Yeni Üyelik
37.
Bölüm

34. BÖLÜM - MATEM GÜNÜ

@shorosharpen

 

Bir söz bitişi gibi
Son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep
Bu terkedilişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep
Bu terkedilişler

 

Bir an duruşu gibi
Ömrün gidişi gibi
Veda ederken aşk ateşi gibi
Söner iç çekişler
Veda ederken aşk ateşi gibi
Söner iç çekişler

 

Aman aman, yandım amman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler
Kaldı aklımızda

 

Son Bakış - Sezen Aksu

 

Sınır: 300 Vote 1K yorum

❤️⛓️🖤

 

Ağlayacak çok şey var ama akacak gözyaşı kalmadı.


Kanlar döküldü ama can çıkmadı.

Can çıktı ama herkesten çıkmadı.

Herkesten çıkmadı ama yere onlarca beden devrildi.

Sayfalarca süren bir yazıyı bitirmek için noktalayan acı bir sondu bu oyun.

Nokta koyuldu. Hikaye sona erdi. Herkes kendi yoluna baktı. Fakat herkesin gözü arkada kaldı.

Ama nokta koyulmuştu artık. Silinmez, çizilmez, değişmez.

Kandan bir Kaderin içinde yaşıyorduk.

Herkesin sonu olacak olan ölüm en çok bizimle oynamayı seviyordu.

Herkesin yüzüne gülen yazgı en çok bize surat asmayı seviyordu.

Herkesin içine çektiği nefes bir tek bizim ciğerlerimize batıyordu.

Fakat nokta koyuldu. Hepsine, her acıya veya her mutluluğa.

Bir nokta koydum ben. Kocaman, bir duvar gibi ördüm her şeyin karşına. Çünkü artık ne bir adım ileri ne bir adım geri gidecektim.

Tükenmişlik nedir bilir misiniz?

Yorgunluk gerçekten nasıl hissettirir bilir misiniz?

Vazgeçmişlik en çok ne zaman belli eder kendini bilir misiniz?

Ben bilirim. En çok ben bilirim. Çünkü ben, hepsini tam şuan da yaşatıyordum içimde.

Bırakmıştık.

Hem de hepimiz.

Anlamak zor değildi. Benim onlardan kaçışım ve onların beni kovalamayışı.

Aslında artık hepimiz demek bile uyumsuzdu bizler için. Çünkü herkes ayrı ayrı tek başına bir insan haline geri dönmüştü.

Ben, bırakmıştım. İlk ben bırakmıştım, oyun bittiği an, mağlup olduğum o an, kabullenmiş ve bırakmıştım.

Şuan evimdeyim. Salonumda, yerde oturmuş, başımı iki dizimin arasına almış ağlıyordum.

Saat belki gece iki belki üç...

Yalnızdım. Gelen veya giden yoktu. Başıma üşüşen bir düşman, sırtımı sıvazlayan bir dost bile hemde.

Zaten olmamalıydılar. Çünkü dediğim gibi her şey bitmişti.

Herkes için.

Olmam gereken yerdeyim, evimde. Yapmam gereken şeyi yapıyorum, ağlıyorum. Çekmem gereken şeyi çekiyorum, acı.

T.G.I.F 'te neler mi oldu? Ben buraya nasıl mı geldim?

Bilmem ki? Ben Erdem'i öldürdükten sonra ardıma bile bakmadan kaçtım oradan. Kimseye haber vermeden, kimseye söylemeden.

Ama hepsi gittiğimi biliyordu. Çünkü saatler önceki ben olsaydım, orada kalırdım. Orada ki herkesi öldürürdüm, Kozan'dan hemen t.g.i.f bilgileri almaya çalışırdım, o hain kim diye kafayı yerdim ya da oturur Dilaver'in ceseti başında ağlardım.

Ama birini bile yapmadan, kalkıp gittim. Bu benim, ben dahil diğer herkese "artık oyunun bittiğini, benim intikamımın sonlandığını, herkesin kendi haline dönmesini" belirttiğim bir sembol olmuştu.

Evime yetiştiğim de garajımda cesetleri bulamamıştım. Ne Cansu'nun ne ötekilerin. Ve son olarak yaptığım tek şey harabeye dönmüş olan bu eve geçip gözümün önüne gelip duran anılarla mücadele ederek ağlamak olmuştu.

Bir hain vardı.

Gülümsedim.

Umurumda değil.

Varsın yaşasın, varsın kazansın, varsın beni yensin.

Onu bulmak mı? Aklımın ucundan bile geçmiyor.

Kalbimden peki? Kalbimde ki cayır cayır yanan intikam ateşine ne oldu?

Söndü.

Arayışa geçmeyecek miyim? Hayır.

Plan yapmayacak mıyım? Yeteri kadar yaptım, fazlası olmayacak.

Kozan başkan oldu. Onu kullanamayacak mıyım? Hayır, istediğini yapabilir.

Peki yandaşlar? Benden medet ummayacaklar mı? Dağılmış bir çeteyiz biz. Medet ummayacaklar çünkü umacak olsalardı arkamdan gelirlerdi.

Beni ya teselli etmeye, ya olanları rayına oturtmaya ya da bana isyan etmeye ya da bana bağırmaya ya da bana fikirler sunmaya.

Ama bunu Emir, Ceyhun, Aylin, Maytap veya Hazar'dan biri bile yapmadı. Çünkü onların da benden farkı yoktu. Çünkü onlarda benim gibi bırakmışlardı.

İgima hala yaşıyor. Zoruna gitmiyor mu? Ömrü benim mutluluğum kadar kısa olsun, fakat sözlerden başka bir şeyim yok.

Yeminli kurşun hala silahta. Çıkmayacak mı? Orada çürüsün gitsin.

Ne demek istediğim anlaşılıyor mu?

Bu cümleler benim helak oluşum.

Özür dilerim Emir'i kurtarmak için öldürdüğüm masum adam, özür dilerim Nezaket, özür dilerim Yakup, özür dilerim Cansu, özür dilerim Dilaver, özür dilerim Harvey'in ailesi ve gerçekten çok özür dilerim sevgili kocam Harvey.

Ne yazık ki kanınız yerde kalacak. Çünkü ben, intikam peşinde koşmayı artık bıraktım.

⛓️⛓️⛓️

Başımı dizlerim arasından kaldırıp dalgın dalgın bakındım etrafa. Gözlerimden saatler boyunca akan yaşlar kurumuştu. Yüzüm bir çöküşün sanat eseriydi. Dudaklarım çatlak, gözlerim bulanık, tenim solgun.

Ellerim kana bulanmıştı, pantolonuma silmeye çalıştım beceriksiz hareketlerle, gitmedi. İzi kaldı.

