Yeni Üyelik
35.
Bölüm

32. BÖLÜM - ÖLÜME 1 KALA

@shorosharpen

 

Find hope in the hopeless

Pull me out of the train wreck

Unburn the ashes

Unchain the reactions now, not ready to die, not yet

Pull me out of the train wreck

 

Train Wreck - James Arthur

 

Hep utancın kar kışında kaldık

Alkışlara kandık

Öyle yorgun öyle beter sabahlara kalktık

Bir hayalim gözlerinde saklı

Ne giden var ne beklenen yarınlardan artık

 

Unutulacak Dünler - Gazapizm

 

Her günüm

Bir kor gibi yanar geçer

Her anım, bir yıl gibi uzun sürer

 

Bayhan

 

"ARAMIZDA BİR HAİN VAR. BU HER KİMSE ŞİMDİ ÇIKIP İTİRAF ETSİN. YOKSA BEN HEPİNİZİ TEK TEK KURŞUNA DİZECEĞİM."

 

Yeni bölüm için sınır: 200 vote ve 1 K yorum. 💕

 

(Sınır geçidiğinde yeni bölüm hemen gelecektir)

 

❤️⛓️🖤

 

24 temmuzun gecesi ve 25 temmuzun sabahındaydık. Yaşam ve ölüm arasında ki o ince çizgide.

Benim yandaşlara doğrulttuğum silah ve yandaşların bana doğrulttuğu silahlar arasında kalmıştık. İhanetin ve sadakatin arasında ki o ince çizgide.

Bir suçlamanın ve bir savunmanın ortasında kalmıştık. Nefret ve sevginin arasında ki o ince çizgide.

Safi öfkemle harmanlanmış intikam duygum ve bana yapılmış bir oyunun içinde kalmıştık. Katil ve kurban arasında ki o ince çizgide.

Elimde bir silah, karşımda 6 farklı insan. Aynı anda bedenimden oluk oluk akan kanlar, yandaşlardan gelen kalbimi delen bakışlar, şiddetli öfkemin altında yatan yoğun ağlama hissim, sorduğum ancak cevabını öğrenmekten korktuğum bir soru.

Öldürmekle tehdit ettiğim ancak kaybetmekten korktuğum ailem saydığım kişiler.

Kıyamet bu değilse neydi?

Kıyamet parçalanmak, yıkılmak, kaybetmek, yenilmek değil miydi?

Ve ben bunu zaten şuan yaşamıyor muydum?

Bu yolun başında, yalvar yakar bu insanları etrafıma toplarken, intikamımın bir parçası yaparken hepsi bana uzak, birbirinden ırak yabancılardık. Yüzlerimiz birbirine gülmez, dillerimiz hakaret eder ve sırtlarından çıkarlar ile geçinirdik.

Yaralıydık ama yamasızdık.

Çevremiz kalabalıktı ama biz yalnızdık.

Bu masum ruhlara benim intikamım ağır gelmişti. Fakat yine de direnmiş şansımızı denemiştik.

Aynı anneden babadan değildik. Hollanda, Skar, Maytap gerçek kardeş değillerdi lakin gerçekten kardeşlerdi. Hazar kocama tapan ama benden nefret eden bir adamdı. Emir kocamın kardeşten bildiği adam ve dostu iken bunca sene bana sadece uzaktı. Ceyhun öylesine taksicilik mesleğini icra eden bir adamdı. Benden kurtulmak ve teklifimi reddetmek için çok çabaladı.

Ama bir gerçek doğdu ya da var olan bir gerçek yüz gösterdi. Tüm bu dengeyi ters çevirdi. Biz yıkıldık derken tersin düzden daha doğru olduğuna inandırdı.

Yanmaktan kül kalmış insanların yeniden aile olabileceklerine inanması. Küllerden doğan bir aile.

Fakat sönmemiş bir yangın var. Her şeyi kırmızı dalgaları arasına alacak bu sefer kül bile bırakmayana kadar yakacak.

Ama o zamana kadar ben bir aile olduğumuza inanıyordum. Kısa bir süre içinde yaşadığımız onca şeyin sadece bir iş meselesinden öteye taşındığına emindim. Yan yana geldiklerinde tek kelime etmeyen Hazar ve Emir gözlemlediğim süre boyunca dakikalarca sohbet etmişlerdi.

Her zaman sessiz ve içine kapanık olduğunu sandığımız Skar, bizde bile kaybolmuş olan çocukluk kadar saf ve eğlenceli biri çıktı.

Maytap, karanlık dünyada ve pis insanların yanında sadece lakabını kullanırken bize ismini söyledi.

Hollanda ise erken yaşta başına gelen tramvalar, sahip olamadığı masallarda ki gibi genç kız hayatı sonucu asla gülümseyemediği hayata bizimleyken gülmüştü.

Ben ise intikamım için insanları bir kere, yetmez iki kere ölüme terk eden biriydim.

Beraber yemek yedik. Dövüş müsabakaları düzenledik. Araba yarışları yaptık. Pizza yerken kendimizden bahsettik. Sarıldık, ağladık, kavga ettik, espiriler yaptık güldük ve hatta beni evlendirmeye bile kalktılar.

Eksik insanlardık. Kendimizi birbirimizde tamamlarız sanıyorduk.

Emir ben de Harvey'le beraber yitirdiği dostluğu bulacağına inanıyordu. Öyle olmadı.

Ben Emir de kaybettiğim kocamın boşluğunu doldururum sandım. Öyle olmadı.

Çünkü ikimiz iki farklı kara deliktik. O benim için yanımda yer alan tetikçiyi ifade ederken ben onun için tutması gereken bir yemindim.

Ama biz dik başlı kişilerdik. Tüm bu olumsuzluklar ve zıtlıkları görmezden gelip bir olabileceğimize inandık. Aile olmaya çalıştık.

Ne mi oldu?

Hayat bize okkalı bir tokat attı.

Karanlık dünyada herkesin karanlık olduğunu gösterdi.

Karanlık dünyada kimseye güvenmememiz gerektiğini öğretti.

Hemde aklımıza kazıya kazıya.

Bir hain vardı.

Bugün mü?

Hayır. Yarın.

Ben, bugün onlara inanmayı seçmiştim.

⛓️⛓️⛓️

-Aramızda bir hain var. Bu her kimse şimdi çıkıp itiraf etsin. Yoksa ben hepinizi tek tek kurşuna dizeceğim.

Elimde ki silahtan çıkacak kurşun hangisine saplanacaktı önce? Dostum dediğim Ceyhun'a mı yoksa abim olarak bildiğim Skar'a mı? Ya da kız kardeş kadar anlayışlı olduğum Hollanda'ya mı?

Ya da hepsinden önce Emir Aybeyaz' a mı?

Vücudum nöbet geçiriyor gibi titriyordu. Ayakta zor duruyordum. Ama bu camlar vücudumu parçalamasa veya kanlar akmasa ben yine de ayakta zor dururdum.

Boğazım kurumuştu, gözlerim yanıyordu. Bana bir teselli lazımdı ama önce bu deliler gibi cinayete kalkışmaya hazır olan ruhumu susturmalıydım.

Bir silah vardı, hepsine doğrultmuştum. Birden fazla silah vardı. Hepsi bana doğrultmuştu. Bir silah daha vardı. Emir'in elinde onlara karşı tutulmuş olan. Ve bir silahsız vardı. Hepsinin ortasında bana sabahkinden daha ağır bir yıkılmışlıkla bakan.

Kimse neler döndüğünü anlamamıştı. Sorumu sormamın saniyeler sonrasında bana bakakaldılar. Bu masum bakışlarda mı bir oyundu? Bir kandırmacaydı?

Fakat bana tuttukları silahlar bakışları kadar masum muydu?

-Hanginiz lan? Hanginiz yaptı bu kahpeliği bana?

Ayaktan durmakta zorlanıyordum. Vücudum kan kaybetmeye devam ettikçe bilincim kontrolüm dışına çıkıyordu.

-İndirin lan silahlarınızı! İndirin dedim! İndir Hazar, indir! İndirin!

Diye kulakları patlatacak kadar dayanılmaz bir şekilde bağırdı Emir. Göz ucumla ona baktım. Karşımda ki insanlara kana susamış halde bakarken gözleri bana her kaydığında bakışları yumuşuyor ve korkuyordu.

Durumum pek de iç açıcı değildi. Ama haini öğrendiğim anda benimle beraber başkasının da durumu öyle olacaktı.

Ayak tabanlarıma yüklenen yok tonlarcaydı sanki. Dudaklarım titriyordu. Bakışlarım bulanıklaşıyordu. Gözü dönmüş halim büyük çapta zapt edilmez bir kargaşaya sebep olacaktı.

Silahımı gözleri önünde bir kez daha salladım.

-Aramızda bir hain var. -diye bağırdım tekrardan- Bir hain! En başından beri içimizde duran ve bilgileri dışarı sızdıran birisi. Herkesin ölmesini istemeyecek kadar içinde merhamet kaldıysa şimdi çıkıp kendini göstersin.

Gözleri dehşetle açılmıştı. Skar önce Maytap'a ve Hollanda'ya baktı. Elinde ki silah hafifçe yere doğru eğilmişti. Kendi kardeşlerinden olumlu bir dönüt almayınca bakışları beni buldu.

-Hain var diyorsun. Kim bilmiyorum ama ben değilim, dedi azimli ikna edici çıkan tınısıyla.

Silahını indirmek istedi. Ama kardeşlerine doğrultulmuş olan tehditkâr silahıma bakıp vazgeçti.

-Ne haini patron? -diye titrek ve kırgın bir şekilde sordu- Ne haini?

Üzerimde yakınlığımızdan kaynaklı bir rahatlık yoktu ne yazık ki. Bu benim düşmanlarıma karşı beslediğim nefretin bir parçasıydı. Onlara karşı bir yansıması.

Ama yine de bacaklarım boşaldı. Yerimde sendeledim. Ağlamak istiyordum ama buna ne zaman izin vermişlerdi ki?

Emir dengesizliğimi fark ettiğinde yanıma iki adımda yetişip beni tutmaya çalıştı.

-Karmen, Karmen beni dinle lütfen. İyi değilsin, yalvarıyorum sana önce tedavi ol. Sonra-

Kolumu öfkeyle kendisinden çekip iki adım geriye adım attım.

-Uzaklaş benden!

Silahımı Emir'in göğsüne isabet ettim.

O ise bana solgun ve yorgun bakıyordu. Onun da hain olma ihtimalimi saydığıma içten içe kahroluyor fakat önceliği sürekli bedenime batan camlarda oluyordu.

Bana bakarken bile sol elini hala salona doğru tutmuştu.

-Sen misin yoksa, diye sordum nefretle.

Tepki vermedi. Başını sallamadı, nefesleri yok denecek kadar az çıkıyordu. Tam gözlerine baktım. Bakmaya alıştığım, baktığımda içimin ısındığı, kendimi güvende hissettiğim gözlerine.

Onlar yalan söyleyemezdi. Hele ki bana bakarken.

-Ben neyim?

Ağzından zar zor dökülmüştü.

-Hain.

Dediğimde aramızda gidip gelen bir elektriklenme oldu. En çok kimin hain çıkmasına üzülürdüm bilemiyorum.

Ama Emir beni her durumda, her halde, herkesten çok daha fazla yerin dibine gömer, üstüme kat kat toprak atar, nefessiz bırakır ve duygularımı söndürürdü.

Bu ikimizin beraber yola çıktığı bir yoldu. Birinin sırtından vurup diğerinin yere düştüğü değil.

Gözleri kıpkırmızı kesilmişti. Yüzünden bin parça dökülüyordu.

-Hain miyim, diye sordu.

Kendine miydi bu soru yoksa bana mıydı? Alnımdan terler akıyordu.

-Bilmiyorum, sen cevap ver. Hain misin Emir Aybeyaz?

Sanki bu sorumla ona silah sıkmışım gibi sarsıldı. Susuyordu, cevap veremiyordu.

Hayır demek bu kadar zor muydu? Gözleri benden kayacak gibi olduğu anda,

-Bakışlarını benden kaçırma tetikçi Aybeyaz, diye uyardım.

Böylece ilgi alanı yine ben olmuştum.

-Gözlerime bak.

-Bakmaya kıyamıyorum.

Sürgü çekebilirdik duygularımıza fakat gözlerimize asla. Onlar kuşlar kadar özgürce dolanırdı. Kim olduklarını belli ederek.

Koyu kahverengi sızlayan gözleri benim apaçık kahve gözlerime denk geldi. Kocaman bedeni sönük kalmıştı. Dik duramıyordu. Bir yandan sorumla baş başa kalmış bir yanda gözlerinin önünde mahvoluşumu izliyordu.

-Bakmaya kıyamadığın bu gözlere bakıp yalan söyledin mi hiç?

Derin bir nefes aldı. İşte! İşte tam o anda dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı.

Bu soruma değil ama kendi içimde sorduğum başka bir soruya cevap almıştım o bakışlarda.

Silahımı da, kendimi de, bakışlarımı da alıp diğerlerine döndüm.

-Sen misin Hazar? Bana ihanet eden sen misin? Diye acıyla karışık sordum.

Başını yavaşça iki yana salladı.

-Bu soru nereden çıktı anlamıyorum? Ne oldu? Bu haliniz ne? Seni buna itenler kim?

Gözlerimi kıstım.

