiçeklerim, deyip laleleri gözlerine sokar gibi nispetle gösterdim.

-Ve bakın bu da yüzüğüm... derken poşetin içinde ki anahtarlığı çıkartıp yüzük parmağıma geçirdim.

Salonumda büyük bir kargaşa doğmuştu. Her bir ağızdan sesler gelirken Emir'in elinin, Ceyhun'a dehşet içinde bakarken resmen silahına doğru kaydığını gördüm.

Maytap ayağa fırlamış Ceyhun'un yanına gidip onunla sarılmaya çalışıyordu.

-İzim ver tebrik edeyim reyis. Patronum evleniyor hem de seninle, dedi şakayla karışık.

Hepsi dalga geçtiğimi bilse bile bununla ciddiyet içinde dalga geçiyordu.

Hazar ayağa kalkıp cebinden elli lira çıkarttı.

-Yoksa bu o gece elden ele dolaşan elli lira mı, dedim gülerek.

-Ta kendisi. Harcamadım hiç, bak size nasipmiş. Al Ceyhun abi, çeyiz dizersin, deyip elli lirayı eline sokuşturdu.

Ceyhun, diğerleri gülerken parayı sinir küpü gibi yere fırlattı. Maytap ise kaşla göz arasında elli liranın üstüne atlayıp cebine soktu.

-Oh, kısa günün kârı, demişti birde.

-Olmaz değil mi? Benimle uğraşmasan olmaz, dalga geçmesen olmaz, diye isyan ediyordu çaresizce.

Skar babacan bir tavırla Ceyhun'un omzuna vurup nasihatler vermeye başladı.

-Bak evlat, böyle olmaz. Önce kızımızı bizden isteyeceksin. Neyin var neyin yok sayacaksın. Ben kilosu kadar altın isterim. O kadar altın alacak paran var mı?

-YOK! , diye bağırdı Ceyhun sinirle.

-BENİM VAR!

Diye bir ses gelmişti yan taraftan. Tüm herkesin gözü bunu diyen Emir'e kaymıştı. Emir sanki bunu diyen kendisi değilmiş gibi sustu.

Skar'ın gözü memnuniyetle parladı. Ve ardından bağırdı.

-O zaman kızı verdim gitti!

⛓️⛓️⛓️

Saatler akşama dayanmıştı. Güneş batmış bize ait olan karanlık ortaya cirit atmaya çıkmıştı. Saatlerdir evin içinde Hazar'la beraber garajda ki rehinelerin kim olduğuna bakıyordum.

Gustavo Martinez'in kim olduğu zaten belliydi. Hazar'ın da dediği gibi iki adam da t.g.i.f'te alıcı olarak çıkıyordu. Diğer kadının ve tuhaf saçlı tercüman olduğunu tahmin ettiğim adamın karanlık dünya'nın belirli kimlikleri arasında yeri yoktu.

Hollanda hepsini saatler önce sulayarak uyandırmış ve sessiz kalmalarına dek beklemişti. Yanına Skar ve Maytap'ı göndermiştim.

Ceyhun yanımızda ki koltukta uzanmış bizi izlerken Emir spor odamda antrenman yapıyordu.

-Benim erişebildiğim tüm bilgiler bunlar Karmen, deyip bilgisayarını kapattı ve arkaya yaslandı.

-Olabilir herkes bir bok yapıp adını listelere yazdıracak kadar belalı değil demek ki.

Telefonum titrediğinde gelen mesaja baktım. Hollanda yazmıştı.

"Köpekler havlamayı kesti. Artık gelebilirsin."

Benzetmesine biraz gülüp ayağa kalktım. Ve önce spor odasına doğru gittim. Kapıyı gayet normal bir şekilde açıp içeri geçmiştim. Ancak Emir beni fark etmemişti.

Kum torbasına çıplak elleriyle yumruklar savurup duruyordu. Art arda, sanki kendini cezalandırmak ister gibi. Yanına yaklaşıp onu omzumdan dürttüğüm sırada dalgınlığı geçmemiş olan adam beni de tehdit olarak algılayıp üzerime hamle yapmıştı.