Önümde ki masaya tutunarak ayağa kalkmaya çalıştım. İlk seferimde bacaklarım birbirine dolandı ve yere düştüm. Gözlerimi sıkıca kapayıp açtım ve elimi masaya tekrar attım.

Kalkarken dün gece yaşadığım suikast sonucunda camlara batan bedenim de keskin bir sızı dolandı. Neyse ki bedenim yaralıydı. Neyse ki canım yanıyor ve dikişlerim patlamış kanıyordu.

Neyse ki bedenen bir acı içindeydim ki kalbimde ki acıyı arkaya atacak bir bahanem vardı.

Ayağa kalkmayı ikincisi seferde başarmıştım. Mesafem çok uzun değildi, iki adım sonra televizyon ünitesine yetişip üst çekmeceyi açtım.

Oradaydı. Bulmak istediğim şey tıpkı bıraktığım gibi burada duruyordu. Bir fotoğraf... Rengin'in kafesinde çekildiğimiz o fotoğraf.

Parmak uçlarımı, elimin altında dokunduğumda beni eritecek bir lav parçası varmış gibi korkarak gezdirdim fotoğrafın üzerinde. Gözlerim ise her birimiz üzerinde gezdi.

Gözleri kapalı çıkan gariban Ceyhun, çekingen ama aileye muhtaç bakışlar atan Hollanda, gülümseyen Rengin, en arkada bulanık ama bizden biri olduğunu belli eden Hazar, benim kameraya bakarken gülmem ve Emir'in bana bakarken gülmesi... Fakat beni parçalayan en fena şey kollarını birbirlerinin omuzlarına atmış olan Dilaver ve Maytap'a bakmak olmuştu.

Gözlerim orada takılı kaldı, ikisinin çaresiz gülüşünde, Dilaver'in hala açık gözlerinde, gülen dudaklarında kaldı.

Öylece durup baktım, içimde fırtınalar ve kıyametler koparken bedenim artık bunu dışarı yansıtamıyordu.

Yorgundu, uyumak istiyordu, yaralarım kapansın diye uğraşırken benim de kendisine yardım etmemi bekliyordu.

Kesik kesik aldığım nefesler eşliğinde uzunca şu geride kalmış fotoğrafa baksam bile onu oradan çıkartmaya gücüm yetmedi. Ellerimi çektim ve çekmeceyi geri yerine ittim.

Adım adım uzaklaştım, ruh gibi yürüyordum adeta. Nereye gideceğimi bilemedim. Evin her lanet köşesinde hatıra olarak kalan ve aklıma düşen o canlı bedenler oldukça elime silah alıp her yeri kurşuna dizmek istiyordum.

Ya da bu evi yakıp kül etmek...

Üstüme gelen duvarlardan kaçmak için adımlarım kendi kendine çıkışa doğru gitmeye başladı. Evimin dış kapısını açtım ve kendimi bahçeye bıraktım.

Etraf zifiri karanlık olsa bile ortalığı aydınlatan bir kaç lamba vardı. Adım adım garaja gittim, suç mahalline, cinayet noktasına.

Yarıya kadar indirilmiş olan kepenkin altından eğilerek içeri geçtim. Fakat sırtım ona çarpınca ince metal kendi kendine aşağı kadar düşmüştü.

Başım dümdüz karşıya bakıyordu. Yere eğmeye haddim yoktu, burada günlerce hapis kalmış ve en sonunda özgür olup ailesine kavuşmak üzere olan Cansu'dan akan kanı görmekten korkuyordum.

Fakat başım yavaş yavaş eğildi aşağı, gözlerim en sonunda kabullenip açıldı ve zemine baktı.

Çok şükür, çok şükür temizdi burası. Bunu yapan her kimse en ufak kan lekesi kalmayana dek temizlemişti burayı.

Dayanamadım daha fazla ve yere çöktüm. Sırtımı garajın kepenklerine dayamış, ne düşündüğü belli olmayan zihnimin içinde kaybolmaya başlamıştım.

Ta ki, ebedi süreceğine inandığım yalnızlığım bir bildirim sesiyle bozulana dek.

Aklıma tek bir ihtimal gelmişti fakat bunu bile düşünecek kadar umursamıyordum. Elimi cebime sokup buz kesmiş telefonu aldım.

Ve gelen mesaja tıkladım. Tahminim doğruydu.

Bilinmeyen numara atmıştı mesajı.

" :( "

Attığı çizgilerden oluşan yüz ifadesine baktım kaldım, üzgün müydü?

Nefes alıp verdim ve telefonu yere indirdim. Gerçekten, ama gerçekten hiç merak etmiyordum niye attığını bunu.

Bu nasıl bir boşvermişlik ve terk edişti? Kendimi hayattan öyle bir soyutlamıştım ki bir gece de, ne göz gördüğüne inanır ne kulak duyduğuna hak verir.

Fakat etrafımı saran bu sessizlik bir kez daha bozuldu.

Mesaj atıldığına dair gelen bildirim sesiyle mi?

Hayır?

Adım sesleri.

Garajın hemen dışında, bahçemde atılan adım sesleri. Bana doğru yaklaştığı her durumda belli oluyordu. Attığı her bir adım toprakta sürtünüyor, karanlığı delip geçiyordu.

Emir değildi bu. Veya Ceyhun. Ya da herhangi biri.

Bu gelen bilinmeyen numaranın ta kendisiydi. Biliyordum. Hayır, hissediyordum.

Yerimden oynamadım bile, istesem anında kalkar arkamı döner ve garajı kapatan kepenkleri yukarı kaldırıp ona bakardım.

Yapmadım, yaslanmaya devam ettim. Ve bacaklarımı kendime doğru çekip telefonu elime aldım.

Bilinmeyen numaranın adım sesleri artık tam arkamda duyulup kesildi. Aramızda sadece ince paslanmış bir metal parçası duruyordu şimdi.

Kulaklarım sese dikkat kesilmese bile duyuyordu her ince ayrıntıyı. Çünkü gelen kişi şimdi sırtını benim gibi kepenklere yaslayarak yere doğru çöküp oturmuştu.

Telefonumu açtığımda sohbette çevrimiçi olduğunu gördüm.

"Arkamdasın değil mi?" Diye yazıp gönderdim.

Görüldü. Yazıyor...

"Evet."

Sırtımı biraz daha yasladım geriye. Kendisinin varlığını az ötemde hissediyordum.

"Buraya neden geldin?" Diye sormuştum.

Yazıyor...

"Çünkü arkandan kimse gelmedi."

Okuduğumla kalmıştım, net mesajlar, kafa bulandırmadan söylenen gerçekler. Bu gece bilinmeyen bile insafa gelmiş ve bana acımıştı.

Bu gece, gerçekten imkansız gibi dursa bile resmen o kişi gelmişti. Her türlü ortaya çıkma ihtimale karşı gelip, garajın öteki tarafında oturmuştu.

"Yani? Sen mi beni teselli edeceksin?"