-Önemi yok. Sen misin söyle. Evet ya da hayır. Ölüm ya da yaşam.

-Hayır ve eminim ki kimse değildir. Önce sakin olalım tamam mı? Bir yanlışlık olmuş olmalı.

Silahını yavaşça indirip beline geri soktu. Ama benim boş laflara karnım toktu. Silahımı ondan çekip Maytap'a tuttum.

-Bu güler yüzünün, iyi kalpliliğinin ardında sürekli somurtan kötü bir kalp saklıyor musun?

-Patron, diyerek yalvardı acıklı ince sesiyle.

Ve daha fazlasına gerek kalmadan silahını indirip yere attı. Benim namlumun ucu Hollanda'nın asi bakışlarını bulmuştu. O da silahını tereddüt etmeden tutmuştu bana.

Soru sormadım. Cevap bile vermeyecekti. Öfkeli gözlerimiz bir süre aralarında konuştu. Geriye dönük bir hesap kesildi. O silahını indirdi. Benim silahım onun yanından sıyrılıp geçti.

Büyük adam Skar. İyi adam olan Skar.

-Bu civarlarda bir hain arıyorum.

-Ortaya yayılmış bir yalandan ötesi değildir eminim.

Kaşlarım çatıldı, dudaklarımın etini dişliyordum. Birinin ihanetinin ayak izleri tam karşımda duruyordu. Bunu yok saymak kendimi kandırmak olurdu.

Fakat ne çok istiyordum onlara inanmayı. Gözlerimi silahına diktim. Bir yanlışın önüne geçmek için çabucak konuştu.

-Silahımı sadece kardeşlerim için korktuğumdan indirmiyorum.

Öyle olduğunu biliyordum. Ama attığım oltada ki yemi bu balıkta kapmamıştı. Skar beni biraz olsun sakinleştirmek için silahını indirmeye kalktığında arkasında sessizlik içinde bekleyen Ceyhun onun eline birden uzanıp silahı tek hamlede parmaklarından koparıp aldı. Ve saniyeler içinde silahı önünde duran insanlara doğru tuttu.

Silahım eve geldiğimden bu yana ilk defa aşağı eğildi çaresizce. Vücuduma saplanan camları ilk kez bu kadar keskin hissediyordum.

Lütfen bu anın devamı gelmesin.

Herkes Ceyhun'dan geriye doğru bir adım attı. Skar iki kolunu açmış kardeşlerinin önüne siper olmuştu. Hazar'ın eli belinde ki silaha gitmiş diğer eli Hollanda'nın kolundan tutup kendi yanına çekmişti kızı.

-Ceyhun kardeş ne yaptığını sanıyorsun sen şimdi, dedi Maytap korkarak.

Azıcık arkamda duran Emir şimdi önüme yetişmiş ve diğer silahını da çıkartmıştı. Bir silah Ceyhun'un kafasını nişan alırken diğeri kalbini isabet alıyordu.

Ceyhun onlarla bir işi yokmuş gibi onların yanından adım adım uzaklaşıp bana yaklaşmaya başladı. Benden bir metre ötede tam karşımda durdu.

Eline almaktan nefret ettiği o iğrenç metali çoktan sahiplenmiş gibi kavrıyor ve benim göğsüme doğru tutuyordu.

Yenilgiye uğramıştım. Silahım geri dönüşü olmaksızın elimden kayıp gitmişti. Dilim lal olmuştu. Ben bu hisle daha önce hiç yüzleşmemiştim ancak şimdi boğuşuyordum.

-Silahını indir orospu çocuğu yoksa vücudunu delik deşik ederim senin, dedi Emir gazap içinde kavrulan sesiyle Ceyhun'a.

Bu tehdit onu yerinden bile oynatmamıştı. Herkes ortalıkta adeta birer ruh gibi duruyordu.

-Ceyhun?

Sesim ne ara bu kadar güçsüzleşmiş ve kısılmıştı?

-Karmen.

Onun sesi ne ara bu kadar riskli şüpheli çıkıyordu?

-Ne... Ne demek oluyor bu?

Gözlerime acıması yokmuş gibi baktı.

-Hainin kim olduğunu arıyordun değil mi?

Dudaklarım titrerken başımı iki yana salladım.

-Fakat bulmak istemiyordum.

İçimde kalan son yaşam demlerini iliklerime kadar sömürerek ilerleyen bu akşam, hiç bitmeyecek gibi uzadı gözümde.

Sabaha hiç kavuşmayacakmışım gibi. Dakikalar önce ölümden kıl payı kurtulmamışım gibi şimdi yine yığınla üstüme geliyordu her şey.

Sevgili kocam Harvey. Soruma hâlâ cevap vermedin. Yanında benim için yer var mı? Söyle, çünkü ben artık dayanamıyorum.

Ceyhun elinde ki silahın tetiğini çektiğinde Emir benden önce tepki verdi. İki silahının da tetiğini çekerek.

-Bunlar sana verdiğim son saniyeler Ceyhun. Silahını son kez indirmeni söylüyorum. Yoksa birazdan öleceksin.

Ceyhun silahını tam yüzüme doğru kaldırdı. İkimizin gözlerinde ki belirsiz hisler birbirine karışmıştı.

Hani Karmen? Hani Karmen Ivy As Cindy? Hani nerede az önce ortalığı ayağa kaldıran delirmişliğin? Hani nerede silahın? Sıkmayacak mısın karşında hain olduğunu itiraf eden adama?

Neredesin sen Karmen? Nereye kaybolmuşsun?

Gözlerimden yaşlar akıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Trajikomik bir ölüm şekli. Düşmanını öldürmeye yemin etmiş olan kadın dostu tarafından ihanete uğradı.

-Emir seni öldürmeden önce sık silahını kafama. Yarım kalan işini tamamla.

Bu sözlerim benim değil Ceyhun'un kıyameti olmuştu tam şuan da.

Histerik bir gülüş attı. Ben o gülüşte neler döndüğünü anlamıştım. Bir hataya düşmüştüm. Herkes onu hain olarak düşündüğünde benim aksini söylemem gerekirken daha ağzından o kelimeler çıkmadan ben öyle olduğuna inanmıştım.

Ve Ceyhun silahını benden çekip hiç çekinmeden kendi kafasına dayadı.

-Sana o sabaha karşı verdiğim sözü hatırlıyor musun?

Geçmiş sayfalarda kaybolan o sözlerden birisi sanmıştım Ceyhun'un sözünü. Ama o bunu çok net hatırlıyor ve dediğini yapıyordu.

-Hatırlıyorum, diye mırıltılar döküldü dudaklarımdan.

-Ben sözünün eri bir adamım, dedi zar zor.

Gözlerinden yaşlar akıyordu art arda.

-Sana ihanet etmedim. Ama sen beni hain sandın. Benim de hain olabileceğimi düşüneceğin kadar gözün mü dönmüş, yoksa ben mi sana yeterince güven vermemişim?

Dilim ağzımın içinde oraya buraya yuvarlanıyor ama ne diyeceğini bilemiyordu.

-Aslında artık bir önemi yok. Ben ömrümü senin yanında heba ederken sen bana güvenmiyorsan bunun sorumlusu da suçlusu da benim. Demek ki her şeye rağmen güvenilir bir adam değilim, dedi boğuk bir sesle.

-Ceyhun... Ceyhun indir silahını lütfen. Ben, bak ben kendimde değilim.

-Şu haline bak. Ölmek üzere gibi oldun birden. Benden sana gelecek bir ihanet yüzünden mi? Benim hain olma ihtimalimi düşünmek bile seni bu hale sokuyorsa Karmen, ben sözümü tutacağım.

İşaret parmağı tetiğin üzerinde hareketlendi. Gökten yağmur boşanırcasına hüngür hüngür ağlıyordu karşımda. O her zaman bana benim yanımda olduğunu hissettirmeye çalışıyordu.

Çünkü herkes bana sırtını döndüğünde geride bir başıma kalacağımı, yalnızlık içinde boğulacağımı biliyordu. Bu yüzden acıyordu bana ve buna kendince engel olmaya çalışıyordu.

Silah tutan eli üzerine iki elimle abandım. Fakat silahı öyle sıkı tutmuştu ki çekip alamadım.

-Yalvarıyorum yapma, dedim.

-Ben yapmasam bile sen ya da Emir yapacaktı, dedi.

-O hain olma ihtimalin yüzündendi, diyerek direndim.

-Bu ihtimal bana yeter de artar bile. Bak kadın benim bu hayatta sahip olduğum hiç kimsem yok. Bir şoförlüğüm var ve ona sığınan masum bir kadın. Bu boş hayatım içinde zalim olup seni şu hale de sokacaksam yaşamanın da bir manası yok. Ben karanlık değilim, ben sizden değilim. Bunu hiç anlayamadın. Ben Aybeyaz değilim senin için adam öldürmem. Benim sana verecegim tek şey güveneceğin ve yaslanacağın bir sırttı. Bunu da veremiyormuşum demek ki.

Ağzından çıkan tatsız nağmeleri haykırdığında benim için yeterli olan her şey bu kadardı.

Ne Emir ne Ceyhun ne Hazar ne Hollanda ne Skar ne Maytap, hiçbiri ihaneti kabullenmeyip hain damgasını üstlerine yapıştırmama izin vermedi.

İstirahat etme vakti. Benim istirahatım bedenimde ki acılar içinde kıvranmak demekti. En azından bu gece ruhum rahatlamıştı.

Başımı sessizlik içinde kaldırıp herkese teker teker baktım. Ve sonra kendime baktım. Bacağıma batan geniş cam parçasına. Orayı parçalamış ve akan kanlar her yeri kirletmişti.

Elimi yavaşça yukarı kaldırıp göğsümün üstüne getirdim. Cam sol göğsümün üstünde ki cam parçasının etrafı yanıyordu. Kollarıma baktım, ufak kesiklerle doluydu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sırtımda da batan bir çok parça hissetmiştim.

Bacaklarım boydan boya titremeye başladı. Aldığım nefesler hızlanmıştı. Kalbim yerinden çıkacak kadar hızla atıyordu. Gözlerimin onu bulanıklaşıyordu. Sanki kafam sulanıyordu. Bana ne oluyordu?

Hayır artık dayanamıyordum. Artık olmuyordu. Ayaklarım tutmuyordu derken, bedenim kontrolünü kaybedip arkaya doğru düşmeye başladı.

Yerle buluşmama ramak kala, Ceyhun elimden tutmuş Emir ise hızla koşarak elini başımın altına sokmuştu.

-KARMEN! Karmen bana bak, bana bak!

Diye bağırıyordu sanki Emir. Duyamıyordum. Bedenim nöbet geçiriyorcasına sarsılıyordu. Emir beni yerimde tutmaya çalışıyordu. Herkes başımın etrafına toplanmış telaşla bir şeyler yapmaya çalışıyordu.

Emir'in cebinden bir şey çıkarttığını gördüm. Onu Ceyhun'a fırlatıp,

-Git çabuk arabamı çalıştır, hastaneye gidiyoruz, diye bağırdı.

Hâlbuki Emir kendi arabasını asla kimseye vermezdi.

Var gücümle Emir'in kolunu tuttum.

-Hastaneye git- gitmem yok, dedim.

Emir elleriyle şakaklarına vurarak küfretmeye başladı.

-Sikeyim Karmen, sikeyim.

-Emir bir şeyler yap lan, patrona ne oluyor, diye kulak tırmalayacak kadar tiz çıkan sesiyle bağırmaya başladı.

Ceyhun gitmek ve gitmemek arasında kalmış gözlerini üzerime transa geçmiş gibi dikmişti.

-Cansu! - diye bağırdı Hazar- Cansu ilk yardım biliyor!

-Git getir lan o zaman! Getirin, çabuk gidin!

-Ben gidemem. Beni görmemesi lazım.

-Lan kim gidecekse gitsin artık. Siktirtme bana şimdi gizliliği.

-Ben yukarıya çıkıyorum, demişti Hazar.

Maytap, Skar aynı anda kalkıp koşar adım yanımdan uzaklaştılar.

-Bana telsizi ver, demişti.

-Siktir git başımdan Hazar.

-Gerçekten hain var mı yok mu öğrenmem gerekiyor Aybeyaz.

Emir beni biraz çevirip cebimden telsizi çıkarttı. Ve Hazar'ında gittiğini gördüm.

Emir yoğun telaşına rağmen hafif dokunuşlarla ellerini boynumun ve bacaklarımın altına sokup kaldırdı. Bir iki adımda koltuğa yatırıp başını, başıma kadar soktu.

Titremeye devam ediyordum. Vay be, sonunda yaralanmış olan bedenim hakkı olduğu ağrılarla sızlanmayı yaşayabiliyordu.

Emir başımı tutup kendine doğru sabitlemeye çalışarak tuttu. Gözlerim gidip geliyor, yüzünü seçemiyordum.

-Bana bak Karmen, gözlerini kapatma güzelim. Uyuma sakın, duydun mu? Sabret uyuma.

Kafam gerçek ve hayal arasında sıkışıyordu. Kendimden geçiyordum. Neredeydim ben? Kiminleydim? Ne oluyordu bana?

Karşımda ki kimdi?

Elimi yavaşça karşımda ki surata götürüp tanımak ister gibi okşadım.

- Vi...

Visal...

Nefesim kesildi.