Yüzüme doğru savrulan yumruğu havada yakaladım ve yana doğru eğdim. Göz göze gelmiştik.

Beni fark ettiğinde derin bir nefes verip yumruğunu indirdi. Boynuna astığı havluyla terlemiş olan yüzünü sildi.

-Kusura bakma sen olduğunu fark etmedim.

Nefes nefese kalmıştı.

-Niye bu kadar dalgınsın? Ayrıca bu hırs niye?

-Bir sebebi yok öylesine. Sen niye gelmiştin?

Muallakta kalsam bile üstüne gitmedim.

-Rehinelerin yanına gidecektim. Gelecek misin?

-Tamam sen önden çık, ben arkandan geliyorum.

Başımı hafifçe sağa sallayıp odadan çıktım. Bir gariplik vardı ve bu onun her hareketinden ağzından çıkan her kelimeden belli oluyordu.

Evden çıkıp içeriden pek gürültülü ses gelmeyen garaja geçtim.

-İşte görmeye çok meraklı olduğunuz patronumuz da geldi, deyip beni podyuma çıkıyor gibi selamladı Maytap.

Elleri ve kolları zincirlerle bağlı olan dört kişinin nefret bakışları beni buldu.

-quién es esta perra, gibi bir şeyler söylemişti Kolombiyalı Martinez.

Yanında ki kim olduğunu çözemediğim mavi ve siyah saçlı adam ise bana bakarken adama cevap verdi.

-Su jefe. Y el que nos secuestró.

-Aramızda konuşmayalım ama olur mu, dedim sinir bozucu bir tatlılıkla.

-Kim olduğunu sordu ben de cevap verdim, dedi adam cesur bir hali vardı.

Çünkü içlerinden tek konuşan o ve Gustavo idi.

-Hepinize söyleyeyim o zaman. Ben sizi paketleyen o müthiş kadınım.

-Cümlesinde tek bir yanlış yok, diye arkamdan destekledi beni Maytap.

-Kim olduğunu fazla merak etmeyin. Ben de sizin kim olduğunuzu merak etmeyeyim. Birbirimizle işimiz yok. Siz büyük bir amaç için üstüne basılan merdivenlersiniz.

En solda ki zayıf adam ağzının içine güldü. Yanı başımdan silahın çıkardığı metalik sesi duymuştum. Emir gülen alıcı adama bakarak silahını okşuyordu. Yanıma geldiğini fark etmemiştim.

-Adam kaçırdığımızda uyguladığımız temel prosedürlerimiz var. Bunlar hak etmeseniz bile sizin içinde geçerli olacak.

Gustavo kendi dilinde öfkeyle art arda cümleleri sıraladı.

-Bak adam ne diyorsun anlamıyorum. Ama kesinlikle boş konuşuyorsun.

-Bu hayatının hatası kadın. Beni kaçırmak ve böyle bağlamanın cezasını misliyle ödeteceğim sana dedi Gustavo, diye konuştu çevirmen olan siyah saçlı ve telleri arasına hafif mavilik katılmış olan adam.

Güldüm. Cebimden telefonumu çıkartıp translate uygulamasına girip "orospu çocuğu" yazdım. Ve ispanyolca çevirisine basıp seslice ona dinlettim.

-Hijo de puta.

Bunu duyan Gustavo'nun gözleri kararmış sinirle yerinde çırpmınmıştı. Ve kendi dilinde tahminimce küfür olan birden fazla şey söylemeye başladı.

-Size durumu az önce de süslü kelimelerle anlattım. Bakın sizinle bir işim yok. Siz sadece öne sürülen piyonlarsınız. Yarın buradan gideceksiniz. Uslu durduğunuz sürece size zarar verecek bir şey yapmayacak kimse.

İhtiyaçlarınız olursa başınızda duran nöbetçilere söyleyin. Birazdan size yemek vereceğiz.

-Aramızda kronik hastalığı olup ilaç kullanan var mı?

Herkes birbirine baktıktan sonra bana döndü. Ve başlarını hayır anlamında salladı.

-Hollanda telefonlarını topladın mı?