"Denerim"

"Ne diyerek mesela? Ya da ne yaparak?"

" Burada oturup seninle konuşmaya devam ederek"

Ses çıkaramadan dudağımın kenarıyla güler gibi oldum.

"Bunun bana faydası ne olacak peki?"

"Yalnız kalmayacaksın." Yazıyor ... "Çünkü yalnızlık insanı çok kötü şeyler yaptırmaya itiyor. "

"Şuan bu kepenki kaldırdığım gibi seni bulurum. Oturmuş haldesin, kaçman ancak yirmi saniyeni alır, ben ise yaklaşık 16. Saniyede seni yakalamış olurum. "

Böyle yazsam bile birini bile yapmaya mecalim yoktu.

"Evet, beni istesen tam şuan da görebilirsin. Fakat beni yarın da bulabilirsin. Diğer gün de. Veya öteki günlerde bile. Ama sen önce acını yaşa, gözyaşını dök. İçinde biriktirme."

Attığı mesajı tepkisizce üst üste okuyup durdum. Arkamda oturmasına veya benimle kayda değer bir sohbet içinde olmasına rağmen ne dikkatim dağılmış ne de bu ruhsuz halime bir canlılık gelmişti.

Yazmak için yazıyordum. Öylesine bir istek, çünkü artık onun da kim olduğunu merak etmiyordum.

Sohbetten çıkıp telefonu zemine bıraktım. Başımı kaldırdığımda karışmda koltuk duruyordu. Cansu'nun üzerinde yaşamını önce sürdürdüğü sonra yitirdiği koltuk.

Gözlerimin önü kararmıştı. Kendime olan bir nefret dinmeyecek bir ateşle yanıyordu. Bana ihanet edene değildi nefretim, çünkü herkes beni her zaman kimseye güvenmemem konusunda uyarmıştı.

Ben ise onları duymazlıktan geldim ve sonu her halükarda belli olan bu yolda yürümeye devam ettim.

İçime biriken havayı yüksek sesle verdim dışarı. Ve o anda bir bildirim daha geldi. Telefonu yerinden alıp uyuşukluk içinde mesaja girdim.

"Kartlar yeniden dağıtılıyor" yazmıştı.

"Önemi yok, benim oyunum bitti"

Bu cümleleri sesli bir şekilde dile getiremez kadar felç olmuştu dilim. O yüzden yazmak benim için bile en iyi tercihti.

"Hala yaşıyorsun"

"Hayır."

Yazıp gönderdim. Çünkü yaşamak buna denmezdi. Ben yaşamıyordum, ben sadece ölmeden dünyada cehennemin içindeydim. Herkesten önce içine girmiş ve herkesten sonra çıkacaktım.

O ise mesajıma bir süre yanıt vermedi. Bu sessizlik içinde ona ait duyduğum pek bir şey yoktu. Nefesleri en kısık desibeldeydi. Ne yerinden kıpırdıyor ne de bir hareket yapıyordu.

Dakikalar sonra ekranda yeniden "yazıyor" ibresi göründü.

" Seni yaşatan şey aldığın nefes mi?"

"Evet" demiştim.

"Hayır, öyle olmadığını biliyorsun."

"Artık öyle, işler değişti."

Desem bile yazdığım şeyi es geçerek yine de kendi fikrini direttirmişti.

"Seni intikam yeminin yaşatıyor. Eğer bir gün ölürsen o zaman intikamın sonlanmış olur. Şimdi ise henüz vakti değil."

"Yaşaman lazım."

"Ben sadece intikam alması gereken bir insan mıyım?"

"Hayır"

" Ama benim hayatımda intikamdan başka bir şey yok. Sefil bir hayat sürüyorum."

Kim olduğunu bile bilmediğim birine içimden geçenleri yazıyordum. Bir duvar bile olsa anlatırdım şuan bunları çünkü kalbim artık patlayacak kadar çok dolmuştu.

Mesajıma cevap vermemiş onun yerine yerinde kıpırdanmıştı.

"Dayan"

"Neden ben sen miyim?"

"Hayır. Sen Karmen'sin."

Yazıyor...

"Ben ise senim."

"Buraya geldiğine veya bana mesaj attığına göre hala bu işler içinde olduğumu sanıyorsun"

"Belli ki kabullenmekte zorluk çekiyorsun bay veya bayan bilinmeyen."

"Ben kaybettim."

"Üç dört defa daha tekrarla. O zaman kulağa gerçekten inandırıcı geliyor. "

"Hayır. Sen kazandın"

"Böyle kanlı bir zafere sevinmek veya kabullenmek kansız piçlerin işidir"

"Sen yeter dediğin zamana kadar burada oturup üzülmeye devam edelim istersen. Ama gün sonunda bu oyunu senin kazandığını değiştirmeyecek."

Eğer kazanmışsam bile kazanırken öldürdüğüm masum insanlar gözümün önüne geldi. İçimde kaynayan ateş dışarı taştı. Belimde ki silahı aniden çıkartıp garajın kepenkine dayadım.

Ve suskun ağzımdan öfkeyle harmanlanmış kelimeler dökülmeye başladı.

-Silahımı ateşlersem, içinden çıkan kurşun bu ince kepenki delip senin sırtına saplanır, diye bağırdım.

Silahımı iyice bastırdım bir duvar misali duran eski şeye. Bu kustuğum kızgınlık, uzayda ki tek bir tane yıldız gibiydi. Binden birisi.

Karşı tarafta tepki gelmesini beklemeden Silahımın namlusunu paslanmış bu engele sürterek yukarı çıkarttım.

- Silahımı ateşlersem bu kurşun, şimdi kafana saplanır. Seni öldürmem saniyelerimi almaz.

Ben tüm odağımı buraya vermişken yine konuşmak yerine telefona mesaj gelmişti.

"Eğer bunu yapmak sana ufacık bir mutluluk bile verecekse, lütfen silahının tetiğine basmaktan geri durma."

Silah tutmakta zorluk çeken elim birden gevşemiş ve silahı elinden düşürmüştü benim rızamla.

Benim mutluluğum için ölmeye bile razı mı gelmişti şimdi bu kişi?

Parmaklarım kepenkin alt kısmına gitti. Tutup yukarı kaldırmak geçti içimden bir anlığına. Hayır, kısa süren bir tutkuydu bu. Ellerimi hemen çektim ve eski yerime geçip oturdum.

"Hata mı yaptım?"

"Evet."

"Güvenerek mi?" Diye yazdım, çünkü bu konu üzerine beni defalarca uyarmıştı.

"Evet."

Tanımadığım bir insan; tanıdığım, yanımda olan, vaktimi geçirdiğim, karşılarında ağladığım, beraber güldüğüm insanlara karşı saçma sapan ithamlarda bulunuyordu.