Boğuluyordum. Sanki ölümün kıyısındaymışım gibi. Ama ölmeden önce onun kim olduğuna emin olmam lazımdı.

Bir kez daha okşadım karşımda duran adamın yüzünü. Tenime değen sakallar vardı.

-Sevgilim... -diye mırıldandığımda

elimin altında ki yanağın kasıldığını hissettim.

-Harvey...-dedim yine yanağını okşayarak- Soruma bir cevabın var mı?

Sertçe bir yutkunuştan başka hiç cevap yoktu.

Gözlerime inen perdeyi biraz aralar gibi oldum. Karşımda ki siluetin yanında bir tane kadın belirmişti.

-Karmen, beni duyuyor musun? Karmen bana bak, ışığı takip et Karmen.

Gözlerimin önünde gidip gelen parıldayan noktaya bakmaya çalıştım.

-Bilinci neredeyse kaybolmuş. Ne yapacağımı bilmiyorum.

-Ne demek bilmiyorum Cansu! Tedavi edeceksin.

-Emir kör müsün? Ne hale gelmiş görmüyor musun? Ben doktor muyum?

Emir boğazından gelen derin sesiyle evi titretecek kadar bağırdı.

-Sikeyim lan böyle geceyi!

Sonra yeniden yanıma geldiğini hissetmiştim. Tam artık bitti, rahatlayacağım derken vücudum az öncekinden daha şiddetli bir şekilde sallanmaya başladı. Koltuktan düşmek üzereyim bile.

-Karmen! Karmen kendine gel! Diyen ince sesini kulaklarım zar zor algılıyordu.

Artık çevremde ne oluyor anlamıyordum. Emir'in Cansu'nun Ceyhun'un aceleyle etrafımda koşuşturması, bağırış ve çağırışlar.

-Camları yerlerinden çıkartmamız ve dikmemiz lazım, dedi Cansu.

-Burada ilk yardım çantası olacaktı...

Emir onu tedavi ettiğim geceyi hatırlıyordu.

-Onu yan tutmanız gerek. Hem göğsünde hem sırtında camlar var.

Ve beni yavaşça sağ tarafımın üstüne yan yatmış olarak tuttular.

-Üstündekini çıkartmamız lazım, deyip kıyafetimin makasla kesildiğini duydum. Saniyeler sonra bedenimde ki yaralara çarpan soğuk havadan sadece iç çamaşırı ile kaldığımı anladım.

Göğsümün üstüne soğuk parmaklar hissediyordum. Cama dokunan ve yerinden çekip çıkartan.

Dudaklarımdan kendiliğinden çıkan acı bir çığlık... Ve çığlığımın ardından küfreden Emir.

Dayan diyenler de olmuştu, yardım edenlerde telaştan kafayı sıyıranlar ve benim düştüğüm hale ağlayanlar.

Geçirdiğim titreme yavaşça geçerken bedenime batmaya başlayan iğneler bir kez daha bana acının beni bir saniye bile olsun bırakmayacağını göstermişti.

-Yavaş yap Cansu! Yavaş dik!

-Emir kadını canlı dikiyorum, başka çaremiz yok.

-Aslında bir tane daha var, diye ufak bir ses duydum.

Gözlerimi hafifçe aradığımda Emir'in ve Ceyhun'un Hollanda'nın başında bir şeyler yaptığını gördüm.

-Bunu nereden buldun sen?

Demişti Emir elinde ki o beyaz şeyi tutarak.

-Pikabımızdan getirdim. Niye olduğunu sorma benim özelim.

Seyrim uzun sürmeden yorgun göz kapaklarım tekrar kapandı. Ve yanımda bir varlık hissettim. Kulağıma kadar sokulup bir şeyler fısıldayan.

-Özür dilerim yavrum, her şey için. Biraz daha sabret, sen gördüğüm en güçlü kadınsın. Dayan, sana bu gece için borçlu olduğum bir sürü beyaz laleler var. Beyaz laleler için dayan.

Ve başımdan çekildi. Gözlerimi biraz araladığımda Hollanda'nın bir şeyler yaptığını gördüm.

Elinde tuttuğu şırınganın iğnesini koluma batırıyordu.

Ve sonrası bilincimin tamamen kayboluşuydu.

Gitmeden son bir kez daha ...

Eğer içlerinden biri gerçekten hain çıksa onu öldürebilir miydim?

Evet. Hemde parçalarına ayırarak. Çünkü benim intikamım herkesten ve her şeyden ağır basıyordu.

⛓️⛓️⛓️

Beni sabırla bekleyen ölüme saygılarımla.

Beni kaçarak bekleyen intikama sevgilerimle.

Bilincim yerinde, hayata tekrardan dönmem için sadece gözlerimi açmak kaldı. Öyleyse beni biraz rahat bırakın.

Ölüm, senden kaçmayacağım. İntikam, seni kovalamayacağım.

Sadece belirli saatler için...

Bedenimin her yerine yayılmış olan hassas bir uyuşukluk hissediyordum. Nefes aldığımda sol göğsümde hafif bir sızı baş gösteriyordu. Mide bulantım eser derecede ağrısız, baş dönmem tamamen yok gibiydi.

Kendimi hissetmeye çalıştığım anda radarıma bir başkası da girmişti. Şimdi o sese kulak kesilmiştim. Düzenli olarak gidip gelen hırıltılı nefes sesleri.

Ve burnuma dolan alışılmış kokusu. Taze toprak ve odun hissiyatı veren aromalar.

Ses çıkarmadan gözlerimi araladım. Başım tavana bakıyordu. Burası benim yatak odamdı. Kafamı hafifçe soluma indirdim.

Ve tam karşımda bacaklarını zemine uzatmış kendini duvara yaslamış şekilde yerde oturan Emir Aybeyaz duruyordu.

Bir eli yüzünü kapatıyor, parmaklarıyla kaşını ve şakağını sıkıp bırakıyordu.

Gergindi, duruşundan belli. Dertliydi, nefesinden belli.

Belki de başkası aynı manzaraya baksa anlayamazdı bunu. Belli değildi belki, ben hissediyordum.

Boğazımı temizledim. Ardından ona seslendim.

-Emir...

Sesim fısıldar gibi çıkmıştı. O ise bunu sorunsuzca duymuştu.

Elini yüzünden çekti ve gözleri anında beni buldu.

Sanki gözlerimi tekrar açmam ve adını söylemem imkansız gibiymiş gibi önce bakakaldı. Hemen ardından ayağa kalkıp yanıma yetişti. Elleri üzerinde geziniyor ancak dokunmuyordu.

-Karmen, uyandın mı? Nasılsın, iyi misin? Nasıl hissediyorsunuz? Ağrı var mı? Kendinde misin? Söyle, ha söyle Karmen. Söyle güzelim.

Bu haline hafifçe güldüğümde şaşırarak kendini hafifçe geriye çekmişti. Ben hala tebessüm etmeye devam ederken üzerimde sallanan elini yavaşça tuttum.

Baş parmağımla parmakları üzerinde masaj yapar gibi gidip gelirken Emir bir el ele tutuşmuş ellerimize bir de bana bakıp durdu.

Şaşkın adam...

-İyiyim Emir, gerçekten iyiyim yakışıklım.

Peki bu kelimemden sonra Emir benim kadar iyi olacak mıydı?

Bir kez daha güldüm. Gözlerimin önünde afallayışına, gözlerini benden kaçırışına, parmaklarım altında ki soğuk elinin sıcacık olmasına ve ensesine kadar ürperdiği belli olan her haline.

-Fazla iyisin sen belli, deyip arkasını döndü ve yüzünü kendine gelmeye çalışır gibi sıvazladı.

-Bana sırtını dönme, dedim kibarca.

Kendine bir kaç saniye daha verdikten önüne döndü.

-Bana nasıl sesleneceğin konusunda kararını vermiş gibi duruyorsun.

-Yok ya, nasıl seslenecekmişim?

Bıkkın bir şekilde gözlerini devirdi bana.

-Az önce söyledin zaten.

-Unutmuşum demek ki Emir. Ha, ha dur hatırladım. Şey mi demiştim, çirkin de olsa kalbi güzel adam.

Kollarını göğüsün üzerinde bağdaştırdı. Tek kaşını kaldırıp yaralı bedenimi boydan boya süzdü.

- Çirkin, öyle mi?

Yatağımda doğrulup oturur pozisyona geçtim. Ve onun yüzüne uzun uzun baktım. Emir yutkundu, nedensizce gülüşü solmuştu. Yatağıma gelip gözleriyle benden oturmak için istediğinde başımı salladım.

Oturmuştu. Elini korka korka kaldırıp siyah içlik giydirildiğim bedenime yaklaştırıp göğsümün üstüne getirdi.

Yaramının üstü beyaz sargı beziyle kapanmıştı. Parmaklarıyla üstüne durdu biraz.

-Tıpkı benim bıçaklandığım yere batmış cam.

-Desene aynı yerden yaralanıp aynı acıları yaşamak bizim kaderimiz, deyip kederle gülümsedim.

-Yaranı ben sardım, dedi.

-Ben de senin yaranı sarmıştım, dedim.

-Biz birbirimizin yaralarını sarmak için zaman mı kolluyoruz? Ne?

Derken göğsümde ki elini yüzüme getirip önüne düşen saçları parmağının ucuyla kulağımın arkasına itekledi.

-Eskiden çok konuşurduk, dedi içi gider gibi.

-Eskiden yaşadığım şeyleri anlatacak kelimelerim vardı. Şimdi sadece bakmak geliyor elimden. Acı dolu gözlerimle bakıp beni anlamanı ummak.

Elini saçlarımdan çekip avcunu yüzüme getirdi. Yanağımı bir kere koşarken istemsizce bir şeyler fısıldamıştı dudakları.

"Didem"

Yutkunamamıştım dudaklarını okuduğumda. Fakat bana öyle seslenmek ister gibi değildi. Kendince bir şeyleri deniyordu. Kafasında ölçüp tartar gibi.

Başını sağa sola ağır ağır sallayıp elini üzerinden çekti.

-Kaç saattir uyuyorum?

-Çok değil, yaklaşık iki saat.

-Ben, hatırlamıyorum Emir. Bana aşağıda ne oldu? Çok acı çektiğini anımsıyorum. Ve koşuşturmalar. Geriye kalan her şey karmaşık.

Parmaklarını çıtlatırken üzerini örtmek istediği o anları benim için gözü önüne getirip isteksizce konuştu.

-En son ne zaman uyudun Karmen?

-Az önce uyudum ya işte, dedim muziplikle.

-Az önce mi? İki saati adamdan mı sayıyorsun kızım sen? Neyse Karmen, kusura bakma yükseldim birden. Kötüydün, kriz geçirdin, bilmiyorum. Aklıma gelmiyor çünkü benim kafamda yerinde değildi.

Elimle yeterli olduğunu belirttim. Kendi üzerine fazla yüklenmesini istemedim.

-Şimdi herkes nerede?

-Bilmiyorum, buradan hiç ayrılmadım.

-Öyleyse artık aşağı insek iyi olur. Kapanmamış bir mesele var.

Yatağımdan çıkıp kapıya doğru gitmişken Emir arkamdan seslendi.

-Karmen.

-Efendim Emir?

-Aşağıda olanlardan hiç bir şey hatırlıyor musun?

-Bilemiyorum, neyi hatırlamam lazım?

-Şey gibi -derken nefes alıp verdi- olmayan şeyleri ordaymış gibi gördün mü hiç?

Elim kolyeme gidip onu sıkıca tuttu.

-Hatırlamıyorum. Bir şey mi söyledim yoksa?

-Hayır hayır, öylesine anlamsız bir soruydu. Önemi yok, deyip ayağa kalkıp peşime takıldı.

İkimizin merdivenlere vuran ayak sesleri bizden önce yetişmişti aşağı. Merdivenleri inip salona doğru gittiğim sırada sırtı bana dönük olan Ceyhun geldiğimi fark ettiğinde başını kopartacak kadar hızla bana çevirdi.

Bu sefer ben durmuştum. O ise bana doğru koşuyordu.

Yetiştiği gibi beni kollarının arasına aldı. Benim kolumu kaldırmaya pek mecalim olmadığından olduğum gibi kaldım.

-Canını yakmadan sarılmaya çalışıyorum, dedi kulağıma doğru.

Ve biraz sonra bırakıp geriye çekildi. Skar ve Maytap hariç diğerleri koltukta oturmuşlardı. Onlara doğru ilerledim.

-Hala hayattasın ve ayağa kalkıyorsun.

Aylin'in sözlerinin derinlerinde ki sevinci görmem yeterliydi bana.

Ve başım Hazar'a döndü. Bana söyleyecek bir şeyleri var gibi istekle bakıyordu.

-Saatlerdir... -diye girdi konuya- Saatlerdir telsizileri inceliyorum. Ve sorunun ne olduğunu buldum. Yanıma gel, deyip koltukta kaydı.

İtiraz etmeden geçip oturdum. Bilgisayar ekranında birden fazla sekmeler açıktı. Elinde ki fareyle oku ekranda bir yeri işaret etmeyi başladı.

-Kanalda ki sinyalleri görüyor musun? Yedi farklı ağ sistemi. Bunlar diğer telsizlerle arasında ki bağlantıları gösteriyor. Yani bizim kullandıklarımız. Ama bir parazit var, görüyor musun?

Deyip ekranda ki belirsiz çizgileri gösterdi.