-Evet hepsini aldım.

-Üzerlerinde silah, delici veya kesici bir alet buldun mu?

-Gustavo ve yanında ki adamda silah, kadında ise bıçak vardı. Çevirmen olanın üstü boştu. Hepsini toplayıp buradan götürdük, dedi Skar.

-Öyleyse her şey tamam. Bir gece sabredin. Yarın bir daha birbirmizi görmeyeceğiz.

Rehinelerin yanından uzaklaşıp Cansu'nun tarafına doğru gittim. Emir ve Skar peşimden gelmişti.

-Skar, birazdan yemek verin onlara. Ve gece nöbetine devam edin. Eğer hiç biriniz burada durmayacak durumdaysanız onların ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğuna ağızlarına bez soktuğunuza emin olun.

-Tamam aklın burada kalmasın o iş bizde, dedi güven dolu sesiyle.

Başımı sallayıp Emir'le beraber garajdan çıkmak üzereyken pek konuşmayan kadından ilk defa ses geldi.

-Gitme!

Emir'le aynı anda başımızı arkaya çevirdik. Kadın zar zor nefes alıyordu.

-Ne istiyorsun, diye sordum.

-Senden her şeyi isteyebileceğimizi söyledin değil mi?

Önüne düşen ince sarı saçını üfleyerek arkaya gönderdi. Beyaz tenli ve yeşil gözlü bu kadın nedense bana ihtiyaçla bakıyordu.

-Evet, sizi bu gece serbest bırakmak dışında her şeyi.

-Senden bir şey rica edebilir miyim? Gerçekten önemli bir şey.

Ona doğru dönüp yanına yaklaştım.

-Ne isteyeceksin?

-Evimde bir kedi besliyorum. Mamasını her gün saat 18'te koyarım. Şimdi hava kararmış sanıyorum ki saat on sekizi çoktan geçti. Mama kabını çoktan bitirmiştir. Yarın ben eve gidene kadar aç kalmasını istemiyorum. Eğer mümkünse onu besler misin?

Kabul ediyorum. Bu tür bir isteğin geleceğini beklemiyordum. Bu zor bir şey değildi ama işin garip tarafı kolay da değildi.

-Lütfen, diye yalvardı sesi.

-Evinin anahtarları nerede, diye sorduğumda Emir arkamdan adımı seslendi.

-Paspasımın altında.

-Karmen, biraz konuşabilir miyiz?

-Bekle Emir. Bana evinin adresini söyle, kedini beslemeye gideceğim.

Yüzü resmen parlamıştı. Ve hemen ardından adresi söyledi.

Garajdan hızla çıkıp eve geçtim. Emir de aynı hararetle beni takip etmişti.

-Böyle bir saçmalığı nasıl kabul edersin Karmen? Ev diye başka yere göndermediğini nereden bileceksin? O evde bizi sadece kedinin beklediğine nasıl emin oluyorsun?

-Ya o evde sadece aç bir kedi varsa? Bunca vahşetin ortasına vicdanımıza iyi gelecek bir şey yapma fırsatını kaçıramam.

Konuşurken salonda ki masaya doğru gittim. Ve hazırlanmaya başladım. Belimde ki silahı çıkartıp içindi kurşunla doldurmaya başladım.

-Bu yine de tehlikeli olduğu gerçeğini değiştirmez.

-Fark ettiysen her ihtimale karşı tam teçhizatlıyım Emir.

-Tuzak olabilir!

-Biliyorum! Ama yüzde doksan dokuz tuzak olsa bile yüzde bir kedi olma ihtimalini göz ardı edemem.

-Hay merhametine kurban olduğum kadın... Ne oluyor yine, diye sormuştu Ceyhun.

Ve Hazarla beraber yanımıza gelmişti.

-İşimiz var Ceyhun hazırlanan gidiyoruz, derken belime iki tane silah soktum.

-Ne Ceyhun'u ya? Oraya yalnız mı gideceksin bir de? Ben de geliyorum.

Emir'e bakıp göz devirdim ve bacaklarıma cepli bezleri yapıştırdım.