Fakat şimdi yanımda yalnızca o tanımadığım insan vardı.

Diğerlerinin olmaması asla bir suç değildi. Çünkü bilinmeyen yerine ölümlere onlar şahit olmuştu. Çünkü onlar canını tehlikeye atmıştı. Çünkü onlar yorgun düşmüştü...

Ne saf bir insanım.

İçlerinden birinin bana kesinlikle ihanet ettiğini bilmeme rağmen hala öyle değilmiş gibi onları kendi nefsime karşı savunuyordum.

"Bana bunu kimin yaptığını biliyor musun?"

Görüldü... bir dakika sonra...

Yazıyor...

"Hayır."

"Böyle olacağını, yenileceğimi biliyor muydun?"

"Evet."

Gözlerimi birbirine sıkıca bastırdım. Ve elini yumruk yapıp garaj kapağına vurdum.

"O zaman neden engel olmadın?"

Görüldü...

Bana cevap vermeden o kişinin ayağa kalktığını duydum. Varlığını garajın tam önünde hissediyordum.

Ardından ilk defa orada gerçekten olduğuna dair bir işaret aldım ondan. Garaj kapağına tek bir kere tıkladı, muhtemelen işaret parmağı ile. Ve ardından üç tane net adım sesi duydum.

Gidiyor sandım fakat hareket kesildi. Çünkü ondan gelen ses kesinlikle ayağını olduğu yerde döndürdüğünü gösterdi. Ardından tekrar adım attığına dair sesler toprak üzerine yankılanmaya başladı.

Yavaş yavaş uzaklaşıyordu garajdan, benden...

Soruma yine cevap vermekten kaçtığını düşünürken tek bir bildirim düştü ekrana.

Madem başıma neler geleceğini biliyordu o zaman neden engel olmadın, sorusunun hak ettiği cevap gelmiş miydi?

Mesajı kararıp duran gözlerimle zar zor okudum.

"Çünkü beni bulman için önce kaybetmen gerekiyordu."

Telefonu bırakıp arkamı dönüp saniyeler içinde garajın kapağını yukarı doğru hızla kaldırıp dışarı baktım.

Onu görmek için...

Lakin gördüğüm tek şey zifiri, boş bir karanlık olmuştu.

⛓️⛓️⛓️

Beden ölür ama ruh ebedi yaşar.

Uzaklardan yaklaşmakta olan bir siren sesi gelmeye başladı kulaklarıma.

Deminden beri kazılan boş mezar etrafında ki insanlar arasında hareketlilik oldu. Birini bekliyorduk burada.

Yürüyerek gelemeyecek olan, geldiğinde bizi fark etmeyecek olan, son kez gökyüzüne bakmadan karanlık toprak altına koyulacak olan birini.

Harvey'in gömüldüğü mezarlıktaydım. En uç en kuytu köşede tek başıma duruyordum. Beni kimsenin görmeyeceği bir yerde. Baştan aşağı simsiyah giyinmiştim. Elimde siyah bir şemsiye ve yüzümde siyah bir gözlük.

İgima markalı siyah gözlük. Onu takmıştım çünkü şimdi düşmanımı göz önünde tutayım ki yolumu şaşmayayım.

Mezar başında birden fazla insan bekliyordu. Peperonni'nin neredeyse tüm çalışanları. Hazar, Austin, Elvin de oradaydı. Ağlıyorlardı, hem de gerçek göz yaşları dökerek. Emir Aybeyaz ve Varis Gani da oradaydı. Siyah gözlük takmıştı ikisi de.

Bu manzara aklıma Harvey'in cenazesini getirmişti. Herkes yine orada beklerken ben hepsinden uzaktaydım.

Siren sesleriyle beraber yeşil cenaze arabası girdi mezarlığa. Ve o anda sessiz topluluktan ağıt sesleri yükseldi. Akan ağlamalar gürleşti.

Cenaze arabasının arkası açıldı ve içinden bir tabut çıkartıldı.

-Durun! Götürmeyin kızımı, diye kan ağlayan bir sesin bağırdığını duydum.

Tekerlekli sandalye üzerinde baygından beter halde oturmuş bir kadın, kaldırmaya gücü yetmediği kolları zorla havada tutmaya çalışarak tabuta yetişmeye çalışıyordu.

-Kızım, kızımı verin bana! Ah güzel kızım ah kalbim, ah rabbim kızımı ver bana. Götürmeyin kızımı, çocuk daha o. Çocuğumu benden önce koymayın mezara.

Biçare... Tabut insanlar tarafından sırtlanmış az önce açılan derin çukura doğru götürülüyordu bile.

Tekerlekli sandalyenin yanında boynu bükük bir adam duruyordu. Bir eliyle gözlerini kapatmış ileri geri gidiyordu.

Tabut yere indirildi ve içinden beyaz kefenlere sarılı bir beden çıkartıldı. Fazla bekletilmeden o bedeni toprak altına bırakıp üstünü örtmeye başladılar.

Annesi feryatlar atıyor babası kendinden geçmiş gibi yere düşüp dövünüyordu.

-Ah kızım, babalık bile yapamadım sana ben. Ah kızım ah, hem anana hem babana bakmakla geçti ömrün. Ah kızıma rahat bir hayat veremedim, gençliğini bile yaşayamadı. Durun gömmeyin kızımı. Gencecik kızımı almayın benden.

Fakat ölüme ferman yoktur. Toprak atıldı mı köklenir orada. İşleri bitince dua okunmaya başladı, annesi toprak başına gitmek için bağırıyordu. Hazar onun yardımına yetişen oldu. Kadının sandalyesini mezara itiyordu.

Büyük bir toprak yığını başına yetişti kadın. Kızı artık ona bir daha dokunmayacağı, görmeyeceği bir yerdeydi.

Cansu bir daha gülmeyecekti, annesi ve babası kimsesiz kalmıştı, bir hayatı vardı kızcağızın. İşini sevdiği, yaşamaktan hoşnut olduğu.

Bugün o ailesinin yanına gidecekti ama ne kötü bir talih ki yerinden kalkamayan felçli annesi geldi onun yanına.

Ve beni kahrımdan sarsacak o şey oldu. Zavallı kadın bu felç haliyle kızının mezarının üzerine düştü. Kaldırmaya çalıştılar, engel oldu. Ağlıyordu toprağa sarılarak, kızını istiyordu.

Bugün burada bir çocuk gömülmüştü. Bir kadın, hayalleri olan bir genç kız, aydınlık bir insan gömülmüştü.

Hiç bir suçu yokken...

Kızına son kez sarılmamıştı aslında son kez sarılması içinde bile zaman gelmemişti.

Cansu daha dün evimde benimle sohbet ediyordu. Katili olan bu kadına gülüp teselli vermeye çalışıyordu.

Ne ağlamalar kesildi ne acılar dindi.