-Bu sinyal parazitleri bu sabah hatta öğlen saatlerinde kanala sızıntı yapmış. Bunu her kim yaptıysa kanala böyle girmiş ve seninle böyle iletişim kurmuş.

Sustu.

-Bu kadar mıydı? Kanala birisi sızmış ve öyle konuşmuş öyle mi?

-Evet Karmen, bundan daha açık ve net başka hiç bir gerçek çıkmıyor ortaya.

-Anladım Hazar, derken laptopa uzanıp ekranı aşağı indirerek bilgisayarı kapattım.

-Ayrıca, -dedi Aylin yanıma yaklaşarak- garajda ki herkesi özellikle evin sahibi olan sarışın kadını yalan söyleyemeyecekleri bir hesap çektik.

Kadın sadece kedisi için iyilik istediği konusunda ısrar etti. Diğerleri ise gerçekleşen suikastle ilgili bir bilgileri olmadığını söylediler.

-Aslında biraz düşününce Karmen, Erdem piçinin kaçırılan herkesin evine adam yerleştirmiş olması makul geliyor. O adam bir savaşın ortasında açık bıraktığı her cepheyi kapatmak veya savunmak zorunda, dedi Emir.

Haklılardı. Biraz durup düşünsem bende aynı sonuca varabilirdim. Ama o durumda kalbimde canlanan ihanet ve hainlik gibi bir ihtimalin varlığı düşünmemin önüne geçmişti.

Bir hain yoktu. Herkes bana bunu söylüyordu. inanıyordum onlara.

İnanmak istiyordum.

Harvey'in ardından sığındığım bu yabancıların kolları beni boğmak yerine saracağına inanmak istedim.

Başımı sükunetle salladım.

-Hollanda, gidip kardeşlerini çağırır mısın?

Aylin sebebini sormadan ayağa kalkıp gitti.

Emir ve Ceyhun sanki her an bana bir şey olacakmış gibi gözlerini üzerimden ayırmıyordu.

Herkes tuhaf bir ortam içinde diğerlerinin gelmesini beklerken ben durgundum. İçimde kopan sessiz fırtınalar birazdan onlara sıçrayacaktı.

Bir başka kavganın eşiğinde değildik bu sefer. Ama keşke öyle olsaydık.

Kapım açıldı. Kendi aralarında ki konuşmaların bir parçasını duymuştuk. Üçü salona geldiğinde Skar ve Maytap hemen yanıma koştu.

-Güçlü bir kadınsın sen, ayağa kalkacağına emindim, dedi Skar yanı başıma geçip otururken.

-Ah be patron... -derken halime bakıp iç geçirdi- Zor bir geceydi.

O da karşıma geçip oturmuştu. Hepsinin üzerinde çekinik bir ruh hali vardı. Çünkü yine ihanet meselesini ortaya açacak ve sabaha kadar uzanan bir kargaşanın daha içine dalacaktık.

Hayır, hayır.

Mesele bu değildi. Bundan daha ağırdı. Çünkü birazdan onlara, az önceki gibi bir kişinin ölümü yerine hepsinin ölüm ihtimalini söyleyecektim.

Sadece vakit biraz daha geçsin istiyordum. Biraz da hepsi buradayken, ellerimden kayıp gitmeden onlara doymak istiyordum.

-Bir sorun mu oldu Karmen? Yeni bir operasyona gitmemiz mi gerekiyor?

Başımı hafifçe sola çevirip Hazar'a cevap olarak başımı hayır manasında salladım.

-Yoksa, diye mırıldandı Ceyhun.

Bakışlarım hemen ona çevrildi. Gözlerimde öfke veya suçlama izine rastlamayan adam rahatlamış gibi nefes verdi.

Ağır ağır Emir'e baktım. Aralarında tek bilen oydu. Bakışlarımı altında yatan özlemi gören, ağzımdan çıkacak olan keskin sözlerin onları keseceğini bilen tek kişi oydu.

Çünkü Emir ve ben bunları daha önce yaşamıştık. Harvey'i kaybettiğimizde.

Oyuna başladığımızdan beri kapımızı çalan bir ölüm vardı. Bizler evin içinde saklanıyor ve kapıyı kilitliyorduk. Ama o engellerin yetersiz olduğunu ve bir gün o kapının kırılarak açılacağını da biliyorduk.

Kaçamazdık. Kaçsak bile ölüm peşimizi bırakmazdı.

Emir koltuğa yaşlanmış kollarını geniş göğüs kaslarının üstünde birbirine dolamıştı. Dışardan bakılınca rahat gözüküyordu ancak sol ayağının topuğu içinde ki tüm bulantıyı atmak istercesine yere vurulup duruyordu.

Beni onaylamadı veya reddetmedi. Karar vermeyi tamamen üzerine bıraktı. Çünkü ben bilirdim.

Sahi...

Karmen bilirdi değil mi?

Karmen Ivy As Cindy bilirdi. Acıyla nasıl baş edilir bilirdi. Düşmana karşı nasıl oyun oynanır bilirdi. Kaçmayı bilirdi. Cesur durmayı bilirdi.

Ya da bilir gibi davranırdı.

-Burada öyle bekleyip birbirinize bakmaya devam mı edeceğiz?

Diye bıkmış gibi söylendi Hollanda.

-Patron ne derse onu yapacağız Hollanda, dedi Maytap.

Hollanda ona ters ters baktıktan sonra bakışlarını hiç yumuşatmadan bana döndü.

-Söyle artık Karmen içinden geçenleri. Sen susuyorsun diye bilmiyoruz mu zannediyorsun?

Şu halimize bakın. -deyip herkese tepeden bir bakış attı- Bir avuç korkaklar çetesi. Şimdiye kadar hiç birinizin ağzı kapanmıyordu. Yerinde durmuyor oradan oraya adam öldürmeye, adam kaçırmaya, silah çekmeye, tehdit etmeye koşuyordunuz. Tabii şimdi hepsinin bizim başımıza geleceğini duydunuz, köşenize çekildiniz.

Sertçe konuşmasından dolayı kuruyan boğazını biraz dinlendirdi. Yaş olarak en küçüğümüz ondan çokça büyük olan altı kişiye ayar çekiyordu.

-Korkuyorum! Evet korkuyorum. Başkasına tuttuğumuz silahın acımasız namlusu artık bize dönmüş durumda. Ve ben bundan korkuyorum. Ama siz benden korkaksınız. Korktuğunuzu itiraf edemeyecek kadar hemde.

Asi mavi gözlerini üzerime dikti.

-Korkuyorum. Kardeşlerimden birine bir şey olacak diye ödüm kopuyor. Bunca yıl yetim ve öksüz kalmışken beni tekrardan bir ailenin içinde hissettiren bu iki adama bir şey olacak diye başımı yastığa bile koyamıyorum.

Fakat sadece onlar mı? Kendim içinde korkuyorum. Ölmekten de öyle. Ben ölüme göğüs geren bir kız olmadım hiç. Ama yine de kabullendim.

Sana sordum Karmen, o gece bizi bu işe davet ettiğinde sordum. Ölüm var mı dedim. Sen de evet var, dedin. Şimdi bunu neden tekrar etmekten korkuyorsun? O zaman da gelecek olan ölümün alacağı canlar senin için bir şey ifade etmezken şimdi tam tersi mi oldu?

Ah deli kız... Gerçekleri böyle yüzüme vurmak zorunda mısın?

-Evet oldu. -dedim zorlanarak- Benim için sadece iş ortağı veya yandaş olan insanlar şimdi ailem oldu.

Histerik bir gülüş atarak ayak ayak üstüne attı.

- Ama sen, sen varya Karmen. Sen kendin için bile korkmuyorsun. En acınası durumda olan sensin. Başkasının ölümü için endişelenmekten özgürce kendi canın için bile korkmuyorsun.

Skar uzanıp susması için Hollanda'nın dizini dürttü. Emir Aybeyaz'ın aklına benim de ölme ihtimalim düşmüş olsa gerek iki büklüm oldu.

Burnumdan öfkeye karışık bir nefes verdim.

-Konuyu benden önce açtığın için teşekkür ederim Hollanda. Fakat her ne kadar cesur olsam da sizi kendi rızanızla ölüme davet etmek o kadar basit değil.

Konuşma sırası artık tamamen bendeydi. Benden başka kimsenin de bir şey demesini, içinde yaşadığı korkuları sırf bastırmak adına sahte bir suratla, sahte cümlelerle tepki vermelerini istemiyordum.

Korku hepimizin tatması gereken bir duyguydu. Çünkü bu yolun devamını yürümemiz için bizi kamçılayan şey o olacaktı.

-Ama madem herkes kurbanlık koyun gibi dizilmiş burada. O zaman bana da ecellerini açıkça söylemek düşer.

Yerimden ayağa kalktım ve hepsinin ortasına geçtim.

-Uzun günler önce hepinizle tek tek buluşup Erdem Aker ve Ceyhun Kozan isimli iki şahsın arasında ki taht savaşına katılacağımı söyledim. Ve sizden bana yandaşlık etmeniz için teklifte bulundum. Kimseyi zorlamadım ama durumum acınasıydı. Bazılarınız bu halime acıyıp geldi, bazılarınız kendi geleceğini karanlık içinde değil aydınlık içinde geçirmek istediği için. Fakat yine de geldiniz.

Emir, Ceyhun, Hazar, Skar, Maytap ve Hollanda. Hepinize tek tek teşekkür ederim. Ancak az önce Hollanda'nın da dediği gibi bildiğimiz bir gerçek var. Bu savaşa katılmadan önce sizlere oyunun ölümcül derecede tehlikeli ve riskli olduğunu söyledim. Hiç biriniz geri adım atmadınız. O günden bu güne türlü işlerin içine girdik. Adam kaçırdık, belge çaldık, kovaladık.

Yirmi beş temmuz yani yarın, tüm bunlar son bulacak. Son durağımız, son hamlemiz. Yaptığımız her iş bir sonuca varacak. Yarın saat on sekiz de T.G.I.F klüpte büyük heyet oylama yapacak. Bilmeniz gerekenler var. Bugün Erdem Aker'den bir hamle geldi.

Bunu şimdi söylüyor oluşum Emir'i sinirlendirmişti. Yerinde dik bir hale gelip başını bana doğru eğdi.

-Erdem bizim onun aleyhine kaçırdığımız dört insana karşılık sabah sularında yaptığı suikast ile Kozan'ın sevgilisini kaçırmış durumda.

-Vay piçe bak sen ya, diyerek dizlerine vurdu Maytap.

Emir ise neler döndüğünü anlamış gibi bir boynumda ki kızarıklığa bir de yüzüme dehşet içinde baktı.

-Birazdan onu kaçırmaya mı gideceğiz, diye hevesle sordu Hazar.

Bu konuşmayı yapmak yerine her türlü pis işe bulaşmak daha az yorucu geliyordu. Başımı iki yana sallayip ellerimle hepsinin şaşkınlığını dizginledim.

-Hayır bugün yapacak bir şeyimiz kalmadı. Yarın oylama zamanı bizde orada olacağız.

-Bunun şeytanlarla dolu cehenneme girmekten farkı olmaz, dedi Emir.

-Bizlerde melek değiliz, dedim.

Ama kendi içimde Ceyhun'u bu gruptan ayrı tutmuştum.

-Kaçınılmaz son. Oyunu ben başlattığım gibi ben bitireceğim. Yarın için kurduğum büyük plan kafamda henüz şekilleniyor. En ince ayrıntısını bile hesaba katarak en büyük darbeyi vuracağız.

Emir dilini ağzının içinde yuvarlayıp çenesini kastı. Niye bu kadar isteksiz bakıyordu? Gerçekten buraya kadar geleceğimi beklemiyor muydu? Benim intikam yeminim onun gözünde her zaman ikinci planda olmuştu.

Fakat şimdi işler gerçekten ciddiye bindiğinde huzursuzlanıp yerinde duramaz olmuştu.

Bu oyunu kazanmak mı istemiyordu yoksa oynamamak mı?

-Kafandan neler geçiyor kadın?

Ceyhun katılmıştı şimdi ateş çemberine.

-Bunun cevabını yarın tam olarak alacaksınız. Ama benim planı kurup yarın size sunmam için hazır olduğunuza emin olmam gerekiyor.

-Neye hazır olmamız gerekiyor?

-Olabilecek her şeye.

-Bu her şey neyi içeriyor, diye ısrarla sormaya devam etti Skar.

Bunun nedeni özellikle Maytap ve Hollanda'yı iyice düşünmeye itmekti.

-Kendi ölümünüze hazır olmak.

İçinde güvende olduğumuz bu evin duvarlarını sarsan bu cümlemin ardından herkes susup kendi içinde düşünmeye başladı.

Peki ya ben?

Benim düşünmeme gerek yok mu?

Ben zaten dünden hazır mıyım ölmeye?

Benim canımın bir kıymeti yok mu?

Onlara iki farklı yol teklifi yapılıyorken bana teklif bile yapılmadan arkamdan iteklenerek kaderim olan tek ve en kötü yolda yürümeye mecbur bırakılıyordum.

-Fazla düşünmeye gerek yok Karmen. Biliyorsun, her zaman senin yanında olacağım.

Emir'e kalbimin derinliklerinden gelen şükran borçlu bakışlarımı sundum. Ve onun hemen ardından tabii ki Ceyhun kendine has cümlelerle benim yanımda olacağını net bir dille söyledi.