-Karmen, benim arabama bin beraber gidelim. Kabul etmezsen arkandan gelirim. Bu da gereksiz fazlalık doğurur.

-Lanet olasıca adam. -deyip ufak bıçakları bacaklarımda ki ceplere soktum- Hazırlan benimle geliyorsun.

Emir zafer elde etmiş gülüşüyle belinin iki tarafına masadan aldığı dolu silahları yerleştirdi.

-Hazırım, dedi net bir şekilde.

Kaşlarımı iflah olmayan bir ifadeyle kaldırıp indirdim.

-Hadi kedi beslemeye gidelim.

⛓️⛓️⛓️

Kadının verdiği adrese Emir'in arabasıyla yalnızca ikimiz gidiyorduk. Evden çıkalı yirmi dakika olmuştu. Fakat yetişmemize az kalmıştı çünkü gayet hızlı gidiyorduk.

-Senin şoförlüğünde yolculuk yapmayalı uzun zaman oldu, dedim ona bakarken.

Gözlerini dikiz aynasından üzerime dikti.

-Evet. Ne de olsa bir şoförün var. Ve kabul etmek gerekirse arabayı çok iyi kullanan bir şoför.

-Öyle, dedim sadece.

Biraz sustuk.

-Ona hiç para verdin mi, diye bir soru sordu.

Eminim ki bu onun ilgi alanına girmiyordu bile. Sanki tek derdi hangi konu olursa olsun sohbet edebilmekti.

-Henüz değil, diyebildim sadece.

Çünkü bende birden ne diyeceğimi şaşırmıştım. Yine sessiz kaldık. Bu sefer yetişene kadar sürdü bu.

Sessiz nefesler eşliğinde gittiğimiz yol nihayet sonlanmıştı. Arabayı tek katlı evin karşı tarafına park etti. Etrafta bu eve benzer bir kaç ev daha vardı.

-Yetiştik, hedefimiz şu karanlıklar içinde ki ev.

Başımı sallayıp arabadan indim. Emir de inip yanıma geldi.

-Çok sessiz çok tenha, dedi şüpheyle.

-Ne güzel, bir şey olacak olursa hemen duyarız, deyip evhamlarını es geçtim.

Çimlerin arasında ki yoldan giderek evin girişine ulaştık. Fakat göz gözü zar zor görecek kadar az aydınlık vardı etrafta.

Cebime ne olur olmaz diye soktuğum ufak feneri alıp açtım. Paspas ayaklarımızın altındaydı. Üzerinden çekilip elimi altına soktum.

Parmak uçlarında soğuk demire değdiğinde tepemde dikilen Emir'e,

-Buldum, dedim.

Anahtarı deliğe sokup iki kere ters yöne çevirdim. Kilidin açıldığına dair ses geldiğinde Emir'le göz göze gelmiş ve belimizden bir tane silah çıkartmıştık.

Feneri Emir'e verip boşta kalan elimle kapıyı ardına kadar ittim. İçerisi zifiri karanlıktı. Bir hayvanın yaşadığına dair belirti de göstermiyordu.

İçeriye doğru temkinli bir adım attık. Ve kapı esen rüzgar yüzünden arkamızdan sertçe kapanmıştı.

Emir'in yüzünü seçemiyordum bile.

-Silahını indirme, diye fısıldadı.

Parmak uçlarımız arasında evin içine doğru yürümeye başladık. Emir fenerle duvarlara bakıp priz aradı. Bir tane bulduğunda büyük bir hevesle üzerine bastı fakat evde ki lambaların biri bile yanmamıştı.

-O kadın elektiriksiz evde mı yaşıyor, dedim tuhaflığı bastırmak ister gibi.

-Peşimden gel, deyip bir koridora ışık tuttu.

İkimiz elimizde tetikte duran silahımızla etrafta kedi arıyorduk.

Bir kapı daha çıktı önümüze. Emir içeri geçmeden önce feneri içeri tuttu. Gepgeniş ve kesinlikle boş bir mutfaktı burası.

İçeriye bir adım attım. Sonra bir tane ve bir tane daha.