Bir çocuk öldü herkes bir süre sonra alıştı.

Karanlık dünya zaferle güldü, o yenilmez ve devrilmez bir güçteydi.

Ben ise ağladım. Ağladım... Ve ağladım...

CANSU AKREP ANISINA.

Ciğerlerim yanıyor bir kez daha, gidenler gitti. Kalan bir ben kaldım. İnsanların bir ölüm üzerine üzülüyor iken benim sıram bitmiyordu.

Bir kez daha aynı senaryo bir kez daha o siren sesleri bir kez daha cenaze arabasının gelişi. Tek fark, bu sefer iki araba geliyordu iki farklı cenaze için iki farklı tabut.

Bir topluluk insan, ölüm haberi ile sarsılmış tanımadığım kişiler. Cenazelerin gelmesiyle başladı çığlıklar. Bu sefer Bir kadın ağlıyordu. Bu sefer Anne ve babasını kaybeden bir insanın bükük boynu, acıyla yanan kalbi vardı.

Bir karı ve bir koca, yan yana tabutlarda indirildiler. İkisi için yan yana mezar kazılmıştı ama onlar apayrıydı.

Tabutlar götürüldü o deliğe koyuldu cansız bedenler. Dualar edildi toprak üstlerine atıldı. Kız koştu fakat bir an duraksadı.

Kime sarılacaktı? Önce hangisinin mezarı başında ağlayacaktı? Aynı anda hem yetim hem öksüz kalmıştı.

Derken iki kız çocuğu koştu annelerinin yanına. Biri Nenesinin biri dedesinin mezarı başında ağlamaya başladı. Bunu gören kadın, iki mezar ortasına çöktü. Başını anne ve babasını içine alan toprağa yasladı ve hıçkırıklara boğuldu.

Tatmadığım bir acı değildi bu. Yakından tanıdığım bir günü yaşıyordum. Hem sabah hem şimdi için.

Nezaket hanım, ne kibar ve anaç bir kadındı. Bana seneler sonra kızım diyen biri olmuştu nihayet, fakat kızı dediği o kişi onun katili olmuştu.

Yakup bey, karısına olan bağlılığı takdire değerdi.

Fakat ikisi birer savaşçıydı. İgima'ya karşı susmayan ve başkaldıran. Her şeylerini kaybeden ama birbirlerinde kaybettiklerinden fazlasını bulan.

Beraber yaşlanmak istediler lakin beraber gömüldüler önce. Yaşlanmak sonraya kaldı.

Ben ise ağladım. Ağladım... Ve ağladım...

NEZAKET GEDİK ANISINA.

YAKUP GEDİK ANISINA.

Saatler sonra bir bekleyişim hüzünle sona erecekti.

Bir mezar daha kazılmaya başladı. Benden uzakta, büyük bir ağacın altına. Ceyhun Dinç tarafından.

Tanıdık bir yüz vardı oralarda. Göz altları morarmış ama hala tek tük göz yaşı akan bir adam. Bir gecede masum kalmaya yemin ettiği ruhu kirlere bulanmıştı. Ölüm görmekten nefret eden adam mezar kazıyordu.

Ona gidip deli gibi sarılmak istiyordum. Ceyhun'un masum kalbini dinlemek başımı onu göğsüne koymak ve kollarını etrafımda hissetmek istiyordum.

Fakat ne yazık ki buna hakkım yoktu.

Tek başına mezar kazan Ceyhun'un yanına dakikalar sonra Emir gelmişti. Bir kürek almış onunla beraber batırıyordu toprağa. Ve en sonunda Hazar geldi aralarına katıldı.

Üçü vardı sadece. Canım bir kez daha yandı. Diğer iki cenaze kalabalıktı fakat Dilaver cenazesinde bile yalnızdı.

Üçünü bir süre izledim. Kendi aralarında tek bir kelime bile etmediler. İşleri bitince ise kürekleri bir kenara atıp beklemeye başladılar.

Ceyhun mezarın başında ağacın altında dizlerini kendine çekerek oturuyordu. Gözümü onun üzerinden alamıyordum, çünkü aramızda ki en yumuşak kalpli kişi oydu.

Ben en çok onun etkilendiğini biliyordum, biz alışırdık. Biz atlatırdık ama o, o bunu yapamazdı.

Gözlerim Ceyhun'dan Emir'e doğru kaydı. Emir benim olduğum tarafa dikmişti yorgun gözlerini. Beni mi fark etmişti yoksa öylesine mi dalıp gitmişti bilmiyorum.

Belki de aklına Harvey gelmişti, dostu, kardeşi olan adam.

Bu sükunet içinde ki bekleyiş sabah üç kere duyduğum o sesin aynısı olmasına rağmen daha çok fena canımı yakan sirenle bozuldu.

Bir cenaze daha geliyordu. Son cenaze...

Herkes ayağa kalktı ben yere düşmek istedim. Her türlü acıyı bilirdim de kardeşini kaybetmek nasıldı bilmezdim. Diğer yarımı kaybetmekten farkı yoktu bu acının tarifi.

Cenaze arabası geldi ve durdu. İçinden inen yoktu. Gözlerimi kısıp iyice baktı. Maytap, Aylin ve Kehribar içeride tabuta başlarını dayamış halde oturuyorlardı.

Öyle sessizdi ki etraf lanet ettim bu duruma. Çünkü Maytap öyle bir ağlıyordu ki duyan olduğu yerde donakalıp tanımadığı bu adamın acısına yürek dağlardı.

Hazar, ağlarken adım adım cenaze arabasına gelip kendinden geçmiş olan kızın kolundan tutup aşağı indirmeye çalıştı. Aylin'in kontrolü elinde bile değildi, ince bacakları tir tir titrerken indi oradan.

Ardından kızıl kehribar, ona baktığımda az önce kızını kaybeden annenin ifadesini gördüm. Kendi çabasıyla arabadan inmeye çalışırken Ceyhun yardımcı olmuştu.

Geride sadece Dilaver ve başından kalkmayan Maytap vardı.

-Kardeşim, Kardeşim, diye sayılıyordu durmaksızın.

Bu ses o mutlu olan adama ait olamazdı. Herkes birini ayakta tutmaya çalışırken boşta kalan Emir arabaya bir adım atıp elini tabuta uzattı.

Fakat Maytap Emir'in elini geriye doğru savurdu.

-DOKUNMA KARDEŞİME!

Ve başını ilk defa o an kaldırmıştı. Benim kırılma noktam oldu bu. Dizlerim dermanı yok gibi yere kapaklandı.

O yüz bambaşka birini taşıyordu üzerinde. Maytap bu değildi, maytap bu kadar değişemezdi bir gecede. Gözleri ağlamaktan şişmiş ve kıpkırmızı olmuştu. O gözlerde ki parıltı sönmüş yerini de sadece boşluğa bırakmıştı.