-O yolda yalnız başına yürümediğini gözüne sokarak göstermek lazım.

Yanımda olmasını istediğim en önemli iki kişi bana sadakatlerini bir kez daha göstermişti. Bu çemberin devamı tek tek konuşmaya gerek duymadan "evet" diyerek son bir kez daha yandaşlığın yürürlüğünü kaldırmadılar.

İşte bu kadardı. Bir aksilik olduğunda zaten vicdan azabından yanıp tutuşan yüreğim belki biraz olsun söndürülmek adına "bu zaten onların tercihiydi" diyebilirdi.

-Şimdiye kadar size resmi açıklamalarda bulundum. Ancak birazdan kalbimden geçenlerin söylemem beni aciz birine dönüştürmez.

Arkamdaki televizyon ünitesine gidip çekmecesini açtım. Bir paket sigara ve kibrit kutusu duruyordu içinde. Elim oraya titreyerek gitti ve ikisini kavradı. Çekmeceyi geri kapatıp onlara yüzümü gördüm.

Baktığım ilk kişi Emir olmuştu. Onun ne kadar sert bir adam olduğunu bilmesem sigarayı gördüğünde herkesin ortasında oturup hüngür hüngür ağlayacağını söylerdim.

Ona Harvey'i mi hatırlatmıştı? Veya Didem'i mi?

Tüm gözler elime kaydı. Ben ise az önceki yerime yani karşılarına geçtim.

-Geriye söylenecek bir kaç söz kaldı. Elimde tuttuğum sigaralar yas sigarası. Bir ölümün ardından içilen, dumanı her içimize çektiğimizde anıları hatırladığımız fakat çektikçe sigaranın tıpkı ömrümüz gibi kısalması ve en sonunda sönmesini andırıyor.

Yas Sigarası... -dedim bir kez daha- Her ölüm olan yerde Yas sigarası olmaz ama her yas sigarası olan yerde kesinlikle ölüm vardır.

Ben bugün içeceğim. -deyip paketten bir tane çıkardım- Bana bugün son kez aile oluşunuza. Gördüğüm canlı gözlere, var olan ruhlara, hala atan kalplere ve yüzünüzden eksilmeyen bu acı tebessümlere.

Ve elimde ki paketle hepsinin önüne tek tek geçtim.

Az önceye kadar hepsine bir silah doğrultmuşken şimdi hepsine sigara uzatıyordum.

İkisinin ne farkı vardı ki?

Elimde ki paketle önce Hazar'ın önünde durdum. Gözleri dolmuştu. Bacağının altına koyduğu elini zorlayarak saklandığı yerden çıkarttı ve pakete uzattı. İçinden bir dal çıkartıp gözlerime baktı.

-Nefret ediyorum bu sigaradan. Çünkü Harvey de öyle yapardı. Ya bir ölünün ardından içerdi ya da kesin ölüm gördüğü yerde önceden içerdi.

Aklıma yine kendi ölümü için içtiği sigara geldiğinde gözümden bir damla yaş aktı.

-Kocan kadar acımasızsın Karmen.

-Özür dilerim.

-Dileme. Çünkü kocan kadar da cesursun. Bak Karmen, bir ailem olmadığı için başımı işten kaldırmazdım. Ama şu bir hafta, bana daha önce hiç hissetmediğim duyguları hediye etti.

Göz ucuyla Hollanda'ya baktı. Ve ardından,

-Belki de en kötü kalp acısını. Ama yine de pişman değilim. İyi ki beni davet ettin. Burada geçirdiğim günler aklımdan hiç bir zaman çıkmayacak. Yarın veya yarından sonra...

-İyi ki davet ettim seni Hazar. İyi ki geldin aramıza. Harvey, seninle gurur duyardı.

Başını salladı.

-Hayır, kocan seninle gurur duyardı.

Elinde sigarası ile Hazar'ı belki de yaptığımız son konuşmasıyla bırakıp Maytap'a geçtim. Parıldayan bu masum gözleri yarın sönecek miydi?

Kalbimi en çok bu adam yaralıyordu. O ise diğerleri gibi suratını düşürmek veya acıklı şeyler konuşmak yerine morali yerindeymiş gibi davranmaya çalışıyordu.

Sigarayı ona uzatmak içimden gelmemişti. Fakat beni beklemeden elime uzandı ve paketten bir dal aldı.

-Bu kadar korkma Patron. Yarın her şey iyi olacak. Bana güven, biliyorum beni aklı başından uçmuş, ne dediğini bilmeyen bir adam olarak görüyorsun.

Başımı çabucak hayır der gibi salladım.

-Ama yine de -dedi ısrarla- ben öyle olmaktan memnunum. Ailem yanımda, gülmemem için hiç bir sebep yok.

Hayır Maytap ya... Bu kadar belli etme herkesten çok korktuğunu. Bu kadar gülme, senin gülmen bizim göz yaşlarımızdan ağır. Senin ağlaman, herkesin acısından büyük.

Yanından geçemedim. Beni eliyle yan tarafıma doğru o itekledi. Ceyhun duruyordu karşımda. Gözlerine bile bakamdan sigaradan bir dal çıkartıp ona fırlattım ve hemen yanından geçip Skar'da durdum.

Ceyhun'un karşısında ona ölümü için yas sigarası uzattığım sırada veda konuşması yapmak mı?

Hayır, kalsın. Benim kafamın yerinde olması lazım şimdilik.

Skar'a gelince derin bir iç çektim. Bu adam bana her zaman merhametliydi. Bir abi veya baba hissiyatı veriyordu ruhuma.

Paketi beni çok iyi anlayan adama uzattım. Başını teselli eder gibi sallarken sigaradan bir dal aldı.

-Ah güzel kızım, aynı Hollanda gibi bu karanlık dünya için fazla genç ve masumsunuz.

-Yapma Skar, o meşhur deyimi bilirsin. Karanlık dünyada herkes karanlıktır.

-Hatırlıyor musun Karmen, sana Kehribar'ın hatalarından bahsedecektim. Bunlardan biri ne biliyor musun? İşte bu sözlere çok kanması. Fakat ne karanlık dünyada herkes karanlık ne de karanlık Dünyada herkes güvenilmez. Sen doğru insan olarak kalmaya devam edersen Karmen, hem aydınlık hem de güvenilir biri olursun.

Elimi Skar'ın kalbinin üzerine götürdüm.

-Sen adam, aramızda içinde ki çocuğu öldürmeyen tek kişisin. Büyük adamsın, adam gibi adamsın.

Göğsünde ki elimi tutup iki eli arasına alıp sıktı.

-Bana bir aile daha verdiğin için teşekkür ederim Karmen. Herkes benden korkarken siz aranıza aldınız. Biraz utangaç ve içine kapanık bir adamım. Kimse bunu değiştirmek için uğraşmamışken bunca zaman siz benim duvarlarını yıktınız.

Allah sizden razı olsun. Çünkü ben ömrümde hiç olmadığım kadar razıyım.

Yoğun bir çökmüşlük ile Skar'ın ardımda bıraktım. Ve Hollanda'nın karşına geçtim. Paketten bir tane çıkartıp parmakları arasına sokuşturdum.

Kız titriyordu. Gözleri kardeşleri üzerindeydi hep. Onunla konuşmadım. Son sözlerimizi etmeyi reddetti. Bir ümit vardı içinde, hala bir ümit...

Hepsi bitmişti. Geriye tek bir adam kalmıştı.

Emir Aybeyaz.

Karşısında durmakta zorlanıyordum. Gözlerime uzun uzun bakmaya başladı. Gözlerimi ondan çekmeden sigarayı uzattım. Elimi tuttu, sigarayı aldı fakat geri bırakmadı.

Bırakmak zorundaydı, ben gitmek zorundaydım. Ayrılık yaşanmak zorundaydı.

-Sen ve Harvey... Karmen ve Harvey, ikinizden başka kalbimi bu denli parçalayan biri yok hayatımda. Şu yas sigaranız... Şu ölmeye olan merakınız...

Ellerimi çabucak ondan çektim. Herkes sigarasını almıştı. Ben dahil herkes...

Burada daha fazla kalmaya mecalim yoktu. Hızlı adımlarla salondan mutfağa doğru oradan da arka bahçeye çıkan kapıya yürüdüm.

Kapıyı açtığım gibi kendimi dışarı attım. Adımlarım yavaşlamıştı. Hayata bakışım kararmıştı.

Çimlerin üstünde duraksadım. Harvey'in de ölmeden önce kendi ruhuna içtiği yas sigarası olan çimlerin üstünde.

Ve ertesi gün ölüp yığıldı çimler. Kanlarının etrafa saçıldığı, son sözlerini ettiği, son nefeslerini verdiği çimler.

Elimde ki sigarayı yere bakarak yaktım ve içime derin bir dumanı tüm ciğerlerime dolduracak şekilde çektim.

Her şeyin başladığı yerde duruyordum. Burada kollarım arasında Harvey ölürken şimdi dim dik ayakta dikilmiştim. Zaman beni nerelere sürüklemişti.

Sigarayı ağzıma bir kez daha götürdüm. Ve o sırada benden başka birinin daha duman üflediğini gördüm havaya.

Emir, sağ tarafımda duruyor ve sigarasını içerken bana eşlik ediyordu.

Gözü ucumla ona baktığımda tam burada beni kollarımdan tutup arabaya sürükleyişini hatırladım.

Emir içinde bir nefes çektim. Ve bir başka kişiyi daha hissettim yanı başımda. Ceyhun, sol tarafıma geçmiş bizimle beraber sigarasını içiyordu.

Onunla ilk zamanlarımızı anımsadım. Tek derdi başını yastığa rahat koymak olan adam şimdi ölüm ihtimalinin sigarasını içiyordu.

Ne tuhaftık...

Bu yola baş koyduğumda daha silah tutmayı bile bilmiyordum. Ağaçtan kuruyup düşen başıboş yaprak gibi sert rüzgarlarda oraya buraya savruluyordum.

Şimdi ben o rüzgar mı oldum yoksa hala yaprak olarak kaldığımı kabul mu etmiyorum bilemiyordum.

Harvey gitmişti. Yerine iki adam gelmişti. Bir sağ biri sol tarafımda duruyordu.

Ceyhun Dinç, Emir Aybeyaz.

Bu hep böyle mi devam edecekti?

Hayır hiç sanmıyorum. Yarın yandaşlık da bitecekti bu dostluklar da.

Fakat şimdi herkes kendi ölümünün yasını tutmakla meşguldü.

7 farklı Yas Sigarası yakıldı. 7 farklı kişi, 7 farklı ölüm ihtimali. Yarın için, şimdiden...

Ben sigaramı 7 nefeste bitirmiştim. İzmariti yere atıp ayağımla ezdikten sonra ikisiyle de konuşmadan eve geri geçtim.

Çünkü kabullenmek istemiyordum. Onlarla bir veda konuşması yapmak zorunda olduğumu. Bir gün yapacaktım ama o gün bugün değildi.

Mutfak kapısını ardımdan açık bırakmış ve eve bir adım atmıştım. Hollanda, Skar ve Maytap üçü beraber mutfak masasının etrafında oturmuş sigaralarından kalan son demleri de çekiyordular.

Benim geldiğimi gördüklerinde kalkmaya hazırlanmaya başlamışlardı bir yandan. Durmadan salona doğru yürümeye devam ettim. Hazar burada tek başına oturmuş ve sigarasını çoktan bitirmişti.

Kısa bir süre içinde herkes yeniden etrafıma toplandı.

-Nöbete kimler gidiyor, diye sordu Emir.

-Hayır, hiç kimse gitmiyor. Bu gece sizden istediğim son şey hepinizin evine gitmesi ve kendi yatağında uyuması.

-Hayır, seni burada yalnız bırakmam. Garajda tehlikeli insanlar var ayrıca Erdem piçinin sağı solu belli olmaz.

Elimi belime attım silahımı çıkartarak Emir'in gözü önünde salladım.

-Ben başımın çaresine bakarım. Sizden sadece gitmenizi istiyorum.

Emir yerinden kıpırdamadan durmaya devam etti. Hatta diğerlerinin de beni yalnız bırakmaya merakı yoktu.

Onların yerine ben salondan çıkıp evin çıkışına gittim. Dış kapıyı açıp sonuna kadar açık bıraktım.

-Lütfen, lütfen herkes evine gitsin, dedim yalvaran sesimle.

Çünkü yarın bizim sonumuz ise bugün herkesin son bir kez bile olsa kendi yatağında kendi evinde kendi anılarıyla beraber vakit geçirmesini istiyordum.

En önde Hollanda olmak suretiyle hepsi sıraya dizilmiş gibi kapıya doğru yaklaşmaya başladı.

Genç kız yanından geçip giderken tek kelime etmemişti.

Ardından Skar geçti ve beni sıcacık bakan gözleriyle selamladı. Ardından Maytap, geniş gülümsemesini göstererek mutluluk aşıladı içime.

Sonra Ceyhun geldi karışma. Biraz durdu, iyi geceler diyebilirdi. Ya da az önce benim kaçtığını veda konuşmasını yapabilirdi.

Ama onun da dili varmadı. Ve yanından çekip giderek yerini Emir'e bıraktı.

Karşımda duran adam, elini yavaşça göğsümün üzerinde ki yaraya getirdi.

-Karmen, ben gitmek istemiyorum lütfen ...