Emir fenerini önünüze tutmuşken arkamızdan tıkırtı sesi gelmesiyle silahlarımızı doğrultup arkamıza döndük.

-Ses geldi, diye fısıldadım.

Emir fenerle etrafı gergin nefesler eşliğinde tararken tüm evin sessiz duvarlarını tırmalayacak bir çığlık bıraktım.

Emir beni başımdan tutmuş kendi gövdesine doğru eğip bastırırken silah ve feneri tek eliyle tutmuş arkama ışık vurmuştu.

Hızla atan kalbi kulaklarının yanındaydı. Ve gittikçe yavaşlıyordu. Ondan yavaşça uzaklaşıp fenerin ışık vurduğu yere baktım.

Az önce ayağıma sürtünen bembeyaz bir kedi bize bakıp miyavlamaya başladı.

Gülümseyerek Emir'in karanlıkta kaybolan yüzüne baktım.

-Bahsettiğim yüzde bir ihtimal işte buydu.

Ardından kedi miyavlayarak ufacık patileriyle bacaklarımız arasından geçip mutfağın çıkışına doğru gitmeye başladı.

Emir'le silahlarımızı indirmiş ancak yine de belimize koymamış halde onu takip etmeye başladık.

Kedi az önce durduğumuz salonun masasının arkasında durup miyavlamasını arttırdı. Feneri oraya tuttuğunda boş bir mama kabı ve yanında bir paket mama olduğunu görünce hafifçe güldüm.

Yere çömelerek paketi açıp kabı doldurmaya başladım. Tam o sırada kediden, benden veya Emir'den gelmediğine emin olduğum hafif öksürük sesini duymamla başımı hızla Emir'e çevirdim.

Karanlığın içinde ki alev alev yanan gözlerimiz buluştuğunda ayağa kalkıp belimde ki diğer silahı da çıkarttım.

-Bahsettiğim yüzde doksan dokuz ihtimal. -diye fısıldadı- Bu bir tuzak.

Fenerini bir anlığına kapatıp sessizliğe kulak verdi. Geri açtığında ise yüzünde ki dehşet kolayca okunuyordu.

-Yalnız değiliz Karmen. Etrafımız sarılı, diye bir kez daha minicik harflerle konuştu.

Tüm bu karanlık ve sessizlik ortasında cebimdeki telsizden belirsiz hışırtılar gelmeye başladı.

Emir'le bir kez daha göz göze geldik. Anlam veremiyordum. Bizden hiç kimse beni telsizden şimdi aramazdı.

Cızırtı sesleri arttı. Birisi konuşacak mıydı? Öyleyse neden bu kadar bozuk ses çıkarıyordu telsiz?

Ve bir ses yükseldi telsizden. Ne bir erkeğe ne bir kadına ait. Ne net, ne de tam olarak bozuk. Filtre eklenmiş bir ses, tıpkı canavar gibi... Damarlarımda akan kanı donduracak kadar korkunç ve nefes almamı kesecek kadar gaddar.

O korkunç sesten sadece iki kelime çıkmıştı.

-ORADAN ÇIK.

Ve dört bir yandan yükselen patlama sesleri çevremizi işgal etti.

-EĞİL!

Diye bağırdı Emir. Sesini ilk kez bu kadar vahşice duyuyordum. İkimiz yanımızda ki masanın yanına eğildik.

Nereden geldiği belli olmayan kurşunlar etrafımızda ki her yere saplanıyor ve kırılma, parçalanma seslerini çıkarıyordu.

Emir sadece kurşunların sesinin geldiği yerlere odaklanmaya başladı. Ben ise beklemeyip kollarımı masanın üzerine çıkartıp karanlığa rastgele ateş etmeye başlamıştım.

Bekleyen Emir silahını kendinden emin bir şekilde kaldırdı ve sanki görüyormuş gibi karanlıkta ki bir noktaya tutup tek bir el ateş etti.

Resmen acı bir adam çığlığı yankılandı evde. Ardından yere düşmesinin sesi. Onu öldürmüştü. Evet, birini öldürmüştü.