Maytap karanlık bir geceden daha karanlık olmuştu. Gülüşü güzel adam bir daha asla gülmeyecekti.

Dilaver'in gidişi herkesi karanlığa gömmüştü. Batmış ve bir daha doğmayacak bir güneş gibiydi.

Hazar, bayılmasın diye zar zor zapt ettiği kızı mezarın başına bırakıp tabuta doğru gitti. Ceyhun, Emir ve Hazar tabutu almışlardı omuzlarına.

Bir köşesi boştu, Maytap'ın olduğu taraf.

Maytap ince kollarını mecburen kaldırıldı tabutun üstünden ve altına yerleştirdi. Hepsi bir olup tabutu mezara doğru taşımaya başladı.

Yandaşlık boyunca bizi el üstünde tutup abilik yapan o adamı şimdi omuz üstünde tutuyorlardı.

Boş mezara yetiştiklerinde tabuttan beyazlara sarılmış o bedeni çıkartıp içeri doğru bıraktılar. Üzerine ilk toprağı Ceyhun atmıştı, sonra Emir...

Ve ikisiyle sürüp gitti bu çünkü Maytap, onların attığı toprağı avuç avuç tutup geri tarafa atıyordu.

-Gömmeyin kardeşimi. Gömmeyin Allah'ınızı seviyorsanız. Gitme Dilaver'im, gitme kardeşim. Beni bırakma kardeşim...

Maytap kardeşi yerine koyduğu adamın mezarında ağlıyordu. Beraber kurdukları hayaller vardı, düşüncelerde kaldı.

-ABİ... diye bağırdı Aylin ve kendini toprak yığınının üzerine bıraktı.

Kehribar sessiz sessiz ağlıyordu, onu kendi elleriyle bana teslim etmiş, bu üç kişi sana verdiğim emanetim demişti.

Ben emanet hıyanet etmiştim.

Skar... Dilaver...

Sessizliğinde acısını, iri bedeninde ufak bir çocuk, yaralı yüzünde masum bir ifade saklayan adam.

Seni ilk gördüğüm geceyi hatırlıyorum. Beni gecenin bir vakti Peperonni'den kurtardığınız o geceyi...

Kendi canını benim hayatım için feda eden adam... İyi ki vardın.

KARANLIK DÜNYA'NIN SKAR'I, AYDINLIK DÜNYA'NIN DİLAVER'İ ANISINA.

Yarım kaldı Dilaver'in hayatı. Yarım kaldı Cansu'nun gençliği. Yarım kaldı Yakup ve Nezaket'in aşkı.

Yarınlara kalmadı, yarım kaldı.

Bir cümleye acımasızca nokta koyuldu devamı olmayacaktı.

Yangından geriye kalan bir avuç kül olmuştuk.

Skar, Dilaver anısına,

Cansu Akrep anısına,

Yakup ve Nezaket anısına,

Biten dostluklar anısına,

Yıkılan aileler anısına,

Kaybolan ümitler anısına,

Yarım kalan aşklar anısına,

Bir direniş bir özgürlük bir aydınlık anısına,

Kanlı oyun anısına,

İntikam anısına,

Yas Sigaraları yakılsın ...

O gün göğe doğru 4 kuş uçtu ve maviliklerde kayboldu.

⛓️⛓️⛓️

Saatler gelip geçti herkes gitti bir ben bir de hala Skar'ın mezarının başında oturan Maytap kalmıştık. Olduğum yerden ne bir adım geri ne bir adım ileri gitmiştim.

Siyah şemsiyemi indirip yere fırlattım. Katlanılmaz bir acı içindeydim. Kendimi nereye atacağımız bilemiyordum. Adım atmaya devam başladım, mezarlıktan uzaklaşıyordum.

İçim içime sığmıyor, canım öyle bir yanıyor ki söndürecek tek bir damla su bulamıyordum.

Arkamdan bana sesleniyordu cesetler, Harvey, Dilaver, Cansu ve avukatlar.

"Biz senin yüzünden buradayız, sen neden oradasın?"

Sesler artıyordu, suçlamalar, göz önüne gelmeler...

Adımlarımı hızlandırdım, onların mezarında olmaya hakkım yoktu. Benim hala hayatta olmaya bile hakkın yoktu.

Ne yapıyordum ben de bilmiyorum ama hak ettiğim tek şey uğruna yürümeye devam ettim. Yolum uzundu, bir taksiye atladım.

Taksici verdiğim adrese sürmeye başladı. Hızlı olmasını istedim, daha hızlı, en hızlısı. Çünkü bir patlama yaşamak üzereydim.

Bu patlama ya kendi kafama sıktıracak ya da şimdi yapmam gerekeni yaptıracaktı.

Yetiştiğimde tereddüt etmeden indim. İgima markalı siyah gözlüğümü çıkartıp arabaların delice geçtiği yola fırlattım.

Ve önümü döndüm. Bir intikam uğruna ben dahil kayıp giden canların ağır vebalinden belki böyle sıyrılabilirdim.

Tam karşımda duruyordu gelmek istediğim yer.

PEPERONNİ ANA MERKEZİ.

Merkezin ihtişamlı girişi beni kendine çağırıyordu. Çağrısına kulak verdim ve adım adım ona doğru gittim.

Buradan kaçtığım o geceyi hatırladım. Ben kazanmak için tüm dünyayı yaktığım özgürlüğümü, şimdi esir altına alıyordum.

Kendime vereceğim en büyük ceza ölüm dışında işte buydu.

Büyük kapıya yetişip içeri girdim, bir kapı daha vardı karışmda. Oradan girdiğim anda merkezde olacaktım. Geri dönmem için son bir şans...

Hayır. İfadesiz kireç vurmuş bir surat, düşük omuzlar, titreyen bacaklar hepsi bana ait bir şekilde kapıyı ittim ve içeri geçtim.

İçeriye hakim olan bir yas ilanı süzülüyordu havada. Kalabalıktı üstelik, herkes oradan oraya koşuşturma içinde iken beni fark eden ilk kişi kafasını rastgele girişe çeviren bir güvenlik olmuştu.

Ve o anda benim kıyametim kopmuştu.

-KARMEN IVY AS CİNDY!

Adımı bir kere şiddetle bağırması herkesin duymasına ve bana dönmesine yeterli gelmişti.

Güvenliğin ardından hareket eden herkes birden dona kalmış ve gözlerini bana çevirmişlerdi. Hepsiyle bakışmam saniyelik olmuştu.

Kim olduğumu idrak ettikleri an sahada bulunan tüm güvenlikler belindeki silahları çıkartıp, beni nişan alarak doğrulttular.

- Ellerini görebileceğimiz bir yere kaldır ve yere çök!

Daha onlar sözünü bitirmeden tüm merkezi inleten bir uyarı alarmı çalmaya başladı.