Sözünü yarıda kesmek zorunda kalmıştı. Çünkü ben de elimi onun göğsünde ki yaranın üzerine koymuştum.

-Dediğin gibi ikimiz aynı yerden yaralandık Emir. İkimizin de şifası yine aynı yerden olacak.

Elimi indirip ona gitmesi için kapıyı gösterdim.

-Ama bu gece şifa yok. Evine git, vicdanım sussun benim yaram da daha az acısın.

-Yaran daha az acısın diye gidiyorum. Ama bil ki, aklımda olacaksın. Beni ara, beş dakika geçmeden evinin önünde olurum.

Gözlerimi kıstım.

-Evin bu kadar yakın mı bana?

Emir'in evinin nerede olduğunu bilmiyordum. Ama Harvey'in öldüğü gün beni evine götürecekken bir başka barakaya bıraktığı zaman gittiğimiz yol buradan epey uzaktı.

-Hayır. -dedi net bir ifadeyle- Evim değil, ben sana yakınım.

Ve benim cevabımı duymaktan çekinir gibi kapımdam çıkıp gitti. Dalgınlıkla kapıyı kapatmak üzereydim ki bir şeye çarptı.

Başımı aniden kaldırdığım da Hazar kapı ile pervaz arasına ayağını koymuştu.

-Burada olduğunu görmedim, pardon, diyerek kapıyı tekrar açtım.

Ama onun gitmesine engel olan bir şeyler vardı etrafına sarılıp duran.

-Bir sorun mu var Hazar?

Diye sorduğumda bakışlarının arasında suçluluk ifadesi buldum.

- Hala vazgeçmek için geç değil.

-Neyden vazgeçmek Hazar?

-Oyunu oynamaktan vazgeçmek.

-Oyun çoktan oynandı Hazar. Yarın bitişi olacak. Ve ben ölen kocamın intikamını almak için yemin ettiysem, bu yolda ne gerekiyorsa yapacağım.

-Ama, dedi ve anında sustu.

-Ama, diye tekrarladım onu buram buram sigaraya karışmış şüpheli sesimle.

-Ama bu yas sigaraları boşuna içilmedi.

İş işten geçmişti bir kere. Herkes bana sadık kalıp yandaşım olmayı son bir kere kabul etmişti. Hazar korkuyordu, telaşı da bu yüzdendi.

- Artık gitsen iyi olacak Hazar, dedim.

-Son bir şey daha sorabilir miyim?

Başımla izin verdim.

-Bunca zamandır senin yanındaydım. Ama evlilik yüzüğünü bir kere bile parmağında görmedim. Yüzüğün nerede, neden hiç takmıyorsun?

Harvey için yandaşım olduysa bana bu soruyu sormaya hakkı vardı. Zaten ses tonu onu hayal kırıklığına uğrattığımı söylüyordu.

-Gerçekten seni tatmin edecek bir cevabı hak ediyorsun Hazar. Ama özür dilerim, takmama sebebim bana özel.

İstediği yanıtı alamayan genç adam evden hızla çıkıp gitti.

Ve arkalarından kapıyı kapatmadan yaklaşık beş dakika daha bekledikten sonra ilk iş olarak garaja gittim.

İçeride aydınlık bir ışık yanıyordu. Ve özelikle sessizdi. Yerde duvara doğru yaşlanmış elleri ve ayakları zincirlerle bağlı olan dört kişi uyuyordu.

Gustavo Martinez hepsinden biraz uzakta kalıp şapkasıyla yüzünü kapatmış ve başını öne sarkıtmıştı.

Garajda sadece bu insanlardan çıkan horultu sesleri yankılanıyordu. Sarışın kadın, başını yanında ki mavi kafalı adamın omzuna devirmişti.

Ve diğer adam ise herkesten alakasız put gibi durarak uyuyordu.

-Uyuduklarında çok masum gözüküyorlar, dedi arkamda ki ince ses mırıltı gibi.

Yüzümde ki kindar ifadeyi söküp attım çabucak ve gülümseyerek arkamda ki kadına döndüm.

-Uyumadıkların da nasıllar?

-Az konuşuyorlar. Ama söyledikleri şeyler ruhumu daraltıyor. Onlar gelmeden önce kendimi hapiste gibi hissetmiyordum. Ama onlardan sonra ömrümün en kötü anlarını en kötü insanlarla geçiriyor gibiyim.

Koltuğuna yaklaşıp sadece geceleri bağladığımız ellerini ve ayaklarını çözmeye başladım.

-Senden özür dileyebilir miyim, dedim düğümleri açarken.

-Dileyebilirsin ve bende kabul ederim, dedi tatlılıkla.

Tüm bu iğrençliğe göğüs germesi ve her şeye rağmen bana karşı iyi olması, ona ömrü boyunca unutamayacağı şu günleri yaşatmam sonucu üzerimde ağır bir yük olarak kalacaktı.

Çözdüğüm ipleri kaldırıp köşeye attım. Ve yan tarafta rafın üzerinde duran telefonu alıp ona uzattım.

-Uyku tutmuyorsa vakit geçirebilirsin.

Telefona elini uzatmış olsa da vazgeçip almadı.

-Senden başka bir şey isteyebilir miyim?

-Elbette hem de her ne olursa.

- Eğer rahatsız olmazsan evinde duş alabilir miyim? -bunu söyledikten hemen sonra yüzü kızarmıştı- Cidden bunu istemezdim ama yarın buradan çıkınca evime bile uğramadan direkt ailemin yanına gideceğim. Peperonni'den izin aldığım bir haftalık tatil için yarın dahil sadece iki gün kaldı. Yarın akşama doğru buradan ayrılsam ve yola çıksam ancak yetişir ve onlarla bir gün geçirebilirim.

Benim sustuğumu gördüğünde korkuyla devam etti haklı sebepler sunmaya.

-Karmen lütfen, eşyalarını kullanmam. Ama hemen annemlere gitmem gerek. Annem yatalak babamda müsait olamamış onun işlerini halledememiş. Hem her gün bana mesaj atıyorlar. Beni çok özlemişler Karmen ben de onları çok özledim.

Hararetle hareket ettirdiği ellerini en sonunda yakalayıp yere indirdim.

-Cansu, sakin ol. Sakin ol tamam mı? Elbette duş alabilirsin. Hatta benim temiz kıyafetlerimi de giyebilirsin.

-Gerçekten mi?

-Evet, gerçekten. Hatta şimdi git rahat rahat duşunu al. Evde kimse yok.

Cansu tedirginlik içinde ayağa kalktı. Sadece basit bir duş alacak olmasına bu kadar sevinmemeliydi. En gereksiz şeye bile böylesine muhtaç kalmamalıydı.

Cansu daha fazla oylanamadan garajdan çıkmak için yürümeye başladı.

-Banyo ikinci katta solda, dedim arkasından.

Ve bana bakmadan başını sallayarak karanlığa karıştı.

Onun gidişinin ardından ben de zaten kafamda dallandırıp dört bir yana yaydığım planıma devam etmeye başladım.

Garajı, çevresini, içindekileri yapbozun bir parçası haline getirirken bir ses duymuştum. Başımı omzumun üzerinden çevirip arkaya baktım.

Gustavo Martinez şapkasını yere düşürmüş, açıkta kalan dağınık saçlarıyla bana bakıyordu. Orta yaşlı, bodur tipte olan bu adam bakışlarıyla beni yanına çağırıyor ve dudaklarını oynatıyordu.

Silahıma gerek duymadan onun yanına gittim.

-Ne oldu? -diye sordum. Anlamamıştı- Şapkanı mı istiyorsun?

Dedim ve yere çömelerek düşmüş olan hasır kovboy şapkasını aldım. Gözleri açılıp başını hızla salladı. Dudağımın kenarı ile gülümseyip şapkayı kendi kafama koydum.

Adam yerinde kıpraşmaya çalıştığında bağlı olan ellerine bakıp biraz daha genişlettim gülümsemi.

- Cálmate Gustavo Martinez, diyerek ona sakin olmasını söyledim.

Harvey'in babası aslen İspanyol olduğu için Harvey'in de İspanyolcası vardı. Ancak ben hiç bir zaman akıcı konuşacak kadar çok öğrenemedim bu dili. Sadece aklımda kalan tek tük kelimeler vardı.

Kendi dilinde şaşırarak bir şeyler söylemişti.

-Dur dur hemen başlama, anlamıyorum dediklerini, desem bile o da bana Bön bön bakmaya devam etti.

Cebimden telefonumu çıkartıp translate' e girdim. Mavi kafalı çevirmen adam uyuyor olduğundan onunla ancak böyle iletişim kurabilirdim.

Telefonun ses tuşuna basıp ağzına doğru uzattım. Ne yaptığımı anlayan adam gözlerime bakarak konuşmaya başladı.

Cümlesi bittiğinde ne dediğine baktım.

-Adın ne, demişti.

Kimliğimin henüz kimse tarafından bilinmemesi benim için avantajdı. Ancak saklanmaktan sıkılmıştım. Hiç çekinmeden ona adımı söyledim.

-Karmen, Karmen Ivy As Cindy.

Başını sallarken aksanlı bir şekilde adımı tekrarladı. Telefonu tekrar ona uzattım. Konuşma boyunca bu böyle sürecekti. O kendi dilinde konuşacak ben de aynı şekilde konuşup ona çeviri yaparak cevap verecektim.

- Kimsin sen? İsmini ilk defa duyuyorum.

-Sizin sonunuzu getirecek olan kadınım.

-Çok cesursun. Ama her şeyden önce merhametlisin. Şu kadının kedisini beslemeye gittin. Hem de tehlikeli olmasına rağmen.

-Suçsuzların cezalandırılmasından nefret ediyorum çünkü.

-Gözü pek ve zekisin. Beni kaçırmak kolay iş değil, beni kaçırıp elinde tutmakta öyle.

-Ne kadar meraklısın seni kaçıran birini övmeye, dediğimde kahkaha atmıştı.

-Tatlı kız, anlamıyor musun? Seni övmüyorum sana iş teklifi ediyorum.

Çeviriyi duyduğum anda irkilerek geriye çevirdim. O ise telefonu kendisine yaklaştırmamı işaret etti yüzünde ki hoşnut bir edayla.

-Martinez Karteli, benim kartelim. Şimdilik herkesin dilinde değiliz ama gün geçtikçe büyüyoruz. Niye biliyor musun? Çünkü benim uyuşturucum en iyisi. Kokain, esrar, ot, ne istersen ticaretini yaparız. Ben malıma güveniyorum ama bana senin gibi zeki adamlar lazım.

Kolombiya'ya gel. Seni havada kaparlar. Bir düşün tatlı kız, bu işten kaldırdığın paranın haddi olmaz. Kendi işin olur, kendi çalışanların. Hele ki saygınlık.

Duraksamıştım.

Bir anlığına olsa bile duraksamış ve düşünmüştüm. Fakat sunduğu iş teklifinin değil, kendi işim, kendi çalışanım ve kendi paramı kazanmanın vereceği özgür ve güçlü hissi.

Ama son kelimesi dikkatimden kaçmamıştı. Saygınlık...

-Dizable' yi tanıyor musun?

Gözleri birden hayranlıkla parladı. Ve sonra neferi çekildi.

-Dizable mi? Herkes Dizable' yi tanır. Kolombiya'da, Meksika da, Portekiz de büyük işler yaparlar. Dizable, ismini bile söylemekten korkar insanlar. Onun önünde baş eğerler, azıcık akılları varsa meydan okumaktan kaçarlar. Dizable, göreceğin en karanlık adamdır.

Bu cümlelerden sonra gözümün korkması mı gerekiyordu? Öyleyse neden ben korkmak yerine daha fazla heyecanlanmıştım?

-Ama kolombiya'ya geri döndüğümde senden bahsedeceğim. Herkes sana deli olacak. Bir kadın var diyeceğim. Savaşın ortasında kedi besledi. Düşmanlar durdu bekledi, müttefikler hayran kaldı. Çünkü tüm karanlık dünya böyle bir ana ilk kez şahit oluyordu.

Gustavo Martinez çakırkeyif gibi duran ve bir dediği ötekini tutmayan adam belki ilk kez benim gözümü açmıştı.

Ben kedi beslemiştim.

Bir savaşın ortasında kedi beslemiştim.

Emir beni İgima Dizable'ye benzetmişti ancak beni ondan ayıran fark buydu. Ben de merhamet vardı.

Merhametsizliğim karanlığaydı.

Ama o karanlık içinde ki aydınlık olan kediyi ne pahasına olursa olsun beslemiştim.

Başımı salladıktan sonra artık buradan gitmenin ve iş teklifine gerekli cevabı vermenin zamanı gelmişti.

-Kartelini de, mallarını da, iş teklifini de al götüne sok.

Kırışmış yüzünü buruşturmuştu. Bana şimdi tiksinerek bakıyordu.

-Bu sözler ve bu hareketler herkesin cesaret edeceği türden değil. Ama deli cesareti senin başını yakacak.

-Beni tehdit mi ediyorsun?

-Gustavo Martinez'i kaçırmak ve bir hayvan gibi bağlamak cezasız kalmayacak. Kedi besleyen kadın, seni merhametin bile kurtaramayacak elimden.