Emirin yüzüne baktım. Normal sayılmayacak kadar alışkın duruyordu. Demek tetikçilik yaparken beni gördün mü sorusuyla bahsettiği hali buydu.

Katil olmaya alışmış bir insan sureti.

Fakat yadırgamadım. Hatta ben ondan daha fazla öfkeleniyordum. Silahına denk gelen kim varsa ben de öldürecektim onu.

-Karmen arkana bak. Şu ileriye doğru çıkmış duvarın arkasına geç ve kendini koru. Evin içinde tahminimce 10 kişi var. Dışında ise altı veya yedi. Hepsini indirmeye çalışırım ama sen oraya git. Duydun mu ? Hadi git!

Başımı iki yana salladım.

-BANA BAŞINI İKİ YANA SALLAMA KARMEN. GİT DİYORUM SANA!

Ateşlenmeye devam eden silahlar arasında bağırmasına rağmen sesini zar zor duyuyordum.

-Saklanmayacağım!

Diye tek bir kelime ettim. Ve ardından deminden beri gölgesi pencereden içeriye düşen siluete doğru silahımı uzatıp tetiğe bastım.

Bir insan çığlığı daha. Hem de tam kalbinden vurulmuş bir beden. Cansız bedeninin düşüşü son kez gölgendi eve doğru.

Emir hayretler içinde bana baktı. Ama benim içimde kaynayan bir lav vardı. Ciğerlerimi yakan, kalbimde ki intikamı delirtecek bir lav.

Karşımda ki Emir'i tanımıyordum. Ben kendimi bile tanımıyordum.

-Neredeler, diye sordum.

Emir bana karşı gelemedi. Gelemeyecek kadar uçmuştum ben.

-Kapının önünde iki kişi daha var.

Cümlesi biter bitmez, üzerime saplanacak bir kurşun olma ihtimalini hiç siklemeden ayağa kalktım ve iki elimde ki iki silaha karanlığın içinde fark edilen kişiye doğrultup saniyeler içinde tetiğe art arda bastım ve geri yere eğildim. Onlara sayısız kurşun saplanmıştı.

-KAFAYI MI YEDİN LAN SEN? YA SANA BİR ŞEY OLSAYDI KARMEN! DELİRTME KIZIM BENİ.

-YEDİM. KAFAYI YEDİM. SESİNİ KES VE BENİMLE BU PİÇLERİ İNDİR.

Emir artık nereden soluduğunu bile bilmiyordu. Yere düşen fener ortalığı biraz aydınlatıyordu sadece. Pencerenin önünde iki koridorun ucunda bir tane daha var. Birini vurmaya kalktığında öteki ateş etmeye başlıyor.

Gözlerim evin etrafında fıldır fıldır döndükten sonra Emir'in üzerinde durdu.

-O zaman sırt sırta verelim. Sen koridoru al, uzak mesafe. Ben pencereyi alırım.

Başını salladı.

-Şimdi!

Diye bağırdında aynı anda kalkıp sırtlarımızı birbine dayayıp ateş etmeye başladık. Birini indirmiştim. Ötekinin kurşunu yanından kılpayı geçip giderken, kan isteğiyle kör olan gözlerim parmaklarıma vur emrini verdiğinde tetiğe bastım.

Pencereyi delip geçen kurşun gözümün önünde göğsüne saplanmıştı. Ve kendimi birden boşlukta buldum. Emir masanın üzerinden hışımla atlayıp kapıya doğru koşmaya başladı. Ben hemen arkasından onu takip ettim.

Dört bir yandan silah sesleri gelmeye devam ederken kapıdan çıkamayıp duvara yaslandım. Silahı kapıdan dışarı doğrultup anında çıktım ve sol tarafta duran yüzü maskeli adamı vurup yere düşürdüm.

Emir ortalıkta gözükmüyordu. Onu aramak yerine mutfağa doğru koştum. Orada ise üç tane maskeli ve baştan aşağı siyah giyinmiş kişi vardı. Silahımı tutup önlerine geçtim. Bana baktıkları anda tetiğe bastım.