KIRMIZI ALARM. KIRMIZI ALARM.

Ve hem heyecan hem korkuyla harmanlanmış bir kadın sekreter sesini duydum.

- Ana kapıdan az önce Karmen Ivy As Cindy girdi. Kırmızı Kod! Karmen Ivy As Cindy şimdi Peperonni ana merkezinde. Ronni ekibini çağırın ve Heyet'e derhal haber verin.

Bir adım ileri gittim. Bu bile onları delirtmişti. Üzerime tempolu adımlarla gelmeye devam ederken biri bile silahını kullanmaktan çekiniyor gibi durmuyordu.

Hepsi bir ağızdan bana ellerimi kaldırmamı ve yere çökmemi emrediyordu.

-Kırmızı kod. Ana girişe acil destek talep ediyoruz.

Ve adamın konuştuğu telsizden yanıt geldi.

-Özel birlikler müdahil olmaya geliyor.

Ve üzerinden on saniye bile geçmeden bir kıyamet daha koptu.

Karşımda ki merdivenlerden, ikinci katın zemine bakan balkonundan, ve arkamda ki kapıdan birden içeri onlarca Peperonni özel tim üyeleri pata kite giriş yaptı. Hepsinin elinde M16 varken dört bir yanımı o silahla beni çepeçevre sardılar.

Arkamda, sağımda, solumda, çaprazımda, karşımda sayamadığım kadar silahlı adam beni tehlikeli bir tehditkâra layık türden kapana kıstırmışlardı.

- Kağıtta okuduğun Kırmızı kod ne demek oluyor Harvey, diye sordu Karmen kocasının dizlerinde yatıyorken.

Harvey elinde ki kağıtları masanın üzerine koyup Karmen'in saçlarını okşamaya başladı.

-Kırmızı kod Peperonni'nin birinci dereceden tehlike arz eden ve aranan kişilere verdiği sembol.

Karmen şaşırmış ancak yine de tam olarak anlamamıştı.

-Ne kadar büyük bir tehlikeden bahsediyorsunuz?

Harvey gülümseyerek parmaklarını Karmen'in ayaklarına götürüp gıdıklayarak tüm bacağını turlamaya başladı.

Kadın kocasının kolları arasında gülerken tatlı bir sinirle kocasının ellerine vurdu.

-Soruma cevap ver Harvey.

-Niye bu kadar ilgini çekti bu aşkım, dedi Harvey şimdi de kadının dudağına ufak bir öpücük kondurmuştu.

- Çünkü merak ediyorum, diye yanıtladı Karmen ve kocasının kafasını kendisine tekrar çekerek bir kez de kendisi öptü.

-Çok büyük bir tehlikeden bahsediyoruz Karmen. O kişiler varlığı ile büyük sarsıntılar yaratabilecek ve Peperonni'nin vereceği en karanlık cezalara maruz kalacak olanlar oluyor.

-Peki Peperonni hiç Kırmızı Kodlu birisini yakaladı mı?

Harvey düşünceli bir şekilde saçlarını geriye doğru çekti. Buna olumsuz yanıt vermek Ronni ekip lideri olarak onun canını çok sıkıyordu anlaşılan.

-Maalesef çok nadir veya hayır karıcığım.

Karmen dudaklarını büzdü. Hem de kocasının sesinde ki başarısızlık hissini yakalamıştı.

-Neden?

- Çünkü Kırmızı koda sahip olan kimse Peperonni ana merkezine direkt kapıdan girecek kadar kafayı yemiş değil sevgilim.

-Karmen Ivy As Cindy, diye bağırdı karşımda duran adam.

Kendinden emin duruşu ile yetkinin onda olduğunu anladım.

Özel timin yüzünde maske olduğundan kimin kim olduğunu bilemiyordum. Fakat gözüme bir ayrıntı ilişti. Silah tutan eli hafifçe titriyordu. Ve diğer eli ise saklanılmak ister gibi arkaya atılmıştı.

Ama M16'yı tek elle tutmak onu zorlamaya başladığında diğer eliyle destek verdi. Ve o anda görmem gereken şeyi gördüm. Bu adamın kim olduğunu biliyordum.

Atilla Heçken.

Ben Peperonni'den kaçarken vurulmuş ve üç parmağını kaybetmiş olan adam.

Şimdi maske altında görünen gözleri bana benden ölümüne nefret ediyor gibi bakarken bir kez daha bağırdı.

-ELLERİNİ KALDIR VE BAŞININ ARKASINA KOY!

Herkes parmağı tetiğin üzerinde hazırda bekliyordu. Benden gelecek olan tek bir itiraz ile emir almaya bile gerek duymadan beni vuracaklardı.

Atilla'nın bir kez daha tekrarlamasına izin vermeden ellerini yavaş yavaş kaldırdım ve gözlerine bakarak başımın arkasına yerleştirdim.

-YERE DİZ ÇÖK!

Oldu diğer komutu. Diz çökmek, herkesin ortasında, herkesin önünde... Bu yenilgimin açıkça kabullenişi olacaktı.

-DİZ ÇÖK! diye bağırdı boğazını yırtarcasına.

Ve arkamdan biri silahla sırtıma vurduğunda daha fazla beklemeden dizlerimin üzerine çökmeye başladım.

-Ceketini soy! Yanlış bir hareket yapmaya kalkma Karmen Ivy As Cindy, bu senin sonun olur.

Ellerimi fevrilikten yoksun bir şekilde ceketime götürdüm ve kollarımdan aşağı düşürdüm.

Karışmda ki adam gözleriyle yanımdaki durana işaret verince o kişi yanıma gelip ceketi alıp,

-Temiz, deyip benden uzaklaştı.

- Kazağını boynuna kadar yukarı kaldır!

Sertçe yutkundum. Belimde duran silah şimdi soğuk soğuk değiyordu tenime. Parmak uçlarımla kazağımın eteklerinden tuttum ve dediğini yaptım.

Belim açıkta kaldığı an belimde ki silahı gördüklerinde bir arbede daha yaşandı. Hepsi silahını sanki daha fazla yapabilecek gibi üzerime doğru bir adım atarak yaklaştırdı.

-Ellerini hemen basının arkasına koy. Ellerini kaldır Karmen! ELLERİNİ KALDIR!

Ben ellerimi eski yerine koyduğum anda sağımda ve solumda duran iki adam üzerime çullanıp belimden silahımı çıkartıp aldılar.

Benim yanımdan bir saniye bile ayırmadığım, o varken kendimi güvende hissettim silahım.

Başımı yerden yukarı kaldırdığımda Ronni ekibinin geldiğini gördüm. Hepsi baştan aşağı siyah giyinmiş ve üstlerine Cansu'nun ufak bir resmini iğnelemiştiler.

En başta koşar adım bana olan nefret ve kini, kendine olan sevgisinden fazla olan Elvin Gani geliyordu.