-Başından beri sana yaşaman için şans tanıyordum. Ancak beni tehdit etmeye devam ettin. Öyleyse Gustavo Martinez bugün, değilse yarın, değilse diğer gün, değilse aylar veya yıllar sonra seni öldüreceğim. Seni öldürürken bana soracaksın. "Bir savaşın ortasında kedi beslerken ki merhametin nerede?" Cevabını ise o zaman alacaksın.

Telefonu aramıza tutarak kafamı yüzüne iyice yaklaştırdım. Ve gözlerimi gözlerine diktim.

- Gözlerime bak. İyice bak. Aklına kazı. Ezberle. Çünkü göreceğin son şey bu gözler olacak.

Ayağa kalkıp kafamda ki şapkayı çıkarttım ve onun kafasına bırakarak arkamda kalan adama hiç bakmadan oradan çıktım.

⛓️⛓️⛓️

Evime geçtiğimde Cansu'yu salonumda bulamamıştım. Sanırım hala yukarıdaydı. O gelmeden önce hızla mutfağa geçtim.

Onunla biraz sohbet edip sanki kocamın taziyesi için evime gelen misafirmiş gibi ağırlayacaktım.

Dolaptan içecek çıkartıp iki farklı bardağa doldurdum. Ve hazır kurabiyelerden bir kaç tane de tabağa ekledim.

Sanırım bunlar yeterliydi. Tepsiyi alıp salona geçeceğim derken merdivenlerden üzerine paçaları biraz uzun gelen benin giymeyi sevmediğim kumaş pantolonumu ve bir tane de beyaz bluzumu giymişti. Saçlarını kurutmaya çalışmış ancak hala arada tutam tutam ıslaklık bırakmıştı.

Beni görünce biraz utanıp başını öne eğdi.

-Yarın üzerimde düzgün kıyafetler olsun istedim. İstiyorsan değişebilirim.

Tepsiyi orta masaya bıraktıktan sonra kendimi koltuğa bıraktım.

-Sorun değil Cansu, gel otur karşıma. Sanki bana öylesine misafirliğe gelen bir arkadaşmışsın gibi sohbet edelim.

Cansu histerik bir gülüş atarak karşıma geçti ve çok susamış gibi bardağı kafasına dikti.

-Arkadaş olsaydık birbirimiz hakkında sohbet edecek bir şeyler bulabilirdik, dedi gülerek.

Ve ardından,

-Keşke Harvey seni bizimle daha önce tanıştırsaydı, dedi.

Boyun büktüm.

-Kendim hakkında anlatacak pek bir şeyim yok, dedim.

Zaten olsa bile derdimi taşıyacak kadar kuvvetli bir omuz bulamazdım kendime.

Cansu da omuzlarını kaldırıp indirdi. Ve sonra aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini irileştirdi.

-Ben biliyorum neyi konuşacağımızı.

-Neyi?

-Hadi sor Karmen, Harvey'i sor. Peperonni'de ki hallerini sor ya da başka neyi merak ediyorsan. Sana anlatırım, biraz mutlu olmaya hakkın var.

İçim bir çocuk gibi kıpır kıpır oldu. Geceden bu yana ilk kez yüzümde gülümseme oluştu. Harvey hakkında merak ettiğim çok şey vardı. Her zaman zekası ve liderliği ile Ronni ekip lideri olmayı başarmış olması gözüme çok seksi ve çekici geliyordu.

Onu iş üzerindeyken de görmek isterdim. Ama ben yerine onu gören ve yetmezmiş gibi aşık olan bir kadın vardı orada.

Yine aklıma geldiğinde suratım ister istemez ekşidi.

-Bir sorun mu var?

-Sorun mu bilmiyorum. Sadece öğrendiğim günden beri aklıma geldikçe nefretim kavruluyor. Harveyle ilgili daha doğrusu Harvey ve iş arkadaşı.

Cansu yüzümün her detayını inceleyip kendi aklında ne demeye çalıştığımı tahmin etti.

-Sen yoksa Elvin'in Kocanı sevdiğini mi öğrendin?

Tam on ikiden vurmuştu tahmini. Demek bu saklanılan bir şey değildi ha? Acaba Harvey de biliyor muydu? Bilmesine rağmen o kadını evimize davet etmeye devam mı ediyordu?

Acaba iş yerinde hiç yakınlaşmış mıydı? Acaba sürekli gördüğü o kadın fark etmeden ilgi alanına geçmiş miydi?

Nefeslerim hazırlanmış ve dilimi dişlerim arasına almış sıkıştırıyordum. Tepkime bizzat şahit olan Cansu istemeyerek gülmüştü. Ve sanki ona kızacakmışım gibi hemen eliyle ağzını örttü.

-Ne, ne bu Cansu dediğin? Herkes mi biliyordu bunu? Ulu orta aşk itirafı mı yaptı o orospu?

-Karmen içini ne rahatlatır bilmiyorum ama Harvey evli olmadığını söylese bile parmağından yüzüğünü çıkartmazdı. Herkes içten içe onun birine kör kütük aşık olduğuna adı gibi emindi. Çünkü Harvey'e neredeyse Peperonni de ki kızların yarısı hayran yarısı aşıktı.

Son iki cümlesi beynime resmen kan sıçratmasının üstüne,

-Özür dilerim, özür dilerim Karmen cidden öyle demek istemedim. Bak sana tüm samimiyetimle söylüyorum ki Harvey'in gözü resmen kör gibiydi. Hatta sana bunu nasıl anladığıma dair bir hikaye anlatayım. Yaklaşık iki sene önce Peperonni de önemli bir gündeydik.

2 YIL ÖNCE

PEPERONNİ ANA MERKEZİ / İSTANBUL

O gün Peperonni ana merkezini sarıp sarmalayan, kimseyi yerine oturtturmayan bir gündü. Sekreterinden güvenliğine, dedektifinden tetikçisine herkesin dilinde gerçekleşecek olan toplantı dolanıyordu.

Yüksek Heyet topluluğu yavaştan toplanıyordu. Varis Gani ise gelmek üzereydi.

Ufak çetenin bilgilerini sattıkları adamlar, İzmir'de çeteye suikast düzenlemiş ve onlarca kişinin ölümüne sebep olmuştu.

Ronni ekibi üyeleri yani Harvey, Emir, Austin ve Elvin diğerlerine kıyasla daha yoğun bir baskı altındaydılar.

Ortalıkta dur durak bilmeyen bir koşuşturma mevcuttu. Çünkü Peperonni hem fiilen hem kağıt üstünde tehdit ediliyordu.

Peperonni ana merkezinde açık ofisinde iki adam tüm bu hararetin ortasında belli etmeden kıkırdayarak bir şeyler konuşuyordu aralarında.

-Harvey, oğlum iki dakika akıllı otur amına koyayım. Şu halimize bak, elim silahta hazırda bekliyorum saldırı olur diye.

Uzun boylu ve geniş fit vücuda sahip olan adam bu cümlesi ciddiyet içerse bile gülüyordu. Baştan aşağı siyah giyinmiş ve üzerinde en az üç tane silah, bıçak çeşitleri, ve iki adet el bombası vardı.

Fakat Harvey ona göre içine beyaz gömlek giymiş olan siyah takım elbise ile duruyordu karşısında.

Çünkü biri kağıt üzerinde ki tehditlere karşı savaş verirken diğeri fiili tehditlere hazırlık yapıyordu.

Harvey kaşlarını havaya dikti.

-Olmaz Emir. Rahat oturamam benim kıçımda kurt var bilmiyor musun? Bak ne yap et, Dedektifi bul ve mesajımı ona ilet. Tamam mı? Şu işler bitince ne yapacağız yoksa oğlum? Onunla dalga geçmediğimiz günler ne sıkıcı geçiyor bilmiyor musun?

Emir Aybeyaz, Harvey'e bakıp bıyık altından güldü. Herkese karşı buz gibi olan adam sadece dostu olan Harvey'in yanında böyle rahat ve güleçti.

-Lan koskoca adamsın, Ronni ekip liderisin, amına koyayım tüm şirketin kaderi şuan senin kıvrak zekandan çıkacak çözümlere bakıyor sen gelmişsin bana çocuk gibi şeyler söyleyip bir de mesajı iletmemi istiyorsun.

Harvey piç bir gülümseme atarak kolunu dostunun omzuna attı ve iki beraber yürümeye başladı.

-Ben de böyle bir adamım işte dostum elden ne gelir?

Emir gülerek karşılık verdi dediğine. Hatta o gülerken şirkette ki diğer insanlar bir gözlerini gülüşüne çok nadir şahit oldukları adamın üstüne dikti.

O sırada Harvey telefonuna gelen mesajla elini Emir'den çekti.

- Acil işim çıktı Aybeyaz. -dedi başka bir yöne doğru hızla yürümeye başlayarak- Mesajımı iletmeyi unutma!

-Manyaksın sen Harvey, dedi yüksek sesle.

Ve ardından kendi içinden devam ettirdi.

"Ama sevdiğim tek manyak."

Kafasını artık sadece sırtı gözüken adamdan sola çevirdiğinde karşında birden biri belirdi.

Bu genç adam tıpkı Emir gibi giyinmişti. Fakat ondan daha zayıf ve kısaydı. Saçları dik bir şekilde yukarı kalkmıştı. Gözlerinde hafif yeşillik esameleri rengindeydi.

-Tetikçi Aybeyaz, açık saldırıya ne zaman geçeceğiz, diye bastırmaya çalıştığı bir hevesle sordu.

-Atilla. -deyip karşında ki genci süzdü- Açık saldırının şuan bize ancak zararı olur.

-Ama bilgileri sattık diye alalen tehdit ediliyoruz.

Emir Atilla'nın bu dediğini zaten biliyordu. Çünkü sadece kendisine günde en az beş farklı çeteden ölüm tehditi geliyordu.

Yine de bu durum onu korkutmuyordu. Ama karşısında ki gençte korktuğundan değil daha yeni olduğundan saha saldırısını deneyimlemek istediğinden böyleydi.

Aybeyaz çocuğun omzunu iki defa pat patladıktan sonra,

-Madem öyle diyorsun o zaman bir kez daha ihtimalleri düşüneceğim, dedi.

Fakat bunu sadece gencin hevesini kırmamak için söylüyordu. Atilla, Emir gibi yüksek kıdemli birinin onun teklifini önemsediğini görünce sevinç içinde önünden gitti. Onun manzarayı açmasıyla Emir'in gözüne birisi takıldı.

Her zaman ki gibi lacivert takım elbise giyen sarışın adam.

- Dedektif!

Bir ofis masasında oturan çalışana bir şeyler söyleyen Austin Seller yüzünü ona döndü.

-Ne oldu Emir? Çok meşgulüm çabuk söyle.

-Harvey'den bir mesaj var, dedi ciddiyetle.

Austin Harvey ve mesaj kelimesini aynı cümle içinde duyduğu gibi kaşlarını çattı.

-Sesini kes Aybeyaz duymak istemiyorum.

- Ama çok önemli. Bak cidden önemli Seller.

-Gözlerinden yalan söylediğini anlıyorum Emir. Benim dedektif olduğumu unutuyorsun.

Deyip masadan çekildi ve Emir'in önünden geçmek zorunda kalarak yürümeye devam etti.

-Austin, gerçekten önemli beni bir dinle, deyip adamın kolunu tuttu.

-Söyle ne istiyorsun?

Emir, dedektife biraz yaklaşıp kısık sesle konuşmaya başladı.

-Harvey dedi ki, izmir olayında öldürülen bir kişi...

Seller tüm dikkatiyle Emir'i dinledigi sırada Emir sözünü yarıda kesip,

-Selam sana ey orangutan taşşağı. Seni büyük bir tutkuyla toplantıda görmeyi bekliyorum, dememi istedi, diye devam ettirdi cümlesini.

Seller kolunu kendisine asılan adamdan hışımla çekip hem Emir'e hem Harvey'e küfürler savurarak oradan uzaklaştı.

-Emir bey! Yüksek heyet sizinle fiili tehditler üzerine ön görüşme yapacak toplantı salonuna çağrılıyorsunuz, demişti bir sekreter.

⛓️⛓️⛓️

Harvey hedefine hızla giderken birden sol taraftaki kapının koluna asılıp içeriye daldı.

-Hazar, nerdesin oğlum sen?!

Masa başında oturan Hazar isimli genç adam Harvey'i görür görmez eli ayağı karışır gibi oldu. Masasının üstünde bir dağ yapacak kadar fazla kağıt vardı.

-Özür dilerim Harvey, savunma hazırlamakla meşguldüm.

-Kaç sayfa çıkarttın?

-Şimdi elimde üç sayfa var.

-Üç sayfa mı? Oğlum ne yapıyorsun sen? Üç sayfa savunma mı olur? Bak Hazar, ne kadar az laf o kadar öz laf. Sayfa sayısı maksimum iki olsun.

Hazar itiraz etmeden masada ki tüm kağıtları hızla ezerek top haline getirip çöpe attı.

-Şimdi tekrar düzeltiyorum.

-Hayır dur, Yelda'ya söyle yerine başkasını bulsun. Sen toplantı odasına git ve beni bekle.

Hazar elinde ki kalemi masaya düşürdü.

-Büyük toplantıya mı?

-Evet Hazar. Küçük toplantılarda beni beklemeyeceğine göre?

-O toplantıya yalnızca yüksek heyet ve Ronni ekibi girebilir. Benim girmem yasaktır.

Harvey sıkıntıyla nefes verdi.