Fakat onlar hala ayakta duruyordu. Çünkü silahım boştu. Bana ateş etmeye başladıklarında köşeye çekildim. Adım adım yaklaştıklarını duyuyordum.

Ellerim bacağıma gitti. Üç farklı bıçak vardı. Boş silahı yere attım. Diğer silahımı da belime yerleştirip bıçakları çıkarttım. Onlar yüksek yere ateş ederken birden kapının önünden diğer tarafa takla atarak geçtim. Ve onlar henüz beni fark etmeden iki bıçağımı ikisinin boğazına saplamıştım.

İkisi tüm ağırlıkları ile yere düşerken diğerinin elinde ki silah yere düşmüştü. Yerimden kalkıp yine mutfağın önünde durdum. Maskeli kişinin bal rengi gözleri bana cayır cayır yanarken bakıyordu.

Elimde ki bıçağı yere attım. O da ayağa kalktı. İkimizde dövüş pozisyonunu almıştık. Karşımda ki kişi hiç beklemeden sanki bu anı uzun zamandır bekliyormuş gibi bana doğru bir tekme attı.

Emir'le bir çok kez dövüş yapmıştık. Benim hızım ister istemez normalin üstüne çıkmıştı. Karşımda ki hızımı fark ettiğinde kendini ona göre ayarlayıp bu sefer daha hızlı olan diğer tekmesini omzuma vurdu. Yerimde biraz sendelemiştim.

Artık benim sıramdı. Yanına doğru bir adım atıp dizimi karnına geçirdim. Boğuk bir ses çıktı ondan. Ve ardından kafasını tutup geriye doğru çekip suratına art arda yumruklar geçirmeye başladım.

Yumruklarımın altında akan sıcaklık hissediyordum. O dengesini kaybettiğinde ben de üzerine düşmek üzereyken tüm gücüyle beni cam mutfak dolabına ittiğinde bedenim oraya çarpıp camı parçaladı. Bazılarının üzerime battığını hissediyordum.

Hatta bir çoğu bedenimi delip geçmişti.

Maskeli adam ise gözü dönmüş gibi üzerime yaklaşıp yeniden hamle yapacağı sırada elimin altında duran kırık cam parçasını alıp karnına sapladım.

O geriye doğru giderken ellerimle yerden destek alıp yeniden üzerine hamle yaptım. Ayak tabanımla göğsünü ezer gibi vurdum. Etrafımda ki silah sesleri tek tek azalıyordu.

İkinci kere vuracağım derken bacağıma batmış olan cam parçasını hissettiğimde acıyla çığlık attım.

Yerde ki kişi bana bir tekme atıp hızla kalktı ve pencereye doğru koşmaya başladı. Onu tutmaya çalışmıştım. Ancak elimin altında bir boşluk hissetmiş ve çaresizce benden kaçıp kurtulan kişiye arkasından bakakalmıştım.

-KARMEN!

Diye telaşla bağırdı Emir. Bana doğru koşup elleriyle üzerimi arıyordu. Vücudumun çeşitleri yerlerine batan camlar ve akan kanları hissediyordum.

-VURULDUN MU? VURULDUN MU GÜZELİM? KONUŞ BENİMLE!

Vücudumu ellerken eline denk gelen kanı fark ettiğinde ağız dolusu küfürler etmeye başladı. Gözleri bana ilk kez şahit olduğum korkuyla bakıyordu.

-NERENDEN GELİYOR BU KAN? NERENDEN LAN?

-Vurulmadım. -dedim nefes nefese halde- Bunlar cam kesiği.

Beni bir anlığına bırakıp pencereye doğru koştu. Kaçtığında emin olunca yanıma tekrar koşarak geldi. Elleri titriyordu.

Göğsüm ben nefes almaya devam ederken içime batıyordu. Gözlerimden yaşlar akıyor ve nefeslerim kesiliyordu.

Emir beni bu halde gören gözlerini yok etmek ister gibi bakıyordu bana. Elleri üzerime doğru gelip göğsümde ki cam parçasına dokundu.

O dokunduğunda acıyla çığlık attım.

-SİKEYİM. Karmen bana bak güzelim, halledeceğim. İyi olacaksın, iyi olacaksın. Tamam mı?