Hemen ardından attığı her adımda, bana baktığı her anda telaştan dört dönen adam Austin Seller.

Ve hepsinden arkada yavaş, bitkin adımlarla Hazar Onat. Onu görmem ve ikimizin bir saniyeliğine göz göze gelişimiz ikimizin içinde farklı duygular uyandırdı.

O benim yandaşımdı. Onun acısı buradakilerden fazla benimle denkti. O sadece Cansu'yu değil, Dilaver'i de kaybetmişti. Ona aile olan yandaşlığı da.

Ve şimdi beni böyle bu halde görünce gözlerinin neferi çekildi.

-Elvin Hanım, ona bir metreden fazla yaklaşmayın. Tehlike arz ediyor, dedi Atilla.

Fakat Elvin kimseyi dinlemeden bana doğru yaklaşmaya devam etti. Bakışlarımı ona çevirmemiştim bile o kadın umrumda değildi.

-Elvin, ona yaklaşma, diye bağırdı Dedektif Seller.

Fakat dizlerimin dibinde gördüğüm bir çift ayakkabı ile başımı hafifçe yukarı kaldırdığım sırada yüzüme sertçe bir tokat yedim.

Ben tepkisiz kalmıştım, lakin çevredekiler benden fazla hareketlenmişti. Tokat sonrası bana yine emirler yağmaya başladı.

-Yerinden kıpırdama! Sakın hareket etme! KARMEN IVY AS CİNDY SAKIN HAREKET ETME!

Ve Hazar öfkeyle Elvin'in koluna yapışıp kendine doğru çekti.

-ONA YAKLAŞMAK YASAK! ANLAMIYOR MUSUN? YASAK ELVİN! YASAK!

Elvin ters ama rahatlamış üstünlük bakışlarıyla kendini Hazar'dan kurtarıp Austin'in yanına geçti.

Austin en az Hazar kadar sinirle bakıyordu Elvin'e. Fakat Elvin bana döndü.

-Buraya gelme amacın ne söyle?

Diye sordu ince sesi nefretle çıkıyordu. Yorgun ve solgun bakışlarımla dudaklarımı araladım.

-Suç itirafında bulunmaya geldim.

Evet... İşte bu yüzden gelmiştim buraya. Kendi sonumu getirmek için.

Bu sözlerim onun hoşuna giderken Austin bana dehşet içinde baktı ve sessizce fısıldadı.

- Karmen yapma, derken başını iki yana sallamıştı.

-Heyete haber verin! -diye bağırdı Elvin- Suç duyurusunda bulunmaya geldiğini söyledi.

Ben ise Hazar'a bakamıyordum bile. Başımı yeniden beyaz zemine eğdim.

Saniyeler sonra sekreter olan Yelda Elvin'e doğru bakarak,
-Haber verildi. Olumlu yanıt geldi, dedi.

Elvin alttan alta gülümseyerek Dedektif ve ayrıca Ronni ekip lideri olan Austin'e döndü.

-Şimdi sıra sende Seller, yönet krizi.

Seller hala bana bakarken istemeyerek konuştu.

-Dinlemeye hazırsanız konuşma emri veriyorum efendim.

Ve cevap Yelda'dan geldi yine.

-Yüksek heyet şimdi dinlemede.

Dedektif gözlerini bana dikti ve zorla yutkunduktan sonra,
-Konuş Karmen Ivy As Cindy. Peperonni ana merkezine neden geldin?

Ciğerimde ki dertleri kusar gibi bir nefes verdim. Kurumuş dudaklarımı ıslattım.

Konuş bakalım Karmen. Ettiğin her bir kelime sana saplanan bir kurşun olacak. Ve büyük umutlarla çıktığın bu intikam yolu, senin sonun olacak.

Şimdi yanında Harvey yok. Birazdan aynaya baktığında göremeyeceğin sen bile olamayacaksın.

Ah zavallı kendim, ah zavallı yüreğim, ah zavallı çocukluğum ve hayatım. Herkesin yatmasına bile yetecek kadar yer olan bu dünyada benim tek ayak üstünde durmamıza yetecek kadar yer yok.

- Harvey Ivy As Cindy'in ölümünden sonra Ronni ekibi tetikçisi Emir Aybeyaz'a oradan ayrılması için ruhsal tacizde bulundum. Zaman içinde intikam peşinde koşarken Emir Aybeyaz'ın kaçırılması ve üstelik Peperonni'yi zora sokmakta suçluyum.

Temmuz ayının ilk haftası Emir Aybeyaz'ı kışkırtıcı sözler edip Peperonni ana merkezine baskın yapmasına ve Austin Seller'ın vurulmasına sebep oldum.

Aynı gün Saat 02.49'da Peperonni'den illegal yollarla kaçarken saldırıda bulundum ve Peperonni özel tim ajanlarindan üç tanesini silahla ağır yaraladım.

18 temmuz saat 21.25 Peperonni'ye kaçak yollarla girerek özel belge odasından Erdem Aker, Ceyhun Kozan ve Phiqz'e ait olan üç önemli belgeyi çaldım.

Bu sırada beni duyan ve size ihbar etmek üzere olan Cansu Akrep'i etkisiz hale getirip kaçırdım.

Cansu akrep size ulaşmaya çalışsa bile engel oldum ve size yalan söylemesi için uyarıda bulundum. Benimle zoraki iş birliği yapması icin açık, bir, ölüm tehditinde bulundum.

Onu 6 gün garajımda rehine olarak tuttum.

Ceyhun Kozan'a kendimi sizden biri gibi tanıtım ve Peperonni hakkında yanlış saptamalarda bulundum.

25 temmuz saat 18.00 sizden çaldığım belgelerle şantaj yaptım. Aynı gün 18.35 Peperonni baş sekreteri Cansu Akrep'in ölümüne sebep oldum.

Kendim dahil olmak üzere herkesi bir intikam uğruna harcamıştım.

- Ben Karmen Ivy As Cindy. Az önce itiraf ettiğim tüm suçlarımı itirazı olmaksızın kabul ediyor ve beni eksi kodesine tıkmanıza razı geliyorum.

 

34. BÖLÜMÜN SONU

 

BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ???

 

Merhaba... Ben geldim... Nasılsınız?

 

Bölümler kısa ama biz sadece yokus aşağı yuvarlanma bölümlerine geldiğimizi için öyle. Şimdi tüm olaylar art arda olacak.

 

Bilinmeyen numaranın Karmen'in evine kadar gelmesi hakkında?

 

Ve Karmen'e söyledikleri hakkında?

 

Cenaze hakkında...

 

Karmen'in Peperonni itirafı hakkinda?

 

Instagram : kankaderoffical2 beni takip etmeyi unutmayın...

 

Sevgilerle.

 

Shoro Sharpen.

 

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE

 

Loading...
0%