-Ben git bekle diyorum Hazar. O kuralları bile ben yazdım. Bana yasak mı var? Yoksa katılmak istemiyor musun?

-İstiyorum elbette.

-İyi öğrenmiş olursun hadi git. Acelem var, deyip odadan çıktı ve yürümeye devam etti.

Fakat hedefine varana kadar onu istila eden bir çok kişi olacaktı.

- Bay Harvey, İzmir olayında ki şüpheli kişilerin bilgileri geldi. Ne yapalım?

-Dosyaları masama bırak ben ilgileneceğim, kadın yanından hızla uzaklaştı.

Harvey tam da fotokopi odasına gitmeye fırsat buldum derken hem sağdan hem soldan iki kişi daha fırladı önüne.

- Anlaşmalı olduğumuz polisten kırmızı kod araması geldi. Ronni ekip lideri Harvey Ivy As Cindy ile özel bir görüşme talep ediyor.

-Ofisime bağlayın. Beş dakikaya hata geleceğim, adam başını komut almış gibi bir kere sallayıp odasına girdi.

-Sen ne istiyordun, dedi yanında kendiyle beraber onun içine düşecek gibi yürüyen kadına.

-İmzanızı, dedi kadın hafifçe gülerek.

Harvey bir anlık duraksadı ve kadına kahverengi gözlerini kısarak baktı. Sonra kafasını sallayıp,

-İmzalamam gereken belgeleri masama bırak, dedi.

Kadın bu soğukluğa biraz bozulmuş olsa gerek bir şey demeden yürümeyi bıraktı. Harvey uzun koridoru geçmeye devam ederken merdivenlerden Peperonni genel sekreteri olan Cansu çıkıp önünden yıldırım kadar hızla geçen adama seslendi.

- Bay Harvey! Bay Harvey Ivy As Cindy!

Fakat adam onu duymadan köşeyi dönüp gözden kayboldu. Ama sekreter Cansu'nun onu bırakmaya hiç niyeti yoktu.

Peşinden gitse bile ortalık yerde adam gözükmüyordu. Kapıların önüne tek tek gelip ses bulmaya çalıştı kısa boylu kadın. Fakat içinden onca kapı arasında sadece fotokopi odasından ses geliyordu.

Ama ses sadece Harvey'e ait değildi. Bir kadın daha vardı orada. Cansu, nedenini bilmeden sessiz adımlarla kapıya yetişip aralayarak açtı.

Bir gözünü içeriye sokup neler döndüğünü anlamaya çalıştı.

-Nihayet geldin Harvey.

Dedi turuncu saçlı ve çilli, uzun ve alımlı bir vücuda sahip olduğunu belirtmek için bedenine yapışan siyah renkte bir elbise giymiş olan kadın.

Bu kadın Ronni ekibi kalemi ve aynı zamanda Peperonni kurucusu Varis Gani'nın kızıydı.

-Özür dilerim Elvin ama bozulan fotokopi makinesini tamir etmek için ekip varken onca yoğunluğun arasında beni çağırdığına anlam veremiyorum.

-Kimse senin kadar hızlı tamir edemiyor. Biliyorsun gün çok hızlı tempoda. Usb'de ki belgeleri yarım saat içinde çıkartıp ona vermemi istedi Aybeyaz.

-Aybeyaz demek ha? Emir demişken acaba dedektife mesajını iletti mi? Söylemesi cidden çok önemli.

Elvin'in sesi çıkabilecek en ince tonda ve cilveli çıkıyordu. Harvey gömleğinin kol düğmelerini açıp kolunun yarısına kadar katladı. Hatta onu o kadar sıcak başmıştı ki takmaktan hiç haz etmediği kravatını genişletip boynunda ki düğmeleri de kopartmak ister gibi açtı.

Elvin karşısında ki adamı adeta gözleriyle yer gibi inceliyordu. Harvey, acelesi olduğundan pek konuşmadan fotokopi makinesinin parçalarını sökmeye başladı.

-Büyük ihtimalle yine o ufak parça yerinden oynamıştır. Şimdilik tekrar çalışır hale gelir de, şu sekreterlere şöyle artık yenisiyle değiştirmeleri için tekno şirketinin arasınlar.

-Söylerim Harvey, dedi kadın.

Ve onu izlemeye devam ederken yüzünü gülümseten bir ayrıntı yakaladı.

-Parmağında yüzük yok. Yoksa bir terslik mi oldu?

Harvey duraksayıp sol elini kaldırıp boş olan işaret parmağına baktı.

-Sorma. Zaten sinirlerimi, parmağımı boş görmek daha çok bozuyor.

-Takmak sana da zor geliyor değil mi? Saklamak zorunda olduğun bir şeyin simgesi olan yüzük yük gibi mi geliyor.

Harvey, Elvin'in cümlelerine hiç bozulmuyor ve hatta ne dediğine tam olarak dikkat bile etmiyordu.

-Yok, öyle değil. Bugün büyük toplantı var ve heyet içinde benim bir karımın olduğunu öğrenmesinini istemediğim bir adam mevcut. O yüzden mecburen çıkartmak zorunda kaldım.

Elvin saçlarını omuzlarından geriye savurdu.

-Bu durumda olman çok can sıkıcı. Harvey, sen çok önemli bir adamsın. İsmin her yerde, ama bekar olarak. İstemez misin senin gibi birini yanında? Düşmanlarına tek başına değilde arkanda güvendiğin karın olarak meydan okumayı?

Harvey bir parçayı kopartıp Elvin'in eline tutması için verdi.

-Evet çok güzel bir olay bu Elvin. Umarım öyle birini bulursun. Çünkü Karmen'le tam olarak öyleyiz. Ben burada tehditlere karşı mücadele veriyorum o evde kim bilir ne yapıyor. İşte bunu bilmem bile bana destek olduğu anlamına geliyor.

Elvin'in beyaz teni morarmıştı.

-Silah tutmayı bile beceremiyor, dedi Elvin aşağılarcasına.

-Ha ha ha, evet çok tatlı ya, dedi adam sesi neşeliydi.

-Biliyor musun Harvey bazen gözünün önündeki doğruları görmeyecek kadar körsün.

Bunu duyan Harvey ellerini makinadan çekip geriye bir adım attı. Elvin korkar olmuştu şimdi, çünkü Harvey'in bakışları keskinleşmişti.

Sertçe yutkundu.

-Harvey öyle demek istemedim...

-Elvin sen, -derken işaret parmağını yüzüne doğru salladı- sen cidden haklısın. Tabii ya benim karıma ihtiyacım var. Sinirlerim böyle yatışır ancak.

Deyip cebinden telefonunu çıkartıp saniyeler sonra kulağına dayadı.

-Çalıyor... Heh açıldı. Sevgilimmmm, karıcığım nasılsın ne yapıyorsun?

Susmuş ve suratı anında gerilmişti.

-Sesin niye böyle kötü geliyor aşkım? Bir sorun mu oldu? Beni bekle hemen geliyorum, deyip gidecekken duraksadı.

-Ne demek duşa girdiğim için yemeği ocakta unuttum. Sorun etme sevgilim, yeni tencere alırım. Ha bir sürü var mı? O zaman yanan yemekten bir sürü alırım. İstemiyor musun? O zaman akşama dışardan yiyelim. Nasıl istersen sevgilim. Ben de seni seviyorum, kendine dikkat et.

Harvey telefonu kapatıp cebine koyarken yüzünde ki kocaman gülümsemeyle yüzü ruh kadar beyaz olan kadına döndü.

- Bana karımı hatırlattığın için teşekkür ederim Elvin. Sen gerçekten iyi bir insansın. Ayrıca elinde ki parçayı yerine koyduğunda makine tekrar çalışır hale gelecek. Kolay gelsin, diyerek kapıya doğru gitti.

Onları dinleyen sekreter Cansu koşar adım geriye gidip sanki yeni geliyormuş gibi yetişti Harvey'e.

-Bay Harvey!

-Efendim Cansu?

-Varis Gani geldi. Toplantı beş dakika sonra başlamak üzere.

Harvey başını sallayıp önünde giden kadını takip etmeye başladı.

Fakat aklından geçen tek şey, akşama karısı ile beraber yiyeceği akşam yemeğiydi.

GÜNÜMÜZ.

-Gözlerin parlıyor. Böyle mutlu olacağını bilsem daha önce anlatırdım, dedi Cansu.

Kız çocuğu gibi olan sevincini ulu orta yaşamaktan çekinerek sesini çıkarmadım.

-Harvey'e zaten sonsuz güveniyorum Cansu. Ama yine de teşekkürler, ona olan güvenimi ve intikama olan aşkımı tazeledin.

Cansu ellerini silkeleyip ayağa kalktı.

-Artık yalnız kalmak istiyor gibisin.

Başımı mecburen salladım.

-Yarını planlıyorum.

Cansu derin bir iç çekti.

-Sigara kokuyor her taraf.

-Yas sigarası bu yananlar, yarın bitecek ömürlere ithafen.

Gözlerinin düştüğünü gördüm.

-Kendinize dikkat edin olur mu? Diğerleriyle pek alakam yok ama özellikle sen ve Maytap ile Skar. Onlara yarından sonra hala arkadaş kalmak istediğimi söyledin mi?

-Maalesef, fırsatım olmadı.

-Sorun yok, ben söylerim. Her neyse, deyip arkasını döndü.

Ama ayakları yere çakılmış gibi gitmiyordu. Narin kadın, günlerdir bir garajda yaşamanın ve mahkum oluşunun verdiği ağır yorgunlukla zar zor mücadele etmişliğinin izleri vardı üzerinde.

Ama bunları yapan ben değilmişim gibi kinden yoksun gözlerle baktı bana. O bakışlarla beraberinde yüreğimin üstüne ağır bir yük bindi.

-Karmen, karanlık dünyada bir sürü alacaklı tanıdım ama senin gibisini ilk defa görüyorum. Güçlü bir kadınsın, merhametlisin özellikle o kadının kedisini beslediğin için teşekkürler.

Fakat karanlığın seni içine çekmesine izin verme. Sana önceden söylediklerimi hatırlıyor musun?

-Evet.

-Onları unutma. Bu söylediklerimi de unutma. Sen kendi canından başka tüm masumların canını düşünüyorsun. Bu büyük fedakârlığın simgesi. Ben ise her zaman ağlarım, senin aksine her gece ağlarım. Annem için ve babam için, bu yüzden hep çalışırım. Bir nebze bile olsa onları dünyanın en rahat yaşayan iki insanı yapabilmek için.

Belki de sen beni garaja hapsetmesen ben hayatımın, özgürlüğümün kıymetini anlayamazdım. Bana hayatımı bağışladığın için minettarım. Teşekkür ederim, Karmen olduğun için. Karmen Ivy As Cindy olarak yaşadığın için.

Cansu'nun her an ağlayacak suratına baktıkça artık içimde biriken göz yaşlarını tutmam imkansız hale geliyordu.

Dayanamadım ve ona sarıldım.

O da bana sarıldı.

Ve sonrasında kollarım arasından kayıp gitti, adım adım evimden çıktı ve kapıyı ardından kapattı.

Tek başımaydım.

Tıpkı intikam yemini ettiğimde tek başıma olduğum gibi.

Bir köktüm ben. Zehirli bir kök. Zehirli sarmaşıklarını dört bir yana salan ve herkesi kıs kıvrak yakalayan bir kök.

Ve tüm sardıklarımı boğarak öldürecek olan bir kök...

⛓️⛓️⛓️

Saatler çoktan gece vaktini geçmişti. Güneş doğmak üzereydi. Ben ise kafayı sıyırmak.

Bir plan yapmıştım. Şeytanın inine melek olarak değil deccal olarak gireceğim bir plan.

Yarın yer yerinden oynayacaktı. Herkes için yeni bir gerçeklik doğacaktı.

Kim olduğuma emindim.

Karmen Ivy As Cindy.

Kim olacağım konusuna gelecek olursak...

Bir saat.

Saatler boyu her türlü ihtimali, her türlü olasılığı, her detayı, her ayrıntıyı düşünerek bir plan kurmuştum.

Bir saat.

Planım öyle ince elenip sık dokunmuştu ki ne bir saatten bir dakika öteye ne bir saatten bir dakika geriye giderdi.

Bir saat.

Yarın bir saat içinde her şey başlayacak ve bitecekti.

Bir saat.

Bir saatin sonunda elimde kesinlikle kazandığım bir oyunun Zafer kupası olacaktı.

Bir saat.

Zemine düşmüş olan bıçağı alıp ortada duran masanın üzerinini derin darbelerle kazımaya başladım.

"1"Yazmıştım.

Ölüme kalan son rakam.

1

32. BÖLÜMÜN SONU

 

BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ???

 

SELAM!

 

Uzun, duygusal bir bölümün sonuna geldik. Bu bölümü yazarken gerçekten çok zorlandım, ağladım. Bu şimdi size abartı gelebilir ama 33'ü bilseniz hak verirsiniz.

 

Ceyhun'u gerçekten hain sandınız mı?

Peki gerçekten hain var mı?

 

Emir ve Karmen arasında olanlar hakkında?

 

Yas Sigarası hakkında?

 

Geçmişe gittiğimiz sahne hakkında?

 

Ve son olarak Karmen hakkında fikirlerniz neler???

 

Diğer bölümün çabucak gelmesini istiyorsak sınırı geçmeye özen gösterelim. 🤍

 

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE

 

 

 

Loading...
0%