Fakat ben ne ne Emir'i ne de kendimi düşünüyordum. Çünkü ortaya saklanmış olan büyük bir sır perdesi aralamıştı.

-Doktor, doktor lazım sana. Ben bulacağım bir tane. Tamam mi güzelim, sakin ol sakin ol iyi olacaksın.

Hayır. İyi olmayacaktım. Ben de titriyordum ama hayalkırıklığı ile. Bu düşmanların yaptığı baskın değildi beni böyle delirten.

Aramızda birisi vardı... Bilgileri dışarı sızdıran birisi.

-BENİ EVE GÖTÜR!

Diye bağırdım boğazımı yırtarcasına.

-Hayır, hayır, hayır olmaz. Bana gideceğiz doktor getireceğim.

-Bir daha tekrar etmeyeceğim Emir. Beni hemen eve götür!

Bu halimle beni daha fazla ortalıkta bırakmak istemediği için dikkatlice belimden ve bacaklarımdan tutup kaldırdı. Sanki kucağında hiç yük yokmuş gibi kapıyı diziyle açıp dışarıya koşar adım çıktı.

Arabaya yetiştiği gibi beni dikkatlice arka koltuğa bırakıp koşarak arabaya geçip anında gazı kökledi.

Çok hızlı gidiyorduk. Belki ibre sona vurmuştu bile. Cam parçaları bana batarken içimde hissettiğim acı onun çok daha üstündeydi.

-Dayan Karmen, Dayan lütfen dayan. Eve yetişeceğiz. Dayan!

Sesi boğazından zar zor çıkıyordu.

Benimse başım dönüyor, kanlar vücudumu terk ederken şeytanlar üstüme abanıyordu.

Dakikalar sonra evime yetişik. Hızla inip beni almaya yeltendiğinde onu öfkeyle ittim. Arabadan kendi başıma yarım yamalak bacaklarımla inip eve doğru koşarak gittim. Karşımda duran kapıyı parçalayacak kadar şiddetle tekmeleyerek açtım.

Delirmiştim. Kafayı yemiştim. Bu öfkem gökgürültüsü kadar şiddetliydi. Herkesi parçalayacak kadar merhametsiz.

Hiç beklemeden belimde ki silahımı çıkartıp salona doğru doğrultarak koştum. Karşımda yandaşlarının hepsi duruyordu.

Beni gördüklerinide iç güdü olarak kendilerine doğrultulmuş bir silah gördüklerinde hepsi birden ayağa kalkıp bellerinden silah çıkartıp bana doğru tuttu.

Hiç kimseyi ayırt etmeden silahı herkesin üstünde tek tek gezdirdim. Hollanda, Hazar, Ceyhun, Skar, Maytap ve çaprazımda onlara doğru silah tutmuş olan Emir.

-ARAMIZDA BİR HAİN VAR. BU HER KİMSE ŞİMDİ ÇIKIP İTİRAF ETSİN. YOKSA BEN HEPİNİZİ TEK TEK KURŞUNA DİZECEĞİM.

31. BÖLÜM SONU

BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

 

AY BU NEYDİ??

 

BU BÖLÜM NEYDİ ÖYLE YAA????

 

Yazarken elim ayağım titredi her seferinde. Girişte ve Ceyhun'la Karmen'in ağladığı sahneyi yazarken ben de ağladım.

 

Tek tek soru sormak aklıma gelmiyor.

 

Giriş kısmı nasıldı?

 

Karmen Ve Ceyhun arasında olanlara ne diyorsunuz?

 

Beyaz laleler...

 

Kozan ve Karmen arasında olanlar???

 

Kehribarı özlemişmisiniz?

 

Karmeni evlendirdikleri sahne peki???

 

SON SAHNELER YAAA

 

Emir ve Karmen'in çatışma sahnesi hakkında fikirler??

 

SİZCE HAİN KİM?

 

LÜTFEN VOTE ATIN DOSTLARIMM VE SİZDEN YORUMM İSTİYORUMMMM 🥺🫀💌🔥

 

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE

 

 

Loading...
0%